Ipek Akpinar
Ipek Akpınar is a professor at Izmir Institute of Technology, and conducting architectural design studio, lecturing graduate courses on the relations of architecture with urban, political and cultural context, and collective memory. Following her bachelor (1990) and Master of Science (1993) studies at ITU, she has received her doctoral degree from UCL Bartlett School (2003). Her collaborated international research project based on the personal archives of Henri Prost at Paris was exhibited and published. She is the author of Moonlight Monastery (2012) and 10th Year of the Sabancı Museum (2013). Research interests: Architectural Design, Theory and History, relations between modernity, city, social actors and politics, collective and cultural memory, participatory design process, trans-disciplinary architectural and urban design education, architectural and urban representation, architectural ethics, politics of identity.
Address: ITU Faculty of Architecture, TAŞKIŞLA-Taksim, Istanbul
Address: ITU Faculty of Architecture, TAŞKIŞLA-Taksim, Istanbul
less
InterestsView All (46)
Uploads
Books by Ipek Akpinar
immigration created an urgent need for housing, resulting in uncontrolled, unplanned urban growth. Public authorities, constrained by inertia,
offered only limited solutions to the problem of sheltering the urban poor. Instead, public investment was used for the construction of new
highways and housing for the middle and upper-middle classes. Old neighbourhoods in the historical center of the city were torn apart in order to
accommodate a new, automobile-based lifestyle, while many former residents of the city were evicted and relocated. Tozkoparan neighborhood
was the first example of “Squatter Prevention Projects”: it was an exception, as a public housing project intended to shelter those evicted from their
houses or incapable of dwelling in their former homes. A limited number of Squatter Prevention Projects were put into place across Turkey after
being made possible by the Squatter Act of 1966. Yet, with shifting urban politics from the 1980s onwards, these projects became the target of a
new urban renewal discourse which would result in a radical transformation of the neighborhoods they were based in. Our paper offers a short
overview of the last 40 years with the aim of highlighting the emerging issue of neoliberal policies being used against the urban poor.
To what extent can a graduate program, and the design studio, in particular, allow an understanding of complex urban issues, and also nurture
an ability to develop resilient projects and policies for emerging contemporary urban problems? What are the benefits of using exchanged or
integrated methods of landscape architecture, architecture, and urban planning to improve resiliency? In response to these related questions,
this study aims to reveal the challenging milieu of an urban design studio within the ITU Interdisciplinary Graduate Urban Design Programme.
The methodology of this study is based on a literature review of “urban design education and studio culture.” This paper also provides a critical discussion to allow a broader understanding of resiliency in urban design education, and it is hoped that it may serve as a guide for the reassessment of urban design teaching within the broader history of planning.
Papers by Ipek Akpinar
immigration created an urgent need for housing, resulting in uncontrolled, unplanned urban growth. Public authorities, constrained by inertia,
offered only limited solutions to the problem of sheltering the urban poor. Instead, public investment was used for the construction of new
highways and housing for the middle and upper-middle classes. Old neighbourhoods in the historical center of the city were torn apart in order to
accommodate a new, automobile-based lifestyle, while many former residents of the city were evicted and relocated. Tozkoparan neighborhood
was the first example of “Squatter Prevention Projects”: it was an exception, as a public housing project intended to shelter those evicted from their
houses or incapable of dwelling in their former homes. A limited number of Squatter Prevention Projects were put into place across Turkey after
being made possible by the Squatter Act of 1966. Yet, with shifting urban politics from the 1980s onwards, these projects became the target of a
new urban renewal discourse which would result in a radical transformation of the neighborhoods they were based in. Our paper offers a short
overview of the last 40 years with the aim of highlighting the emerging issue of neoliberal policies being used against the urban poor.
To what extent can a graduate program, and the design studio, in particular, allow an understanding of complex urban issues, and also nurture
an ability to develop resilient projects and policies for emerging contemporary urban problems? What are the benefits of using exchanged or
integrated methods of landscape architecture, architecture, and urban planning to improve resiliency? In response to these related questions,
this study aims to reveal the challenging milieu of an urban design studio within the ITU Interdisciplinary Graduate Urban Design Programme.
