İÇİNDEKİLER
GÜNDEM
Kasım 2014
D O S YA
04
08
05
18
Türkiye, Ayn el-Arab veya
Kobani
ALİ EL–HEYL
Referanslar ve İç Savaşlar
MÜNİR ŞEFİK
06
İran’ın ve Müttefiklerinin
Skandal Söylemi
YASER ZEATİRE
07
Mısır’da Derin Devletin Holokostuna
Hoş Geldiniz
VAİL KANDİL
Reyhanlı Operasyonundan
Ayn el-Arab (“Kobanê”) Operasyonuna
Kadife Darbe Süreci
Burhanettin CAN
Bölge Yeniden Dizayn Edilirken
KÜRT SORUNU VE ÇÖZÜM SÜRECİ
Cevat ÖZKAYA
22
Başımız Ağrısa da
“Sürece Devam”
Sıbğatullah KAYA
28
ÇÖZÜM SÜRECİ
- Artılar, Eksiler ve Öneriler Özcan MERTOĞLU
Sahibi
Pınar Yayınları Tic. ve San. A.Ş. Adına
İlhan Gündoğdu
Genel Yayın Yönetmeni
Şemseddin Özdemir
Yayın Danışmanı
Cevat Özkaya
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
Metin Çığrıkcı
İdare Merkezi
Bereketzâde Mah. Okçumusa Cad. Bank Han No:
11 D. 3 Şişhane Beyoğlu-İST.
Tel: (0212) 293 90 41
www.umrandergisi.com
[email protected]
[email protected]
KRİTİK
34
Câbirî’nin Kur’ân Anlayışı ve
Tefsir Yönteminin Tenkidi
M. Kürşad ATALAR
57
Şekilcilik ile Teşhircilik Kıskacında
YENİ TESETTÜR ALGISI
Celalettin Vatandaş
52
Protestan İslâm ve Sivil-Tasavvufi İslâm
Metin Önal MENGÜŞOĞLU
YA Ş AYA N İ S L A M
62
GEÇMİŞTEN GELECEĞE KO(NU)ŞANLAR
İSMAİL LÜTFİ ÇAKAN
Abdullah YILDIZ
73
MODASI GEÇMEYEN TEK ŞEY: KEFEN
Selçuk KÜTÜK
76
İZZETİ DOĞRU YERDE ARAMAK
Ahmet YAŞAR
80
KİTAPLIK
Temsilcilikler
Ankara: (0312) 418 12 77
İzmit: (0542) 250 75 77
Trabzon: (0462) 321 95 44
Isparta: (0246) 223 24 87
Nasıl Abone Olabilirsiniz?
1. Umran Dergisi’ne abone olmak veya
aboneliğinizi yenilemek için 0212 293 90 41
nolu abone hattımızı arayabilirsiniz.
2. www.umrandergisi.com sitemize girip
Abonelik sayfasındaki Abone Fomu’nu
doldurarak abone olabilirsiniz.
Abone Ücretleri (Yıllık/12 Sayı):
Yurt içi: 75 TL (KDV dahil)
Yurt dışı: Avrupa 60 EURO
Diğer Ülkeler: 80 USD
Birim Fiyatı: 6 TL
Abone Ücretini Nasıl Ödeyebilirsiniz?
1- 0212 293 90 41 nolu abone hattımızı
arayıp kredi kartınız ile ödeyebilirsiniz.
2- Posta Çeki hesabımıza abone ücretini yatırarak. (Posta çekine abonenin kendi adını
yazmayı unutmayınız.)
POSTA ÇEKİ HESAP NO: 654482
Alıcı Adı: Pınar Yayınları Tic. ve San. A.Ş.
3- Banka Hesap numaramıza, abone ücretinizi doğrudan yatırabilir veya internetten
havale edebilirsiniz.
BANKA HESAP NO: 8515535-2
IBAN: TR460020500000851553500002
Kuveyt Türk Eminönü Şb.
Hesap: Pınar Yayınları Tic. ve San. A.Ş.
Görsel Yönetmen
Tekin Öztürk
www.tekinozturk.com.tr
Baskı: Şenyıldız Yayıncılık ve Matbaacılık
Gümüşsuyu Cad. Dalgıç İş Merkezi No: 3 Kat: 1
Topkapı Zeytinburnu-İST.
