SOSYAL HAKLARIN EDEBİYATTA ELE ALINIŞI:
YAŞAR KEMAL RÖPORTAJLARI
Gökhan Bulut
Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi
Çağrı Kaderoğlu Bulut
Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi
Özet: Bu tebliğin konusu, Yaşar Kemal’in röportajlarında sosyal hak taleplerinin nasıl ele
alındığı ve kavrandığıdır. Yaşar Kemal röportajları, toplumsal sorunların gazetecilik
teknikleriyle araştırılıp edebiyat teknikleriyle aktarıldığı çok önemli sosyal tarih arşivleri
niteliği taşımaktadır. Roman ve öykülerine de kaynaklık eden bu çalışmalarında Kemal,
sosyal sorunları konu edinmiş, sorunlarını ele aldığı toplumsal kesimlerin sosyal hak
taleplerini de belirginleştirmiştir. Bu çalışmada, Kemal’in röportajlarındaki sosyal hak
taleplerinin hangi başlıklarda yoğunlaştığı ve Kemal’in bu talepleri nasıl ele aldığı
değerlendirilecektir. Gerçek sosyal sorunların yer aldığı röportajlarda hakların hangi temel
özelliklerinin öne çıktığı, hangi türden sosyal hakların hangi araçlarla ele alındığı
çalışmamızın içeriğini oluşturacaktır. Böylece sosyal haklar ve onların çerçevesini çizen
toplumsal ilişkiler, röportajlar aracılığı ile incelenebilecektir.
Anahtar Sözcükler: sosyal haklar, röportaj, Yaşar Kemal, toplumsal sınıflar, edebi
gazetecilik.
Abstract: The subject of this study is to explore the ways demands of social rights are
grasped in literary journalism texts with Yaşar Kemal. Literary journalism texts with Yaşar
Kemal are important social historical archives in which social problems are investigated
using journalism techniques and narrated through literature techniques. In his
studies, which also form thr foundation for his novels and stories, Kemal touches on the
social problems and crystallized the demands of rights of the social groups he mentions.
The topics under which the demands of social rights are clustered in literary journalism
texts with Kemal and the way he goes around these demands are reviewed in this study.
The content of our study consists of the prominent features of the rights and the tools that
were used to explain certain social rights. Thus, it will be possible to examine the social
rights and the social relationships that form the mainframe for these rights.
Keywords: social rights, commentary, Yaşar Kemal, social classes, literary journalism.
GİRİŞ
Yaşar Kemal edebiyatı çoğunlukla romanları üzerinden incelenegelmiştir. Ne var ki Yaşar
Kemal’in röportaj alanına katkısı da kurucu niteliktedir. Kemal röportajları kendinden
önceki dönemin benzer metinlerinin ancak “habercisi” olduğu bir türün tanımını
oluşturacak niteliktedir. Kemal, dünyadaki örneklerinin “edebi gazetecilik” olarak
isimlendirildiği bir pratiği ülkemize taşımıştır. 1850’lerden itibaren dünyaya yayılmış olan
edebi gazetecilik, George Orwell, Ernest Hemingway, Jack London, Maksim Gorki, İlya
1
Ehrenburg gibi isimlerin en önemli yapıtlarını verdiği de bir türdür. Bu tür, Kemal’in
1960’larda başlayan gazetecilik deneyimi ve özgün perspektifiyle Türkiye’de
yaygınlaşmıştır. Romanlarındaki kurgusal anlatımın gücünün temelini de oluşturan
röportajlar, Kemal’in Anadolu coğrafyasını bir gazeteci olarak gözlemlediği ve
gözlemlerini edebiyatçı karakteriyle kaleme döktüğü çok önemli metinlerdir. Bu metinler
aynı zamanda, toplumsal sorunların gazetecilik teknikleriyle araştırılıp edebiyat
teknikleriyle aktarıldığı çok önemli sosyal tarih arşivleri niteliği de taşımaktadır. Roman ve
öykülerine de kaynaklık eden bu çalışmalarında Kemal, sosyal sorunları konu edinmiş,
sorunlarını ele aldığı toplumsal kesimlerin sosyal hak taleplerini de belirginleştirmiştir.
Bu çalışmada, Kemal’in röportajlarındaki sosyal hak taleplerinin hangi başlıklarda
yoğunlaştığı ve Kemal’in bu talepleri nasıl ele aldığı değerlendirilecektir. Çünkü bir edebi
tür olarak röportaj, ele aldığı konunun hem olgusal ve aktüel düzeyde incelenebilmesine
hem de edebiyattaki karşılığının nasıl kurulduğunun analiz edilmesine olanak tanımaktadır.
Gerçek sosyal sorunların yer aldığı röportajlarda hakların hangi temel özelliklerinin öne
çıktığı, hangi türden sosyal hakların hangi araçlarla ele alındığı çalışmamızın içeriğini
oluşturacaktır. Böylece sosyal haklar ve onların çerçevesini çizen toplumsal ilişkiler,
röportajlar aracılığı ile incelenebilecektir. Bu noktada, hak kavramının içeriği ve
kapsamının nasıl ele alındığı önemli bir ayrım noktası haline gelmektedir.
Hak kavramının çerçevesini çizen temel tartışma zemini en genel haliyle insan hakları
kavramıyla kurulmaktadır. İnsan hakları, insanın insan olmaktan kaynaklanan, temel ve
dokunulmaz, devredilemez ve vazgeçilmez haklarını kapsamaktadır ve “insanın onurlu ve
iyi bir halde yaşamını sürdürmesi için gerekli olan haklar” ya da “insanın insan olarak
sahip olduğu olanakları gerçekleştirebilmesini sağlayan haklar” (bkz. Gülmez, 2001;
Kuçuradi, 2007; Tepe, 2009) olarak tanımlanmaktadır. Ancak insan hakları, kendiliğinden
üretilmiş, herkes için aynı ve tarafsız hakları ifade eden bir kavram elbette değildir. İnsan
hakları, belirli bir tarihsel süreç içerisinde oluşturulmuş ve tarihsel-toplumsal güç
ilişkileriyle, sınıf mücadeleleriyle biçimlendirilmiş bir bütünlüktür. İçerisinde üretildiği
toplumsal üretim ilişkilerinin kaçınılmaz olarak izlerini taşımaktadır. Bu nedenle insan
haklarının ne olduğu ya da nasıl kavramsallaştırılması gerektiği konusunda çeşitli ve
birbiriyle çelişen görüşler mevcuttur. Dolayısıyla bu çalışmanın sosyal hakları nasıl
kavramsallaştırdığının açıklanması önemli bir metodolojik gereklilik olarak ortaya
çıkmaktadır. Sosyal hakların oluşmasını sağlayan tarihsel ve toplumsal dönüşümlerin, bu
haklar kuşağının niteliklerinin ve bunun toplumsal kesimler açısından anlamının ne olduğu
üzerine tartışmak, insan hakkı tartışmalarının bağlamsallaştırılması ve çalışmaya bu
biçimiyle dahil edilebilmesi için bir ön şart olarak değerlendirilmektedir. İzleyen
bölümlerde sırasıyla hak tartışmalarının tarihsel ve toplumsal boyutları ile bir tür olarak
röportaj ve Yaşar Kemal röportajlarının özelliği tartışılacak; Yaşar Kemal röportajlarında
sosyal hakların ele alınışı, bu tartışmaların ışığında, son bölümde incelenecektir.
I. TARİHSEL-TOPLUMSAL BOYUTLARIYLA LİBERAL VE SOSYAL HAKLAR
Hak kavramı modern dünyanın en çok kullanılan kavramlarından biri olmasının yanında en
çok tartışılan kavramlarından da biridir. Hak nosyonu kimilerine göre “çok gizemli bir
şey” (Nuttall, 1997:205), kimilerine göre ise “tılsımlı” (Bürkev ve Özuğurlu, 2011:15) bir
kavramdır. Söz konusu kavramın insanların günlük yaşamlarını ve toplumsal ilişkilerini
belirleyen oldukça somut bir durumu işaret etmesi nedeniyle, üzerinde uzlaşılmış, ortak ve
belirlenmiş tek bir tanımı bulunmamaktadır. Fakat yine de kabul edilen belli asgari
paydalar saptanabilir. Buna göre sözlük anlamıyla hak, “gerçek, sabit ve doğru olmak,
2
gerekmek, bir şeyi gerçekleştirmek” anlamları yanında “adalet; adaletin ya da geleneğin
gerektirdiği veya kişiye tanıdığı şey” anlamlarında da kullanılmaktadır (Coşkun,
2006:105). Benzer şekilde hem gündelik dilde, hem felsefi-ahlaki söylemde, hem de hukuk
terminolojisinde yaygın olarak kullanılan hak (right) kavramı, iki temel anlama sahiptir:
Doğruluk ve yetki. Başgil’in belirttiğine göre Birinci anlamda hak, bir şeyin doğru, uygun,
yerinde ve layık olduğuna vurgu yapar (akt. Bulut, 2009:7). İkinci anlamda ise hak, bir şey
yapmaya yetkili olma ya da bir şeyi talep edebilme anlamına gelir. Haklardan söz
edildiğinde genellikle bu son anlama vurgu yapılır (Donelly, 1995: 19). Hak sahibi olmak,
hak sahibi olan kişinin bir şeyi meşru olarak talep edebileceği anlamına gelir ve o şeye
yönelik iddianın tartışılmazlığını ve herkesçe tanınmasını içermektedir (Coşkun,
2006:106). Ayrıca hak kavramı, “adil ve doğru olanı imlemesi ve (hak) sahibine belli bir
ölçekte meşruiyet ve egemenlik alanı sunması” (Bürkev ve Özuğurlu, 2011:15) ile de tarif
edilebilmektedir.