The methodology of this study is based on a literature review of “urban design education and studio culture.” This paper also provides a critical discussion to allow a broader understanding of resiliency in urban design education, and it is hoped that it may serve as a guide for the reassessment of urban design teaching within the broader history of planning.
Yeni Cumhurbaşkanlığı Binasına, Tanpınar ve Benjamin’in tarihe, topluma ve üretilen mekâna bakışları ile bağlam, yer seçimi ve süreç, mimarlık ve mimarlık eleştirisi,
yapının özellikleri, sosyal aktörlerin söylemleri ve farklı temsiliyet eksenlerinden
kısa kesitler alarak bakacağız. Bu çalışma, uzun soluklu bir Yeni Türkiye Projesi okumasının mütevazı ve deneysel bir başlangıcı…
Doç. Dr. Ipek Akpınar, Ar. Gör. Şebnem Şoher, İTÜ Mimarlık Fakültesi
ITU Architectural Project 5 dersi İlkim Er, Sibel Ergün, Merve Tunca, Sıla Saygılı, Derya Yavuz, Merve Yelek, Sena Özge Özden, Canan Baş, Esra Kağitci, İpek Fetil, Ali Can Erol, Başak Eren, Onur Karadeniz, Hüma Nazlı Tatar, Bengüsu İbiş, Sevim Ece Elemen, Asya Ece Uzmay, Antonin Aulagner, Eva Neefs, Hayat Akyar, Viktor Jose Ruiz Vinue, Gizem Gümüşkaya, Victoria Van Kan
ITU Urban Representation: Remapping Istanbul dersi Elif Simge Fettahoğlu, Laura Cuccu, Adrian De Miguel, Giorgia Vaglio, Michael Mai, Nardelei Lola, Azadeh Rezafar, Sezen Gür, Ilgın Külekçi, Duygu Erol, Melike Atıcı, Martin Muth, Elliot Jeanningros, Funda Tan, Simon Tirkel, Annabelle Eickes
Araştırmada ve tasarımda gündelik hayata odaklanmak, hem kamusal alandaki çelişkileri, çarpışmaları, hem toplumsal ve mekansal dinamikler ile potansiyelleri ortaya dökebilir mi? Yerele özgü holistik yaklaşım ile alternatif bakışlar ve taktiklerle deneysel okumalar ve ilişki ağları geliştirilebilir mi? İdeolojik ortamı kavramanın ve entelektüel pozisyon almanın yolu, geçmişten bugüne ışık tutmaktan ve gündelik hayata bakmaktan geçiyor olabilir.
Gerçekleştirilen ilk kentsel tasarım programı ile birlikte Taksim siyasal rejim açısından fazlasıyla sembolik bir alan haline geldi. Başbakan'ın Büyükşehir Belediye Başkanlığı dönemindeki cami projesinden bugüne burası yeni osmanlıcı rejim için önemli bir karşıt temsil alanı olarak gelişti. Amaç bu nedenle AKM'yi yenileme, yeşil alanı onarma, kültür vadisini geliştirme yani daha önceki projelerde ve müdahalelerde gördüğümüz gibi bir ekleme yapma, bir rehabilitasyon meselesi değil, topyekun yok etme, izlerini silme arzusu ile biçimlendi. Aşağıdaki ortak makale merkeziyetçi siyasal yaklaşımın içinde tekrar eden bu ideolojik çelişkiyi tartışmaya açarak, sorunu kent ölçeğine taşımak ve bir pilot çalışma olarak bir yönetim planı hazırlığının nasıl mümkün olabileceğini düşünmek için bazı ipuçlarını aramayı hedefliyor. Bu yazı, yaşanan süreci daha iyi kavrayabilmek için öncelikle “dün”e bakıyor: İpek Akpınar, Henri Prost 1937 Planı’nın İstanbul ve Taksim için ideolojik olarak ne ifade ettiğini ortaya koyuyor. Ardından Korhan Gümüş “bugün”e odaklanarak, kamuya rağmen Taksim’de değişim isteyen dinamikleri tartışıyor. En son kısımda değerlendirmeler ve öneriler yer alıyor.
