Academia.eduAcademia.edu

ALTINORDA DEVLETİNİN İNHİTATI VE KIRIM HANLIĞI DÖNEMİ ÜZERİNE TETKİKLER

2021, Aksaray

Cengiz Han'ın 1227'de ölümünden sonra yerine geçen oğullarından Ögedey zamanında karar verilen Batı seferi, 1237-1241 yılları arasında aralıklarla sürmüş ve Doğu Avrupa'nın önemli bir kısmı istilâ edilmişti. Cengiz'in torunu ve Cuci Han'ın oğlu olan Batu (Sayın) Han

ALTINORDA DEVLETİNİN İNHİTATI VE KIRIM HANLIĞI DÖNEMİ ÜZERİNE TETKİKLER Mertkan MERT * Uludağ Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü. [email protected]* GİRİŞ Cengiz Han’ın 1227’de ölümünden sonra yerine geçen oğullarından Ögedey zamanında karar verilen Batı seferi, 1237-1241 yılları arasında aralıklarla sürmüş ve Doğu Avrupa’nın önemli bir kısmı istilâ edilmişti. Cengiz’in torunu ve Cuci Han’ın oğlu olan Batu (Sayın) Han idaresinde yapılan bu seferde ilk olarak Volga Bulgarları ortadan kaldırıldı. Ardından 1237 yılı sonlarında, başta Moskova olmak üzere Rus knezliklerinin pek çok kale ve şehirleri iki üç ay gibi kısa bir zamanda ele geçirildi. Batu Han bundan sonra, bir Türk kavmi olan Kumanlar üzerine yürüyerek onları dağıttı. Kumanlardan bir kısmı Kama Bulgarları arasına, geri kalanları da Macaristan’a iltica etmek mecburiyetinde kaldılar. Kumanlar yurtlarından çıkarılıp batıya sürüldükten sonra, Aralık 1240’ta Ukrayna steplerine inilerek bölgenin en büyük knezliği olan Kiyef zaptedildi. Batu Han’ın orduları daha sonra Polonya, Macaristan, Avusturya ve Dalmaçya’ya kadar olan bölgeyi yağmaladı. Batu Han nihayet kazandığı büyük başarılardan sonra 1241 yılında İdil nehrinin aşağı mecrasına dönerek “Orda” merkezini kurdu. Saray adı verilen ve siyasî önemi yanı sıra ticaret yollarının da üzerinde bulunan şehir kısa zamanda gelişerek Doğu Avrupa ile Batı Sibirya arasında en büyük merkez haline geldi. Çağatay Han ve Ögedey Kağan’ın 1241 yılında birbiri ardınca ölmeleri üzerine Cengiz’in torunları arasında en yaşlı ve itibarlı kişi durumuna geçen Batu Han, daha rahat hareket etme imkânına sahip oldu. Böylece İrtiş boyundan Aral gölünün kuzeyindeki yerler de dahil olmak üzere Kama, İdil havzası, Özü boyu ve Turla bölgesine kadar uzanan geniş bir sahada, merkezi Saray şehri olan Altın Orda Devleti kuruldu. Altın Orda Devletinin ortaya çıkışından yıkılışı sonucu ortaya çıkan varis hanlıklardan olan Kırım hanlığı uzun süre Karadeniz’in Kuzeyi, Kafkasya ve Türkistan coğrafyalarında varlıklarını ve hakimiyetlerini sürdürerek hâkim güç olma ve siyasi varlık olarak öne çıkma amaçları yanı sıra kültürel, ekonomik, demografik olarak geçmişten günümüze varlıklarını koruyarak hâkim ya da tabi bir şekilde günümüze ulaşmışlardır. Kırım hanlığı en geniş sahaya hâkim olmakla beraber uzun bir süreç Türkler ve Ruslar arasında önemli bir denge ve stratejik konumunu korumuştur. Hanlıklar hem ulusal hem stratejik hem de kimliksel niteliğini uzun bir süre devam ettirmekle birlikte Ural bölgesinden Karadeniz’in her köşesine kadar hakimiyet etkisini yansıtmıştır. Bugün var olan kültürel, şive, ağız ve edebi eserler ve duyguları ile kültürel canlılıklarında tarihin kültürün izlerini görmek mümkün olmakla günümüzde canlılığını yasatmaktadır. Önemli çalışmalar yapılmakla beraber ve özelliklerini ortaya koyan ilgili çalışmalar yapılmıştır. Bu çalışma da Altın orda hanlığının yurt ediniş süreçleri ve süreç içerisinde yıkılış ve oterîte boşluğu sonrasında hakimiyet kuran Kırım hanlığının ortaya çıkıp dünya hakimiyet içerisindeki ticari, sosyal ve dünya da politik yönleri incelenecektir. Anahtar Kelimeler: Altın Orda, Kırım, İnhitat, Toplum, Osmanlı- Rus Mücadelesi 1. ALTINORDA DEVLETİNİN KURULUŞU, MENŞEİ, İNHİTATI Cuçi Ulusunun kurucusu Cengiz Han’ın büyük oğlu Cuçi idi, devlet resmî adını da ondan aldı. Orta Çağ Tarih kaynaklarında Cuçi’nin yurtlandığı topraklarla ilgili bilgiler mevcuttur. Nitekim İranlı Tarihçi Reşîdüddîn bu hususta şöyle demektedir: “Cengiz Han İrtış Nehri ve Altay dağları sınırları içerisinde bulunan bütün bölgeler ve uluslar ile kışlık ve yazlık yerleri Cuçi Han’ın yönetimine verdi ve ona Deşt-i Kıpçak ve orada bulunan devletleri kendi mülklerine dâhil etmesi için kayıtsız şartsız bir emir verdi. Onun yurdu İrtış civarındaydı ve devletinin merkezi de oradaydı” Fazlullah Reşidüddin, Cami et Tevarih, Çeviren: İsmail Aka, Mehmet Ersan, Ahmad Hesamipor, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2013, s.78. Memlûk’lu Tarihçi Nuveyrî’nin bildirdiğine göre, Cengiz Han oğlu Cuçi’ye Kıpçak ülkesini yani Harezm toprakları ve Kayalık sınırlarındaki yazlık ve kışlaklardan Saksın ve Bulgar bölgelerine kadar olan yerleri idaresi altına almasını emretti. Altınordu Devleti Tarihine Ait Metinler, Haz. W. de Tıesenhausen, Türkçeye Çev. İsmail Hakkı İzmirli, İstanbul: Maarif Matbaası, 1941, s.245. Aynı ifadeler Ortaçağ yazarlarından el-Ömerî’nin eserinde de geçmektedir. Şihabeddin b. Fazlullah El-Ömerî, Türkler Hakkında Gördüklerim ve Duyduklarım (Mesâliku’l Ebsâr), Çev. D. Ahsen Batur, İstanbul: Selenge Yay., 2014, ss.65-66. Cengiz Han ayrıca henüz zaptedilmemiş İdil-Ural bölgesi ile batıda Moğol atlarının ayağının basacağı her yerin feth edilmesi hakkını da Cuçi’ye tanıdı. Bu hususta 14. yüzyılın İranlı müellifi Hamdullah Kâzvinî daha detaylı bir şekilde bilgi vermektedir: “Cuçi Han, Çingiz Han’ın büyük oğluydu. Babasının emri gereğince Harezmbölgesi, Deşt-i Hazar, Bulgar, Saksın, Alan, As, Rus, Mikes, Başkırt ve o sınırlar ona emanet edilmişti” Hamdullah Kâzvinî, Târîh-i Gûzîde, Çeviren: Mürsel Öztürk, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2018, s. 91. Cuçi Cengiz Han’ın emri gereğince İrtiş’in orta akımında bir yerde otağını kurdu. Ancak henüz babası hayattayken 1227 yılı şubat ayında vefat etti. Esasen Cuçi’nin büyük oğlu Orda idi ve babasının vefatından sonra resmî olarak Cuçi Ulusu’nun başına geçme hakkı onundu. Ancak küçük kardeşi Batu’yu çok seven Orda Cuçi Ulusu’nun tahtından onun lehine feragat etti. Bunda Cengiz Han’ın hanımı Börte’nin Batu’yu desteklemesinin de etkisi oldu. Zira Batu’nun annesi Uki Hatun Börte’nin yeğeniydi. Cengiz Han bunun üzerine Cuçi’ye verdiği toprakları onun oğulları arasında yeniden paylaştırdı. Bu taksimata göre sağ kol olarak İdil boyu ile daha batıda fethedilmesi planlanan bölgeleri Batu’nun idaresine bıraktı. Ayrıca ona hâkimiyet alameti olarak altın busağalı (eşikli) Ak Orda’yı kurdurdu. Bu yüzden onun soyundan gelen hanlar Ak Orda Hanedanını meydana getirdiler. Cengiz Han Batu’nun ağabeyi Orda’ya ise gümüş busağalı (eşikli) Gök Orda’yı kurdurduğu için onun neslinden gelen hanedanlığa Gök Orda Hanedanlığı denildi. Böylece Orda İçen’e sol kol olarak bugünkü Kazakistan sınırları içerisinde bulunan güneyde Sığnak şehri dâhil Karatağ’dan Sırderya’nın Aral Denizi’nin doğu kıyısındaki ağzına, kuzeyde de Sarısu havzasının Turgay havzasından ayrıldığı Uludağ sıradağlarına kadar uzanan saha verildi. Cengiz Han küçük torunu Şiban’a da pûlad (çelik) busağalı hazırlattı. Güney Ural’ın doğusunda İlek ve Irgız nehirlerinin bulunduğu bölge de Şiban’ın hâkimiyetine bırakıldı. Bununla birlikte Şiban ve Cuçi’nin odalıklarından olan 17 oğlu Batu’nun maiyetine verildi. Böylece Batu ağabeyi Orda’nın de tasdiki ile Cuçi Ulusu’nun büyük hükümdarı olarak seçildi. Batu maiyetine verilen 17 kardeşinin her birinin emrine bir miktar nöker verdi ve ulus emîrleri olarak hâkimiyetleri için onlara belirli yurtları tahsis etti. Küçük kardeşlerinden Berke’yi ordunun komutanı olarak emîr-i kebir vazifesinde görevlendirdi. Böylece Büyük Moğol İmparatorluğu’na bağlı Cuçi Ulusu teşkil edildi. Ötemiş Hacı, Çengiz-Nâme, Haz. İlyas Kamalov, TTK Basımevi, Ankara, 2009, s.3-4. Cuçi Ulusunu meydana getiren başlıca hanedanlar yukarda bahsedildiği üzere Ak Orda ve Gök Orda adıyla belirlenmesine rağmen1269 yılından itibaren müstakil hale gelen Cuçi Ulusu için tarih literatüründe Altın Orda Altın Orda ismi ilk defa 1569 yılında Kazanskaya İstoria adlı eserde geçmektedir. Devlet olarak belirtildiğinde Han’ın ismi (Batu Han’ın Ülkesi, Berke Han’ın Ülkesi gibi) yahut Kıpçak Ülkesi olarak geçerdi. Rus Kaynakları Letopisler de ise Ruslar Hanlar için Çar kavramını kullanmışlardır. Altın Orda ülkesi için ise Orda kavramı geçmiştir. adının kullanılması benimsenmiştir. Bu ismin kabul görmesi İbn Battûta’nın ziyaret ettiği hanın otağının altından olmasıdır Ebû Abdullah Muhammed İbn Battûta Tanci, İbn Battûta Seyehatnamesi, Çeviren; A. Sait Aykut, 9.Baskı, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2019, s.319.. Altın Orda coğrafyasındaki nüfusun çoğunu Kıpçaklar oluşturduğu için bu devlet, Deşt-i Kıpçak yani ‟Kıpçak Bozkırı” olarak da adlandırılıyordu. İ. Kamalov, ‟Altın Orda Devleti’nin Adı Üzerine” TDA, Sayı 141, 2002, s.115. Bu Moğolların bir kolu olarak ortaya çıkmış olan devletin ortaya çıkışını ve menşeini çeşitli dönemin kaynaklarına göre ifade ettikten sonra bu devletin kuruluşu 1242 olarak kabul edilmiştir. Devletin Kuruluşunda çok önemli yer tutan Kalka Meydan Muharebesi ve II. Kıpçak Seferin de; Batu, Cengiz Han tarafından idaresine bırakılan henüz ele geçirilmemiş İdil boyu ve batıda fethedilmesi planlanan Deşt-i Kıpçak ülkesini bizzat savaşarak almak zorundaydı. Moğollar henüz 1220 yılındaki Harezm seferinde İdil boyuna hâkim olmak için ilk teşebbüste bulunmuşlardı. 