Academia.eduAcademia.edu

I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU BİLDİRİ KİTABI

B İ L D İ R İ K İ TA B I PROCEEDINGS BOOK 2020 Düzenleyen / Organizer Uluslararası Türkçe Edebiyat Kültür Eğitim Derneği Destekleyenler / Supporters UNESCO Türkiye Millî Komisyonu Türk Dil Kurumu Bursa Uludağ Üniversitesi Mersin Üniversitesi Artvin Çoruh Üniversitesi Batı Kaspi Üniversitesi Priştine Üniversitesi Gürcistan Teknik Üniversitesi Valeh Hacılar Uluslararası Bilimsel ve Kültürel Araştırmalar Vakfı Uluslararası Türkçe Edebiyat Kültür Eğitim Dergisi BUGU Dil ve Eğitim Dergisi ISBN: 978-625-44303-1-2 TEKE AKADEMİ: 2 Yayımlayan: TEKE AKADEMİ Editörler: Prof. Dr. Cengiz ALYILMAZ - Prof. Dr. Osman MERT Yayıma Hazırlayanlar: Doç. Dr. Faruk POLATCAN - Dr. İsmail ÇOBAN - Doç. Dr. Onur ER Kapak Görseli: Görsel Sanatlar Uzmanı Levent ALYAP Kapak Tasarımı: Öğr. Gör. Mehmet Fatih KILIÇ Grafik Tasarımı: Öğr. Gör. Mehmet Fatih KILIÇ I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU Onur Kurulu / Honorary Committee Prof. Dr. Yavuz AKPINAR - Emekli Öğretim Üyesi, TÜRKİYE Prof. Dr. Ahmet ÇAMSARI - Mersin Üniversitesi Rektörü, TÜRKİYE Prof. Dr. Marjan DEMA - Priştine Üniversitesi Rektörü, KOSOVA Prof. Dr. Mahmut DOĞRU - Yükseköğretim Kurulu, TÜRKİYE Prof. Dr. Ahmet Bican ERCİLASUN - Emekli Öğretim Üyesi, TÜRKİYE Prof. Dr. Efrasiyap GEMALMAZ - Emekli Öğretim Üyesi, TÜRKİYE Prof. Dr. David GURGENİDZE - Gürcistan Teknik Üniversitesi Rektörü, GÜRCİSTAN Prof. Dr. Tuncer GÜLENSOY - Emekli Öğretim Üyesi, TÜRKİYE Prof. Dr. Gürer GÜLSEVİN - Türk Dil Kurumu Başkanı, TÜRKİYE Prof. Dr. Leylâ KARAHAN - Türk Dil Kurumu Bilim Kurulu Üyesi, TÜRKİYE Prof. Dr. Ahmet Saim KILAVUZ - Bursa Uludağ Üniversitesi Rektörü, TÜRKİYE Zenfira MEMMEDOVA - Western Caspian Üniversitesi Rektör Yardımcısı, AZERBAYCAN Prof. Dr. Öcal OĞUZ - UNESCO Türkiye Millî Komisyonu Başkanı, TÜRKİYE Prof. Dr. Saim SAKAOĞLU - Emekli Öğretim Üyesi, TÜRKİYE Prof. Dr. Mehmet ŞİŞMAN - Yükseköğretim Kurulu, TÜRKİYE Prof. Dr. Fahrettin TİLKİ - Artvin Çoruh Üniversitesi Rektörü, TÜRKİYE Prof. Dr. Dmitri D. VASİLYEV - RUSYA FEDERASYONU Prof. Dr. Kemal YAVUZ - Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi, TÜRKİYE Düzenleme Kurulu Başkanı / Chairman of Organizing Committee Prof. Dr. Cengiz ALYILMAZ - Bursa Uludağ Üniversitesi, TÜRKİYE Düzenleme Kurulu / Organizing Committee Prof. Dr. Hakan AKDAĞ - Mersin Üniversitesi, TÜRKİYE Prof. Dr. Semra ALYILMAZ - Bursa Uludağ Üniversitesi, TÜRKİYE Prof. Dr. Hülya ARGUNŞAH - Erciyes Üniversitesi, TÜRKİYE Prof. Dr. Gülhan ATNUR - Atatürk Üniversitesi, TÜRKİYE Prof. Dr. Tsend BATTULGA - Moğolistan Devlet Üniversitesi, MOĞOLİSTAN Prof. Dr. Musa ÇİFCİ - Uşak Üniversitesi, TÜRKİYE Prof. Dr. Tazegül DEMİR ATALAY - Kafkas Üniversitesi, TÜRKİYE Prof. Dr. Mihail DOBROVİTS - MACARİSTAN Prof. Dr. Funda KARA - Atatürk Üniversitesi, TÜRKİYE Prof. Dr. Erden KAZHYBEK - KAZAKİSTAN i Prof. Dr. Kadıralı KONKOBAEV - KIRGIZİSTAN Prof. Dr. Osman MERT - Atatürk Üniversitesi, TÜRKİYE Prof. Dr. İrfan MORİNA - Priştina Üniversitesi, KOSOVA Prof. Dr. Kasımcan SADIKOV - Şarkşinaslık Enstitüsü, ÖZBEKİSTAN Prof. Dr. Mustafa ŞAHİN - Bursa Uludağ Üniversitesi, TÜRKİYE Prof. Dr. Esma ŞİMŞEK - Fırat Üniversitesi, TÜRKİYE Prof. Dr. Hülya TAŞ - Bursa Uludağ Üniversitesi, TÜRKİYE Prof. Dr. Mehmet TEZCAN - Bursa Uludağ Üniversitesi, TÜRKİYE Prof. Dr. Murat YAKAR - Mersin Üniversitesi, TÜRKİYE Prof. Dr. Luo XIN - Pekin Üniversitesi, ÇİN HALK CUMHURİYETİ Doç. Dr. Nurşat BİÇER - Amasya Üniversitesi, TÜRKİYE Doç. Dr. Gülay DURMAZ - Bursa Uludağ Üniversitesi, TÜRKİYE Doç. Dr. Onur ER - Düzce Üniversitesi, TÜRKİYE Doç. Dr. Özlem ERCAN - Bursa Uludağ Üniversitesi, TÜRKİYE Doç. Dr. Faruk POLATCAN - Sinop Üniversitesi, TÜRKİYE Doç. Dr. Safiye SARICI BULUT - Gazi Üniversitesi, TÜRKİYE Doç. Dr. Nurullah ŞAHİN - Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi, TÜRKİYE Dr. Minara ALİYEVA ÇINAR - Bursa Uludağ Üniversitesi, TÜRKİYE Dr. Natevan KARAMOVA - Western Caspian University, AZERBAYCAN Dr. Negizbek ŞABDANALİYEV - Kırgızistan Türkiye Manas Üniversitesi, KIRGIZİSTAN Ramazan AVCI – Millî Eğitim Bakanlığı, TÜRKİYE Kadriye HOCAOĞLU ALAGÖZ - Bursa Uludağ Üniversitesi - TÜRKİYE Burcu KAYA ÇAKI - Bursa Uludağ Üniversitesi – TÜRKİYE Koordinatör / Coordinator Dr. İsmail ÇOBAN Sanat Danışmanı / Art Advisor Görsel Sanatlar Uzmanı Levent ALYAP Halkla İlişkiler / Public Relations Dr. Bahattin ŞİMŞEK - Dr. Öğr. Üyesi Fatih CAN Sekreterya / Secretariat Team Muhammet Lütfü AKYÜZ - Mükremin DURMUŞ Nazmi ŞEN - Dicle ÖZDEMİR - Fidan DOĞRU - İsmail EMİRŞAH ii Bilim Kurulu / Scientific Committee Prof. Dr. Kemal ABDULLA - Azerbaycan Diller Üniversitesi, AZERBAYCAN Prof. Dr. Ayşehan Deniz ABİK - Çukurova Üniversitesi, TÜRKİYE Prof. Dr. Abamüslim AKDEMİR - Bursa Uludağ Üniversitesi, TÜRKİYE Prof. Dr. Akmatali ALİMBEKOV - Kırgızistan Türkiye Manas Üniversitesi, KIRGIZİSTAN Prof. Dr. Serhan ALKAN İSPİRLİ - Atatürk Üniversitesi, TÜRKİYE Prof. Dr. Mustafa ARGUNŞAH - Erciyes Üniversitesi, TÜRKİYE Prof. Dr. Hasan BAĞCI - Burdur Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, TÜRKİYE Prof. Dr. Hüseynqulu BAĞIROV - Western Caspian Üniversitesi, AZERBAYCAN Prof. Dr. Napil BAZILHAN - Uluslararası Türk Akademisi, KAZAKİSTAN Prof. Dr. A. Azmi BİLGİN - İstanbul Üniversitesi, TÜRKİYE Prof. Dr. Erdoğan BOZ - Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, TÜRKİYE Prof. Dr. Ahmet BURAN - Fırat Üniversitesi, TÜRKİYE Prof. Dr. Rıdvan CANIM - Trakya Üniversitesi, TÜRKİYE Prof. Dr. Cefer M. CEFEROV - Azerbaycan Pedagoji Üniversitesi, AZERBAYCAN Prof. Dr. A. Mevhibe COŞAR - Karadeniz Teknik Üniversitesi, TÜRKİYE Prof. Dr. Engin ÇETİN - Çukurova Üniversitesi, TÜRKİYE Prof. Dr. İsmet ÇETİN - Gazi Üniversitesi, TÜRKİYE Prof. Dr. Cafer ÇİFTCİ - Bursa Uludağ Üniversitesi, TÜRKİYE Prof. Dr. Muharrem DAŞDEMİR - Atatürk Üniversitesi, TÜRKİYE Prof. Dr. Celal DEMİR - Afyon Kocatepe Üniversitesi, TÜRKİYE Prof. Dr. Nurettin DEMİR - Hacettepe Üniversitesi, TÜRKİYE Prof. Dr. Muammer DEMİREL - Bursa Uludağ Üniversitesi, TÜRKİYE Prof. Dr. Harun DUMAN - Marmara Üniversitesi, TÜRKİYE Prof. Dr. Metin EKİCİ - Ege Üniversitesi, TÜRKİYE Prof. Dr. Ülkü ELİUZ - Karadeniz Teknik Üniversitesi, TÜRKİYE Prof. Dr. İlhan ERDEM - İnönü Üniversitesi, TÜRKİYE Prof. Dr. Ruhi ERSOY - Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi, TÜRKİYE Prof. Dr. Bilgehan Atsız GÖKDAĞ - Kırıkkale Üniversitesi, TÜRKİYE Prof. Dr. Cengiz GÖKŞEN - Osmaniye Korkut Ata Üniversitesi, TÜRKİYE Prof. Dr. Elman GULİYEV - Pedagoji Üniversitesi, AZERBAYCAN Prof. Dr. Ersin GÜLSOY - Bursa Uludağ Üniversitesi, TÜRKİYE Prof. Dr. Ahmet GÜNŞEN - Trakya Üniversitesi, TÜRKİYE iii Prof. Dr. Ayşe İLKER - Manisa Celal Bayar Üniversitesi, TÜRKİYE Prof. Dr. Kâmil İŞERİ - Dokuz Eylül Üniversitesi, TÜRKİYE Prof. Dr. Nesrin KARACA - Bursa Uludağ Üniversitesi, TÜRKİYE Prof. Dr. Özay KARADAĞ - Hacettepe Üniversitesi, TÜRKİYE Prof. Dr. Fevzi KARADEMİR - Düzce Üniversitesi, TÜRKİYE Prof. Dr. Hacı Ömer KARPUZ - İstanbul Kültür Üniversitesi, TÜRKİYE Prof. Dr. Hülya KASAPOĞLU ÇENGEL - Gazi Üniversitesi, TÜRKİYE Prof. Dr. Emine KOLAÇ - Anadolu Üniversitesi, TÜRKİYE Prof. Dr. M. Fatih KÖKSAL - Kültür Üniversitesi, TÜRKİYE Prof. Dr. Alpaslan OKUR - Sakarya Üniversitesi, TÜRKİYE Prof. Dr. Mustafa ÖNER - Ege Üniversitesi, TÜRKİYE Prof. Dr. Metin ÖZARSLAN - Hacettepe Üniversitesi, TÜRKİYE Prof. Dr. Sadettin ÖZÇELİK - Dicle Üniversitesi, TÜRKİYE Prof. Dr. Nihat ÖZTOPRAK - Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi, TÜRKİYE Prof. Dr. Burul SAGINBAYEVA - Kırgızistan Türkiye Manas Üniversitesi, KIRGIZİSTAN Prof. Dr. Gülden SAĞOL YÜKSEKKAYA - Marmara Üniversitesi, TÜRKİYE Prof. Dr. Alev SINAR UĞURLU - Bursa Uludağ Üniversitesi, TÜRKİYE Prof. Dr. Cumaali ŞABANOV - ÖZBEKİSTAN Prof. Dr. Hatice ŞAHİN - Bursa Uludağ Üniversitesi, TÜRKİYE Prof. Dr. Hatice ŞİRİN - Ege Üniversitesi, TÜRKİYE Prof. Dr. M. Mete TAŞLIOVA - Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, TÜRKİYE Prof. Dr. Enver TÖRE - Artvin Çoruh Üniversitesi, TÜRKİYE Prof. Dr. Aleksandr TSOI - Lodz Üniversitesi, POLONYA Prof. Dr. Duygu UÇGUN - Pamukkale Üniversitesi, TÜRKİYE Prof. Dr. Mustafa UĞURLU - Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi, TÜRKİYE Prof. Dr. G. Leyla UZUN - Ankara Üniversitesi, TÜRKİYE Prof. Dr. Kerime ÜSTÜNOVA - Bursa Uludağ Üniversitesi, TÜRKİYE Prof. Dr. Paşa YAVUZARSLAN - Ankara Üniversitesi, TÜRKİYE Prof. Dr. Bilal YÜCEL - Sivas Cumhuriyet Üniversitesi, TÜRKİYE Prof. Dr. Serhat ZAMAN - Bursa Uludağ Üniversitesi, TÜRKİYE Prof. Dr. Peter ZIEME - ALMANYA Doç. Dr. Şükrü ADA - Bursa Uludağ Üniversitesi, TÜRKİYE Doç. Dr. Cüneyt AKIN - Afyon Kocatepe Üniversitesi, TÜRKİYE iv Doç. Dr. Özgür AY - Uşak Üniversitesi, TÜRKİYE Doç. Dr. Azzaya BADAM - Moğolistan Devlet Üniversitesi, MOĞOLİSTAN Doç. Dr. Bayram BAŞ - Yıldız Teknik Üniversitesi, TÜRKİYE Doç. Dr. Şükrü BAŞTÜRK - Bursa Uludağ Üniversitesi - TÜRKİYE Doç. Dr. Kürşad Çağrı BOZKIRLI - Kafkas Üniversitesi, TÜRKİYE Doç. Dr. Kadir Kaan BÜYÜKİKİZ - Gaziantep Üniversitesi, TÜRKİYE Doç. Dr. Bilal ÇAKICI - Ankara Üniversitesi, TÜRKİYE Doç. Dr. Serkan ÇAKMAK - Atatürk Üniversitesi, TÜRKİYE Doç. Dr. Kelime ERDAL - Bursa Uludağ Üniversitesi, TÜRKİYE Doç. Dr. Vefa GULİYEVA - AZERBAYCAN Doç. Dr. Selma GÜLSEVİN - Dokuz Eylül Üniversitesi, TÜRKİYE Doç. Dr. Galip GÜNER - Erciyes Üniversitesi, TÜRKİYE Doç. Dr. Bahadır GÜNEŞ - Karadeniz Teknik Üniversitesi, TÜRKİYE Doç. Dr. Ergin JABLE - Priştine Üniversitesi, KOSOVA Doç. Dr. Deniz MELANLIOĞLU - Kırıkkale Üniversitesi, TÜRKİYE Doç. Dr. Murat ŞENGÜL - Hacı Bektaş Veli Üniversitesi, TÜRKİYE Doç. Dr. Berna ÜRÜN KARAHAN - Kafkas Üniversitesi, TÜRKİYE Dr. Elçin İBRAHİMOV - Azerbaycan Millî İlimler Akademisi, AZERBAYCAN Dr. Öner KABASAKAL - Eski TİKA Başkanı, TÜRKİYE Dr. Nazım MURADOV - Lefke Üniversitesi, KKTC Dr. İsa SULÇEVSİ - Priştine Üniversitesi, KOSOVA Dr. Harun ŞAHİN - Yükseköğretim Kurulu, TÜRKİYE Dr. Nurdin USEEV - Kırgızistan Türkiye Manas Üniversitesi, KIRGIZİSTAN Dr. İrfan Murat YILDIRIM - Manisa Celal Bayar Üniversitesi, TÜRKİYE v İÇİNDEKİLER SUNUŞ .......................................................................................................................................... 1 Metin EKİCİ - BİLGE TONYUKUK’TAN KORKUT ATA’YA: YENİ BİLGİLER IŞIĞINDA DEDE KORKUT KİTABIYLA İLGİLİ BAZI DEĞERLENDİRMELER ............................ 3 Mustafa ŞAHİN - YUNAN BETİM SANATINDA AMAZONOMAKHIA VE TOMRİS HAN....... 10 Nurdin USEEV - E NUMARASI VERİLMEYEN VE YENİ BULUNAN YENİSEY YAZITLARI.. 34 Fidan DOĞRU - ESKİ UYGURCA ANI TEG ORUNLARTA (ÖYLE YERLERDE) REDİFLİ ŞİİR ÜZERİNE ....................................................................................................................... 51 Nazmi ŞEN - TÜRKISCHE TURFANTEXTE VII’DE BULUNAN ATASÖZLERİNDEKİ DEĞERLER ÜZERİNE .................................................................................................. 61 İsmail EMİRŞAH - IRK BİTİG’DE KAVRAMLARIN İŞARETLENMESİ .................................. 73 Dicle ÖZDEMİR - ÖTÜKEN UYGUR KAĞANLIĞI DÖNEMİ YAZITLARINDAN TES, TARİAT VE ŞİNE US YAZITLARINDA KAVRAMLARIN İŞARETLENMESİ ............................ 101 Hakan SARITİKEN - KÜS- VE KÜŞÜM SÖZCÜKLERİNİN ETİMOLOJİSİ ÜZERİNE ........ 123 Alara KUMSAR - TÜRKÇEDEKİ BİRLEŞİK CÜMLE SINIFLANDIRMALARININ İNCELENMESİ ............................................................................................................ 127 Negizbek ŞABDANALİYEV - TARİHÎ TÜRK LEHÇELERİNDEKİ YAĠ SÖZCÜĞÜNÜN KIRGIZCADAKİ İZLERİ .............................................................................................. 132 Osman KILIÇ - TOFA TÜRKÇESİ SÖZ VARLIĞINDA GEYİK .............................................. 137 Osman MERT - Bahattin ŞİMŞEK - TÜRKİYE’DEKİ İNŞAAT PROJELERİNE VERİLEN ADLARIN DİL VE KÜLTÜR AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ .......................... 144 Reşat ŞAKAR - RUSÇA VE TÜRKİYE TÜRKÇESİNDE İLETİŞİM SÜRECİNDE İSİMLERE HİTAP BİÇİMLERİNİN KARŞILAŞTIRMALI ANALİZİ .............................................. 160 Ayten MERDAN HACILAR - KARAPAPAK KADINLARININ GÜRCISTAN’IN SOSYAL HAYATINA ENTEGRASYONU .................................................................................... 168 Fahri VALEHOĞLU - Namık VALEHOĞLU - KARABAĞLI YAZAR, DİPLOMAT, DEVLET ADAMI ABDURRAHİM BEY HAKVERDİYEV VE TİFLİS SİYASİ-İCTİMAİ, EDEBİMEDENİ MÜHİTİ ........................................................................................................ 182 vi Ilyas HUSEYNOV - INFLUENCE OF THE MODERN GREEK LANGUAGE AND CULTURAL CENTER AT BAKU SLAVIC UNIVERSITY ON THE RELATIONS BETWEEN AZERBAIJAN AND GREECE ...................................................................................... 196 Hülya TAŞ - BURSA IRGANDI ÇARŞILI KÖPRÜSÜ’NDE BİR AHŞAP OYMA USTASI BEKİR USLU ............................................................................................................................ 200 Melek YILDIZ - KOCAELİ ETNOGRAFYA MÜZESİNDEKİ OSMANLI KUMAŞLARININ YÜZEY TASARIMININ İNCELENMESİ ...................................................................... 216 Aziz ŞEKER - YAŞAR KEMAL’DE BİR HALK ANLATISINDAN YOLA ÇIKARAK DEĞİŞİMİN SOSYOKÜLTÜREL BOYUTUNU DEĞERLENDİRMEK............................................ 228 Barkın Burak BİNGÖL - YUSUF ATILGAN’IN “ANAYURT OTELİ”NDE SÖYLEMİN VAROLUŞSAL AÇIDAN BİLİNÇDIŞINA ETKİLERİ .................................................. 239 Ebubekir ERASLAN - HURUF-I MUNFASILA FİKRİNİN SAVUNUCUSU DOKTOR MİLASLI İSMAİL HAKKI’NIN “HURÛF-I MUNFASILA NUMÛNESİ VE MENÂFİʿİ HAKKINDA BİRKAÇ SÖZ” ADLI MAKALESİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ ............ 253 Merve MENTEŞE - KLASİK TÜRK ŞİİRİNDE KAYNAK ESERLER: NEV’Î DİVANI ÖRNEĞİ ...................................................................................................................................... 271 Orçun AYDOĞDU - HAROLD BLOOM’UN “ETKİLENME ENDİŞESİ”NDEN HAREKETLE KİRALIK KONAK VE FATİH HARBİYE ROMANLARININ İNCELEMESİ................ 282 Gökhan ŞENYURT - DERVİŞ MUHAMMED YEMÎNÎ'NİN FAZÎLETNÂMESİ’NİN HİCRİ 992 NÜSHASI ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME ........................................................... 297 Ogün PEÇENEK - NÂBÎ’NİN ‘GÖRMÜŞÜZ’ REDİFLİ GAZELİ İLE TIRSÎ’NİN ‘AYNI’ REDİFLİ GAZELİNİN KARŞILAŞTIRMALI EDEBİYAT BİLİMİ BAĞLAMINDA İNCELENMESİ ............................................................................................................ 306 Meltem ÇETİNKAYA - KONUŞMA YÖNTEM VE TEKNİKLERİNİN TÜRKÇE DERS KİTAPLARINA SOMUT YANSIMALARI (ALTINCI SINIF ÖRNEKLEMİ)................. 325 Harun ŞAHİN - ULUSLARARASI ÖĞRENCİLERİN EĞİTİM SİSTEMİNE VE SOSYAL HAYATA UYUM REHBERİ PROJESİ ......................................................................... 335 Gülnara GOCA MEMMEDLİ - GÜRCİSTAN'DA İSLAMİYE SIBYAN MEKTEPLERİ (19. YÜZYIL İLE 20. YÜZYILIN BAŞLARI) ....................................................................... 343 Hüseyin BAYRAM - SOSYAL BİLGİLER ÖĞRETMENLERİ İÇİN HİZMET İÇİ EĞİTİM PROGRAMI GELİŞTİRME .......................................................................................... 351 İkram ÇINAR - OKUL-ÇEVRE İLİŞKİLERİ BAĞLAMINDA ETNOPEDAGOJİNİN ROLÜ.. 359 Tural VƏLİZADƏ - 31 MART 1918-Cİ İL: AZƏRBAYCAN ALOVLAR İÇİNDƏ ................... 366 vii Yusuf YILMAZ - TARIM SAYIMLARINA GÖRE OSMANLI DEVLETİ’NİN SON DÖNEMİNDE ANADOLU’DA TÜTÜN TARIMI VE COĞRAFİ DAĞILIMI (1909-19131914)............................................................................................................................. 376 İzzet Gökhan ŞİMŞEK - ABD’DE ORTA-İÇ ASYA TÜRK TARİHİ ÇALIŞMALARININ GELİŞİMİ VE BU ALANDA HİZMET VEREN BAZI KURULUŞLAR......................... 384 Dilara KESKİN - TÜRKÇE DERS KİTAPLARINDA YER ALAN YAZMA ETKİNLİKLERİNİN YARATICI YAZMA BECERİSİNE GÖRE ANALİZİ ..................................................... 389 Erdem HAMARATLI - İsmail AYDOĞDU - GAZİ YABANCILAR İÇİN TÜRKÇE VE ALTAY TÜRKÇE ÖĞRENİYORUM DERS KİTAPLARINDA BULUNAN TEMEL SEVİYEDEKİ YAZMA GÖREVLERİNİN KARŞILAŞTIRILMASI ....................................................... 401 Yakup ALAN - TÜRKÇENİN YABANCI DİL OLARAK ÇEVRİMİÇİ ÖĞRETİMİNE YÖNELİK ÖĞRETİM ELEMANI GÖRÜŞLERİ ............................................................................ 413 Meltem Merve KONU - TÜRKÇE ÖĞRETİMİNE SÖYLEM ÇÖZÜMLEMESİ AÇISINDAN BİR BAKIŞ ........................................................................................................................... 424 Elif ÖKSÜZ GÜNEŞ - ŞİNASİ’NİN MÜNÂCÂT ŞİİRİ VE TERCÜMAN-I AHVAL MUKADDİMESİ BAĞLAMINDA YENİ İNSAN TİPİ .................................................. 442 Mehribon YODGOROVA - SOVET DАVRIDА TUZUMGА QАRShI АSАR E’LON QILISh (SHUHRATNING “OLTIN ZANGLAMAS” ROMANI MISOLIDA) ............................ 451 Minara ALİYEVA ÇINAR - AHISKA AĞZINDA KIPÇAK TÜRKÇESİNİN İZLERİ .............. 457 Tolgahan ARIK - NECİP FAZIL KISAKÜREK’İN KAFA KÂĞIDI ESERİNİN SÖZ DİZİMİ BAKIMINDAN İNCELENMESİ ................................................................................... 464 Ülkü ELİUZ - DOĞA ANA VE TİNSEL ANA KATEGORİLERİNİN KATMANLAŞMASI: “ÇINAROĞULLAR” HİKÂYESİ .................................................................................. 481 Ali ÇELİK - OSMANLI DÖNEMİNDE TERCÜME EDİLEN BİR ESER: AHLÂK RİSALESİ 493 Günel AHMEDOVA - YENİ DÖVR ƏDƏBİYYATINDA İCTİMAİ İDEAL.............................. 500 Natəvan KƏRƏMOVA - Çingiz QASIMOV - SUMQAYITDA YAŞAYAN UZUNÖMÜRLÜLƏRDƏ ƏSAS VEGETATİV GÖSTƏRİCİLƏR VƏ AĞCİYƏRLƏRİN HAVA TUTUMUNUN XÜSUSİYYƏTLƏRİ ................................................................. 507 viii SUNUŞ Bilge Tonyukuk, II. Türk Kağanlığı Dönemi’nin başarılı yöneticileri Kutluk İlteriş Kağan’a, Kapgan Kağan’a ve Bilge Kağan’a danışmanlık, sözcülük ve kumandanlık yapmış “cesur bir savaşçı”; bilgili, akıllı, ileri görüşlü, deneyimli, birikimli, özverili, “bilge” ve örnek bir devlet adamıdır. Bilge Tonyukuk, bütün bu özelliklerinin yanında tarihçi, yazar ve ediptir. Yaptıklarını ve yapılanları unutturmamak; Türk boy ve topluluklarının her zaman birlik ve bütünlük içinde yaşamalarını sağlamaları için onlara öğüt vermek amacıyla iki bengü taş / bugünkü adıyla yazıt diktirmiştir. Halkının kültürünü, dilini, edebiyatını, sanatını çok iyi bilen Bilge Tonyukuk, toplam 62 satırdan oluşan bu yazıtlarda deyimleri, vecizeleri atasözlerini ustaca kullanmıştır. Onun hedef kitlesini etkilemek ve mesajını kalıcı kılabilmek için söz sanatlarından ustaca yararlandığı; bazı cümlelerde duygularını ve düşüncelerini aliterasyonlu, ölçülü, duraklı, uyaklı ve ritmik bir şekilde ifade ettiği görülür. Bu tür cümleler “Bilge Tonyukuk”un yaşayışının, inanışının, destansı hayatının ürünü olan yazıtların metinlerine mensur şiir tadı katmıştır. Boyla Baga Tarkan Bilge Tonyukuk’un hem kendisinin hem de diktirmiş olduğu bengü taşların özelliklerinden dolayı 2020 Yılı, UNESCO Türkiye Millî Komisyonunun teşebbüsleri; Kardeş Türk Cumhuriyetleri’nin ve Moğolistan’ın da destekleriyle UNESCO tarafından “Bilge Tonyukuk Yılı” olarak ilan edilmiştir. Ulusal veya uluslararası düzeyde alınan kararların ve bu kararla ilgili olarak yapılacak faaliyetlerin ve düzenlenecek etkinliklerin geniş kitleler tarafından kabul görmesinde, farkındalık oluşturmasında bütün kurum ve kuruluşların üzerlerine birtakım sorumluluklar düşmektedir. Bu düşünceden hareket eden (ve 2012 yılından beri faaliyet gösteren) Uluslararası Türkçe Edebiyat Kültür Eğitim Derneği de UNESCO tarafından alınan kararı desteklemek ve Bilge Tonyukuk’un şahsında bütün Türk Büyükleri’ne vefa göstermek amacıyla yurt içinde ve yurt dışında faaliyet gösteren bazı kurumların, üniversitelerin ve akademik dergilerin de ortaklığıyla bir sempozyum düzenlemeye karar verdi. Sempozyum, UNESCO Türkiye Millî Komisyonu, Türk Dil Kurumu; Bursa Uludağ Üniversitesi, Mersin Üniversitesi, Artvin Çoruh Üniversitesi, Batı Kaspi Üniversitesi, Priştine Üniversitesi, Gürcistan Teknik Üniversitesi, Valeh Hacılar Uluslararası Bilimsel ve Kültürel Araştırmalar Vakfı, Uluslararası Türkçe Edebiyat Kültür Eğitim Dergisi ve BUGU Dil ve Eğitim Dergisi’nin ortak faaliyeti olarak Bilge Tonyukuk’un anısına gerçekleştirildi. Sempozyumumuza yurt içinden ve yurt dışından toplam 140 bildiri ile başvuru yapıldı; söz konusu bildirilerden hakem süreci “olumlu” olarak tamamlanan 89 bildiri programa dȃhil edildi; bildiri sahiplerinden bazıları makul sebeplerle bildirilerini sunamadılar. Sempozyumda sunulan bildirilerin bir kısmı genç bilim insanlarına aitti. [Yüksek lisans ve doktora öğrencilerinin (genç bilim insanlarının) deneyimli ve birikimli bilim insanlarıyla 1 birlikte bildiri sunmalarına imkân sağlayarak onların bilimsel - akademik seviyede neyi, nasıl yapmaları gerektiğini öğrenmelerine katkı sağlanmak istendi]. Kapanış Oturumu ile birlikte 20 oturum hâlinde gerçekleşen sempozyumun oturumlarına Türk Kağanlığı ve Uygur Kağanlığı Dönemleri’nde büyük hizmetleri olan kişilerle (Bilge Tonyukuk, Bumın Kağan, İstemi Kağan, Kutluk İlteriş Kağan, İlbilge Katun, Kapgan Kağan, Bilge Kağan, Köl Tigin, Köli Çor, Kutluk Bilge Köl Kağan, Moyun Çor Kağan, Bögü Kağan, Karı Çor Tigin); yazıtların okunup çözümlenmelerine ve yayımlanmalarına öncülük eden bilim insanlarının (W. RADLOFF, V. THOMSEN, N. ASIM YAZIKSIZ, Hüseyin Namık ORKUN, Hüseyin N. ATSIZ, Réne GIRAUD) adları verildi. 28-29 Ağustos 2020 tarihleri arasında sanal iletişim ortamında başarılı bir şekilde gerçekleştirilen sempozyumun oturumlarında sunulan bütün bildiriler YouTube üzerinden yayın yapan TEKE Akademi Kanalı’ndan canlı olarak ilgililerine ulaştırıldı. Sempozyumda sunulan bildirilerin tam metinleri bu satırların yazarının ve Prof. Dr. Osman MERT’in gözetiminde Dr. İsmail ÇOBAN, Doç. Dr. Faruk POLATCAN ve Doç. Dr. Onur ER tarafından kitap hâlinde yayıma hazırlandı. Ünlü devlet adamı Bilge Tonyukuk adına düzenlenen sempozyumun gerçekleşmesine katkı sağlayan paydaşlara, Bilim Kurulunda ve Düzenleme Kurulunda görev yapan bilim insanlarına; oturum başkanlarına, bildiri sahiplerine ve emeği geçen herkese teşekkür ediyorum. Prof. Dr. Cengiz ALYILMAZ Sempozyum Düzenleme Kurulu Başkanı 2 BİLGE TONYUKUK’TAN KORKUT ATA’YA: YENİ BİLGİLER IŞIĞINDA DEDE KORKUT KİTABIYLA İLGİLİ BAZI DEĞERLENDİRMELER Metin EKİCİ Öz Türk yazıcılık geleneğinin en eski örneklerinin bulunduğu metinlerden biri bundan 1300 yıl önce taşlar üzerinde yazdırılan Bilge Tonyukuk anıtıdır. Bu anıt, Köktürk hakanlarının adına dikilen diğer anıtlarla birlikte Türk milleti için özel bir değer ifade eder, çünkü "Türk" adının geçtiği ilk yazılı belgeler bunlardır. Bizzat Bilge Tonyuk'un kendisi tarafından yazdırılan ve diktirilen bu taşlar Türk milletinin o çağlarda neler yaşadığını, ne tür zorluklarla karşılaşarak ayakta kalabildiğini anlatır. Bu yazıt ve diğerleri Türk alfabesi, dili, kültürü, tarihi ve üstündeki ve de altındaki süslemelerle Türk sanatı ve Türk yaratıcılığı bakımından çok özel bir önem arz eder. Bu nedenle, 2020 yılı UNECO Türkiye Milli Komisyonu tarafından "Bilge Tonyukuk Anıtının Dikilişinin 1300. Yılı" ilan edilmiştir. Türk milletinin yaşadığı sevinç ve üzüntüleri taşlara yazma geleneği yüzyıllar boyunca devam etmiş, bugün de devam etmektedir. Türk milleti taşa yazmak kadar, deri ve kâğıt sanatında elde ettiği gelişmelerle sonraki dönemlerde daha uzun ve hacimli metinleri deri ve kâğıt üzerine yazmaya devam etmiş, deri ve kağıdı birleştirerek değerli bilgileri "kitap" adını verdiği özgün eserlerde kuşaktan kuşağa aktarmayı tercih etmiştir. İşte bu özgün ve özel bilgi sahibi kişilerden biri de Dede Korkut/Korkut Ata olmuştur. Türk milletinin orta asılar olarak bilinen devirlerde yaşadıkları Korkut Ata/Dede Korkut'un "Soylama" ve "Boylama" adı verilen edebi sözleri ve anlatmalarıyla aktarılmış ve ölümsüzleştirilmek için tıpkı Tonyuk'un "Bengi Taşlara" yazdırdığı gibi, Türk milletine "yazma kitap" biçiminde miras bırakılmıştır. 2018 yılında UNESCO Somut Olmayan Kültürel Miras Temsili Listesi'ne Türkiye, Azerbaycan ve Kazakistan tarafından kaydettirilen "Dede Korkut/Korkut Ata Mirası"nın bilinen iki yazma nüshası yanına 2019 yılında üçüncüsü eklenmiş ve bu mirasın ne kadar zengin olduğunun üçüncü bir belgesi daha bulunup, tarafımızca bilim dünyasına tanıtılmıştır. Bu bildiride, İran'ın Türkmen sahra Bölgesindeki Büyük Gümbet şehrinde yaşayan Muhammed Veli Hoca tarafından İran'da bulunup 2019 yılında tarafımıza gönderilen ve bizim de bilim dünyasıyla paylaştığımız Dede Korkut Kitabı'nın Türkistan/Türkmen Sahra Yazması ve içeriği hakkında bilgi verilecektir. Bildirimizin sonun bu yeni Dede Korkut yazma metninin Bilge Tonyukuk tarafından yazdırılıp diktirilen taş üzerindeki metinle olan benzerlikleri üzerinde değerlendirme yapılacaktır. Anahtar Sözcükler: Bilge Tonyukuk, Yazıtlar, Dede Korkut, Kitap, Yazma, UNESCO. Prof. Dr.; Ege Üniversitesi Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü, Türk Halk Bilimi Anabilim Dalı, [email protected].  B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 3 3 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM FROM WISE TONYUKUK TO GRANDFATHER KORKUT: AN EVALUATION ON THE BOOK OF DEDE KORKUT IN THE LIGHT OF NEW SOURCES Abstract One of the first examples of Turkic writings is the runic inscriptions on the monument named as the "Monument of Tonyukuk". This monument was ordered to be inscribed and erected by the wise statement, Bilge Tonyukuk, 1300 years ago. This monument of Tonyukuk with he others, the Moment of Bilge Kagan and the Monument of Kültigin, have special values for Turkic speaking nations, because they are the first writings which include the word "Turk". Those monuments that were ordered to inscribed and erected by Bilge Tonyukuk tell us what the Turkic nation at the time lived, encountered, what kinds of difficulties they had faced to and had able to stand against. This and other monuments have a special place and significance for Turkic alphabet, language, culture, history and with upper and under ornamentations on them they provide information on Turkic art and artistic creativity. As a result, Turkish National Commission for UNESCO declared 2020 as "The 1300th Anniversary of The Bilge Tonyukuk Monument". Since the Tonyukuk and other early monuments inherited from the times of Köktürks (542-745) Turkic people have been inscribing on the stones the happiness and sadness that it has become a very long tradition which is still living. Besides tradition of inscribing on the stones, Turkic people have also developed their own civilizations and used to write on the leather and paper. When the long and valuable knowledge or information needed to written down and to be preserved for the new generations, Turkic people had preferred to write them on to leather and paper and created their valuable "manuscripts". Since the writing and writable items were very valuable, the wise words and knowledge of the wise man were recorded on those manuscripts. One of the wise and valuable knowledge carrying men, like wise states man Tonyukuk, was called Dede Korkut/Korkut Ata. The struggles of Turkic people during the middle ages had been summarized, narrated in the wise phrases and poems which called "Soylama" and exemplary epic stories that called "Boylama" of Dede Korkut/Korkut Ata, and therefore his poems and narratives were written down into manuscripts like inscriptions on the Tonyukuk monument and preserved as the heritage for new generations of Turkic people. A joint file was prepared by Turkish, Azerbaijan and Kazakhstan UNECO National Commissions on "The Heritage of Dede Korkut/Korkut Ata" and it was registered to the Representative List of Intangible Cultural Heritage Convention of UNESCO in 2018. On the other hand, the third manuscript relating and proving the richness the Dede Korkut/Korkut Ata heritage was discovered in to 2019, and it was introduced to the scholarly world by me. In this presentation, first I would like to provide information on the content of the third manuscript of Dede Korkut/Korkut Ata tradition. The third manuscript that I was the first scholar introduced it to the scholarly world, and it was found in Iran by the book collector Muhammed Veli Hoca who lives in the city of Büyük Gümbet located at the Turkmen Sahra region of Iran. In conclusion part of my presentation, I would like make some evolutions and make some remarks on the resemblances between the Tonyukuk Monument and the third Manuscript of Dede Korkut/Korkut Ata tradition. Keywords: Bilge Tonyukuk, Monuments, Manuscript, UNESCO. 