Tel: (212) 289 24 24 Pbx Faks: 289 07 87
Yaygın, Süreli. Ayda bir yayımlanır.
Kasım 2014 Sayı: 243
Yazıların ve ilanların sorumluluğu sahiplerine aittir.
Bu dergi basın meslek ilkelerine uymayı taahhüt eder.
KRİTİK
Protestan İslâm ve
Sivil-Tasavvufi İslâm
Bedri Gencer, Şerif Mardin hocanın “Bedri Gencer’in çığır-açıcı ‘İslam’da
Modernleşme’ incelemesi” başlıklı takdiminin de katkısıyla birkaç
baskı yapan ‘İslâm’da Modernleşme’ adlı eseriyle mevzu bahis gündeme
kendi zaviyesinden önemli katkıları olan bir şahsiyettir. Yönünü, safını
asla gizleme ihtiyacı duymayan, kendi yönünde ve safında bulunanlara
karşı zaafını gizlemeyen bir ufku ve anlayışı var gördüğümüz kadarıyla.
Metin Önal MENGÜŞOĞLU
52
T
ürkiye’de Müslüman aydınların gündemi
1990’lı yıllardan bu yana genellikle Batılı din
sosyologlarının tezleriyle işgal edilmiş durumdadır. Batılı ‘tradisyonalist’ müellilerin de tesiriyle
oluşan bu yaklaşım tarzı 2000’li yıllarda da ara
sıra gündeme gelmeye devam eder. Bu çerçevede
sürüp giden tartışmalara o yıllardan bu yana birkaç defa değindim, hatta bu yaklaşımların İslâm
nokta-i nazarından ciddi kavramsal sorunlar
içerdiğini de ifade ettim. Gelin görün ki, bu tarz
yaklaşımlar içinde bulunduğumuz günlerde daha
ziyade akademik bir unvanın desteğini de alarak
fakat oldukça avamî bir seviyede ileri sürülüyor.
Taptaze bir örnek üzerinde düşünelim istiyorum. 11 Ekim 2014 tarihli Yeni Şafak gazetesinde
Prof. Dr. Bedri Gencer ile Yusuf Genç tarafından
yapılmış bir mülakat yayınlanmıştı. Kimler gördü
okudu, kaç kişi alakadar oldu bilinemez. Alakadar olunacak kadar önemli ve değerli bir mülakat mıydı; burası tartışılabilir. Ne var ki yuvarlak
olarak söylersek, iki yüz yıldan bu yana yani tam
da‘terakkiye mani’ olduğu söyleminin akabinde,
bütün dünya gündeminin birinci sırasını İslâm
teşkil etmektedir. En azından bunu kimse görmezden gelemez. İster IŞİD türü örnekler, isterse
hâlihazırdaki Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın karizmasından dışarıya yansıyan,
şöyle veya böyle bir İslâmî görüntü sebebiyle olsun, İslâm, bütün dünyanın konuştuğu, merakla
izlediği bir fenomendir bugün.
Prof. Dr. Bedri Gencer, Şerif Mardin hocanın
“Bedri Gencer’in çığır-açıcı ‘İslâm’da Modernleşme’ incelemesi” başlıklı takdiminin de katkısıyla
birkaç baskı yapan İslâm’da Modernleşme adlı
eseriyle mevzu bahis gündeme kendi zaviyesinden önemli katkıları olan bir şahsiyettir. Adının
önündeki unvana bakarak yanılmamak için hemen zikretmeliyiz ki yönünü, safını asla gizleme
ihtiyacı duymayan hatta bunu belirtmeyi adeta
vazife bilerek kendi yönünde ve safında bulunanlara karşı zaafını bile gizlemeyen bir ufku ve anlayışı var gördüğümüz kadarıyla. Bu tutum yanlış
mıdır, doğru mudur, tartışmasına girmeden düşünülsün diyerek, yukarıda bahsi geçen mülakat
bağlamında bazı kanaatlerimi paylaşmadan duramayacağım.