1240 yılında kaleme alınan Moğolların Gizli Tarihinde bu hususta şöyle yazıyordu: “(Cengiz-Han) sonrada, Sube’etai-ba’atur’u kuzeyde bulunan Hanglin, Kibça’ut, Bacigit, Orusut, Macarat, Asut, Sasut, Serkesut, Keşimir, Bolar (Bulgar) ve Raral adındaki onbir kabile, devlet ve halka karşı gönderdi. Büyük İdil ve Cayah (Yayık) nehirlerini geçerek Kiva-men-kermen şehrine kadar yürümelerini emretti” Moğolların Gizli Tarihi, Tercüme: Ahmet Temir, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2019, s. 185. Cengiz Han’ın emriyle 1222 yılında İran ve Azerbaycan üzerinden kuzeye gönderilen Cebe ve Sebudey noyanların komutasındaki bir Moğol ordusu Alanlar, Çerkesler ve Lezginleri mağlup ettiler, daha sonra da Kıpçakları yendiler. Moğolların önünden kaçan Kıpçaklar Rus knezleriyle ittifak kurdular. Böylece 100 bin kişiyi aşan bir ordu meydana getirdiler. Oysa Moğol ordusunun mevcudu sadece 40 kişiden ibaretti. Buna rağmen Moğol ordusu 1223 yılı sonbaharında Kalka Nehri kenarında vuku bulan savaşta sayıca üstün durumdaki Rus-Kıpçak ordusunu kılıçtan geçirmeyi başardı. Moğollar, Kıpçaklara yardım kararını alan knezlere elçi göndererek ‟Duyduk ki, Polovtsy’nun yardım çağrısına cevaben üzerimize ordularınızı gönderiyormuşsunuz. Fakat biz ne kasabalarınıza veya topraklarınıza saldırdık ne de üzerinze yürüdük. Tanrı tarafından gönderilen biz sizinle değil, sizin serf ve uşaklarınızla ve tanrısız Polovtsy ile savaşmaya geldik sizi barışa davet ediyoruz.” John Fennell, The Crisis of Medieval Russia (1200-1304), Londra: Longman,1983, ss.66-69. diyerek knezleri uyardılar. Ancak elçiler öldürüldü ve Kalka M. savaşı meydana geldi. Rusların ağır kayıp verdiği bu savaşta çok sayıda Rus Knezi de hayatını kaybetti. V. V. Barthold, Moğol İstilasına Kadar Türkistan, Haz. Hakkı Dursun Yıldız, Ankara: TTK Yay., 1990, ss.431-462. Moğollar daha sonra Hazar Denizi’nin kuzey sahilindeki Saksın şehrini tahrip etti ve güneyden orta İdil boyundaki Bulgar Devleti’ne saldırdılar. Ancak İdil Bulgarları tarafından pusuya düşürüldükten sonra büyük kayıplar vererek Cengiz Han’ın yanına döndüler. İdil Bulgarları Rus mağlubiyetinden de ders çıkararak düşmanla açık savaşa girmektense düşmana pusular kurarak ani olarak saldırdılar. Bulgarlar, Moğolları çember içine alarak birçoğunu kılıçtan geçirdiler. Mercani, Müstefâdü’l-Ahbâr Fi Ahvâl-i Kazan ve Bulgar, Yayınlayan: E. N. Hayrullin, Türkçeye Çeviren: M. Kalkan, Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, 2008, s.107. Moğol ordusunun İdil Bulgarları tarafından ilk kez yenilgiye uğratılması hadisesini çağdaş Arap yazar el-Kâmil İbnü’l Esir (1160-1233) şöyle kaydetmiştir: “Moğollar, yukarıda kaydettiğimiz gibi, Rusları mağlûp edip ülkelerini yağmaladıktan sonra 620(1223) yılı sonlarında Bulgar diyarına doğru harekete geçtiler. Bulgarlar Moğollar’ın üzerlerine geldiğini öğrenince yolları üzerine muhtelif noktalara pusular kurup, bu pusulara askerlerini yerleştirdikten sonra geri kalan adamlarıyla Moğollar’a karşı çıkıp onlarla karşılaşmış ve onları pusulara çekmeğe başlamışlardı. Moğollar Bulgarların kurduğu bu pusuları geçtikten sonra Bulgarlar birden geriye dönmüş ve pusudakiler de yerlerinden fırlayarak Moğolları iki ateş arasında bırakmışlardı. Bulgarlar her iki taraftan kılıçla Moğolları doğramaya başlamışlar, çok azı müstesna onlardan kurtulan olmamıştı.” Bir rivayette anlatıldığına göre, bu Moğollardan dört bin civarında olup Saksın’e doğru yürümüş ve hükümdarları Cangiz Han’ın yanına geri dönmüşlerdi. Böylece Kıpçak diyarı Moğollar’dan temizlenmiş oldu. Kıpçaklar’dan da ölümden kurtulanlar tekrar ülkelerine geri dönmüşlerdi”. İbnü’l-Esir, İslam Tarihi El-Kâmil Fi’t – Târih Tercümesi, C.12, Çev. Ahmet Ağırakça-Abdülkerim Özaydın, İstanbul: Bahar Yay., 1987, s.348. Bununla birlikte Moğolların Birinci Deşt-i Kıpçak Seferi olarak nitelendirilen bu askerî faaliyet aynı zamanda bir keşif harekâtı oldu. Bu sefer sonucunda XIII. yüzyılda başlayan Tatar/ Moğol akınları sonucunda Güney Rusya, Moğol İmparatorluğuna katıldı. Hakimiyeti sağlamak açısından önemli olan II. Deşt-i Kıpçak Seferi 1229 yılında Ögedey Han’ın Büyük Moğol İmparatoru olarak seçildiği kurultayda aynı zamanda Sebudey Noyan tarafından İdil boyuna ve ötesine bir sefer düzenlenmesi kararı alındı. Bunula birlikte Saksın’ı ele geçirmeyi başaran Sebudey Noyan İdil Bulgar Devleti’ni zapt edemedi. Böylece Karakurum’da İdil boyu, Batı Deşt-i Kıpçak ve Rus knezliklerinin yanı sıra batıda Avrupa’nın içlerine kadar olan bölgenin hâkimiyet altına alınması amacıyla 1235 yılında bir kurultay düzenlendi. Kurultayda geleceğin hükümdarları Güyük, Mengü ve Hülagü dâhil bütün Moğol prenslerinin katılımıyla Doğu Avrupa’ya büyük bir sefer düzenlenmesi kararı alındı. Seferin komutası ele geçirilen topraklar Cuçi Ulusu’na dâhil edileceğinden dolayı Batu’ya verildi. Alâeddin Atâ Melik Cüveynî, Tarih-i Cihan Güşa, çev. Mürsel Öztürk, Ankara: TTK, 2013, s.281. 1236 yılının sonbaharında başlayan İkinci Deşt-i Kıpçak Seferi 1242 yılına kadar devam etti. Bu süreçte Batu komutasındaki 200 bin kişiye ulaşan Moğol ordusu ilk önce 1236 yılında İdil Bulgar Devleti’ni yıkarak topraklarını ele geçirdi. Bulgar, Biler ve Suvar gibi İdil Bulgarlarının önemli merkezleri büyük tahribata ve yağmaya uğratıldı. Orta Çağ yazarı Cüveynî 1236 yılında İdil Bulgar ülkesinin Moğollarca zapt edilmesi hadisesini şöyle anlatmaktadır: “Bulgar, As ve Rus ülkelerinin istilası ile alakalı rivayet. Kağan (Ogedey) ikinci kez büyük kurultay düzenlediğinde henüz ele geçirilmeyen Batu’nun obasına komşu olan Bulgar, As ve Rus ülkelerinin zapt edilmesi ve imha edilmesini kararlaştırdı. Bu ülkeler tamamen zapt edilmemişlerdi ve kendi çokluklarıyla gurur duyuyorlardı. Bu yüzden O (Ogedey) Batu’ya yardım ve destek sağlamaları için Tuluy’un oğulları Mengu-han ve kardeşi Buçek’i; kendi oğullarından Guyuk-han ve Kadagan’ı; diğer prenslerden Kuklan, Buri, Baydar’ı; Batu’nun kardeşleri Horda ve Tangut’u ve tanınmış Emirlerden Subutay-Bahadur’u görevlendirdi. Prensler, asker ve ordularını düzenlemek için her biri kendi obalarına ve ikametgâh bölgelerine gittiler. İlkbaharda ikametgâh bölgelerinden çıktılar ve birbirlerinin önüne geçmek için acele ettiler. Prensler, Bulgar sınırları içinde (İdil Bulgar ülkesinde) birleştiler. Onların askerlerinin kalabalığından (dolayı) toprak yer inliyor ve uğulduyordu. Ordunun gürültüsü ve kalabalığından vahşi yaratıklar ve yırtıcı hayvanlar şaşkına döndü. İlk başta güç ve hücumla dünyada erişilmez bir yer ve büyük nüfusuyla meşhur olan Bulgar şehrini aldılar. Diğerlerine örnek olsun diye buradaki insanların bir kısmını katlettiler, diğer kısmını da esir aldılar”. Alaaddin Ata Melik Cüveyni, Tarih-i Cihangüşa, s.281. 