4 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K Dede Korkut, Book, 4 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU “Türk adının, Türk milletinin isminin geçtiği Türkçe ilk metin” Türklerin tarih sahnesine çıkışının ilk yazılı belgeleri kabul edilen ilk eserler, bugün Moğolistan sınırlarından Sibirya bozkırlarına uzanan geniş alanda bulunan taşlar üzerine bitiklenmiş yazıtlardır. Genel olarak bulundukları yerden dolayı “Orhon Yazıtları” “Orhun Abideleri” veya “Göktürk Yazıtları” gibi adlarla anılan Türk yazı dilinen ayrıntılı en eski örnekleri “Kül Tigin”, “Bilge Kağan” ve “Bilge Tonyukuk” adına yazılan ve dikilen anıt taşlardır. Bu anıt taş yazıtların hepsi Bilge Tonyukuk tarafından bundan 1300 yıl önce, 720-732 yılları arasında, 8. yüzyılda yazdırılmış ve diktirilmiştir (Ergin, 2016). Bunların dışında son dönemde Prof. Dr. Cengiz Alyılmaz ve araştırma ekibinin yaptığı çalışmalarla "Balbal" adı verilen pek çok taş yazıt gün yüzüne çıkarılmış ve Türkçenin ve Türklerin tarihi belgelerinin varlığı zenginleştirildiği gibi, hem dil tarihimiz hem de kültür tarihimizin karanlıkta kalan pek çok unsuru aydınlatılmıştır. (Alyılmaz, 2000; Alyılmaz, 2005). Türk yazıcılık geleneğinin ilk örneklerini oluşturan taş üzerine yazma geleneği kuzey Batı ve güney batı yollarını izleyerek bütün Türk coğrafyasına yayılmıştır. Bugün kuzey batı Türk coğrafyası yanında Orhon'dan Mangışlak'a oradan İran, Irak ve Azerbaycan'a ve Anadolu coğrafyasına taşınan bu gelenek İslamiyet sonrasında yeni coğrafyalarda da devam etmiş, bugün zafer haftasını kutladığımız bu kutlu günde Malazgirt Savaşı sonrasındaki atalarımızın hatıraları olarak Ahlat'ta mezar dikilen taşları Bilge Tonyukuk tarafından diktirilen taşların devam ettiricileridir. Bu geleneğin devamını İstanbul'dan Avrupa ortalarına kadar takip etmek de mümkündür. Kısacası Türk dünyasının geniş coğrafi alanında hâlen araştırılması gereken pek çok mezar taşı ve bunlar üzerindeki yazı ve resimler bulunmaktadır. Bugün de aynı geleneğin bütün Türk dünyası genelinde devam ettiğini de belirtelim. Diğer taraftan dünya tarihinde meydana gelen gelişmeleri ve yenilikleri sürekli takip eden Türk milletinin taşlar üzerine yazı ve resimlerle yaşadıklarını anlatma geleneğinin zaman içinde deri ve kâğıda yazma şekline dönüştüğünü belirtmekte yarar var. Türk milletinin varlık mücadelesinin tarihi seyrini anlatan veya atalarımızın yaşadıklarından ve edindikleri tecrübelerden ders alınması gerekenleri anlatan pek çok eser yine Türk yazıcılık geleneği içinde üretilmiştir. Bunların bir kısmının yazarı, yazılma sebebi, yazıldığı tarih ve yer söz konusu yazılı eserler içinde belirtilirken; bazılarının yazarı, yazılma sebebi ve yazıldığı yer ve tarih ne yazık ki söz konusu eserler içinde belirtilmemiştir. Türk yazıcılık geleneği, Türk dili, Türk kültürü, Türklük bilinci için son derece önemli yazılı eserlerimizden biri de Dede Korkut Yazmalarıdır. Bilindiği üzere Dede Korkut veya Korkut Ata geleneğinde üretilmiş olan kalıp sözler, yani atasözlerimiz ve destanî anlatmalar yani boylar bugün elimizde üç ayrı yazma eser içinde bulunmaktadır. Dede Korkut Kitabı’nın bilinen ilk yazması Almanya’nın Dresden Kraliyet Kütüphanesi’nde, H. L. Fleischer tarafından bulunmuş ve 1815 yılında, Heindrich Friedrich von Diez tarafından Dresden yazmasının bir kopyası çıkarılarak Berlin Kütüphanesi’ne verilmiştir. Von Diez 1815 yılında yazdığı bir makale ile Dede Korkut Kitabı’nın varlığından ve nerede bulunduğundan bilim dünyasını haberdar etmiştir. Dresden yazmasının; kapağında;“Kitâb-ı Dedem Korkut alâ lisân-ı tâife-i Oğuzan” (Oğuzların Diliyle Dedem Korkut’un Kitabı) yazmaktadır. Bir mukaddime ile 12 destani anlatma ihtiva eden bu yazma 152 sayfadır. Dede Korkut anlatmalarının ikinci yazması ise 20. yüzyıl ortalarında, 1950’de, İtalyan Türkolog Ettore Rossi tarafından Vatikan Kütüphanesi’nde bulunmuş olup, başka eserle birlikte ciltlenmiş olan bu yazma “Hikayet-i Oğuznâme-i Kazan Beg ve Gayri” adını taşır. Bu ikinci yazma Dresden yazmasına göre daha kısa olup, Vatikan yazmasında, Dresden yazmasında mevcut olan B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 5 5 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM Mukaddime (Giriş) kısmı ve anlatmalardan sadece altı tanesi yer almaktadır. Ancak her iki yazmanın da kim tarafından, nerede, ne zaman ve neden yazıldıkları kayıtlı değildir. Sadece dil özelliklerinde hareketle bu yazmaların 15.yüzyıl sonu veya 16.yüzyıl başlarında yazıya geçirildikleri, her iki eserin de sözlü gelenekten derlenmiş veya başka bir yazma eserden, bir dip yazmadan, kopyalandıkları düşünülmektedir (Pehlivan, 2015). Elimize, 2019 yılında elektronik ortamda ve Pdf formatında geçen üçüncü yazma ise İran'ın Kümbet-i Kavus veya Büyük Kümbet adlı şehrinde yaşayan Muhammed Veli Hoca tarafından Tahran'da bir kişiden satın alınmış ve hâlen M. V. Hoca'nın şahsi arşivinde bulunmaktadır. M. V. Hoca bu yazmanın bir kopyasını 2019 Mart ayında bize göndermiştir. Dede Korkut anlatmalarının bu üçüncü yazmasının bulunduğuyla ilgili ilk duyuru, 25 Nisan 2019 tarihinde Bayburt’ta yapılan “Dünya Mirası Dede Korkut” adlı bilimsel toplantıda tarafımızca yapılmıştır (Ekici, 2019a). bu bildiriyi takiben konuyla ilgili ilk bilimsel tanıtım makalemiz de Milli Folklor dergisinde yayınlanmıştır (Ekici, 2019b). Hazırlamış olduğumuz; “Dede Korkut Kitabı Türkistan/Türkmen Sahra Nüshası Soylamalar ve 13. Boy Kazan’ın Yedi Başlı Ejderhayı Öldürmesi” adlı kitapta; bu yazmanın orijinal metni, Latin harflerine aktarılmış metni ve Türkiye Türkçesine aktarılmış metni ilk kez 26 Haziran 2019 tarihinde Ötüken Neşriyat tarafından yayımlanmıştır (Ekici, 2019c). Bu yazma eser; “23 adet soylama” başlıklı şiirlerden ve "Salur Kazan'ın Yedi Başlı Ejderhayı Öldürmesi" adını verdiğimiz anlatmadan oluşmaktadır. Toplam 61 sayfalık eserin ilk sayfasından, 48. sayfasına kadar çeşitli konularda yazılmış soylamalar bulunurken, 48. sayfanın 7. satırından itibaren "Salur Kazan'ın Yedi Başlı Ejderhayı Öldürmesi" adını verdiğimiz anlatma yer almakta 61. sayfada son bulmaktadır. Dede Korkut Kitabı'nın bu üçüncü yazmasında eser adıyla ilgili bir kayıt bulunmadığı gibi, ne zaman, nerede, neden ve kim tarafından yazıldığı hakkında bir kayıt mevcut değildir. Bu üçüncü yazmaya “Dede Korkut Kitabı Türkistan/Türkmen Sahra Nüshası” adı tarafımızca verilmiştir. Eser hakkında ayrıntılı bilgi vermeden neden bu adı verdiğimizi kısaca açıklamakta yarar görüyorum. Bilindiği üzere yazma eserlerin adlandırılmasında, eserin kendi adı yanında yazar adına göre veya yazma eserde bir ad yoksa içeriğe göre hareket edilmekte, genellikle yazma eserin bulunduğu kütüphane veya şehir adı da kullanılmaktadır. İster tek bir eser olsun, isterse farklı kopyalar olsun bu adlandırmalar kesin bir kurala bağlanmış olmamakla birlikte, aynı eserin farklı kütüphanelerde bulunması veya aynı eserin kopyaları için eserin hâlen muhafaza edildiği yer adı ile "nüsha" terimi kullanılmaktadır. Ancak bu eserlerin yazarı bilinmiyorsa ve içerik farklılığı varsa bu durumda "nüsha" terimini kullanmak ne kadar yerindedir tartışılır. Bu durumda "yazma" terimini kullanmak tercih edilebilir ancak bu terim de eser içeriğinin ilişkili olduğu diğer yazmalarla ilişkisini ne kadar yansıtır bu da ayrı bir tartışma konusudur. Bütün bu tartışmaların bilincinde olarak biz Dede Korkut anlatmalarından bugüne kadar bilinmeyen birini ihtiva eden bu yeni yazmanın Dede Korkut/Korkut Ata geleneğinin bir eseri olması özelliğini dikkate alarak "Dede Korkut Kitabı" adını kullanmayı tercih ettik. Çünkü yazma eser içeriğinde bulunan soylamalar ve "Salur Kazan'ın Yedi Başlı Ejderhayı Öldürmesi" adını verdiğimiz destanî anlatma Dede Korkut/Korkut Ata geleneğinin bir eseridir. Diğer iki yazma ne kadar Dede Korkut/Korkut Ata geleneği ile ilişkili ise bu yazmadaki soylama ve destanî anlatma aynı derecede Dede Korkut/Korkut Ata destancılık geleneğiyle ilgilidir. Bu 6 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 6 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU nedenle bu yazmanın diğer yazmalarla birlikte Dede Korkut/Korkut Ata yazma geleneğine ait “nüsha” olmaları söz konusudur. Bu noktada bu yazmaya neden “Türkistan/Türkmen Sahra Nüshası” adı verdiğimiz sorulabilir. Bilindiği üzere İran’ın Gümbet-i Kavus şehri eski bir Türk, Oğuz, Türkmen şehridir. Şehrin bulunduğu bölge ise “Türkmen Sahrası” olarak bilinmektedir. Bu şehir İran ve Sovyetler Birliği arasında anlaşma yapılana kadar siyasi olarak da Türkmenistan sınırları içinde kalmış, başka bir ifadeyle 1920lere kadar genel adı Türkistan olan Orta Türklüğünün bir şehri olmuştur. Burada şunu açıkça ifade etmeliyiz ki, Gümbet-i Kavus ve Türkmen Sahra Bölgesi yüzyıl önce Türkistan coğrafyasının bir siyasi parçası kabul edilirken, Türk yurtlarının Sovyetler Birliği tarafında işgali ve birbirinden ayrıştırılıp uzaklaştırılması sürecinde Türkistan coğrafyasından ayırılıp, İran coğrafyasına bırakılmıştır. Ancak siyasi sınırları değiştirilse de sosyolojik bir vakıa olan bu coğrafyanın ve şehrin bir Türk ve Türkmen şehri olması gerçeği değişmeden günümüze kadar gelmiştir. Biz de hem tarihi bir ad olan Türkistan adının hem de bölgenin adının bu yazma nüshanın adında bulunmasının Dede Korkut/Korkut Ata geleneğinin kadim dönemlerde yaşatıldığı bir coğrafya olması nedeniyle daha uygun olacağını düşünerek ve de Türk dünyasının kültürel birlik ve bütünlüğünü daha doğru ifade eden bir ad olarak “Türkistan/Türkmen Sahra Nüshası” adıyla bu üçüncü nüshanın adlandırılmasını uygun bulduk. Bu adlandırmadan rahatsız olanlar ya tarihimizi tam olarak bilmeyenlerdir veyahut da Türklükle bir sorunu olanlardır. Türkistan adı bütün Türk coğrafyalarını kapsamı içine aldığı gibi Türkmen Sahra bölgesinin de bu kadim adlandırmanın ve aynı zamanda günümüzdeki sosyolojik vakıanın vurgulanması bakımından önemli olduğunu tekrar hatırlatmak isterim. Eserin adındaki “Soylamalar” ve “13. Boy-Salur Kazanının Yedi Başlı Ejderhayı Öldürmesi” ifadeleri hakkında da bilgi vermek yerinde olacaktır. 2019 yılında Ötüken Neşriyat’tan yayınlamış olduğumuz yazma nüshada 23 adet “Soylama”, yani manzume bulunmaktadır. Yazmanın yazı tarzı, satır aralıkları e bu manzumelerin konu bütünlüğünü dikkate alarak bunların tam sayısının 23 adet olduğu kesindir. Diğer Dede Korkut yazma nüshalarında soylamalar ayrı olarak değil destanî anlatmalar içinde yeri geldiğinde ve çoğunlukla da bir anlatmanın bittiği noktada Korkut Atanın gelip “yom” verdiği, yani dua ettiği kısımlarda söylenmektedir. Biz de yayınladığımız üçüncü yazma nüshada yer verilen 23 adet “Soylama” ise anlatılardan bağımsız ama her biri bir konuda olmak üzere söylenmiş manzumelerdir. Biz de bu soylamaların ayrı birer konu bütünlüğü içinde söylendiğini ifade etmek için “Soylamalar” ifadesine de yayınladığımız eser adında yer vermeyi tercih ettik. Bu 3. yazmadaki soylamalar geniş bir konu dağılımına sahiptir. Bir özetleme yapacak olursak dikkat çeken ilk özellik doğal hayattır. Dağlar, ovalar, ormanlar, sazlıklar, sular, göller, çaylar; güneş, ay, yıldız, rüzgâr, bulut, şimşek, fırtına; dağ otları ve çiçekleri; aslan, kaplan, kurt, kartal, doğan, şahin, laçin, akbaba gibi yırtıcılarla geyik, yaban keçisi, tavşan, kaz ve ördek gibi av hayvanları tanıtılmıştır. Soylamalarda bahsedilen mekânlar oldukça geniştir. Kazakistan'ın Mangışlak bölgesinden, Kafkasya, Rumeli ve Mısır'a kadar uzanan bir coğrafya adı verilmiştir. Soylamalarda adı geçen başlıca kişiler; Dede Korkut, Bayındır Padişah, Kazan Bey, Kara Göne, Kara Budak, Han Afşar, Yigenek ve Bügdüz Emen’dir. Bir başka unsur ise silahlardır; ok, yay, kılıç, mızrak ve gürz dikkat çekmektedir. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 7 7 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM Soylamalarda en çok vurgulanan değerler; iyilik ve güzellik, cesaret, yiğitlik, özgürlük, dostluk ve düşmanlık, erdemlilik, akıllılık, saygı, sevgi, kardeşlik, arkadaşlık, aile, anne-baba, çocuk, evlat olma gibi toplumsal ve ahlaki değerlerdir. Bunların yanında, İslam diniyle ilgili olarak; Allah, Hz. Muhammed, Hz. Ali, Hz. Fatma, Hz. Hatice, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin’den bahsedilmiş ve Hızır ve İlyas’ın yaşadıkları önemli olaylar aktarılmıştır. Soylamalarda vurgulanan önemli bir unsur da yerleşik ve göçebe hayat tarzıdır. Çadır, otağ, ev, bark yanında, göçebe hayatın ayrıntılı tasviri yapılmıştır. Bu üçüncü yazma nüshayı kendine özgü yapan ve aynı zamanda diğer Dede Korkut/Korkut Ata destancılık geleneğiyle ilişkili ve aynı zamanda farklı kılan en önemli husus bu yazma nüsha içinde «Salur Kazan’ın Yedi Başlı Ejderhayı Öldürmesi» adını verdiğimiz bir destani anlatma yer almaktadır. Bu anlatmanın da yazma nüshada bir başlığı yazıcı veya müstensih tarafından konmamış olup, destani anlatmanın içeriğinden hareketle bu adlandırma da tarafımızdan konmuştur. Yine adlandırma yayınlamış olduğumuz kitabın adında da zikredilmiştir. Hatırlanacağı üzere Salur Kazan hakkında Türkistan Türkmen Sahra yazma nüshası ortaya çıkana kadarki bilgilerimiz oldukça sınırlıydı. Dresden ve Vatikan nüshalarında iki anlatmada; "2. Salur Kazan’ın Evinin Yağmalandığı Boy" ve "11. Salur Kazan’ın Tutsak Olup Oğlu Uruz’un Kurtardığı Boy"da salur Kazan ana kahraman ve diğerlerinde ise ikinci dereceden kahraman olarak karşımıza çıkarken, bu yeni nüshadaki soylamalardan biri, 17. Soylama” doğrudan onun ad almasını, Han kızı Burla Hatun'la evlenmeye hak kazanmasını anlatır. Yine Salur Kazan'ın Yedi Başlı Ejderhayı Öldürmesi anlatmasının da kahramanıdır. Bütün nüshalardan öğrendiğimiz kadarıyla Salur Kazan; Bayındır Han'ın güveyisi ve Bayındır Han'ın Vekilidir. Buna göre Oğuz Boylarının ikinci üst yöneticisi Salur Kazandır. Salur Kazan'ın tarihi kimliği hakkında Z. V. Togan Hoca'nın uzun bir makalesi mevcut olup, O. Ş. Gökyay Hoca'nın "Dedem Korkudun Kitabı" adlı eserden okunabilir (Gökyay, 2006, s. 868). Bu anlatmada Bayındır Padişah adıyla tanıtılan Oğuz boylarının Han’ı ve onun vekili ve güveyisi olan Salur Kazan’ın savaşma ve fetih nedenlerini, nereleri nasıl ve kimlerle fethettiği ve sadece insan düşmanlarla değil, olağanüstü varlık hâlindeki düşmanlarla da baş edebilme yeteneği hakkında bilgi sahibi olmaktayız. Yine Salur Kazan’ın olağanüstü bir varlık olan Yedi Başlı Ejderha ile nasıl ve nerede karşılaştığı; Oğuzlar, yani Türkler ve tüm insanlık için tehlike oluşturan bu olağanüstü varlıkla nasıl savaştığı ve onu nasıl ortadan kaldırdığı anlatılmaktadır. Bu anlatmada biz; Türklerin cesaretini, korkusuzluğunu, tehlikelerden nasıl korunduğunu ve onlarla nasıl baş ettiğini, devlet yapısını, devletin devamı için kimliğin önemi hakkında bilgi öğrenmekteyiz. Bu noktada anlatı Bilge Tonyukuk’un Bilge Kağan, Kültigin ve kendisi için dikilen taşlar üzerinde anlattıklarıyla, Dede Korkut/Korkut Ata geleneği içinde Salur Kazan’ın Yedi Başlı Ejderhayı Öldürmesi anlatması arasında paralellikler vardır (Ekici, 2019c, s. 200204). Sonuç olarak şunları söylemek isterim. Dede Korkut Kitabı ve içinde yer alan anlatmalar, Türk Dünyası sözlü ve yazılı edebiyatında oluşturulmuş eserlerin incelenmesinde ve genel olarak Türk kültürünün incelenmesinde en temel kaynaktır. Bu nedenle, başta dilimiz olan Türkçenin araştırılması ve incelenmesi olmak üzere, Türk Dünyası genelindeki edebî eserlerin incelenmesinde, müzik, resim, dokuma gibi kültür ve sanat alanlarında, tarihi olayların araştırılmasında, devlet ve toplum yapısının incelenmesinde ve 8 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 8 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU değerler olarak tanımladığımız günlük hayatımızda geçerli pek çok kural ve uygulama hakkında Dede Korkut/Korkut Ata geleneği hakkında yaratılmış yazmalar ve içlerindeki anlatmalardan yararlanmak gerekir. Sadece bunlarla yetinmemeli Dede Korkut Kitabı’nın insanlık için sahip olduğu değeri bütün dünyaya bildirmeli ve anlatmalıyız. Çünkü dünya tarihi, edebiyatı ve müziğinden bahsederken Türk kültüründen, Türk sanatından, Türk dilinden, edebiyatından ve müziğinden bahsetmeden bir tarih, dil, edebiyat ve sanat kitabı yazılamaz. Böyle bir bütünlüğe sahip en önemli şahsiyetlerden ve eserlerden biri Dede Korkut ve onun adıyla anılan “Dede Korkut Kitabı” dır. İşte bu nedenle, Dede Korkut adıyla anılan eser, Birleşmiş Milletler Eğitim Bilim ve Kültür Kurumu olan UNESCO için önemlidir. Dede Korkut geleneği gerek dil ve edebiyat, gerek müzik ve müzik aletleri alanındaki eserleri Türk Dünyasının ortak somut olmayan kültürel mirasıdır. Bu ortak miras Türkiye, Azerbaycan ve Kazakistan Cumhuriyetlerinin kültürel mirası olarak 2018 yılında “UNESCO İnsanlığın Somut Olmayan Kültürel Miras Temsili Listesi”ne kaydettirilmiştir. Bu kayıt şunu ifade eder: “DEDE KORKUT DÜNYA KÜLTÜR MİRASIDIR.” Kaynaklar Alyılmaz, C. (2000). Bilge Tonyukuk yazıtları üzerine birkaç düzeltme. Türk Dilleri Araştırmaları, 10, 103-112. Alyılmaz, C. (2005). Orhun yazıtlarının bugünkü durumu. Ankara: Kurmay Yay. Ekici, M. (2019a). Yeni bir Dede Korkut boyu: Salur Kazan'ın yedi başlı ejderhayı öldürmesi. Dünya Mirası Dede Korkut Uluslararası Sempozyumu Bildir Kitabı. haz. Ferdi Güzel, Turgay Kabak. Bayburt: Bayburt Üniversitesi Yayınları, 41-53. Ekici, M. (2019b). 13. Dede Korkut destanı: Salur Kazan’ın yedi başlı ejderhayı öldürmesi boyunu beyan eder hanım hey! Millî Folklor Dergisi, 122, 5-13. Ekici, M. (2019c). Dede Korkut kitabı Türkistan/Türkmen sahra nüshası soylamalar ve 13. BoySalur Kazan'ın yedi başlı ejderhayı öldürmesi. İstanbul: Ötüken Neşriyat. Ergin, M. (2016). Orhun abideleri. İstanbul: Boğaziçi Yayınları. Gökyay, O. Ş. (2006). Dedem Korkudun kitabı: Kitab-ı Dedem Korkut âlâ lisan-ı taife-i oğuzan. İstanbul: Kabalcı Yayınları. Pehlivan, G. (2015). Dede Korkut kitabı’nda yapı, ideoloji ve yaratım: Dresden ve Vatikan nüshalarının karşılaştırmalı bir incelemesi. İstanbul: Ötüken Neşriyat. 9 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 9 YUNAN BETİM SANATINDA AMAZONOMAKHIA VE TOMRİS HAN Mustafa ŞAHİN Öz Bu makalede, ilk olarak Homeros’ta karşımıza çıkan ve sadece kadınlardan oluştuğuna ve doğan erkek çocuklarını doğada ölüme terk ettiklerine inanılan mitolojik halk Amazonlar ile Helenler arasında geçtiği düşünülen savaş konusu irdelenecektir. İlk olarak Herakles ve Akhilleus’un rakipleri olarak gösterilen Amazonlar, MÖ 5. yüzyıl ile birlikte ağırlıkla düzenli orduların karşı karşıya geldiği savaşa dönüşmüştür. Amazonomakhia olarak isimlendirilen savaş, dini, sivil veya ölü kültüne ait betim sanatının sevilerek tercih edilen konularından birisi hâline gelerek antik Yunan sanatının en popüler sahnelerinden birisi olur. Galibi belli olmayan bu savaş, neden MÖ 5. yüzyılda aniden ortaya çıkmış ve Roma İmparatorluk Dönemine kadar kesintisiz bir şekilde dini veya sivil anıtlarda süsleme unsuru olarak kullanılmıştır? Makalede bu soruya yanıt aranmaktadır. Anahtar Sözcükler: İkonografi, Yunan betim sanatı, Amazonomakhia, Akhaemenid, Kyros, Tomris. AMAZONOMACHY AND QUEEN TOMYRIS IN THE GREEK DEPICTION ART Abstract In this article, the subject of war, which is thought to have taken place between the Amazons and the Hellenes, the mythological people who first appeared in Homer and believed to be composed of only women and left their born male children to die in nature, will be examined. The Amazons, who were first shown as the rivals of Heracles and Achilles, turned into a war in which the regular armies came together in the 5th century BC. War, which is named as Amazonomachy, becomes one of the most popular scenes of the art of depiction of religious, civil or dead cult, becoming one of the most popular scenes of ancient Greek art. Why did this war, whose winner is not known, emerged suddenly in the 5th century BC and was used as an ornamental element in religious or civil monuments continuously until the Roman Imperial Period? The article seeks an answer to this question. Amazonomachy, one of the indispensable decoration subjects of religious or public buildings starting from the late 6th century BC, is the name given to the legendary war believed to have taken place between Hellenes and female soldiers in mythology. "Amazonomachy" is included in the art of depiction with the 5th century BC. While the Amazon queens, who encountered Hellenic heroes in the early Amazon struggles, were clearly defeated, the winner or superior side of the war described in the new period is unclear. With the Amazonomachy, which entered the art of description with the new period, the artists; Suggestions were made such as trying to show the superiority of Hellenic civilization over barbarians, symbolizing the story of the transition from barbarism to civilization, using subjects such as the Amazon victory, which has an important place in Athens' mythological history to awaken the weakening nationalist feelings of the Athenians, or they Prof. Dr.; Bursa Uludağ [email protected].  Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü, B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 11 10 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM tried to portray the Persians allegorically. Frank B. Tarbell stated that this story gained a new importance and meaning after the Persian wars; however, he mentions that there is no evidence to accept this proposal. Therefore, in the second part of the article, the historical developments of the 6th century BC are once again discussed. Persian King II. Cyrus defeated the Medes in the east, Lydians in the west, and Babylonians in the south, and turned the vassal kingdom into an empire in a very short time. The extension of the borders of the new state to the Aegean shores brought the Hellenes and the Persians against each other. The pillage of the Acropolis of Athens in 483 BC, considered the heart of the Hellenes, is the peak point reached by the Persian invasions that started with Cyrus. However, the great fear of Hellene and the Greek world II. Cyrus’s life was disastrously ended with an unexpected way and time, by a woman. This subject is explained to the smallest detail by the historian Herodotus. As we learned from Herodotus, Tomris Khan, queen of the Massagets, both defeated the Persian army and ended the life of II. Cyrus. The victories of the Hellenes against the Persians, especially in the 5th century BC, seem allegorically reflected in the Amazons. Admiration for the Amazons that started with Tomris Khan in the late 6th century BC revealed the composition of Amazonomachy, and with the victory of Temistocles against Persians in the 5th century BC, in a sense caused Hellenes started to see themselves to be equal with Tomris Khan. This situation must have manifested itself in art in the form of comparing two forces, which they consider allegorically equal, in a war with an unknown winner. As a result, many battles and victories won were tried to be represented by fictional and legendary battles in ancient times. Undoubtedly, the most significant and effective of these is the Amazonomachy. The subject, which entered into the repertoire of the artists in the 6th century BC, has survived by being depicted uninterruptedly in the following centuries. Neither the superiority of civilization to the barbarians nor the allegorical representation of the Persians in the form of the Amazon is in question with Amazonomachy, where the winner is not known; what is meant is the admiration for the female soldiers in particular for Tomris Han, in other words, the Amazons allegorically. The Hellenes did not see Tomris Khan as a barbarian and elevated it to a position equal to them as the winner against Persians. The reason for the interest and sympathy of the Hellenes towards the Amazons must be Tomris Han, a Turkish descendant. Keywords: Iconography, Greek depiction Achaemenid, Cyrus, Tomyris. art, Amazonomachy, MÖ 5. yüzyıldan başlayarak dini veya kamu yapılarının vaz geçilmez bezeme konularından birisi olan Amazonomakhia, mitolojide, Helenler ile kadın askerler arasında geçtiğine inanılan efsanevi savaşa verilen addır1. Azra Erhat’ a göre Amazonlar; “savaş̧ tanrı Ares ile Harmonia ya da Aphrodite'nin kızlarıdır. Savaşçı karakterleri böylece kaynaklarından da belli olan bu kadınlar ok ve yaydan başka bir de "labrys" denilen iki ağızlı baltayı silah olarak kullanırlar. Amazon adının kökeni de yazarlarca şöyle açıklanır: A-mazon, yani memesiz demekmiş, adın nedeni de bu savaşçı kadınların yayı göğüslerine rahatça dayayabilmek için bir memelerini kesip çıkarmaları imiş. Amazon'ların erkek gibi oluşu, savaşçı bir kadın topluluğu olmalarından ileri gelir. Başlarında hiçbir erkek bulunmadan kendi kendilerini yöneten Amazon'lar önder olarak bir kraliçe tanırlar, nitekim birçok kraliçelerinin adı geçer efsanede. Erkekleri yanlarında köle ya da uşak 1 Ayrıca bk. Tarbell 1920, 226-231. 12 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 11 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU olarak bulundururlar, onlarla cinsel alışveriş kurup çocuk doğururlar, ama erkek çocuklarını sakat eder ya da öldürürler, yalnız kız çocuklarını yetiştirip aralarına alırlar. Bu tutum Anadolu'ya gelen Yunanlıları çok şaşırttığı içindir ki, Amazon'ları anlatmakla bitiremezler”2. Amazonlardan bahseden en eski yazılı kaynak Homeros'tur: "Erkek gibi Amazon'lar" der ve Bellerophontes'in onları yendiğinden bahseder3. Ayrıca Amazonların, Akhilleus (Res. 12)4 Herakles (Res. 3)5, Theseus6 gibi birçok Helen kahramanı ile mücadelesi anlatılmaktadır. Amazonlar ile ilgili en erken arkeolojik belgeler, MÖ 700 yıllarına tarihlenen Samos7 ve Tiryns’nden8 adak levhalarına ait parçalardır. Daha iyi durumdaki Tiryns örneği üzerinde bir hoplit miğfer sorgucundan tuttuğu bir kadını öldürmek üzere iken resmedilmiştir (Res. 5). Bunu Castellani Ressamının ait Attik siyah figür boyunlu amphora üzerinde Herakles’in Amazonlar ile savaşı devam ettirir9. Douris’in MÖ 500-470 yıllarına tarihlenen kırmızı figür kantharosu üzerinde ise Telamon bir amazonu öldürürken betimlenmiştir (Res. 6)10. Özetle Amazonlar betim sanatında MÖ 7. yüzyıldan başlayarak resmedilmektedir. “Amazonomakhia” MÖ geç 6. yüzyıl ile birlikte betim sanatına dahil olur. Dönemin vazo sanatında bu defa hayali kahramanlar arasındaki mücadeleler yerini hayali askerler arasındaki savaşa bırakmaya başlamıştır11. Mimari heykeltıraşlık da bu modaya uyar. Amazonlar ile savaşın konu edildiği ilk örneklerden birisi MÖ 507 - 485 yılları arasına tarihlenen Delphi Apollon Kutsal Alanı’ndaki Atinalılar Hazine Dairesi’nin akroter figürleri (Resim 7)12 veya metoplarıdır (Res. 8)13. Bunu MÖ 450-430 yılları arasına tarihlenen ApolloSosianus Tapınağı Alınlığı (Res. 9)14, 420-400 yılları arasına tarihlenen Bassae Phigalia Apollon Tapınağı frizleri izler (Res. 10)15. Athena Parthenos’un kalkanı üzerinde bile Amazonomakhia yer verilmesi (Res. 11)16, konunun MÖ 5. yüzyıl heykeltıraşlığında ne kadar beğeni gördüğünün bir diğer göstergesidir. Amazonomakhia, MÖ 4. yüzyılın başlarından itibaren bu defa Likya veya Karya bölgelerinin anıt mezarlarda karşımıza çıkar. Persli yerel yöneticilere adandığı düşünülen ve Pers etkisini de bünyesinde barındıran Trysa Heroonu’nda (Res. 12)17 veya Halikarnassos Mouseleumu’nda (Res. 13)18 Amazonomachia konusuna da yer verilmiştir. MÖ 4. yüzyıla tarihlenen Amazonlar lahdi (Res. 14)19 veya Halikarnassos’dan galdyatör kostümü içinde Amazon ve Akhilleus steli (Res. 15)20, Antiocheia a.O Mozaiği (Res. 16)21 veya Kütahya Erhat 1996, 32. Erhat 1996, 32 ve 73vd. Örnek olarak bk. Schmidt 1960, Lev. 5,1. - Mayor 2014, 28. 4 Erhat1996, 242. Örnekler için bk. Arias - Hirmer 1960, Lev. 168. - Mayor 2014, 296-297 Res. 18.2, 300-301 Res. 18.5. 5 Erhat 1996, 145. Örnekler için bk. Blok 1995, Lev. 9. - Reeder 1996, 375. 6 Erhat 1996, 42. Örnekler için bk. Dayagi-Mendels - Rozenberg 2013, 259 Res. 10. 7 Blok 1995, Res. 6. 8 Blok 1995, Res. 4a-b. 9 Blok 1995, Res. 8,a-b. 10 Buitron-Oliver 1995, Lev. 32, alttaki. - Reeder 1996, 374 Res. 120. 11 Tarbell 1920, 227. 12 Coste-Messelière 1957, Lev. 87 üst. 13 Coste-Messelière 1957, Lev. 27. Ayrıca bk. duBois 1999, 57-59. 14 Hafner 1992, 28 Res. 1 alt. 15 Fornasier 2007, 72-73 Res. 36. 16 Fornasier 2007, 71 Res. 35. 17 Oberleitner 1993, 133, 136 Res. 1, 8. 18 Borbein 1995, 50 Abb. Links oben. 19 Örnek olarak bk. Fleischer 1998, Lev. 1B - 3B. 20 Weiß 2013, 144 Res. 16 Lev. 14. 2 3 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O12 K 13 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM Müzesi’nden Amazon lahdi (Res. 17)22 Amazon savaşları konusunun Roma İmparatorluk dönemine kadar devam ettiğini göstermektedir. Erken dönem Amazon mücadelelerinde Helen kahramanların bariz şekilde üstün oldukları, hatta amazonlara karşı öldürücü hamle yaparken betimlendikleri dikkat çekmektedir (Res. 1-6)23. MÖ geç 6. yüzyıldan başlayarak mücadele kahramanlardan askerler arasına kayar (Res. 9)24. Ancak kahramanlardan farklı olarak ordular arasındaki savaşın galibi veya üstün tarafı belli değildir. Diğer bir ifade ile yeni anlayışla Helen dünyasında farklı bir Amazon algısı ortaya çıkmıştır. Bir taraftan tekil mücadeleler çoğunlukla yerini düzenli ordular arasındaki savaşa bırakmakta, diğer taraftan da savaşın galibi gösterilmemektedir. Hatta erken dönem kahramanlarının Amazon’lara acımasız şekilde saldırıları (Res. 1, 4-5), yeni düşüncede yerini dostça bir görüntüye bırakmıştır (Res. 18-20)25. Yine yeni dönemle birlikte vazo betimlerinde de Amazonlar tek başlarına oldukça sempatik görünümlü olarak resmedilebilmektedirler (Res. 2122)26. Amazonomakhia olarak isimlendirilen ve Helenler ile Amazonlar arasında geçtiğine inanılan ve galibi belli olmayan mitolojik savaş, böylece betim sanatının yeni konularından birisi olarak repertuara girmiş ve antik sanatının en popüler sahnelerinden birisi olmuştur. Aslında unutulmaması gereken önemli bir nokta yeni dönem ile birlikte betim sanatına giren tek savaş konusunun Amazonomakhia olmadığıdır. Homeros’un devler ile Olymposlu tanrılar arasında geçtiğini anlattığı “Gigantomakhia” veya Yunanlıların düşmanı olarak kabul edilen kentaurlar ile savaşı konu alan “Kentauromakhia” da savaş konuları arasına dahil edilmiştir. Bu temalardan en sık tekrarlananlar ise Kentauromakhia ve Amazonomakhia olmuştur. Ancak ilginç bir şekilde diğerlerinden farklı olarak MÖ 5. yüzyıl ile birlikte sadece Amazonomakhia’da mitolojik kahramanlar yerini orduların yaptığı savaşa bırakmıştır. Yeni dönem ile birlikte betim sanatına giren Amazonomakhia ile sanatçılar ne anlatmaya çalışmışlardır? Bu konu uzun yıllardır araştırmacıların ilgisini çekmiş ve farklı yorumlarda bulunmuşlardır. Örneğin Bruno Snell, Gigantomakhia veya Titanomakhia (devlere karşı savaş) ile Helenlerin duygusal dünyalarında farklı bir evrende kazandıkları zaferi sembolize etmeye çalıştıklarını ileri sürmekte; Amazonomakhia ve Kentauramakhia ile de tüm barbarlığı, canavarlığı ve iğrençliği fethettiklerini düşünmektedir27. Diğer bir ifade ile Amazonomachia, Helen medeniyet idealini temsil etmektedir. İddialara göre, Amazonlar vahşi ve barbar bir ırk olarak tasvir edilirken, Helenler medeni ve modern insan olarak gösterilmeye çalışılmıştır28. Böylece üstün Helen medeniyetinin barbarlara karşı üstünlüğü gösterilmeye çalışılmıştır. https://commons.wikimedia.org/wiki/File:Orient_méditerranéen_de_l%27Empire_romain_-_Mosaïque_byzantine_5.JPG 21 22 https://commons.wikimedia.org/wiki/File:Kutahya_archaeological_museum_Amazonomachy_sarcophagus_8837_Pa norama.jpg 23 Örnek olarak bk. Herakles – Amazon: Reeder 1996, 375; Telamon – Amazon: Buitron-Oliver 1995, Lev. 33, üst sağ. 24 Hafner 1992, 28 Res. 1 alt. 25 Örneğin Herakles ile Hippolite arasındaki kavga MÖ 4. yüzyıl kırmızı figür Apulla kelç kraterinde olduğu gibi yerini dostça bir muhabbete bırakmış gibidir. Trendall - Cambitoglou 1982, Lev. 170, 1. 