ISBN: 978-975-9051-88-4 Book acquisition index, www.acqweb.org/; http://hollis.harvard.edu
Betonart Dergisi kış 2011, no.29, s.40-61, ISSN 1304-4931.
21. Yüzyılın küreselleşme rüzgarlarının dinamikleri ışığında İstanbul’da öne çıkan kentleşme, sosyal ve fiziksel ‘kolaj’dır. Bilgi, teknoloji ve sermaye birikimi, küresel lüks tüketim kültürünün yarattığı talep ile beslenerek, özellikle yeni TOKİ yasası ile yürütülen kentsel dönüşüm projeleri ile küreselleşen dönemi fizikselleştirir: İstanbul’da toprak mülkiyetini metalaştırır. Bu projeler beraberinde, küresel ağlarla, sosyal, ekonomik ve kültürel dinamiklerle örtüşen, estetize edilmiş şiddetle örtülü yıkımları ve hızla soylulaşan / soylulaştıran bir kentsel dönüşümü getirir. İstanbul’daki kentsel ve mimari dönüşüm senaryosu, kentte yeni zenginlik ve yeni yoksulluk biçimleri oluşmakta olduğuna işaret eder. Modern kente ideolojik anlamını veren mekandaki kamusal bütünlük giderek parçalanmaktadır. Ve 2006’da, Başbakan R.T. Erdoğan’ın ekonomi vurgulu deklarasyonu, bu çerçeveyi temsil eder: ‘benim asli görevim kentimi ve ülkemi pazarlamaktır’.
Sosyal ve kamusal uzlaşma olmadan uygulamaya geçme, bu sürecin nasıl bir kentleşme, kentlileşme süreci olduğu üzerine ciddi sorular doğurur. Bugünün karmaşık, muğlak ve çoğunlukla master plansız dönüşüm ve kentsel modernizasyon sürecinde ‘estetize edilmiş şiddetle gerçekleştirilen’ yıkımları kavramak, anlamlandırabilmek açısından kentin belleğinde henüz canlı olan yıkımlar ve yapımları yeniden ele almak, deşifre etmek ve kentin yaşadıklarını tekrar tekrar gündeme getirmek kentli olarak hepimizin görevi… Bu dosya mütevazi çerçevesi ile yıkımları ve kentsel politikaları gündemde tutma girişimidir.
İlhan Tekeli, Türkiye modernleşmesi modelinde kronolojik dörtlü sınıflama önerir: ürkek modernite (19.yüzyıl sonu, 20.yy başı), radikal modernite (1923-1950, erken cumhuriyet dönemi), 1950-1980 (popülist modernite) ve 1980 sonrası dönem (muğlak, tam betimlenemeyen). Bu kronolojik sınıflamayı, sosyal, ekonomik, politik dinamiklerin mekansallaşma sürecine üzerinden ya da diğer bir deyişle ‘kırılmalar’ üzerinden, İstanbul’da da okumak mümkün. Bu kırılma dönemleri, aynı zamanda kentsel değişimin ve dönüşümün yıkımlar eşliğinde yoğunlaştığı ve ‘güzelleştirme’, ‘abad etme’ söylemi üzerinden betimlendiği ve meşrulaştırıldığı süreçler. Güzelleştirme söylemi, batılı hareketler çerçevesinde asrileştirme, modernleştirme anlamında; tarihi kent dokuları açısından ‘yenileme’, ‘sıhhileştirme’, ‘traşlama’ bazen de ‘temizleme’ kavramları ile bağlantılı olarak kullanılır (Akpınar, 2009:105). Güzelleştirme çalışmaları, temizleme söylemi ile de iç içe geçmiş gibidir. Bu kapsamda, İstanbul’da ‘temizleme’, belli bir bölgenin belirli görüntülerden ve insanlardan arındırılması anlamına da gelir (Baliç, 2009).