1236 yılında meydana gelen bu faciayı Lavrentevskaya Kroniği, Cüveynî’nin rivayetine benzer bir şekilde olarak şöyle aktarmaktadır: “(1236) O ilkbaharda doğu ülkelerinden Bolgar ülkesine gelen kâfir Tatarlar (Moğollar) meşhur Büyük Şehir Bolgar’ı ele geçirdiler ve onu ateşe verdiler. Büyük küçük, yaşlı genç demeden herkesi silahlarıyla katlettiler ve çok sayıda gânimet elde ettiler, şehirlerini de ateşe verdiler ve bütün topraklarını esaret altına aldılar” Dinçer Koç, Altınorda Tarihi, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Açık ve Uzaktan Eğitim Fakültesi Yayınları, Yıl belirtilmemiş, s.38. 1240 yılının sonuna doğru Kiev ve sonra da Kırım Yarımadası fethedildi. Böylece Rus toprakları ve knezleri Batu’nun idaresine bağlandılar ve böylece Altın Orda’nın vassalı haline getirildiler. İlerleyişine devam eden Moğol ordusu 1242 yılına gelindiğinde Macaristan’a ulaştı ve Macar Kralı IV. Bela’nın ordusuna karşı büyük bir zafer elde etti. Bununla da yetinmeyen Moğollar iki kol halinde Hırvatistan’a ve Polonya’ya kadar ilerledi. Bu sırada Batu’nun karargâhına Karakurum’dan Ögedey Han’ın vefat ettiği haberi geldi. Bunun üzerine sefer durduruldu ve Batu dışındaki diğer Moğol prensleri Karakurum’a döndüler. Batu ise fethedilen toprakların yönetim merkezi olarak İdil Bulgarlarının eski başkenti Bulgar şehrine otağını kurdu. Böylece bütün Deşt-i Kıpçak, Harezm, Kuzey Kafkasya, Kırım ve İdil boyunu kapsayan topraklar üzerinde Altın Orda Devleti’nin temeli atıldı. Moğol kroniğinde topyekûn olarak II. Deşt-i Kıpçak Seferi’nin sonucu şöyle ifade edilmiştir: “Sube’etai-ba’atur için takviye olarak gönderilen Batu, Buri, Guyuk, Mungge gibi komutanlar Hanglin, Kibça’ud ve Bacigid’leri tabi kıldılar, Ecil, Cayah ve Meget şehirlerini aldılar ve sonra da Orusud (Rus) ları tarumar ederek onları son neferine kadar yağma ettiler. Asut, Sesut, Bolar (Bulgar) ve Man-kerman-kiva şehirleriyle ahalisinin bir kısmını tabi kıldılar ve bir kısmını da esir aldılar. Şehirlere valiler tayin ettikten sonra yurtlarına döndüler… Biz on bir devleti ve bu kadar halkı kendimize tâbi kıldık ve altın dizginleri elimize geçirdik…” Moğolların Gizli Tarihi (Yazılışı: 1240), ss.195-196. Batu’nun İktidarı Devrinde Cuçi Ulusu, Altın Orda’nın gerçek kurucusu Cuçi’nin oğlu ve halefi Batu oldu. Zira onun iktidarı devrinde Cuçi Ulusu’na atfedilen devlet (Altın Orda Devleti) belirli sınırlar ve Moğol İmparatorluğu’ndan geniş bir özerklik elde etti. Batu Cuçi Ulusu’nun başına geçtiğinde henüz 18 yaşındaydı. Dedesi Cengiz Han’ın vefatından sonra Karakurum’da Büyük Moğol İmparatorluğu’nun tahtına çıkan amcası Ögedey ile iyi ilişkiler kurdu ve onun 1230’lu yılların başlarında Kin İmparatorluğu’na karşı organize ettiği askeri seferlere katıldı. Kuzey Çin’in tamamen fethedilmesinden sonra buradaki bazı topraklar Ögedey Han tarafından yurtluk olarak Batu’ya verildi. Bu topraklardan elde edilen gelirler 14. yüzyılın ortalarına kadar Batu ve onun haleflerine gönderildi. Batu’nun en önemli askerî faaliyeti ise yukarda bahsedilen II. Deşt-i Kıpçak Seferi oldu. Güyük Han ile ilişkilerinde bakıldığında Büyük Kağan olmak istediği çıkarılabilmektedir. Batu ile Güyük arasındaki düşmanlık ile ilgili olarak Arap yazar El-Ömerî’nin eserinde şu tespitlere yer verilmiştir: “Güyük, şirret, diktatör ve gaddardı. Kendi yeğenlerine karşı gaddarlık etti ve onları ezmeye başladı. Fakat Batu’nun muhalefeti ve sert çıkışıyla karşılaştı. Elçikday (Elcigidey) adında birini Batu’ya bağlı Er-Ran ve diğer yerlere göndererek, Batu’nun naiplerini tutuklayıp kendisine getirmesini emretti. Batu’nun naipleri bunu öğrenince ona mektup yazarak kendilerine destek vermesini istediler. Bu sırada Güyük’ün gönderdiği Elçikday gelmişti. Aynı sıralarda Batu’nun Elçikday’ın tutuklanıp, kendisine gönderilmesini emreden mektubu naiplerinin eline ulaştı. Böylece elleri kolları bağlanan naipler isyan ederek, bağlarından kurtuldular ve Elçikday’ı tutuklayarak elleri kolları bağlı vaziyette Batu’ya gönderdiler. Batu, Elçikday’ı suda boğdurarak öldürttü. Güyük bunu haber alınca öfkeden küplere bindi ve altı yüz bin süvari toplayarak ardı ardına Batu’nun üzerine sürdü. İki taraf birbirinin üzerine yürüdü ve aralarında on günlük bir yol kaldığı sırada Güyük Han öldü…” Şihabeddin b. Fazlullah El-Ömerî, Türkler Hakkında Gördüklerim ve Duyduklarım (Mesâliku’l Ebsâr), ss.66-67. Müslüman olan Berke’nin Deşt-i Kıpçak’ta iktidara gelmesiyle birlikte İslâm ülkelerinden çok sayıda bürokratlar, tüccarlar ve hukukçular onun yanına akın ettiler. Ne var ki Berke’nin Müslümanları himaye etmesine rağmen İslâmiyet Cuçi Ulusu’nda resmî din haline gelmiştir. Ayrıca Saray şehri başkent haline getirilmiştir. XIII. yüzyılın ilk yarısında Cuci Sülalesinin eline geçen Deşt-i Kıpçak sahasının ismi aynı kalmış, buraya yerleşen ve kadim kültürlerini yaşatan Kıpçaklar, bölge Cuci Sülalesine intikal ettiğinde bile varlıklarını sürdürmeyi başarmışlardır. Hatta kaynaklarda Cuci Sülalesinin ismi, Kıpçaklar veya Deşt-i Kıpçak olarak da zikredilmiştir. Cuci Sülalesinin hâkimiyeti altına girdikten sonra Deşt-i Kıpçak’ın sınırları Yukarı Bulgarya bölgesini, Derbend’e kadar Kuzey Kafkasya’yı ve Harezm ülkesini de içine alacak şekilde genişlemiştir. Altın Orda Devletinin Gerileyiş ve Parçalanma Süreci bakımından ise; XIV. Yüzyılın ilk yarısında Altın Orda refahının zirvesine ulaştı. Fakat Berdibek Han’ın ölümünden sonra Orda’da yirmi yıl kadar süren uzatmalı bir kriz başladı; hanların oteritesini büyük ölçüde yıprattı ve onların Ruslarda dahil olduğu haraçgüzâr halklar üstündeki kontrolünü yıktı. Ruslar, durumdan yararlandılar ve bağımsızlıklarını elde etmeye teşebbüs ettiler. Batıda Litvanya grandükünün önderliğinde evvelce Moğolların işgal ettikleri toprakların büyük bir kısmını yeniden ele geçirdiler ve hatta bir süre için Karadeniz’e ulaştılar. Doğuda Moskova grandükünün emrinde rakip hanlardan o sırada en güçlü görünenin ordusunu ağır bir mağlubiyete uğratmaya muvaffak oldular. George Vernadsky, Moğollar ve Ruslar, Çeviren: Eşref Bengi Özbilen, 2.Baskı, İstanbul: Selenga Yayınları, 2019, s.281. Altın Orda Devleti’nde Edigey Mirza’nın ölümünden sonra karışık bir siyasî tablo ortaya çıktı. Tarih kaynaklarının analizi neticesinde Deşt-i Kıpçak’ta birkaç hanın hüküm sürdüğü anlaşılabilir. Buna göre bir önceki bölümde bahsi geçen Bek Sufi 1419’dan 1421 yılına kadar yalnızca Kırım bölgesini hâkimiyeti altında tuttu. Merkezde ise emirler tahta Muhammed Han’ı çıkardılar. Ancak 1419 yılından 1423’e kadar hüküm sürdüğü anlaşılan Muhammed Han’ın tam kimliğini tespit etmek mümkün değildir. Zira o dönemde tahta çıkabilecek Tukay Timur neslinden gelen Uluğ Muhammed, Hacı Muhammed, Küçük Muhammed, Kiçi Muhammed ve Müslüman adı bilinmeyen Hudaydad sultanlar bulunuyordu. Muhammed Han’la bunlardan hangisinin kastedildiği belli değildir. Ne var ki tarih literatüründe 1419-1423 yılları arasında Saray’da oturan Altın Orda Hanı’nın Uluğ Muhammed olduğu yönünde bir eğilim vardır. 1421 yılından itibaren Deşt-i Kıpçak’taki hâkimiyet mücadelesine Urus Han’ın Kayırcak Oğlan’dan torunu olan Muhammed Barak Oğlan da dâhil olmaya başladı. Barak 1421 yılında Semerkant’a giderek Şahruh’un oğlu Mirza Uluğbek’in yanına sığındı. Uluğbek Barak’a yardımcı oldu ve asker vererek onu aynı yıl içerisinde Deşt-i Kıpçak’a gönderdi. Böylece Cuçi Ulusu’ndaki taht mücadelesine Timurlular da müdâhil oldu. Neticede 1421 yılında Uluğ Muhammed, Bek Sufi ve Barak arasında iktidar mücadelesi başladı. Bir süre sonra Bek Sufi öldü ve Kırım’da Toktamış’ın oğullarından Devletberdi hüküm sürmeye başladı. Bununla birlikte Uluğ Muhammed, Barak ve Devletberdi iktidar mücadelesine devam etti. Bu arada onlardan başka Devletberdi’nin kardeşi Hudaydad da Bek Sufi’nin ölümünden sonra hâkimiyet mücadelesine dâhil oldu. Ancak 1422 yılında Barak’a mağlup oldu. Barak nihayet 1423 yılında Muhammed’e karşı da zafer elde etti. Uluğ Muhammed Litvanya Knezi Vitovt’a sığındı ve daha sonra 1424 yılında Devletberdi’nin yokluğundan faydalanarak Kırım’ı zapt etti. A. YU. Yakubovskiy, Altın Ordu ve Çöküşü, Çev. Hasan Eren, 2. Bs., Ankara: TTK Basımevi, 2000, ss.207-208. Barak 1423 yılında artık önemli rakiplerini devre dışı bıraksa da hala Deşt-i Kıpçak’ı bütünüyle hâkimiyeti altına alamamıştı. Zira Edigey’in taraftarlarının Han yapmak için uğraştığı Şadibek’in oğlu II. Gıyaseddin ile uğraşmak zorundaydı. Nitekim II. Gıyaseddin Bulgar’a hâkim olmuş ve daha sonra merkezdeki bazı başka yurtları da idaresi altına almayı başarmıştı. 