SAYFA 06
SIYAH MAVI KIRMIZI SARI
06 RÖPORTAJ
Yıldız Teknik Üniversitesi Sosyoloji Bölümü
Başkanı Bedri Gencer,
pek medyatik olmasa
da özellikle İslâm’da
Modernleşme adlı
eseriyle modern İslâm
araştırmacılığının zirvesinde,
hem klasik, hem modern İslâm’ı
çok iyi bilen istisnaî bir ilim
adamı. Gencer’le çığır-açıcı kitabından hareketle günümüzdeki
gelişmelere de ışık tutan modern
İslâm’ın serüvenini konuştuk.
n İslâm’da modernleşme
dediğimizde yalnızca teolojik
tartışmaları kapsayan bir şey
söylediğimiz intibaı uyanıyor.
İsterseniz önce buradan başlayalım.
Cenab-ı Hakk’ın insana verdiği ilim ve amel kuvvetlerine
karşılık olarak beşerî tecrübe,
düşünüş/inanış ile üretim/yaşayış tarzı olarak iki boyuttan
oluşur. Geniş anlamda modernleşme kavramının her iki tarzdaki değişimi anlatmak üzere kullanılmasının yol açtığı karışıklık,
sekülerleşme/modernleşme ayırımıyla giderilebilir. Geniş-deskriptif anlamda sekülerleşme,
düşünüş/inanış, modernleşme
ise üretim/yaşayış tarzının değişimi demektir. Dar-normatif
anlamda sekülerleşme kutsaldan uzaklaşma, dünyevîleşme,
modernleşme ise feodalizmden
kapitalizme geçiş demektir.
n İslâm dünyası özelinde modernleşmeyi nasıl anlamalıyız?
İslâm dünyası örneğinde modernleşmeyi, kurumsal değişme,
geleneksel feodal emperyal sistemin çözülmesi, sekülerleşmeyi
ise bunun doğurduğu meşruiyet
krizini gidermek için İslâm’ı yeniden yorumlama süreci olarak
alabiliriz. Geniş anlamda bu,
Asr-ı Saadet’ten hemen sonra
başladı. Müslümanlar, daha önceki kriz durumlarında hatayı
hep kendilerinde ararlar, tedeyyünlerini sorgularlarken artık
bizzat dinlerini sorgulama noktasına geleceklerdi. Bu açıdan
modern Batı/İslâm karşılaşması
biricikti.
K
HİKMETTEN MEDENİYETE
n Peki, tafsilatına girmeden
önce size modernleşme ve sekülerleşmenin özü nedir diye
soralım…
Basitçe “inandıkları gibi yaşamayanların yaşadıkları gibi
inanır hale gelmesi”dir. Modernleşme ve sekülerleşmenin özü,
hadis ve sünnet kavramlarıyla
anlatılan nebevî ilim ile amelin
arasının açılması ve daha sonra
tedricen beşerî amelin normatileştirilerek ilim yerine geçirilmesidir. Bunu kısaca “hikmetten
medeniyete geçiş süreci” olarak
ifade edebiliriz.
n Burada hemen kitapta yaptığınız “Din Olarak Türk İslâmı”
ile “Medeniyet Olarak Arap İslâmı” ayırımı akla geliyor…
Bu ayırım, Batı’nın kendi dinini dönüştürdüğü sekülerleşme
sürecinin İslâm dünyasına uyarlanmasıdır. Katolik yorumu dünyayı anlamlandırmakta yetersiz
kalınca Hıristiyanlık, Protestanlık
tarafından 19. asırda zirveye çıkan medenileşme (civilization)
denen bir dönüşüme zorlandı.
12 EKİM 2014 PAZAR
Sünnet
fıtrata
uygun
yaşayıştır
n Küreselleşen dünyada
sünnete dönüşün ne kadar
mümkün olduğu da açıklanmaya ihtiyaç duyuyor.
Ehl-i sünnet ve cemaatin,
ahlakî, sivil İslâm’ın omurgasını bugün de Nakşibendîlik oluşturmaktadır.
Günümüzde bu çizgiyi
sürdüren Mahmud Efendi’nin irşad hareketi olmasa
belki de birçok sünnet
artık kitaplarda kalacaktı.
Ben umre için Kâbe’ye gittiğimde dünyanın dört bir
tarafından gelen Müslüman
topluluklar arasında sünnete en uygun nezih topluluğun İsmailağa cemaatinin
mensupları olduğu görünce
sünneti yaşatmaya yönelik
kararlı hareketinden dolayı
Mahmud Efendi hazretlerine içten dua ettim.