Günümüzün yaşanan kentsel dönüşümün ya da yıkımın çok tartışılan olgularından biri, 1950’lerden beri iç göçlerle tarihi yarımadadaki geleneksel konutlara yerleşen göçmenlerin yerleşimleri için hazırlanan projelerdir. Fatih Belediyesi ve TOKİ’nin işbirliği kapsamında gerçekleştirilen tarihi yarımada canlandırma ve yenileme projelerinin uygulamalarında, yaşayanların kentin çeperlerine taşınması / taşıtılması söz konusu: yeni sunulan konut biçimlerinin, Sulukule örneğindeki gibi bölge halkının yaşam tarzlarını gözetmeyen planlamalar olduğu da aşikar. Bu süreçte, yerel ve merkezi yönetimden ya da TOKİden yöneqticiler ile sivil toplum örgütlerinin mensupları farklı sosyal aktörler, kentsel dönüşüm üzerine söylemleri ile ön plana çıkmaktadır.
Tarihi yarımada canlandırma ve yenileme projelerine odaklanan çalışmamız, ekonomik, sosyal, politik kırılmaların ışığında, farklı sosyal aktörlerin söylemleri üzerinden, kentsel dönüşüm sürecini değerlendirmeyi amaçlamaktadır. Çalışma, küreselleşen kentte, tarihi yarımada için önerilen kentsel dönüşüm projelerinin, sosyal ve fiziksel güzelleştirme ve temizleme kavramları üzerinden meşrulaştırıldığını savunmaktadır. Çalışma, söylem ve güzelleştirme üzerine kuramsal çerçevenin ardından, gerçekleşen ve önerilen projeleri betimlenecektir. Ardından, bu projelerin, belediye tanıtım kitapları ve dijital ortamda, yazılı ve görsel medyada nasıl temsil edildiklerini aktaracak; sosyal aktörlerin betimlemelerine yer verecektir.
Anahtar Kelimler: Temizleme, Güzelleştirme, Söylem, İstanbul, Dönüşüm
kaynaklar
Akpınar, İ., 2009. ‘Güzelleştirme’ maddesi, İstanbullulaşmak, Olgular, Sorunsallar, Metoforlar, Derviş, P., Tanju, B. ve Tanyeli, U., (edt.), Garanti Galeri, İstanbul, s.105–106
Baliç, İ., 2009. ‘Temizleme’ maddesi, İstanbullulaşmak, Olgular, Sorunsallar, Metoforlar, Derviş, P., Tanju, B. ve Tanyeli, U., (edt.), Garanti Galeri, İstanbul, s.302–303
20. Yüzyıla üç imparatorluğa başkentlik etmiş emperyal bir kent olarak giren İstanbul, yüzyıl aradan sonra dünya sahnesinde yeniden ‘küresel kent’ olarak beliriyor: başat ekonomik bölgeleri dünya ekonomisine bağlayan çok önemli dünya kentleri arasında gösteriliyor. Radikal kentsel gelişmelerin ışığında, 1983-2010 arası yılları, Korkmaz ‘küreselin basıncı’ olarak isimlendiriyor. İstanbul’da yasanan kentsel dönüşümün bize özgü taraflarının yanında, pek çok yerde yaşananlarla benzerliklerine işaret etmek gerek. Tıpkı diğer dünya kentlerinde olduğu gibi İstanbul kent mekanı, farklı aktör ve çıkar gruplarının değişen ağırlıklarda roller oynadıkları karmaşık süreçler sonucunda her gün yeniden üretiliyor. Bu coğrafi büyüme, aynı zamanda, kentsel ve mimari alanda olağanüstü bir çeşitliliğin de ev sahibi. Tam da bu noktada 21. Yüzyılın İstanbul’u artık ‘fazla sayıda bileşenli bir çoğulluğa sahip’. Bu çoğulluktaki her süreçte rol alan aktörlerin kimliği, ağırlıkları, sorumlulukları ve hedefleri doğrultusunda kendine özgü. Farklı mekansal üretim süreçlerinin farklı mimari hizmet talepleri ve mimarlık yapma biçimleri üreteceği düşünülürse; kentin gündelik hayat akışı içinde yer alan tekil bir mimarlık pratiğinden değil, örüntülerin yapısıyla belirlenen çeşitli ‘mimar’ rollerinden bahsedilebilir. Meslek içinde memur -bürokrat - belediyeci mimar, müteahhit mimar, akademisyen- teorisyen-eğitimci mimar, aktivist-sivil toplum ve mesleki örgütlenmelerin içinde rol üstlenen mimar gibi çok sayıda farklı, kimi zaman yer değiştiren, üst üste binen, örtüşen; kimi zaman da çelişen ve çatışan rol var. Şüphesiz bu mesleki pozisyonların tümü, kentsel mekan üretiminde, farklı etkinlik derecelerinde roller üstlenen aktörler. Ocak ve Eylül 2010’da iki yabancı derginin kapağında olan İstanbul ve Türkiye, olumlu okumalarla, özellikle genç mimarların önünün çok açık olduğunu vurgulayan dosyalarla ele alınıyor. Ama Uğur Tanyeli yine de zaman zaman yazılarında ve konuşmalarında ‘mimarlık şimdi neden bu kadar heyecansız?’ diye soruyor.
