NEŞÂTÎ DİVANI'NDA SÖZ KALIPLARI
Ömer SAVRAN ∗
ÖZET
Bu çalışmada, döneminin gazel ustaları arasında sayılan Neşâtî'nin şiirlerinde görülen
atasözleri, veciz ifadeler ve deyimler örnekleriyle sunulmuştur. Şair, günlük konuşmadan ve halk
dilinden alınma diyebileceğimiz, kültürümüzü taşıyan bu söz kalıplarını, içinde bulunduğu
edebiyat anlayışının müsaade ettiği ölçüde, şiirlerinde yansıtmaya çalışmıştır. Ortaya koyduğumuz
dil malzemesi, Neşâtî'nin şahsında, XVII. yüzyıl divan şairlerinin düşünce, sanat anlayışı ve değer
ölçüleri hakkında bir fikir verebilecektir.
Anahtar Kelimeler: Neşâtî, atasözleri, veciz ifadeler, deyimler, XVII. Yüzyıl.
SAYINGS IN NESHATI’S DIVAN
ABSTRACT
In this study, the proverbs, sayings and idioms seen at divan of Neshati, who is shown as
one of the masters of gazel at his own period, are presented with the examples. The poet in his
poems tried to reflect the expressions that can be part of daily speaking and folk literature with
respect to the understanding of art of classical poems. It is believed that the language materials
given provides information about thoughts, understanding of art and measure values of poets of
the century of XVII with the help of the poems of Neshati.
Key words: Neshati, proverbs, sayings, idioms, century of XVII.
Giriş
Döneminin, bilhassa gazel nazım şeklinin usta şairleri arasında kabul edilen Neşâtî'nin
(ö.1674) asıl adı Ahmet'tir. Kaynaklarda, şairin önce "Semendî" mahlasını kullandığı daha sonra
ise, devrin şeyhülislâmı tarafından kendisine "Neşâtî" mahlası verildiği nakledilir. 1 Mevlevîliği ile
bilinen şair, Edirne Mevlevîhânesi şeyhliğine kadar yükselir ve bu görevde iken vefat eder. 2
Sağlam bir dile ve zarif bir üsluba sahip olan şairin şiirlerinde titiz bir sanatkârın derinliği
ve duygulu ifadesi görülür. Hayal inceliği, lirizm, samimiyet ve zarafeti onun şiirlerinin başta
gelen özelliklerdendir. 3 Diğer taraftan Neşâtî’nin şiirlerine bakıldığında en çok samimî bir eda ile
aşkı terennüm etmiştir, denilebilir. 4
Neşâtî'nin yaşadığı XVII. yüzyıl, Türk Edebiyatı’nın hemen her dalında olduğu gibi,
şiirde de en gelişmiş yüzyıllarından biridir. Bu devir şairlerinin üslûbu, genel olarak ince ve
naziktir. Yabancı kelimeler ve uzun tamlamalar, çok kullanılmıştır. Sözün güzelliği yanında,
anlamda derinlik ve hayallerde genişlik aranması; mübalâğa, tezat ve telmih gibi edebî sanatların
çok kullanılması, yine bu dönem şiirinin özelliklerindendir.
Asrın şairleri, şiirlerini kısaltmaya ve söylemek istediklerini öz ve manaca zengin sözlerle
anlatmaya özen göstermişlerdir. Sayılan bu özellikler, aynı zamanda XVII. yüzyıl edebiyatına
büyük etkileri olan ve divan şairlerinin bir kısmı tarafından kullanıla gelen Sebk-i Hindî'nin de
∗
Yrd. Doç. Dr., Harran Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, (
[email protected]).
Mustafa Safâyî, Nuhbetü’l-âsâr min fevâ’idi’l-eş‘âr,(Haz. Pervin Çapan), Atatürk Kültür Merkezi Yay., Ankara 2005, s.
595.
2
İsmail Ünver, Neşâtî, Kültür Bakanlığı, Ankara 1986, s.8.
3
TDV. İslam Ansiklopedisi Neşâtî mad., (Bayram Ali Kaya), İstanbul 2007, c. 33, s. 18-19.
4
Şairin, söz dağarcığını incelemek amacıyla "Şiirin Sesi, Toplumun Şarkısı" adlı eserdeki başlıklardan yararlanılarak
oluşturulan tabloya göre divanda geçen kelimelerin kullanım sıklığı ile ilgili şunları söyleyebiliriz: On bir başlık altında,
toplam 7829 kelime ortaya çıkmıştır. Toplam sayıya göre bu başlıkların dağılım yüzdesi şu şekilde oluşur: "Kişi % 16.3,
Dünya % 13.3, Bahçe % 12.5, Aşk %12.4, Acı %11, Evren % 8, Meclis % 7.8, Tasavvuf % 6.4, Otorite % 5, Zaman %4.7,
İslam % 2.6 " . 30'dan fazla tekrar edilen kelimelerin listesine bakıldığında ise ilk üç sırayı; dil (gönül) 330, âlem 160 ve
ışk (aşk) 116 alır. Bkz. Ömer Savran, Neşâtî Divanı'nın Tahlili, Pamukkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü:
Basılmamış Doktora Tezi, Denizli 2003, s. 41.