26 Wünsche 2008, 71 Res. 5.22, 76 Res. 6.1. 27 Snell 1960, 35. 28 Bu konuda ayrıca bk. duBois 1999, 78-94. 14 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 13 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU G. Baldwin Brown, Helenlerin, düşmanları Perslere karşı elde ettikleri büyük zaferin görkemli anıtlara ilham verdiğini öne sürmektedir29. Percy Gardne gibi bazı bilim insanları ise Parthenon metoplarından hareket ederek, kaostan düzene ve barbarlıktan medeniyete geçiş hikayesinin sembolleştirildiğini düşünmektedir30. Frank B. Tarbell ise o dönemde ne sanatçıların ne de halkın olayları bu şekilde algılamasının zor olduğunu düşünmekte, Atinalıların zayıflayan milliyetçi duygularını uyandırmak için Atina’nın mitolojik tarihlerinde önemli yeri olan Amazon galibiyeti gibi konuları bilinçli bir şekilde kullanmış olabileceklerini düşünmektedir. Diğer bir ifade ile Helenler sadece kendileri ile ilgili konulara değinmiş olmalıdırlar31. MÖ 5 ve 4. yüzyılda görülmesini ise bir tür moda olarak açıklamaktadır32. Ancak, Pausanias Olympia'daki Zeus Tapınağı'nın alınlığında yer alan Kentauromakhia'yı anlattıktan sonra şunu eklemektedir: “bana öyle geliyor ki, Alkamenes, Homer'den, Theseus'un Pelops'un büyük torunu olması nedeniyle Pirithous'un Zeus'un oğullarından birisi olduğunu biliyordu”33. Bu açıklama en azından Pausanias döneminde Kentauromakhia'nın Pers Savaşları ile ya da medeniyetin barbarlık üzerindeki zaferi gibi bir anlayışla ilgisinin bulunmadığına işaret etmektedir34. Diğer bir ifade ile en azından Kentauromakhia’nın barbarlara karşı kazanılan bir zaferi temsil ettiği tezi bizzat Pausanias tarafından çürütülmüş olmaktadır. Elbette, her ne kadar Pausanias bahsetmese de mitolojik bir savaş olan Amazonomachia’yı da aynı kapsamda değerlendirmemiz hatalı olmayacaktır. Bu konunun daha iyi anlaşılmasında kompozisyonlarda gösterilen savaşların şekli de göz önünde bulundurulmalıdır. Şöyle ki, Gigantomakhia'da tanrıların düşmana karşı zaferi açık bir şekilde gösterilmişken, Kentauromakhia veya Amazonomakhia'da kimin galip geldiği muğlaktır. Pausanias da sanatçı Micon’un Stoa Poikile için yaptığı freskosunu anlatırken bu eşit duruma dikkat çekmektedir: "Theseus kutsal alanında Kentaur ve Lapithlerin savaşı konu edilmiştir, ancak Theseus’un bir Kentauru öldürmesi dışında, diğerleri eşit şartlarda savaşmaktadırlar”35. Diğer bir ifade ile Pausanias bile kompozisyonda kimin galip geldiğini gösteren bir iz bulamamıştır. Örneğin, Parthenon’un Lapith ve Kentaur savaşını anlatan 23 metopunun altısında Lapithler avantajlı gibi gösterilirken, altısında kimin galip geldiği belli değildir. Hatta Kentaurların kadınları kaçırdığı dört sahne de dahil olmak üzere 11 metopta Kentaurlar daha avantajlı gözükmektedir36. Diğer bir ifade ile bu savaşta da galip belli değildir. Theseum olarak adlandırılan tapınağın da batı frizinde Kentauramakhia konusuna yer verilmiştir. Lapithler kentaurların nerede ise iki kat fazlası olmasına karşın, galip kim anlaşılamamaktadır37. Kentauramakhia konusu ile vurgulamaya çalıştığımız gibi Amazonomakhia da dahil olmak üzere her iki savaşta galip belli değildir. Tekrar konumuza geri dönersek Josine Blok Amazonomakhia konusuna farklı bir açıdan bakarak, Amazonomachia’nın Yunan kahramanını tanımlamak için iki farklı olasılık sunduğunu düşünmektedir: Blok’a göre, Amazonlar, ya bir kahramanın bir canavara karşı kazandığı zaferle ülkeyi kurtarırken karşılaştığı felaketlerden birisini; ya da Attis motifinde Tarbell 1920, 227 dipnot 1: “The victory over Persia inspired indirectly all the monuments of the culminating period of Greek sculpture". 30 Tarbell 1920, 227 dipnot 3-4. 31 Tarbell 1920, 227 vd. 32 Tarbell 1920, 230. 33 Pausanias V, 10, 8 34 Tarbell 1920, 229. 35 Pausanias I, 17, 2. 36 Tarbell 1920, 230. 37 Tarbell 1920, 230. 29 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O14 K 15 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM olduğu gibi kahramanın evlilik ve üreme gibi cinsel arzulardan el çekmesinin ifadesini temsil etmektedir38. Amazonomachia’yı Helen kültüründe feminizmin yükselişi olarak görenler de bulunmaktadır. Quintus Smyrnaeus'un Truva Düşüşü'nde, Truva Savaşı sırasında Truva Atları'nın yanına katılan bir Amazon kraliçesi olan Penthesileia, Troy'da şunları söylemektedir: “Güçte biz erkeklerden daha aşağı değiliz; aynı gözlerimiz, uzuvlarımız aynı; gördüğümüz bir ortak ışık, soluduğumuz bir hava; ne de yediğimiz yiyecek. O zaman bize insanın cenneti bahşettiğini inkâr eden nedir?”39. MÖ 6. yüzyılda Pers Akhaemenid İmparatorluğu, Yunan kent devletlerine karşı bir dizi işgal başlatmıştır. Bu nedenle, bazı araştırmacılar, 5. yüzyıl Helen sanatında Kentaur ve Amazon figürleriyle aslında Perslerin alegorik olarak gösterilmeye çalışıldığına inanmaktadır.40 Diğer bir ifade ile Kentaur ve Amazonların alegorik olarak Darius ve ardından Xerxes liderliğindeki barbar ordusunu temsil etmektedir. Örneğin Page duBois, MÖ 5. yüzyılda tarihsel konuların sanatta ve edebiyatta doğrudan temsil edilmesinin yasaklanması nedeniyle, Perslerin sanat eserlerinde sıklıkla Kentaur veya Amazon şeklinde alegorik olarak gösterildiğini düşünmektedir41. Bu konuda Yunan sanatında MÖ 5. yüzyılda tarihsel konuların sanatta ve edebiyatta doğrudan temsil edilmemesinin de rolü olmuş olmalıdır. Zira, Helen sanatının yükselme çağı olan MÖ 5. yüzyılda Atina'daki Athena Nike Tapınağı dışında42, tarihi yaşanmış bir olayın resmedildiği bilinen bir yapı yoktur43. Unutulmaması gereken nokta Amazon veya Kentaur mitolojisinin Pers savaşlarından çok önce ortaya çıkmış olmasıdır44. Ancak Helen askerler ile Amazonların karşı karşıya resmedilmeleri ilk olarak MÖ 6. yüzyılın siyah figür vazolarında başlar (Res. 23)45. Frank B. Tarbell, Pers savaşlarından sonra bu hikâyenin yeni bir önem ve anlam kazanmış olduğunun düşünülebileceğini; ancak bu önerinin kabul edebilmesi için herhangi bir kanıtın bulunmadığını düşünmektedir46. İlk olarak Tarbell tarafından ortaya atılan Amazonomakhia’nın Pers savaşları ile bağlantı olabileceği konusuna belge bulabilmek amacıyla MÖ 6. yüzyılın tarihsel gelişmelerini bir defa daha irdelemekte fayda vardır. Akhaimenid sülalesinden II. Kyros, MÖ 550 yılında Med kralı Astiyages’e karşı isyan ederek Med Krallığı’nı ortadan kaldırmış, böylece Kızılırmak yayına kadar uzanan Pers devleti kurulmuştur. Bu gelişmeyi büyük bir risk gören Lidya kralı Kroisos, Babil kralı Nabonid ve Mısır kralı Amasis’in desteğini alarak Kyros üzerine yürümüş, ancak yapılan birtakım savaşlar neticesinde MÖ 546 yılında kesin mağlup olarak Medya’ya savaş esiri sıfatıyla gönderilmiştir. Bu netice Ege kıyılarına kadar bütün Batı Anadolu’nun kapılarını Perslere açmıştır. Sonrasında Harpagos ve Mazares isimli komutanlar Yunan kent devletlerini peş peşe ele geçirerek Pers idaresine dahil etmişlerdir. MÖ 529 yılına kadar hüküm süren Kyros, MÖ 539 yılında Babil’i de Blok 1995, 333. Quintus, 35 40 duBois 1999, 54 dipnot 22. 41 duBois 1999, 54. 42 Bilindiği gibi, tapınağın frizlerinde Atina Pers savaşları konu edilmiştir. Ayrıca bk. Pemberton 1972, 303-310. Stewart 1985, 53-73. 43 Tarbell 1920, 226 dipnot 2. 44 Tarbell 1920, 228. 45 Örnek olarak bk. Börner 2010, 42 Res. alt. 46 Tarbell 1920, 228. 38 39 16 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 15 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU topraklarına katıp döneminin en büyük imparatorluklarından birisini kurmuştur47. Sonuçta Kyros, çok kısa bir sürede Anadolu’nun tamamına yakınını ele geçirerek bir anda Helenlerin komşusu olmuş, böylece Persler Büyük İskender’e kadar Helenler açısından büyük bir risk hâline gelmişlerdir. Dareios’un MÖ 500 yılında başlayan İyonya Ayaklanmasını 494 yılında çok kanlı bastırması48, Xerxes‘in MÖ 483 yılında Helenlerin kalbi sayılan Atina Akropolisi’ne kadar ilerleyip yakıp yıkması49 Perslere karşı duyulan korkunun önemli göstergelerindendir. Perslerin yayılmasına engel olmak ve adalar ile Anadolu’da bulunan Yunan kent devletlerini korumak için MÖ 478/77 yılında Atina öncülüğünde Attika-Delos Deniz Birliği kurulmuştur50. Helen dünyasının korkulu rüyası hâline gelen Perslerin Ege kıyılarına kadar yayılmasındaki en önemli isim kuşkusuz MÖ 559 – 529 yılları arasında hüküm süren II. Kyros’dur. Yaşamı boyunca başarıdan başarıya koşan II. Kyros, Persleri, vasal bir krallıktan doğuda İran yaylaları, güneyde Mezopotamya ve batıda Ege Denizine kadar uzanan büyük bir imparatorluğa dönüştürmüştür. Ancak Helen ve Yunan dünyasına büyük korku salan II. Kyros’un hayatı beklenmedik bir zamanda ve beklenmedik bir şekilde, hem de bir kadın tarafından, feci bir şekilde sonlandırılmış olduğuna inanılmaktadır. Bu konu tarihçi Herodot tarafından en küçük ayrıntısına kadar anlatılmaktadır51. İyonları, Aiolları, Dorları, Likyalıları ve Lidyalıları tanıtıp, Ege ve Akdeniz kıyılarına kadar Anadolu’nun Pers egemenliğine geçmesini aktardığı birinci bölümde, Massaget52 adında bir halktan ve onun kadın kralı Tomris Han’dan uzun bir şekilde bahsetmektedir53. Türk kaynaklarında fazla bilgi bulunmaması nedeniyle Tomris Han’ın yaşayıp, yaşamadığı veya mitolojik bir karakter olup olmadığı konusu hâlâ tartışılmaktadır. Herodot, Tomris Han olayına geçmeden önce, her zaman yaptığı gibi, önce bölgenin coğrafyasından ve yaşayan insanlardan bahsederek konuya giriş yapmaktadır. Massaget’lerin yaşadığı bölgede Hazer isimli, göl olamayacak kadar büyük bir deniz yer almaktadır. Bu denizin günbatısı dağların en uzunu ve en yükseği olan Kafkaslar ile çevrilidir ve bu bölge çok ve çeşitli insan soyları ile doludur, elbiselerinin üzerinde bitkisel boyalar ile bezedikleri desenler vardır: “Bu insanların çoğu geçimini yaban ormanlardan çıkarır; buralarda çeşitli yapraklar veren ağaçlar vardır, diye anlatırlar, buralılar bu yaprakları dövüp su ile karıştırırlar ve giysileri üzerine hayvan resimleri yaparlar; bu hayvan resimleri yıkamakla çıkmaz; hatta sanki yünle işlenmiş gibi, dokuma eskiyinceye kadar öyle durur”54. Anlatımları arasında dikkat çeken bir diğer unsur herhangi bir engele çarpmadan Hazer Denizi'ne dökülen Arax nehri boyunca bölgede yaşayan insanların yaşantıları hakkında verdiği bilgilerdir: “Orada yaşayan insanlar, yazın yerden söktükleri kökleri yerler ve mevsiminde ağaçlardan topladıkları yemişleri de bir kenara koyup kış için saklarlar. Bir de derler ki, yemişleri başkalarına benzemeyen birtakım ağaçlar da bulmuşlardır: Bir yerde buluşup toplaşıyor, ateş yakıp çevresinde oturuyorlarmış; bu yemişleri ateşe atıp, yanan yemişlerin kokusunu çekiyorlarmış, Yunanlılar şarapla nasıl sarhoş oluyorlarsa, bunlar da bu kokuyla sarhoş oluyorlarmış; daha çok yemiş atarlarsa daha Daha detaylı bilgi için bk. Mansel 1971, 253 vd. Herodotos V, 35. -Mansel 1971, 266 vd. 49 Mansel 1971, 279 vd. 50 Mansel 1971, 299 vd. 51 Özellikle bk. Avery 1972, 535 vd. 52 Massaget’lerin Saka veya İskit olduğu düşünülmektedir. Ayrıca bk. Altheim - Stiehl 1970, 127. - Hinds 2010, 20. 53 Herodot I. 204-214. 54 Herodot I. 203. 47 48 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O16 K 17 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM çok sarhoş oluyorlar, o kadar ki, sonunda kalkıp oynamaya, türküler söylemeye başlıyorlarmış. Yaşayışları böyleymiş, öyle söylerler”. Herodot’a göre, Kafkaslar'ın kıyısında yaşayan halklar arasında yer alan ve Skyth soyundan olduklarını söylenen Massagetler, büyük ve güçlü bir halktır; tanyerinin ağardığı ve güneşin doğduğu yönde, Arax'ın öbür yanında, İssedon’ların karşısında oturmaktadır55. Nereye gittiyse, düşmana boyun eğdiren ve Assur’dan Batı Anadolu’ya kadar bütün dünyanın egemeni olan Kyros’un, Kuzeyde yaşayan ve Karadeniz Bölgesi’nin ortalarına kadar sık sık karşı karşıya geldiği Massaget tehlikesini de ortadan kaldırması gerekmektedir. Bu seferin bir diğer nedeni de Kafkasların doğusunda uçsuz bucaksız uzanan ovanın hâkimi Massaget'lerdir56. Herodot Massaget'ler oldukça etkilenmiş olacak ki kitabında onların hakkında çok ayrıntılı bilgiler vermektedir: “Massaget'lerin giyinişleri ve yaşamaları Skythlerinki gibidir; atlı ya da yaya savaşırlar (çünkü her iki şekilde de savaşabilirler), okla ve kargıyla savaşırlar ve daha çok sagaris dedikleri baltayı kullanırlar. Silahlarını yalnız bakır ve altınla yaparlar; kargı ve mızrak uçları, baltalar hep bakırla yapılır; savaş başlığı, kılıç kayışı, koltuk altlarını koruyan parçalar altın süslerle bezenmiştir. Atları da öyledir; göğüs cebeleri bakırdandır; gem, kantarma, şakakları koruyan plaklar altın yaldızlıdır. Demir, gümüş kullanmazlar; bunun nedeni, Skythlerde olduğu gibi bunlarda da bu madenlerin bulunmayışıdır, buna karşılık altın ve bakır çok boldur57... Toprağı ekip biçmezler; sürü hayvanlarıyla ve Arax ırmağının bol balıklarıyla geçinirler; içkileri süttür. Taptıkları tek tanrı güneştir ve ona at kurban ederler; bu kurban şu düşünceyle yapılır: Ölümlülerin en hızlısı, tanrıların en hızlısına adanmıştır”58. Massaget'ler, kocasının ölümünden sonra tahta geçen Tomris adında bir kraliçenin yönetimindedir59. Kyros önce Tomris ile evlenerek tehlikeyi ortadan kaldırmak istemiş, ancak kabul edilmeyince askeri sefere karar vermiştir. Persler ile Massaget'ler arasındaki sınırı Arax Nehri çizmektedir. Kyros’un esiri olan Lydia Kralı Kroisos’un önerisi üzerine, savaşın Massaget'ler toprağında yapılmasına karar verilmiştir60. Kroisos’un Tomris galip gelirse ortaya çıkacak olumsuz durumu anlatan şu sözleri hipotezimizin anlaşılması açısından çok önemlidir: “Tomris'in imparatorluğunun yüreğine kadar yürüyebilirsin. Bir de bırak bütün bu söylediklerimi, ayıp olur, dayanılmaz bir şey olur, Kyros'un, Kambyses oğlunun bir kadın önünde geri basıp ülkesinden bir parçayı ona bırakması”61. Savaşın ilk bölümünde hileye kanan Tomris’in askerinden bir bölümü öldürülmüş, Kyros’a esir düşen Tomris'in oğlu Spargapises intihar ederek hayatına son vermiştir62. Oğlunun ölümü üzerine Tomris’in yemini kayda değerdir: “Massaget'lerin efendisi olan Güneş adına ant içerim ki, kan dökmeye doymayan adam, seni ben kanla doyuracağım”63. Oğlunun ölümüne çok öfkelenen Tomris, var gücü ile Kyros’un üzerine yürümüş ve savaşın sonunda Persler yenilmiş, Kyros ise savaş alanında öldürülmüştür. Kyros’un sonunu Herodot şu şekilde anlatmaktadır: “Tomris, elinde kan dolu bir tulum, ölüler arasında Kyros'u arıyordu; onu buldu ve kafasını tulumun içine daldırdı. Ölünün her yanını kana bularken şunları söylüyordu: "Canım sağ ve savaştan zaferle çıktım, ama sen beni öldürdün, hileyle oğlumu yakaladın; ama işte sen de sana önceden söylediğim gibi, benim Herodot I. 201. Herodot I. 204. 57 Herodot I. 215. 58 Herodot I. 216. 59 Herodot I. 205. 60 Herodot I. 208. 61 Herodot I. 207. 62 Herodot I. 213. 63 Herodot I. 212. 55 56 18 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 17 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU elimle kana doyuyorsun!" Kyros'un ömrünün nasıl sona erdiği üzerine çok hikâye vardır; ben doğruya en çok benzeyenini anlattım”64. Tomris Han böylece Kyros'un tam 29 yıl süren saltanatına son vermiştir65. Betim sanatındaki Amazon algısının değişmesinde tarihi gerçeklerin bir etkisi olmuş mudur? MÖ 6. yüzyılın sonlarına kadar Herakles veya Akhilleus gibi Helen kahramanlar karşısında mağlup gösterilen Amazon kadınları66, yüzyılın sonları ile birlikte yerini Helen ve Amazon askerlerinin birlikte resmedildiği sahnelere bırakmasında67 alegorik olarak Tomris Hanın etkisi var mıdır? Başlangıçta kahramanlar ile Amazonlar arasında başlayan mücadelenin yerini, özellikle MÖ 5. yüzyılın 2. yarısından başlayarak, düzenli ordular arasındaki savaşa terk etmesini68 tesadüf olarak mı yorumlamalıyız? Bütün bu soruların cevabını Wolfram Martini’nin önemli mitolojik savaş sahnelerinin betim sanatındaki oranını zamansal olarak gösterdiği grafikte bulmak mümkündür (Res. 24)69: MÖ 6. yüzyılın ilk üç çeyreğinde Kentauromakhia ile başat giden Amazonomakhia konusunun yüzyılın son çeyreğinde Gigantomakhia ile eşitlendiği, MÖ 5. yüzyılın ilk çeyreğinde Hoplomakhia ile yarıştığı, yüzyılın 2. çeyreğinde mitolojik savaş konuları eşlense de yüzyılın 2. yarısında Amazonomakhia konusunun diğer savaşların tamamına belirgin bir şekilde fark attığı gözlemlenmektedir. Oranlardaki bu değişim tesadüf olarak açıklamak mümkün değildir. Helenlerin Perslere karşı, özellikle MÖ 5. yüzyılda, kazandıkları küçüklü büyüklü zaferler alegorik olarak Amazon’lara yansımış gibidir. Diğer bir ifade ile MÖ 6. yüzyılın sonlarında Tomris Han ile başlayan kadın komutan hayranlığı Amazonomakhia kompozisyonuna yansımış, MÖ 5. yüzyılda özellikle Temistokles’in Perslere karşı kazandığı Salamis Deniz Zaferi70 ile Helenler kendilerini Tomris Han gibi görmeye başlamışlardır. Bu durumda Amazonomakhia betimlerindeki Amazon kadınlarının iddia edildiği gibi alegorik olarak Persleri değil de Tomris Han liderliğindeki kadın savaşçıları temsil ettiğini ileri sürmek çok da abartılı bir iddia olmayacaktır. Bu sonuç, Helen ve Yunan sanatını yüzyıllarca etkileyen bir konuyu medeniyetin barbarlığa karşı aldığı zaferin betim sanatına yansıması olarak mı, Helen kültüründe feminizmin yükselişi olarak mı, Perslerin alegorik olarak gösterilmesi şeklinde mi yorumlamalıyız, sorularının da cevabıdır. Tomris Han’ın II. Kyros’un kesik başı ile Peter Paul Rubens’in 1633 tarihli (Res. 25)71 veya Antonio Molinari’nin72 1692 tarihli yağlı boya tablolarında betimlenmesi de Tomris Han’a duyulan hayranlığın bir göstergesidir. Saksonya kontu Camillo von Marcolini’nin 1785 civarında Friedrichstadt'taki sarayının bahçesine dikilmek üzere yaptırdığı altı adet antik kahraman heykelinin arasında, özellikle Perslere karşı çok büyük bir zafer sayılan Salamis Savaşı’nın kahramanı Themistokles’in heykeli ile birlikte, sağ elinde II. Kyros’un kesik başı ile Tomris Han’ın da yer almasını tesadüflerle açıklamak mümkün değildir (Res. 26)73. Herodot I. 214. Herodot I. 214. Ayrıca bk. Altheim - Stiehl 1970, 128. Ancak, Xenophon gibi bazı farklı kaynaklarda Kyros'un savaş meydanında değil de yatağında eceli ile öldüğünün anlatıldığı da göz ardı edilmemelidir: Xen.Kyr. VIII. C.7. 66 Martini 2013, 176 Res. 42 Lev. 35 67 Martini 2013, 174 Res. 40 Lev. 34 68 Ayrıca bk. Martini 2013, 176 Res. 41 Lev. 35 69 Martini 2013, 181 Res. 47 Lev. 38 . 70 Mansel 1971, 285-288. 71 Berger 1979, 4 Res. 1, orijinali için bk. 13 Res. 9. 72 https://altemeister.museum-kassel.de/33620/0/0/147/0/1/0/objekt.html 73 Bilindiği gibi kont von Marcolini, heykeltıraş Thaddäus Ignaz Wiskotschill'iye sarayının bahçesine dikilmesi için aralarında ünlü Helen devlet adamı Themistokles’in de bulunduğu kumtaşından heykeller yaptırmıştır. Bu heykellerden Themistokles ve Tomris Han’a ait olanlar günümüzde Dresten Friedrichstadt Belediye Kliniği parkında 64 65 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O18 K 19 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM Sonuç olarak yaşanan çok sayıda savaş ve kazanılan zaferler, Antik çağda kurgusal ve efsanevi savaşlar ile temsil edilmeye çalışılmıştır. Kuşkusuz bunların en anlamlı ve etkilisi Amazonomakhia’dır. MÖ 6. yüzyıl ile birlikte sanatçıların repertuarına giren konu, daha sonraki yüzyıllarda da kesintisiz bir şekilde resmedilerek günümüze kadar varlığını devam ettirmiştir. Galip gelen tarafın belli olmadığı Amazonomakhia ile ne medeniyetin barbarlara üstünlüğü ne de Perslerin Amazon şeklinde alegorik gösterimi söz konusudur; anlatılmak istenen Tomris Han özelinde kadın askerlere, diğer bir ifade ile alegorik olarak Amazonlara duyulan hayranlıktır. Helenler, Tomris Hanı barbar olarak görmemiş, Pers galibi olarak kendileri ile eş değer bir konuma yükseltmişlerdir. Helenlerin Amazonlara karşı duyduğu ilgi ve sempatinin nedeni Tomris Han olmalıdır74. “Anadolu'nun mythosa katkıları salt efsane, uydurulmuş̧ masal değildir. Anadolu kaynaklı efsanelerin hemen hepsi olmuş̧ olayları yansıtır, yasamış̧ kişileri konu alır. Bu yüzdendir ki, bir gerçek payı ve tarihsel bir nitelik taşırlar. İzlerine destanlarda olduğu kadar, tarihçilerin ve coğrafyacıların eserlerinde rastlamamız bunu kanıtlar. Amazon'lar bu gerçeğin en belirgin örneğidir”, der, Azra Erhat Mitoloji Sözlüğü kitabının Amazonlar maddesinin girişinde75. Kaynaklar Kullanılan kısaltmalarda Alman Arkeoloji Enstitüsü’nün önerileri göz önünde bulundurulmuştur. Antik kaynak kısaltmalarında Der Kleine Pauly’deki şekil kullanılmıştır. Altheim - Stiehl 1970 F. Altheim – R. Stiehl, Geschichte Mittelasiens im Altertum (Berlin 1970). Arias - Hirmer 1960 P. E. Arias — M. Hirmer, Tausend Jahre Griechische Vasenkunst (München 1960) Arr.an. Arrian, Anabasis of Alexander, Books I-IV, Books V-VII, Indica, P.A. Brunt, Loeb Classical Library 236, 269 (Cambridge, Massachusetts, London 1983/1989). Avery 1972 H. C. Avery, “Herodotus' Picture of Cyrus”, AJPh 93, 1972, 529-546. Berger 1979 R.W. Berger, “Rubens's Queen Tomyris with the Head of Cyrus”, Museum of Fine Arts Bulletin 77, 1979, 4-35. Blok 1995 J. H. Blok, The Early Amazons. Modern and Ancient Perspectives on a Persistent Myth, R. van den Broek, H.J.W. Drijvers, H.S. Versnel (eds.), Religions in the Graeco-Roman World 120 (Leiden - New York - Köln 1995). Bonfante 2011 L. Bonfante (ed.), The Barbarians of Ancient Europe, Realities and Interactions (Cambridge 2011). Borbein 1995 A. H. Borbein (Hrsg.), Das alte Griechenland (München 1995) korunmaktadır. Her iki heykel 41.600 Euro harcanarak restore edilmiş ve 13.01.2020 tarihinde parktaki yerine bir törenle tekrar dikilmiştir: https://www.sachsen-fernsehen.de/sandsteinskulpturen-zurueckgekehrt-709007/# 74 Her ne kadar Arrius, Büyük İskender’in Asya’nın en güzel kadını olduğu söylenen Darius’un karısından sonra en güzel kız olduğu için Baktriya Kralı Oxyartes'in kızı Roxana’ya âşık olarak evlendiğini yazsa da acaba bu tercihte aynı coğrafyada yaşamış olan Tomris Hatun’un payı var mıdır ? Düşünülmeye değer bir olasılık gibi durmaktadır. Bu konuda bk. Arrian, Anabasis V, 19.5-6. - Liotsakis 2019, 129-131. 75 Erhat 1996, 32 20 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 19 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU Börner 2010 L. Börner (Hrsg.), Amazonen. Geheimnisvolle Kriegerinnen. Ausstellungskatalog Speyer, Historisches Museum der Pfalz (München 2010). Buitron-Oliver 1995 D. Buitron-Oliver, Douris. A Master-painter of Athenian Red-figure Vases (Mainz 1995) Coste-Messelière 1957 P. de La Coste-Messelière, Fouilles de Delphes IV,4: Sculptures du Trésor des Athéniens (Paris 1957). Dayagi-Mendels - Rozenberg 2013 M. Dayagi-Mendels - S. Rozenberg (Hrsg.), Chronicles of the Land. Archaeology in the Israel Museum Jerusalem (Jerusalem 2013). duBois 1999 P. duBois, Centaurs and Amazons: Women and the Pre-History of the Great Chain of Being (Michigan 1999). Erhat 1996 A. Erhat, Mitoloji Sözlüğü (İstanbul 1996). Fornasier 2007 J. Fornasier, Amazonen. Frauen, Kämpferinnen und Städtegründerinnen (Mainz 2007). Fleischer 1998 R. Fleischer, “Der Wiener Amazonensarkophag”, AntPl 26, 1998, 7-54. Hafner 1992 G. Hafner, “Die beim Apollotempel in Rom gefundenen griechischen Skulpturen”, JdI 107, 1992, 17-32 Hdt. Herodotos, Herodot Tarihi, Çev. M. Ökmen – A. Erhat (İstanbul 1973). Hinds 2010 K. Hinds, Scythians and Sarmatians (New York 2010). Kimball 2002 J. D. Kimball, Savaşçı Kadınlar Amazonlar, çev. M. Çağdaş (İstanbul 2002). Liotsakis 2019 V. Liotsakis, Alexander the Great in Arrian’s Anabasis, F. Montanari – A. Rengakos (eds.), Trends in Classics – Supplementary Volumes 78 (Berlin, Boston 2019). Mansel 1971 A. M. Mansel, Ege ve Yunan Tarihi (Ankara 1971). Martini 2013 W. Martini, “Die visuelle Präsenz der Amazonen in Athen im 6. und 5. Jh.v.Chr.”, Ch. Schubert, A. Weiß (ed), Amazonen zwischen Griechen und Skythen. Gegenbilder in Mythos und Geschichte. Beiträge zur Altertumskunde 310 (Berlin/Boston 2013), 171-184. Mayor 2014 A. Mayor, The Amazons, Lives and Legends of Warrior Women across the Ancient World (Princeton-Oxford 2014). Muth 2008 S. Muth, Gewalt im Bild (Berlin 2008). Oberleitner 1993 W. Oberleitner “Die Neuaufstellung des Heroons von Trysa: Geschichte in Wien und Wiener G'schichtn”, AW 24,2, 1993, 133-147. Quintus Quintus Smyrnaeus, The Fall of Troy, A.S. Way (trans.), Loeb Classical Library 19 (London 1984), Pemberton 1972 E. G. Pemberton, "The East and West Friezes of the Temple of Athena Nike," AJA 76, 1972, 303-310. Reeder 1996 E. D. Reeder (Hrsg.), Pandora. Frauen im klassischen Griechenland. Ausstellungskatalog Basel (Basel 1996). B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O20 K 21 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM Schmidt 1960 M. Schmidt, Der Dareiosmaler und sein Umkreis. Untersuchungen zur Spätapulischen Vasenmalerei (Münster 1960). Snell 1960 Bruno Snell, The Discovery of the Mind. The Greek Origins of European Thought, T.G. Rosenmeyer (trans.) (New York 1960). Stewart 1985 A. F. Stewart, “History, Myth, and Allegory in the Program of the Temple of Athena Nike, Athens”, Symposium Papers IV: Pictorial Narrative in Antiquity and the Middle Ages (1985), Studies in the History of Art 16, 1985, 53-73. Tarbell 1920 F. B. Tarbell, “Centauromachy and Amazonomachy in Greek Art: The Reasons for Their Popularity”, AJA 24, 1920, 226-231. Trendall - Cambitoglou 1982 A. D. Trendall - A. Cambitoglou, The Red-figured Vases of Apulia II: Late Apulian (Oxford 1982) Weiß 2013 A. Weiß, “Perpetua als Anti-Amazone”, Ch. Schubert, A. Weiß (ed), Amazonen zwischen Griechen und Skythen. Gegenbilder in Mythos und Geschichte. Beiträge zur Altertumskunde 310 (Berlin/Boston 2013), 137-150. Wünsche 2008 R. Wünsche (ed.), Starke Frauen. Ausstellungskatalog München, Staatliche Antikensammlung und Glyptothek (München 2008). Xen.Kyr. Xenophon, Cyropaedia II, W. Miller (transl.), The Loeb Classical Library (London - New York 1914). Zanker – Ewald 2004 P. Zanker — B. C. Ewald, Mit Mythen Leben. Die Bilderwelt der römischen Sarkophage (München 2004). Resimler Listesi Resim 1 – Exekias ressamına ait İtalya Vulci’den Attik siyah figür amphora. MÖ 6. yüzyıl. British Müzesi. Foto: Mayor 2014, 296 Res. 18.2. Resim 2 – İtalya Vulci’den Attik siyah figür hydria. MÖ 510-500. British Müzesi. Foto: Mayor 2014, 301 Res. 18.5. Resim 3 – Timiades ressamına ait Attik siyah figür amphora. MÖ 570-560. Boston Güzel Sanatlar Müzesi. Foto: Blok 1995, Lev. 9. Resim 4 – Duris ressamına ait kantharos. MÖ 500-470. Brüksel, Kraliyet Sanat Tarihi Müzesi. Foto: Reeder 1996, 17 ve 375 Res. 4 ve 120. Resim 5 – Tyrins’den adak levhası. MÖ 700. Nauplia Müzesi. Foto: Blok 1995, Lev. 4b. Resim 6 – Douris ressamına ait kırmızı figür kantharos. MÖ 500-470. Foto: Buitron-Oliver 1995, Lev. 32, alttaki. Resim 7 – Akroter figürü. Delphi Apollon Kutsal Alanında Atinalılar Hazine Dairesi, MÖ 507 – 485. Foto: Coste-Messelière 1957, Lev. 87 üst. Resim 8 – Metop figürü. Delphi Apollon Kutsal Alanında Atinalılar Hazine Dairesi, MÖ 507 – 485. Foto: Coste-Messelière 1957, Lev. 27. Resim 9 – Apollo-Sosianus-Tapınağı Alınlığı. Rekonstruktion E. La Rocca. MÖ 450-430. Foto: Hafner 1992, 28 Res. 1 alt. 22 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 21 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU Resim 10 – Bassae Apollon Epikourios Tapınağı Frizleri. MÖ 420. Foto: Fornasier 2007, 72-73 Res. 36. Resim 11 – Phedias’ın Athena Parthenos’unun kalkanı. Kopya. MÖ 440. Foto: Fornasier 2007, 71 Res. 35. Resim 12 – Trysa/Gölbaşı Heroonu, Batı frizden . MÖ 380-370. Foto: Oberleitner 1993, 136 Res. 8. Resim 13 – Halikarnassos Mausoleum, podyum frizinden detay. MÖ 350. Foto: Yazar Resim 14 – Amazon lahdi. Viyana, Sanat Tarihi Müzesi, Env. 169. MÖ 320. Foto: Fleischer 1998, Lev. 2B. Resim 15 – Halikarnassos’dan galdyatörler kostümü ile Amazon ve Akhilleus. Roma İmparatorluk Çağı. Foto: Weiß 2013, 144 Res. 16 Lev. 14. Resim 16 – Antiocheia a.O. Mozaiği. Hatay Müzesi, Env. MS. 4. yüzyıl. Foto: https://commons.wikimedia.org/wiki/File:Orient_méditerranéen_de_l%27Empi re_romain_-_Mosaïque_byzantine_-5.JPG Resim 17 – Cladius Severinus ve karısı Berenice adına yapılmış Amazon Lahdi. 