1425 yılında Saray’ı da zapt ettiyse de bir yıl sonra 1426’da Kırım’dan gelen Uluğ Muhammed’in askerlerince mağlup edildi. Zaten bu olaydan kısa bir süre sonra da vefat etti. Barak’a karşı da üstünlük sağlayan Uluğ Muhammed Altın Orda Devleti’nin merkezi kısmını idaresi altına almayı başardı. Uluğ Muhammed’e karşı koyamayarak doğuya çekilen Barak ise Harezm ve Sığnak’ı hâkimiyeti altında tutuyordu. Kırım ise yeniden Devletberdi’nin kontrolüne girmişti. Devletberdi 1428 yılında Saray ve Hacı Tarhan’ı ele geçirerek buralarda kendi adına para darbettirmeyi başardıysa da kısa bir süre sonra vefat etti. Böylece Altın Orda Devleti’nin merkezi kısmı yine Uluğ Muhammed’in kontrolü altına girdi. Bu sıralarda Edigey Mirza’nın oğlu Mansur Sığnak çevresine hükmeden Barak’ın hizmetine girdi, fakat bir süre sonra onun tarafından öldürüldü. Mansur’un Barak tarafından öldürüldüğünü öğrenen kardeşleri Gazi ve Nevruz Timur Kutluk’un oğlu Timur’dan torunu olan Küçük Muhammed’in yanına gittiler ve II. Gıyaseddin’in vefatından sonra onu han olarak ilan ettiler. 1428 yılının sonuna doğru Barak Küçük Muhammed’le giriştiği savaşta mağlup edilerek öldürüldü. Böylece Doğu Deşt-i Kıpçak Küçük Muhammed’in kontrolü altına girdi. Ancak çok geçmeden bu alan Şıbanî hanedanı tarafından hâkimiyet altına alınınca Küçük Muhammed batıya doğru hareket etmek zorunda kaldı. Abdulgaffar Kırımî, Umdet’ul-Ahbâr (Transkripsiyon, Faksimile), Haz. Derya Derin Paşaoğlu, Kazan, 2014, s.276. Şıban’ın neslinden gelen Ebu’l-Hayr Han Doğu Deşt-i Kıpçak’ta Özbek Han’ın iktidarı devrinden itibaren artık Özbek Ulusu olarak zikredilen göçer kabileleri hâkimiyeti altında birleştirerek 1428 yılında Batı Sibirya’da bulunan Tura şehrini zapt etti. Ural dağlarından Batı Sibirya’ya kadar uzanan sahada muhalifleri ortadan kaldırdıktan sonra 1432 yılında Harezm’e büyük bir yağma seferi düzenledi. 1446 yılında Timurluların içerisinde bulunduğu karışıklıklardan faydalanarak Sır Derya havzasında yer alan Ak-Kurgan, Arkuk, Özkent, Suzak ve Sığnak şehirlerini zapt etti. Aynı tarihte başkentini Tura’dan Sığnak’a taşıdı. Aynı zamanda Timurluların taht mücadelelerine müdahalede bulunarak Ebu Said’in Semerkant tahtını ele geçirmesine yardımcı oldu. Ancak 1457 yılında Kalmuklara mağlup olduktan sonra nüfuzunu önemli ölçüde kaybetti. Buna bağlı olarak Doğu Deşt-i Kıpçak’ta kabileler arasında büyük mücadeleler baş gösterdi. Bir müddet sonra Cuçi’nin oğullarından Tukay Timur neslinden gelen Canibek ve Kerey sultanlar Ebu’l-Hayr Han’a muhalif olsalar da ona karşı koyamayarak kendilerine tâbi kabilelerle yurtlarını terk ettiler ve Doğu Çağatay Hanı II. İsen Buka’nın yanına sığındılar. Doğu Çağatay Hanı onları Yedisu bölgesine yerleştirdi. Böylece Kazak Ulusu ortaya çıktı. Ebu’l-Hayr Han onları cezalandırmak amacıyla 1468 yılında Yedisu bölgesine bir sefer düzenlemeye karar verdi. Ne var ki sefer esnasında hastalanarak vefat etti. Onun ölümünden sonra ilk Özbek Hanlığı da dağıldı. Küçük Muhammed Han ve Seyid Ahmed Han’ın Batı Deşt-i Kıpçak Hâkimiyeti sürecinde; Küçük Muhammed gibi güçlü bir rakibin ortaya çıkması Uluğ Muhammed’i ittifaklarını güçlendirme siyasetine yönlendirdi. Nitekim 1430’de vefat eden Litvanya Knezi Vitovt’un yerine geçen Svidrigaylo Olgerdoviç’le de ittika devam etti. 1431 yılında Litvanya ile Lehistan arasındaki savaşta Svidrigaylo Olgerdoviç’e yardımcı Tatar kuvvetlerini yollayarak onu destekledi. Bununla birlikte Uluğ Muhammed Han kendisini devirmek isteyen muhalifler tarafından desteklenen Bek Sufi’nin oğlu II. Seyid Ahmed’le de mücadele etmek zorunda kaldı. 1432 yılında II. Seyid Ahmed’in üzerine giderek onu mağlup etmeyi başardı ve esir alarak müttefiki olan Litvanya Knezi Svidrigaylo’nun yanına gönderdi. Ancak Ortadoks grubun lideri Svidrigaylo Olgerdoviç 1 Eylül 1432 tarihinde Lehistan ile ittifak taraftarı olan karşıtları tarafından tahttan indirildi. Svidrigaylo boyarları ve Seyid Ahmed’le birlikte Litvanya’dan kaçtı. Uluğ Muhammed Han onu Litvanya tahtını ele geçirme mücadelesinde destekledi ve bu amaçla Tatar kuvvetlerini yardımına gönderdi. Ancak sözde Svidrigaylo’nun yardımına gelen Tatar ordusu 1433 yılında Kiev ve kuzey Rus bölgelerini yakıp yıkarak yağmaladı. Bunun üzerine Svidrigaylo’nun Uluğ Muhammed’le arası bozuldu ve artık II. Seyid Ahmed’i Uluğ Muhammed’e karşı giriştiği iktidar mücadelesinde desteklemeye başladı. Neticede II. Seyid Ahmed onun desteğiyle 1436 yılının aralık ayında Uluğ Muhammed’i mağlup etmeyi başardı ve Altın Orda’nın batı kanadında hâkimiyeti ele geçirdi. Uluğ Muhammed 1437 yılında 3000 kişilik maiyetiyle birlikte Tula yakınlarındaki Belev şehrine geldi. Amacı Moskova Knezi II. Vasiliy’in desteğini alarak Altın Orda tahtını tekrar ele geçirmekti. Ancak onun varlığından rahatsız olan II. Vasiliy’in gönderdiği Rus kuvvetleri 1437 yılının aralık ayında Uluğ Muhammed tarafından mağlup edildi. Böylece Belev şehri Uluğ Muhammed’in hâkimiyeti altına girdi. Serkan Acar, Kazan Hanlığı-Moskova Knezliği Siyasi İlişkileri (1437-1552), Ankara: TTK Yayınları, 2013, s.93-95. Bununla birlikte Küçük Muhammed’in Altın Orda’da hâkimiyeti sağlamak amacıyla batıya doğru hareket etmesi neticesinde tahtı elde etme ümidi azaldı. Üstelik Uluğ Muhammed’in ordu komutanı olan Edigey Mirza’nın oğullarından Nevruz da onunla ters düştü ve Küçük Muhammed’in yanına sığındı. Nevruz Küçük Muhammed ile güçlerini birleştirdiler birlikte Don’a doğru ilerleyerek Uluğ Muhammed’i baskı altına aldılar. Josaphat Barbaro, Anadolu’ya ve İran’a Seyahat, Çev. Tufan Gündüz, İstanbul: Yeditepe Yayınları, 2009, s.10-11. Zaten II. Seyid Ahmed tarafından da mağlup edilmiş olan Uluğ Muhammed yerini terk ederek orta İdil boyuna yöneldi. Uluğ Muhammed Altın Orda Devleti’nin kuzey tarafına gittiği sıralarda İdil’den batıya uzanan topraklarda iki rakip olarak II. Seyid Ahmed ve Küçük Muhammed kaldı. II. Seyid Ahmed Dnyeper’den Azak’ın güneyine ve Don’a kadar uzanan sahanın hâkimi durumundaydı. Aynı sırada Büyük (Ulu) Orda veya Taht İli denilen ve Kırım’dan İdil Nehri’nin aşağı akımına kadar uzanan alanda ise Küçük Muhammed hüküm sürüyordu. Kısa bir süre sonra Litvanya Büyük Knezi IV. Kazimir’in II. Seyid Ahmed’e karşı rakip olarak desteklediği Devletberdi’nin kardeşi Hacı Giray da bu mücadeleye katıldı. Litvanya’nın iç işleriyle de alakalı olarak uzun süre devam eden mücadelelerden sonra Hacı Giray 1455 yılında Seyid Ahmed’i Özi Nehri üzerinde vuku bulan çatışmada mağlup etmeyi başardı. Seyid Ahmed Litvanyalılara sığınsa da onlar tarafından öldürüldü. Bunun sonucunda Altın Orda’nın batı kısmında (Don’un batısında) rakibi ortadan kalkan Hacı Giray Kırım ve çevresinde hâkimiyet kurdu. Böylece Kırım Hanlığı’nın temeli atıldı. Aynı zamanda Doğu Deşt-i Kıpçak’ta Ebu’l-Hayr’ın liderliğindeki Şıbanîler, yukarda belirtildiği üzere, iktidara hâkim duruma geldiler ve Yayık’ın doğu sahilinden itibaren Altın Orda’nın sol kanadında müstakil bir devlet olarak Özbek Hanlığı’nı kurdular. Böylece 15. yüzyılın ortalarına doğru Altın Orda Devleti’nin toprakları üzerinde birbirinden müstakil hanlıklar ortaya çıktı. Altın Orda’nın parçalanması Tatar Türklerinin şanlı Edigey Destanı’nda şöyle anlatılır: ‟Toprağa kara gün geldi. Cengiz’den kalan han tahtı, Kan akıtılan tahta dönüştü. Han sarayı gözlerden kayboldu. Darmadağın olan yurt tenhalaştı, Astarhan, Kazan ve Kırım Ayrı ayrı il oldu, Altın Orda dağıldı.” Edigey Destanı, Hazırlayan: Rüstem Sulti, Malatya: Türksoy Yayıncılık, 1999, s.60. Altın Orda Devleti’nin parçalanmasıyla birlikte onun 15. yüzyıldaki devamı olarak kabul edilen ve merkezi (Saray ve çevresi) kontrolü altında tutan batı kanadı (İdil Nehri’nin aşağı akımından Don Nehri’ne kadar) Ulu Orda veya Taht İli olarak adlandırılmıştır. Nitekim aynı adlandırma Rus kaynaklarında da “Bolşaya Orda (Büyük Orda)” ifadesiyle geçmektedir. Ulu Orda’nın kuruluş tarihini tam olarak tespit etmek mümkün değildir. Bununla birlikte yukarda bahsi geçen alanda Küçük Muhammed Han’ın iktidarıyla