Bu metin, inşaat sektörüne mimari tasarım hizmeti sunan ‘serbest mimar’ pozisyonu üzerinden giderek günümüz kent mekanının üretiminde biz mimarların oynadığı rolü tartışmayı hedefliyor. Gündelik hayatın içinde mimarın yeri nedir? Sayıları her gün artan emlak projelerinin reklamlarında boy gösteren, kamusal bilinirliği giderek artan, imzası proje için bir prestij göstergesi olan mimarlar, nasıl bir mesleki pozisyon tarifliyorlar? İstanbul’un kentsel mekan üretiminde yer tutan çeşitli mimar rolleri, bu rolleri üreten bağlam, süreç ve sosyal ilişkilerle birlikte ele alınarak nasıl yorumlanabilir? En önemlisi, bu rollerin çoğulcu, kamu yararını gözeten, katılımcı, kurumsal gücün çizdiği sınırların dışına sızabilen pratikler üretme potansiyeli nedir?
Bu soruların ışığında çalışma, öncelikle mimarın mesleki pozisyonunu ve bu pozisyonun Türkiye bağlamında dönüşümünü ele alıyor; ardından, günümüz kentsel mekan oluşum dinamiklerini kısaca tartışarak, İstanbul’da halen üretimi devam eden iki kentsel ölçekli proje üzerinden kent mekanı üretiminde yer tutan bir sosyal aktör olarak mimarın rolüne odaklanıyor. Günlük hayat pratiği içinde mimarın rolüne odaklanma, günümüz kentinin dönüşümüne ve mekan üretimine ışık tutabilir.
Bu kapsamda, çalışmamız öncelikle 1850’lerde Paris’te Baron Haussmann’ın, 1950’lerde Robert Moses’ın New York, Bronx’ta yaptığı yıkımlarla İstanbul’un cumhuriyet tarihi sürecinde yaşadığı 1930’larda Henri Prost, 1950’lerde Adnan Menderes ve 1980’lerde Bedrettin Dalan yıkımlarını anlatır; tarihte kentlerde yıkma eyleminin nasıl bir modernleşme aracı olarak kullanıldığından kısaca bahseder. Ardından yıkma eyleminin kentte “yeni” olana yer açarken, insanda nasıl bir etki bıraktığını hafıza, hafıza kaybı, travma ve nostalji kavramları üzerinden sorgular; bu sorgulamadan yola çıkarak yıkma eyleminin yitirttiklerinin hafızada bir travma yarattığını aktarır.
Bu çalışma, genel olarak kentsel yıkımların ve kentsel dönüşüm projelerinin arka planını ve kentlinin yaşadıklarını kavramak açısından bir tartışma platformu oluşturur.
Anahtar Kelimeler: Yıkarak Yapma, Sulukule Yıkımı, Hafıza, Hafıza kaybı, kent hakkı
PAST FOR TODAY
Urban design as a political tool since the Prost Plan
Urban design spatially relates the ideological positionings of the local and central administrations.