1990 yılında Aizanoi’ya 3 km mesafede nekropolde yapılan kurtarma kazılarında bulunmuş. MS. 2. yüzyıl. Kütahya Arkeoloji Müzesi. Foto: https://commons.wikimedia.org/wiki/File:Kutahya_archaeological_museum_A mazonomachy_sarcophagus_8837_Panorama.jpg Resim 18 – Apulla’dan kırmızı figür kelç krateri. MÖ 4. yüzyıl. Foto: Trendall Cambitoglou 1982, Lev. 170, 1. Resim 19 – Baltimore ressamına ait Güney İtalya’dan kırmızı figür volütlü kraterinden parça. MÖ 330. Metropolitan Sanat Müzesi. Foto: Mayor 2014, 250-251 Res. 15.1. Resim 20 – Campania’dan kırmızı figür çan krater. MÖ 5-4. yüzyıl. Manchester Üniversitesi, Whitworth Sanat Galerisi. Foto: Mayor 2014, 92 Lev. 7. Resim 21 – Attik kırmızı figür kylix. MÖ 520-480. München Statliche Antikensammlungen. Foto: Wünsche 2008, 71 Res. 5.22. Resim 22 – Agrigent’ten Attik kırmızı figür boyunlu amphora. MÖ 450-430. München Statliche Antikensammlungen. Foto: Wünsche 2008, 76 Res. 6.1. Resim 23 – Siyah figür krater. MÖ 500. München, Antikensammlung und Glyptothek. Foto: Börner 2010, 42 Res. Unten. Resim 24 – Foto: Martini 2013, 181 Res. 47 Lev. 38. Resim 25 – Peter Paul Rubens’in "Queen Tomyris with the Head of Cyrus" isimli tablosunun replikası. Foto: Berger 1979, 4 Res. 1. Resim 26 - Saksonya kontu Camillo von Marcolini’nin 1785 civarında Friedrichstadt'taki sarayının bahçesine dikilmek üzere yaptırdığı altı heykelden birisi olan Kraliçe Tomris Heykeli. Foto: https://www.sachsen-fernsehen.de/sandsteinskulpturenzurueckgekehrt-709007/# B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O22 K 23 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM Res 1. Akhilleus Amazon Penthesilea’yı öldürürken. Res. 2- Akhilleus Amazon Penthesilea’nın cesedini taşırken. 23 24 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU Res. 3 – Herakles – Amazon Andromache. Res. 4. Herakles Amazonu öldürürken. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O24 K 25 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM Res. 5 - Amazonomakhia. Res. 6 - Telamon ile Amazon. 26 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 25 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU Res. 7 –At üzerinde Amazon. Res 8 - Theseus – Amazon Antiope. Res. 9 – Amazonomakhia. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O26 K 27 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM Res. 10 – Amazonomakhia. Res. 11 – Amazonomakhia. Res. 12 – Amazonomakhia. 28 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 27 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU Res. 13 - Amazonomakhia. Res. 14 – Amazonomakhia. Res. 15 - Amazon ve Akhilleus. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O28 K 29 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM Res. 16 – Amazonomakhia. Res. 17- Amazonomakhia. 30 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 29 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU Res. 18 - Herakles Hippolite’den altın kemeri alırken. Res. 19 - Herakles Amazon kraliçesi Hippolyte’nin kemerini alırken. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O30 K 31 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM Res. 20- Herakles Amazon kraliçesi Hippolyte’nin kemerini alırken. Res. 21 – Silahlarını kuşanmış şekilde koşan Amazon. 32 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K Res. 22 - At üzerinde Amazon. 31 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU Res. 23 – Silah kuşanan Amazonlar Res. 24 - Önemli mitolojik savaş sahnelerinin betim sanatındaki yerinin zamansal karşılaştırılmalarını gösterir grafik. Res. 25 – Tomris Hana II. Kyros’un kesik başının taktim edilmesi. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O32 K 33 Res. 26 - Kraliçe Tomris’in II. Kyros’un kesik başı ile heykeli. 33 E NUMARASI VERİLMEYEN VE YENİ BULUNAN YENİSEY YAZITLARI Nurdin USEEV Öz İlki 1722 yılında bulunan Yenisey Yazıtları, Köktürk harfli yazıtların içinde sayısı bakımından en büyük gruptur. Yenisey Yazıtlarının sayısı hakkında çeşitli görüşler mevcuttur. Örneğin, O. F. Sertkaya’nın 2008 yılında verdiği bilgiye göre 184’e yakındır. D. D. Vasilyev de 250’ye yaklaştığını belirtmektedir. Sayısının çokluğundan dolayı W. Radloff ile H. N. Orkun tarafından kendi adlarıyla verilen Yenisey Yazıtları’nı S. Ye. Malov, 1952 yılında yayımlanan ‘Yeniseyskaya Pis’mennost Tyurkov’ adlı çalışmasında yazıtları 1, 2,.... şeklinde numaralandırarak adlarıyla birlikte yayımlamıştır. Bu numaralandırma daha sonra ‘Drevnetyurkskiy Slovar’ın yazarları tarafından takip edilerek E 1, E 2.... şeklinde E harfiyle gösterilmiştir. Bu sözlükte 85 yazıtın söz varlığı ele alınarak sözlüğün Giriş bölümünde 85 yazıt hakkında kısa bilgi verilmiştir. D. D. Vasilyev’in 1983 yılında yayımlanan ‘Korpus Tyurkskih Runiçeskih Pamyatnikov Basseyna Yeniseya’ adlı önemli çalışmasında 145 yazıtın çizimleri, harf çevrimi ve resimleri verilmiştir. 1986 yılında D. D. Vasilyev ile V. A. Semenev, 1986 yılındaki PIAC toplantısında E 147, E 148, E 149, E 150, E 151 yazıtları hakkında bilgi vermişlerdir. İ. V. Kormuşin, 1997 yılında yayımlanan ‘Tyurkskiye Yeniseyskiye Epitafii: Tekstı i İssledovaniya’ adlı çalışmasında E 152 Yazıtı’nı, 2008 yılında yayımlanan ‘Tyurkskiye Yeniseyskiye Epistafi: Tekstı i İssledovaniya’ adlı eserinde de E 153 ve E 154 Yazıtları’nı yayımlamıştır. Bundan sonra E harfi ile kısaltılarak numara verilen yazıtlara herhangi bir çalışmada rastlanmamaktadır. Yazıtlarla ilgili çalışmalarda verilen son yazıt, 2008 yılında E 154 şeklinde numaralandırılmıştır. Ancak bu tarihten önce bulunan ve E numarası verilmeyen yazıtlar olduğu gibi daha sonra bulunan yazıtlar da vardır. Bildirimizde işte E numarası verilmeyen ve yeni bulunan 21 tane Yenisey Yazıtı ele alınmıştır. Anahtar Sözcükler: Yenisey Yazıtları, numaralandırma, Poltakov Yazıtı, mengir, ziyaret yazıtı. WITHOUT E NUMBERED AND NEWLY FOUND YENISEY INSCRIPTIONS Abstract The Yenisey Inscriptions, the first of which was found in 1722, are the largest group in terms of number of the inscriptions with the letters Kokturk. There are various opinions about the number of Yenisey Inscriptions. For example, according to the information given by O. F. Sertkaya in 2008, it is close to 184. D. D. Vasilyev states that it is approaching 250. The Yenisey Inscriptions given by W. Radloff and H. N. Orkun in their own names due to their large number were published by S. Ye. Malov in his work titled "Yeniseyskaya Pis'mennost Tyurkov", numbering the inscriptions as 1, 2, .... and with their names. This numbering was later followed by the authors of ‘Drevnetyurkskiy Slovar’ and shown with the letter E in the form of E 1, E 2 .... . In this dictionary, by considering the vocabulary of 85 inscriptions, brief information about 85 inscriptions is given in the Introduction section of the  Dr.; Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi Türkoloji Bölümü, [email protected]. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 35 34 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM dictionary. In the important work of D. D. Vasilyev published in 1983 called "Korpus Tyurkskih Runiçeskih Pamyatnikov Basseyna Yeniseya", drawings, transliteration and pictures of 145 inscriptions were given. In 1986, D. D. Vasilyev and V. A. Semenev gave information about the inscriptions E 147, E 148, E 149, E 150, E 151 at the PIAC meeting in 1986. I. V. Kormushin published the E 152 Inscription in his work "Tyurkskiye Yeniseyskiye Epitafii: Tekstı i İssledovaniya" published in 1997, and the E 153 and E 154 Inscriptions in "Tyurkskiye Yeniseyskiye Epistafi: Tekstı i İssledovaniya" published in 2008. The inscriptions that are abbreviated with the letter E and numbered after that are not encountered in any study. The last inscription given in studies on inscriptions was numbered E 154 in 2008. However, there are inscriptions found before this date and without an E number, as well as inscriptions found later. In our declaration, 21 Yenisey Inscriptions, which were not given an E number and were recently found, were discussed. Keywords: Yenisey Inscriptions, number, Poltakov Inscription, mengir, visit inscription. Giriş Bulunduğu bölgedeki Yenisey Nehri’nin adını alan Yenisey Yazıtları çoğu taş kitabelere, bir kısım kayalara ve değişik aletler üzerine yazılmış yazıtlardır. Yenisey Yazıtları tahminen V-XII. asırlar arasında Yenisey Nehri’nin üst havzasında, başka bir ifadeyle bugünkü Rusya Federasyonu’nun içerisindeki Tuva ve Hakasya Cumhuriyetlerinin topraklarında ve Krasnoyarsk Kray’ın Minusinsk ilçesinde, çoğunluğu Kırgızlar, bir kısmı da başka Türk boyları tarafından dikilmiş yazıtlardır (Alyılmaz, 2007, s. 17; Ercilasun, 2004, s. 141; Şçerbak, 1970, s. 111; Batmanov, 1959, s. 12; Orkun, 1994, s. 428-429). Yazıtların sayısı hakkında çeşitli görüşler mevcuttur. Örneğin: O. F. Sertkaya’nın 2008 yılında verdiği bilgiye göre 184’e yakındır (Sertkaya, 2008, s. 14). D. D. Vasilyev de 250’ye yaklaştığını belirtmektedir (Vasilyev, 2011, s. 905). Sayısının çokluğundan dolayı W. Radloff ile H. N. Orkun tarafından kendi adlarıyla verilen Yenisey Yazıtları’nı S. Ye. Malov, 1952 yılında yayımlanan ‘Yeniseyskaya Pis’mennost Tyurkov’ adlı çalışmasında yazıtları 1, 2,.... şeklinde numaralandırarak adlarıyla birlikte yayımlamıştır. Bu numaralandırma daha sonra ‘Drevnetyurkskiy Slovar’ın yazarları tarafından takip edilerek E 1, E 2.... şeklinde E harfiyle gösterilmiştir. Yenisey Yazıtları’nı bu şekilde numaralandırarak göstermek A. M. Şçerbak, D. D. Vasilyev, İ. V. Kormuşin vd. gibi bilim adamları tarafından kullanılarak bilim dünyasında yaygınlaşmıştır. Ancak yapılan bu numaralandırmanın tam olmadığı ve bazı eksikliklerin bulunduğu görülmektedir. S. Ye. Malov, yukarıda belirtilen çalışmasında W. Radlof ile H. N. Orkun’un eserlerinde yer alan 47 yazıta, daha sonra bulunan ve S. V. Kiselev tarafından yayımlanan 4 yazıtı ekleyerek 51 yazıtı numaralandırmıştır (Malov, 1952). Daha sonra 1969 yılında yayımlanan ‘Drevnetyurkskiy Slovar’da 85 yazıtın söz varlığı ele alınarak sözlüğün Giriş bölümünde 85 yazıt hakkında kısa bilgi verilmiştir (Nadelyayev vd., 1969, s. XXII-XXVII). D. D. Vasilyev’in 1983 yılında yayımlanan ‘Korpus Tyurkskih Runiçeskih Pamyatnikov Basseyna Yeniseya’ adlı önemli çalışmasında 145 yazıtın çizimleri, harf çevrimi ve resimleri verilmiştir (Vasilyev, 1983). 1986 yılında D. D. Vasilyev ile V. A. Semenev, 1986 yılındaki PIAC toplantısında E 147, E 148, E 149, E 150, E 151 yazıtları hakkında bilgi vermişlerdir (Vasilyev ve Semenev, 1986). Ancak bu bildirinin sadece özeti yayımlandığı için söz konusu yazıtlar hakkında geniş bilgi yoktur. İ. V. Kormuşin, 1997 yılında yayımlanan ‘Tyurkskiye Yeniseyskiye Epistafi: Tekstı i İssledovaniya’ adlı çalışmasında E 152 Yazıtı’nı, 2008 yılında yayımlanan ‘Tyurkskiye Yeniseyskiye Epistafi: Tekstı i İssledovaniya’ adlı eserinde de E 153 ve E 154 Yazıtları’nı yayımlamıştır (Kormuşin, 36 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 35 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU 1997; Kormuşin, 2008). Bundan sonra E harfi ile kısaltılarak numara verilen yazıtlara herhangi bir çalışmada rastlanmamaktadır. Oysa 2008 yılından bu yana Yenisey Bölgesi’nde en az 6 yeni yazıt bulunmuştur. Örneğin, 2014 yılında Rusya Tarihî ve Kültürel Eserleri Koruma Topluluğunun Hakasya Bölümü’nün Arkeolojik Heyeti, Hakasya Cumhuriyeti’nde, AbakanAskiz otoyolu kenarında kazılar yapmıştır. Bu kazılar sırasında Ust Kamışta köyünden 6 km güneydoğuda yer alan Uytag 10 mezarlığının yakınlarında yeni bir yazıt bulunmuştur. Bilim dünyasına Uytag Yazıtı adıyla geçen bu yazıt, 2015 yılının Haziran ayında V. Ya. Butanaev tarafından Hakasya Millî Bölge Müzesine getirilmiştir (Butanaev, 2016, s. 26). Biz bu bildirimizde daha önce bulunmasına rağmen E numarası verilmeyen ve daha sonra bulunduğu için E numarası almayan yeni yazıtları ele alarak Yenisey Yazıtlarının sayısını tespit etmeye, söz konusu yazıtlara E numarası vererek numaralandırmaya çalıştık. Yukarıda belirtildiği gibi sayısının çok olmasından dolayı Yenisey Yazıtlarına E 1, E 2, E 3, E ... şeklindeki numara verilerek bilim dünyasına ve kamuya daha çok bu numaraları ile bilinmektedir. Bu numaralandırma ile verilen son yazıt, İ. V. Kormuşin’in 2008 yılında yayımlanan ‘Tyurkskiye Yeniseyskiye Epistafi: Tekstı i İssledovaniya’ adlı eserinde yer alan ve 2000 yılında bulunan Alaş II (E 154) Yazıtıdır (Kormuşin, 2008, s. 72-73). Bundan dolayı biz bu bildirimizde 2000 yılından önce bulunan, ancak numaralandırmaya dahil olmayan yazıtları E numarası verilmeyen Yenisey Yazıtları başlığı altında ele almayı ve 2000 yılından sonra keşfedilen yazıtları da yeni bulunan Yenisey Yazıtları adı altında incelemeyi uygun gördük. 1. E Numarası Verilmeyen Yenisey Yazıtları 2000 yılından önce bulunan bazı yazıtlar belirli bir nedenlerden – bulunduğu yerin tespit edilememsi, bir araştırmacının yayımlanmayan çalışma notlarında kalması, küçük olmasından dolayı ilgi görmemek - dolayı Yenisey Yazıtları grubuna alınmamış ve E numarası verilmemiştir. Biz, bugüne kadar yaptığımız çalışmalarımızın sonucunda böyle 11 yazıtı tespit edebildik. Aşağıda bunların her birinin üzerinde duracağız. 1.1. Ermitaj Müzesindeki Gümüş Kap Bugünlerde Sankt-Petersburg şehrindeki Devlet Ermitaj Müzesi’nde bulunan gümüş kap Minusninsk Bölgesindeki bir mezarlıkta bulunmuş ve 1976 yılında Makarov tarafından Devlet Ermitaj Müzesi’ne getirilmiştir. Yanlışlıkla Altay Yazıtları içinde gösterildiği için Yenisey Yazıtlarına dahil edilmemiştir (Kızlasov, 1994, s. 202; 206-207). (Ermitaj Müzesindeki Gümüş Kabın Çizimi. Kızlasov, 1994, s. 202) B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O36 K 37 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM 1.2. A. V. Adrianov Kolleksiyonu Kaya Yazıtı 1881-1889 yıllarında Güney Sibirya’da yazıtlar, arkeolojik eserler üzerinde çalışarak çok keşifleri gerçekleştiren A. V. Adrianov’un Yenisey Yazıtları ile ilgili notları Tomsk, SanktPetersburg gibi şehirlerdeki müzelerde bulunmaktadır. W. Thomsen’in öğrencisi K. Wolf, Sankt-Petersburg Asya Müzesi’ndki A. V. Adrianov’un notlarından 5 satırlık bir kaya yazıtının çizimini keşfetmiştir. Söz konusu yazıt 1998 yılında M. Erdal tarafından yayımlanmıştır (Erdal, 1998). 1.3. Turan VI ve Turan VII Yazıtları Kayaya kazınan Turan VI ve Turan VII Yazıtları 1904 yılında A. V. Adrianov tarafından Yenisey nehrinin sağ kıyısındaki Turan Dağındaki bir kayada bulunmuştur. Daha sonra Krasnoyarsk barajının suyu altında kalan söz konusu yazıtları sadece A. V. Adrianov’un çizimiyle okumak mümkündür. İ. L. Kızlasov, Turan VI ve Turan VII Yazıtlarını A. V. Adrianov’un Tomsk Devlet Üniversitesi Sibirya Arkeolojisi ve Etnografyası Müzesinin arşivinde bulunan notlarındaki çiziminden yararlanarak 2007 yılında yayımlamıştır (Kızlasov, 2007, s. 111). (Turan VI ve Turan VII Yazıtlarının çizimi. A. V. Adrianov’un çizimi Kızlasov, 2007, s. 114) 1.4. Art Taş Yazıtı Bir geyik taşına yazılan Art Taş Yazıtı S. İ. Vaynşteyn tarafından 1953 yılında Tere Hol gölünün kuzeyindeki Art Taş adlı dağda, Saka mezarlığına yakın bir yerde bulunmuştur. S. İ. Vaynşteyn, yazıt hakkında kısa bir bilgi verdikten sonra iyi korunmadığı için tam okunmadığını belirtmiştir. 2002 ve 2007 yıllarında D. D. Vasilyev yerinde inceleyip 2009 yılında yayımlamıştır (Vasilyev, 2009, s. 41-42). 38 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 37 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU (Art Taş Yazıtının çizimi. S. İ. Vaynşteyn’in çizimi Vasilyev, 2009) 1.5. Abakan Gümüş Kabı Yüksekliği 16 cm olan kulplu gümüş kap Abakan Nehrinin sol kıyısındaki Askiz kurganlarına yakın bir yerde bulunmuştur. Bugünlerde İ. İ. Botviç’in özel kolleksiyonundadır (Butanaev, Botviç, 2010, s. 223; Butanaev ve Sertkaya, 2011, s. 121). (Abakan Gümüş Kabı. Butanaev ve Botviç, 2010, s. 223) 1.6. Kunya Kaya Yazıtı V. F. Kapel’ko tarafından 1977 yılında Kunya Dağında bulunan Kunya kaya yazıtını İ. L. Kızlaov 1989 yılında yerinde inceleyip 1994 yılında yayımlamıştır (Kızlasov, 1994, s. 199). 38 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 39 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM (Kunya Yazıtının çizimi. Kızlasov, 1994, s. 199) 1.7. Beysk Hançeri Beysk köyüne yakın bir yerde bulunan hançer üzerindeki iki harflik Beysk yazıtı 1994 yılında İ. L. Kızlaov tarafından yayımlanmıştır (Kızlasov, 1994, s. 199). (Beysk Yazıtının çizimi. Kızlasov, 1994, s. 198) 1.8. Kök Haya Yazıtı Kırmızı boya ile kayaya yazılan Kök Haya Yazıtı 1983 yılında E. A. Sevastyanova ile V. F. Kapel’ko tarafından Es’ Nehrinin sol kıyısında, Safronov köyünden 3,5 km yukarıda yer alan Kök Haya kayasında bulunmuştur. Yükseklikleri 1-2,7 cm arasında değişen 54 harften ve 3 satırdan oluşan bu yazıtı 1985-1988 yıllarında İ. L. Kızlasov yerinde incelemiştir. Adı geçen bilim adamı, söz konusu yazıtı 1994 yılında yayımlamıştır (Kızlasov, 1994, s. 149). (Kök Haya Yazıtının çizimi. Kızlasov, 1994, s. 181) 1.9. Lisiçya I ve Lisiçya II Yazıtları 1986 yılında F. V. Kapel’ko tarafından Karasuk Nehrinin sol kıyısındaki Lisiçya Dağında bulunan Lisiçya I ve Lisiçya II Yazıtlarını 1989 ve 1991 yıllarında İ. L. Kızlasov yerinde inceleyip Lisiçya II yazıtını 1994 yılında, Lisiçya I yazıtını da 2008 yılında yayımlamıştır (Kızlasov, 1994, s. 189; Kızlasov, 2008, s. 456). 40 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 39 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU (Lisiçya I ve Lisiçya II Yazıtlarının çizimi. Kızlasov, 2008, s. 456) 2. Yeni Bulunan Yenisey Yazıtları Yukarıda belirtildiği gibi 2000 yılında bulunan Alaş II (E 154) Yazıtı E numarası verilen son yazıttır. Dolayısıyla biz bu bildirimizde bu tarihten sonra bulunan yazıtları yeni bulunan yazıtlar başlığı altında ele aldık. Yaptığımız çalışmaya göre 2000 yılından bugüne kadar Yenisey Bölgesinde toplam 10 yazıt bulunmuştur. Aşağıda bunlar üzerinde duracağız. 2.1. Aldan Maadır Tıva Milli Müzesi’ndeki Gümüş Kap Tıva’daki bir mezrlıkta bulunan gümüş kap bugünlerde Aldan Maadır Tıva Milli Müzesi’nde koruma altındadır. Bugüne kadar sadece N. Bazılhan tarafından bilgi verilmiş ve okunmuştur (http://www.bitig.org/?mod=1&tid=2&oid=66&lang=r). Yüksekliği 13 cm olan gümüş kabın üst kısmına yedi har kazınmıştır. (Yazıtın çizimi. N. Bazılhan) B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O40 K 41 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM (Yazıtın resimleri. N. Bazılhan) 2.2. Kara Bulun Yazıtı 2005 yılında Rusya Federasyonu Tıva Cumhuriyeti’nin Ulug Hem hocuununda, Yenisey Nehrinin sağ kıyısında yer alan Kara-Bulun dağında V. A. Semenov tarafından yeni bir yazıt bulunmuştur. Kara Bulun Dağı Bayan Köl köyünden 18 km kuzey-batıda yer almaktadır. Kayanın Doğuya bakan yüzüne yazılan bu yazıt bugüne kadar sadece D.D. Vasilyev tarafından okunmuş ve 2009 yılında yayımlanmıştır (Vasilyev, 2009, s. 42-43). Altı satırdan oluşan Kara Bulun Yazıtı bulunan kayada yazıttan başka geyik, boğa resimleri ve Eski Türk damgaları da yer almaktadır. (Kara Bulun Yazıtının çizimi. Vasilyev, 2009, s. 43) 42 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 41 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU 2.3. Por Bajın Beş harften oluşan Por Bajın Yazıtı 2007 yılında Tıva’da yer alan Tere Hol gölündeki bir adada bulunan ünlü Por Bajın şehir kalıntısının merkezindeki iç sarayda V. S. Solovyev başkanlığındaki arkeolojik heyetin kazısı sırasında keşfedilmiştir. Yazıt sarayın dış duvarına kazınmış ve sadece bir kısmı korunmuştur. 2009 yılında D. D. Vasilyev yayımlamıştır (Vasilyev, 2009, s. 42). (Por Bajın Yazıtının çizimi. Vasilyev, 2009) 2.4. Çarıh Pil Tagar kültürüne ait bir mezarlığa dikilen mengir taşın kenarına kazınan Çarıh Pil Yazıtı 2012 yılında S. G. Narılkov tarafından Abakan şehrinden 65 km uzaklıkta Bol’şoy Sır nehrinin sağ kıyısında yer alan gağ geçidinde bulunmuştur. Aynı yıl İ. L. Kızlasov ile S. G. Narılkov tarafından yayımlanmıştır (Kızlasov ve Narılkov, 2012). (Çarıh Pil Yazıtı. Kızlasov ve Narılkov, 2012, s. 53) B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O42 K 43 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM 2.5. Çaa Hol XII Çaa Hol XII Yazıtı yerli çoban Şombul Aydın Bayır-ooloviç tarafından Tıva’daki Çaa Hol köyünden 9 km kuzeyde bulunmuştur. 2013 yılında Tıva Beşeri Bilimler Enstitüsü araştırmacıları yerinde inceleme yapmışlardır. B. B. Monguş, iki anıtın birisindeki yazıtı okuyup 2017 yılında yayımlamıştır. B. B. Monguş, daha önce bu bölgede 11 yazıtın bulunduğunu dikkate alarak yeni bulunan yazıtları Çaa Hol XII ve Çaa Hol XIII şeklinde adlandırmıştır. İkinci yazıttaki yazıt tam olarak okunmadığını belirten B. B. Monguş, Çaa Hol XII Yazıtındaki yazıyı “Beŋkü Bört ben (Beŋkü Börtüm)” diye okuyup anlamlndırmıştır (Monguş, 2017, s. 475476). (Çaa Hol XII yazıtı Şombul Aydın Bayır-ooloviç. http://umc.tuva.ru/index.php/news/29-04-2020/) 2.6. Uytag 2014 yılının Ağustos ayında Hakasya Milli Müzesi çalışmaları kapsamında Abakan Nehrinin havzasında arkeolojik eserleri tespit etme ve kayıt altına alma çalışmaları yapan Yu. V. Teterin’in başkanlığındaki arkeologlar, Abakan-Askiz yolunun sol kıyısında yer alan Uytag dağınsa yeni bir yazıt bulmuşlardır. 2015 yılının Nisan ayında V. Ya. Butanaev, yazıtı yerinde inceleyip, aynı yılın 9 Naziranında Hakasya Milli Müzesi’ne getirmişlerdir (Butanaev, 2016, s. 26). Bilime Uytag Yazıtı adıyla bilinen bu yazıtı V. Ya. Butanaev ve D. D. Vasilyev okuyup yayımlamışlardır. 2019 yılının Haziran ayında da biz yazıtı yerinde inceleyip okumaya çalıştık. 44 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 43 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU (Uytag Yazıtı. N. Useev) 2.7. Gladkiy Uzunluğu 8 cm, genişliği 9 cm, kalınlığı 1,7 cm olan taş kırıntısına kazınan 5 harften oluşan Gladkiy Yazıtı 2015 yılında Hakasya’nın Ust Abakan İlçesinde, Yenisey Nehrindeki Gladkiy adasında bulunmuştur (Butanaev, 2016, s. 27). B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O44 K 45 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM (Gladkiy Yazıtı. Butanaev, 2016, s. 29) 2.8. İntiköl Yazıtı Tagar kültürüne ait bir kurganın alanında bulunan ve boyutu 110×90×17 cm olan bir taş anıtın güney-doğu yüzüne kazınan İntiköl Yazıtı 2016 yılında A. N. Muhareva tarafından keşfedilmiştir. İki satırdan oluşan bu yazıt Hakasya Cumhuriyeti Bograd İlçesindeki İntiköl gölünden 4 km güneyde yer almaktadır. Ortalama yüksekliği 2 cm olan 26 harften oluşan İntiköl Yazıtı 2017 yılında T. Osava, A. N. Muhareva ve Yu. N. Esin tarafından yayımlanmıştır (Osava vd. 2017). 46 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 45 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU (İntiköl Yazıtı. Osava vd. 2017) 2.9. Poltakov Yazıtı Hakasya’nın Askiz İlçesindeki Poltakov köyünde kaya üstü tasvirler ve taş anıtlar müzesi vardır. 2019 yılının Haziran ayında Hakasya ve Tıva’da yaptığımız çalışma sırasında bu müzeye gitmiştik. Müze incelememiz sırasında bir mengirin sol kenarında 13 harften oluşan bir yazıtın bulunduğunu tespit ettik. Yeni bulunan yazıta bulunduğu yerin adına uygun olarak Poltakov Yazıtı adını vermeyi uygun gördük. 46 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 47 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM (Poltakov Yazıtı. N. Useev) 2.10. Askiz Aynası (Ayna X) Bugüne kadar Yensiey Bölgesinde aynalara yazılan 9 yazıt bulunmuştur. 2020 yılının 9 Haziranında S. Amelin adlı gazeteci, Hakasya’da yayımlanan ‘Şans’ gazetesinin “Шанс.Регион. shansonline.ru” adlı İnternet versiyonunda “O Çem Povedal Drevniy Amulet?’ başlığında bir haber yayımlayarak Hakasya’nın Askiz İlçesinde Sır Nehrinin yakınlarında bulunan bir Çin bakır aynasına kazınan bir yazıtı tanıtmıştır (http://shansonline.ru/index.php/istorii/item/6454-o-chem-povedal-drevni-amulet). Ne zaman bulunduğu tam olarak belirtilmeyen bu yazıt bugüne kadar bulunan ayna yazıtlarının hiç birine benzemiyor. Yani yeni bir yazıt olarak değerlendirebiliriz. 48 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 47 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU (Askiz Aynası. Yu. Esin. http://shansonline.ru/index.php/istorii/item/6454-o-chem-povedal-drevni-amulet) Sonuç ve Öneriler Gördüğümüz gibi 2000 yılından önce bulunan, ancak belirli bir nedenlerden – bulunduğu yerin tespit edilememsi, bir araştırmacının yayımlanmayan çalışma notlarında kalması, küçük olmasından dolayı ilgi görmemek - dolayı Yenisey Yazıtları grubuna alınmamış ve E numarası verilmeyen 11 yazıt bulunmaktadır. E numarası verilen son yazıt olan Alaş II (E 154) Yazıtının bulunduğu 2000 yılından bugüne kadar Yenisey Bölgesinde toplam 10 yeni yazıt bulunmuştur. E numrası verilen 154 yazıt olduğuna göre E numarası verilmeyen ve yeni bulunan 21 yazıtla Yenisey Yazıtlarının toplam sayısı 175’e ulaşmaktadır. Biz bu bildirimizde bu yazıtlar hakkında genel bilgi vererek tanıtmaya çalıştık. Yazıtların her biri üzerinde okuma ve anlamlandırma çalışmalarımız devam edecektir. Şimdi bu yazıtlara E numarası vererek Yenisey Yazıtları kataloguna alınması gerekmektedir. Kaynaklar Alyılmaz, C., (2005). Orhun yazıtlarının bugünkü durumu. Ankara. Alyılmaz, C., (2007). Köktürk harfli yazıtların izinde. Ankara. Alyılmaz, C., Mert, O., Useev, N., (2019). İslamiyet öncesi Türk eserleri ve (Kök)türk harfli yazıtlar. Ortak Türk Tarihi, Cilt VI, Ankara. Batmanov, İ. А., (1959). Yazık yeniseyskih pamyatnikov drevnetyurkskoy pis’mennosti. Frunze. Butanaev, V. Y., (2016). Hakasya raskrıvaet novıye pamyatniki drevnetyurkskoy pis’mennosti. Vestnik Hakasskogo Gosudarstvennogo Universiteta im. N. F. Katanova, Sayı 16, s. 2629. Butanaev, V. Y., ve Botviç, İ. İ., (2010). Novıy serebryannıy sosud s runiçeskoy nadpisyu iz hakasii. Kazanskaya Nauka, Cilt 8, Sayı 1, s. 223-224. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O48 K 49 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM Butanaev, V. Y., ve Sertkaya, F. O., (2011). Runik yazılı maşrapalar üzerine: (8. Hakasya’da bulunan runik yazılı gümüş maşrapa). Ötüken’den İstanbul’a Türkçenin 1290 Yılı (7202010) Sempozyumu From Ötüken to Istanbul, 1290 Years of Turkish (720-2010) 3-5 Aralık 2010, İstanbul / 3th-5th December 2010 (Editörler: Prof. Dr. Mehmet Ölmez, Prof. Dr. Peter Zieme, Prof. Dr. Mustafa S. Kaçalin, Doç. Dr. Erhan Aydın), İstanbul, s. 119-130. Ercilasun, A. B., (2004). Başlangıçtan yirminci yüzyıla Türk dili tarihi. Ankara: Akçağ. Erdal, M., (1998). Eine unbekannte Jenissei-Inschrift aus der Adrianov-Kollektion. Bahşi Ögdisi. 60. Doğum Yılı Dolayısıyla Klaus Röhborn Armağanı/Festschrift für Klaus Röhborn anlässlich seines 60. Geburtstag (Hazırlayanlar: J.P. Laut – M. Ölmez), Freiburg-İstanbul, s. 83-96. Kızlasov, İ. L., (1994). Runiçeskiye pis’mennosti evraziyskih stepey. Moskova. Kızlasov, İ. L., (2007). Runiçeskiye nadpisi gorı turan na srednem yeniseye. İzuçeniya İstorikoKul’turnogo Naslediya Narodov Yujnoy Sibirii. Vıpusk 5. Sbornik Nauçnıh Trudov (Editörler: V. Ş. Soyonov, V. P. Oynoşev). Gorno-Altaysk s. 106-114. Kızlasov, İ. L., (2008). K uyasneniyu ishodnıh pozitsiy izuçeniya i sberejeniya pisanits. Çelovek, Adaptatsiya, Kul’tura. K 75-Letiyu S. V. Oşibkinoy. Moskova-Tula. s. 451463. Kızlasov, İ. L., ve Narılkov, G. S., (2012). Runiçeskaya nadpis’ na perevale çarıh pil (Hakasiya). Uralo-Altayskiye İssledovaniya, Sayı 2 (7), s. 52-58. Kormuşin, İ. V., (1997). Tyurkskiye yeniseyskiye epitafii. Moskova. Kormuşin, İ. V., (2008). Tyurkskiye yeniseyskiye epitafii: grammatika i tekstologiya. Moskova. Malov, S. E., (1952). Yeniseyskaya pismennost tyurkov. Moskova.-Leningrad. Monguş, B. B. (2017). Novıye nahodki tyurkskih runiçeskih nadpisey v çaa holskom kojuune. Uçenıye Zapiski TİGİ. Cilt XXIV, s. 475-476. Nadelyayev, V. M., vd. (1969). Drevnetyurkskiy slovar’, Leningrad: Nauka. Orkun, H. N., (1994). Eski Türk yazıtları. 3. Basım, Ankara: TDK Yay. Osava, T., Muhareva, А. N., Esin, Yu. N., (2017). Novaya runçeskaya nadpis na severe minusinskoy kotlovinı. Nauçnoye Obozreniye Sayano-Altaya, Sayı 1 (17), s. 53-56. Sertkaya, O. F., (2008). Göktürk (runik) harfli yazıtların envanter, alfabe ve bibliyografya problemleri üzerine. Dil Araştırmaları, (2), s. 7-34. Şçerbak, A. M., (1970). Yeniseyskiye runiçeskiye nadpisi. k istorii otkrıtiya i izuçeniya. Tyurkologiçeskiy Sbornik 1970. s. 111-134. Useev, N., (2011). Yenisey cazma estelikteri ı: leksikası cana tekstter. Bişkek. Vasilyev, D. D., (1983). Korpus Tyurkskih runiçeskih pamyatnikov basseyna yeniseya. Leningrad. 50 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 49 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU Vasilyev, D. D., (2009). Novıye nahodki drevnetyurkskih nadpisey v tuve. Naslediye Narodov Tsentral’noy Azii i Sopredel’nıh Territoriy: İzuçeniye, Sohraneniye i İspol’zovaniye. Cilt I. Kızıl, s. 40-47. Vasilyev, D. D., (2011). Güney Sibirya’daki Gök Türk runik yazıtlarında adları geçen kişilerin hayatları ve kahramanlıkları hakkındaki tarihi bilgiler. Orhon Yazıtlarının Bulunuşundan 120 Yıl Sonra Türklük Bilimi ve 21. Yüzyıl Konulu III. Uluslararası Türkiyet Araştırmaları Sempozyumu (26-29 Mayıs 2010) Bildiriler Kitabı, II. Cilt (Editör: Ülkü ÇELİK ŞAVK), s. 901-910. Vasilyev, D. D., ve Semenov, V.A., (1986). Novıye nahodki pamyatnikov tyurkskoy runiçeskoy pismennosti. İstoriko-Kulturnıye Kontaktı Narodov Altayskoy Yazıkovoy Obşnosti: Tezisı Dokladov XXIX Sessi Postoyannoy Mejdunarodnoy Altaistiçeskoy Konferntsii (PİAC). Cilt 1. İstoriya, Literatura, İskusstvo, Taşkent-Moskova. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O50 K 51 ESKİ UYGURCA ANI TEG ORUNLARTA (ÖYLE YERLERDE) REDİFLİ ŞİİR ÜZERİNE Fidan DOĞRU Öz Sözlü ve yazılı edebî ürünler içinde şiir, coşku ve heyecanı dile getiren yazın türlerinden biridir. Şiirin ahenk vasıtasıyla akılda kalıcılığı kolaylaştırması sözlü edebiyat ürünlerimizin günümüze kadar ulaşmasına katkı sağlamıştır. Türk şiirinin metinle takip edilen geçmişini (Kök)türk yazıtlarına kadar götürenler olduğu gibi asıl şiir geçmişi, Uygur Dönemi eserlerinde görülür. Dönemin refah seviyesinin her alanda yüksek olması dil ve edebiyat sahasında kusursuz eserler ortaya çıkarmıştır. Uygur Dönemi’nde Soğd-Uygur, Mani, Brahmi, Estrangelo, Süryani, Tibet ve diğer alfabelerle çoğunlukla dinî eserler Türkçeye çevrilmiş; bu çevirilerle Türkçeye yüzlerce kavramı karşılayan kelime girmiş, alıntılar bazen söz dizimi düzeyine ulaşmıştır. Buna rağmen Uygurlar, vârisi bulundukları daha önceki Türk dili ve kültürüne bağlı kalmışlar; Türk tarihini, dilini, kültürünü üst seviyeye çıkarmışlar; kendilerinden sonra gelen Türk devletlerinin gelişmesine öncü olmuşlardır. Bir nevi kültür taşıyıcısı rolü üstlenen Uygurlarda, Manihaizm’in kabulüne kadar bengi taş geleneği sürmüş; sonrasında tercüme ve adaptasyona dayalı dinî bir edebiyat kendini göstermiştir. Telif eserler kategorisinde sayılan anı teg orunlarta (öyle yerlerde) redifli şiir, muktedir bir şair tarafından yazılmıştır. Şiirin şekil özellikleri bakımından kusursuzluğu dikkat çekmektedir. Şiirin içeriğinde doğa tasviriyle dinî unsurlar bir bütün hâlinde verilmiştir. Budizm’in öğretilerinin doğanın canlılığı kullanılarak incelmiş bir dille verilmesi; duygu yükü yüksek, estetik bir manzume ortaya çıkarmıştır. Uygur Dönemi’nde edebiyat dilinin gelişmişliği ve işlenmişliği konusunda değerli bilgiler vermesi; Türk şiirinin özünde var olan şiir özelliklerinin bu manzumede toplanması şiiri incelenmeye değer kılmıştır. Bu çalışmada Reşit Rahmeti Arat’ın Eski Türk Şiiri (2007) adlı kitabı esas alınarak anı teg orunlarta redifli şiir; dil, üslup ve içerik açısından incelenip Eski Uygur şiirleriyle ilgili dikkat çeken noktalar üzerinde durulmaktadır. Anahtar Sözcükler: Şiir, Uygur Dönemi, anı teg orunlarta, dil, içerik, üslup. OLD UIGHUR ANI TEG ORUNLARTA (IN SUCH PLACES) ON THE REPEATED VOICE POETRY Abstract Poetry is one of the text types expressing enthusiasm and excitement among oral and written literary works. The fact that poetry facilitates memorability through harmony has contributed to the survival of our oral literature products. There are those who take the history of Turkish poetry, which is traced with text, to the (Kök)türk inscriptions, as well as the real poetry history is seen in the works of the Uyghur Period. The high level of prosperity in all fields of the period created flawless works in the fields of language and literature.  Yüksek Lisans Öğrencisi; Bursa Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, [email protected]. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 53 51 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM During the Uighur Period, mostly religious works were translated into Turkish with the Sogdian-Uighur, Mani, Brahmi, Estrangelo, Syriac, Tibetan and other alphabets; With these translations, hundreds of words corresponding to the concepts entered Turkish, and the quotations sometimes reached the level of syntax. Despite this, the Uyghurs have remained loyal to the previous Turkish language and culture to which they were inheritors; They have raised Turkish history, language and culture to the next level; They pioneered the development of the Turkish states that came after them. In Uyghurs, who assumed the role of cultural carriers, the eternal stone tradition continued until the adoption of Manicism; Afterwards, a religious literature based on translation and adaptation showed itself. Anı teg orunlarta (in such places) the repeated voice poetry, which is considered in the category of copyright works, was written by a capable poet. Poetry draws attention to its perfection in terms of its shape features. In the content of the poem, nature depiction and religious elements are given as a whole. Giving the teachings of Buddhism in a refined language by using the vitality of nature; It has created an aesthetic statement with a high emotional load. Providing valuable information on the development and processing of the literary language in the Uyghur Period; The collection of poetry features that exist in the essence of Turkish poetry in this poem made the poem worth examining. In this study, anı teg orunlarta the repeated voice poetry, based on Reşit Rahmeti Arat's Old Turkish Poetry (2007); Language, style and content are analyzed, and highlights of Old Uyghur poetry are emphasized. Keywords: Poetry, Uighur Period, anı teg orunlarta, language, content, style. Ø. Giriş “Manevi varlıklar içinde, milletlerin en asil hazinelerini içine alan ve malzemesinin aidiyetinde hiçbir tereddüte yer bulunmayan faaliyet sahalarından birini edebiyat teşkil eder. Bunun dilden başka duygu ve ahenk dalgaları ile bağlı olanı şiirdir” (Arat, 2007, s. IX). Şiir düş gücüne, hayale, imgeye, gönle seslenen, anı, duygu, coşku uyandıran, etkileyen şey; zengin sembollerle, ritimli sözlerle, seslerin uyumlu kullanımıyla ortaya çıkan, hece ve durak bakımından denk ve kendi başına bir bütün olan edebî anlatım biçimi, manzume, nazım, koşuk anlamlarına gelir. Şiir, en özel anların duyguyla harmanlanarak dile gelen hâlidir; ahenk vasıtasıyla akılda kalıcılığı kolaylaştırması sözlü kültür ürünlerimizin günümüze kadar ulaşmasına katkı sağlamıştır. Türk şiirinin metinle takip edilen geçmişini (Kök)türk yazıtlarına kadar götürenler olduğu gibi1 şiirin temel özelliklerine göre asıl geçmişi Uygur Dönemi’nde görülmektedir. Nitekim en eski Türk lirik şiiri Amrak, manzum mensur karışık yazılan en eski eser, Şehzade ile Aç Pars Hikâyesi bu dönemde yazılmıştır. Uygurlar, kendi dönemindeki kültür sahalarının refahını üst seviyeye taşıyan Türk devletlerinden biridir. Bu dönemde yapılan sulama kanalları, bu ülkenin en eski mühendislik başarılarından kabul edilmektedir. Selçuklu ve Osmanlı zamanındaki külliyelerin temelini atmaları; harf hareketli matbaayı kullanarak kitap basma sanatını keşfetmeleri (Çandarlıoğlu, 2019, s. 50) ve kâğıt parayı (çav) kullanmaları; vasiyetname, velayetname gibi birçok hukukî meseleyi, töreleri yazıya geçirmeleri; minyatür, fresk sanatlarını kullanmaları; Türk bankacılığının, Türk tiyatrolarının temelini atmaları; kütüphaneler oluşturmaları ve örgün eğitim ve öğretim yapmaları (Alyılmaz, 2020, s. 5) Uygurların kültür ve medeniyetlerinin her alanda gelişmişliğini göstermektedir. Bunca özgün yapının / eserin öncüsü olmaları Uygurlarda iktisadî I. V. Stebleva metinlerin manzum olduğunu ileri sürerek metinleri kıtalar hâlinde yayımlamıştır bk. Ercilasun, 2016, s. 392. 1 54 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 52 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU bir refah oluşturmuş, bu iktisadî refaha dayanarak da büyük bir kültür yaratmışlardır (Alkaya, 1943, s. 78; Tezcan, 1978, s. 287; Eraslan, 2012, s. 35). Uygur Dönemi’nde, önce (Kök)türkler tarafından inanılan Gök Tanrı inancının izleri olduğu gibi Manihaizm, Budizm, Hristiyanlık (Nasturi mezhebi) ve İslamiyet gibi yeni kabul edilen dinlerin de etkisi görülmektedir. “Eski ve Orta çağın her kültür çevresinde olduğu gibi bu devirde de din, Türklerin hayatında ana rolü oynamıştır” (Tekin, 2019, s. 2). Benimsenen dinlerin çeşitliliği din konusunda hoşgörülü olduklarını göstermekle birlikte gelen birçok yeniliğe açık olmalarını da kolaylaştırmıştır. Maddi ve manevi kültür yolunda mühim eserler bırakmış olan bu devrin, Türk edebiyatı / dili için olan ehemmiyeti de büyük olmuştur (Arat, 1934, s. 83). Uygur Dönemi eserleri genel itibariyle dinî konular çevresinde şekillenmiştir. Uygur Dönemi’nde hem coğrafî hem kültür hem de siyasî sebeplerden dolayı farklı inançların / dinlerin etkisinde kalınmış; bu dinleri / inançları tanımak adına pek çok tercüme eser kaleme alınmıştır. Soğd-Uygur, Mani, Brahmi, Estrangelo, Süryani, Tibet ve diğer alfabelerle çoğunlukla dinî eserler Türkçeye çevrilmiş; bu çevirilerle Türkçeye yüzlerce kavramı karşılayan kelime girmiş, alıntılar bazen söz dizimi düzeyine ulaşmıştır (Gemalmaz, 2010, s. 11). Buna rağmen Uygurlar, vârisi bulundukları daha önceki Türk dili ve kültürüne bağlı kalmışlar; Türk tarihini, dilini, kültürünü üst seviyeye çıkarmışlar; kendilerinden sonra gelen Türk devletlerinin gelişmesine öncü olmuşlardır. Bir nevi kültür taşıyıcısı rolü üstlenen Uygurlarda, Manihaizm’in kabulüne kadar bengi taş geleneği sürmüş; sonrasında tercüme ve adaptasyona dayalı dinî bir edebiyat kendini göstermiştir. Kültür ve medeniyet sahasında kendini bu denli geliştirmiş bir Türk devletinin, edebiyat alanında çoğu tercüme ve uyarlama eserler olmakla birlikte kendilerine özgü ürünler de bırakmaları, Uygurların Türk tarihi, dili ve edebiyatı açısından kıymetli bir dönem olduğunu göstermektedir. “Uygur edebiyatı, Türk ruhunun tercümanı olarak kendini bütün yabancı mefhumlara karşı himaye etmiştir. Bu edebiyat, gündelik hayatla alakası az gibi görünen tercüme eserlerde bile son devirlerin yabancı kültüre esirce bağlanışıyla mukayese edilemeyecek kadar yüksektir” (Arat, 1934, s. 83). 1. Budizm ve Budacı (Budist) Uygur Edebiyatı Budizm, felsefi-teolojik bir sistemdir (Eraslan, 2012, s. 35). Mensupları tarafından Buddha-dharma (Budda’nın şeriati), Budda-vacana (Budda’nın sözleri), veya Budda-sasana (Budda’nın öğretileri ve mesajı) diye bilenen Budizm, MÖ VI. yüzyılda Kuzey Hindistan’da yaşadığı kabul edilen Siddharta Gautama Sakyamuni’nin öğretilerine dayalı olarak gelişen, MÖ III. yüzyılda Hindistan’ın dışına yayılmaya başlayan ve günümüzde en hızlı yayılan inanç sistemidir (Yitik, 2007, s. 307; Güngör, 2002, s. 275). Budizm’in üç kolu vardır: Mahayana (Ulug Kölüngü), Lamaizm ve Himayana. Bu üç koldan Mahayana ve Lamaizm Türkler arasında daha çok yayılmıştır. Mahayana Budizm’i, Türk kozmolojisinin esasını oluşturan evrensellik etkilerini güçlü şekilde barındıran bir toplum dini olmasına rağmen X. yüzyıldan itibaren İslamiyet’in hızla yayılmasıyla etkisi azalmıştır. Lamaizm ise MS XIII. ve XVI. yüzyıllarda iki ayrı dalga hâlinde Moğolistan’da yer etmiş ve bu çerçevede bazı Türk boylarını etkilemeyi başarmıştır (Güngör, 2002, s. 276; İsi, 2020, s. 501). Budda’nın yaşamına dair iki rivayetten biri, seksen yaşına kadar Hindistan’da yaşayan tarihî bir kişidir. Bir prens olan Budda, yirmi dokuz yaşında refah içindeki yaşamında aradığı mutluluğu bulamadığı için kendini dünyadan soyutlamış ve mutasavvıf bir kişiliğe bürünmüştür. Altı yıl bu katı münzevî hayatı yaşadıktan sonra bunun da mutluluk için yeterli kanaat olmadığının farkına varmış; “Orta Yol” diye tanımladığı, aşırı rahatlık ve katı münzevilikten uzak “Sekiz Dilimli Yol”u keşfetmiştir (Yitik, 2007, s. 308). İkinci rivayette Budda, efsanevî bir kişiliğe bürünmüştür. Bu rivayet Budistler arasında daha yaygındır ve şöyledir: Budda dünyaya gelmeden önce Tusita cennetinin otuz üçüncü katında yaşayan tanrısal bir varlıktır; insanlara olan merhamet ve düşkünlüğünden ötürü onlara B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O53 K 55 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM hayatın kötülükleri ve sıkıntıları karşısında çıkış yolu göstermek için belli bir süre insan bedeninde yaşamıştır. Buna göre Budda’nın annesi Mahamaya, bir gece rüyasında semavi varlıklar tarafından Himayalar’daki Anavatapta gölüne götürülür ve orada semavi varlıklar tarafından banyo yaptırıldıktan sonra çevresine ışıklar saçarak gökten inen ve hortumunda nilüfer çiçeği taşıyan beyaz bir fil yanına iner ve sağ tarafından karnına girer. Ertesi günü rüyasını yorumlattığında, kendisine evrensel bir hükümdar veya evrensel bir rehber olacak bir oğlan çocuğuna hamile olduğu söylenir. Hakikaten Mahamaya, on ay sonra bir oğlan çocuğu dünyaya getirir ve onun adını Siddharta koyar. O, doğar doğmaz yedi adım atar ve etrafa gülücükler saçar. Siddharta gerek anne karnında iken gerekse doğumundan sonra bulunduğu yere bereket getirir ve birçok mucizevî olayın yaşanmasına yol açar. Onun doğumundan bütün yer ve gök cisimleri haberdar olur, hatta Himalayalarda münzevi bir hayat sürdüren aziz Asita bile gökyüzünde meydana gelen olaylardan harikulade bir şeyler olduğunu anlar ve Suddhadana'ların sarayına gelip yeni doğan çocuktaki otuz iki alameti görür ve bütün bunların Siddharta'nın ileride büyük işler başaracağının belirtileri olduğunu söyler (Yitik, 2007, s. 308). Uygurlar, Gök Tanrı inancından sonra Bögü Kağan zamanında ilk kez Manihaizm dinini kabul etmiş; bundan sonra Budizm, Uygurların ikinci olarak kabul ettikleri din olmuştur. Budizm ile Türk kültürünün bağlantısı MS I. yüzyılda Kuzey Hindistan’da Kujan Devleti’ni kuran Kujula Kalphises’in Budizm’i kabul etmesi ve uygulamalarında bu dini esas almasıyla başlamıştır (Mert, 2009, s. 86). Yeni bir kültür çevresine giren her millet gibi Türkler de ilk olarak o kültür çevresinin eserlerini dillerine çevirme yoluna gitmişler ve bunda da büyük bir başarı göstermişlerdir (Tekin, 2019, s. 3). Budist metinlerin bir kısmı yazma, bir kısmı da tahta kalıplar vasıtasıyla meydana getirilen basma hâlindedir. Bu metinler Çince, Tibetçe, Toharca, Sanskritçe, Brâhmî ve Tohorca’dan çevrilmiştir (Alyılmaz, 2015, s. 210; Eraslan, 2012, s. 45). Budacı (Budist) Uygur edebiyatı, Uygur Dönemi’nde Budizm’in etkisinde ortaya çıkan ve gelişen, esas itibariyla dinî, tasavvufî, felsefi ve ahlakî konuları içeren bir edebiyattır (Alyılmaz, 2015, s. 208). Bu edebiyatta hem şiir hem de nesir şeklinde yazılmış eserler mevcuttur. Şiir yazan / tercüme eden ve bunu estetik kaygı güderek aktaran ilk isimler de bu dönemde karşımıza çıkmaktadır: Pratyaya-Şiri, Çısuya Tutung, Şingku Şeli Tutung, Asıg Tutung, Kalım Keyşi, Ki-ki, Çinaşiri gibi isimler olduğu gibi adı tespit edilemeyen şairler de mevcuttur (Alyılmaz, 2015, s. 209). Bu dönemde nazım, manzume ve şiir karşılığında Hintçe şlok ve padak, Türkçe ise koşug ve takşut terimleri kullanılmıştır. Şarkı, türkü terimlerini karşılamak için ır kelimesi kullanılmış, nazım birimi olarak çoğunlukla dörtlük ve sekizlik kullanılmıştır. Ölçü olarak hece ölçüsü kullanılmış olsa da çoğu zaman düzensizdir. Mısrabaşı kafiyesi, kıt’a aliterasyonu, Altay aliterasyonu veya gramer aliterasyonu adı verilen kafiye sistemi, bu dönemde daha ustaca kullanılmıştır. Bazı manzum parçalar mensur metinler içinde yer almıştır. Bunun en güzel örneği Altun Yaruk içerisindeki şiirlerdir. Nesir alanındaki eserleri ise çatikler, sudurlar ve diğer eserler (vinayanalar, abhidharma, Kşanti Kılguluk Nom, seyahatnameler) oluşturmaktadır (Alyılmaz, 2015, s. 209). 2. Şiirde Budizm Unsurları / İçerik Budist Uygur edebiyatına ait anı teg orunlarta redifli şiir, Londra’da British Muzeum [Or. 8212 (108)]’da Uygurca mecmuanın içindeki 8 sayılı manzum bir parçadır (Arat, 2007, s. 63). Şiir, Reşit Rahmeti Arat’ın Eski Türk Şiiri adlı kitabında şu şekilde yer almaktadır: adkaşu turur kat kat tag-ta Birbirine bağlı duran kat kat dağlarda, amıl aglak aranyadan-ta Sakin ve tenha Aranyadana’da, artuç sögüt altın-ınta Ardıç ağaçları altında, akar suv-luk-ta. Akar sular boyunda; 56 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 54 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU amrançıgın uçdaçı kuş-kı-a-lar Sevinç içinde uçuşan kuşcukların tirin-lik kuvrak-lık-ta. Toplandıkları, bir araya geldikleri yerde, adkag-sız-ın mengi tegingülüg ol Hiçbir şeye bağlanmadan, huzura kavuşmalı anı teg orun-larta İşte öyle yerlerde! iç tering kat bük tag-ta İç içe, derin, kat kat, kıvrım kıvrım dağlarda, irteki söki aranyadan-ta. Eski, kadim Aranyadan’da, idiz tikim kay-a-lık basguk-lug erip Yüksek, yekpâre kayalıkların baskısı altında, idi tiki-siz-te. Tam bir sessizlik içinde, imirt çogurt söğüt arasınta İmirt, çogurt ağaçları arasında, inçge-ki-e suv kıdıg-ında. İncecik suların kıyısında, ilinmeksiz-in dyan olurgu-lug ol Hiçbir şeye ilinmeden, Dhyana’ya dalmalı anı teg orun-larta. İşte öyle yerlerde! sengir bulung tering tag-ta Derin dağların köşesinde, eteğinde, seviglig aranyadan-ta. Sevimli Aranyadan’da sermelip akar suv-lug erip Süzülüp akan sular arasında, sep sem aglak-ta. Ipıssız bir tenhalıkta, sekiz türlüg yiil-ler öz-e tepremetin Sekiz türlü yel ile kımıldanmadan, serilip anta. Orada sükûn içinde, sere yalnguz-ın nom mengi-sin tegingülüg ol Sabırla yalnızca töre huzurunu tatmalı anı teg orun-larta İşte öyle yerlerde! kökerip turur körklüg tag-ta Göğerip duran güzel dağlarda, köngül yaraşı aglak orun-ta. Gönlün hoşlandığı tenha yerlerde, köp yigi telim sögüt-lüg erip Kesîf, sık söğütlükler içinde, köpirip turur kölmen suvluk-ta. Kaynayıp köpüren göller arasında, köz başlap kaçıg-ların yıgınıp Başta göz olmak üzere, bütün hasselerden sıyrılıp, B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O55 K 57 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM köz-ünmiş bililmiş-çe [orun]-larta. Her şeyin göründüğü, bilindiği gibi olduğu yerde, küsençig-siz-in mengi tegingülüg ol Hiçbir azru beslemeden huzur tatmalı anı teg orun-larta (Arat, 2007, s. 66). İşte öyle yerlerde (Arat, 2007, s. 67). Şiire içerik olarak bakıldığında, ilk okunduğunda huzura kavuşmak için doğanın canlılığından yararlanılması gerektiğini gözler önüne serse de temele inildiğinde Budizm’in temel inançlarının yansıtıldığı görülmektedir. “Budizm’in temel inançlarından Bağımlı Varoluş Yasası / Pratityasamutpada’ya göre her şey görecelidir, bir şeyin varlık dünyasına çıkışı bazı ön şartlara ve diğer faktörlere bağlıdır. Nedensellik ilkesinin ilk ve temel halkası avidyadır” (Yitik, 2007, s. 319). Avidya, tasavvuftaki “mâsivâ”2 gibi herhangi bir nesnenin / eşyanın varlığına dair yanılgıyı / cehaleti ifade eder. İlk ve dördüncü bentte bir aynanın yansıması gibi gerçek huzurun peşinde olan şair, avidyadan kurtulmak için “her şeyin göründüğü, bilindiği gibi olduğu yerde, hiçbir arzu beslemeden” huzura kavuşulması gerektiğini dile getirmektedir. Budizm’e göre dünyadaki arzu ve istekler insanı acı ve ıstıraba götürür. Bu da temel inanç olarak Dört Temel Hakikat şeklinde açıklanır ve şu şekilde formüle edilir: 1. Hayat acı ve ıstırap doludur. Acı ve ıstırap dünyevi var oluşun temel özelliğidir. 2. Acı ve sıkıntıların nedeni arzulardır. 3. Acı ve sıkıntıları sona erdirmek, arzu ve isteklerden vazgeçmeye bağlıdır. 4. Arzu ve isteklerin üstesinden gelmek Sekiz Dilimli Yol’u izlemekle mümkündür (Yitik, 2007, s. 321). Sekiz Dilimli Yol ise şunlardır: 1. Doğru bilgi veya kesin iman 2. Doğru amaç / düşünce 3. Doğru konuşma 4. Doğru davranış 5. Doğru meslek 6. Doğru / sürekli çaba 7. Doğru /sürekli gözetim 8. Doğru / tam konsantrasyon (Yitik, 2007, s. 322). Budda’nın Orta Yol diye adlandırdığı Sekiz Dilimli Yol, insanı acı ve ıstıraptan kurtarıp Nirvana’ya ulaştırmanın basamaklarıdır. Şiirde de üçüncü bentte “Sekiz türlü yel ile kımıldanmadan, orada sükûn içinde, sabırla, yalnızca töre huzurunu tatmalı.” diyerek Sekiz Dilimli Yol’a atıfta bulunulmuştur. Şaire göre kımıldamadan ya da sükûn içinde, sürekli çabayla ya da sabırla, sürekli denetim ya da töre ve tam dikkat toplaşımıyla huzur tadılmalıdır. Temel inançların sonuncusu ise Nirvana’dır: Tasavvuf erbapları “ölmeden önce ölünüz” hadis-i şerifinden hareketle bu dünyada ölmeyi tercih ederler; Allah’a kavuşmayı engelleyen ne varsa engellemek isterler. Nefs, tasavvufta Allah’a kavuşmaktan alıkoyan şeylerdir, buna mâsivâ da denir. “Gönülde Allah’tan başka neyin sevgisi varsa onun sevgilisi hatta ilahı odur. Bu yüzden kalpten mâsivâ putunun değiştirilmesi, sevginin hep Allah üzerinde yoğunlaşması büyük önem arz eder” (Cebecioğlu, 2014, s. 320). 2 58 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 56 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU Sözlükte ‘sönmek’, ‘sakinleşmek’ anlamındaki Nirvana terimi, Budizm’de nihaî kurtuluşu ifade eder. Nirvana, eşyanın gerçek mahiyetiyle kavrandığı, dünyevi varoluş çarkının sona erdiği “mutlak aydınlanma”, ve “mutlak huzur” hâli anlamına gelir. O gelip geçici olmayan sürekli bir hâldir. Budist kutsal yazılarında bu hâl, bazen “karşı sahil”, “fırtınalı denizdeki sakin ada”, “serin mağara” ve “kutsal şehir” gibi sembolik ifadelerle bazen de “ölümsüzlük”, “değişmezlik”, “samsara çarkından ebedî kurtuluş” ve “sonsuz barış ve mutluluk” şeklinde tanımlanmıştır. Ancak onun “kelimelerle tanımlanamayan sadece tecrübe ile edilebilecek mutlak kurtuluş hâli” şeklindeki tanımı oldukça yaygındır (Yitik, 2007, s. 324). Anı teg orunlarta redifli şiirde, huzur diye bahsedilen Nirvana’dır. Son nokta olan mutlak huzura kavuşmaya dört bendin dördünde de değinilmiştir. Nirvana’nın temelinde sakinlik ve tenhalık vardır. Yavaş hareket ederek dingin bir su kenarında bu sakinlik ve tenhalığa ulaşılabilir. İç içe, derin, kıvrım kıvrım yol, yavaşlığı ve sabrı göstermesi açısından ayrıca önemlidir. 3. Şiirin Dili, Şairin Üslubu ve Nazım Biçimi Özellikleri Bir toplumun dili, o toplumla ilgili en temel, en özel bilgileri verir. Çünkü dilin sadece insana özgü, çok güçlü, büyülü bir düzeni vardır. Düşünce ve düşünceleri aktarma dizgesi olması, diğer canlı varlıkların iletişim dizgelerinden ayırır (Aksan, 1999, s. 13). Yüksek seviyede bir dili kullanmak sadece insana özgüdür. (Kök)türk Dönemi’nin edebî belgelerine bakıldığında dilin yüksek seviyede kullanıldığı görülmektedir. Bu belgeler; soyut ifadeler, koşutluklar, özdeyişler, atasözleri hatta divan edebiyatında sıkça karşılaşılan edebî sanatları içinde barındırmaktadır (Alyılmaz, 2005, s. 4). Bir dilin bu seviyeye gelebilmesi için çok uzun aşama katetmesi gerekmektedir3. Eski Türkçenin (Kök)Türkçe’den sonra metinle takip edilen ikinci evresindeki Eski Uygur Türkçesi, işte bu kurulu düzenin / dilin üzerine inşa olmuştur. Dilin içinde barındırdığı kelimeler hem dış âlemdeki eşyayı hem de yazarın / şairin / konuşanın ruhunu ve iç alemini yansıtır. “Dili kullananlar, etkin ve yetkin söylem elde etme çabasıyla arayış içine girerler” (Üstünova, 2010, s. 141). Edebî dil4, estetik kaygı güttüğünden okuyucuyu / dinleyeni etkilemeyi, onu ikna etmeyi ve onda değişikler meydana getirmeyi amaç edinir (Wellek ve Warren, 1983, s. 24). “Dilde estetik aramanın amacı güzelliğe ulaşmak, güzellik yakalamaktır” (Üstünova, 2010, s. 141). Şairin edebî eserde kullanmayı tercih ettiği sözcüklere, sözcük öbeklerine, cümlelere ve cümleler üstü birimlere bakarak vermek istediği mesaj kavranabilmektedir. Şairin / yazarın dili ve üslubu; onun eğitimi, kültürü, psikolojik yapısı, dış dünyayı kavrayış şekli vb. unsurlarla ilişkilidir. Anı teg orunlarta redifli şiiri yazan şairin, şiir yazmada muktedir olduğu kullanmayı tercih ettiği sözcüklerden, sözcük gruplarından anlaşılabilmektedir. Şair yeteneğini Budizm’in getirisi doğa tasvirlerini akıcı ve etkileyici bir dil kullanarak ortaya koymaktadır. Şiirde Burkancı zahidlerin inziva ve itikafa çekildikleri dağlık ve ağaçlık yerler ile akar su veya göl kenarlarının tasviri ayrı bir canlılık taşımaktadır (Arat, 2007, s. 66). Şair, betimleyici anlatımla birlikte ikilemelerden ve tamlamalardan yararlanarak anlatmak istediğini tablo yapar gibi gözler önüne sermektedir. “Tasvir, insan dışındaki canlıların ve cansız varlıkların ayırıcı niteliklerinin tanıtılmasıdır. Tasvir sözle resim yapma sanatıdır” (Gülensoy, 2019, s. 656). Eşya / nesne / olgu okuyucunun gözünde canlandırılmak istendiğinde tasvir anlatımı tercih edilir. Bunun da en iyi yollarından biri sıfatları kullanmaktır. Cümledeki Türkçenin yaşının tarihlendirilmesiyle ilgili bk. Alyılmaz, 2005, s. 4; Tuna, 1994, s. 257-293; Korkmaz, 2013, s. 1317. 4 Eski Uygur edebî dili Turfan, Kansu civarında Oğuz-Uygur esaslı runik yazıya Uygurcanın fonetik, gramer, leksik unsurlarının karışmasıyla oluşur. Başlangıçta kullanılmış runik alfabenin dışında Uygurlar, Uygurca olarak adlandırılan Soğd yazısının uyarlanmış şeklini, Mani ve Brahmi yazılarını da kullanmışlardır. Eski Uygurların edebî dili dinî edebiyat stilini (felsefi-didaktik), tıbbi, astronomik karakterde ilmî eserleri, resmi evrak (hukuki, ekonomik mahiyette) ve hususi yazışmaları içeren geniş tür-stil sistemine sahipti. Toplum içinde yaygın olarak kullanılmasına rağmen eski Uygur edebî dili daha ziyade yazılı iletişim aracı idi bk. Tenişev ve Papaeva, 2012, s. 53-68. 3 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O57 K 59 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM anlamı kuvvetlendirmek, pekiştirmek, anlatımı daha çekici hâle getirmek için ikilemelerden / tekrar gruplarından da yararlanılır. Aşağıda gösterilen sıfat tamlamalarından / isim gruplarından adkaşu turur kat kat tag: birbirine bağlı duran kat kat dağlar örneğinin tamlananını oluşturan isim grubunun tamlayan unsuru, iç tering kat bük tag: iç içe, derin, kat kat, kıvrım kıvrım dağlar örneğinin tamlayan unsuru tekrar grubundan oluşmuştur. adkaşu turur kat kat tag: birbirine bağlı duran kat kat dağlar amıl aglak aranyadan: sakin (ve) tenha Aranyadan amrançıgın uçdaçı kuş-kı-a-lar: sevinçle uçuşan kuşçuklar iç tering kat bük tag: iç içe, derin, kat kat, kıvrım kıvrım dağlar irteki söki aranyadan: eski (ve) kadim Aranyadan idiz tikim kayalık: yüce (ve) yalçın kayalık inçge kök suv: ince mavi sular sengir bulung tering tag: girintili çıkıntılı, derin dağlar seviglig aranyadan-ta: sevimli Aranyadan’da sermelip akar suv-lug: süzülüp akan sular sep sem aglak: ıpıssız bir tenhalık kökerip turur körklüg tag-ta: göğerip duran güzel dağlar köngül yaraşı aglak orun-ta: gönlün hoşlandığı tenha yerler köp yigi telim sögüt-lüg: kesîf, sık söğütlükler köpirip turur kölmen: kaynayıp köpüren göller köz-ünmiş bililmiş-çe [orun]-lar: her şeyin göründüğü, bilindiği gibi olduğu yer Dağların “kat kat”, “iç içe”, “kıvrım kıvrım” olarak ikilemelerle belirtilmesi ve tenhalığın “ıpıssız” olarak pekiştirilmesi şiire ahenk katması ve şairin anlatmak istediğini daha yoğun vermesi açısından dikkate değerdir. “Sakin ve tenha Aranyadana”, “eski, kadim Aranyadan” sıfat tamlamaları ile Aranyadana’nın nasıl bir yer olduğu tüm çıplaklığıyla gözler önüne serilmektedir. Şair “incecik akan sular”, “süzülüp akan sular” diyerek suların sakin ve durgun aktığını anlatmaktadır. Bunun da insana ruhsal açıdan dinginlik verdiği aşikârdır. Şair, doğal ortamı sunarken ağaçların yeşilliği, tazeliği, canlılığı anımsattığından pek çok ağaç türünü bilinçli olarak kullanma yolunu tercih etmiştir. Ayrıca ağaç, Nirvana’ya ulaşma yolunda aşılan zorlukları ve mesafeleri sembolize etmesinin yanında, Budda’nın bir ağaç altında “Tam ve Yüce Uyanış”a ulaştığına inanılması sebebiyle önemli bir yere sahiptir (Alyılmaz, 2015, s. 454). Şiirde aynı zamanda söze mecaz anlam kazandırma yollarından insandan doğaya aktarma / kişileştirmeden ve doğadan doğaya aktarmadan yararlanılmıştır: amrançıgın uçdaçı kuş-kı-a-lar: sevinçle uçuşan kuşcuklar örneğinde insana özgü sevinme duygusu insan dışı bir varlık olan kuşla birlikte verilmiştir. sermelip akar suv-lug: süzülüp akan sular sözcük grubunda doğadan doğaya aktarma örneği görülmektedir. Şiirin nazım biçiminin dile, üsluba, içeriğe uygunluğu göz ardı edilmemelidir. Talat Tekin şiiri yazma eserden yola çıkarak dörtlükler şeklinde incelemiştir ve bu şiir için bugüne kadar yayımlanmış Uygur şiirleri içinde en güzeli olduğunu dile getirmiştir (Tekin, 2011, s. 19). Şiire dörtlükler şeklinde bakıldığında divan edebiyatındaki musammat nazım biçiminin bu dönemde de kullanıldığı görülmektedir ve Uygur şiirleri içinde dizeleri bakımından en uzun olanının da anı teg orunlarta redifli şiir olduğu söylenebilir. İç uyaklar, mısrabaşı kafiyelerine uygun olarak ilk iki dörtlükte üç mısrada a ve i vokalleri, son iki dörtlükte üç mısrada se ve kö (son dize kü) vokal-konsonantları mısra içlerinde tekrarlanmıştır. Osman Fikri Sertkaya son 60 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 58 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU dizedeki kü baş kafiyesinin kullanımını bu dönemde kafiyenin göz için yazıldığına işaret olarak göstermiştir (Sertkaya, 2011, s. 43). Türk şiirinin istisnasız en önemli şiir tekniklerinden olan mısrabaşı kafiyesi, kıt’a aliterasyonu, Altay aliterasyonu veya gramer aliterasyonu adı verilen bu kafiye sisteminin bu dönemde daha ustaca kullanıldığı bu şiir vasıtasıyla çok net görülmektedir. Reşit Rahmeti Arat şiiri sekiz mısralı bentler hâlinde kitabında yer vermiştir. Şiire sekiz mısralı bentler şeklinde bakıldığında hem anlamın hem de biçimin bir dizede tamamlanmayıp alttaki mısralara geçme durumu olan anjanbuman tekniği görülmektedir5. Şiirde her bent tek bir yüklemle / çekimli yapıyla tamamlanmıştır ve bunların üçü aynı sözcüktür: tegingülüg ol, olurgulug ol, tegingülüg ol, tegingülüg ol dört gereklilik kipiyle çekimlenmiş eylem bulunmaktadır. Dize kırılmasıyla cümlenin asıl unsuru / yüklem alt mısralara geçmiştir. Yine birinci bentte amrançıgın uçdaçı kuş-kı-a-lar / tirin-lik kuvrak-lık-ta: sevinç içinde uçuşan kuşcukların / toplandıkları, bir araya geldikleri yerde örneğinde iyelik grubunun bölünüp alt dizede tamamlandığı görülmektedir. Anlam olarak ise şair, ilk dizelerde sıraladığı yerlerin özetini her bendin sonunda tekrar eden anı teg orunlarta (öyle yerlerde) redifiyle vermiştir. Sonuç ve Öneriler  Uygurlar; Türk tarihini, kültürünü, geleneğini, dilini… özümseyen, geliştiren, aktaran ve geleceğe değerli yadigârlar bırakan bir Türk devletidir. Kültür ve uygarlıklarını her yönden geliştirmiş olan bu devlet, dil ve edebiyat sahasında da ileri düzeye gelmiştir.  