1
1330
Ömer SAVRAN
vasıflarındandır. 5 İşte Sebk-i Hindî akımının temsilcilerinden biri olan Neşâtî, bağlı bulunduğu bu
hareketin de etkisiyle, yer yer Arapça ve Farsça kelimelerden oluşan uzun, zincirleme izafet
terkiplerini de kullanmıştır. Şair; mana inceliği, hayallerin genişliği, sözün kolay anlaşılır
olmaktan uzaklaşması hedeflerini gerçekleştirmek için, çeşitli terkiplere başvurmuştur.
Bunlara örnek olarak 6 , şairin şiirlerinde dörtlü izafet terkipleriyle yapılmış "zamân-ı
mâtem-i şehzâde-i zî-şân-ı Ekrem, 7 berk-ı hırmen-sûz-ı baht-ı cân-ı a'dâ, 8 fürûg-ı neyyir-i ikbâl-i
âsaf-ı Ekrem" 9 örneklerini vermek mümkündür.
Divanda üçlü ve ikili izâfet terkibi ile yapılmış tamlamaların sayısı da oldukça fazladır.
Bunlardan üçlülere "der-i saâdet-i şâh-ı rüsül (Peygamberler sultanının saadet kapısı), 10 şeh-suvârı 'arsagâh-ı kişver-i dâniş, 11 (ilim ülkesi meydanının en iyi ata binicisi) şem'-i ciger-suhte-i şâm-ı
niyâz" 12 (niyaz akşamının ciğeri yanmış mumu) ve ikili tamlamalara "nihâl-i kâmet-i mevzûn
(ölçülü boy fidanı), 13 külbe-i ahzân-ı Ya'kûb" 14 (Yakubun hüzün kulübesi) örneklerini verebiliriz. 15
Bu devir sanatçılarının şiirlerinde görülen diğer bir özellik de hikmetli söz söyleme
anlayışıdır. Neşâtî'nin aşağıdaki beyitlerini, Nâbî ve diğer Sebk-i Hindî şairlerinde de gördüğümüz
"hikmet-âmîz" (hikmetli, hikmeti içine alıcı) söyleyişler olarak değerlendirebiliriz:
“Sakın safâyıla işrâk-ı dilden ayrılma
Ne lâzım 'ârif isen güftü-gûy-ı meşşâ'în” (K/1-14)
(Sakın gönül berraklığıyla kalbi parlatmadan ayrılma. Eğer arifsen, derslerini gezinerek
veren Aristo felsefesi takipçilerinin dedikodusu sana lâzım değildir.)
"Gevher-i zâtuñı bil kân-ı vücûduñ fehm it"
Bahs-ı bîhûde-i mâhiyyet-i eşyâ nice bir (K/26-16)
(Zatının cevherini bil, varlığının kaynağını anla. Eşyanın mahiyetini boş yere tartışma
konusu, daha ne zamana kadar devam edecek?)
“Lutfıyla edânîdür olan şâd sipihrün
Elbetde hüner ehli olur mugber-i ‘âlem” (K/20-35)
(Feleğin bağış ve iyiliğiyle sevinenler, alçaklardır. İlim ve sanat sahipleri elbette dünyaya
küskün olurlar.)
“Kâm-ı dünyâyı Neşâtî gibi nâ-çîz gören
Devlet-i ‘ışkda her vech ile kâm-âver olur”(G/27-5)
(Dünyanın isteklerini Neşâtî gibi çok küçük gören, aşk, nimet ve saadeti içinde her
yönden muradına erişir.)
Neşâtî'nin edebiyatımızdaki asıl önemli yönü, gazellerinde "Sebk-i Hindî"yi yansıtma
başarısıdır. Şair, Sebk-i Hindî özelliklerini başarıyla uygulamış; anlamı gazelin bütününe yaymaya
çalışmış; âhenk ve hayal zenginliğiyle birlikte duyuş inceliğini de yakalayıp mahlasına uygun,
neşeli bir aşkı terennüm etmiştir. Bu sebeple o, Vecdî'yle birlikte bu tarzın üstadı kabul edilir. 16
Onun "Şevkuz ki dem-i bülbül-i şeydâda nihânuz/ Hûnuz ki dil-i gonca-i hamrâda nihânuz"
beytiyle başlayan gazeli, tasavvufî his ve heyecanlarını tasvir eden en güzel örneklerdendir. 17
Sebk-i Hindî akımına bağlı şairler, az sözle çok şey anlatmaya çalıştıkları için, fazla sözden
Haluk İpekten, Nâilî, Hayatı, Sanatı, Eserleri, Akçağ Yay. , Ankara 1999, s. 60; Hatice Aynur, vd., Sözde ve Anlamda
Farklılaşma, Sebk-i Hindi, (29 Nisan 2005 Bildiriler), Turkuaz, İstanbul 2006;
Ali Fuat Bikan, “Sebk-i Hindi
Çalışmaları”, Literatür Dergisi, (Eski Türk Edebiyatı I), Bilim Sanat Vakfı, S.9, İstanbul 2007, s. 359-387.