Until today, urban design of the central Istanbul has been based on the Prost Plan. Although the rhetoric of the 1930s and the 21st century shares common terminologies as well as design approach in the textual and rhetorical representation, the ideological content have radical differences. What we can witness today is the paradigm shift of the urban spatialisation from ‘secular’ cannotation into ‘democratic’ one. In this context, ‘beautification’ has been the main approach in the formation of the central Istanbul, has other ideological implications.
My study gives a brief and experiemntal outline of the urban design approach in the city of Istanbul in the early republican period and the 21st century.
Günümüz internet sayfalarında Kıbrıs, “bozulmamış doğal güzellikleri, eşsiz tarihi zenginlikleri ile Akdeniz'de cennet bir ada” olarak betimlenir. “Doğu akdenizin berrak mavi sularında uzanan adanın Sicilya ve Sardunya'dan sonra Akdeniz'in en büyük üçüncü adası olduğuna anımsatılarak, dost canlısı insanları, tertemiz ve bozulmamış muhteşem doğası, neredeyse tüm yıl boyunca güneşle yıkanan kilometrelerce uzunluğundaki kıyı şeridi, altın kumsalları ve 9000 yıllık görkemli tarihi ile en misafirperver karşılamayı” sunduğu vurgulanır (www.kibrisca.com).
Bense, yaklaşık dört aydır geçici görevle bulunduğum Doğu Akdeniz Üniversitesi ortamında yaptığım gözlemlerden hareketle, sizlerle paylaşacağım bir dizi yazıyla başka bir ada betimlemesi sunacağım. Bu yazı dizisi, giderek yoğunlaşan iskan probleminin ve kontrolsüz kentleşmenin ışığında, Magosa’daki kentsel yaşam deneyiminden hareketle, ada üzerine spekülatif bir okuma denemesidir. Bu deneme, bilimsel verilerden çok, gündelik hayattaki gözlemlere ve söylem analizine dayanmaktadır.
(Mimari projeleri hakkında hakemli dergilerde yayınlanan yazı; Genelkurmay Başkanlığı ve Dışişleri Bakanlığı’nca bila bedel yaptırılan Myanmar’da İngiliz Kamplarında ölen Osmanlı Askerleri için Şehitlik projesi; proje yürütücüsü; H. Kahvecioğlu, B.Serdar Köknar ile).
(Book acquisition index, www.acqweb.org/; http://hollis.harvard.edu tarafından taranmaktadır)
Günümüzde İstanbul, 1980’lerden beri süregelen politik kırılmalar, radikal sosyo-ekonomik değişimler ve soğuk savaş sonrası küreselleşen dünya ile entegre olmaya başlayan dönüşümün, Türkiye’deki hem baş aktörü, hem de sahnesi konumundadır. Küresel kent coğrafyası, bir yandan ‘dünyayla bütünleşen bir kent’ imgesini pekiştirip, daha iyi yerel servis ağlarının, daha iyi yaşam koşullarının sinyallerini verirken; pratikte, küreselleşmenin ve sosyal parçalanmanın fiziksel izdüşümlerini de içermektedir. Bu dönüşüm içinde de, farklı sosyal grupların, iş mekanlarının, sosyal ve yaşam mekanlarının ayrıştığını gözlemlemek mümkün hale gelmiştir. Bugün bir anlamda, 1990’larda sosyal tehlike olarak işaret edilen “kamusal mekanın ayrışması”nın ve bunun bir sonucu olan “bağlamından koparılmış mekansal kurgular”ın tanıkları ve aktörleri konumundayız.
Çalışma, bu çerçevede, bağlamından koparılmış mekansal kurguların tipik örneklerini oluşturan, ‘kapalı kapılar ve yüksek duvarlar ardındaki yeni lüks (konut) yaşam tarzlarının’, mimari tasarım, lüks tüketim, küreselleşme, kültürel kimlikler ve temsiliyetler üzerinden okunması yolunda bir iz sürmeyi; farklı kentsel mekansallaşmalarda, küreselleşmenin karşıt ve ayrıştırıcı katmanlarına dikkat çekmeyi ve deneysel bir kent okuması olarak sunmayı hedeflemektedir.