Yıldız Teknik Üniversitesi Sosyoloji Bölüm
Başkanı olan hoca ile yapılan mülakatın giriş bölümünde ana ikir şöyle özetleniyor: “Batının sekülerleştirme sürecini İslâm’a uygulamak istemesi
Umran • Kasım 2014
PROTESTAN İSLÂM VE SİVİL-TASAVVUFİ İSLÂM
lileri, hükümetin bu örgüte destek verdiğine dair
suçlamalarda bulundular. Bir Cuma namazı çıkışında, Ankara Hacı Bayram Camii önünde, IŞİD
militanlarının kılık kıyafetine benzer giyinmiş
bulunan kimileri, Cumhurbaşkanı ve Başbakan
Zemini Olmayan Sosyolojik Analizler
ile beraber fotoğraf vermişler. Aslında IŞİD ile
Hoca bu mülakat münasebetiyle tarafını, safıuzaktan yakından alakaları bulunmayan kimsenı açıkça ilan ediyor, kendince ehlisünnet saydığı
lermiş bunlar. Muhtemelen İstanbul’un Çarşamba
sivil-tasavvui İslâm’dan yana tavır koyuyor. İşin
semtindeki İsmailağa Tekkesi şeyhlerinden Mahilginç yanı, kendisini bir tarihten itibaren sekümut Ustaosmanoğlu’na bağlı müritlermiş. Çünkü
lerleştiren ve Protestan dindarlığa “teri” eden BaTürkiye’de kılık kıyafet hususundaki bu “sünnetının, bir süre sonra aynı ayrımı İslâm’da (bunun
te” en ziyade riayet etmeyi sürdüren sözü edilen
doğrusu Müslüman halklar
gruptur.
üzerinde olmalıydı) da
Hocanın bu işle alakası
Belki AK Parti’ye akıl verme
yaptığını söyleyip, neticene ola diye düşünüldüğünde, bu ayrımı sonuna kadar
hevesinde bir okumaya daha
de doğrusu insanın hatırına
benimsemiş görünmesidir.
bin bir türlü cevap hücum
uygun bahsi geçen mülakat
İnsan şaşırıp kalıyor; Batı
ediyor. Sayın Bedri Gensahibinin unuttuğu, görmedicer acaba AK Parti iktidarı
denilen her kimlerse, bütün
ği bir hususu burada hemen
ile tasavvuf, özellikle de
dünyayı onlar mı yönetiyor,
belirtmek istersek şunu rahatNakşibendîlik arasında bir
kudret ve kuvvetleri ne öllıkla söyleyebiliriz: parti
yakınlaşma mı kurmak isçüde insanların dindarlıkları
kadrolarını
az
çok
bizler
de
tiyor; kurulmuş bulunan
üzerinde böylesine etkindir?
tanıyoruz.
Mülakatın
bizde
yakınlaşmayı mı alkışlıyor,
Durmadan sünnet ve nebeöteden beri savunduğubıraktığı izlenim şudur: mevvi ilim diyen birisinin beşer
nu söylediği sivil-tasavvui
cut parti kadrosu bu siyaset
cinsine bunca hürriyet alanı
İslâm’ın buradan yükseletanıması tuhaf değil mi?
bilimci ve sosyolog hocadan
ceğini veya nemalanacağını
Kimi
inandırabilirsiniz,
özellikle din idraki ve anlamı düşünüyor, bir Allah,
Cemalettin Afgani, Muhamyışı bakımından çok ama çok
herhalde bir de kendisi bilir.
med Abduh, Mehmed Akif,
ileridedir. Yani parti, hocaBilmesine bilir de bir sosFazlurrahman, Cabiri, Mudan din öğrenecek olursa,
yoloji profesörünün bunca
hammed Ahmed Halefullah,
sığ ve doğrudan aktif poliulaştığı düzeyi epeyce aşağıHüseyin Atay’ın, Batı oryantikayla alakalı bir meselede,
ya çekmelidir.
talistlerinin etkisiyle ‘böyle’
böylesine yüksek perdeden
söylediklerine? Ve kimi inankonuşmasını çözümlemek
dırabilirsiniz, Mahmud Efendi,
müşkül görünüyor. Hükümetlere
M. Zahid Kotku’nun hiçbir etki
bilgi servis eden siyaset bilimciler ve sosyologlar
altında kalmaksızın doğrudan sahih olan İslâm’ı
elbette aktüel mevzularda konuşmalı, önerilerde
temsil ettiklerine? Bu nasıl ve ne sebeple yapılmış
bulunmalıdırlar. Ancak bu mülakat böylesine bibir “sosyolojik” analizdir, çok ama çok büyük bir
limsel ve soğukkanlı bir bilim adamın hüviyetini
merakı muciptir.