Hak kavramının yalnız soyut bir tartışma nesnesi değil, toplumsal ve politik olarak da
belirlenen bir pratikler alanını tanımlıyor oluşu, onun aynı zamanda tarihsel bir mücadele
alanını işaret ettiği anlamına da gelmektedir. Bu da kavram üzerinde oldukça keskin
kutuplaşmaların yaşanmasını beraberinde getirmiştir. Hak nosyonuna ilişkin temel
tartışmaların burjuva-liberal bir hak anlayışı ile Marksist kökenli bir hak kavrayışı
etrafında şekillendiği söylenebilir. Bu ayrım, hak kavramının “ne olduğu”ndan, hakların
ortaya çıkış sürecini ve geçirdiği tarihsel evrimini anlama noktasına kadar birbirinden
oldukça farklı dinamikler ve içerikler tanımlar. Buna bağlı olarak, neyin hak olup neyin
olmadığı, kimlerin haklara sahip olduğu ya da olmadığı gibi oldukça gerçek toplumsal
düzenlemelerin de kökenini oluşturur. Bu nedenle, hak kavramına ilişkin bütüncül bir fikir
oluşturabilmek ve tartışmanın bağlamını oturtabilmek için söz konusu ayrımı oluşturan
farklı kavrayışları incelemek yerinde olacaktır.
1. Aydınlanma ve Hakların Dünyevileşmesi
Liberal hak kavrayışları, hak nosyonunu temelde “insan hakları” çerçevesi içerisinde
anlamlandırmaktadır. Buna göre insan hakları insanın yalnız insan olması dolayısıyla sahip
olduğu özellikleri tarif eder. Bu haklar, doğal ve evrensel niteliktedir. Modern anlamıyla
insan hakları kavramının kökenleri 17. yüzyılla birlikte Aydınlanma Çağı’na dayanmakta
ve “doğal hukuk” doktrini içerisinde yer almaktadır. Doğal hukuk doktrini, insanların
doğuştan özgür ve eşit olduğunu kabul etmiştir (Bulut, 2009: 25). Böylece, insanlar için
doğal hukuktan doğan doğal haklardan bahsedilebilir. Ortaçağ’da kilisenin egemenliği
altında Tanrısal bir karaktere bürünen doğal hukuk doktrini, Rönesans ve Reform
hareketlerinin ardından “17. yüzyılla birlikte Locke, Rousseau ve Kant’ın doğal yaşam ve
toplumsal sözleşme kuramları ile laik bir karaktere kavuşmuş, böylece ilahi hukuk ile
doğal hukuk arasında keskin bir ayrım yaşanmıştır” (Bulut, 2009: 26).
Aydınlanma filozoflarının kiliseye karşı aklı toplumsal yaşamın merkezine oturtan
yaklaşımları ile tanrısal buyruklar ve düzenlemelerin dışında, akla dayanan bir doğal hukuk
kavramı ve buna bağlı olarak insanlara özgü bir haklar alanının varlığı gündeme gelmiştir.
Coşkun’un belirttiği gibi bu alanda doğal hukukun üç önemli esasına vurgu yapılır. Buna
göre doğal hukukun kaynağı insan (birey)dır. İnsan, salt insan olduğu için bir doğal hukuka
sahiptir. Bunun kaynağını insan erdemleri ve insan onuru oluşturur. İkinci olarak, doğal
hukuk (ve haklar) evrenselci bir yaklaşıma sahiptir. Bunun temelinde topluma hakim
olması gereken bir takım evrensel akli ilkelerin varlığı düşüncesi yatmaktadır. Son olarak
da doğal hukuk, insanları yönetime karşı koruyabilmenin yegane yoludur (Coşkun, 2006:
3
78). Buna göre iktidarı sınırlamak her zaman temel ihtiyaç olmuştur. Bu anlamda önceleri
ilahi bir kuvvetle (Tanrı, kilise) sınırlandırılan iktidar artık doğal hukukla sınırlandırılmaya
başlanmıştır. Böylece akla dayalı doğal hukukun toplumsal ilişkilerin ve düzenin temelini
oluşturması, aynı zamanda Aydınlanma ile birlikte iktidarın dünyevileşmesinin de önemli
bir aracı olmuştur.
Modern hak kavramı da bu süreçte, Bürkev ve Özuğurlu’nun belirttiği gibi, siyasal erkini
tanrıdan alan imparatorun tebaasından, kapitalizmle oluşan cumhuriyetin ‘bağımsız’
yurttaşına geçişin siyasi ve hukuki zeminini döşemiştir (2011:17). Buna paralel olarak
Aydınlanma Çağı’nı önemli ölçüde tarif eden “birey vurgusu”, “aklın hakimiyeti”,
“toplumun bir aradalığının koşulları” ve “özgürlük düşüncesi” bu dönem filozoflarının1 en
önemli ve değerli konularını oluşturmuş, haklara dair temel savlar bu vurgular
çerçevesinde ortaya konulmuştur. Böylece, Aydınlanma çağının iktidarın
dünyevileşmesine paralel olarak haklar tartışmasına da dünyevi bir içerik kazandırdığı
söylenebilir. Bu içerik, insanın sahip olduğu hakların herkes için doğuştan gelen, evrensel,
vazgeçilmez, devredilmez olduğu fikri ile özgürlük ve mülkiyetin en temel doğal hak
olduğudur. Bu yanıyla, söz konusu dönemin “hak” kavrayışı ile devamındaki Fransız
Devrimi arasında güçlü bir etkileşim tespit edilebilmektedir.
2. Devrimler Çağında Liberal ve Sosyal Haklar
Haklara ilişkin böylesi bir içerik, Fransız Devrimi’nin sürükleyici sınıfı olarak
burjuvazinin, ayrıcalıkların tanrısal ve hiyerarşik olarak bahşedildiği feodal sisteme ve
monarşiye karşı mücadelesindeki ihtiyaçlarına da karşılık gelmektedir. Aydınlanma’dan
devralınan ancak temel olarak burjuvazi ile aristokrasi arasındaki egemenlik mücadelesinin
şekil verdiği bu haklar söylemi, tarihsel olarak burjuvazinin zaferlerine paralel bir gelişme
izlemiş, Amerikan Bağımsızlık Savaşı (1776) ve Fransız Devrimi’nin (1789) ardından ilan
edilen bildirgelerle tarihsel bir somutluk kazanmıştır. Amerikan ve Fransız Devrimleri “16.
yüzyıldan beri iktisadi planda gelişen yeni mülk sahibi (burjuva) sınıfın kendisini bir ulus
olarak örgütleyerek siyasal iktidarı fethetme hamlelerinin” (Bürkev ve Özuğurlu, 2011: 19)
sonucudur. Bu tarihsel evreyi Marks, belirli bir sınıfın eski politik düzen üzerindeki zaferi
olarak değil de yeni bir toplum düzeninin zaferi olarak ifade etmektedir. Bu devrimlerin,
her yönüyle yeni bir dönemi açtığını anlatan Marks’a göre devrimlerle kazanılan zafer,
burjuva mülkiyetinin feodal mülkiyet üzerindeki zaferidir; akılcılığın boş inançlar
üzerindeki zaferidir; modern ailenin aristokratik aile üzerindeki zaferidir, sanayinin
muhteşem tembellik üzerindeki zaferidir, burjuva hukukunun Ortaçağ üzerindeki zaferidir
(akt. Karabacak, 2007). Bu kapsamda 1776 Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ile 1789
Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi, burjuvazinin hak nosyonu ile ilişkisini yalnız
politik alanda değil hukuki olarak da ilan eden belgeler niteliğindedir. Özdek’in de
vurguladığı gibi bu belgeler, insanın doğuştan gelen haklarının başında mülkiyet hakkını
kabul ederek burjuva özel mülkiyetini güvenceye almış, yasa önünde eşitlik hakkını
tanırken de feodal ayrıcalıkların sona erişini tescil etmiştir (Özdek, 2011: 53). Bu anlamda
Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi bütün insanların eşit yaratıldıklarını belirtirken hayat
hakkı, özgürlük hakkı, mülkiyet hakkı ve mutluluğu arama hakkını insanın temel hakları
olarak (Coşkun, 2006: 86) ifade etmiştir.
Aynı şekilde 1789 Fransız Bildirisi de insanların özgür ve eşit doğduklarını vurgulamakta,
siyasal birliğin amacını, insanın doğal ve zaman aşımına uğramaz haklarını korumak
1
Söz konusu dönem filozofları ve haklar üzerine temel tartışmaları için bkz. J. Locke (1999; 2004), I. Kant
(1995; 2003) ve J.J. Rousseau (2009).
4
olarak açıklamaktadır. Bu haklar ise mülkiyet, özgürlük, kamu düzeni ve baskıya karşı
direnme hakları (Bulut, 2009: 40) olarak sıralanmaktadır. Bildirideki diğer haklar ise, kişi
dokunulmazlığı, kişi güvenliği, suçta ve cezada kanunilik, masumluk karinesi, düşünce
özgürlüğü (örgütlenme özgürlüğü henüz yoktur), din ve inanç özgürlüğü gibi haklardır.