6
Şairin şiirleriyle ilgili atıflar, Mahmut Kaplan tarafından hazırlanan Neşâtî Divanı, Akademi Kitabevi, İzmir 1996 adlı
esere aittir.
7
K/5-I/2.
8
K/18-10.
9
K/21-9.
10
K/1-18.
11
K/13-10.
12
G/56-2.
13
G/68-1.
14
K/10-10.
15
Savran, s. 30.
16
Esrar Dede, Tezkire-i Şu‘arâ-yı Mevleviyye, (Haz. İlhan Genç), Ankara 2000, s. 484.
17
Nihad Sami Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, MEB. Yay., İstanbul 1979,
5
c. II, s.666.
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
and History of Turkish or Turkic
Volume 2/4 Fall 2007
1331
Neşâtî Divanı'nda Söz Kalıpları
kaçınarak veciz ifadelere başvurmuşlardır. Neşâtî Dîvânı’nda “îcazlı” veya “veciz” olarak
nitelendirebileceğimiz beyitlerin sayısı da az değildir. Dikkat edilirse, nakledeceğimiz örnekler,
bazen bilgece bir fikri, hayata, tabiata ve aşka dair bir görüşü, bazen ahlâkî bir tavrı, tenkit yahut
tavsiyeyi içine almaktadır:
“Hem âfet-i dil hem sebeb-i râhat-ı cândur
Uymaz hele birbirine etvâr-ı mahabbet”
(G/14-3)
(Sevgi ve dostluğun tavırları birbirine uymaz. Bunlar hem gönlün felâketi, hem de canın
rahatına vesiledir.)
“Âvâre dil ki kendi gibi bî-karâr arar
Râz-ı derûnın açmaga bir gam-güsâr arar” (G/19-1)
(Kararsız gönül kendisi gibi bir kararsız arıyor. Gönül sırrını açmak için gamı, kederi
giderecek bir dert ortağı arıyor.)
“Şikâyet eylemezüz çarhdan Neşâtiyâ biz
Ne gelse cânib-i Perverdigârdan bilürüz” (G/55-5)
(Ey Neşâtî, biz felekten şikâyet etmeyiz. Ne gelirse, onu Allah tarafından biliriz.)
“Tâ ezelden bezm-i hâs-ı 'ışka mahremdür gönül
Hem şarâb-ı cân-fezâ hem cân hem Cemdür gönül” (G/82-1)
(Gönül ta ezelden aşkın has meclisinin sırdaşıdır; hem cana can katan şarap, hem can,
hem de Cem’dir.)
“Yek-rengi-i mahabbeti gör kim Neşâtiyâ
Âşık sitemle pür-gam iken yine şâd olur” (G/31-5)
(Ey Neşâtî, sevgi ve dostluğun şu tek renkli oluşunu, yani doğruluğunu gör ki, âşık sevgilinin- zulüm, eziyet ve çıkışması yüzünden gam dolu iken, yine neşeli olur.)
“Misâl-i çeşm-i bütân nergis-i çemen mahmûr
İçen bu bâde-i mahmûr içmeyen mahmûr” (G/37-1)
(Yeşillikteki nergis, put gibi güzel dilberlerin gözleri gibi baygındır. Bu içkiyi içen de
mahmur, içmeyen de mahmurdur.)
“İtdük o kadar ref‘-i ta'ayyün ki Neşâtî
Âyîne-i pür-tâb-ı mücellâda nihânuz” (G/50-7)
(Ey Neşâtî, biz meydana çıkıp belli olmayı o kadar ortadan kaldırdık ki, cilâlı parlak
aynada bile görünmeyiz.)
“Halkdan kat'-ı 'alâka eyleyüp 'ankâ gibi
Bir kanâ'at kûşesinde âşiyân itmek gerek” (G/78-2)
(İnsanlardan alâkayı kesip anka gibi bir kanaat köşesinde yuva yapmak lâzımdır).
“Semender-meşreb olmak şu'le-nûş olmak gerek 'âşık
'Aceb mi eylese dâ'im şererden dânesin bülbül”
(G/81-3)
(Âşığın semender tabiatlı ve alev içici olması gerekir. Bülbül, tanesini daima
kıvılcımlardan yapsa, buna şaşılır mı?)