yansıtmıyor. Tahminimiz hocanın AK Parti’den
Bunu neden yapıyor, diye merak edenler için
pek fazla hazzetmediği yönündeydi. Acaba Parti’yi
mülakatta kimi ipuçları var gibi görünüyor. Maİsmailağa ve İskenderpaşa dergâhına yakınlaştırlumdur ki IŞİD adlı, kendini İslâm’a, şeriata ve
mak maksadıyla mı, partiye yakın bir gazeteye
hilafete nispet eden yapı, son aylarda dünya gün‘böyle’ konuşuyor? Yoksa bilmediğimiz bir vakitte
demini kuşatıp şiddet ve “terör” eylemleriyle anAK Parti’ye üye mi olmuştur? Bahsi geçen mülakat her iki halde de bilimsellikten çok uzak ve
sızın ortaya çıkıverdi. Onun şiddet uygulayan bir
maalesef son derece gayri ilmî bir düzeyde sürüp
terör örgütü olduğu görüşüne resmen Türkiye de
gidiyor.
katılmış olmasına rağmen, kimi hükümet muhave ‘din olarak Türk İslâmı’ (sivil İslam) ve ‘medeniyet olarak Arap İslâmı’ (protestan İslam) ayrımı
yaptıklarını söylüyor.”
Umran • Kasım 2014
53
KRİTİK
maksadıyla hareket edenleri, ‘sivil dinin temsilcileri’ olarak görmediğini peşinen açıklayarak sanki
iktidara yeni bir zarf daha atıyor hoca. Belki AK
Parti’ye akıl verme hevesinde bir okumaya daha
uygun bahsi geçen mülakat sahibinin unuttuğu,
görmediği bir hususu burada hemen belirtmek istersek şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Parti kadrolarını az çok bizler de tanıyoruz. Mülakatın bizde
bıraktığı izlenim, mevcut parti kadrosu bu siyaset
bilimci ve sosyolog hocadan özellikle din idraki ve
anlayışı bakımından çok ileridedir.
İnsanları kendilerine şahdamarlarından
daha yakın olan Allah’a bağlamak/ sığınmak yerine, kendi cinsinden birilerine
bağlayıcı/ sığındırıcı akideler de, en az
IŞİD kadar hatta bazen onlardan daha
tehlikeli sonuçlar doğurur. Bölünmeler,
parçalanmalar, kindarlıklar böyle
yayılır. Burada en güzel sözü Nazım
Hikmet’in söylemiş bulunması ne kadar
manidardır değil mi: “Yok edin insanın
insana kulluğunu/ Bu davet bizim.” En
azından Nazım kadar tevhidi bilinci
Müslüman ilim adamları gösteremiyorsa, kimlerden beklemelidir?
54
Dil Zihnin Aynasıdır
Türkiyeli Müslüman aydınların kimisinde
gizlenmiş vaziyette kimisindeyse aşikâr biçimde
rastladığımız kavmiyetçi/şovenist duygular, bahsi
geçen hocada da örtülü biçimde karşımıza çıkıyor. Aslında hoca bu temayülünü gizleme ihtiyacı
duymayanlar arasındadır. Onun bir “Osmanlıcı”
olduğu ortada. Batının İslâm âlemi hakkındaki
yargısını dillendirirken, batı gözünde ilerlemeye
engel İslâm’ın esasen “Osmanlı İslâmı” olduğunu söylüyor. Batı gözünde Endülüs İslâmı’nın ise
kendince ilerlemeye yatkınlığından dem vuruyor.
Bu iddia, desteği, dayanağı, delili bulunmayan
ve havada kalmış bir yargıdan öteye geçmez. Ve
asla sosyolojik bir analiz değeri de taşımaz. Ancak
hoca tarafını çok önceden seçtiği ve “Osmanlıcı”
olduğu için, çaresiz koca Endülüs medeniyetine
kısık gözle baktığını unutuyor. Önyargısını gizleyen ise konuşmada kullandığı Batılı dil olsa gerektir.