Bulut’un belirttiği gibi Bildiri’nin mülkiyet hakkına ilişkin yaklaşımı onun özgürlük
anlayışını da tam olarak ortaya koymaktadır. Buna göre mülkiyetin dokunulmaz ve kutsal
bir hak olduğu ifade edilmekte ve istisnai koşullar olmadıkça kimsenin bu haktan yoksun
kılınamayacağı hükme bağlanmaktadır (2009: 41). Aynı şekilde Bildiri’nin birey anlayışı
da söz konusu özgürlük anlayışını yansıtmaktadır. Buna göre birey, toplum dayanışması
bağlarından kurtulmuş, çevresinin etkilerinden uzak, ihtiyaçlarının zorlamasına aldırmayan
soyut bir varlıktır (Akın’dan akt. Bulut, 2009: 41). Bürkev ve Özuğurlu da doğal hukuka
dayanan burjuva hak öğretisinde insanın var olma biçiminin ancak birey olarak kabul
edildiğini belirtirler. Bu öyle bir bireydir ki, toplumdan önce vardır ve kendi yazgısı
üzerinde egemendir. Böyle bir bireyin, öz-egemenliğinin ya da özgürlüğünün sağlanması
ise ifade, düşünce, inanç, mülk edinme ve sözleşme yapabilme haklarını öngerektirmektedir (2011: 18). Kuşkusuz böyle bir birey ve hak kurgusu, burjuva sermaye
birikimi için gerekli olan hukuki ve toplumsal zeminin temel bileşenlerinden birini
oluşturmaktadır. Bu anlamda burjuva devrimlerin ve bildirilerinin yaslandığı hukuk
anlayışı temelde, “özel mülkiyetin doğallaştırılması üzerine kurulu bir doğal hukuk
anlayışı”dır. Bu çerçevede hak kavramı sözleşme kurumunun ve bunun üzerinden artıdeğerin temellüküne dayalı olarak gerçekleştirilen kapitalist birikimin merkezini
oluşturmaktadır (Özdemir ve Aykut, 2011:304-305). Bu konuda Marks da, Amerikan ve
Fransız Devrimlerinin tarihsel anlamda daha ileri bir noktaya denk düştüğünü belirtmekle
beraber, bu devrimlerin burjuva karakterini de sınıfsal ve tarihsel olarak çözümlemektedir.
Akbulut’un belirttiği üzere Marks’a göre siyasal kurtuluş elbette büyük bir ilerlemedir ama
bu ilerleme sömürüye dayalı toplumun sınırları içinde bir ilerlemedir; maddi ve manevi
zenginlikleriyle insan değil, yalnızca mal sahibi insan özgürleşmiştir; insan haklarının
hiçbiri meta alan ve satanların dışına taşmamıştır. Bu bildirilerin kapsadığı birey de
şaşırtıcı olmayan bir şekilde beyaz, erkek ve varsıl bir bireydir. Örneğin Amerikan
Bağımsızlık Bildirgesi’nde tanınan haklar zenciler ve Kızılderililer için tanınmamış, dahası
bildirge köleliği de kaldırmamıştır (Akbulut, 1989). Fransız Bildirisi de yine aynı kısıtlarla
oluşturulmuş, hakların birçoğu (oy hakkı, siyasal katılım hakkı vb. gibi) işçi sınıfı ve
kadınlar için tanınmamıştır.
Kaboğlu’nun belirttiğine göre, genel olarak bu bildirilerle tanınan hak ve özgürlükler çağın
ruhuna uygun olarak bireyi sadece iktidar (devlet) karşısında ve diğer kişiler nezdinde
koruyan, onun güvenliğini ve özerkliğini sağlayan haklarla, siyasal yaşama katılımı esas
alan haklardır (2004: 41). “Medeni haklar ya da kişisel(sivil)-siyasal haklar” olarak
adlandırılan ve burjuvazinin tarihsel devriminin ürünü olan bu haklar demeti “birinci kuşak
haklar” olarak adlandırılmakta ve negatif bir nitelik taşımaktadırlar (Coşkun, 2006:125;
Bürkev ve Özuğurlu, 2011: 21; Bulut, 2009: 40). Hakların negatif nitelikli olması, bu
haklara dair devletin negatif bir tutumda olduğunu, bir karışmama yükümlülüğü taşıdığını
anlatmaktadır. Bu çerçevede birey, devlet karışmadığı ölçüde özgür kabul edilmektedir
(Bulut, 2009: 41). Böylece bu haklar devletin müdahalesi dışında bir kişisel özgürlük
alanını tanımlamaktadır. Bunun politik sonucu, bir yandan serbest girişim ve sermaye
biriktirme süreçlerinin siyasal-hukuki olarak tanımlanması iken, diğer yandan emek
gücünü satmak zorunda bırakılarak üretim alanında sermayeye bağımlı kılınan kitlelerin,
siyasal alanda sermaye sahipleriyle “yurttaşlar” olarak eşitlenmesi olmuştur. Bu noktada
Özuğurlu’nun vurguladığı üzere, sömürünün hukuku üretim araçlarının mülkiyetinden
kovulan emekçilerin, siyasal alanda biçimsel olarak eşit ve özgür görünmeleriyle kurulur
5
(Özuğurlu, 2011:145). Bu nedenle modern hak anlayışı ile onun burjuva içeriği arasındaki
bağlantı kayışı hiç kuşku yok ki yurttaşlık kurumudur (Bürkev ve Özuğurlu, 2011: 20).
Bildirilerle ilan edilen yurttaş hakları, elbette feodal tahakkümden kurtuluş sürecinde
burjuvaziyle ittifak halinde olan toplumsal sınıflara da belli bir alan açmıştır. Ancak,
burjuvazinin emekçi sınıfları yanına alarak gerçekleştirdiği tarihsel dönüşüm, devrimin
ardından “devrimci barutunu” tüketmiş, herkes için hak ve özgürlük söylemi yerini,
burjuvazinin kendi sınıf iktidarını kurumsallaştırma çabasına bırakmıştır. Dolayısıyla
devrimle ilan edilen temel haklar, soyut ve biçimsel düzenlemeler olarak temelde
burjuvazinin sınıf çıkarlarına göre biçimlendirilmiştir. Bu hakların kapsamının ve
içeriğinin genişlemesi ise toplumsal sınıf katmanlarının burjuvaziye karşı mücadelesiyle
gerçekleşmiştir. Bu noktada Bayramoğlu da vatandaşlık haklarının zor ve uzun bir sınıf
savaşı sonunda elde edilebildiğini vurgular. Çünkü Fransa örneğinde vatandaşlık, devrimin
ilk anayasasında, devrimin en önemli destekçisi olan Paris’in yoksul emekçilerini
siyasetten uzaklaştıracak şekilde tanımlanmış; seçme ve seçilme hakkı mülksüzler aleyhine
kısıtlanmıştır (Bayramoğlu, 2011:192). Özdek’e göre burjuva egemenliği kurulduktan
sonra alt tabakaların hak talepleri (feodalizm dönemine göre) farklılaşmış, burjuva toplum
düzeninin ortaya çıkardığı yeni hak iddiaları gündeme girmiştir. Burjuvazinin doğuştan
gelen eşit haklar ideolojisi ve devrimci eylem süreci ezilenlerin bilincini değiştirmiş,
efendilere itaati dinsel bir ödev olarak gören feodal düşünce tarzından tümüyle
kopartmıştır. Burjuva devrimlerinde monarşinin tiranlığına karşı burjuvazinin yanında
savaşan kitleler, iç savaşlar biter bitmez burjuvazinin yeni bir tiranlık rejimi kurduğunu
görmüşler ve muhalefete geçmişlerdir (Özdek, 2011: 63). Bu süreçte emekçi sınıfların ilk
hak talepleri, siyasal eşitlik anlamına gelecek şekilde genel oy hakkı talebi olmuştur. Bu
taleple başlayan yeni mücadele evresi, burjuva demokrasisinin ve insan haklarının sonraki
dönemleri için de belirleyici bir dönüm noktası oluşturmuştur.
“1848 devrimleri ile tarih sahnesinde bağımsız ve politikleşmiş bir sınıf olarak yer alan
işçilerin” (Bürkev ve Özuğurlu, 2011: 21) 19. yüzyılın ortalarından itibaren yükselttikleri
proleter eşitlik mücadelesi, burjuva insan hakları anlayışını bir dönüşüme uğratmış ve
“sosyal haklar”ı doğurmuştur. Pek çok ülkede gündeme getirilen sosyal hak talepleri
arasında çalışma hakkı, çalışma koşullarının düzeltilmesi, çalışma süresinin kısaltılması,
hakça ücret, dinlenme hakkı, sağlık hakkı, her yurttaşın gelir hakkı, eğitim hakkı, konut
hakkı, barışçıl toplanma hakkı, basın özgürlüğü, dolaylı vergilerin kaldırılması, işsizlerin
asgari insani ihtiyaçlarını karşılayabilmesi için devletin geçim koşullarını sağlaması,
seyahat özgürlüğü vb. gibi haklar bulunmaktadır. İşçilerin sosyal hak talepleri izleyen
yıllarda bir aşama daha kaydederek toplu iş sözleşmesi hakkı, sendika hakkı, grev hakkı
gibi haklar ortaya çıkmıştır (Özdek, 2011: 68-73). Bu anlamda proleterlerin eşitlik
mücadelesi yalnız siyasal değil, ekonomik ve toplumsal bir nitelik de taşımış ve bunun
yansımaları insan hakları alanında da kendini açıkça göstermiştir. Karabacak’ın belirttiği
gibi başta işçi sınıfı olmak üzere tüm ezilenlerin özellikle Kıta Avrupası’nda yürüttükleri
mücadelelerle bu haklar burjuva hukuk literatürüne girebilmiştir (2007). Dolayısıyla
tarihsel olarak işçi sınıfı talepleri olarak gündeme gelen sosyal haklar Karatepe’ye göre,
yaşamak için emek gücünü satmak zorunda kalanların tamamını kapsayan haklar bütününü
ifade etmektedir. Bu haklar tarihin kaçınılmaz bir sonucu olarak değil, asıl olarak kolektif
sermaye ile kolektif emeğin mücadelesinin sonucu olarak ortaya çıkmıştır (2011:221).
Sosyal haklar insan hakları terminolojisinde “ikinci kuşak haklar” olarak
adlandırılmaktadır ve pozitif nitelikli haklar olarak tanımlanır. Buna göre söz konusu
hakların gerçekleştirilmesi için devletin sosyal ve maddi anlamda birçok yükümlülüğü
bulunmaktadır. Devlet, toplumsal yapıyı emekçi sınıfların maddi ve manevi gelişimini
6
sağlayacak biçimde, toplumsal eşitsizliklerden kaynaklanan uçurumları alttakiler lehine
düzenlemekle yükümlüdür.