Anı teg orunlarta redifli şiir, eski Türk şiir estetiğinin incelmişliği ve gelişmişliği hakkında önemli bilgiler vermesi açısından dikkate değer bir örnektir. Şair, akıcı, etkileyici bir dil kullanarak doğa tasvirlerinden yararlanmış ve betimleyici bir anlatımla duygularını ve düşüncelerini yazıya geçirmiştir.  Eski Uygur şiiri, Türk şiirinin temelini oluşturan birçok özelliği içinde barındırmaktadır. Bu şiirler, Nurullah Şahin tarafından dilin dört temel becerisi olarak incelenmiş (Şahin, 2012); edebî, tematik, sözcük bilim ve cümle bilgisi olarak da incelenmesi Türk dili için önem arz etmektedir.  Anjanbuman tekniği, Batı edebiyatından etkilenerek Servetifünun Dönemi’nde ve sonraki dönemlerde kullanılmış bir tekniktir. Eğitimcilerin anjanbuman örneklerini verirken yakından uzağa ilkesini kullanarak eski Türk şiiri ile ilişkilendirmesi daha anlamlı bir öğrenmeöğretme ortamı sağlayacaktır. Bu sayede öğrencilerin hazırbulunuşluk seviyeleri, güdülenmeleri ve İslamiyet öncesi Türk şiirine ilgisi arttırılmış olacak ve daha nitelikli öğrenmeler gerçekleşmiş olacaktır. Kaynaklar Aksan, D. (1999). Anlambilim konuları ve Türkçenin anlambilimi. Ankara: Engin Yayınevi. Aksan, D. (2006). Türkçenin gücü, Türk dilinin zenginliklerine tanıklar. Ankara: Bilgi Yayınevi. Alkaya, Ş. (1943). Uygur Türklerini ve kültürlerini tanıyalım. DTFC Dergisi, I(3), 75-86. Alyılmaz, C. (2005). Orhun Yazıtlarının bugünkü durumu. Ankara: Kurmay Yayınları. Anjanbuman tekniği; Fransızca-Türkçe sözlükte “bir mısradaki cümlenin bir sonraki mısrada tamamlanması; İngilizce-Türkçe sözlükte “bir cümle veya fikrin mısra sonunda bitmeyip diğer mısrada devam etmesi”; Türkçe kaynaklarda “şiirde cümlelerin bir mısra veya beyitte bitmeyip diğer mısra veya bentlere kayması” ya da “bir dize sonunda tamamlanmayan anlamın izleyen dizedeki sözcüklerle tamamlanması” şeklinde geçmektedir (Yürek, 2008, s. 182). 5 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O59 K 61 Alyılmaz, C. (2015). İpek yolu kavşağının ölümsüzlük eserleri. Ankara: Atatürk Üniversitesi Yayınları. Alyılmaz, C. (2020). “Türk”, “Türkçe” ve “Türk Dili” kavram işaretleri üzerine. Türkçe Eğitimin Güncel Sorunları, 1-44. Arat, R. R. (1934). Uygur Türkçesinin Türk dili tarihindeki yeri. İkinci Türk Dili Kurultayı, 8388. Arat, R. R. (2007). Eski Türk şiiri. Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları. Cebecioğlu, E. (2014). Tasavvuf terimleri ve deyimleri sözlüğü. Ankara: Otto Yayınları. Çandarlıoğlu, G. (2019). Uygur devletleri tarihi ve kültürü. Ankara: Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayınları. Eraslan, K. (2012). Eski Uygur Türkçesi grameri. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. Ercilasun, A. B. (2016). Türk kağanlığı ve Türk bengü taşları. İstanbul: Dergâh Yayınları. Gemalmaz, E. (2010). Türkçenin derin yapısı. Ankara: Belen Yayıncılık. Gülensoy, T. (2019). Türkçe el kitabı. Ankara: Akçağ Yayınları. Güngör, H. (2002). Eski Türklerde din ve düşünce. Türkler Ansiklopedisi, C III, 261-282. İsi, H. (2020). Tantrik Türk Budizmi’nde Mantra ve Dharani kavramları üzerine. Uluslararası Türkçe Edebiyat Kültür Eğitim Dergisi, 9(2), 500-514. Korkmaz, Z. (2013). Türkiye Türkçesinin temeli Oğuz Türkçesinin gelişimi. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. Mert, O. (2009). Ötüken Uygur dönemi yazıtlarından Tes-Tariat-Şine-Us. Ankara: Belen Yayıncılık. Sertkaya, O. F. (2011). Eski Türk şiirinin kaynaklarına toplu bir bakış. Türk Dili, Dil ve Edebiyat Dergisi özel sayı I. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. Şahin, N. (2012). Manihaist ve Budist Uygur şiirinin dilin dört temel becerisi olarak incelenmesi. Yüksek Lisans Tezi, Erzurum: Atatürk Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü. Tekin, Ş. (2019). Uygurca metinler-Ⅰ Kuanşi İm Pusar (Ses İşiten İlah). Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. Tekin, T. (2011). Eski Türk şiiri. Türk Dili, Dil ve Edebiyat Dergisi Özel Sayı I. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. Tenişev, E. R. ve Bapaeva, J. (2012). Eski yazı dilleri: Türk yazılı abidelerin dilleri. Uluslararası Türkçe Edebiyat Kültür Eğitim Dergisi, 1(1), 53-68. Tezcan, S. (1978). En eski Türk dili ve yazını. Bilim Kültür ve Öğretim Dili Olarak Türkçe, 271-323. Tuna, O. N. (1989). Sümer- Türk dillerinin tarihi ilgisi ve Türk dilinin yaşı meselesi. Türk Dili Araştırmaları Yıllığı-Belleten, C 37, 257-293. Üstünova, K. (2010). Dil bilgisi sorunları. İstanbul: Kesit Yayınları. Wellek, R. ve Warren, A. (1983). Edebiyat biliminin temelleri. (çev. Ahmet Edip Uysal), Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları. Yitik, A. İ. (2007). Yaşayan dünya dinleri. Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları. Yürek, H. (2008). Sihr-i helal ile anjambman teknikleri üzerine mukayeseli bir çalışma. Bilig Dergisi, 46, 179-192. 60 TÜRKISCHE TURFANTEXTE VII’DE BULUNAN ATASÖZLERİNDEKİ DEĞERLER ÜZERİNE Nazmi ŞEN Öz Türk dili ve tarihinde Uygurların ve Eski Uygur Türkçesinin önemi büyüktür. Uygur, Basmıl ve Karluklar tarafından Köktürk Kağanlığı’nın yıkılmasıyla Ötüken merkezli bir Uygur Devleti kurulmuştur. Dil ve kültür bakımından Köktürk Kağanlığı’nın devamı niteliğindeki Ötüken Uygur Kağanlığı Dönemi, 839 yılında başta Kırgızların saldırıları olmak üzere aşırı soğuk, salgın hastalık, açlık gibi sebeplerle bitmiştir. Uygurlar üç ana gruba ayrılarak Çin’in farklı bölgelerine göç etme mecburiyetinde kalmıştır. Göçler Turfan, Kansu ve Kaşgar bölgelerine olmuştur. 840-1209 yılları arasında Turfan bölgesinde hüküm süren Turfan Uygur Devleti Dönemi’nde devletin ticaret yollarına yakın bölgelerde bulunması sanat, edebiyat ve ticaret alanlarında gelişmesini sağlamıştır. Turfan Uygur Devleti Dönemi’nde ortaya çıkan yüksek medeniyet kendisinden sonraki dönemleri etkilemiş ve birçok kültüre kaynaklık etmiştir. Uygur edebiyatı eserlerinin dinî konularda yazılmış eserler ve din dışı konularda yazılmış eserler olmak üzere iki ana gruba ayrıldığı göz önüne alınarak Turfan Uygur Devleti Dönemi’nde, Türk dili ve kültürü için önem arz eden dinî konuları kapsamayan (özel mektuplar, hukuk belgeleri, gök bilim, takvim ve yıldız falı üzerine metinler, büyü kitapları, sağlık bilgisi üzerine metinler, atasözleri, duvar yazıları …) eserler meydana getirilmiştir. 20. yüzyıldan itibaren Fin, Rus, İngiliz, Alman, Japon, Fransız ve Çinli araştırmacıların çeşitli tarihlerde Doğu Türkistan’a düzenlediği arkeoloji ve araştırma gezileri sonucunda anılan eserler gün yüzüne çıkmıştır. Eski Uygur dili ve kültürü ile ilgili bu eserler dünyanın çeşitli ülkelerinde yayımlanmıştır. Özellikle Almanya’da yayımlanan Eski Uygurca metin neşirlerinin en önemli serisi Türkische Turfantexte (Türkçe Turfan Metinleri) içerisinde eski Türk dili ve kültürü ile ilgili birçok kıymetli bilgi bulunmaktadır. Reşit Rahmeti Arat tarafından yayımlanan serinin yedinci kitabında yer alan atasözleri, bünyelerinde birçok kültürel, eğitsel ögeyi ve değeri barındırmaktadır. Bildiride önce Türk dilinin Eski Uygur Türkçesi Dönemi hakkında kısaca bilgi verilmekte; sonra atasözlerinde tespit edilen “erdemli olma”, “doğru/dürüst olma”, “ileri görüşlü/önsezi sahibi olma” “iyiliksever/yardımsever olma”, “kanaatkâr olma”, “kıymet/değer bilme”, “liyakat”, “çalışkanlık/gayretli olma”, “yaşlılık” gibi değerler Eski Türk dilinin diğer önemli dil yadigârlarıyla karşılaştırılarak ilgililerin istifadesine sunulmaktadır. Anahtar Sözcükler: Eski Uygur Türkçesi, Uygur, Türkische Turfantexte VII, atasözü, değerler.  Öğr. Gör.; Balıkesir Üniversitesi [email protected]. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 63 61 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ON THE VALUES IN PROVERBS FOUND IN TÜRKISCHE TURFANTEXTE VII Abstract The importance of Uyghurs and Old Uyghur Turkic in Turkish language and history is great. After the collapse of Köktürk Khanate by Uygur, Basmıl and Karluk, a Ötüken-based Uyghur State was established. Ötüken Uyghur Khanate Period, which is the continuation of Köktürk Khanate in terms of language and culture, ended in 839 due to attacks such as Kyrgyz, extreme cold, epidemic disease and hunger. Uyghurs were divided into three main groups and forced to migrate to different parts of China. Migrations have been to the regions of Turfan, Kansu and Kashgar. During the period of the Turfan Uyghur State, which ruled in the Turfan region between 840-1209, the state's presence in areas close to trade routes enabled it to develop in the fields of art, literature and commerce. The higher civilization that emerged during the period of Turfan Uyghur State influenced the later periods and became a source for many cultures. Considering that the works of Uyghur literature were divided into two main groups: works written on religious subjects and works written on non-religious subjects, during the Turfan Uyghur State Period, they did not include religious subjects that are important for Turkish language and culture (special letters, legal documents, astronomy, texts on calendar and horoscope, spell books, texts on health information, proverbs, graffiti…), works have been created. As of the 20th century, the works, which were mentioned as a result of archeology and research trips organized by Finnish, Russian, British, German, Japanese, French and Chinese researchers to East Turkistan on various dates, have surfaced. Turkish Uyghur texts published in Germany, especially in the most important series Türkische Turfantexte, there is a lot of valuable information about the Old Turkic language and culture. The proverbs contained in the seventh book of the series published by Reşit Rahmeti Arat contain many cultural and educational elements within their structure. Firstly, the paper briefly provides information about the Old Uyghur Turkic Period of Turkish language; and“being true/honest”, “being forwardthinking/having a premonition”, “being benevolent”, “being persuasive”, “knowing value”, “merit”, “hardworking/diligent”, “old age” are presented to the benefit of those concerned by comparing them with other important language survival of Old Turkic. Keywords: Old Uyghur Turkic, Uyghur, Türkische Turfantexte VII, proverb, values. 1. Eski Uygur Türkçesi Dönemi Köktürk Kağanlığı’nın Uygur, Basmıl ve Karluk ittifakı tarafından yıkılmasıyla Ötüken merkezli Uygur Kağanlığı kurulmuştur. Ötüken Uygur Kağanlığı’nın kurulmasıyla Türk dili, tarihi ve kültüründe yeni bir dönem başlamıştır. Eski Türkçe Dönemi’nin ilk bölümünü oluşturan Köktürk Türkçesinin devamı niteliğinde olan Eski Uygur Türkçesi Dönemi’nde Ötüken Uygur Devleti’nin ilk iki kağanı Kutlug Bilge Köl Kağan ve Moyun Çor Kağan zamanında Köktürklerin devrinde olduğu gibi yazıt dikme geleneği devam etmiştir. Uygur edebiyatının ilk örneklerini oluşturan Ötüken Uygur Dönemi kağan ve kumandan yazıtları1 ait oldukları dönemin resmî tarihi niteliğindedir. Yazıtlarda Türk kağan ve kumandanlarının hem Cengiz ALYILMAZ, Tes, Tariat, Şine Us, Karabalgasun I, Karabalgasun II, Karabalgasun III, Mutrın Temdeg Yazıtları’nı Ötüken Uygur Dönemi kağan ve kumandan yazıtları olarak değerlendirir (Mert, 2009, s. 98). 1 64 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 62 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU yaşanan tarihî hadiselerden hem de kendi bilgi ve deneyimlerinden hareketle tebaya / akraba topluluklara ve gelecek nesillere birlik bütünlük mesajları verdikleri görülür (Alyılmaz, 2007, s. 11). Ötüken Uygur Devleti kağanlarından Moyun Çor’un ölümüyle yerine oğlu Bögü Kağan geçmiştir. Bögü Kağan’ın bir isyanı bastırmak amacıyla Çin’e gidip orada Mani rahipleriyle tanıştıktan sonra Maniheizm’i devlet dini olarak seçmesi Türk siyasi ve kültür hayatında köklü değişikliklere yol açmıştır. Söz konusu seçim şehir ve tarım kültürünü geliştirirken dinamik olan Uygur yönetiminin ve halkının pasivize olmasına sebep olmuştur. Her din, her inanış kendi öğretileriyle birlikte kendi yazısını / alfabesini de hedef kitlesine taşır. Kabul edilen dinin öğretilerini öğrenmek ve davranışa dönüştürmek isteyenler onun alfabesini de öğrenmek zorunda kalırlar. Türk boy ve toplulukları da kabul ettikleri dinlerin etkisiyle Soğd Alfabesi’nden hareketle Uygur Alfabesi’ni geliştirip kullanmışlardır (Alyılmaz, 2019, s. 20). Manihezim ve benimsenen diğer dinlerin de etkisiyle (Hristiyanlık, İslamiyet, Budizm) Ötüken Uygur Kağanlığı devrinden sonra bengütaşlara yazı yazma geleneği son bulmuştur. Farklı dinlerin etkisiyle yazılan eserlerdeki soyut anlamlı kavram işaretleri Türkçenin söz varlığını zenginleştirmiştir. Uygur Dönemi eserlerinin önemli bir kısmı örgün eğitim ve öğretimin yapıldığı manastırlarda, kiliselerde vd. yazılmışlardır. Bugün yanlış bir anlayışla “mağara” (“Bezeklik Mağaları”, “Yargol Mağaraları”, “Bin Buda Mağaraları”…) diye adlandırılan bu mimarlık eserlerinin bulundukları bölgelerde yapılan yeni kazılarda yeni eserler ortaya çıkarılmaktadır. Örgün eğitim ve öğretimin ürünü olan; farklı dinlerin, dillerin ve kültürler arası etkileşimlerin doğurduğu söz konusu eserlerde dinî, ahlaki ve felsefi kavram işaretlerinin yanında eğitim ve öğretime, dile, kültüre, sanata, edebiyata, musikiye, resme, heykele… ait de pek çok kavram işareti de yer almakta; bu eserler bünyelerinde çocuk eğitimi, çocuk edebiyatı, görsel sanatlar, sahne sanatları, resim, müzik, tezhip vd. alanların ilgilileri içinde son derece önemli bilgileri barındırmaktadırlar (Alyılmaz, 2019, s. 20). Eski Uygur Türkçesi Dönemi eserlerini dinî konularda yazılmış eserler ve din dışı konularda yazılmış eserler olmak üzere iki ana grupta toplamak mümkündür. Dinî konularda yazılmış eserler kendi içerisinde Budist / Burkancı Uygur Dönemi eserleri, Manihesit / Manici Uygur Dönemi eserleri, / Hristiyan Uygur Dönemi eserleri / İslami Uygur Dönemi eserleri başlıkları altında incelenmektedir (Tezcan, 1978, 271-323; Barutçu Özönder, 2002 s. 481-501; Ercilasun, 2011, s. 226-262; Alyılmaz, 2015, s. 203-216). Din dışı konularda yazılmış eserleri içeriklerine göre özel mektuplar, hukuk belgeleri, gök bilim, takvim ve yıldız falı üzerine metinler, büyü kitapları, sağlık bilgisi üzerine metinler, atasözleri ve duvar yazıları olarak sınıflandırmak mümkündür. 839 yılında başta Kırgızların saldırıları olmak üzere aşırı soğuk, salgın hastalık, açlık gibi sebeplerle Ötüken Uygur Kağanlığı Dönemi sona ermiştir. Uygurlar üç ana gruba ayrılarak Çin’in farklı bölgelerine göç etme mecburiyetinde kalmıştır. Göçler Turfan, Kansu ve Kaşgar bölgelerine olmuştur. Özellikle Eski Uygur Türkçesinin din dışı konularda yazılmış eserleri Turfan ve çevresinde bulunmuştur. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O63 K 65 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM 2. Turfan Uygur Dönemi 839 yılında Ötüken Uygur Devleti’nin yıkılmasıyla yaşanan göçün sonucunda Uygurların bir kısmı Ötüken’den güneye inerek Kao-ch’ang2 şehrine yerleşmişlerdir. 850-1250 yılları arasında Turfan bölgesinde Turfan Uygur Devleti kurulmuştur. Devletin kurulduğu coğrafyanın ticaret yollarına yakınlığı sebebiyle sanat, ticaret ve edebiyat gibi alanlarda yüksek seviyeye ulaşılmıştır. Ötüken Uygur Kağanlığı’nın da ulaşmış olduğu yüksek uygarlık tecrübesi Turfan Uygur Devleti’nin gelişimine katkı sağlamıştır. Uygurların anılan bölgeye göçünden önce Tohar, Soğut ve Saka gibi toplulukların yaşadığı göz önüne alınarak göçten sonra bu toplulukların Türkleştiği, Uygurların burada hâkim unsur hâline geldiği görülmektedir. Yüksek medeniyet seviyesine ulaşmada yerli halkın etkisi olduğu açıktır (Tekin, 2014, s. 120). Turfan Uygur Dönemi’nin en önemli kültürel özelliklerinden birisi halkın büyük bir kısmının yerleşik hayatı benimsemiş olmasıdır. Bozkır Türk devletlerinden farklı olarak Turfan Uygurları hakimiyetlerini genişletme düşüncesinde olmamışlar, büyük siyasi çatışmalara girmemişler ve başta Çin olmak üzere komşu devletlerle dostluk ve ticaret ilişkilerini devam ettirmeyi tercih etmişlerdir (Kafesoğlu, 1984, s. 115). Hayvancılığın yanında yerleşik düzenle birlikte tarımın da gelişmesi Turfan Uygurlarının ekonomisini olumlu yönde etkilemiştir. Turfan Uygur Dönemi’nde yazılan Uygur Hukuk Vesikaları’na göre borç alıp-verme, satın alma amacıyla kullanılan tarım ürünleri mısır, buğday, pamuk, darı, susamdır (Yamada, 1993). Ekonomik ve ticari hayatın yanında her gelişmiş toplumda olduğu gibi Turfan Uygurları sanatsal faaliyetlerde bulunmuşlardır. Edebiyat, ressamlık, süsleme, heykeltraşlık ve benzeri sanat dallarında eserler ortaya koymuşlardır (Almas, 2013, s. 410). Turfan Uygur medeniyetinin önemli özelliklerinden birisi literatürde “sivil belgeler” olarak anılan din dışı konuları kapsayan kaynakların bu döneme ait olmasıdır. Sivil belgeleri özel mektuplar, hukuk belgeleri, gök bilim, takvim ve yıldız falı üzerine metinler, büyü kitapları, sağlık bilgisi üzerine metinler, atasözleri, duvar yazıları … olarak sınıflandırmak mümkündür. 20. yüzyıl başlarında Fin, Rus, İngiliz, Alman, Japon, Fransız ve Çinli araştırmacıların Doğu Türkistan bölgesine düzenlediği araştırma ve arkeoloji gezileri sonucunda anılan belgeler gün yüzüne çıkartılmıştır (Özyetgin, 2014, s. 20). Keşfedilen sivil belge koleksiyonları Berlin, Leningrad, Kyoto, Londra, Paris, Helsinki, Pekin, Urumçi ve İstanbul’da bulunmaktadır (Arat, 1987, s. 13-18; Clark, 1975, s. 51-65). Yapılan araştırma ve arkeoloji gezilerinin sonucunda ulaşılan belgeler anılan ülkelerde yayımlanmaya başlanmıştır. İlk olarak W. BANG ve Annemarie von GABAIN tarafından 19291931 yılları arasında 5 cilt olarak yayımlanan, içerisinde Türk dili ve kültürü ile ilgili birçok bilgiyi barındıran Türkische Turfantexte (Türkçe Turfan Metinleri) serisinin Uygurca metin neşirleri içinde önemli bir yeri vardır. Beşinci ciltten sonra bu ekibe, büyük Türk dilcisi Reşit Rahmeti ARAT katılarak serinin altıncı kitabı yayımlanır. Bildirinin konusunu oluşturan yedinci cilt sadece ARAT tarafından yayımlanır. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra GABAIN seriyi tek başına devam ettirir ve 1959 yılında onuncu cilt çıkarılır (Ercilasun, 2011, s. 267). Turfan Uygurları Cengiz’in vassallığını kabul ettikleri döneme kadar (1209) Kao’ch’ang ismiyle anılmıştır. Çağatay devrinde şehir önemini kaybedip şehrin ismi Ho-chou (Koço, Hoço) olarak değiştirilmiştir. Koço şehrinin yanında Beşbalık şehri de Kubilay zamanında önem kazanmıştır. Beşbalık şehrinin önem kaybetmesinden sonra da Turfan şehrinin ön olana çıkmasıyla orada yaşayan Uygurlar son olarak Turfan Uygurları olarak anılmıştır (İzgi, 2017, s. 129-130). 2 66 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 64 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU 3. Türkische Turfantexte VII’de bulunan atasözlerindeki değerler Atasözleri, toplumun geçmişte yaşadığı tecrübeleri, edindikleri bilgileri içeren nesilden nesile aktarılan dilde en az değişen genel anlamlı kalıplaşmış dil ögeleridir. Kadim kültür birikiminin yer aldığı atasözleri kısa ve öz olmakla beraber içerisinde toplum için ideal bireyi oluşturmayı amaçlayan birçok değer taşımaktadır. Aynı zamanda bir dilin iletişim dili olmasının ötesinde deyim, vecize, atasözü seviyesinde anlamlı dil ögeleri üretebilmesi, edebiyat ve sanat dili olabilmesi için en az 2-3 bin yıllık bir geçmişe ve birikime sahip olması gerekir (Alyılmaz, 2005, s. 4). Atasözleri Türkçenin eskiliğini kanıtlayan önemli dil ögeleridir. Ulaşılabilen ilk Türk atasözleri Türkçenin en köklü dil yadigârlarından olan Orhun Yazıtları’nda bulunmaktadır. Orhun Yazıtlar’ndaki atasözlerini ilk tespit eden Ahmet CAFEROĞLU’dur (Oy, 1972, s. 117). Eski Uygur Türkçesi Dönemi’ne ait yayımlanan çeşitli kaynaklarda Köktürk Türkçesi Dönemi’ne göre daha fazla atasözü bulunmaktadır. Eski Uygur Türkçesi atasözlerini 10. yüzyıldan kalma Köktürk harfli metinlerde yer alan liste hâlindeki atasözleri ile Uygur harfli metinlerde yer alan atasözleri olmak üzere iki gruba ayırmak mümkündür. Uygur harfli metinlerde yer alan atasözleri Berlin Staatsbibliothek’de muhafaza edilen ve Mainz kısaltması ile bilinen yazma parçalardan T I D (Mainz 725)’te, Doğu Berlin İlimler Akademisi Turfan Yazmaları T III M 228 (Ch/U 7570)’te kayıtlı olan 72 sayfalık yazmada, Doğu Berlin İlimler Akademisi Turfan Yazmaları T I D 155 (U.558) kayıtlı Türkçe ve Moğolca mensur ve manzum metinlerinde ve British Museum British Library Or 82/1216 kayıtlı vesikada bulunmaktadır (Sertkaya, 1983, s. 279). Bildirinin konusunu oluşturan Türkische Turfantexte VII’de bulunan atasözleri Doğu Berlin İlimler Akademisi Turfan Yazmaları T II Y 19 (U. 560)’ta kayıtlıdır. Söz konusu atasözleri Reşit Rahmeti ARAT tarafından Türkische Turfantexte VII’den sonra “Eski Türk Şiiri” (Arat, 1991) isimli eserinde de yayımlanmıştır. Türkische Turfantexte VII, içerisinde Eski Uygur Dönemi’ne ait 13 atasözü barındırmaktadır. Anılan atasözlerinin 8 tanesi kitabın kırk ikinci bölümünde (Arat, 1936, s. 5354); 5 tanesi ise “notlar” bölümünde (Arat, 1936, s. 79) yer almaktadır. Atasözlerinin kayıtlı olduğu sayfalarda kendisinden önce “yme Türk savında bar” kalıp ifadesinin kullanılması ilgi çekicidir. Ayrıca anılan ifadede “Türk” kavram işaretinin bulunması atasözlerinin değerine değer katmaktadır. Söz konusu atasözlerinin eski Türk yaşayışına, inancına, dünya görüşüne, diline, kültürüne dair bilgiler içermesi ve Türk toplumunun benimsedeği değerleri yansıtması dikkate değerdir. Özellikle “değer” kavramının eğitim ve öğretimdeki önemi göz önüne alındığında atasözleri, toplumun değerlerini bireylere aktarmada önemli bir işlev üstlenmektedir. Değer kavramı Türkçe Sözlük’te şöyle tanımlanmıştır: Bir ulusun sahip olduğu sosyal, kültürel, ekonomik ve bilimsel değerlerini kapsayan maddi ve manevi ögelerin bütünü olarak ifade edilen değer kavramı, toplumu oluşturan bireylerin bir arada yaşamasını sağlayan, kişiler arası ilişkilerde köprü vazifesi üstlenerek geçmiş, bugün ve gelecek arasında bağ kuran, düzenleyici unsurlardır (Türkçe Sözlük, 2011, s. 607). Değerler, toplumun kültürünü devam ettiren unsurlardır. Değerler eğitim yoluyla bireylere aktarılır. Milletlerin bekaları, kültürlerini geleceğe taşımakla, yani yeni nesillerine aktarmakla alakalıdır. Kültür ise doğrudan değerler ile ilişkilidir. Çünkü değerler, kültürün B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O65 K 67 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM gelişim yönünü belirler. Toplumların kültürleri, sahip oldukları değerlerle birlikte gelişir ve yayılır (Şahin, 2017, s. 58). Değerler, evrensel ve ulusal olmak üzere iki ana başlığa ayrıldıktan sonra kendi içerisinde “Kişiye Özgü İlişki Değerleri”, “Kişilerarası İlişki Değerleri” ve “Kişiler ve Doğa Arasında İlişki Değerleri” olmak üzere üç alt başlık altında sınıflandırılmıştır (Şahin, 2018, s. 67). Türkische Turfantexte VII’deki atasözleri “erdemli olma”, “doğru/dürüst olma”, “ileri görüşlü/önsezi sahibi olma” “iyiliksever/yardımsever olma”, “kanaatkâr olma”, “kıymet/değer bilme”, “liyakat”, “çalışkanlık/gayretli olma”, “yaşlılık” gibi değerleri taşımaktadır. Bu sebeple bildiride atasözleri aracılığıyla Türkçenin ve Türk kültürünün köklülüğünü, zenginliğini ortaya koymak, ayrıca atasözlerinin taşıdığı değerler tespit edilerek bu değerleri toplumun geleceği genç bireylere aktarmak ve atasözlerine ilgili literatürün dikkatini çekmek amaçlanmıştır. Türkische Turfantexte VII’de bulunan atasözleri ve taşıdıkları değerler şöyledir: 1. Erdemlig kişi erd(i)ni birle tüz ol, Erdemsiz kişi etük içindeki ulyaḳ birle tüz ol. Türkiye Türkçesi ile: Faziletli insan cevherle birdir, Faziletsiz insan çizme içindeki taban astarıyla birdir. Erdemli / faziletli olma, Türkçenin en eski dil yadigârlarından günümüze kadar gelen Türk boy ve topluluklarının ana / kök değerlerindendir. Erdemli olma değeri ahlak / etik, doğruluk gibi kavramlarını da içine almaktadır. Erdem sözcüğü Türkçe Sözlük’te “ahlakın övdüğü iyi olma, alçakgönüllülük, yiğitlik, doğruluk vb. niteliktekilerin genel adı, fazilet” olarak tanımlanmıştır (Türkçe Sözlük, 2011, s. 806). Erdem ve erdem kelimesinden türemiş erdemlig sözcüğü Köktürk Harfli Yazıtlar’dan itibaren Türkçenin önemli dil yadigârlarında sıklıkla bulunmaktadır. Orhun Yazıtları’na göre daha kısa ve daha yalın; satır sayıları 1-20 arasında değişen, kağanlara, boy beylerine, kumandanlara ve hayatta iken zenginliği veya saygın kişiliğiyle ön plana çıkmış kişilere ait veda nutku / ayrılık metni niteliğindeki (Alyılmaz, 2012, s. 59) Yenisey Yazıtları’nda, ölen kişinin en önemli özelliği “yiğit ve erdemli” olmasıdır: er erdemim üçün töpüt kanka yalabaç bardım kelmedim: Erdem sahibi olduğum için Tibet Hanı’na (elçi olarak) gittim / gönderildim (ancak ne yazık ki bir daha da) geri dönmedim (E 29; Useev, 2011: 465-467). urungu külüg tok bögü terkene kangım beg erdem üçün birle bardı: Urungu Külüg Tok Bögü Terken babam bey erdemli olduğu için birlikte gitti (E 10-6; Useev, 2011: 422-423). er erdem üçün inim eçim uyarın üçün benggümin tike berti: Yiğit (ve) erdemli (olduğum) için küçük kardeşim (ve) ağabeyim(lerim) güçlü kudretli (oldukları) için bengü (taş)ımı / yazıtımı dikiverdi(ler) (E 28-7; Useev, 2011: 461-464). Türkçenin eşsiz başvuru kaynağı Kâşgarlı Mahmud tarafından yazılan Dȋvânu Lugâti’tTürk atasözleri bakımından zengin bir eserdir. İçerisinde erdemli olma değeri ile ilgili şu atasözü tespit edilmiştir: Erdemsizden kut çertilür. Edebi ve fazileti olmayan kişiden devlet ve talih gider (Ercilasun ve Akkoyunlu, 2015, s. 299). 68 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 66 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU Türk yaşayış ve inanışında devlet idaresinde Tanrı tarafından verildiğine inanılan, aynı zamanda mutluluk, talih anlamına gelen kut kavramı sadece erdemli kişilerde bulunmaktadır. Erdemden yoksun kişilerde kutun olmayacağı anılan atasözünde açıkça belirtilmiştir. İslami Dönem ilk Türk dil yadigârlarından Kutadgu Bilig’de de erdemli olma değeri sıklıkla bulunmaktadır. Tanrı insana bilgi, akıl ve anlayışın yanında “erdem” vermiştir. törütti ödürdi seçü yalŋukug / aŋar birdi erdem bilig ög ukug: Tanrı insanı yarattı, seçerek yükseltti / ona erdem, bilgi, akıl ve anlayış verdi (KB 148; Arat, 2008). idi artuk erdem kerek ög bilig / ajun tutguka ötrü sunsa elig: dünyaya hâkim olup idare etmek için pek çok erdem, akıl ve bilgi gerekir (KB 281; Arat, 2008). Türk boy ve toplulukları tarafından farklı coğrafyalarda farklı amaçlarla oluşturulmuş Türk dil yadigârlarında erdemli olma değeri sıklıkla işlenmiştir. Türk toplumunun nazarında erdemli olma, bireylerde bulunması gereken temel değerlerdendir. 2. buyanlıg kişi burḳanlar birle tüz erür, buyansız kişi boḳ baḳır birle tüz erür. Türkiye Türkçesi ile; İyilik yapan insan burkanlarla birdir, İyilik yapmayan insan boş bakır ile birdir. İyilikseverlik, kişilerarası ilişki değerlerindendir. İyilik yapmak aynı toplumda yaşayan bireylerin ilişkilerini düzenleyen önemli bir davranıştır. İyilikseverlik Türkçe Sözlük’te “hayırseverlik” olarak tanımlanmıştır (Türkçe Sözlük, 2011, s. 1237). Türk boy ve topluluklarında benimsenen dinlerin de etkisiyle iyilik yapma ve yardımlaşma değerleri kalıplaşmış dil ögelerinden üretilen edebî eserlere kadar Türk toplumunun somut ve soyut bütün kültür varlıklarına sinmiştir. Hindistan’da ortaya çıkan ve Asya’ya yayılan Budizmle Türk kültürünün ilişkisi milattan sonra I. yüzyılda Kuşan Devleti’ni kuran Kujula Kadphises’in Budizmi kabul etmesiyle başlamıştır (Emet, 2002, s. 233-237). Hunlar da Çin kültüründen kendilerini korumak için Budizmi benimsemişlerdir. I. Köktürk Kağanlığı’nda Çin Konfüçyanizmi ve Hristiyanlığa karşı bir alternatif olarak Mukan (553-572) ve Tatpar Kağan (572-581) döneminde Budizm’e karşı bir eğilim olmuştur ve Tatpar Kağan tarafından diktirilen Bugut Yazıtı (47 684660D 526 1722K) (Alyılmaz, 2003, s. 3) bu eğilimin en önemli kanıtlarındandır. Köktürklerin devamı niteliğinde olan Ötüken ve Turfan Uygur Dönemin’de de Budizme ilgi azalmayıp Budizmin önemli ögelerinden “burkan” toplumun önemli bir figürü olarak atasözlerine yansımıştır. Eski Uygur Dönemi’nde iyilik yapan bireyin burkanlarla aynı seviyede olması iyilikseverlik değerinin önemini kanıtlamaktadır. Dȋvânu Lugâti’t-Türk’te de iyilikseverlik değerinin bulunduğu birçok atasözü vardır: Eḍgülükni suw aḍakında kemiş başında tile. İnsanlar için iyilik ve ihsanı suyun sonuna fırlatıp ay; onu suyun kaynağında yüzerken görürsün (Ercilasun ve Akkoyunlu, 2015, s. 264). Eḍgü er süŋüki erir atı kalır. İyi adamın kemikleri toprakta erir; onun adı ise ilelebet kalır. İyilik yapması istenene söylenir (Ercilasun ve Akkoyunlu, 2015, s. 496). B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O67 K 69 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM Yalŋuk oglı yōkadur eḍgü atı kalır. Ademoğlu ölerek yok olur; eğer hayırlı ve iyilikte bulunan biri ise onun zikri ve adı kalır. İyilik yapılması için söylenir (Ercilasun ve Akkoyunlu, 2015, s. 505). 