Şöyle soralım ve cevabını okuyucuya bırakalım. Hocanın tercih ettiği en değerli İslâm, Halidi
ve Gümüşhanevi Nakşibendîlik idi. Endülüs ise
İbni Haldun, İbni Rüşd, İbni Arabî, İmam Şatibi,
İbni Hazm gibi düşünce, ilim ve sanat adamlarıyla
meşhurdur. Her iki kesimi her bakımdan mukayese edip kararı okuyucular versinler.
Mülakatın gizli bölmelerinde, carbonaristik
yani sinsi emeller besleyerek devleti ele geçirmek
Okuyucuların sabırlarını zorlayarak bir not
düşmek isterim. Şu kelimeleri okuyalım: teoloji,
modernleşme, sekülerleşme, deskriptif, normatif,
feodalizm, kapitalizm, emperyal, kriz, civilization, stratejik, oryantalizm, dikotomik, ideolojik,
ütopya, radikalizm, carbonaristik, traji-komik,
spekülatif, rezidans… Bu sözcükler çok kısa süren mülakatta bir kısmı birkaç kez de tekrarlanarak kullanılmış. Evvela isteyenler bu sözcüklerle İsmailağa’ya mensup gibi görünen insanlar
arasındaki alakayı araya dursunlar. İkincisi hoca,
Protestan İslâm taraftarlarını modernleşme, sekülerleşme, hadis-sünnet çizgisinden çıkma ve de
Batının etkisinde kalarak İslâm’da yenileşme ve
değişim istemekle suçlar gözükmektedir. Ama diğer taraftan kendi diline hiç dikkat etmediği öylesine aşikâr ki, İslâm’ı konuşurken bir tek kere bile
İlahi Vahyi telaffuz etmiyor lakin bütünüyle batı
terminolojisinden hareketle karşı tarafı vurmaya çabalıyor. Ayrıca şu rezidans meselesi de öyle
hocanın sandığı gibi kendince modernleşmekle
suçladığı Müslümanlardan ziyade bolca meth ettiği çevrelerin ana kucağı haline gelmiştir. O rezidansları imal ve istihlak edenlerin kısmı azamisi
Nakşibendî’dir; dikkatli araştırılırsa görülecektir.
Satır aralarından yanlış aksetmediyse hoca,
belli ki İslâm’ın yeniden yorumlanmasına muhalif
bir yerde duruyor; olabilir, mazur da görülebilir.
Ancak yine kendisi hemen Hazreti Peygamber’in
vefatı sonrasında yeniden yorumlamaların başladığından bahsediyor. Kendisi de biliyor olmalıdır
ki bizzat göklere çıkardığı ve bazen Türk İslâm’ı
bazen Sünni-Tasavvui İslâm ve hatta bazen Gü-
Umran • Kasım 2014
PROTESTAN İSLÂM VE SİVİL-TASAVVUFİ İSLÂM
müşhanevi İslam’ı şeklinde adlandırdığı model de
neticede bir yorumdan ibarettir!
Hocada tıpkı batılı dindar zihinlerdekine benzer kutsaldan uzaklaşma korkusu da mı var? O da
tıpkı Batılılar gibi düalist mantıkla hayatı ikili gözle mi görüyor; ikili ve parçacı gözle? Çünkü onlardır hayatı kutsal ve profan diyerek parçalayanlar.
Böylece sanki hikmetten medeniyete evrilmeyi bir
düşüş olarak gösteriyor. Çok tuhaf bir biçimde
“Hadis-Sünnet kavramıyla nebevi ilim” diye yepyeni bir keşifte de bulunuyor. Kâbe’de gezerken
bütün dünya Müslümanları arasında “sünnete
uygun en nezih topluluk” olarak gördüğünü iddia
ettiği kesim, İsmailağa mensuplarıymış meğer. İlaveten onların hikmet’i temsil ettiklerine değiniyor.
Anlaşılan o ki, medeniyet hocanın gözüyle bakılınca Batı icadı olduğuna göre, bütün hikmet, insanların ikrinde, zikrinde, fıkhında, akledişinde,
üretici ve yaratıcı ruhunda değil, kendisine seçtiği
bir efendi’ye körü körüne bağlanışındadır. Bunu
da en ileri Müslümanlık görmesindedir.