Ulu Orda’nın ortaya çıktığını ifade etmek mümkündür. Ancak 1459 yılında vefat eden Küçük Muhammed Han’ın siyasî faaliyetleriyle ilgili kaynaklarda yeterli bilgi yoktur. Rusların Hacı Giray’ın Kırım’a hâkim olmasından önce vergileri Don ile Dnyeper arasını kontrolü altında tutan II. Seyid Ahmed’a gönderdiği bilinmektedir. Hiç kuşkusuz Küçük Muhammed Han bundan rahatsızlık duymuştur. Ancak Moskova Büyük Knezi II. Vasiliy daha sonra II. Seyid Ahmed’e de vergi yollamayı kesmiştir. Bunun üzerine II. Seyid Ahmed 1449 yılında Moskova üzerine bir ordu yollamış, fakat yol güzergâhındaki birçok yerleşimi tahrip ederek Moskova’ya yaklaşık 30 km uzaklıktaki Pohra Nehri’ne kadar ilerleyen Tatar kuvvetleri Moskova’nın hizmetine girmiş olan Uluğ Muhammed’in oğlu Kasım Sultan’ın müdahalesiyle geri çekilmek zorunda kalmıştır. Bunun üzerine Seyid Ahmed 1451 yılı yazında bu kez bizzat Moskova üzerine bir sefer düzenlemiş ve şehrin kapılarına kadar ilerlemiş se de kaleyi ele geçirmeyi başaramamıştır. Bu olaydan bir süre sonra Hacı Giray tarafından mağlup edilen Seyid Ahmed’in tarih sahnesinden çekilmesiyle birlikte Ruslardan vergi almak için Ulu Orda, Kırım ve Kazan hanları mücadele etmeye başlamışlardır. İlyas Kamalov, Altın Orda ve Rusya (Rusya Üzerindeki Türk-Tatar Etkisi), İstanbul: Ötüken Neşriyat, 2009, s.116-118. Küçük Muhammed 1459 yılında vefat ettiğinde ardında Mahmud ve Ahmed adında oğulları kalmıştı. Mahmud ve Ahmed hanların adına basım tarihleri belli olmayan paralar mevcuttur. Mahmud’un adına Ordu-Bazar, Bek-Bazar, Kırım el-Mansur, Hacı Tarhan, Ukek ve Bulgar’da; Ahmed adına da Bek-Bazar ve Hacı Tarhan’da basılan paralar bilinmektedir. Mahmud adına Bulgar’da basılan paralar şüphelidir. Bu paraların Uluğ Muhammed’in oğlu ve halefi olan Mahmud adına basılmış olma ihtimali de bulunmaktadır. Mahmud 1460 yılında Ryazan üzerine bir sefer düzenledi, fakat Rusların direnişi ile karşılaşarak geri çekilmek zorunda kaldı. Mahmud Han bu kez 1465 yılında Rus topraklarına saldırmak üzere harekete geçti. Ne var ki Don Nehri’ni geçtiği sırada Kırım’dan gelen Hacı Giray onu geri çekilmeye mecbur etti. Mahmud Han bu mağlubiyetten sonra nüfuzunu kaybetti. Kardeşi Ahmed tarafından tahttan indirildikten sonra Hacı Tarhan’a çekildi. Dinçer Koç, “Aşağı İdil Boyunda Hâkimiyet Mücadelesi ve Astarhan (Hacı Tarhan) Hanlığı, Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi, Cilt:12, Sayı:1, İzmir, 2012, s.462. Mahmud Han 10 Nisan 1466 tarihinde Osmanlı Padişahı II. Mehmed’e bir elçi yollayarak Osmanlı Devleti ile ittifak kurmak istediğini belirtti ise de az sonra vefat etti. Akdes Nimet Kurat, Topkapı Sarayı Müzesi Arsivindeki Altın Ordu, Kırım ve Türkistan Hanlarına Ait Yarlık ve Bitikler, İstanbul: Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Yayınları, 1940, s.38-42. Devletin parçalanmasından sonra ortaya çıkan durumu belirttikten sonra devlet oteritesinin bozulması sonucu hanlıklar ortaya çıkmıştır. XVI. yüzyılın başında, vaktiyle Doğu Avrupa’nın en kudretli devleti ve Moskova knezliği’nin yükselmesinde büyük hissesi olan Altın Ordu ortadan kalktı ve onun yerine, Kırım’da, Kazan’da ve ve Hacıtarhan’da yeni hanlıklar kuruldu. Bu hanlıklardan her biri, kendilerini Altın Ordu mirasçısı saymakta ve dolayısıyla Altın Ordu hanlarının sahip oldukları hak ve iddiaları tevarüs etmiş görünmekteydiler. Bu hak ve iddaların başında ise Moskova knezliğinin kendilerine boyun eğmesi ve vergi ödemesi geliyordu. Özellikle Kırım ve Kazan Hanları, kendilerinin Cengiz soyundan gelen han olmaları sebebiyle, Moskova knezine yukarıdan bakmakta ve onları kendilerine tabi saymaktaydılar. 2. KIRIM HANLIĞI DÖNEMİ (1441-1783) Batı ve güneyden Karadeniz, doğu ve kuzeyden Azak deniziyle çevrili, 9 km. genişliğinde 20 km. uzunluğundaki bir berzahla karaya bağlanan Kırım yarımadası 26.140 km2 genişliğindedir. Anakara ile irtibatını sağlayan Orkapı adlı berzah, yarımadaya anakaradan gelebilecek tehlikelere karşı tabii bir engel durumundadır. Bu dar bağlantı sebebiyle yarımada bir bakıma ada özelliği gösterir. Bundan dolayı buraya halk arasında Yeşilada ismi de verilmiştir. XIII. yüzyılda Kırım toprakları Altın Ordu devleti terkibine ilhak edildikten sonra, yarımadanın tarihinde yeni bir siyasi devir başlıyordu. Altın Orda devletinde ardı arası kesilmeyen iç mücadeleleri olurken, Hacı Devlet Giray Litvanya Gran Dükü Kazimir’in desteği ile Kırım Hanlığı bağımsızlığını ilan etmişti. Server Ebubekirov, ‟Kırım Yarımadası’nda Milletler, Kavim ve Kabileler, Onların Münasebetleri ve Bu Esnada İntegrasyon Proseler (1443-1944)”, XV. Türk Tarih Kongresi (Kongreye Sunulan Bildiriler, Orta Asya-Kafkasya Tarihi), Cilt 2, Ankara: TTK Basımevi, 2010, s.481. Kırım Hanlığının gerçek kurucusu Ali-i Cengiz soyundan gelen Hacı Giray adını taşıyan en eski para 845 (1441-42) tarihini taşır. XV. yüzyıl başlarında Altın Orda Devleti içinde şiddetlenen iç rekabet ve savaşlar sebebiyle birçok kabile Orta Asya’ya yahut batıya Kırım’a ve Karadeniz’in kuzeyindeki steplere kaçmaktaydı. Belli başlı kabile beyleri, bu arada Şirin beyi gelip Hacı Giray’a iltihak etti. Kırım’da belli başlı kabileler vardı. Bu kabileler Kırım aristokrasisinin başlarıydı ve bunlar Kırım içinde fazlaca bir nüfusa sahipti. Bu kabilelere Karaçi Beyleri denilmekteydi. Bu beyler Şirin, Argın, Barın ve Kıpçak kabilelerinden oluşmaktaydılar. Hacı Giray Han Altın Orda Hanına karşı Moskova Knezliği ile dostluk tesis ederek durumunu kuvvetlendir. Hacı Giray Han’ın yapmış olduğu bu ittifak Kırım Hanlığının sağlam temellere oturtulmasını açıklamaktadır. Hacı Giray Han kuruluş safhasında nüfus ve asker durumunu çok iyi tahlil etmiş ve faaliyetlerini bu planda gerçekleştirmiştir. Askeri münasebet ile başlayan bu yakınlaşma ilerleyen yıllarda Osmanlı Devleti ve Kırım Hanlığını birleştirmiştir. Nüfus ve etnik yapı olarak Kırım dağlarının Kuzey eteklerinde ve yarımadada bulunan çeşitli vadi, dere ve yaylalarında yaşayan ve Nogaylardan daha önce Kırım’da yerleşen, türlü Türk kavminden olan Hun, Bulgar, Hazar, Peçenek, Kuman, Kıpçak nesilleri mevcuttu. M. Ülküsal, Kırım Türk Tatarları, İstanbul: Baha Matbaası, 1980, s.25. Kırım Hanlığının zamanında XV. yüzyılda Kırım’ın güney sahillerinin ahalisi ise türlü halklarının vekillerinden oluşurdu, bunlar arasında; Cenevizler, Rumlar, Alanlar, Yahudiler, Ermeniler, Gotlar ve İlahridir. Ünlü seyyah Evliya Çelebi gezmiş olduğu bu toprakları eserinde bu toprakların Tat İli Evliya Çelebi, Seyâhatnâme (VII-VIII Cilt İndeksli Tıpkıbasım), Cilt 4, Yayına Hazırlayan: Seyit Ali Kahraman, Ankara: TTK, 2013, s. 136b. namında geçtiğini ifade eder. Siyasî bir teşekkül olarak Kırım, parçalanmakta olan Altın Orda Devleti içinde müstakil bir siyasî varlığa aday görünüyordu. Kırım, Altın Orda’ya bağlıydı ve yarlıklardan elde edilen bilgilere göre aynı soydan geldikleri için kardeşim olarak hanlar ifade etmişlerdir. Altın Orda Hanlığına Ait Resmî Yazışmalar, Hazırlayanlar: A. Melik Özyetgin, İlyas Kemaloğlu, Ankara: TTKY, 2017, s.15. Fatih Sultan Mehmed tarafından İstanbul’un fethi üzerine Boğazlara ve Karadeniz’e hâkim olan Osmanlılar ile Kırım Hanlığı irtibat kurup Cenevizlilere karşı ittifak yaptı.1454 senesi yazında Osmanlı-Kırım birleşik kuvvetleri ilk defa olarak Kefe’yi kuşattılar. Kefe Cenevizlileri Osmanlı sultanına ve Kırım hanına yıllık vergi vermeye razı oldular. Bu sefer ile Osmanlı Devleti ve Kırım Hanlığı arasında ilk münasebetleri başlatmış oldu. Kırım stratejik coğrafi olmanın yanı sıra ticari olarak çok önemli bir konumda yer aldı. Bölgeyi büyük bir erzak ambarına benzeten Jean Chardin’in yazdıkları da aslında bu şehrin üretimden ziyade, depolama ve dağıtım özelliklerine vurgu yapmaktadır. Kefe’nin etrafında çok az bahçe oluğu ve buralarda hiç meyve yetişmediği halde, çevre köylerden bol miktarda getirildiğini söyleyen Chardin, şehirdeki ürün bolluğuna dair şunları yazar: “Yiyeceklerin Kefe’deki kadar leziz ve ucuz oldukları başka bir şehir var mı bilmiyorum. Koyunların tadı mükemmel; yarım kilosu dört denier. Diğer etler, ekmek, meyveler, tavuk ve tereyağı daha da ucuza satılıyor. Tuz bedava gibi; kısacası