Anahtar Kelimeler: Küresel İstanbul, mekansallaşma, özel siteler, (değişen-dönüşen) yaşam tarzları ve konut
Kent, farklı disiplinlerden araştırmacılarca, uluslararası etkileşimlerin yer aldığı karmaşık ve parçalı katmanların merkezi olarak sunulmaktadır. Özellikle küreselleşen dünyada, Giddens’in (1990) ifadesiyle, güç, hareket ve ulaşımın hakimiyeti ile kent, Doreen Massey’in (1993) belirttiği gibi, “güç-geometri”nin mekansallaşmasına tanık olmaktadır. Aslında, beşeri bilimlerde disiplinlerarası çeşitli çalışmaların odağı olan kent, 1970’lerdeki paradigmik kırılma ile birlikte, tek elden ve merkezi planlama çalışmaları yerine, Rowe ve Koetter’in Collage City’deki manifestal çıkışlarında vurguladıkları gibi ‘parçalı kentsel tasarım’ uygulamalarına (city fragmented) ev sahipliği yapmaya başlamıştır - zaten kentin kendi doğasında parçalanmışlık mevcut: bu ‘parçalanmışlık’, merkezi planlama yaklaşımlarıyla tam anlamıyla önlenemez. Parçalanmışlığın giderek daha vurgulandığı kapsamda, günümüz kentini, kentsel tasarım ve mimarisini irdelemek basit bir iş olmaktan çıkmaktadır. İşte tam da bu noktada, coğrafi, tarihi, sosyo-ekonomik, politik ve kültürel ve tabii ki mekansal niteliklerinden dolayı, liman ve kıyı kentlerinde, bu irdeleme farklı katmanlar ve yaklaşımlar içerir. Son 25 yıldır, özellikle liman kentlerinde, Anglosakson bağlamda sıkça vurgulandığı gibi, adeta “kentsel rönesans” yaşanmakta. Bu kentsel rönesans sürecinde, eski liman bölgeleri ve çevreleri, Han Meyer’in (1999) deyimiyle, “yeni kentsel milieu“ yaratılması ve canlandırma projeleri açısından ideal platformlar oluşturdular. Kentsel canlandırmada, eski antrepoların, depoların, silo ve çevrelerindeki fiziksel doku kadar, liman alt yapısı (pierler ve dokların) da, sürecin önemli parçasını oluşturdukları gözlenmektedir. Canlandırma süreciyle beraber, özellikle Batı Avrupa ve Kuzey Amerika’daki liman kentlerinin adeta bir „kurtarma harekatına“ maruz kaldıklarını gözlüyoruz (Meyer, 1999). Kimileri pazar-emlak odaklı, küresel kutuplaşma ve sosyal hiyerarşinin mekansallaşmasına destek veren projelerken, bütünleşik, sürekli ve kültür-odaklı gelişen kimi örnekler, RIBA’nın altın madalyasını kazanan Barselona örneğindeki gibi başarılılar. Barselona örneğinde kavradığımız gibi, kentsel mekanın tasarımı yalnızca kültürel kimlik üretmekle kalmıyor, kent kimliğinin yeniden yorumlanmasına ve yaratılmasına izin veriyor; bu çerçevede de kimlik oluşumu için olanak sağlıyor (Costa, 2004). Son 25 yıldır süregelen canlandırma projelerinde, kültürel özellik, limanın ve kentin gelişimi için vurgulu. Bu çerçevede, her ne kadar açık tanımlama ve temsil ettikleri amaçlar net olmasa da, ‘kültürel kimlik’, ‘kültürel değer’ ve ‘kültürel kalite’, kentsel tasarımın ve kentsel canlandırmanın temel terminolojilerine dönüşmüş durumdalar. Bu kültürel dönüşüme ev sahipliği yapan mekanlar ise özellikle liman kentleri...
Bu bildiri, liman kentlerindeki kentsel tasarım ve kentsel canlandırma sürecinden kazanılan deneyimden hareketle, Mağusa liman kentindeki son dönem mekansal gelişmelere odaklanarak ‘kültürel projelerle canlandırma’ önerisinde bulunmaktadır.