Türkiyeli hacı baba ve hacı annelerin hemen
bütününden yıllardır işittiğimiz, ilmi bir temele
dayanmayan hac yorumlarını, bir siyaset bilimciden de işitmiş olmak ne acıdır! “En iyi Müslümanlık bizimki, ötekiler namaz kılmayı bile bilmiyorlar, tadili erkânları yok, çocuklar ortalıkta gezip
duruyor, adamlar namaz esnasında orasını burasını kaşıyor, tesbih çekmiyorlar sünnet kılmıyorlar”
şikâyetler böyle uzayıp gider. Yüce İslâm’ı, iman
manzumesindeki sıhhati hiç gündeme almaksızın,
riya ve şirk tehlikesini kulak ardına atarak, salt bir
şekilciliğe indirgeme marazı, sıradan insanları kuşatmış olabilir. Lakin bir sosyologu böylesine vahim bir görüntü üzerinden konuşturan saik, asla
ilim hassasiyeti olamaz. Ancak önyargılılar böyle
konuşabilir. İşte bu sebeple hocanın söylediklerine inandığını düşünmek istemiyor ve başka bir
maksat arıyoruz.
Cemalettin Afgani ve Muhammed Abduh gibi
isimlerle başlatılan öze dönüş ve İslâmî diriliş cereyanı hakkında sosyoloji profesörü, onların Şii ve
Araplıklarına işaret ederek maalesef ve ne yazık
ki karalayıcı bir üslup kullanıydr: “İlim amelde,
hadis sünnette içkin olduğundan, din, tek kelimeyle sünnet demektir. Sünnetin genel adı da tarikat-
Bedri Gencer
tır. Din sünnet, dindarlık kanalı ise tasavvuftur.
Genelde tasavvuf, özelde Halidi ve Gümüşhanevi
Nakşibendilik, İslam=Sünnetin çağımıza taşınmasında ana işlevi görmüştür. Hususen Ahmed
Ziyaeddin Gümüşhanevi, 20. Asır Türkiye’sinde
İslâm’ın bekasını onun açtığı çığıra borçlu olduğumuzu söylemek mübalağa olmayacaktır.” Bedri Gencer’in ifadelerini buraya aynen naklederek
okuyucuların bizzat görmesini sağlamaktan ziyade belki, umulur ki kendisi tarafından da bir
kere daha okunmasını sağlayarak kendisine tashih
imkân ve fırsatı vermek istiyoruz.
Hoca muhalefet ettiği Mehmed Akif ve Seyyid
Kutup İslâmı’nın karşısına Yahya Kemal ve Malik
Bin Nebi’yi çıkartmaya çalışıyor. Mülakat metninde çok belirgin olmasa da birini sertlik, ötekini
yumuşaklıkla itham ederek karşısına mı almak
istiyor, çözemedik. Ama bunu yaparken de sanki
kendisini uzak tutarak suçu Batının üzerine yıkmaya çabalıyor. Zira bu ayrımı yapanlar kendilerini de sekülerleştiren, modernleştiren batılılardır.
Yahya Kemal ve Malik Bin Nebi hikmet taraftarı
olarak mı yoksa medeniyet taraftarı olarak mı yan
yana getirilmiştir, çok net değil. Hocanın bu suale
makul bir cevabının olacağını sanmıyoruz lakin
belki makulden hoşlanmayacağı için maruf bir cevap bulabilir. Adama sormazlar mı doğrudan ve
en sahih İslâm’ın konuşulduğu mevzu içerisinde,
ömrünün sonunda verdiği bir mülakatta ahirete
inanmadığını söyleyen Yahya Kemal ne geziyor,
diye.
“Din, tek kelimeyle sünnettir” deyip duruyor
hoca. Buradan sözü alıp Gümüşhanevi’ye getirmesi de şaşılası bir durum! Peki, o cepheden vur-
Umran • Kasım 2014
55
KRİTİK
56
maya çalıştığınız Hıristiyanlık ile sizin ne farkınız
kaldı? Din dediğiniz meseleyi getirip bir beşere,
bir Âdem evladına bağlarsanız, bunun neresinde İlahilik kalır? “İsa Tanrı’nın oğlu” diyenler,
siz zannediyor musunuz ki bunun gerçekten
bir baba-oğul münasebeti olduğuna inanıyorlar.
Adamlar aptal mı? Tıpkı sizin gibi türlü teviller
yapıyor onlar da. Böylece ilahi olanı beşerileştiriyorlar.