hayat için gerekli olan her şey çok ucuz. Büyük erzak depoları yapmaya Kefe’den daha elverişli başka hiçbir yer olmadığı için eski zamanlarda bu şehre Yunanistan’ın ambarı deniyordu, tıpkı Messina’ya Roma’nın ambarı dendiği gibi Jean Chardin, Chardin Seyahatnamesi (İstanbul Osmanlı Toprakları Gürcistan Ermenistan İran1671-1673), Çeviren: Ayşe Meral, İstanbul 2014, s.141. Bölge Osmanlı hakimiyetinden sonra için çok önem arzetmiştir ve zamanla Osmanlı Devleti ve Rusya arasında rekabete girişinde önemli bir faktör olacaktır. Habsburglar ile yapılan savaşlarda Akıncı ordularının ortadan kalkması sonucu yerlerini Giraylar doldurmuştur. Ayrıca Rusya ile yaşanılan mücadelelerde Kırım Hanlığı önemli rol oynayacaktır. Durumun böyle olması belirttiğim durumun doğruluğunu ifade eder. Devletin defalarca Divan-ı Hümayunlarında Kırım ile ilgili meseleleri görmekteyiz. Buna örnek olarak H/978 M/1571 tarihli toplantıda Kefe sancağındaki bir karar kayda geçmiştir. Başkanlık Osmanlı Arşivi, Mühimme Defteri, No 9 (34), s.105, belge 266. (Bundan itibaren BOA olarak belirtilecektir.)Kırım Hanlığı ortaya çıkmış olduğu süreçten bu yana kadar önem görmüş bir yer ve bölge olarak Osmanlı Devleti içerisinde yer almıştır. Osmanlı Devleti’ne bağlı olduğu süreçte iç işlerinde serbest fakat dış işlerinde Osmanlı Devleti’ne bağlı bir durumda bulunmuştur. Hanlık seçiminde sultanının Hattı Hümayun göndermeleri ile seçimler yapılırdı. BOA, Hattı Hümayun, No 10-893, s.2. Nitekim Kırım’ın Harici ilişkilerinde devletler Osmanlı ile diplomatik ilişkilerde bulunmuşlardır. Örnek olarak Kırım Rusya ile çatışmaya girmesi sonucu Rusya bu hareketlerden rahatsız olması sonucu Osmanlı Devleti’nin görevlisi aracılığıyla sultana durumu bildirmiş ve düzenin sağlanmasını istemiştir. Anonim Osmanlı Tarihi (1099-1116/1688-1704), Yayına Hazırlayan; Abdülkadir Özcan, Ankara: TTK Yayınları, 2000, s.200. Bu bölgede de hukuki yapı olarak Şer’i ve Örfi hukukun uygulandığını görmekteyiz. Kadılar atanır ve olayın vuku bulmasına göre hüküm ortaya konulurdu ve hukukun esası yerine getirilirdi. BOA, Kırım Şer’iyye Sicilleri, 14/444. Bu esas Kırım’ın üzerinde hegamon gücün değişmesi sonucu farklılık görülmesi ile değişiklik ortaya çıkmış ve uygulanmıştır. Kırım Osmanlı’nın aleyhine faaliyetlerde de kendi durumları ve çıkarları açısından bulunmuştur. Ticaret güzergahı üzerinde bulunduğu için ve kendi stratejik önemlerini kaybedecekleri kaygısı dolayısıyla Sokullu Mehmet Paşa’nın Don- Volga projesine destek vermekten kaçınmış ve devletin aleyhinde olmuştur. Böyle süreçlerde gözükse de Kırım Rusya’nın Karadeniz de rakip ve tehlike olmaması için önemini her zaman korumuştur. Devletin askeri Osmanlı Devletin’de Akıncılar Ocağının ortadan kalkmasıyla ‟Kırım Girayları” onların yerini almıştır. BOA, Han hazretlerine nâme-i hümâyun, Mühimme Defteri 7, s.1007, belge 2757., idari BOA, Mühimme Defteri 7, s.830-876, belge 2275., stratejik, dini olarak faydalandığını bilmekteyiz. Devletin girayları başarılı akınları ve düşmanlarına karşı zaferleri sonucu takdir ve değer kazanmışlardır. Arşiv belgelerinde; Sultan III. Murad’ın Gazigerey Hana Rus yurduna verdiği tahribat ve zaferden dolayı tebrik ve başarısını takdir eden mektup göndermiştir. BOA, MD No. 38 sayfa 6, vesika no. 12. Osmanlı için önem teşkil eden gelir kaynağı ve yaşamsal faaliyette önemli olan hayvancılıkta Küçükbaş hayvan koyun Osmanlılarda eski kanunlarda koyun-hakkı, koyun resmi, koyun bacı, koyun âdeti, kovun degüri adı altında anılır. Fatih Kanunnamesinde; üç koyuna 1 akçadır. 16. yüzyılda çoğu yerde iki koyuna bir akça alınırdı. Kırım’da Osmanlı ülkesinde olduğu gibi, koyun hakkı olarak koyun başına yarım veya bir akça vergi alınmasına kalkışılmıştır. Kırım’da eskiden beri yalnız bir şişlik verilirmiş, burada şişlik Osmanlıcada şişek yani iki yaşındaki koyun manasına gelir. Bu durum Kırım toplumunda bazen sorun çıkarmış ve tepki gösterilmesine sebep olmasına yol açmıştır. Canibeg Han yarlığı Kadıasker Abdullah Efendi’ye gönderilir ve vergi yasaklanır. (Gazi Giray Han Yarlığı, 1609 Haziran C.1, v.83) ihtiyacında Kırım, önemli ve ihtiyaç gideren bir konumdaydı. Genelde vergi ve borç yükümlülüğünü başta iç yağı ve sadeyağ olmak üzere hayvan ürünleriyle öder ve ikinci önemli kaynağı oluştururdu. BOA, MD/14/180. Kırımda Küçük Buzul Çağının etkili olduğu süreçte toplumsal düzenin bozulduğunu görmekteyiz. Açlık ve kıtlık etkisiyle 1560 ve ardından 1579 da öylesine ağırlaştı ki, Tatar muhacirler yiyecek için ailelerini satmak üzere Balkanlara akın etmek zorunda kaldı. BOA, MD 3/822, MD 3/849, MD 3/863, MD 3/894, MD 3/949, MD 3/1321, MD 3/1478, MD 3/1500, MD 39/291, MD 40/500. Kefe’de dönemin durumuna göre Veba salgınının görülüyor olması hayvan sevkiyatı ve tüketimini olumsuz etkilemiş ve ağnam vergisi ile Bac vergisi gelirinde sorun teşkil etmiştir. BOA, MD 14/120. Toplumsal düzensizlik oluştukça yaşama ve toplumsal suçlara da etki etmiştir. Halk arasında istifçilik ve vurgunculuk gelişerek 16. yüzyılda kronik bir soruna dönüştü. Örnek olarak; 1571’de acil sade yağ sevkiyatının aksaması padişahın sorunun kaynağının araştırılıp çözüm getirilmesine dair beylerbeğine emir vermiştir BOA, MD 12/664.. Bölge’nin devlet ekonomisi açısından önemi ve gelirleri mukataa kayıtlarından görmekteyiz. Nitekim Kefe Nezareti Mukataası’nın 1714 tarihli bir hesap icmalinde, bir yıl içinde Kafkas taraflarından Taman İskelesi’ne 1.265 adet kölenin geldiği kaydedilmiştir. (BOA, D.KFM.D, nr. 26390, s. 3.), Mukataaya bağlı diğer limanların gelirleri arasında ise esir ticaretinin olmaması dikkat çekicidir. Karadeniz’de köle ticaretine ait arşivde rastlanan az sayıdaki kayıttan bir diğerinde, 1718’de Penayut Kazaki Maropoli adlı bir tüccarın Kefe açıklarında fırtınaya yakalanarak alabora olan gemisinde, sadece bir esir (köle) bulunduğu ifade edilmiştir. (BOA, Cevdet Adliye, nr. 2609). Askerî sefer zamanlarında İstanbul ve Anadolu’dan Kırım’a zahire ve diğer gıda nakli yapıldığı oluyordu. Nitekim Ruslar 1736’da Kırım’a saldırdıklarında, Hacı Mustafa Reis gemisiyle Kefe Limanı’na peksimet ve un sevkiyatı yapılmıştı. (BOA, D.KFM, 44/17 (15 Mayıs 1737). Kefe Kadısı’na yazılan 7 Ağustos 1727 tarihli bir hükümde, tüccardan bazılarının Kefe’ye gemilerle getirdikleri kahveden bir miktarını Yeniçeri Başçavuşu ve askerî kesimin diğer komutanlarına rüşvet olarak vermek suretiyle vergi ödemekten kaçtıkları anlaşılmaktadır. (D.KFM, 34/3.). Buna benzer bir şikâyet de 1735’te Kefe Nazırı Hacı Mehmed ve Hacı Murtaza tarafından gündeme getirilmişti. Bunların iddiasına göre Kefe’deki Yeniçeri Ağası, limana gelen gemi kaptanlarından beşer-altışar vakiyye kahve alarak bunları rencide etmişlerdi. (D.KFM, 42/43.). Ticaret bağlamında Karadeniz de bulunan bölgelerle bağlantılıdır ve çevreleyicidir. Gümrük kaçakçılığı bağlamında Divana sunulan şikâyet arzuhallerinden, Batı ve Orta Karadeniz kıyılarındaki Benderikili, Amasra, İnebolu, Abana, Sinop, Bartın ve Samsun gibi büyük-küçük limanların, Kırım ve Rumeli (Tuna) taraflarıyla asırlardır süregelen bağların, 18. yüzyılın ilk yarısında da canlılığını koruduğu anlaşılır. BOA, İbnülemin Maliye, nr. 8329; BOA, Cevdet Maliye, nr. 21567. Zamanla Kırım’da durum Rusya ile Osmanlı Devleti arasında savaşı kaçınılmaz bir hale getirmişti. İki taraf arasında başlayan müzakereler nihayet Aynalıkavak Tenkihnâmesi ile (10 Mart 1779) neticelenerek savaş ihtimalini bir müddet için bertaraf etti; bu antlaşmada Kırım hanının tam istiklâline ait Küçük Kaynarca Antlaşması’nın 3. maddesi açıklandıktan sonra 3 ve 4. maddelerde Ruslar üç ay yirmi gün içinde Kırım ve Taman’ı boşaltmayı ve hiçbir bahaneyle yeniden bu yerlere asker sokmamayı taahhüt ettiler. Bâbıâli de aynı hususu ve tayin edilen usul dairesinde Şâhin Giray’ı han tanımayı kabul etti. Ruslar bu şartları kabule mecburiyet duydular; zira padişahın tasdiki olmadıkça Kırımlıların ekseriyeti Şâhin Giray’ı han tanımak istemiyordu. Diğer taraftan Osmanlı Devleti de Rus işgalinde bir Kırım görmektense müstakil bir Kırım görmeyi tercih ve hanlık üzerinde hâkimiyetin tamamıyla lafzî bir hale gelmesini kabul ediyordu. Fakat