“Gitdün ammâ ki kodun hasret ile cânı bile
İstemem sensüz olan sohbet-i yârânı bile” (G/122-1)
(Gittin ama cânı bile hasretle bıraktın. Sensiz olan dost sohbetini bile istemem ben.)
“Bâga sensüz bakamam çeşmüme âteş görinür
Gül-i handânı degül serv-i hırâmânı bile” (G/122-3)
(Bağa sensiz bakamam, o bağın gülen gülü değil, eda ile salınan servisi bile gözüme ateş
gibi görünür.)
Atasözleri
Atasözleri ve deyimler “deyiş güzelliği”, anlatım gücü, kavram zenginliği gibi yönleriyle
her lisanda bulunan “dil yapıları”dır. 18 Gerek sözlü gerekse yazılı kültür yoluyla günümüze kadar
ulaşan bu yapılar edebiyatın yanında sosyoloji, psikoloji, tarih, ahlak, folklor… gibi birçok disiplin
açısından da önemli bir veri niteliğindedir.
18
Ömer Asım Aksoy, Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü 1 (Atasözleri Sözlüğü), İnkılap Yayınevi, İstanbul 1995, s. 13.
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
and History of Turkish or Turkic
Volume 2/4 Fall 2007
1332
Ömer SAVRAN
Şiirlerinde atasözlerine ve deyimlere yer verme yönüyle Yunus Emre, Necâtî Bey, Hayâlî
Bey, Bâkî, Karacaoğlan, Âşık Ömer, Dadaloğlu gibi şairlerimizin biraz daha ön plana çıktığını
söylemek mümkündür. Bu isimlerden özellikle dikkati çeken Yunus Emre ve Necâtî’dir. “Şiirde ve
Halk Dilinde Atasözleri ve Deyimler” 19 adlı eserde, bu iki şairle ilgili şu bilgi verilir: “Yunus’un
her yüz beytinden kırk ikisinde bir deyim olduğu gibi, divanının her yüz kelimesinde(n) on
kelimesi deyimdir. Necati Bey’e gelince, bu oranlar yüzde yirmi altı ile altıdır.”
Bilindiği gibi divan şairleri; şiirdeki tek düzeliği, “tumturaklı kelimelerden sanat inceliği
kurarak yenmeğe” çalışmışlardır. Bazı şairler ise, divan şiirinin sıkı kurallarını aşmak ve
ifadelerinde içtenliği sağlayabilmek için, eserlerinde günlük konuşma dilinden alınmış sözlere de
yer vermişlerdir.
Neşâtî divanında, Necâtî gibi manzumelerinde atasözlerini kullanan divan şairlerinde
gördüğümüz "meseldür", "söylenir" gibi ifadelere yer verilmediği için, atasözü değerindeki
ifadelerin tespiti zorlaşmaktadır. Atasözleri ile ilgili örnekler, yukarıda da ifade edilen sebeplere
bağlı olarak ihtiyatla sunulmuştur.
Neşâtî’ye ait şu beytin ilk mısraı, "Para ile imanın kimde olduğu bilinmez" 20
atasözümüzü, ikinci mısraı ise “Dost kara günde belli olur” 21 atasözümüzü hatırlatmaktadır:
“Yahşi günde bilmek olmaz kim diyânet kimdedür
Yahşi yoldaşı yaman gün imtihân itmek gerek” G/78-3
(İyi günde dindarlığın kimde olduğunu bilmek mümkün değildir. İyi yoldaşı kötü günde
tecrübe etmek gerekir.)
Neşâtî, “taleb” redifli bir gazelinde aşkın temiz yardımı hızla gelip yetiştiği takdirde
insanın muradına süratle ermesinin de mümkün olduğunu, menzile ermek için mutlaka “aheste”
gitmenin gerekmediğini şöyle belirtmektedir:
“Eylesün ‘ışk hemân himmet-i pâkin der-kâr
İrişür menzile elbetde tekâpû-yı taleb”
(G/6-4)
(Aşk, mübarek yardımını derhal belli etsin, -işte o zaman- isteğin telâşla koşması, menzile
ulaşır).
Şairin burada “Acele ile menzil alınmaz” atasözünde dile getirilen fikre itiraz ettiği ve
cevap verdiği söylenebilir.
Nakledeceğimiz şu beyit ise, “Mühür kimdeyse Süleyman odur.” 22 atasözümüzü
hatırlatacak mahiyettedir:
“Olmaz mı milk-i dilde Süleymânlık eylemek
Girmez kalur mı destimüze hâtem-i neşât” (G/65-4)
(Gönül ülkesinde Süleymanlık etmek mümkün değil mi? Acaba sevinç mührü elimize
girmeden mi kalacak.)