Sosyal hakların özelliği, burjuvazinin tanıdığı “temel” medeni hakların soyutluğu ve
biçimselliğine karşı, toplumun ezilen sınıflarının siyasal ve sosyal eşitlik talepleri olarak
gündeme gelmiş olması ve burjuvazinin soyut vaatlerinin fiilen gerçekleştirilmek üzere
deşifre edilmesi ve zorlanmasıdır. Dolayısıyla Bürkev ve Özuğurlu’nun (2011: 22) da
vurguladığı üzere, işçi sınıfı mücadeleleri 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren burjuva
kamusallığının surlarında açtıkları gediklerle ‘burjuva demokrasisi’ adı verilen siyasi
düzenin de yapıcıları olmuştur. Bu nokta önemlidir, zira yaygın burjuva inanışa göre,
piyasa serbestisi kişisel ve siyasal özgürlükleri de beraberinde getirerek demokratik
rejimlerin ortaya çıkmasına olanak sağlamıştır. Oysa, burjuva demokrasisindeki
demokratik unsurların esas olarak burjuvaziye karşı kazanılmış ve savunulmuş olduğu
gerçeği unutulmamalıdır.
3. 20. Yüzyıl ve Sosyal Hak Tartışmaları
Sosyal hakların devletlerce tanınması ve hukuk sitemlerine dahil edilmeleri ancak İkinci
Dünya Savaşı sonrasında gerçekleşmiştir. Sosyalizmin yayılması ve sınıf mücadelelerinin
dünya çapında güçlenmesiyle 1945 sonrası yaşanan “sınıflararası uzlaşma” atmosferinde
sosyal haklar uluslararası alanda “insan hakları” olarak kabul edilmiştir. Birleşmiş
Milletler’ce 1948’de ilan edilen İnsan Hakları Evrensel Bildirisi, bu sınıflararası
uzlaşmanın bir simgesidir (Özdek, 2011: 89). Refah devleti rejimine denk gelen bu süreç
hakkında Boratav, işçi sınıfı mücadelelerinin 150 yıla yaklaşan uzun bir dönem boyunca
kapitalizmin vahşi halinin ciddi boyutlarda yontulmasına ve revizyonlardan geçmesine
neden olduğunu vurgulamaktadır. Bu süreçte devlete ekonomik ve sosyal görevler
yüklenmiştir ve bu yeni işlevlerin çoğu ‘sosyal demokrasi’yi bölüşüm ilişkilerine taşımaya
başlamıştır (Boratav, 2011:154). Böylece 20. yüzyılda insan hakları normlarının geçirdiği
bu dönüşüm, onun saf burjuva karakterinde bir kırılmaya neden olarak sınıf çıkarları
açısından “karma” bir içerik edinmesine yol açmıştır (Özdek, 2011: 89). Fakat 1960 ve
70’lerle birlikte refah rejiminin krizi ve güçlenen sınıf mücadelesi koşulları altında süreç,
sermayenin bu “sosyal uzlaşı”yı tek yanlı olarak bozmasıyla sonuçlanmıştır.
Bayramoğlu’nun da vurguladığı üzere, aynı dönemde çağdaş liberal felsefede de önemli
değişiklikler meydana gelmiş, liberal haklar kavramı negatif haklar lehine kritik bir ayrıma
tabi tutulmuş, pozitif hakların ikincilliğine güçlü bir şekilde vurgu yapılmaya (yeniden)
başlanmıştır. Yeni sağ söylemde, devletin asla müdahale etmemesi gereken negatif haklar
(inanç hakkı, mülkiyet hakkı vs.) ile kaynak israfı olarak damgalanan pozitif haklar arasına
net ayrımlar konmuştur (Bayramoğlu, 2011:195). Görüldüğü gibi, sahip olduğu bu
“karma” içerik nedeniyle, hakların ne olduğu ve hak kavramının meşruluğu konusu refah
rejiminin (sınıflar uzlaşısının) sonlarında yeniden gündeme taşınmış ve hak kavramının,
saf burjuva içeriğine geri döndürülmesi çabaları artmıştır. Modern hak tartışmaları da bu
mücadele çerçevesinde şekillenmektedir. Bu süreçte liberal düşünürlerce2 insan haklarının
birinci kuşak haklardan ibaret olduğu ve yalnızca bunların temel haklar sayılabileceği, bu
anlamda sosyal hakların insan hakkı olarak kabul edilemeyeceği görüşleri dile
getirilmektedir. Piyasanın gelişimini engellemeyecek şekilde formüle edilen bu haklar
yaklaşımında, insanın insanca yaşaması olasılığı kişinin kendi becerilerine ve pazar
mekanizmalarına bırakılmaktadır.
2
Söz konusu düşünürler ve temel iddiaları için bkz. M. Cranston (1973); A. Rand (1993). Türkiye’den
benzer bir görüş için bkz. M. Erdoğan (1998).
7
Kuyurtar’ın belirttiği üzere hakları özgürlüklerle, yani negatif haklarla sınırlandıran
liberteryen hak teorisyenleri pozitif hakların gerçekte hak kavramının içeriğini genişletip
sulandırdığını ve dolayısıyla bireyin özgürlüğü üzerine kurulu negatif hakları asıl
gücünden yoksun kıldıklarını ileri sürerler (Kuyurtar, 2004). Toplumsal yaşamı devlet ve
birey arasındaki karşıtlıkla açıklayan bu yaklaşıma göre; “insan hakkı demek, devletin,
kendilerinin üretmedikleri, üretimine katkıda bulunmadıkları veya kazanmadıkları mal ve
hizmetleri bireylere karşılıksız olarak tedarik etmesini talep edebilmek değildir” (Erdoğan,
1998:127). Anlaşılacağı üzere buradaki temel nokta, işçi sınıfının tarihsel kazanımlarının
reddedilmesidir. Çünkü Kuyurtar’ın (2004) ifadesiyle, liberal görüşün haklara yönelik bu
yaklaşımın altında yatan temel düşünce şudur: Refah haklarının içeriğinin karşılanması
devletin toplumsal ve ekonomik hayata daha fazla müdahalesini gerektirecektir. Bu da
bireyin başta mülkiyet hakkı olmak üzere birçok liberal hakkının sınırlandırılması
anlamına gelir.
Söz konusu eleştirilerde, mülkiyet konusundaki hassasiyet dikkat çekicidir. Bu görüşlere
göre tüm hak literatürü ve kapsamı mülkiyet hakkı çerçevesinde belirlenmeli, mülkiyete
zarar veren ya da kısıtlayan haklar, hak olmaktan çıkarılmalıdır. Çünkü bu tarz haklar,
sosyalizan ve sınıf temelli haklardır. Buna karşı sivil haklar (birinci kuşak haklar) “herkes
için” geçerlidir. Bu noktada Özdek’in de belirttiği gibi, nasıl ki proleterler “bir işe sahip
olma hakkı”, “adil ücret hakkı” gibi hakları ileri sürmüşlerse, sermaye ideologları da
bunların “hak” olmadığını, mülkiyet ve serbest ticaret hakkından başkaca da hak
olamayacağını kanıtlama peşindedirler. Neoliberaller, insan haklarından yalnız piyasa için
gerekli olan hakları anlamaktadırlar (2011:91). Dolayısıyla “ya insanın varoluşsal
gereklerine atıfla politik olanın tamamen dışına atılan ya da ahlaki koşullara bağlanarak
depolitize edilen” (Özuğurlu, 2011:125) bir hak kavramı, burjuva toplumun kendi
meşruiyetinin devamı için vazgeçilmez bir düşünsel sığınak sağlamaktadır. Bu nedenle
hakları ahlaki bir ontolojik temele oturtmak üzerinde ısrarla duran liberal düşünürler,
hakların politik içeriğini ve tarihselliğini yadsımakta, hakları doğal olarak var olan, toplum
öncesi ve sınıflar üstü bir çerçeveye sıkıştırmaktadırlar. Dolayısıyla, egemen söylemde
politika dışı ve tarihsiz olarak tanımlanan haklar, gerçekte kaçınılmaz olarak kontrol
altında tutulması gereken hayli politik bir alanı oluştururlar. Dolayısıyla ikinci kuşak
hakları hak kategorisi dışına çıkarmaya çalışmak, politik olarak hakları burjuva
nitelikleriyle sınırlandırmanın3, böylece haklar üzerine girişilen toplumsal mücadelelerin
meşru temelini ortadan kaldırmanın bir yolu olmaktadır.
II. TOPLUMSAL GERÇEKLİK VE RÖPORTAJ4
3
Keza, 1980’lerle birlikte yayılmaya başlayan ve 21. yüzyıla uzanan kapitalizmin neo-liberal evresinde temel
haklara dönük saldırılar yalnız ideolojik-politik itirazlarla sınırlanmamakta, haklar alanı iktisadi olarak da
sermaye birikiminin temel bir aracına/alanına indirgenerek metalaştırılmakta ve böylelikle toplumsal
anlamıyla da yok edilmeye çalışılmaktadır. Bayramoğlu’nun ifadesiyle, halk sınıflarının 20. yüzyılda ete
kemiğe bürünen kazanımları ile belli bir standarda oturan hakları, 21. yüzyılda küresel kapitalizmin
yayılmacı genişleme eğilimi ile hedef tahtasına oturtulmuş, bu tarihsel saldırı neticesinde halk sınıflarının
talepleri (demokrasi) ile egemen sınıfların programını (kapitalizm) uzlaştırma olanakları büyük ölçüde
ortadan kalkmıştır (2011:197). Çünkü “uzlaşma kabul etmeyen kapitalist strateji” (De Angelis’ten akt.
Karatepe, 2011:223) olarak neoliberal dönüşüm döneme damgasını vurmaktadır. Buna karşın sosyal haklar
yeniden önemli mücadele alanları olarak ortaya çıkmaktadır. 2000’lerle birlikte ve özellikle 2008 krizinin
ardından dünya çapında görülmeye başlayan isyan dalgalarının önemli bir ayağını söz konusu hak savunuları
ve talepleri oluşturmaktadır.