aynı antlaşmanın 5. maddesinde Rusya, Özü’nün kuzeyindeki bölge üzerinde padişahın hâkimiyet iddialarını kabul etmesi için han nezdinde aracılık yapmayı vaad ediyordu. Bu kurnazca hazırlanmış bir madde idi. Ruslar, fiilen sahip oldukları bu arazi için hanla padişahı ihtilâf haline sokmak ve kendileri hanın hâmileri gibi görünmek maksadını gütmekteydiler. Antlaşmanın ardından Osmanlı Devleti, Kuban ve Karadeniz kıyılarındaki Nogaylar’la Çerkezler’i kendi tebaası olduğu iddiasıyla Kırım Hanlığından ayırmaya çalıştı. Bu suretle Osmanlılar, Kırım kendi kontrollerinden çıktığı için hiç olmazsa onun Karadeniz’in kuzeyindeki tâbi bölgelerini muhafazaya çalışıyordu. Rusya ise ileride kendisinin ele geçirmesi için bu toprakların hanlığa bağlı kalmasında ısrar ediyordu. Kuban Türkleri Şâhin Giray’a karşı ayaklandılar ve gönderdiği kuvvetleri yendiler. Kırım halkı da ayaklandığından han tekrar Yenikale’ye, Ruslar’a sığındı. Toplanan kurultay padişaha mahzarlar yolladı (Eylül 1782). Beş yıl önce padişahın han olarak gönderdiği Baht Giray tekrar ortaya çıktı. Fakat çok geçmeden Şâhin Giray Rus kuvvetleriyle geri geldi. Rus generali Potemkin çoluk çocuk ayırt etmeden 30.000 Kırımlı’yı katlettirdi ve Kırım çarlığın bir vilâyeti haline getirildi (8 Nisan 1783). O sırada yeni bir savaş açacak durumda olmayan Osmanlı Devleti, 8 Ocak 1784’te İstanbul’da imzaladığı bir antlaşma ile Kırım, Taman ve Kuban’ın Rusya’ya ilhakını tanıdı. Kuban nehri iki taraf arasında hudut sayıldı. 1787’ye doğru Osmanlı Devleti ile Rusya arasında yeni bir savaş başladı. Kırım gibi Müslüman bir memleketin çarların idaresine terkini kimse hazmedemiyor, bütün Karadeniz’in kuzey kıyılarında yerleşen Ruslar’ın bizzat İstanbul için açık tehditleri tahammül edilmez bir hal olarak görülüyordu. Osmanlılar için yeni savaşın gayesi Kırım’ı kurtarmaktı. Bu savaş esnasında Şehbaz Giray ve ardından Baht Giray, han unvanıyla Osmanlı ordusunda Bucak Türkleri’nin başında Ruslar’a karşı savaştılar. Fakat mağlûp olan Osmanlı Devleti Yaş Antlaşması ile (1792) Dinyester’e (Turla) kadar ihtilâflı araziyi Rusya’ya terketti. Rusya Bucak’ın da (Besarabya) vaktiyle Kırım hanlarına tâbi olduğunu iddia etmekten geri kalmadı. Burasını ancak yeni bir savaştan sonra 1812’de Bükreş Antlaşması ile ele geçirdi. Bu şekilde vaktiyle Kırım Hanlığı’na tâbi Türk Müslüman nüfusla meskûn bütün memleketler Rus hâkimiyeti altına girmiş oldu. Günümüzde de stratejik olarak önemli olmasının göstergeleri uluslararası alanda çekişmelerin gerçekleşmesi ve ilhak ediliyor olması göstermektedir. Rus İdaresi Döneminde ise 1783’te Kırım’ı ilhak eden Rusya burada askerî bir idare kurdu. Bunun yanında ülkenin iktisadî kaynaklarının, nüfusunun, sosyal yapısının ve ahalisinin hayat tarzının tespiti için eski hanlık yöneticilerinden bazılarının da görevlendirildiği geçici bir Kırım mahallî hükümeti tesis edildi. Gereken verilerin toplanmasıyla bu geçici idare vazifesini tamamladı ve 1784 başlarında Kırım’da tam anlamıyla Rus idarî yapısı yerleştirildi. Bu tarihten Çarlık devrinin sonuna kadar Kırım Tatarları’na hiçbir şekilde ülkenin idarî yapısında yer verilmedi. Kırım’da kurulan Rus idarî yapısı ülkeyi idarî, coğrafî, demografik ve sosyal açılardan Rusya’nın diğer bölgelerinden farklı bir statüye ve görünüşe sahip olmasını önlemeyi ve onu Rus bölgeleri içinde eritmeyi amaçlıyordu. Bu bakımdan Kırım, idarî açıdan kendi başına bir eyalet halinde tutulmayarak Rus nüfus çoğunluğunun bulunduğu başka arazilerle birleştirildi. 13 Şubat 1784’te teşkil edilen Tavrida bölgesi (oblastı) sadece Kırım’ı değil yarımadanın kuzeyindeki geniş step arazisini ve Taman bölgesini de içine almaktaydı. Kırım Hanlığı her zaman Osmanlı Devleti’nin Rusya’ya karşı yanında olmuştu. Rusya İmparatorluğu ise güneyinde sınırlarını tehdit eden bir devletin varlığını istememekteydi. Bunun yanı sıra Rus kronikleri Ruslar ırk olarak Kırım bölgesinde ortaya çıktığını belirtmektedir. Bu da bölgeyi önemli kılmış ve önemini belirtiyordu. Serge A. Zenkovsky, Medieval Russia’s Epicks, Chronicles, and Tales, rev. New York: E.P. Dutton, 1974, s.47. Bu amaçla Çariçe II. Yekaterina önce Şahin Geray Ufuk Aykol, Müstakil Kırım Hanlığı (1772-1783), (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara, Sosyal Bilimler Ensititüsü, Tarih Anabilim Dalı, 2019, s.8. ile Hanlığının bağımsız bir devlet olması konusunda anlaşmıştı. Nitekim Küçük Kaynarca Antlaşması’ndan sonra Kırım Hanlığı bağımsız bir devlet oldu. Şahin Geray, 1777’de Kırım tahtına geçtiğinde merkezî otoritesi güçlü ve düzenli bir orduya sahip bir Kırım Hanlığı için reform çalışmalarına başlamıştır. Fakat bu reform çalışmaları Kırım ahalisi tarafından benimsenmemiş ve çıkan isyanlar sonucunda 1782’de Şahin Geray Han Kırım’ı terk etmek zorunda kalmıştır. Böylece Rus ordusu Kırım’a girerek hâkimiyetini sağlamış ve 19 Nisan 1783 tarihinde Kırım, Rusya İmparatorluğu tarafından ilhak edilmiştir. Kırım Hanlığı’nın hükümdar hanedânı olan Gerayların Cengiz Han soyundan indiğine inanılır. Bu özelliği ile Geray hanedânı XVIII. yüzyıl sonlarına kadar, hatta ondan sonraları da İslam aleminin en önemli meşruiyeti tartışılmaz hanedânlarından biri olarak görülmüş, bu meyanda Osmanlı hanedânının kesilmesi halinde ancak Gerayların onların yerini alabileceği öteden beri söylene gelmiştir. Feridun M. Emecen, ‟Osmanlı Hanedânına Alternatif Arayışlar Üzerine Bazı Örnekler ve Mülahazalar”, İslam Araştırmaları Dergisi, İstanbul, No. 6, 2001, s.66. 1783 yılında Rusya’nın Kırım’ı ilhakı ve Kırım Hanlığını ortadan kaldırmasıyla, Geray hanedânı mensuplarından tahta çıkışta veraset hakkına sahip olanların tamamı Kırım’ı terk etmek zorunda kaldı. Bunlardan büyük çoğunluğu Osmanlı hâkimiyetindeki Rumeli’ne ve bazıları da Kuzey Kafkasya’da özellikle Adige kabilesinin yaşadığı bölgeye yerleştiler. Osmanlı’nın bu hanedâna mensup kişilere çiftlikler kurduğunu bilmekteyiz. Bu çiftliklerin kayıtlarına Osmanlı belgelerinde rastlıyoruz. Bu çiftliklerden birisi Şummu’nun Gerlobat nahiyesinde olup, en azından XVII. asırdan beri Geraylara ait olduğu bilinen Vırbiçe çiftliğiydi. Kırım tahtına çıkacak olan Arslan Geray Han 1740’ların başlarında burada yaşamıştı. Onun oğlu Mesud Geray Sultan Kırım Geray Han döneminde kalgaylık mansabında bulunmuş ve Vırbiçede ikamet etmişti. Mesud Geray’ın sultan’ın oğulları olan Cengiz Mehmed Geray ve Bahadır Geray Sultanlar ise XVIII ve XIX. asrın başlarında Rumeli olaylarında özellikle de Vidin’in asi ve güçlü hâkimi Pazvanoğlu Osman Paşa’nın yanında, ön planda görüleceklerdir. Bahadır Geray Sultan 1806-1812 Osmanlı-Rus savaşında Dobruca’daki Tatar birliklerine kumanda etmiş, büyük yararlılık göstermiş, hatta Rus ordusuna esir düşmüştür. BOA, Cevdet-Hariciye, Dosya no:103, Gömlek no.: 5134 ve Dosya no: 82, Gömlek no.: 4066; Cevdet Hariciye, Dosya no.: 100, Gömlek no.: 4978. Yeni idarî birimde Kırım ibaresinin kullanılmasından özellikle kaçınılmıştı. Bölge 1796’da çok daha geniş Yeni Rusya eyaletiyle (Novorossiyskaya guberniyası) birleştirildiyse de 1802’de tekrar ayrılarak Kırım yarımadasından ve kuzeydeki bazı geniş arazilerden oluşan Tavrida eyaleti oluşturuldu. Bu idarî yapı birtakım ufak değişikliklerle 1917’ye kadar varlığını sürdürdü. Hakan Kırımlı, ‟Rus İdaresi Dönemi Kırım”, DİA, Cilt 25, İstanbul, 1994, s.458. SONUÇ OLARAK; Moğolların yaptığı Batı seferi, 1237-1241 yılları arasında aralıklarla sürmüş ve Doğu Avrupa’nın önemli bir kısmı istilâ edilmişti. Batu Han bundan sonra, bir Türk kavmi olan Kumanlar üzerine yürüyerek onları dağıttı. Kumanlar’dan bir kısmı Kama Bulgarları arasına, geri kalanları da Macaristan’a iltica etmek mecburiyetinde kaldılar. Kumanlar yurtlarından çıkarılıp batıya sürüldükten sonra, Aralık 1240’ta Ukrayna steplerine inilerek bölgenin en büyük knezliği olan Kiyef zaptedildi. Batu Han’ın orduları daha sonra Polonya, Macaristan, Avusturya ve Dalmaçya’ya kadar olan bölgeyi yağmaladı. Batu Han nihayet kazandığı büyük başarılardan sonra 1241 yılında İdil nehrinin aşağı mecrasına dönerek “Orda” merkezini kurdu. Uzun mücadeleler ve çeşitli savaş, hastalık, kuraklık ve birçok süreci