Aşağıda nakledeceğimiz bir beytinde (G/19-1) gönül sırrını açacağı bir dert ortağı
aradığını söyleyen şair, şu mısralarında ise, kendisine sırrını açıklamaktan sakınmayı ve gizlice
inlemeyi tavsiye ediyor:
“İfşâ-yı râzdan hazer eyle Neşâtiyâ
Derd ehlinün figân ile âhı nihân olur”
(G/28-5)
(Ey Neşâtî, sırrını açıklamaktan sakın. Dert sahiplerinin feryat ve ahı gizli olur.)
Şairin kendisine ettiği sakınma telkininin sebeplerinden biri de denebilir ki, hususî
hayatına ait bir sırrın, duyulup yayılması, halk arasında tenkit, dedikodu ve eğlence konusu hâline
gelmesi endişesidir. Bu bakımdan, anılan beyitte “Sırrını açma dostuna (dostunun dostu vardır) o
da söyler dostuna” 23 atasözümüze işaret edildiği söylenebilir. Nitekim şair, şu beyitte açılmamış
çiçeğin sırrını el âlemden gizlemek gerektiğini, riyasız âşığın, bağrını -goncanın kalbi gibi- kan
etmesi lâzım geldiğini belirtiyor:
19
Kemal Eyüboğlu (On Üçüncü Yüzyıldan Günümüze Kadar) Şiirde ve Halk Dilinde Atasözleri ve Deyimleri 2, Doğan
Kardeş Matbaacılık Sanayi A.Ş., İstanbul 1975, c. 2, s. IX.
20
Aksoy, s. 412, No: 2148.
21
Aksoy, s. 248, No: 998.
Aksoy, s. 350.
23
Aksoy, 380.
22
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
and History of Turkish or Turkic
Volume 2/4 Fall 2007
1333
Neşâtî Divanı'nda Söz Kalıpları
“Goncenüñ sırrın kişi ilden nihân itmek gerek
'Âşık-ı yek-reng olan bagrını kan itmek gerek”
(G/78-1)
(Goncanın sırrını el âlemden gizlemek gerekir. Riyasız, doğru dürüst âşık olan kişinin
bağrını kan etmesi lâzımdır.)
Neşâtî’nin şu beytinin “Yarım hekim candan eder, yarım hoca dinden eder” atasözümüzü
hatırlattığı söylenebilir:
“Derdi her yirde izhâr eylemek mümkin degül
Derdi bir derd ehline şerh (ü) beyân itmek gerek”(G/78-4)
(Derdi her yerde açıklamak mümkün değildir. Derdi bir dert sahibine veya derdi tedavi
konusunda maharetli olan bir kimseye açıklamak ve anlatmak gerekir.)
Deyimler
Şairlerin, şiirlerinde akıcılığı sağlamak için başvurdukları yollardan biri de deyimlerdir.
“Bir kavramı, bir durumu ya çekici bir anlatımla, ya da özel bir yapı içinde belirten ve çoğunun
gerçek anlamlarından ayrı bir anlamı bulunan kalıplaşmış sözcük topluluğu ya da tümce” 24 diye
tanımlanan bu söz kalıpları, şairler tarafından anlatım gücünü artırmak için başvurulan yollardan
biridir. Neşâtî’nin manzumelerinde halk dilinde yaygın olarak kullanılmadığı için “garip”
sayılabilecek kelime ve uzun terkiplerin yanında, "ayagı yere bas(ma)mak, 25 göğsünü germek, 26
düşünde görmek 27 gibi halk dilinden gelen ifadelerin sayısı da az değildir. Onun divanında halk
dilinden alınma sözler olarak değerlendirebileceğimiz deyimlerin geçtiği pek çok mısraa
rastlanmaktadır. Bu durum, şairin günlük hayatta yer alan deyimler vasıtasıyla konuşma diline
yaklaşma çabası olarak değerlendirilebilir. Neşâtî'nin şiirlerinde görülen deyimlere, şu örnekleri
verebiliriz:
Ateş bırakmak:
Alevzâr oldı her bir dil tutuşdı ser-be-ser 'âlem
'Aceb âteş bırakdı çarh-ı zâlim cân-ı dünyâyâ (K/5-IV/4)
(Her bir gönül alev yeri oldu, âlem baştanbaşa yandı tutuştu. Zalim felek, dünyanın
canına ne acayip bir ateş bıraktı.)
Neşâtî gel yeter âteş bırakdun hırmen-i sabra
Hırâş-ı cevr ile cân u dili pür-ıztırâb itdün (K/5-V/2)
(Neşâtî, gel, yeter, sabır harmanına ateş bıraktın. Tırmalayıcı eziyetle can ve gönlü
ıztırapla doldurdun.)