Amerikan basını tarafından
Ankara’da Hacıbayram
Câmii’nin çıkışında karşılaştıkları İsmailağa cemaati
mensubu Müslümanlar
vasıtasıyla cumhurbaşkanı
ve başbakanın IŞİD’le ilişkilendirilmesi gayreti, sivil,
tasavvufî İslâm’ı çarpıtma
girişiminin bir başka ahlaksız örneğidir.
Böylece Katoliklik, “din olarak
Hıristiyanlığın”, Protestanlık ise
“medeniyet olarak Hristiyanlığın”
temsilcisi olarak sunuldu. Dahası
medeniyet kavramı Katoliklik
içindeki Cizvit damar tarafından
icat edildiği için Protestanlık ideal
medeniyeti stratejik terakki kavramıyla ikame ederek Katolikliği
“ilerlemeye engel” olmakla suçladı. Ve kendi içindeki bu ayırımı
da “Din Olarak Türk İslâmı” ve
“Medeniyet Olarak Arap İslâmı”
ayırımıyla İslâm dünyasına yansıtarak “İslâm, ilerlemeye engeldir”
ithamına dayalı bir kültür savaşı
açtı. Şu halde Batı’nın ilerlemeye
engel İslâm’dan kasdı, Türklüğün
temsil ettiği “din=şeriat=fıkıh olarak İslâm”dı. Endülüs’te Akdeniz
medeniyetini taşımaya yarayan
“medeniyet olarak Arap İslâmı”
ise onların gözünde ilerlemeye
yatkındı. Modern oryantalizm,
bugün bile hâkimiyetini sürdüren
bu dikotomik bakış açısına dayanmaktadır.
DİN TEK KELİMEYLE
SÜNNETTİR
n Peki, bu oryantalistik bakış
açısı, İslâm dünyasını, Müslüman aydınları nasıl etkiledi?
Bunun etkisiyle ağırlıklı olarak Osmanlı aydınlarının “din
olarak İslâm”, Cemâleddîn Af-
gânî ve Muhammed Abduh gibi
Şiî ve Arap aydınların ise Protestan İslâm anlayışının kaynaklandığı “medeniyet olarak İslâm”
anlayışını benimsediklerini, bilahare 20. asırda ise bunların iki
uç ideolojik çizgiye dönüştüğünü görüyoruz. Bugün de bu sürmekte ve Protestan İslam, sivil
İslam’a karşı program yürütmektedir. Kadim anlayışa göre ilim
amelde, hadis sünnette içkin
olduğundan, din, tek kelimeyle sünnet demektir. Sünnetin
genel adı da tarikattır. Şu halde
din sünnet, dindarlık kanalı ise
tasavvuftur. Genelde tasavvuf,
özelde Hâlidî ve Gümüşhânevî
Nakşibendîlik, İslâm=sünnetin
çağımıza taşınmasında ana işlevi görmüştür. Hususen Ahmed
Ziyâeddin Gümüşhânevî; 20.
asır Türkiye’sinde İslâm’ın bekâsını onun açtığı çığıra borçlu
olduğumuzu söylemek mübalağa olmayacaktır.
MODERNLEŞME
HALA SÜRÜYOR
n Çağdaş İslâm dünyasında
sünnet olarak İslâm bilincinin
kaybının sonuçları ne oldu?
İslâm’da modernleşme, halen devam eden bir süreçtir. Bu
kaybın başlıca sonucu, İslâm
anlayışlarının “şeriat ve medeniyet olarak İslâm” şeklinde
iki ideolojik uca düşmesidir.
Genel anlamda İslâmcılık
veya siyasal İslâm’dan kasıt,
şeriatçılık denen şeriata dayalı
bir devlet kurma ütopyasıdır.
Ancak İslâmcılık, şeriatçılık ve
medeniyetçilik olarak ikiye
ayrılabilir. Şeriatçılık
sert-devrimci, medeniyetçilik ise
yumuşak-muhafazakâr ideolojiler olarak görülebilir. Mehmed
Akif ile Seyyid
Kutub birinci,
Yahya Kemal ile
Mâlik b. Nebî de
ikinci ideolojik İslâm anlayışlarının
temsilcileri olarak
anılabilir.
n Bu ayrışmanın
belirleyeni nedir
peki?
Yetişme tarzının
belirlediği ütopya tasavvurudur. Şeriatçılık dediğimiz İslâm devleti davası,
bir mekânsızlık bilincinin
doğurduğu Medine-i
Münevvere ütopyasından, medeniyetçilik dediğimiz İslâm
medeniyeti
söylemi
ise bir zamansızlık
bilincinin
doğurduğu Asr-ı
Saadet
ütopyasından
kaynaklanır.