4
Bir gazetecinin her hangi biriyle ve herhangi bir konuda soru-cevap şeklinde yaptığı mülakatlara röportaj
denmesi, yanlış bir kullanımdır. Mülakat veya söyleşi, gazeteciler için de edebiyatçılar için de bir bilgi
toplama tekniğidir. Her iki grup da bu tekniği kullanarak bilgi elde edebilir fakat röportaj, söyleşiden çok
daha farklı bir türdür. Söyleşinin röportaj diye anılması, herkes tarafından doğru kabul edilen bir yanlıştır.
8
Sosyal haklar, toplumsal öznelerin birbirleriyle etkileşimini düzenleyen temel alanlardan
biri olarak gerçek ilişkilerin, gerçek sorunların ve gerçek çözüm önerilerinin oluşturduğu
bir alandır. Edebiyatın da “doğa-toplum-birey’ gerçekliğinin duygu ve imgeyle estetik bir
biçimde yansıtılması, yeniden düzenlenip yaratılması” (Bezirci, 2008) olduğu
düşünüldüğünde, sosyal hakların edebiyatta ele alınışı sırasında gerçekliğin bozulmaması
ve/veya gerçek olmayanın gerçekmiş gibi yansıtılmamasını dikkat edilmelidir. Edebiyata
aktarımı sırasında sosyal haklara ilişkin nicel bilgilerin, kurgusal anlatımın “olmayanı
olmuş kabul edebilen” özelliğine kurban edilmemesi gerekmektedir. Bu, sosyal hakların
edebiyatın konusu haline getirildiğinde üstesinden gelinmesi gereken bir zorluk, edebiyatın
özellikleri nedeniyle aşılması gereken bir kısıtlılık olarak karşımıza çıkmaktadır. Edebiyat,
gerçekliğin aktarımında kısıtlılık/zorluk dışında bir de olanak/imkân sağlamaktadır. Bu da
nicel bilgi ve veriler dışında nitel bilgilerin de anlatıma dâhil edilebilmesi ve böylece
gerçekliğin yalnızca dondurulmuş bir anı değil süreç içindeki ilişkileri, dönüşümü ve
duygusal tezahürlerinin de edebiyat yoluyla ele alınabilir olmasıdır. Dolayısıyla, sosyal
hakların edebiyatta ele alınışında, gerçekliğin kurgusal olan eliyle bozulmamasının ve
yalnızca görüntüsünün değil arkasındaki oluşumun anlatılarak doğruya en yakın aktarımın
sağlanması, hayati önemdedir. Bunu yapabilmek için en uygun araç, teknik ve perspektifi
verecek olan tür, gazetecilik ile edebiyatın kesişim kümesini de oluşturan röportajdır.
1. Röportajın Karakteri: “Toplumsal Sorun Odaklı” Ve “Taraflı”
Röportaj, diğer edebiyat türlerinin aksine gerçekliğin kurgusal öğelerle çarpıtılmamasının
yanı sıra yalnızca “olay” anlatımı sığlığından kurtularak, aktarmak istenilen gerçekliğin
çeşitli yönleriyle ele alınmasını sağlamaktadır. “Romanda, öyküde, oyunda bir yaşam
gerçeğinden yola çıkılır. Ne ki yazar bu gerçeği değiştirebilir, ona yeni boyutlar, yeni
yorumlar katabilir. Röportajda ise bu yoktur işte.” (Özdemir, 2007: 152) Bu nedenle
röportaj, edebiyatın sosyal gerçekliği aktarırken yaratacağı kısıtı (kurgusal unsurlarla
bozulmaya neden olmak) ortadan kaldıran ve gerçekliğin çeşitli boyutlarla ele alınmasına
olanak sağlayan bir türdür.
Röportaj sözcüğünün kökeni, Latincede “toplamak”, “getirmek” anlamlarında kullanılan
“reportare” sözcüğüne dayanmaktadır (Özer: 2013: 16). Amerika ve İngiltere’deki
örneklerinde “literary journalism (edebi gazetecilik)5” olarak adlandırılan röportaj, hem bir
gazetecilik uygulaması hem de bir edebiyat türü olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu özelliği
nedeniyle hem gazeteciliğin hem edebiyatın imkânlarını kullanarak yapılan bir anlatımdır.
Çeşitli kaynaklarda röportaj şöyle tanımlanmaktadır:
“Yazarın yaptığı incelemeleri, fotoğraflarla süsleyerek, kendi görüşlerini de katarak
yazdığı gazete ve dergi yazıları” (Özer: 2013: 16); “Bilgiyi, haberi, gerçeği açık,
yalın, çarpıcı bir dille okura ileten bir yazı türüdür” (Özdemir, 2007: 151); “Röportaj,
inceleme, araştırma, gözlem gerektiren, birtakım gerçekleri ortaya çıkarmayı
amaçlayan ve belirli bir üslupta yazılan bir gazeteciliktir” (Kabaş, 2009: 34);
“(Röportaj) bir olayı, bir konuyu okuyucuya ya da izleyiciye en anlaşılır şekilde,
görüyor, duyuyor ve yaşıyormuşçasına anlatma sanatıdır” (Milliyet Sanat’tan akt
Söyleşi ve röportaj arasındaki farklar için Bkn: Kabaş, S. (2009) Soru Sorma Sanatı – Dünyada ve
Türkiye’de Röportaj ve Söyleşi Geleneği, Doğan Kitap: İstanbul, s. 31-65.
5
İngilizce literatürde edebi gazetecilik (literary journalism) olarak tanımlanan bu tür Türkçe’ye yanlış şekilde
“röportaj” olarak geçmiştir. Bu yazıda İngilizce literatürde literary journalism hakkında yazılanlar
kullanılmıştır.
9
Özer, 2013: 106); Okur toplumunun ilgi duyduğu konuları, sorunları, kişileri, yerleri
ve olayları tanıtma amacıyla ve de içeriğine girerek oluşturulan bir yazı türü”
(Milliyet Sanat’tan akt Özer, 2013: 106); “Yaşamanın bir kesitini edebiyatla
belgeleme sanatıdır bence röportaj” (Milliyet Sanat’tan akt Özer, 2013: 106).
“Yüreğinde katıksız insan sevgisi taşıyan, yalandan-dolandan, laf ebeliğinden
kendini yüzde yüz ırak tutan, geniş halk yığınlarının; renk, dil, din, mezhep, cinsiyet,
ırk farkı kollamadan sorunlarına eğilen, salt onların çıkarlarını gözeten; olaylara,
konulara bu açıdan, bu anlayış ve tanımla yaklaşan eli kalem tutanların yaptığı bir
anlatım biçimidir röportaj” (Milliyet Sanat’tan akt Özer, 2013: 106). “Edebi
gazetecilik, kim, ne, nerede, nasıl ve neden sorularına yanıt vermekten çok, zamanın
o anını betimler” (What…, 2009); “Edebi gazetecilik, haber yazımı ve kişisel
denemenin unsurlarını birleştiren bir kompozisyon türüdür” (What is Literary
Journalism, 2009).
Yukarıdaki alıntılardan anlaşılacağı üzere röportaj, araştırma, fotoğraf, belge ve hatta
röportajla karıştırılan söyleşi gibi, gazeteciliğin bilgi toplama tekniklerinin kullanıldığı bir
türdür. Böyle olması, röportaja “haber” özelliği veren şeydir. Öte yandan haberde
olmayacak şekilde, gazetecinin kişisel görüşlerine de yer vermesi, anlatılanların
gazetecinin deneyimini de içermesi, yazım üslubu gibi unsurlar da röportaja edebi nitelik
veren özelliklerdir.
Röportaj, yalnızca “haber niteliği taşıyan edebi bir metin” veya “edebi özelliği olan bir
gazetecilik ürünü” olmanın çok ötesinde anlamlara sahiptir. Bu anlamlardan ilki, röportajın
konularını oluşturmadaki seçiciliktir. Röportaj, diğer gazete yazı türlerinin ve edebiyat
dallarının olmadığı kadar toplumsal sorunları ele alır. “İşlenen konu; toplumsal, sınıfsal,
sanatsal olay ya da olgu olmalıdır” (Özer, 2013: 17). Röportajın konusu, eşitsizlik,
adaletsizlik, yoksulluk, felaketlerden zarar görenlerin durumları, toplumda baskı ve
sömürüye maruz kalanların yaşamlarıdır. Röportaj, kendisine konu seçerken mutlaka
toplumsal bir soruna işaret eder ve bu sorunu yaşayanların deneyimlerini ele alır.
Dolayısıyla röportajın toplumsal niteliği daha konu seçiminde şekillenmeye başlamaktadır.
Ek olarak röportaj aynı zamanda, yazarının, ele aldığı konuya karşı bir tutum takınması,
taraf olması hatta inisiyatif alması ile var olur. “… (R)öportajda bilgiden başka, yazarın
izlenimleri, düşünceleri, görüşleri de yer alır” (Özer, 2013: 16) Röportaj yazarı, ele aldığı
konuyu yalnızca işlemekle kalmaz, sorunun çözümüne ilişkin kişisel görüşlerini dile getirir
ve hatta çaba gösterir. “Röportajcının toplumsal sorumluluğu diğer yazarlardan daha
çoktur” (Özer, 2013: 17). Bu özelliği nedeniyle röportajın diğer gazetecilik pratiklerinde
görünmeyen şekilde, açıktan bir “taraf” olma özelliği de vardır.
2. Yaşar Kemal: Röportajları ve Röportaj Anlayışı
Türk edebiyatının en önemli isimlerinden biri olan ve Dünya edebiyatında da ayrıcalıklı bir
yer edinen Yaşar Kemal, edebiyat yazarlığının yanı sıra gazetecilik de yapmıştır. Kemal,
“Türkçe’nin şiirini duyuran büyük bir (…) destancı, bir türkücü” (Püsküllüoğlu, 1991: 5)
olduğu kadar büyük bir gazetecidir de. Kemal’in röportajları, bu gazetecilik dönemi
ürünleridir. Gazeteciliğe, dolayısıyla da röportaj yazarlığına başlamadan önce kimi öykü ve
şiirleri yayımlanmış olan ve edebiyatçı kimliğiyle tanınan Kemal, Cumhuriyet gazetesinin
o dönemki ortaklarından olan Nadir Nadi’nin Kemal’i Diyarbakır’a göndererek oradan
röportajlar istemesiyle bu türde eserler vermiştir6. Cumhuriyet gazetesinde başladığı ve
6
Yaşar Kemal’in gazeteciliğe ve röportaj yazarlığına nasıl başladığına ilişkin anlatımı için Bkz. Kemal, Y.