Bir 'aceb âteş bırakdun hâne-i cân u dile
Hânmân-ı 'akl u sabrı cümle sûzân eyledün (K/17/II-3)
(Can ve gönül evine öyle acayip bir ateş bıraktın ki, akıl ve sabrın ocağını yaktın.)
Ayağı yere bas(ma)mak:
Zâhid ayagı yir mi basar şimdi Neşâtî
Mey rîhte bin pâre yatur câm şikeste (G/123-5)
(Neşâtî! İçki dökülmüş, kadeh kırılmış, bin parça hâlinde yatmakta. Sofunun ayağı şimdi
yere mi basar.)
Ayağına yüz sürmek:
Hazret-i Pâşâ-yı Ahmed-nâm kim ta'zîm ile
Pâyına yüz sürmege Behmen ya Dârâdur gelen (K/18-6)
(Ahmed Paşa hazretleri ki onun ayağına saygı ile yüz sürmek için gelen, eski İran
hükümdarlarından Behmen veya Dârâ’dır.)
Bağlar ser-i râhın yine âdâb-ı mahabbet
24
Aksoy, s. 52
G/123-5.
G/72-4.
27
K/24-7.
25
26
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
and History of Turkish or Turkic
Volume 2/4 Fall 2007
1334
Ömer SAVRAN
Dil pâyuna yüz sürmek içün âb da olsa (G/121-3)
(Gönül, ayağına yüz sürmek için su olsa da sevginin adabı, onun yolunun başını bağlar.)
Bahtı açılmak:
Bahâr irdi yine ezhârı açdı bâd-ı nevrûzî
'Aceb mi ger açılsa bülbülün de baht-ı fîrûzı (G/126-1)
(Bahar geldi, nevruz rüzgârı yine çiçekleri açtı. Bülbülün de mutlu bahtı açılsa, şaşılır
mı?)
Can atmak:
Kasîdem 'işve-ger bir dil-rübâ-yı pâk-tal'atdur
Ki tîr-i nâzına cân atmada üstâd-ı Kâşânî (K/13-33)
(Kasidem, işveli bir temiz yüzlü dilberdir ki, onun naz okuna Kâşanlı üstad –
Muhteşem-i Kâşânî- can atmadadır.)
Germden Kays’un murâdı gûsfendân olmaga
Cân atardı şevk ile bî-çâre kurbân olmaga (G/103-4)
(Kaysın dileği, hararetten dolayı koyunlar gibi olmaktı. Zavallı, kurban olmak için şevkle
can atardı.)
Derde düşmek:
Devâ-yı derd-i dil kim hokka-i la'lindedür yârün
Şifâ ümmîd idüp bî-çâre 'âşık düşmesün derde (G/102-2)
(Gönül derdinin ilâcı, sevgilinin kırmızı hokkayı andıran ağzındadır. Zavallı âşık şifa
umup derde düşmesin.)
Düşünde görmek:
Düşinde görmedi Cem böyle devri 'ömrinde
Bu zevki bezm-i safâda Sikender itmedi yâd (K/24-7)
(Cem, böyle devri ömründe düşünde bile görmedi. Bu zevki, eğlence meclisinde İskender
dahi hatırlamadı.)
El çekmek:
O rind-i pâk-dil kim dâmen-i dünyâdan el çekmiş
Fenâ-yı dehri tuymış hâhiş-i bî -câdan el çekmiş (G/62-1)
(Dünyanın eteğinden el çeken o temiz kalpli rint, âlemin fâniliğini duymuş, yersiz
isteklerden el çekmiş.)
El üstünde tutmak:
Dâ'im el üzre tutar mıydı Neşâtî rindân
Olmasa şevk-fiken gussa-şiken peymâne (G/120-5)
(Ey Neşâtî, eğer kadeh neşe verici ve keder giderici olmasaydı, rintler onu el üstünde tutar
mıydı?)
El vermek:
El virmedi mekkâre-i dünyâ diyü iy dil
Âvâre olup eyleme izhâr-ı telâşî ' (KI/I)
(Ey gönül, şu aldatıcı dünya, fırsat vermedi diye, perişan olup telâş gösterme.)
Eli er(me)mek
İrmez elümüz mîve-i vasla dil-i zârun
Dâmân-ı niyâz-ı keder-encâmı tehîdür (G/21-2)
(Kavuşma meyvesine elimiz ermez; ağlayıp inleyen gönlün, sonu keder olan niyaz eteği
boştur.)
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
and History of Turkish or Turkic
Volume 2/4 Fall 2007
1335
Neşâtî Divanı'nda Söz Kalıpları
Eteğine yüz sürmek:
İstemez yüz sürdügüm dâmânına bâ'is 'aceb
Eşk-i hûn-âlûd-ı dîde hâr-ı müjgânum mıdur (G/35-2)
(Eteğine yüz sürmemi istemiyor. Acaba bunun sebebi, gözümün kanla karışık yaşı,
kirpiklerimin dikeni midir?)