İslamcılar, cami merkezli
kurulan şehri kaybettiler
n Din eşittir sünnet diyorsunuz ancak,
neyin sünnet neyin bid’at olduğu da bazı
çevrelerce tartışmalı…
Burada İslâmcılığın ideolojik tepkisi tasavvufa doğrudan yönelirken sünnete spekülatileştirme ve itibarsızlaştırma şeklinde dolaylı olarak yönelir. Bu tartışmalar, sünnetin
her-dem taze nebevî-fıtrî bir hayat tarzı değil, hadis=şeriat gibi bir proje olarak alındığı
ideolojik malûl bakış açısını yansıtmaktadır.
İslâmcılarda görülen bu sünnete yabancılaşma, fıtrata uygun yaşayışın ortamı ve
kanalının, câmi etrafında kurulan şehrin
ve tarikatın kaybından kaynaklanmaktadır. Bugün câmisiz bir sitede, rezidansta
yaşayan bir Müslümana sünnet olarak
misvak veya yer sofrasında yeme tavsiyesinin bir anlamı olamaz elbette.
Protestan
İslam
sivil
İslam’a
karşı
Yusuf
Genç
[email protected]
Prof. Dr. Bedri
Gencer, sahasında
yapılmış en geniş
kapsamlı çalışma olan
İslam’da Modernleşme
kitabıyla, İslam
dünyasında
Asr-ı Saadet
sonrası başlayan
modernleşme
hareketlerini
bugünkü izdüşümleri
üzerinden ele alıyor.
Sivil İslam bizzat
tasavvuftur
n Biliyorsunuz Mümtaz’er Türköne,
İslâmcılığın ölümünü ilan etmişti. Türköne’nin ‘sivil İslâm’ tarifi ile sizinkinin
arasındaki fark nedir?
Soğuk Savaş sürecinde ideolojik
salar karıştı. Dünyada Soğuk Savaş,
Türkiye’de 28 Şubat sürecinden sonra
şeriata dayalı bir İslâm devleti kurma
ütopyasını belirten İslâmcılık, genel bir
çekilme yaşadı. Bu tür bir radikalizmden dönüş, AKP’nin temsil ettiği genel
Müslüman kamuoyu ile Gülen Hareketi
gibi zıt taraların görünüşte “medeniyet
olarak İslâm” anlayışında buluşmasını
sağladı; özde değil. Din sünnet, dindarlık kanalı ise tasavvuftur dedik. Millî
Görüş hareketinin kaynaklandığı ve
AKP’nin temsil ettiği Ehl-i Sünnet ve
Cemaat İslâmının omurgasını oluşturan
tasavvufî-Nakşibendî hareket, bizzat
sivil İslâm demektir.
ŞEYH-ÜMERA İLİŞKİSİ
n O halde AK Parti, sivil İslam tanımınızda konumlanıyor…
Buna göre AKP’nin resmen benimsediği, İslâmcılıktan feragati ifade eden
muhafazakârlığın dayandığı “medeniyet olarak İslâm” anlayışı, özünde sivil,
tasavvufî İslâm anlayışına dayanmak-
tadır. İslâm medeniyeti söylemi, AKP
siyasetinin İslâm dünyasına bakan dış
yüzünü oluşturmakta, buna karşılık iç
siyaseti, “sünnet olarak İslâm”ı yaşatan tasavvufî anlayışa dayanmaktadır,
dayanmalıdır. Şeyh Edebâli-Osman
Gazi, Gümüşhânevî-II. Abdülhamid,
Kotku-Erbakan örneklerinde görülen
meşâyıh/ümerâ ilişkisi, bugün Ustaosmanoğlu-Erdoğan ilişkisinde devam
etmektedir. Buna karşılık güya siyasal
İslâm’a karşı “İslâm medeniyeti” anlayışını temsil eden sivil İslâmî hareketler,
özellikle Soğuk Savaş sonrasında
ivme kazanan “Protestan İslâm”
projesinin gizli araçları olarak gerçek sivil-tasavvufî İslâm’a karşı
mücadele etmektedir. Şu halde
gerçek sivil İslâm, sünnî=tasavvufî İslâm, sahte sivil İslâm ise
“medeniyet olarak” Protestan İslâm’dır. Carbonaristik
yöntemlerle devletleri ele
geçirmek için kurulmuş
örgütleri “sivil dinin
temsilcileri” olarak
sunmak, hakikati
tersyüz etmenin
traji-komik bir
örneğidir.
‘Modernleşme
hala sürüyor’
diyen Gencer’e göre,
IŞİD üzerinden ‘siviltasavvuf İslam’ı hedef
alınıp çarptırılmak
isteniyor.
FOTOĞRAF: SEDAT ÖZKÖMEÇ