içerisinde barındırmış bir devlet olan bu devlet Uluğ Muhammed Devletin kuzey tarafına gittiği sıralarda İdil’den batıya uzanan topraklarda iki rakip olarak II. Seyid Ahmed ve Küçük Muhammed kaldı. II. Seyid Ahmed Dnyeper’den Azak’ın güneyine ve Don’a kadar uzanan sahanın hâkimi durumundaydı. Aynı sırada Büyük (Ulu) Orda veya Taht İli denilen ve Kırım’dan İdil Nehri’nin aşağı akımına kadar uzanan alanda ise Küçük Muhammed hüküm sürüyordu. Kısa bir süre sonra Litvanya Büyük Knezi IV. Kazimir’in II. Seyid Ahmed’e karşı rakip olarak desteklediği Devletberdi’nin kardeşi Hacı Giray da bu mücadeleye katıldı. Litvanya’nın iç işleriyle de alakalı olarak uzun süre devam eden mücadelelerden sonra Hacı Giray 1455 yılında Seyid Ahmed’i Özi Nehri üzerinde vuku bulan çatışmada mağlup etmeyi başardı. Seyid Ahmed Litvanyalılara sığınsa da onlar tarafından öldürülmesi sonucu parçalanarak her kesim kendince bağımsız yönetimlerini kurmuş ve hanlıklar ortaya çıkmıştır. Fatih Sultan Mehmed tarafından İstanbul’un fethi üzerine Boğazlara ve Karadeniz’e hâkim olan Osmanlılar ile Kırım Hanlığı irtibat kurup Cenevizlilere karşı ittifak yaptı.1454 senesi yazında Osmanlı-Kırım birleşik kuvvetleri ilk defa olarak Kefe’yi kuşattılar. Kefe Cenevizlileri Osmanlı sultanına ve Kırım hanına yıllık vergi vermeye razı oldular. Bu sefer ile Osmanlı Devleti ve Kırım Hanlığı arasında ilk münasebetleri başlatmış oldu. Askeri münasebet ile başlayan bu yakınlaşma ilerleyen yıllarda Osmanlı Devleti ve Kırım Hanlığı’nı birleştirmiştir. Rusya ile rekabet sahası olmasından sonra 1783’te Kırım’ı ilhak eden Rusya burada askerî bir idare kurdu. Bunun yanında ülkenin iktisadî kaynaklarının, nüfusunun, sosyal yapısının ve ahalisinin hayat tarzının tespiti için eski hanlık yöneticilerinden bazılarının da görevlendirildiği geçici bir Kırım mahallî hükümeti tesis edildi. Gereken verilerin toplanmasıyla bu geçici idare vazifesini tamamladı ve 1784 başlarında Kırım’da tam anlamıyla Rus idarî yapısı yerleştirildi. Bu tarihten Çarlık devrinin sonuna kadar Kırım Tatarlarına hiçbir şekilde ülkenin idarî yapısında yer verilmedi. Kırım’da kurulan Rus idarî yapısı ülkeyi idarî, coğrafî, demografik ve sosyal açılardan Rusya’nın diğer bölgelerinden farklı bir statüye ve görünüşe sahip olmasını önlemeyi ve onu Rus bölgeleri içinde eritmeyi amaçlıyordu. Bu bakımdan Kırım, idarî açıdan kendi başına bir eyalet halinde tutulmayarak Rus nüfus çoğunluğunun bulunduğu başka arazilerle birleştirildi. Şüphesiz dil, edebiyat sahasında etkileri olmuştur. Devletten sonra ön plana çıkan hanlıklar da uzun süre Karadeniz’in Kuzeyi, Kafkasya ve Türkistan coğrafyalarında varlıklarını ve hakimiyetlerini sürdürerek hâkim güç olma ve siyasi varlık olarak öne çıkma amaçları yanı sıra kültürel, ekonomik, demografik olarak geçmişten günümüze varlıklarını koruyarak hâkim ya da tabi bir şekilde günümüze ulaşmışlardır. Kırım hanlığı en geniş sahaya hâkim olmakla beraber uzun bir süreç Türkler ve Ruslar arasında önemli bir denge ve stratejik konumunu korumuştur. Hanlıklar hem ulusal hem stratejik hem de kimliksel niteliğini uzun bir süre devam ettirmekle birlikte Ural bölgesinden Karadeniz’in her köşesine kadar hakimiyet etkisini yansıtmıştır. Bugün var olan kültürel, şive, ağız ve edebi eserler ve duyguları ile kültürel canlılıklarında tarihin kültürün izlerini görmek mümkün olmakla beraber günümüzde canlılığını yasatmaktadır. Stratejik olarak önemli olmasının göstergeleri uluslararası alanda çekişmelerin gerçekleşmesi ve ilhak ediliyor olması göstermektedir. 1.ARŞİV BELGELERİ Başkanlık Osmanlı Arşivi, Mühimme Defteri, No 9 (34), s.105, belge 266., Han hazretlerine nâme-i hümâyun, M.D 7, s.1007, belge 2757., M.D 7, s.830-876, belge 2275. BOA, Hattı Hümayun, No 10-893., MD/14/180., MD No. 38 sayfa 6, vesika no. 12. MD 3/822, MD 3/849, MD 3/863, MD 3/894, MD 3/949, MD 3/1321, MD 3/1478, MD 3/1500, MD 39/291, MD 40/500. MD 14/120. MD 12/664. BOA, Cevdet-Hariciye, Dosya no:103, Gömlek no.: 5134 ve Dosya no.: 82, Gömlek no: 4066; Cevdet Hariciye, Dosya no.: 100, Gömlek no.: 4978., BOA, İbnülemin Maliye, nr. 8329; BOA, Cevdet Maliye, nr. 21567., Cevdet Adliye, nr. 2609., D.KFM.D, nr. 26390, s. 3., D.KFM, 44/17., D.KFM, 34/3., D.KFM, 42/43. Kırım Şer’iyye Sicilleri, 14/444. 2. ANA KAYNAKLAR VE TETKİK ESERLER Alâeddin Atâ Melik Cüveynî, Tarih-i Cihan Güşa, çev. Mürsel Öztürk, Ankara: TTK, 2013. Acar, Serkan, Kazan Hanlığı-Moskova Knezliği Siyasi İlişkileri (1437-1552), Ankara: TTK Yayınları, 2013. Altın Orda Hanlığına Ait Resmî Yazışmalar, Hazırlayanlar: A. Melik Özyetgin, İlyas Kemaloğlu, Ankara: TTKY, 2017. Altınordu Devleti Tarihine Ait Metinler, Haz. W. de Tıesenhausen, Türkçeye Çev. İsmail Hakkı İzmirli, İstanbul: Maarif Matbaası, 1941. Anonim Osmanlı Tarihi (1099-1116/1688-1704), Yayına Hazırlayan; Abdülkadir Özcan, Ankara: TTK Yayınları, 2000. Aykol, Ufuk, Müstakil Kırım Hanlığı (1772-1783), (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara, Sosyal Bilimler Ensititüsü, Tarih Anabilim Dalı, 2019. Barbaro, Josaphat, Anadolu’ya ve İran’a Seyahat, Çev. Tufan Gündüz, İstanbul: Yeditepe Yayınları, 2009. Barthold, V. V., Moğol İstilasına Kadar Türkistan, Haz. Hakkı Dursun Yıldız, Ankara: TTK Yay., 1990. Chardin, Jean, Chardin Seyahatnamesi (İstanbul Osmanlı Toprakları Gürcistan Ermenistan İran1671-1673), Çeviren: Ayşe Meral, İstanbul 2014. Ebû Abdullah Muhammed İbn Battûta Tanci, İbn Battûta Seyehatnamesi, Çeviren; A. Sait Aykut, 9.Baskı, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2019. Ebubekirov, Server, ‟Kırım Yarımadası’nda Milletler, Kavim ve Kabileler, Onların Münasebetleri ve Bu Esnada İntegrasyon Proseler (1443-1944)”, XV. Türk Tarih Kongresi (Kongreye Sunulan Bildiriler, Orta Asya-Kafkasya Tarihi), Cilt 2, Ankara: TTK Basımevi, 2010, s.481. Edigey Destanı, Hazırlayan: Rüstem Sulti, Malatya: Türksoy Yayıncılık, 1999. Emecen, Feridun M., ‟Osmanlı Hanedânına Alternatif Arayışlar Üzerine Bazı Örnekler ve Mülahazalar”, İslam Araştırmaları Dergisi, İstanbul, No. 6, 2001, s.66. Evliya Çelebi, Seyâhatnâme (VII-VIII Cilt İndeksli Tıpkıbasım), Cilt 4, Yayına Hazırlayan: Seyit Ali Kahraman, Ankara: TTK, 2013. Fazlullah Reşidüddin, Cami et Tevarih, Çev: İsmail Aka, Mehmet Ersan, Ahmad Hesamipor, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2013. Fennell, John, The Crisis of Medieval Russia (1200-1304), Londra: Longman,1983. Hamdullah Kâzvinî, Târîh-i Gûzîde, Çeviren: Mürsel Öztürk, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2018. İbnü’l-Esir, İslam Tarihi El-Kâmil Fi’t – Târih Tercümesi, C.12, Çev. Ahmet Ağırakça-Abdülkerim Özaydın, İstanbul: Bahar Yay., 1987. Kamalov, İ., ‟Altın Orda Devleti’nin Adı Üzerine” TDA, Sayı 141, 2002, s.115., Altın Orda ve Rusya (Rusya Üzerindeki Türk-Tatar Etkisi), İstanbul: Ötüken Neşriyat, 2009. Kırımlı, Hakan, ‟Rus İdaresi Dönemi Kırım”, DİA, Cilt 25, İstanbul, 1994, s.458. Koç, Dinçer, Altınorda Tarihi, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Açık ve Uzaktan Eğitim Fakültesi Yayınları, Yıl belirtilmemiş. Kurat, Akdes Nimet, Topkapı Sarayı Müzesi Arsivindeki Altın Ordu, Kırım ve Türkistan Hanlarına Ait Yarlık ve Bitikler, İstanbul: Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Yayınları, 1940. Mercani, Müstefâdü’l-Ahbâr Fi Ahvâl-i Kazan ve Bulgar, Yayınlayan: E. N. Hayrullin, Türkçeye Çeviren: M. Kalkan, Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, 2008. Moğolların Gizli Tarihi, Tercüme: Ahmet Temir, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2019. Zenkovsky, Serge A., Medieval Russia’s Epicks, Chronicles, and Tales, rev. New York: E.P. Dutton, 1974. Ötemiş Hacı, Çengiz-Nâme, Haz. İlyas Kamalov, TTK Basımevi, Ankara, 2009. Şihabeddin b. Fazlullah El-Ömerî, Türkler Hakkında Gördüklerim ve Duyduklarım (Mesâliku’l Ebsâr), Çev. D. Ahsen Batur, İstanbul: Selenge Yay., 2014. Ülküsal, M., Kırım Türk Tatarları, İstanbul: Baha Matbaası, 1980. Vernadsky, G., Moğollar ve Ruslar, Çeviren: Eşref Bengi Özbilen, 2.Baskı, İstanbul: Selenga Yayınları, 2019. Yakubovskiy, A. YU., Altın Ordu ve Çöküşü, Çev. Hasan Eren, 2. Bs., Ankara: TTK Basımevi, 2000. 23