Göğüs germek:
Çak böyle neden yâre turup gögsüni germek
Var ise yakındur senün iy mihr zevâlün (G/72-4)
(Ey güneş, sırf böyle sevgiliye karşı göğsünü gerişin varsa, senin yerinden ayrılıp gitmen
yakındır!)
Gönül bağlamak:
Bir gonceye dil baglayamaz oldı Neşâtî
Sen lâle-ruhı seyr ideli şengül içinde (G/119-5)
(Neşâtî sen lâle yanaklıyı neşe içinde seyredeli, hiçbir goncaya gönül bağlayamaz oldu.)
Gözden geçirmek:
Âlemi gözden geçür hem-dîde ol hurşîd ile
Olma dil-beste yine ammâ cihânun nakşına (G/124-2)
(Güneşle birlikte görüp âlemi gözden geçir. Ama yine de dünyanın hilesine aldanma.)
Hevaya uymak:
Gönül hevâya uyup ârzû-yı gurbete düşmiş
Reh-i safâ diyerek hârzâr-ı hayrete düşmiş (G/58-1)
(Gönül, nefsinin isteğine uyup gurbete çıkma arzusuna düşmüş. Safa, sevinç, kedersizlik
yolu diyerek hayret çalılığına düşmüş.)
İçi dışı bir olmak:
“Biz kim misâl-i şîşe-i mey pâk-meşrebüz
Birdür hemîşe bizüm derûn u bîrûnumuz” (G/54-2)
(Biz, içki şişesi gibi temiz tabiatlıyız. Bizim içimiz dışımız, daima birdir.)
İnsafa gelmek:
Hemîşe tâ ki gelüp çarh gâhi insâfa
Cihânı eyleye câm-ı keremle 'ayş -âbâd (K/24-39)
(Ta ki felek bazan insafa gelip dünyayı daima kerem kadehiyle içilen bir yer etsin!)
Kan ağlamak:
Dirîg ol dem niçün kan aglayup ebr-i siyeh gamla
Cihânun olmaya her sengi bir yâkût-ı rummânî (K/5-II/7)
(Eyvah, o zaman kara bulut niçin gamla kan ağlayıp da dünyanın her taşını en değerli
yakut haline getirmedi.)
Yâd idüp lutfun Neşâtî derd ile kan aglasun
Bu du'âyı eyleyüp vird-i zebân her subhgâh (K/17/IV-6)
(Neşâtî, bu duayı her sabah vakti diline dolayıp lutfunu hatırlayarak dertle kan ağlasın.)
Karalar bağlamak (Siyahlar giymek):
Çıkup dûd-ı derûn-ı ehl-i mâtem evc-i gerdûna
Siyehler geysün 'âlem şâm-ı hasret âşikâr olsun (K/5-III/3)
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
and History of Turkish or Turkic
Volume 2/4 Fall 2007
1336
Ömer SAVRAN
(Matem sahiplerinin gönül dumanı, göğün en yüksek noktasına çıkıp âlem karalar
bağlasın, hasret akşamı belli olsun.)
Kendini bilmek:
Sen iken mazhar-ı kül nüsha-i esrâr-ı ezel
Yine sen bilmeyesin kendüñi hayfâ nice bir (K/26-10)
(Sen, bütünün mazharı, ezel sırlarının nüshası olduğun hâlde, yine kendini bilmeyeceksin.
Yazık! Bu kendini bilmezlik ne zaman kadar devam edecek.)
Kıyamet kopmak:
Ne da'vâ kim kopa nev bir kıyâmet dahı ol demde
Gele bir mertebe meydân-ı mahşer şûr u gavgâya (K/5-IV/8)
(Bu nasıl bir iddia ki, o anda yeni bir kıyamet daha kopsun da şamata ve savaşa mahşer
meydanı bir derece gelmiş olsun.)
Kulak tutmak:
Tut zemzeme-i nâya Neşâtî gibi gûşun
Gör hâlet-i keyfiyyet-i esrâr-ı elesti (G/128-5)
(Neşâtî gibi neyin nağmesine kulak ver de elest sırlarının hâlinin nice olduğunu gör.)
Külâhını göğe (havaya) atmak:
Atsa bin şevk ile arşa külehin mihr ile mâh
İtse kuhsâra felek şîve-i raksı ta'lîm (K/9-6)
(Güneşle ay bin şevkle külâhını arşa atsa, felek raks etme şeklini dağa öğretse!..)
Mekân tutmak:
Turfadur hâli dilün 'akl ile olmaz idrâk
Ki süveydâda mekân tutmış iken bî-câdur (K/22-3)
(Gönlün hâli tuhaftır, akılla anlaşılmaz… Zira o, kalbin ortasında mekân tutmuş olduğu
hâlde yersizdir.)