3. Kimniŋ tamırı yoġun bolsar ḳanaġı yiŋil Türkiye Türkçesi ile: Kimin damarı kalın ise, onun kan aldırması kolay olur. Bu atasözünde ileri görüşlü olma değeri bulunmaktadır. Gelecekte sıkıntı yaşamamak için şimdiden hazırlık yapmak gerektiği öğütlenmiştir. İleri görüşlülük değerini kazanmak için çalışkan ve gayretli olma değerlerine sahip olmak gerekir. Özelikle toplumu yöneten liderlerin bu değeri taşıyıp taşımaması o toplumun geleceğini belirlemektedir. Değerler eğitiminde ileri görüşlülük kavramı Türk tarihindeki önemli liderler (Bilge Kağan, Tonyukuk, Mustafa Kemal Atatürk) üzerinden ilgili atasözleriyle birlikte bireylere aktarılarak bir davranış biçimine dönüştürülebilir. 4. er ḳutı beliŋ suv ḳutı teriŋ Türkiye Türkçesi ile: Yiğitin değeri korku zamanında, suyun değeri derinliğinde. Türkçe Sözlük’te değer, kıymet kelimesi bir insanın, nesnenin, eşya ya da eylemin önemini kavramak anlamlarına gelmektedir (Türkçe Sözlük, 2011, s. 1433). Bazı kavramların değeri bazen başka bir eyleme veya duruma bağlı olarak anlaşılabilir. Eski Türk toplumunda en çok değer verilen şeylerden birisi de yiğitlik kavramıdır. Orhun Yazıtları’nda Köl Tigin’in yiğitlik adını elde etmesi şöyle anlatılmıştır: umay teg ögüm katun kutınga inim köl tigin er at boltı altı yigirmi yaşınga eçim kagan ilin törüsin ança kazgantı … : (Köl Tigin) Umay’a benzeyen annem Hatun’un kutu sayesinde erkeklik/yiğitlik adını elde etti. (Henüz) on altı yaşında (iken) amcam kağanın devleti için şöyle başarılar kazandı. (KT D 31; Alyılmaz, 2005, s. 46). Anılan eski Uygur atasözünde de yiğitliğin değerinin zor zamanda anlaşılacağı suyun ne kadar derin olursa o kadar değerli olacağı, toplumun insan veya nesnelerin değerini anlamasında bazı ölçütlerin bulunduğu kısa ve öz olarak aktarılmıştır. 5. begimsinmeyük beg bolsar beltir sayu berge salur ataḳınmayuḳ atıġ bulsar art sayu mayaḳayur Türkiye Türkçesi ile: Bey olmayacak kimse bey olursa her yol kavşağına sopa koyar; şöhrete layık olmayan kimse şöhret bulursa her dağın sırtına işaret diker. Türk boy ve topluluklarının geleceğini belirleyen, devletlerin kurulmasında ve yönetilmesinde etkin rolü olan önemli değerlerden birisi liyakattır. Liyakat sözcüğü Türkçe Sözlük’te “Bir kimsenin kendisine iş verilmeye uygunluğu, yaraşırlık durumu” olarak tanımlanmıştır (Türkçe Sözlük, 2011, s. 1590). Atasözünde bulunan bey ve şöhret kavram işaretleri topluma mal olmuş kişilerde bulunan unvanlardır. Özellikle bey < beg kavram işareti eski Türk boy ve topluluklarında yöneticiler için kullanılmıştır. Ancak liyakat değerinin bulunmadığı kişiler yanlış davranışlar sergileyerek yaşadığı topluma zarar verir. 70 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 68 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU Türkçenin en önemli dinî-felesefî eseri olan Kutadgu Bilig’te “Ögdülmiş’in Hükümdara Cevabı” isimli bölümde beylerin toplum için önemi ve iyi yönetimin şifreleri verilmiştir (KB, 1948-1973; Arat, 2008 s. 401-403). Özetle beyin halka layık bir bey olması için asil soydan gelmesi, cesur olması, akıllı ve bilgili olması, erdemli olması, zeki olması gerekir. Anılan atasözü liyakatsız beyleri tanımlarken Eski Uygur Tükçesi Dönemi’nin devamı olan Karahanlı Dönemi’nde yazılan Kutadgu Bilig’de liyakat şartları açıklanmıştır. 6. it ḳarı bolsar yatıp ürür Türkiye Türkçesi ile: Köpek yaşlanırsa yatıp havlar. Söz konusu atasözü yaşlılık kavramını içermektedir. İnsanın yaşlandığında artık elden ayaktan düştüğü ve sadece konuştuğu köpek ve havlama kavram işaretleri üzerinden anlatılmıştır. Bu atasözü günümüzde de “it kocarsa yatıp havlar” şeklinde Türk boy ve topluluklarında kullanılmaktadır (Yanar, 1997, s. 172). 7. ḳoçu taġında ḳaplan yoḳ, ḳuduġ suvında balıḳ yoḳ Türkiye Türkçesi ile: koçu dağında kaplan yok, kuyu suyunda balık yok. Atasözleri, durum ve olaylara gerçekçi pencereden bakan kalıplaşmış dil ögeleridir. Bu atasözünün temelinde kanaatkâr olma değeri bulunmaktadır. Kanaat sözcüğü, Türkçe Sözlük’te (Türkçe Sözlük, 2011, s. 1293) “elindekinden hoşnut olma durumu, kanıklık, yeter bulma, yetinme, fazlasını istememe, doyum” anlamlarına gelirken, kanaatkârlık sözcüğü ise, “yetingenlik hâli ve kanaatkâr olma durumu” şeklinde tanımlanmaktadır. Anılan atasözünde bulunan bir diğer değer güvenilir olma değeridir. Türkçe Sözlük’te (2011, s. 1012) güven sözcüğü “korku, çekinme ve kuşku duymadan inanma ve bağlanma duygusu, itimat” olarak tanımlanırken güvenilir olma ise, “güven duygusu veren, güvenilen, itimatlı” şeklinde açıklanmış insana özgü değerdir. Özellikle toplum önderlerinin, beylerin, kumandanların sözünden dönmemesi bir başka ifadeyle sözünde durması için bu atasözü kullanılmıştır. Dȋvânu Lugâti’t-Türk’teki şu atasözü aynı değeri taşımaktadır: Künde irük yok begde kıyık yok. Güneşte gedik olmadığı gibi beyin sözünde de cayma yoktur (Ercilasun ve Akkoyunlu, 2015, s. 33). Atasözleri taşıdığı değerlerin yanında aynı zamanda yaşanılan coğrafya ve sosyal hayat ile ilgili bilgileri içermesi bakımından da önem arz etmektedir. Anılan atasözündeki Koçu Dağı yer isminden atasözünün kullanıldığı coğrafyanın Turfan Uygurları’nın yerleşim yeri olan Koço / Turfan bölgesi olduğuna ve Turfan Uygurlarının su temin etmek için su kuyularını kullandığı bilgisine erişilebilir. 8. taġda öz yoḳ say yazıda bel yoḳ Türkiye Türkçesi ile: dağda düzlük olmaz, düzlük yerde bel olmaz. Bir önceki atasözüyle benzer anlama sahip olan bu atasözünde de kanaatkâr olma ve güvenilir olma değeri bulunmaktadır. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O69 K 71 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM Eserin “notlar” bölümünde birbiriyle ilişkili ve şekil olarak da kafiyeler ile birbirlerine bağlı beş atasözü bulunmaktadır. Bu atasözleri şunlardır: 1. teve ḳarı bolsar, bunḳal bolur Deve yaşlanırsa güçsüz olur. 2. ud ḳarı bolsar, murançin bolur Sığır yaşlanırsa sıkıntılı olur. 3. ḳız ḳarı bolsar, ḳıçın körgü Kızın yaşlandığı kıçından belli olur. 4. ḳoynçılar ḳarı bolsar irçin bolur Cariyeler yaşlanırsa erkek gibi olur. 5. er ḳarı bolsar kerçin bolur Erkek yaşlanırsa geveze / çok konuşan olur. Anılan atasözlerinin hepsi yaşlılık / ihtiyarlık kavram alanını kapsamaktadır. O dönemin sosyal hayatında önemli rol oyanayan hayvanların ve kişilerin, yaşlandıklarında ne gibi sıkıntılarla karşılaştığı atasözlerinde anlatılmıştır. Derin tecrübelere dayanarak ortaya çıkmış atasözlerindeki ortak sonuç, yaşlılık döneminin gençlik gibi olmadığı ve belli sıkıntılarla karşılaşılacağıdır. Sonuç ve Öneriler II. Köktürk Kağanlığı yıkıldıktan sonra Uygur yönetimi döneminde Maniheizm, Budizm, Hristiyanlık, İslamiyet gibi dinlerin Türk boy ve toplulukları tarafından benimsenmesi çevirilerin yoğun olduğu bir edebî anlayışın ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Farklı dinlerin etkisiyle yapılan çevirilerle, somut kavram işaretlerinin yanında soyut kavram işaretlerinin bulunması Eski Uygur Türkçesinin söz varlığına olumlu katkı yapmış, zenginleştirmiştir. Eski Uygur edebiyatında dinî-felsefî çeviri eserlerin dışında dinî konuları kapsamayan eserler de verildiği görülmektedir. Turfan Uygur Devleti Dönemi’nde din dışı konularda yazılmış, sivil belgeler olarak adlandırılan belgeler özel mektuplar, hukuk belgeleri, gök bilim, takvim ve yıldız falı üzerine metinler, büyü kitapları, sağlık bilgisi üzerine metinler, atasözleri, duvar yazıları … o dönemin medeniyeti, kültürü, inanışı, dünyayı algılayış biçimi ve dili hakkında bilgiler içermesi bakımından önem arz etmektedir. Türkische Turfan Texte VII’de bulunan Eski Uygur Türkçesi Dönemi’ne ait atasözleri, taşıdığı değerler ve günümüzde geçerliliğini yitirmemesi sebebiyle dikkate değerdir. Bunun yanında atasözleri birçok somut ve soyut kavram işareti içermektedir. Söz konusu atasözleri Uygur Dönemi’nin devamı niteliğindeki Karahanlı Devleti Dönemi’nde yazılan Türkçenin önemli dil yadigârlarından Kutadgu Bilig’deki görüşlerle örtüşmekte, Dȋvânu Lugâti’t-Türk’te bulunan atasözlerine benzemektedir. Türkische Turfan Texte VII’de bulunan atasözleri Türk dili, inanışı, sosyal hayatı, kültürü, medeniyeti hakkındaki bilgileri ve değerleri gelecek kuşaklara aktaran önemli kalıplaşmış dil ögeleridir. Atasözlerinde “erdemli olma”, “doğru/dürüst olma”, “ileri görüşlü/önsezi sahibi olma” “iyiliksever/yardımsever olma”, “kanaatkâr olma”, “kıymet/değer bilme”, “liyakat”, “çalışkanlık/gayretli olma”, “yaşlılık” değerleri tespit edilmiştir. Türkçenin eğitiminde, öğretiminde ve değerler eğitiminde söz konusu atasözlerinin Türkiye Türkçesine ve Türk lehçelerine aktarılıp taşıdıkları değerlerin tespit edilerek genç bireylere kazandırılması değerler eğitiminin amacı olan ideal bir toplumun oluşmasına katkı 72 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 70 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU sağlayacaktır. Günümüz ders kitaplarında kazandırılması amaçlanan değerlerin eski Türk atasözlerinin de kullanılarak aktarılmasının yararlı olacağı düşünülmektedir. Kaynaklar Almas, T. (2010). Uygurlar. (çev. D.A. BATUR). İstanbul: Selenge Yayınları. Alyılmaz, C. (2003). Bugut Yazıtı ve anıt mezar külliyesi üzerine. Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, 3, 11-21. Alyılmaz, C. (2005). Orhun Yazıtlarının bugünkü durumu. Ankara: Kurmay Yayınları. Alyılmaz, C. (2007). (Kök)türk harfli yazıtların izinde. Ankara. Alyılmaz, C. (2012). İslam öncesi Türk eserleri. Türk Dünyası Mimarlık ve Şehircilik Abideleri. (Editörler İlyas Demirci ve İbrahim Terzioğlu). Ankara: Türk Dünyası Mühendisler ve Mimarlar Birliği, 9-108. Alyılmaz, C. (2015). İpek yolu kavşağının ölümsüzlük eserleri. Ankara: Atatürk Üniversitesi Yayınları No: 1063. Alyılmaz, S. (2019). Eski Uygur Türkçesi Dönemi’nde İslam dini çevresinde yazılmış bazı şiirlere kültürel değerler açısından bir bakış. Uluslararası Eğitimde Kültürde Akademik Çalışmalar Sempozyumu, 19-29. Arat, R.R. (1987). Eski Türk hukuk vesikaları. Makaleler (Hazırlayan Osman Fikri Sertkaya). Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, 506-572. Arat, R.R. (1991). Eski Türk şiiri. Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları. Arat, R.R. (2008). Kutadgu Bilig. İstanbul: Kabalcı Yayınevi. Arat, R.R. ve Eberhard, W. (1936). Türkische Turfantexte VII. Berlin: Akademie der Wissenschaften. Barutçu-Özönder, F. S. (2002). Eski Türklerde dil ve edebiyat. Türkler, 3, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 481-501. Caferoğlu, A. (2011). Eski Uygur Türkçesi sözlüğü. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. Clark, L. (1975). Introduction to the Uyghur civil document of East Turkestan (13th-14th CC.). Indiana: Indiana University. Emet, E. (2002). Uygur Türkleri. Türkler, 2, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 233-237. Ercilasun, A.B. (2011). Türk dili tarihi. Ankara: Akçağ Yayınları. Ercilasun, A.B. (2020). Divanu Lugati't-Türk'teki Şiirler ve Atasözleri. İstanbul: Bilge Kültür Sanat. Ercilasun, A.B. ve Akkoyunlu, Z. (2015). Dȋvânu Lugâti’t-Türk giriş-metin-çeviri-notlar-dizin Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. İzgi Ö. (2017). Orta Asya Türk tarihi araştırmaları. Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları. Kafesoğlu, İ. (1984). Türk milli kültürü. İstanbul: Boğaziçi Yayınları. Mert, O. (2009). Ötüken Uygur dönemi yazıtlarından Tes, Tariat-Şine-Us. Ankara: Belen Yayıncılık. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O71 K 73 Nadelyayev, V. M., Nasilov, D. M., Tenişev, E. R. ve Şçerbak, A.M. (1969). Drevnetyurkskiy Slovar. Leningrad: Nauka. Oy, A. (1972). Tarih boyunca Türk atasözleri. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. Özyetgin, A.M. (2014). İslam öncesi Uygurlarda toprak hukuku. İstanbul: Ötüken Neşriyat. Sertkaya, O.F.(1983). Eski Türk atasözleri üzerine. Şükrü Elçin Armağanı. Ankara: Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Armağan Dizisi: 1, 275-292. Şahin, H. (2018). Yahya Kemal Beyatlı’nın eserlerindeki değerler ve bu değerlere yönelik Türkçe öğretmeni adaylarının görüşlerinin incelenmesi. Yayımlanmamış Doktora Tezi, Erzurum: Atatürk Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü. Şahin, N. (2017). Cengiz Aytmatov’un eserlerinin değerler eğitimi bağlamında incelenmesi ve ortaokul Türkçe ders kitapları için metin önerileri. Yayınlanmamış Doktora Tezi, Erzurum: Atatürk Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü. Tekin, Ş. (2014). İştikakçının köşesi Türk dilinde kelimelerin ve eklerin hayatı üzerine denemeler. İstanbul: Dergâh Yayınları. Tezcan, S. (1978). En Eski Türk Dili ve yazını. Bilim, Kültür ve Öğretim Dili Olarak Türkçe, Ankara, 271-323. Türk Dil Kurumu (2011). Türkçe sözlük. Ankara: Türk Dil Kurumu. Useev, N. (2011). Yenisey cazma estelikteri I: leksikası cana tekstter. Bişkek. Yamada, N. (1993). Sammlung Uigurischer Kontrakte I-II-III. (ed. by J. Oda vd.). Osaka: Osaka University Press. Yanar, A. (1997). Hayvan motifli atasözleri ve deyimlerimiz. Erdemli: Devran Matbaacılık. 72 IRK BİTİG’DE KAVRAMLARIN İŞARETLENMESİ İsmail EMİRŞAH Öz Merak insan zihninin en önemli unsurlarından biridir. En eski tarihlerden itibaren insanoğlu; geçmişi, geleceği ve içinde bulunduğu zamanı neden ve sonuçlarıyla merak etmiştir. Bu sebeple geleceği merak eden insanlar arasında fal ve falcılık yöntemleri ortaya çıkmıştır. Bu durum bazı toplumlarda inanç sistemi ile anılsa da birçok inanç sistemi fal vb. uygulamaları hoş karşılamamış ve reddetmiştir. Buna rağmen ortaya çıkan bu ilgi sonucunda birçok yazılı eser ortaya çıkmıştır. Eski Türkçe döneminde (Kök)türk harfleriyle kâğıda yazılan Irk Bitig bu yazılı eserlerin en önemlilerinden biridir. Bu eserdeki dinî unsurların varlığı genel olarak iyilik-kötülük ve kurtarıcılık kavramları üzerinde birleşir. İyilik ve kötülük, fal ve kehanet çıkarımlarında verilen temel unsurdur. Bundan dolayıdır ki Irk Bitig’de neredeyse bütün fallar bu iyidir veya bu kötüdür çıkarımlarıyla bitmektedir. Eserde şamanlar ve onların kurtarıcılığıyla ilgili belirtilerin olması, gelecekte olacak iyi ve kötü şeylerden haber verilmesi Irk Bitig’in Şamanizm, Manihaizm ve Budizm etkisinde yazılan bir fal kitabı olduğunu göstermektedir. Bu çalışmada tahminen 930 yılında ve (Kök)türk harfleriyle yazılmış olan Irk Bitig’deki kavramların işaretlenmesinin tespiti amaçlanmış ve bir sınıflandırmaya gidilmiştir. Anahtar Sözcükler: Irk Bitig, fal, yapım eki, kök veya köken, öge. WORD FORMATION OF IRK BİTİG Abstract Curiosity is one of the important elements of the human mind. Human beings from the earliest dates; he wondered about time, the time he was in with its causes and consequences. For this reason, fortune telling methods have emerged among people who are curious about the future. Although this situation is mentioned together with the belief system in some societies, many belief systems etc. applications were not welcomed and rejected. Despite this, this written emerged. Irk Bitig, written with (Kök)türk letters on paper in the ancient Turkish period, is one of the most important of these written works. The religious elements in this work generally converge on the concepts of good-evil and salvation. Good and evil are the basic elements given in fortune telling and divination inferences. That is why almost all horoscopes in Irk Bitig end with the conclusion that this is good or bad. The fact that there are signs of shamans and their salvation and giving good and bad news in future shows Irk Bitig, a fortune-telling life written under the influence of Shamanism, Manichaeism and Buddhism. This source was intended to mark the concepts in Irk Bitig, which was written in 930 (Kök)türk letters, and a classification was made Keywords: Irk Bitig, fortune telling, derivation suffix, root or origin, element.  Yüksek Lisans Öğrencisi; Bursa Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, [email protected]. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 75 73 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM Ø. Giriş Merak insan zihninin en önemli unsurlarından biridir. Merak etme ve bunun sonucunda öğrenme isteği, insanın zihnindeki sorulara cevap bulma gereksiniminin bir ürünüdür. İnsan geçmişi, geleceği ve içinde yaşadığı evreni neden ve sonuçlarıyla merak eder. Bu duygu, öylesine güçlüdür ki önüne geçilmesi de bu anlamda mümkün değildir. Zaman bakımından ileride olanı, gerçekleşmesi beklenen zamanı karşılayan gelecek de bu yönüyle merak duygusunun öncelikli ilgi sahasını oluşturur (Kılıç, 2018, s. 99). İnsan tarihinin başlamasından itibaren her toplumda ilerleme ve gelişmenin ana maddesini merak duygusu oluşturduğu gibi birçok zaman merak duygusu insanlara geleceğe hükmetme, var olanı arama, ölüm vb. konulardan dolayı bazı işaretleri takip ederek bilgi edinme yoluna sokmuştur. İlkel toplumlardan günümüz modern toplumlarına kadar insanların merak duygusu olarak bu yöntemleri kullanmasıyla ilgili Mehmet Şükrü Nar şunları nakletmiştir: İlkel toplumlardan günümüz modern toplumlarına kadar insanlar, doğaüstü inanışlara hiç olmadığı kadar ilgi duymuş ve onun gizeminden etkilenmişlerdir. Örneğin, bir taş ya da nesnenin veyahut sayının uğur olarak kabul edilmesi ve bir nevi kutsallaştırılması, bunun karşıtı olarak bir materyalin uğursuz kabul edilmesi gibi. Ancak bunların yanında, insanın bilinmezliğinin çekiciliği içinde ona olan merakı tüm yukarıda sayılan inanışların önüne geçmiştir. Hatta bazı ilkel ve geleneksel toplum yapılarında geleceğe yönelik öngörü o topluluk açısından psikolojik ve ekonomik bir ihtiyaç olmuştur. Öyle ki, kabileler arası savaşa karar verme, insan kurban edilmesi ya da bir afet veya kıtlığın oluşması gibi olaylarda kâhin olarak adlandırılan ve gelecekten haber verdiklerine inanılan kişilerden yardım istenmiştir (Nar, 2014, s. 508). Geleceği merak etme insanlar arasında fal1 ve falcılık yöntemlerini ortaya çıkarmıştır. Fal genel olarak insanların gelecekten haber almaları için nesnelerden anlam çıkarmaları işidir. İnsanlar ilkçağlardan beri geleceklerinin kimi belirtilerden öğrenilebileceğine inanmışlardır (Hançerlioğlu, 2000, s. 152). Celal Beydili, belirli koşulara uyulduğu taktirde, insanın kendi kaderi hakkında bilgi sahibi olabileceği inancı, falcılığın temelini oluşturduğunu belirtir ve bir falın mitolojik görüşlü bir insanın gözünde daha doğru bilgi verebilir, hatta gerçekliği bile değiştirebileceğini aktarır (Beydili, 2004, s. 211). Bunun yanında fal ile ilgili belirtilen bu bilgilerin tarihsel birçok dayanağı vardır. Ayşe Duvarcı bu konuda şunları aktarır: Fal ve falcılık tarihine baktığımızda antik çağda, Mısır’da, Babil’de, Çin’de, Kalde’de astroloji ve el falı gibi metotların uygulandığını görmekteyiz. Buralarda falcılık hem dinin hem de hekimliğin tamamlayıcı bir bölümü olarak rahipler tarafından yürütülmüştür. Ayrıca Kitab-ı Mukaddes’in Eski Ahid bölümü, Yakup, Yusuf ve Firavun’un rüyaları gibi gelecekten haber veren rüyaları, Yeni Ahit bölümü de Mağusların ve Plâtus’un eşinin rüyalarını anlatmaktadır. Eski Roma’da Collegium Augurum adını taşıyan ve Roma imparatoru tarafından atanan kâhinler kurulu, Augurum düşüncesi adı verilen ve gizli tutulan geleceği bilme ilmi ile uğraşırlardı. Augurlar geleceği öğrenmek için kuş ve diğer hayvanların davranışlarından, gökyüzünün durumundan çeşitli anlamlar çıkarırlar, işin olumlu ve olumsuz olacağını tespit ederlerdi. Bunlar devletin her işini durdurabilecek kadar güçlüydüler (Duvarcı, 2001, s. 118).2 Ayrıntılı bilgi için bk. Çelebi, İ. (1995). Fal. İslam Ansiklopedisi, 12, 138-139. Duvarcı bu çalışmasında Eski Kültürlerde Fal, Türk Geleneği İçinde Fal ve Fal Kitapları ve İslâm’a Göre Fal alt başlıkları altında falcılığın tarihsel gelişimini örneklerle açıklamıştır. Ayrıntılı bilgi için bk. Duvarcı, A. (2001). Halk kültürü uygulamalarından biri olan fal geleneğinin değerlendirilmesi. Erdem, 13(37), 117-130. 1 2 76 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 74 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU Bazı inanç sistemlerinde fal ve falcılık metotları hoş karşılansa da İslamiyet’te bu uygulamalar hoş karşılanmamış ve reddedilmiştir. Bu, daha sonra değineceğimiz iyiliğe veya kötülüğe sevk etme durumuyla da ilgilidir. Bunun yanında İslamiyet’te sosyal hayatta hayra yorulmayan şeyler de hoş karşılanmamış, “Her işte bir hayır vardır.” söylemi İslam toplumlarında çokça kullanılmıştır. Kur’an-ı Kerim’de, gayb olarak belirtilen yani bilinmeyeni Allah’tan başka kimsenin bilemeyeceğini, kendilerine vahiy gelmedikçe peygamberlerin ve meleklerin dahi habersiz olacakları nakledilir (En’âm, 6/50). Bu konuyla ilgili ayet ve hadislerden bazıları şunlardır: Ey iman edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar (putlar), fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir; bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz (Mâide 90; Aydemir, 2018, s. 161). De ki ‘Göklerde ve yerde olan gaybı, Allah’tan başka bilen yoktur.’ (Neml 68; Aydemir, 2018, s. 162). Ebû Hureyre'nin, Peygamberimiz (s.a.s.)'den naklettiği başka bir hadiste; ''Tıyara yoktur, daha hayırlı olan fe'l vardır." buyurdular. Ebu Hüreyre; Fe'l nedir ey Allah'ın Resulu diye sorunca 'Sizden birinizin işittiği salih sözdür' dedi (Buhâri, Tıb, 44). Kim bir kâhine gider, dediklerini doğrularsa; şüphesiz ki Muhammed’e indirilmiş olanı inkâr etmiş olur (Ebu Davud, Tıb, 3904). Eski Türk inanç sistemlerinde Türkler de varlıklarını sorgulamışlar, geleceği merak etmişler, iyiyi ve kötüyü öğrenme merakı içinde olmuşturlar. Eski Türklerde toplumsal bir ihtiyaç olarak bu yönlendirilme ihtiyacı fal ile uğraşan şamanlara verilmiştir (Seçkin, 2015, s. 1433-150). Alimcan İnayet, şaman ve falcılık ilişkisi için “Falcılık Uygur şamanlarının en çok uğraştıkları işlerden biridir. Bunun temelinde insanların gelecekte olacak iyi veya kötü şeyleri önceden öğrenme merakı yatmaktadır” demiştir (İnayet, 2013, s. 46). Abdülkadir İnan ise Altay şamanistlerinde kamdan başka “ırımcı” denilen saralı hasta adamların bulunduğunu, saraları tuttuğunda gaipten haber verdiklerini belirtir ve şamanistler arasında fal için “tölge” kelimesinin kullanıldığını ifade eder (İnan, 1986, s. 151). Celal Beydili ise Türkistan şamanının diğer bir adı olan “falbin”in bu coğrafyada şamanın görevlerini yerine getirdiğini ve sonraki dönemlerde başlı başına bir sanat olduğunu ifade eder (Beydili, 2004, s. 211). Bunun yanında eski Türklerde birçok fal çeşidi bulunmaktadır. Kemik falı, kumalak falı, fincan falı, yay falı, yada taşı falı, köpük falı, kaşık ve eldiven falı, ateş falı ve yıldız falı bunlardan bazılarıdır (Gülhan, 2015, s. 199-200). Her toplumda olduğu gibi Türk toplumlarında da bu konulara ilgi çok fazla olmuştur. Bundan dolayı yukarıda bahsedilen uygulamaya dayalı fal çeşitlerinin dışında yazılı metin de ortaya konmuştur. Daha sonraki dönemlerde ise Türk Edebiyatında kıyafetnameler ve seğirnameler ortaya çıkmıştır. İnsan vücudu ve azalarının hareketleri, seğirmesi ile o insanın geleceği ile ilgili tahminlerin yapılmasını konu alan eserlere seğirname; kişilerin dış görünüşünden ahlâk ve karakter yapıları hakkında çıkarılan yargıları konu alan eserlere ise kıyafetname denir (Kılıç, 2018, s. 97-98; Pala, 2014, s. 128). Anadolu sahasında yukarıda bahsedilen türlerin dışında şairlerin bakış açısıyla remil denilen bir tür ortaya çıkmıştır. Remil falı, kum üzerine parmakla veya kâğıt üzerine kalemle birtakım noktalar sıralanıp çizgi çekilerek gelecekten haber vermeye dair bir ilimdir (Aydemir, 2018, s. 159-180). Bu ilim Anadolu sahasında birçok şairi etkilemiş ve meslek grubu oluşturmuştur. Hatta 15. yüzyılın en B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O75 K 77 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM büyük şairlerinden Zâtî yaşamının bir bölümünü remilcilik yani falcılık yaparak geçirmiştir (Mengi, 2013, s. 166). Zâtî bir beytinde remilden şu şekilde bahseder: Gönülde şevk ile mihr-i ruhun tutdum didi remmâl Zamîrün ey gözüm nûrı güneş gibi ‘ayân ancak (Zâtî G. 638/2; Aydemir, 2018, s. 163). 1. Irk Bitig Hakkında Irk Bitig ya da “Fal Kitabı” eski Türk runik yazısı ile kitap biçiminde yazılmış ve bize kadar gelebilmiş tek Eski Türkçe yapıttır (Tekin, 2017, s. 13). Irk kelimesi Dîvânu Lügâti’tTürk’te kehanet, fal, insanın içindeki gizli şeyleri ortaya çıkarmak olarak geçmektedir (Ercilasun ve Akkoyunlu, 2018, s. 20). Eserin adı 66. ırkta şu şekilde geçer: amtı amrak oglanım an͡ça bilin͡gler bu ırk bitig edgü ol an͡çıp alku kentü ülügi erklig ol: Şimdi, sevgili çocuğum, şöylece biliniz: Bu fal kitabı iyidir. Fakat, (yine de) herkes kendi kaderi üzerinde güç sahibidir (IB 66; Tekin, 2017, s. 26). Irk Bitig genel itibarıyla 65 ırk ve kısa bir hatimeden oluşmaktadır. Bugüne kadar bilim dünyasında metnin telif edildiği yer, telif tarihi ve dinî niteliği hakkında ortak bir düşünceye varılamamıştır (Stebleva, 1998, s. 196). Eserin tercüme olduğuna dair görüşler de vardır.3 Eser hakkında Talat Tekin şunları nakleder: Irk Bitig’in biricik yazma nüshası Londra’da British, Museum’da, Elyazmaları bölümünde, 8212 numara ile kayıtlıdır. Yazma sarı renkli, iyi kaliteli kalın bir Çin kâğıdı üzerine yazılmıştır. Yazma elli yedi yapraktan ibarettir. Kitapçığın boyu 1,36 cm, eni de 8 cm’dir. Varaklar alt taraflarından zamkla yapıştırılmıştır. Kitap ciltli değildir. Çok fazla okunduğu için dış yaprakları ve sayfa kenarları oldukça yıpranmış ve kırışmıştır. Türkçe metin beşinci yaprağın art sayfasında başlamakta ve elli yedinci yaprakta sonra ermektedir. Buna göre, Türkçe metin104 küçük sayfadan ibaret olmaktadır. Kitabın son iki sayfasında kırmızı renkli mürekkeple yazılmış kısa bir hatime vardır. Yazmanın ilk dokuz sayfasıyla son üç sayfasının aslında boş olduğu, bu sayfaların daha sonra Çince yazılarla doldurulduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca, Türkçe metnin son üç sayfası ile 1. ve 101. sayfaların kenarlarında da Çince yazılar vardır. Kitabın adı 101. sayfada Irk Bitig (Fal Kitabı) olarak belirtilmiştir. Irk Bitig’in yazarına ve kim için yazıldığına gelince, önceleri bu kitabın İsig Sangun ile İtaçuk adlarında iki Budist mürit için yazıldığı sanılıyordu. Son yıllarda Irk Bitig’in hatime kısmını inceleyen Hamilton bu küçük kitabın Taygüntan Manastırı’nda genç bir mürit tarafından ağabeyi Sangun İtaçuk için yazılmış olduğunu açıkça ortaya koymuştur (Tekin, 2017, s. 13). Irk Bitig hakkında araştırmacılar arasında tartışılan ve uzlaşılamayan konulardan biri de eserin dinî niteliği meselesidir. Bu konuyla ilgili İ. V. Stebleva şunları aktarır: Thomsen ve onun ardından A.V. Gabain, eserde Manihey cemaatine ait ögelerin ve unvanların zikredildiği bu sonlamadaki bilgilerden hareketle Irk Bitig’i Manihey eserlerden saymışlardı; kaldı ki A.v. Gabain, metinde Manihaizm’e ait hiçbir izin bulunmadığını da kendisi tespit etmişti. S. E. Malov ise, yazmanın sonlamasında 3 Alman Türkologlar Will Bang ve Annemarie Von Gabain, Irk Bitig'deki şiirlerin, "I Ching"in tercümesi olduğunu ifade etmiştir. Ayrıntılı bilgi için bk. http://turkish.cri.cn/757/2010/11/30/1s129834.htm. 78 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 76 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU verilen bilgilere rağmen Irk Bitig’i Şamanizm’e ait bir metin olarak değerlendirmişti (Stebleva, 1998, s. 198). Eserdeki dinî unsurların varlığı genel olarak iyilik-kötülük ve kurtarıcılık kavramları üzerinde birleşir. Aslında iyilik ve kötülük, fal ve kehanet çıkarımlarında verilen temel unsurdur. Zaten Irk Bitig’de neredeyse bütün fallar bu iyidir veya bu kötüdür çıkarımlarıyla biter. Mani dini; iki prensip, iyi-kötü, karanlık-aydınlık, nur-zulmet üzerine kurulmuştur ve yaşadığımız dünya iyi ve kötü unsurların birleşmesinden meydana gelmiştir (Artun, 2007, s. 7). Stebleva çalışmasında bunu düalizm4 terimiyle net bir şekilde açıklar ve şunları aktarır: Düalizm (ikicilik), “bu iyidir” veya “bu kötüdür” çıkarımlarla sona eren kısa vakaların bulunduğu 65 bölümden ibaret olan Irk Bitig’in bizzat kendi kuruluşunda da görülmektedir; mamafih bu, metnin Manihaizm kaynaklı olduğunu göstermekle kalmaz, aynı zamanda onun işlevsel hedeflerini de ifade eder, zira eser her şeyden önce pratik amaçlı fal metinlerinin bir külliyatıdır (Stebleva, 1988, s. 199). Bununla birlikte Manihaizm birçok evrensel dini içinde barındırmaktadır. Hristiyanlık başta olmak üzere; Budizm ve Mezopotamya dinlerinden birçok unsuru içine almakta ve senkretik5 bir karakter oluşturmaktadır (Artun, 2007, s. 7). Özellikle şamanların koruyucu ve kurtarıcı bir kimliğe bürünmesi6, gelecekte olacak iyi ve kötü şeyleri haber vermesi eserin Şamanizm-Manihaizm-Budizm üçgeninin etkisinde yazıldığını göstermektedir. Bu eserde esas itibarıyla Irk Bitig’teki kavramların işaretlenmesi amaçlanmıştır. Bu çalışmada kavramlar işaretlenirken metin örnekleri Talat Tekin’in Irk Bitig adlı eserinden alınmış, sınıflandırma yapılırken ise Cengiz Alyılmaz’ın Orhun Yazıtlarının Söz Dizimi ve Semra Alyılmaz’ın Prens Kalyanamkara ve Papamkara Hikâyesinin Uygurcasının Söz Dizimi adlı çalışmalar esas alınmıştır. Bu eserler dışında çalışmada Cengiz Alyılmaz’ın Eski Türkçenin Lügati, Ahmet Caferoğlu’nun Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü, A. von Gabain’in Eski Türkçenin Grameri ve Kemal Eraslan’ın Eski Uygur Türkçesi Grameri adlı eserlerden sıkça yararlanılmıştır. 2. Irk Bitig’de Kavramların İşaretlenmesi 2.1. Kök veya Köken Hâlindeki Ögeler Bu dil ögeleri: ögeleri -1. Türkçe olduğu bilinen fakat daha küçük anlamlı ve görevli parçalara ayrılamayan dil -2. Başka dillerden alınan dil ögeleri olmak üzere iki grupta incelenecektir (Alyılmaz, 1994, s. 2). 4 Bir felsefe terimi olan Düalizm kelime anlamı itibarıyla ikicilik demektir. Ruh ve madde, iyilik ve kötülük, vb. gibi, her şeyde birbirinden bağımsız, genellikle de birbirine karşıt iki ilkenin var olduğunu öner süren görüştür. 