(2004) Yaşar Kemal Kendini Anlatıyor – Alain Bosquet ile Görüşmeler, YKY: İstanbul. s. 59-79.
10
burada on üç yıl boyunca sürdürdüğü gazetecilik yaşamında pek çok röportaja imza
atmıştır.7 Kemal, yıllar sonra eski gazetesinden Nadir Nadi’nin önerisi üzerine tekrar bir
dizi röportaj hazırlamıştır.8 Bu röportajları evden kaçan çocuklar üzerinedir ve “Çocuklar
İnsandır” başlığıyla 14 Eylül-26 Ekim 1975 tarihleri arasında 41 gün boyunca Cumhuriyet
gazetesinde yayımlanmıştır.9
Yaşar Kemal, gazeteciliğe onunla başladığı ve tüm gazetecilik deneyimini ayırdığı röportaj
yazarlığını “ana işlerinden biri” olarak değerlendirmektedir. Kemal (2011: 7), röportaj
yazarlığının kendisi için önemini şöyle açıklamaktadır:
Yaşamım boyunca röportaj benim ana işlerimden birisi oldu. Koşullar bana yardım
etseydi röportaj yazarlığımı bugüne kadar sürdürürdüm. Koşulların bana yardım
etmemesi, benim işimi sürdürememem çok acı oldu. Gazeteciliğimiz olağan
yaşamını sürdürseydi, şimdiye benim bir sürü röportaj kitabım olurdu. İşimi çok
seviyordum ama on iki yıl sürdürebildim. O da zor bela. Çok zor koşullar altında.
Yaşar Kemal (2013: 15) “olayların gerçeğine inebilmek” dediği röportajın “doğa-insan
ilişkileriyle (…) (insanın) derinliğine” varma olanağı sağladığını belirtmektedir. Röportaj
Kemal’e göre, insanı, doğayı ve ilişkileri derinlemesine anlamak için en elverişli yoldur.
Kemal (2013: 15) röportaj için hatta “yaşamayı sağlıyor” diyerek kendisi için önemini dile
getirmiştir.
Röportajın edebiyat içinde sayılıp sayılmaması konusunda (2011: 8) “… bir edebiyat dalı
sayılmak ne, röportaj bal gibi edebiyattır” diyen Kemal, röportajı haberden ayıran niteliğin
de “onun edebiyat gücü” olduğunu belirtmektedir. Edebiyatın içinde gördüğü röportaj için
Kemal (2011: 9) ayrıca “röportaj bir edebiyat türüdür, onun için bize insan yaşamını,
gerçeğini en güzel veren bir daldır” demektedir.
III. YAŞAR KEMAL RÖPORTAJLARI ve SOSYAL HAKLAR
Yaşar Kemal’in röportaj yazarlığı yaptığı yıllar (1951-63), tarihsel olarak refah devleti
uygulamalarının gerçekleştiği ve işçi sınıfının örgütlü bir güç olarak politik alanda kendini
var ettiği bir dönemdir. Bu yıllar aynı zamanda sosyal hakların kurumsallaştığı ve
toplumsal meşruiyetinin de sağlandığı yıllardır. Bu zemin, Kemal’in röportajlarında sosyal
hakları izleyebilmemizi mümkün kılan özelliklerden biridir. Bir diğeri ise, Kemal’in
röportajlarının karakteristiğidir. Bunlar, emekçi sınıfların sorunlarının irdelenmesi,
Kemal’in bu sorunları bizzat yaşayarak deneyimlemesi ve bu sorunların bağlamının
bireysel değil toplumsal bir içerikle oluşturulmasıdır -ki bu durum röportajın taraflılığı
7
Kemal’in, 1951-1963 yılları arasında yazdığı röportajlar Cumhuriyet gazetesinde yayımlanmıştır. Kemal’in
bu dönemki röportajları daha sonra dört kitaptan oluşan Bu Diyar Baştan Başa üst başlığıyla son olarak Yapı
Kredi Yayınları (YKY) tarafından bir araya getirilerek 2004 yılından itibaren okuyucuyla tekrar buluştu.
Ayrıca Neredesin Arkadaşım ve Yağmurla Gelen kitapları da Çocuklar İnsandır’da yayımlanan
röportajlarının bazılarından seçilerek oluşturulmuştur.
8
Kemal’in 1975 yılındaki röportajlarına ilişkin anlatımı için Bkz. Kemal, Y. (2013) Çocuklar İnsandır,
YKY: İstanbul. s. 9-25.
9
Bu röportajlar da önce 2004 yılında “Allahın Askerleri” ve daha sonra 2013 yılında “Çocuklar İnsandır”
başlığıyla yine YKY tarafından basılmıştır. YKY yayınları ayrıca Kemal’in 1951 yılında yayımlanmaya
başlayan röportajlarından bir seçki yaparak 2011 yılında özel bir baskıyla Yaşar Kemal, Röportaj
Yazarlığında 60 Yıl başlığıyla yayımlanmıştır. Yaşar Kemal’in YKY tarafından yayımlanan tüm röportaj
kitapları hakkında yayıncı bilgisi için Bkz. http://kitap.ykykultur.com.tr/kitaplar/?kategori=zUYZXl6F1Ig=
11
özelliğinin işlediği bir alandır. Kemal röportajlarında, toplumsal eşitsizlik ve adalet arayışı
ekseninde bir tarafgirlik sergilemektedir. Bu durum, sosyal hakların da temelde bir
toplumsal taraflılığa işaret etmesiyle paralellik göstermekte, toplumsal gerçeklik ve
röportaj ilişkisi için ortak bir ontolojik temel sunmaktadır.
Kemal röportajlarını, bu türün karakteri gereği hem toplumsal sorunlar içinden seçmiş hem
de sorunlarını işlediği kişilerin toplumsal tarafında yer almıştır. Kemal (2013: 14) için
röportaj, “halk arasında, aydınlar arasında söylenenleri gün ışığına çıkarma” işidir ve
röportajlarının büyük ilgi görmesinin nedeni “gerçeği yaşayarak aydınlarımıza, halkımıza
iletmeye çalış(…)”mış olmasıdır. Yaşar Kemal, röportajlarında, Türkiye’nin dört bir
yanında depremzedelerden kaçakçılara, ormanları yanan köylülerden evden kaçan
çocuklara kadar pek çok kesimin sorunlarını, bizzat içinde yaşayarak aktarmıştır.
Röportajlarındaki bu çabayı kendisi de şöyle dile getirmektedir (akt. Kabaş, 2009: 36-37):
Orman yangınları üzerine bir röportaj yazacaktım. Maraş’tan başladım, orada yanan
ormanlarda elli gün geçirdim. Bu konu hakkında ne kadar kitap varsa okudum.
Ormanda üç ay, dört ay çalıştım neredeyse… Bir başka röportaj ise şöyle oldu.
Trabzon’dan gelen, Sirkeci İskelesi’ndeki bir vapurda ölü çıkmış, gazeteye haber
geldi. Doktor, “B vitamini eksikliğinden ölmüşler” dedi. Bunun üzerine “Güverte
Yolcuları” diye bir röportaj yazdım. Bunu yazmak için namusluca yolculuk yaptım.
Ne gerekiyorsa aynısını yaptım, mesela ben de bitlendim. Güvertede değil ambarda,
atlarla kaldım. Sonuna kadar gitmelisin gerçeği ortaya çıkarmak için. Halkın
çektiklerini anlatmak istedim, o gemilerde nasıl gidildiğini anlatmak istedim.
Görüldüğü gibi Kemal, toplumun emekçi kesimlerinin yaşadığı sorunları anlatmak ister ve
bu anlatımını o sorunları bizzat yaşayarak, deneyimleyerek gerçekleştirir. Röportajlarının
yanı sıra romanlarında da tanıklığı önemsemiş ve onu tüm anlatılarının kaynağı yapmıştır.
Bu da röportajının en önemli karakteristiklerinden biridir. Bağlantılı şekilde, röportajlarda
sorunları irdelenen, dile getirilen kesimler hep emekçi sınıflardır. Özer de bu durumu ifade
etmektedir: “Yaşar Kemal, röportajlarında hep altsınıfların sorunlarını işlemektedir. Bu
durum, röportajda altsınıfların yansıtılması gerektiği yönünde okunabilir” (Özer, 2013:
240). Bu görüş fazla iddialı görünse de, en azından Yaşar Kemal röportajları için
geçerliliği bulunmaktadır.
Bu genel eğilimlerin ışığında Yaşar Kemal röportajlarında sosyal hak taleplerinin ele
alınışı iki temel kategori etrafında incelenebilir. Bunlar, röportajlarda değinilen sosyal
hakların kapsamı ve içeriğidir.
Yaşar Kemal’in, röportajları çok geniş bir coğrafyaya yayılmaktadır. Diyarbakır’dan
Nevşehir’e, Van’dan Adana’ya, İstanbul’dan Gaziantep’e, Aydın’dan Yozgat’a,
Kayseri’den Şanlıurfa’ya ve başka pek çok yere kadar giden Kemal, buralardaki sorunlarla
ve bu sorunları çekenlerin yaşamlarıyla ilgilenmiştir. Kemal’in röportajlarında, sosyal
haklarının geliştirilmesi için konu edilenlerin kapsamı oldukça geniştir. Bu kapsam, genel
olarak sınıfsal olarak belirlenmekle birlikte, deprem, yangın gibi felaketlerin ardından
geniş çaplı mağduriyet yaşayanlar veya sokakta yaşayan çocuklar gibi toplumsal olay ve
olguları da içermektedir.