Mest etmek:
Benüm kim her sözüm bir câm-ı pür-sahbâ-yı ma'nâdur
N'ola mest itse rûh-ı pâk-i Nef'î-yi suhan-dânı (K/13-32)
(Benim her sözüm, mana şarabıyla dolu bir kadeh gibidir. Güzel söz söyleyen Nef’î’nin
temiz ruhunu mest etse, şaşılır mı?)
Mest olmak:
Gönül ki câm-ı mahabbetle mest olup kalmış
Temâm cur'a gibi hâke pest olup kalmış (G/61-1)
(Gönül, sevgi kadehiyle mest olup kalmış. Tam kadehin dibindeki tortu gibi toprağa
düşüp kalmış.)
Takat getirmek:
Bir nigâh-ı gamzeye tâkat getürmezken gönül
Günde bin tîr-i cefâya sînedâr olmak da güç' (G/16-3)
(Gönül bir gamzenin bakışına güç yetiremezken, günde bin eziyet okuna karşı göğüs
germek de zor.)
Yüz sürmek:
Kâm-bahşâ sen o şehsin ki olur bî-şübhe
Yüz süren dergehüne nâ'il-i sad gûne murâd
(K/7-22)
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
and History of Turkish or Turkic
Volume 2/4 Fall 2007
1337
Neşâtî Divanı'nda Söz Kalıpları
(Ey isteği lutf eden, şüphesiz sen, eşiğine yüz sürenin yüz çeşit murada erdiği bir
sultansın.)
Temeddüh tâ-be-key vakt-i du'âdur iy Neşâtî gel
Ko lâfı sür yüzün bin cân ile dergâh-ı Mevlâyâ (K/10-49)
(Ey Neşâtî, bu övünme ne zamana kadar sürecek? Gel, artık dua etme zamanıdır. Lâfı
bırak, Allah’ın huzuruna bin canla yüzünü sür.)
Sonuç
Bu çalışmamızda, XVII. yüzyılda yaşamış Mevlevî şairlerimizden Neşâtî'nin, şiirlerinde
görülen atasözleri, veciz ifadeler ve deyimleri örnekleriyle sunmaya çalıştık. Şair, klâsik şiirimizin
sanat anlayışına bağlı kalarak, günlük konuşmadan ve halk dilinden alınma diyebileceğimiz
kültürümüzü taşıyan bu söz kalıplarını, içinde bulunduğu edebiyat anlayışının müsaade ettiği
ölçüde şiirlerinde yansıtmaya çalışmıştır. İncelememizle, hem şairin içinde yaşadığı yüzyılın şiir
ve sanat anlayışı hem de o dönemin düşünce, anlayış ve değer ölçüleri hakkında, az da olsa, bir
bilgi verdiğimize inanmaktayız.
KAYNAKÇA
Ali Fuat Bikan, “Sebk-i Hindi Çalışmaları”, Literatür Dergisi, (Eski Türk Edebiyatı I), Bilim
Sanat Vakfı, S.9, İstanbul 2007.
Esrar Dede, Tezkire-i Şu‘arâ-yı Mevleviyye, (haz. İlhan Genç), Ankara 2000.
Haluk İpekten, Nâilî, Hayatı, Sanatı, Eserleri, Akçağ Yay. , Ankara 1999.
Hatice Aynur, vd., Sözde ve Anlamda Farklılaşma, Sebk-i Hindi, (29 Nisan 2005 Bildiriler),
Turkuaz, İstanbul 2006.
İsmail Ünver, Neşâtî, Kültür Bakanlığı, Ankara 1986, s.8.
Kemal Eyüboğlu (On Üçüncü Yüzyıldan Günümüze Kadar) Şiirde ve Halk Dilinde Atasözleri ve
Deyimleri 2, Doğan Kardeş Matbaacılık Sanayi A.Ş., İstanbul 1975.
Mahmut Kaplan, Neşâtî Divanı, Akademi Kitabevi, İzmir 1996.
Mustafa Safâyî, Nuhbetü’l-âsâr min fevâ’idi’l-eş‘âr,(Haz. Pervin Çapan), Atatürk Kültür Merkezi
Yay., Ankara 2005.
Nihad Sami Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, MEB. Yay., İstanbul 1979.
Ömer Asım Aksoy, Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü 1 (Atasözleri Sözlüğü), İnkılap Yayınevi,
İstanbul 1995.
Ömer Savran, Neşâtî Divanı'nın Tahlili, Pamukkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü:
Basılmamış Doktora Tezi, Denizli 2003.
Walter G. Andrews; Şiirin Sesi, Toplumun Şarkısı, İletişim Yay., İstanbul 2000.
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
and History of Turkish or Turkic
Volume 2/4 Fall 2007