Muhafazakârlar geleneği, İlahi Vahyi kaynak
kabul ederek eleştirenleri “modernist”, “reformist”, “İslâm’ı yeniden yorumlamak”la suçlarlar.
Sonra bu tutumun İslâm’a beşeri görüşleri karıştırmak olduğunu söylerler. Ardından kendilerine
bir Gümüşhanevi bulur onu İlahi Vahyin yerine
koyar ve başkalarına yönelttikleri suçlamaları hemen unuturlar. Konuştukları vakit de İlahi Vahyin
tek ayetini bile görmezken, yukarıda zikrettiğimiz
yığınla batılı kelime kullanarak mugâlata yaparlar
ve muhataplarını boşa çıkaracaklarını zannederler....
Bakınız şu ifadelere: “Ehli sünnet ve cemaat İslâm’ının omurgasını oluşturan tasavvuiNakşibendî hareket bizzat sivil-İslâm demektir.”
Hoca İslâmi hareketin, kendince,“şeriata dayalı
bir İslam devleti kurma ütopyasından” kurtulduğunu, İslâmcılık cereyanının radikalizmden sıyrılarak AK Parti muhafazakârlığına dönüştüğünü
iddia ediyor. Hoca besbelli mülakatın sonuna
doğru iktidara birtakım imalarda bulunmak istiyor. Hatta imanın da ötesinde Şeyh-Umerâ ilişkisine değinerek iktidarı doğrudan tekke ve tarikatlarla yakınlaşmaya çağırıyor. Mademki bazılarıyla
bir husumet, bir ayrışma ortaya çıktı, tam bu evrede, bahsi geçen gruplarla ülfeti öneriyor.
En vahim olan ise, bir Müslüman siyaset bilimci ve sosyoloji profesörü, sözlerinin sonunda
rezidansta oturan Müslümanları camiye, fıtrata,
sünnete çağırdığını söylerken, sözü misvak kullanmaya ve yer sofrasında oturup yemek yemeye
bağlamasıydı.
IŞİD ile alakalı fıkra gibi bir hadise bugünlerde herkesin dilindedir; fıkra değil gerçekleşmiştir diyenler bile vardır. IŞİD mensuplarından
birisi arkadaşından misvak ister. Karşısındaki de
yarenlik olsun için tüfeğini temizlediği harbi adı
verilen çubuğu uzatır. Misvak isteyen kişi silahını çekip arkadaşını öldürür. Katili kadı tayin ettikleri kişinin huzuruna, mahkemeye çıkartırlar.
Adam savunmasında, Hazreti Peygamber’in sünneti ile dalga geçtiği için öldürdüğünü söyler ve
berat eder. Hoca şunu hatırlamalı ki İsmailağa
Tekkesinde öldürülen Mahmud Efendi’nin damadı Bayram Ali Hoca’nın, şimdilerde YouTube’da
yayınlanıp duran bir vaaz kaseti vardır. Orada
Peygamber’i övmek maksadıyla söylenen abartılı,
yüceltici sözler arasında son söz şudur: “Muhammed Mustafa eşittir Allah.” Öldürülmesiyle bir
alakası var mıdır, yok mudur bilmem ama şunu
bilirim ki, hoca bahsi geçen kaseti dinledikten
sonra hâlâ kanaatlerini değiştirmemişse, geleceğimiz bakımından umutlarımı bir miktar daha öteleyeceğim demektir.
Yemekleri yer sofrasında yemeye gelince, bilinmelidir ki IŞİD mensupları, İsmailağa grubundan
daha evvel ve hatta daha ölümcül sünnet saymaktadırlar bu geleneği.
Yukarıdan beri tartıştığım “robotlaştırıcı”,
“uyuşturucu”, insanları kendilerine şahdamarlarından daha yakın olan Allah’a bağlamak/ sığınmak yerine, kendi cinsinden birilerine bağlayıcı/
sığındırıcı akideler çok tehlikeli sonuçlar doğurur. Bölünmeler, parçalanmalar, kindarlıklar böyle yayılır. Burada en güzel sözü Nazım Hikmet’in
söylemiş bulunması ne kadar manidardır değil
mi: “Yok edin insanın insana kulluğunu/ Bu davet
bizim.” En azından Nazım kadar tevhidi bilinci
Müslüman ilim adamları gösteremiyorsa, kimlerden beklemelidir?
Umran • Kasım 2014