Kemal’in röportajlarının kapsadığı kesimler şöyledir:
12
-
Kent Yoksulları: Kemal, kimi röportajlarında kent yoksullarının yaşamlarını ele
alır. Kimi zaman mağaralarda yaşamak zorunda kalan kentin en yoksul nüfusunu
oluşturan insanların koşullarını kimi zaman da kendi şehirlerinden çeşitli sebeplerle
göç etmek zorunda kalarak büyük şehirlerde yoksulluk içinde yaşayanların
durumunu gözler önüne serer. Kemal’in bu başlık altına girebilecek röportajları
şunlardır: İnsanı Selçuk Devrine Götüren Şehir: Kayseri, Orta Anadoluda En
Sağlıklı İnsanların Şehri: Yozgat, Neden Geliyorlar.
-
Kır Yoksulları: Kemal, toplumsal yaşamı ele aldığı röportajlarının bazılarında,
şehir dışındaki yoksulluğu da işlemiştir. Taşra yaşayanların yoksulluklarını,
toplumsal ilişkilerini, özellikle öğretmen, memur gibi yöreye gelenlerle kurdukları
ilişkileri ve bu durumda olmalarının nedenlerini konu edindiği röportajları vardır.
Bunlardan bazıları şunlardır: Doğuda İnanılmaz Şeyler Gördüm, Mağara İnsanları,
Mağaralarda Demokrasi Dersi.
-
Topraksız Köylüler/Tarım İşçileri: Yaşar Kemal’in roman ve öykülerinin temel
konusunu oluşturan topraksız köylüler ile tarım işçilerinin durumu, röportajlarının
kapsamına da girmiştir. Kemal, hem kendi coğrafyası olan Çukurova’da hem de
gittiği diğer yerlerde topraksız köylülerin hayatlarını, sorunlarını ve taleplerini dile
getirmiştir. Çukurova Yana Yana, Dünyanın En Büyük Çiftliğinde Yedi Gün, Kutsal
Balıklar ve Ceylanlar Şehri Urfa, Doğuda İnanılmaz Şeyler Gördüm, bu
röportajlarından bazılarıdır.
-
Güvencesiz İşçiler: Yaşar Kemal, Bir Bulut Kaynıyor, Görülmemiş Lüfer Akını,
Süngerciler, Bir Sabahçı Kahvesi, Kaçakçılar Arasında 25 Gün gibi
röportajlarında, inşaat işçileri, balıkçılar, sokakta tezgâh açanlar, sınır kaçakçıları,
parça başı iş alanlarla görüşmeler yapmış, yaşadıkları ve çalıştıkları yerlerde zaman
geçirmiş, koşullarını ve isteklerini röportaj metinlerinde anlatmıştır.
-
Felaketzedeler: Orman yangını, deprem gibi felaketlerin ardından bu felaketlerin
yaşandığı yerlere giderek durumu yerinde gözlemleyen Yaşar Kemal,
felaketzedelerin durumu, devletin bu bölgelerdeki yetersiz çalışmaları, dile getirilen
sorunlar ve ihtiyaçlar üzerine röportajlar da yazmıştır. Bunlardan bazıları, Yanan
Ormanlarda Elli Gün, Hasankale Yerle Bir gibi röportajlardır.
-
Sokak Çocukları: Kemal, gazeteciliği bırakmak zorunda kaldığı 1963 yılından on
iki yıl sonra, 1975 yılında da bir dizi röportaj yapmış, bu röportajlarında evden
kaçarak sokakta yaşamak zorunda kalan çocukların sorunlarına eğilmiştir. Onlarla
günler boyunca vakit geçirmiş, sohbet etmiş ve barındıkları yerlerde bulunmuştur.
Kemal’in bu röportajları Çocuklar İnsandır başlığıyla yayımlanmış ve
kitaplaştırılmıştır.
Yaşar Kemal röportajları, yukarıda da görüldüğü gibi, sosyal haklar konusunda en kötü
şartlara sahip olan kesimleri kapsamaktadır. Kemal, röportaj türünün özelliği gereği
yönünü emekçi sınıflara ve sosyal adaletin korumasına ihtiyaç duyan toplumsal gruplara
çevirmiştir. Kemal’in konu edindiği toplumsal kesimler, en geniş anlamıyla proletaryanın
20. yüzyıldaki katmanlarını oluşturmakta ve bu yanıyla Kemal sosyal haklar üzerine
girişilen tarihsel mücadelenin kendi çağındaki (örgütlü ya da örgütsüz, bilinçli ya bilinçsiz)
öznelerinden bir kesit sunmaktadır.
13
Röportajlarını bu kapsamda oluşturan Kemal, içerik bakımından da oldukça zengin bir
sosyal hak başlığına sahiptir. Kemal’in röportajlarının içeriğini oluşturan konular da
şöyledir:
-
Toplumsal adalet: Yaşar Kemal’in röportajları, özellikle topraksız köylüler, kent
ve kır yoksulları için sosyal adaletin sağlanmasına dönük bir perspektif
içermektedir. Topraksızlık ve yoksulluk, temel olarak emekçi sınıfların sorunları
olarak karşımıza çıkmaktadır ve röportajlar bu sınıf dilimlerinin yaşam koşullarının
iyileştirilmesi taleplerine destek vermektedir.
-
Barınma: Gerek kent yoksullarının mağara gibi uygunsuz yapılarda yaşamaları
gerek tarım işçilerinin kötü koşulları, gerek sokak çocuklarının barınma ihtiyaçları
gerek de memleketlerinde barınamadıkları için göç etmek zorunda kalanların
sorunları, Yaşar Kemal röportajlarında vurgulu biçimlerde ele alınan içeriklerden
biridir.
-
Sağlık: Özellikle çocukların sağlık sorunları, Yaşar Kemal’in röportajlarında
oldukça geniş yer tutmaktadır. Hem sokak çocukları üzerine yazdığı röportajlar
hem de tarım işçilerini anlatımlarında yer alan çocukların sağlık sorunlarına ilişkin
gözlem ve bilgi aktarımları, yüksek orandadır. Kent yoksullarının mecbur kaldığı
olumsuz barınma koşullarının yarattığı sağlık sorunları da Kemal’in aktarımlarında
yer almaktadır.
-
Eğitim: Yaşar Kemal eğitim üzerinde dikkat çekecek seviyede durmuştur. Öyle ki
Özer (2013: 240) Kemal için “eğitim gönüllüsü” ifadesini kullanmaktadır. Sokak
çocuklarının eğitimsizliği, tarım işçilerinin çocuklarının eğitim olanaklarından
yoksun bırakılmış olması, Kemal’in bu konuları ele alırken ilk sıraya koyduğu alt
başlıklardır. Eğitimin bir hak olarak devlet tarafından sağlanması talebi ve ailelerin
eğitim konusuna vermesi gereken önem, Kemal’in röportajlarında açıkça
görülmektedir.
-
Sosyal Güvence: Yoksulluk sorunuyla iç içe geçmiş şekilde ama başka bir başlık
oluşturabilecek kadar işlenen bir diğer sosyal hak da sosyal güvencedir. İnşaat
işçileri, kaçakçılar, denizden geçinenler, Kemal’in bu konuda odaklandığı
gruplardır. Bu kesimleri ele aldığı röportajları, güvencesizliğin neden olduğu
toplumsal sorunları işlemesi ve tanıklık aktarımlarıyla birlikte, sosyal güvence
hakkının ve hatta talebinin dile getirildiği metinler olarak karşımıza çıkmaktadır.
-
Sosyal Yardım: Yaşar Kemal, Sosyal güvencenin yanı sıra, özellikle
felaketzedeler, tarım işçileri ve sokakta yaşayan çocuklar için sosyal yardımların
gereği üzerinde yer yer durmuştur. Bu sorunlar tamamen ortadan kaldırılıncaya
kadar sosyal yardım tedbirlerinin alınması gereği, fazla vurgulu olmasa da Yaşar
Kemal röportajlarından çıkartılabilecek bir başka sosyal hak başlığıdır. Ancak
sosyal yardım teması günümüzdeki kullanımından oldukça farklı, ihtiyaç halindeki
yurttaşlara sağlanması gereken hak temelli toplumsal bir zorunluluk olarak ele
alınmaktadır.
SONUÇ
14
İşçi sınıfının 19. yüzyıl boyunca verdiği mücadeleler sonucu ortaya çıkan sosyal haklar
edebiyatın pek çok türünde ele alınmıştır. Toplumsal gerçekçi, sosyalist gerçekçi akımlar
içinde verilen, hatta realist akıma giren kimi roman, öykü, şiir ve oyunlar, dönemin sosyal
hak mücadeleleri hakkında bilgi ve fikir vermektedir. Lakin, bu türlerin hepsi, her ne kadar
gerçeklikten hareket etse de kurgusal anlatıma başvurmakta, nicel gerçekliğe sadık kalma
zorunluluğu olmadığı için bu nicel gerçeklik hakkında oluşturduğu nitel anlamları da
gerçeklik dışına taşırma ihtimali taşımaktadır. Bu ihtimal, sosyal haklar gibi “gerçek” bir
konu ve sosyal hakların geliştirilmesine ihtiyaç duyulan toplumsal sınıf ve gruplar için,
gerçeklik dışına çıkmakla inandırıcılığın yitirilmesi gibi bir risk de taşımaktadır.
Dolayısıyla sosyal hakların ele alınışı sırasında edebiyatın bu riskini dışarıda bırakan bir
türe ihtiyaç vardır. Öte yandan bu konu aynı zamanda, yalnızca nicel gerçekliğin istatistiki
bilgi ve durağan görüntülerine bırakılamayacak kadar da gerçektir. Bu nedenle, süreç,
duygu, deneyim gibi alanlardan edinilecek bilginin de sosyal hakların ele alınışında hayati
bir önemi vardır.
Bütün bunlardan yola çıkarak röportajın, sosyal hakların edebiyata taşınmasında en uygun
tür olduğu söylenebilir. Röportaj, yazarının bir özellikle de sınıfsal olmak üzere bir
toplumsal soruna eğildiği ve taraf aldığı bir türdür. Edebiyatın bir kolu olduğu hem bu
türde örnekler veren yazarlar hem de eleştirmenler tarafından kabul edilen röportaj,
gazetecilik ve edebiyatın bilgi toplama tekniklerini kullanarak, gazetecilikteki “nicel
gerçekliğine sadık kalma” ilkesi ve edebiyatın araçlarıyla üretilmiş metinlerdir. Bu
metinler, çok büyük oranda gazetelerde yayımlanmış gazetecilik metinleri olarak karşımıza
çıkmaktadır.
Ülkemizde bu türün en önemli örneklerini veren Yaşar Kemal, sosyal hak taleplerinin ve
mücadelelerinin yoğun olduğu 1951-1963 yıllarında, Türkiye’nin dört bir yanını dolaşarak
röportajlar hazırlamıştır. Kemal, roman, öykü ve folklor araştırmalarına da büyük oranda
kaynaklık eden birikimini de neredeyse bu röportajcılık dönemine borçludur. Kendisini bir
“sosyalist” olarak niteleyen Kemal, röportajlarında sınıfsal sorunlara ve sosyal
adaletsizliğe odaklanmıştır.
Yaşar Kemal’in röportajlarının sosyal haklar kapsamını ağırlıklı olarak kent ve kır
yoksulları, topraksız köylüler, tarım işçileri, güvencesiz işçiler, felaketzedeler, sokak
çocukları oluşturmaktadır. Kemal’in röportajlarının içeriğini oluşturan sosyal hak başlıkları
ise, toplumsal adalet, barınma, eğitim, sağlık, sosyal güvence ve sosyal yardımdır. Bu
kapsam ve başlıklardaki röportajlarında Yaşar Kemal, bu türün en önemli örneklerini
vermiş, konuları gazetecilik ve edebiyatın tüm imkânlarını kullanarak ele almıştır. Sosyal
hakların neo-liberal dönemdeki tasfiyesine paralel olarak günümüzde yeni röportajcılara ve
röportajlara rastlamak gittikçe zorlaşmaktadır. Bununla birlikte yükselen hak talepleriyle
birlikte röportajcılığın da artacağını söylemek mümkündür çünkü hak talepleri yükseldikçe
görünürlükleri ve gerçeğe olan toplumsal talep de yükselecektir. İşte son söz, bu bağlamda
Yaşar Kemal’e (2011: 11) verilmelidir:
“Türkiyede demokrasiyle birlikte röportajcılık da gelişecektir. Gazeteler ne kadar
diretirlerse diretsinler, ayakta kalmak, okuyucuya insanca varmak için, televizyon,
radyo, sinema furyasında, röportaja başvurmak zorunda kalacaklardır. Dünya
gazeteciliğinin bugünlerde girdiği bu çaresiz yola bizimkiler de gireceklerdir.”
15
KAYNAKÇA
Akbulut, Erden (1989). İnsan Hakları İnsani Toplumun Ürünü Olacaktır.
http://www.urundergisi.com/10eylul/arsiv/sayi4/insan_haklari_insani_toplum.php,
Erişim Tarihi: 14.06.2016)
Andaç, Feridun (2012) Yaşar Kemal, Sözün Büyücüsü¸ İstanbul: Kavis.
Bayramoğlu, Sonay (2011). “Burjuvaziye Not; ‘Gülümse Kaderine’: Olağanüstü Hal ve
Haklar”. Bürkev, Y. vd. (Ed.), Kuramsal ve Tarihsel Boyutlarıyla Hak
Mücadeleleri 1 içinde, (s. 187-206). Ankara: Notabene.
Bezirci, Asım (2008) Edebiyat Neye Yarar? (http://www.cafrande.org/edebiyat-neyeyarar-asim-bezirci/, Erişim tarihi: 22.06.2016)
Boratav, Korkut (2011). “Hak Mücadeleri ve Ekonomi”. Bürkev, Y. vd. (Ed.), Kuramsal
ve Tarihsel Boyutlarıyla Hak Mücadeleleri 1 içinde, (s. 153-164 ). Ankara:
Notabene
Bulut, Nihat (2009). Sanayi Devriminden Küreselleşmeye Sosyal Haklar, İstanbul: Oniki
Levha Yayıncılık.
Bürkev, Yalçın ve Metin Özuğurlu (2011). “21. Yüzyılda Toplumsal Hak Mücadelelerinin
Sınıf İçeriği”. Bürkev, Y. vd. (Ed.), Kuramsal ve Tarihsel Boyutlarıyla Hak
Mücadeleleri 1, (s. 15-50). Ankara: Notabene.
Coşkun, Vahap (2006). İnsan Hakları: Liberal Açıdan Bir Tahlil. Ankara: Liberte
Yayınları.
Donelly, Jack (1995). Teoride ve Uygulamada Evrensel İnsan Hakları. Mustafa Erdoğan
(çev.). Ankara: Yetkin Yayınları.
Erdoğan, Mustafa (1998). Liberal Toplum Liberal Siyaset. Ankara: Siyasal Kitabevi.
Gülmez, Mesut (2001). İnsan Hakları ve Demokrasi Eğitimi: Egemenlik İnsanındır,
Ankara: TODAİE İnsan Hakları Araştırma ve Derleme Merkezi Yayınları.
Kabaş, Sibel (2009) Soru Sorma Sanatı – Dünyada ve Türkiye’de Röportaj ve Söyleşi
Geleneği, İstanbul: Doğan Kitap.
Kaboğlu, İbrahim (2004). Özgürlükler Hukuku, Ankara: İmge
Kant, Immanuel (1995). Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi, İoanna Kuçuradi (Çev.).
Ankara: Türkiye Felsefe Kurumu Yayınları.
Kant, Immanuel (2003). Ethica: Etik Üzerine Dersler, Oğuz Özügül (Çev.). İstanbul:
Pencere Yayınları
Karabacak,
Yakup
(2007).
Sosyalistler
ve
http://www.devrimyolundakurtulus.net/03/07hukuk.htm
16
Burjuva
Hukuku,
Karatepe, Umar (2011). “Sermaye Egemenliğinin İzdüşümü Olarak Dinsel Hayırseverlik”,
Bürkev, Y. vd. (Ed.), Kuramsal ve Tarihsel Boyutlarıyla Hak Mücadeleleri 1, (s.
207-240). Ankara: Notabene.
Kemal, Yaşar (2004) Yaşar Kemal Kendini Anlatıyor, Alain Boquet ile Görüşmeler,
İstanbul: YKY.
Kemal, Yaşar (2011) Röportaj Yazarlığında 60 Yıl, İstanbul: YKY.
Kemal, Yaşar (2013) Çocuklar İnsandır, İstanbul: YKY.
Kuçuradi, İoanna (2007). “İnsan Onuru Kavramı ve İnsan Hakları”, İnsan Hakları
Kavramları ve Sorunları, Akara: Türkiye Felsefe Kurumu Yayınları, s. 69- 76.
Kuyurtar, Erol (2004). “Haklar”. Liberal Düşünce Dergisi. Sayı 34, Bahar
Locke, John (1999). Tabiat Kanunu Üzerine Denemeler, İsmail Çetin (Çev.). İstanbul:
Paradigma Yayınları.
Locke, John (2004). Hükümet Üzerine İkinci İnceleme, Fahri Bakırcı (Çev.). Ankara: Babil
Yayınları.
Nuttall, Jon (1997). Ahlak Üzerine Tartışmalar: Etiğe Giriş, Abdullah Yılmaz (Çev.).
İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Özdek, Yasemin (2011). “Marksizm ve Haklar”. Bürkev, Y. vd. (Ed.), Kuramsal ve
Tarihsel Boyutlarıyla Hak Mücadeleleri 1 içinde, (s. 51-108). Ankara: Notabene.
Özdemir, Ali Murat ve Ebubekir Aykut (2011). “Liberalizm ve Haklar”. Bürkev, Y. vd.
(Ed.), Kuramsal ve Tarihsel Boyutlarıyla Hak Mücadeleleri 1 içinde, (s. 297-310).
Ankara: Notabene.
Özdemir, Emin (2007) Yazınsal Türler, Ankara: Bilgi Yayınevi.
Özer, Ömer (2013) Haber Roman, George Orwell ve Yaşar Kemal’den Örneklerle Edebi
Gazetecilik / Röportaj, Konya: Literatürk.
Özuğurlu, Aynur (2011). “İnsani ihtiyaçlardan Haklara: Sermaye Birikir ve Emekçiler
Kendilerini Yeniden Üretirken”. Bürkev, Y. vd. (Ed.), Kuramsal ve Tarihsel
Boyutlarıyla Hak Mücadeleleri 1 içinde, (s. 123-152 ). Ankara: Notabene.
Püsküllüoğlu, Ali (1991) Yaşar Kemal Sözlüğü, İstanbul: Toros Yayınları.
Rand, Ayn (1993) “İnsanın Hakları”, Atilla Yayla (Der.), Sosyal ve Siyasal Teori –Seçme
Yazılar içinde, (s. 258-264). Ankara: Siyasal Kitabevi.
Rousseau, Jean-Jacques (2009). Toplum Sözleşmesi, Vedat Günyol (Çev.). İstanbul:
Türkiye İş Bankası Yayınları.
17
Simmers,
Mary,
(2019)
What
is
Literary
Journalism?
6
(http://www.articlesbase.com/writing-articles/what-is-literary-journalism1546292.html, Erişim Tarihi: 22.06.2016)
Aralık,
Tepe, Harun (2009). Sosyal Haklar ve İnsan Hakları: Sosyal Ve Ekonomik Haklar
Olmadan İnsan Hakları Korunabilir Mi?, I. Sosyal Haklar Uluslararası
Sempozyumu, 22-23 Ekim, Antalya.
18