5 Senkretizm; birbirinden ayrı düşünce, inanış veya öğretileri kaynaştırmaya çalışan felsefe sistemidir. 6 Konuyla ilgili ayrıntılı bilgi için bk. Doğru, F. (2020). Kuanşi im pusar’da kavramların işaretlenmesi. BUGU Dil ve Eğitim Dergisi, 1, 20-48. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O77 K 79 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM 2.1.1. Türkçe Olduğu Bilinen Fakat Daha Küçük Anlamlı ve Görevli Parçalara Ayrılamayan Dil Ögeleri Irk Bitig Türkçenin bilinen dil bilgisi kuralları doğrultusunda değerlendirildiğinde bu ölçüde birçok örnek karşımıza çıkmaktadır. Irk Bitig’de karşılaşılan bu tür örneklerin tümü alınmamış sadece bir kısmı aşağıda verilmiştir. tur-: toplan-, dur-, çık-, yüksel- (ETL) üze tuman turdı asra toz turdı kuş oglı uça āztı kiyik oglı yügürü āztı kişi oglı yorıyu āztı: Yukarıdan sis bastırdı, aşağıdan toz kalktı. Kuş yavrusu uçup yolunu kaybetti, geyik yavrusu koşup yolunu kaybetti, insan oğlu (da) yürüyüp yolunu kaybetti (IB 15; Tekin, 2017, s. 20, 29). iç-: iç- (EUTG) özlü͡k at ön͡g yirde arıp on͡gu͡p turu kalmış ten͡gri küçin͡ge tag üze yol sub körüpen yiş üze yas ot körüpen yorıyu barıpan sub içipen yāş yipen ölümde ozmiş tir an͡ça bilin͡gler edgü ol: (Bir) binek atı çölde yorgunluktan (ve susuzluktan) bitkin hâlde kalakalmış. (Sonra) Tanrının inayeti ile dağ üstünde yol (ve) su görerek, dağ çayırında (da) taze ot görerek yürüyüp gitmiş; su içip taze (ot) yiyerek ölümden kurtulmuş, der. Öylece biliniz: (Bu fal) iyidir (IB 17; Tekin, 2017, s. 20, 29). kişi: kişi, eş, kul, prenses (ETL) āla atlıg yol ten͡gri men yarın kiçe eşür men utru eki yalıg kişi oglın so͡kuşmis kişi korkmiş korkma timiş kut birgey men timiş an͡ça bilin͡g edgü ol: Alaca atlı yol tanrısıyım. Sabah akşam (atımla) rahvan gidiyorum. (Bu yol tanrısı) güler yüzlü iki insanoğluna rastlamış. İnsanoğulları korkmuş. (Yol tanrısı) Korkmayın demiş, (size) kut vereceğim demiş. Öylece biliniz: (Bu fal) iyidir (IB 2; Tekin, 2017, s. 19, 27). ab: av (ETG) er abka barmiş tagda kamılmiş ten͡gride erklig tir an͡ça bilin͡gler yabız ol: Adam(ın biri) ava gitmiş. Dağda (yürürken) düşmüş. Kudretli (Tanrı) göklerde, der. Öylece biliniz (IB 12; Tekin, 2017, s. 20, 28). biş: beş (EUTG) bars yıl ekinti ay biş yigirmike taygüntan manıstıntakı kiçig di[n]tar burua guru esid içimiz isig san͡gun itaçu͡k üçün bitidim: Kaplan yılında, ikinci ayın on beşinde, Taygüntan manastırında, (ben) genç dindar (mürit), mürşit kahinden işitip, ağabeyimiz aziz Sangun İtaçuk için (bu kitabı) yazdım (IB 67; Tekin, 2017, s. 26, 34). sü: ordu; savaş (ETG) kan süke barmis yagıg san͡çmiş köçürü konturu kelir özi süsi ögire sebinü ordusın͡garu kelir tir an͡ça bilin͡gler edgü ol: Bir han sefere çıkmış, düşmanı mızraklamış. (Askerlerini) göç ettire kondura geliyor. Kendisi ve askerleri neşe ve sevinç içinde karargahına doğru geliyor, der. Öylece biliniz: (Bu fal) iyidir (IB 34; Tekin, 2017, s. 22, 30). il7: il, memleket; devlet; hükümdar (EUTS) Şinasi Tekin; il kelimesinin başlangıçta sadece “barış ve barış hâli” manasında kullanıldığını, daha sonraki devirlerde “barış içinde yaşayan boylar, kabileler” ve bu tasavvura sıkı sıkıya bağlı olarak “devlet”, “ülke”, “halk”, 7 80 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 78 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU kan oluru͡pan ordu yapmiş ili turmis tört bolun͡gtakı edgüsi uyurı tirilipen men͡gileyür bedizleyür tir an͡ça bilin͡qler edgü ol: (Bir) han tahta oturup (kendine) bir saray yap(tır)mış. Devleti ayakta kalmış. (Ülkesinin) has ve muktedir adamları (etrafında) toplanmış, (sarayını) neşe içinde süslüyorlar, der. Öylece biliniz: (Bu fal) iyidir (IB 28; Tekin, 2017, s. 22, 30). beg8: bey, efendi; şehzade, prens; erkek, eş, koca (EUTS) kul sabı begin͡gerü ötünür kuzgun sabı ten͡grigerü yalbarur üze ten͡gri eşidti asra kişi bilti tir an͡ça bilin͡g edgü ol: Kölenin sözü beyinden ricadır, kuzgunun sözü Tanrı’ya yakarıştır. (Bunları) yukarıda Tanrı işitti, aşağıda insan bildi, der. Öylece bilin: (Bu fal) iyidir (IB 54; Tekin, 2017, s. 25, 33). alp9: yiğit, cesur; şiddetli (tehlike); güç, zor, müşkül (EUTS) alp er oglı süke barmiş sü yirinte erklig sabçı törütmiş tir ebin͡gerü kelser özi atanmıs ögrün͡çülüg atı yitiglig kelir tir an͡ça bilin͡qler an͡yıg edgü [ol]: Yiğit bir adamın oğlu savaşa gitmiş. Savaş alanında (kendine) güçlü bir sözcü türetmiş, der. Evine doğru gelirken kendisi ve ünlü ve mutlu, atı (da) yetkin olarak geliyor, der. Öylece biliniz: (Bu fal) iyidir (IB 5; Tekin, 2017, s. 19, 27). 2.1.2. Başka Dillerden Alınan Dil Ögeleri En geniş manasıyla dil, canlı veya canlı sayılabilecek varlıkların çevreleriyle ve bilhassa hemcinsleriyle bilgi alışverişinde bulunabilmeleri için bunların her türlü ihtiyaç, imkân ve kabiliyetlerine göre geliştirilmiş çok hususî ve bazen oldukça teferruatlı kuruluşa sahip karşılıklı haberleşme takımıdır (Stalin, 1967, s. 15). Bir toplumun başka toplumlarla hiçbir ilişki kurmaksızın yaşaması nasıl olanaksız ise, bir dilin yabancı dillerden hiç etkilenmeden yaşaması da öylece olanaksızdır (Aksan, 2018, s. 135). Yaşadığı kültür çevresi kişinin ihtiyaçlarını karşılamada eksik kalmaya başladığında insan yakın çevresinden başlamak üzere diğer kültürlere başvurmaya başlar ve bu kültürlerle etkileşime girmeye başlar (Çoban, 2020, s. 2). Bahsedilen bu ilişkilerin derecesi arttığı ölçüde birtakım ses, kelime ve söz dizimi özellikleri dile girmekte, o dili etkilemektedir. Irk Bitig’de başka dillerden alınan ve dönemin sosyal, kültürel, siyasî ve dinî durumunu yansıtan dil ögeleri bulunmaktadır. tensi (<Çin. t’ien-tzu): göğün oğlu, Çin İmparatorunun unvanı (Tekin, 2017, s. 61). tensi men yarın kiçe altun örgin üze oluru͡pan men͡gileyür men an͡ça bilin͡gler edgü ol: Göğün oğluyum (Çin imparatoruyum). Sabah akşam altın taht üzerinde oturarak mutlu oluyorum. Öylece biliniz: (Bu fal) iyidir (IB 1; Tekin, 2017, s. 19, 27). çıntan (<Skr. candana): sandal ağacı (Tekin, 2017, s. 52). ürün͡g esri togan kuş men çıntan ıgaç üze oluru͡pan men͡gileyür men an͡ça bilin͡gler [edgü ol]: Ak benekli şahin kuşuyum. Sandal ağacı üzerinde oturarak mutlu oluyorum. Öylece biliniz: Bu fal iyidir (IB 4; Tekin, 2017, s. 19, 27). “yabancı insanlar” olarak kullanıldığını belirtir. Bu kelime bugün il ve el olarak yaşamaktadır. İl anlamıyla vilayet, şehir; el anlamıyla ise yabancı, ülke-yurt, halk-ahali, oba-aşîret anlamlarıyla kullanılmaktadır (Tekin, 2016, s. 96111). 8 Ayrıntılı bilgi için bk. Donuk, A. (1984). Eski Türk devlet teşkilâtında “bey” unvanı ve tarihî gelişmesi. Marmara Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türklük Araştırmaları Dergisi, 1, 81-90. 9 Alp kelimesinin kullanım alanları hakkında bilgi için bk. User, H. Ş. (2006). Eski Türkçede bazı unvanların yapısı üzerine. Bilig. 39, 219-238. Ayrıca bu kelimenin bir unvan olarak da kullanımı için bk. Köprülü, M.F. (1939). Eski Türk unvanlarına ait notlar. Türk Hukuk ve İktisat Tarihi Mecmuası. C. II. 17-31. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O79 K 81 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM kunçuy (< Çin. kung-çu): prenses (Alyılmaz, 1994, s. 4). üçün͡ç kun͡çuyı urılanmis beglik yaragay tir men͡gilig beg er ermiş an͡yıg edgü ol: Üçüncü prensesi (bir) oğlan doğurmuş. (Buna da) beylik yaraşır (diye düşünmüş), der. (Anlaşılan) mutlu (bir) beymiş. (Öylece biliniz) Bu fal çok iyidir (IB 5; Tekin, 2017, s. 19, 27). burua ( <O. Far. murw’): fal, kehanet (Tekin, 2017, s. 52). di[n]tar10 (<Soğd.): mani dinine inanan, dindar (Tekin, 2017, s. 52). guru11 (<Skr. burua): ruhanî lider (Tekin, 2017, s. 54). taygüntan (<Çin. Tay-un T’ang): yer adı, manastır adı ‘’Salle du Grand Nuage’’ (Hamilton, 1975, s. 13-14). san͡gun (sengün < Çin. tsiang-kün): general (Gabain, 2007, s. 293). bars yıl ekinti ay biş yigirmike taygüntan manıstıntakı kiçig di[n]tar burua guru eşid[ip] içimiz isig san͡gun itaçu͡k üçün bitidim: Kaplan yılı(nda), ikinci ayın on beşinde Taygüntan manastırında , (ben) genç dindar (mürit), mürşit kahinden işitip, ağabeyimiz aziz Sangun İtaçuk için (bu kitabı) yazdım (IB 67; Tekin, 2017, s. 26, 34). Tablo 1: Kök veya köken hâlindeki ögelerin sayısal verileri Türkçe kökenli dil ögeleri 457 %98,28 Yabancı kökenli dil ögeleri 8 %1,72 465 %100 Toplam madde başı 2.2. Gövde Hâlindeki Ögeler Türkçede görevli dil unsurlarının temsil eden biçimbirimlerin bir kısmı diğer kök veya görev hâlindeki eklerle birleşerek yeni gövde hâlindeki unsurları yaratabilirler. Bundan dolayı bu eklere yapım ekleri adı verilir. Irk Bitig’de yapım eklerini dört grupta incelenmek mümkündür: -1. Fiilden Fiil Yapım Ekleri -2. İsimden Fiil Yapım Ekleri -3. Fiilden İsim Yapım Ekleri -4. İsimden İsim Yapım Ekleri (Alyılmaz, 1994, s. 5). 2.2.1. Fiilden Fiil Yapım Ekleri -1. /-mA-/ Türkçede en çok kullanılan eklerden biridir. Fiillerden olumsuz fiiller türetir. Türkçede fiillerde olumsuzluk /-mA-/ ve /değil/ ile gösterilirken fillerin olumlu şekilleri işaretsizdir (Gemalmaz, 2010, s. 276). Şinasi Tekin bu ekin aslında Toharca bir olumsuzluk edatı olduğunu Bu kelime; Gülensoy, T. (2011). Türkiye Türkçesindeki Türkçe sözcüklerin köken bilgisi sözlüğü. C. II. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları’nda, Eren, H. (1999). Türk dilinin etimolojik sözlüğü. Ankara: Bizim Büro Basım’da ve Tietze, A. (2002). Tarihî ve etimolojik Türkiye Türkçesi lügati. İstanbul: Simurg Yayınları’nda yoktur. 11 Bu kelimenin Türkçeye aktarımını Eraslan, 2012, s. 633’te ‘’öğretmen’’ şeklinde vermiştir. 10 82 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 80 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU söyler. Vurguyu kabul etmeyip kendinden bir önceki heceye atan, belli gramer fonksiyonu olan ve iştikakı yapılabilen dil birimleri yani ekler müstakil kelimelerden ekleşmek suretiyle meydana gelmişlerdir. Öyleyse -mA- olumsuzluk eki vaktiyle müstakil bir kelime olmuş, yani sonradan ekleşmiş olabilir (Tekin, 2016, s. 45). kal-ma-: kalmakod-ma-: koyma-, bırakmaulug eb örtenmiş katın͡ga tegi kalmadu͡k bü͡kin͡ge tegi kodm[ad]u͡k tir: Büyük (bir) ev yanmış. Katına kadar (sağlam yeri) kalmamış, köşe bucağına kadar (yanmadık yeri) kalmamış, der (IB 9; Tekin, 2017, s. 20, 28). ayın-ma-: korkmakork-ma-: korkmaāk at karşısın üç boluqta talulapan aqınka ötügke ıdmiş tir korkma edgüti ötün ayınma edgüti yalbar tir: Kır at, rakibini üç arayışta seçerek bir dilsize duaya yollamış, der. Korkma, iyi dua et; korkma, iyi yalvar der (IB 19; Tekin, 2017, s. 21, 29). tuy-ma-: duymau-ma-: muktedir olmamaturn͡ya kuş tüşnekin͡ge konmiş tuymatın tuzakka ilinmiş uça umatın olurur tir: Turna kuşu tüneğine konmuş. Farkına varmadan tuzağa takılmış, uçamadan oturuyor, der (IB 61; Tekin, 2017, s. 25, 33). -2. /-d/ İşlek bir ek değildir. Genellikle fiil köklerine gelerek anlamı kuvvetlendir (Alyılmaz, 1994, s. 5). ı-d-: gönderāk at karşısın üç boluqta talulapan aqınka ötügke ıdmiş tir korkma edgüti ötün ayınma edgüti yalbar tir: Kır at, rakibini üç arayışta seçerek bir dilsize duaya yollamış, der. Korkma, iyi dua et; korkma, iyi yalvar der (IB 19; Tekin, 2017, s. 21, 29). ko-d-: koyuzun tonlug idişin ayakın kodupan barmiş yana edgüti sakınmiş idişimte ayakımta ön͡gi kan͡ça barır men tir: Bir kadın kabını kacağını bırakıp gitmiş. Sonra iyice düşünmüş. Kabımdan kacağımdan ayrı nereye gidiyorum ben demiş (IB 42; Tekin, 2017, s. 23, 31). -3. /-KUr-/ Yaptırım ekidir (Gabain, 2007, s. 59). Fiil kök veya gövdelerine gelerek yaptırımlı fiil türetirler. yü-gür-: koşüze tuman turdı asra toz turdı kuş oglı uça āztı kiyik oglı yügürü āztı kişi oglı yorıyu āztı: Yukarıdan sis bastırdı, aşağıdan toz kalktı. Kuş yavrusu uçup yolunu kaybetti, geyik yavrusu koşup yolunu kaybetti, insanoğlu (da) yürüyüp yolunu kaybetti (IB 15; Tekin, 2017, s. 20, 28). B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O81 K 83 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM od-gur- : uyandırtur-gur-: kaldırtitir bugra men ürün͡g köpükümin saçar men üze ten͡grike tegir asra yirke kirür tir udıgmag odguru yatıglıg turguru yorıyur men: Dişi deve(li) (bir) erkek deveyim. Ak köpüklerimi (ağzımdan öyle) saçarım (ki) yukarıda göklere erişir, aşağıda yer(in dibin)e girer. Uyuyanları uyandırıp yatanları kaldırırım (IB 20; Tekin, 2017, s. 21, 29). -4. /-°ş-/ Türkçede işteşlik ekidir. Karşılıklılık ve tekerrür bildirir. Karşılıklılık bir tarafın pasif diğer tarafın aktifliği içinde meydana gelir (Gabain, 2007, s. 60). sok-uş-: karşılaşbay er kon͡yı ürküpen barmiş börike sokuşmiş böri ağzı emsimiş esen tüü͡kel bolmiş tir: Zengin (bir) adamın koyunu ürküp kaçmış. (Yolda bir) kurda rastlamış. Kurdun ağzı zehirlenmiş. Koyun sağ salim kalmış, der (IB 27; Tekin, 2017, s. 22, 30). -5. /-°n-/ Fiil kök veya gövdelerine gelerek edilgen veya dönüşlü fiiller türetir (Alyılmaz, 1994, s. 7). Irk Bitig’de en çok kullanılan eklerden biridir. urıla-n-: erkek çocuğu doğuraltun budlalug bugralık yaragay ebin͡gerü kelmiş üçün͡ç kun͡çuyı urılanmiş beglik yaragay tir: Altın halkalı buğra olmak yaraşır (diye düşünmüş). (Bey bu kez de) evine doğru gitmiş. (Bakmış ki) üçüncü prensesi (bir) oğlan doğurmuş. (Buna da) beylik yaraşır (diye düşünmüş) der (IB 5; Tekin, 2017, s.19, 27). seb-in-: sevinsak-ın-: düşünuzun tonlug idişin ayakın kodupan barmiş yana edgüti sakınmiş idişimte ayakımta ön͡gi kan͡ça barır men tir yana kelmiş idisin ayakın esen tü͡kel bolmış ögirer sebinür tir: Bir kadın kabını kacağını bırakıp gitmiş. Sonra iyice düşünmüş. Kabımdan kacağımdan ayrı nereye gidiyorum ben demiş. Sonra yine gelmiş kabını kacağını sapasağlam bulmuş. Mutlu olup seviniyor, der (IB 42; Tekin, 2017, s. 23, 31). -6. /-°t-/ Nadiren bağlama ünlüsü alan ek yaptırma ve edilgenlik bildirir (Gabain, 2007, s. 60). semri-t-: semirttoruk at semirtti yirin öpen yügürü barmış: Zayıf at semirdi. (Kaldığı) yerini düşünüp koşarak gitmiş (IB 16; Tekin, 2017, s. 20, 28). ürk-üt-: ürkütkarı üpgük yıl yarumazkan etdi ödmen͡g körmen͡g ürküt[m]en͡g tir: Yaşlı hüthüt (kuşu) (yeni) yıl (sabahı daha ortalık) ağarmamışken öttü. Heyecanlanmayın, bakmayın, ürkütmeyin, der (IB 21; Tekin, 2017, s. 21, 29). teri-t-: terlet- 84 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 82 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU yazıg kodı yadrat to͡kuz kat üçürgün͡g topulgınça teritzün tir: Yağız atı (da) yıkılıp yere yayılıncaya kadar koştur. (Öyle ki) kat teyeltin yırtılıp delininceye kadar terlesinler, der (IB 50; Tekin, 2017, s. 24, 32). yıdı-t-: korkutyılka tegmişig yıdıtmayın ayka tegmişig artatmayın edgüsi bolzun tir: Bir yıla erişmişi kokutmayayım, bir aya erişmişi bozmayayım. Hayırlısı olsun, der (IB 59; Tekin, 2017, s. 25, 33). -7. /-°r-/ Fiil kök veya gövdelerine gelerek ettirgenli fiil türetir (Gabain, 2007, s. 60). yüt-ür-: yitirteglü͡k kulun irkek yun͡t(t)a emig tileyür kün ortu yütürü͡p tün ortu kanta negüde bulgay ol tir: Kör (bir) tay (emmek için) erkek atta meme arıyor. Güpegündüz kaybedip gece yarısı nerede, nasıl bulacak, der (IB 24; Tekin, 2017, s. 21, 29). köç-ür-: göç ettirkan süke barmiş yagıg san͡çmiş köçürü konturu kelir: Bir han sefere çıkmış, düşmanı mızraklamış. (Askerlerini) göç ettire kondura geliyor (IB 34; Tekin, 2017, s. 22, 30). -8. /-tUr-/ Eski Türkçede çok işlek bir ek olsa da Irk Bitig’de bir yerde geçer. Fiilden ettirgen fiil yapmaktadır (Alyılmaz, 1994, s. 8). kon-tur-: kondurkan süke barmiş yagıg san͡çmiş köçürü konturu kelir: Bir han sefere çıkmış, düşmanı mızraklamış. (Askerlerini) göç ettire kondura geliyor (IB 34; Tekin, 2017, s. 22, 30). -9. /-°K/ Fonksiyonu kesin olarak bilinmemekle birlikte kuvvetlendirme işlevi bulunan fiilden fiil türetme ekidir (Eraslan, 2012, s. 110). kor-k-: korkāk at karşısın üç bolugta talulapan agınka ötügke ıdmiş tir korkma edgüti ötün ayınma edgüti yalbar tir: Kır at, rakibini üç arayışta seçerek bir dilsize duaya yollamış, der. Korkma, iyi dua et; korkma, iyi yalvar der (IB 19; Tekin, 2017, s. 21, 29). -10. /-°l/ İşlek bir ektir. Fiil kök veya gövdelerine gelerek edilgen ve dönüşlü fiiller türetir (Alyılmaz, 1994, s. 6). yar-ıl-: yarıladıglı tonguzlı ārt üze so͡kusmiş ermiş adıgın͡g karnı yarılmış ton͡guzun͡g azıgı sınmiş tir: Bir ayı ve domuz dağ geçidinde çarpışmışlar imiş. Ayının karnı yarılmış, domuzun azı dişleri kırılmış, der (IB 6; Tekin, 2017, s. 19, 27). tiri-l-: diril-, canlan-, toplan- B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O83 K 85 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ten͡grilig kurtga yurtta kalmiş yaglıg kamıç bulupan yalgayu tirilmiş ölümde ozmiş tir: Dindar (bir) yaşlı kadın terk edilmiş kamp yerinde (yalnız) kalmış. Yağlı bir kepçe bulup yalamış, hayatta kalmış, ölümden kurtulmuş, der (IB 13; Tekin, 2017, s. 20, 28). -11. /-°z/12 Irk Bitig’de sadece bir örnekte karşımıza çıkan bu ek Eski Türkçede işlek değildir. Bir nevi yaptırım ekidir (Gabain, 2007, s. 61). utu-z-: yeniloyma er oglanın kisisin tutug urupan oş iç oygalı barmis oglan kisisin utuzmadu͡k yana ͡tokuz on boş kon͡y utmiş oglı yutuzı kop ögirer tir: Bir sakatatçı çocuklarını ve karısını rehin olarak koyup (bir yarışta kesilen koyunların) iç organ ve bağırsaklarını oymaya gitmiş. (Yarışta) çocuklarını ve karısını kaybetmemiş, üstelik doksan koyun kazanmış. Çocukları ve kadını hep seviniyorlar, der (IB 29; Tekin, 2017, s. 22, 30). 2.2.2. İsimden Fiil Yapım Ekleri -1. /+A-/ Fazla işlek değildir (Alyılmaz, 1994, s. 9). ört+e-: alevlenulug eb örtenmiş katın͡ga tegi kalmadu͡k bü͡kin͡ge tegi kodm[ad]u͡k tir: Büyük (bir) ev yanmış. Katına kadar (sağlam yeri) kalmamış, köşe bucağına kadar (yanmadık yeri) kalmamış, der (IB 9; Tekin, 2017, s. 20, 28). til+e-: dileteglü͡k kulun irkek yun͡t(t)a emig tileyür kün ortu yütürü͡p tün ortu kanta negüde bulgay ol tir: Kör (bir) tay (emmek için) erkek atta meme arıyor. Güpegündüz kaybedip gece yarısı nerede, nasıl bulacak, der (IB 24; Tekin, 2017, s. 21, 29). āt+a-13: tayin et-; ünlü ve mutlu etebin͡gerü kelser özi atanmıs ögrün͡çülüg atı yitiglig kelir tir: Evine doğru gelirken kendisi ve ünlü ve mutlu, atı (da) yetkin olarak geliyor, der (IB 55; Tekin, 2017, s. 25, 33). -2. /+KA-/ Irk Bitig’de sadece bir örnekte karşımıza çıkar. İşlek değildir (Alyılmaz, 1994, s. 9). em+ge-: sıkıntı çekkanıgı ölmiş kön͡geki ton͡gmiş kan͡gı nelü͡k ölgey ol beglig ol köneki nelü͡k ton͡ggay küneşke olurur ol an͡ça bilin͡gler bu ırk başınta āz emgeki bar kin yana edgü bolur: (Kızın) gözde sevgilisi ölmüş, kovası (da) donmuş. Gözde sevgili niçin ölsün? Beydir o. Kovası niçin donsun? Zarf-fiil eki almış ana fiile getirilen ve kendi anlamlarından uzaklaşarak geldiği fiilin belirttiği hareketi tanımlayan fiillere tasvirî fiil denir. Tasviri fiiller -önlerine gelen ulaç ekleriyle birlikte- ana fiilin belirttiği hareketten farklı bir hareketi tanımladığı için fiilden fiil türetme ekleri (ulaç eki- tasvirî fiil) içinde değerlendirilebilir. Fakat çalışmamızda bu ekler türetme ekleri içinde değerlendirilmemiştir. Bu eklerin birleşik eylemler konusuna dahil edilmesi daha doğru olacaktır. Metinde geçen ulaç eki-yardımcı fiil yapıları şunlardır: /-A bar-/, /-A āz-/, /°p bar-/, /-U kal-/, /-p kel-/, /-A kel-/, /-A u-/. 13 Kelime ve ekin tarihî gelişimi için farklı görüşler vardır. Ayrıntılı bilgi için bk. Gülensoy, 2011, s. 86-87. 12 86 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 84 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU Güneşte duruyor. Öylece biliniz: Bu fal(ın) başında biraz acı var; (ama) sonra yine iyi olur (IB 57; Tekin, 2017, s. 25, 33). -3. /+lA-/ Eski Türkçede olduğu gibi Irk Bitig’de de en çok kullanılan eklerden biridir (Alyılmaz, 1994, s. 10). men͡gi+le-: sevin-, mutlu olbediz+le-: süslekan oluru͡pan ordu yapmiş ili turmis tört bolun͡gtakı edgüsi uyurı tirilipen men͡gileyür bedizleyür tir an͡ça bilin͡qler edgü ol: (Bir) han tahta oturup (kendine) bir saray yap(tır)mış. Devleti ayakta kalmış. (Ülkesinin) has ve muktedir adamları (etrafında) toplanmış, (sarayını) neşe içinde süslüyorlar, der. Öylece biliniz: (Bu fal) iyidir (IB 28; Tekin, 2017, s. 22, 30). urı+la-: erkek çocuk doğurüçün͡ç kun͡çuyı urılanmiş beglik yaragay tir men͡gilig beg er ermiş an͡yıg edgü ol: Üçüncü prensesi (bir) oğlan doğurmuş. (Buna da) beylik yaraşır (diye düşünmüş), der. (Anlaşılan) mutlu (bir) beymiş. (Öylece biliniz) Bu fal çok iyidir (IB 5; Tekin, 2017, s. 19, 27). tan͡g+la-: şafaklatan͡g tan͡glardı udu yir yarudı udu kün togdı kamag üze yaru͡k boltı tir: Şafak söktü ve yer aydınlandı ve güneş doğdu. Her şeyin üzeri aydınlık oldu, der (IB 26; Tekin, 2017, s. 21, 29). buzagu+la-: inek doğurürün͡g esri in͡gek buzagulaçı bolmiş ölgey men timis ürün͡g esri irkek buzagu kelürmiş ͡ idukluk yaragay ülügde ozmiş tir: Ak benekli bir inek doğurmak üzere imiş. Öleceğim demiş; ak benekli bir erkek buzağı dünyaya getirmiş. (Bunu) Tanrı’ya kurban etmek uygun olur, (çünkü inek böylece) kötü talihinden kurtulmuş, der (IB 41; Tekin, 2017, s. 23, 31). kuş+la-: kuş avına çık-, kuş avlatogan ügüz kuşı kuşlayu barmış utru talım kara kuş kopupan barmış tir: Bir şahin, su kuşu avlamaya gitmiş. (Ama) yırtıcı bir kartal yerinden uçup karşısına çıkmış, der (IB 43; Tekin, 2017, s. 23, 31). men͡g+le-: yiyecek arabars kiyik en͡gleyü men͡gleyü barmiş ortu yirde amgaka so͡kuşmiş: Bir kaplan avlanmaya gitmiş. Orta yerde bir yaban keçisine rastlamış (IB 49; Tekin, 2017, s. 24, 32). öbke+le-: öfkelen-, kızoglı öginte kan͡gınta öbkelepen tezipen barmiş yana sakınmiş kelmiş: (Evin) oğlu babasına anasına öfkelenerek kaçıp gitmiş. (Sonra) yine düşünmüş, (geri) gelmiş (IB 58; Tekin, 2017, s. 25, 33). -4. /+rA-/ Kullanımı seyrektir (Gabain, 2007, s. 50). yan͡g+ra-: mırıldan-, söylen- B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O85 K 87 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM uzun tonlug közün͡güsin kölke ıçgınmiş yarın yan͡grayur kiçe ken͡grenür tir: (Bir) kadın aynasını göle düşürmüş. (Bu yüzden) sabah(ları) söyleniyor, akşam(ları) sızlanıyor, der (IB 22; Tekin, 2017, s. 21, 29). mön͡g+re-: böğürto͡kuz arlı sıgun kiyik men bed[ük] tiz üze ünüpen mön͡greyür men üze ten͡gri eşidti asra kişi bilti an͡tag küçlüg men tir: Dokuz çatallı boynuzu olan erkek geyiğim. Yüksek dizlerimin üstüne çıkarak böğürürüm. (Beni) yukarıda tanrı işitmiştir, aşağıda insanoğlu bilmiştir. Onca güçlüyüm, der (IB 60; Tekin, 2017, s. 26, 34). -5. /+U-/ Tek örnekte karşımıza çıkar. yar+u-: aydınlankarı üpgük yıl yarumazkan etdi ödmen͡g körmen͡g ürküt[m]en͡g tir: Yaşlı hüthüt (kuşu) (yeni) yıl (sabahı daha ortalık) ağarmamışken öttü. Heyecanlanmayın, bakmayın, ürkütmeyin, der (IB 21; Tekin, 2017, s. 21, 29). -6. /+I-/ İşlek değildir (Alyılmaz, 1994, s. 10). yor+ı-: yürüüze tuman turdı asra toz turdı kuş oglı uça āztı kiyik oglı yügürü āztı kişi oglı yorıyu āztı: Yukarıdan sis bastırdı, aşağıdan toz kalktı. Kuş yavrusu uçup yolunu kaybetti, geyik yavrusu koşup yolunu kaybetti, insan oğlu (da) yürüyüp yolunu kaybetti (IB 15; Tekin, 2017, s. 20, 28). bit+i-: yazbars yıl ekinti ay biş yigirmike taygüntan manıstıntakı kiçig di[n]tar burua guru eşid[ip] içimiz isig san͡gun itaçu͡k üçün bitidim: Kaplan yılında, ikinci ayın on beşinde, Taygüntan manastırında, (ben) genç dindar (mürit), mürşit kahinden işitip, ağabeyimiz aziz Sangun İtaçuk için (bu kitabı) yazdım (IB 67; Tekin, 2017, s. 26, 34). 2.2.3. Fiilden İsim Yapım Ekleri -1. /-A/ Arkaik bir ektir. Eskiden muhtemelen eş sesli zarf fiil ekinin aynısıydı. Zamanla bu fonksiyonunu yitirmiştir (Gabain, 2017, s. 51). ār-a: arasında, bir ara, bu arada esnegen bars men kamuş āra başım an͡tag alp men erdemlig men: Esneyen kaplanım. Kamışlar arasında başım. Onca cesur (ve) erdemliyim (IB 10; Tekin, 2017, s. 20, 28). aç-a: açık talım urı yarın aça yasıçin yalım kayag yara uru͡pan yaln͡gusun yorıyur tir: Cesur bir genç, omuzları açık, okunun ucu ile yalçın kayaları yara yara yapayalnız yürüyor, der (IB 40; Tekin, 2017, s. 23, 31). yan-a: yine, tekrar, sonra 88 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 86 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU uzun tonlug idişin ayakın kodupan barmiş yana edgüti sakınmiş: Bir kadın kabını kacağını bırakıp gitmiş. Sonra iyice düşünmüş (IB 42; Tekin, 2017, s. 23, 31). -2. /-°K/ Eski Türkçede işlek bir ektir. Genellikle sıfat yapmaktadır (Alyılmaz, 1994, s. 13). yaru-k: ışık, aydınlık tan͡g tan͡glardı udu yir yarudı udu kün togdı kamag üze yaru͡k boltı tir: Şafak söktü ve yer aydınlandı ve güneş doğdu. Her şeyin üzeri aydınlık oldu, der (IB 26; Tekin, 2017, s. 21, 29). yo-k: yok üküş atlıg ögrün͡çün͡g yoo͡k kobı atlıg korkın͡çın͡g yoo͡k uçuruglug kutun͡g yoo͡k tir: (Sende) çok atı olan (bir kişinin) sevinci yok; (öte yandan, sende) az atı olan bir kişinin korkusu (da) yok. (Uzun sözün kısası) uçuşan bayraklarla kutlanacak iyi bir talihin yok, der (IB 36; Tekin, 2017, s. 23, 31). emge-k: acı, keder küneşke olurur ol an͡ça bilin͡gler bu ırk başınta āz emgeki bar kin yana edgü bolur: Güneşte duruyor. Öylece biliniz: Bu fal(ın) başında biraz acı var; (ama) sonra yine iyi olur (IB 57; Tekin, 2017, s. 25, 33). bedü-k: büyük to͡kuz arlı sıgun kiyik men bed[ük] tiz üze ünüpen mön͡greyür men: Dokuz çatallı boynuzu olan erkek geyiğim. Yüksek dizlerimin üstüne çıkarak böğürürüm (IB 60; Tekin, 2017, s. 25, 33). -3. /-°l/ Irk Bitig’de sadece bir kez kullanılmıştır. Eski Moğolcada da aynı şekildedir (Gabain, 2007, s. 53). tüke-l: sağ, salim, eksiksiz bay er kon͡yı ürküpen barmiş börike sokuşmiş böri ağzı emsimiş esen tüü͡kel bolmiş tir: Zengin (bir) adamın koyunu ürküp kaçmış. (Yolda bir) kurda rastlamış. Kurdun ağzı zehirlenmiş. Koyun sağ salim kalmış, der (IB 27; Tekin, 2017, s. 22, 30). -4. /-°m/ İşlek değildir (Alyılmaz, 1994, s. 13). öl-üm: ölüm yal-ım: ateş, yalçın bars kiyik en͡gleyü men͡gleyü barmiş ortu yirde amgaka so͡kuşmiş esri amga yalım kayaka ünüp barmiş ölümte ozmiş ölümte ozupan ögire sebinü yorıyur tir: Bir kaplan avlanmaya gitmiş. Orta yerde bir yaban keçisine rastlamış. Benekli yaban keçisi gidip yalçın bir kayaya çıkmış, ölümden kurtulmuş. Ölümden kurtulup sevinç ve neşe içinde yürüyüp gidiyor, der (IB 49; Tekin, 2017, s. 24, 32). B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O87 K 89 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM -5. /-mAn/ Marcel Erdal’a göre bu ek sadece kömen (kö-men) “büyücülük” ve tuman (tu-man) “duman, sis” kelimelerinde mevcuttur (Eraslan, 2012, s. 107). tu-man: duman, sis üze tuman turdı asra toz turdı kuş oglı uça āztı kiyik oglı yügürü āztı kişi oglı yorıyu āztı: Yukarıdan sis bastırdı, aşağıdan toz kalktı. Kuş yavrusu uçup yolunu kaybetti, geyik yavrusu koşup yolunu kaybetti, insan oğlu (da) yürüyüp yolunu kaybetti (IB 15; Tekin, 2017, s. 20, 28). -6. /°nç/ Genellikle soyut anlam türeten bir ektir (Şen, 2014, s. 58). kork-ın͡ç: korku üküş atlıg ögrün͡çün͡g yoo͡k kobı atlıg korkın͡çın͡g yoo͡k uçuruglug kutun͡g yoo͡k tir: (Sende) çok atı olan (bir kişinin) sevinci yok; (öte yandan, sende) az atı olan bir kişinin korkusu (da) yok. (Uzun sözün kısası) uçuşan bayraklarla kutlanacak iyi bir talihin yok, der (IB 36; Tekin, 2017, s. 23, 31). -7. /-°nçI/ İşlek olmayan bu ek /-nç/ eki ile eş anlamlıdır (Eraslan, 2012, s. 108). ögr-ün͡çü <ögür-ün͡çü: sevinç üküş atlıg ögrün͡çün͡g yoo͡k kobı atlıg korkın͡çın͡g yoo͡k uçuruglug kutun͡g yoo͡k tir: (Sende) çok atı olan (bir kişinin) sevinci yok; (öte yandan, sende) az atı olan bir kişinin korkusu (da) yok. (Uzun sözün kısası) uçuşan bayraklarla kutlanacak iyi bir talihin yok, der (IB 36; Tekin, 2017, s. 23, 31). ab-ın͡çu: cariye kamış āra kalmiş ten͡gri unamadu͡k abın͡çu katun bolzun tir: (Bir köle kız) kamışlar arasında (yalnız) kalmış. Tanrı (bunu) doğru bulmamış. (Bu köle kız) cariye olsun, der (IB 38; Tekin, 2017, s. 23, 31). -8. /-°ş/ İşlek değildir (Alyılmaz, 1994, s. 14). bus-uş: keder er busuşlug ten͡gri bulıtlıg boltı [bulıt] āra kün tugmiş busan͡ç āra men͡gi kelmiş tir: Adam kaygılı, gök bulutlu oldu. Bulutlar arasından güneş doğmuş, kaygılar arasından (da) sevinç gelmiş, der (IB 52; Tekin, 2017, s. 24, 32). -9. /-°n/ İşlek değildir (Alyılmaz, 1994, s. 14). uz-un: uzun er ümeleyü barmiş ten͡grike suu͡kuşmiş kut kolmiş kut birmis agılın͡gta yılkın͡g bolzun üzün͡g uzun bolzun timiş: Adamın biri konukluğa gitmiş. (Yolda) Tanrı’ya rastlamış. (Ondan) 90 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 88 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU şans dilemiş. (Tanrı da ona) şans vermiş: ‘Ağılında atların olsun, ömrün uzun olsun!’ demiş (IB 47; Tekin, 2017, s. 24, 32). -10. /-°z/ Canlı olmayan bu ek, fail ismi ifadesi ile hareketin neticesini bildiren isimler yapar (Eraslan, 2012, s. 108). sö-z: söz sarıg atlıg sabçı yazıg atlıg yalabaç edgü söz sab elti kelir tir: Sarı atlı haberci, yağız atlı elçi iyi haberler getirerek geliyor, der (IB 11; Tekin, 2017, s. 20, 28). yab-ız: kötü, fena er abka barmiş tagda kamılmiş ten͡gride erklig tir an͡ça bilin͡gler yabız ol: Adam(ın biri) ava gitmiş. Dağda (yürürken) düşmüş. Kudretli (Tanrı) göklerde, der. Öylece biliniz (IB 12; Tekin, 2017, s. 20, 28). -11. /-I/ Eş sesli zarf fiil ekinin aynısıdır. Ancak zamanla zarf fiil fonksiyonunu yitirmiştir (Alyılmaz, 1994, s. 12). tak-ı: henüz; takı kidizig subka su͡kmiş takı ur katıgdı bā tir: (Adamın biri) keçeyi suya sokmuş. Daha çok vur, sıkıca bağla, der (IB 33; Tekin, 2017, s. 22, 30). ud-u: sonra, ve tan͡g tan͡glardı udu yir yarudı udu kün togdı kamag üze yaru͡k boltı tir: Şafak söktü ve yer aydınlandı ve güneş doğdu. Her şeyin üzeri aydınlık oldu, der (IB 26; Tekin, 2017, s. 21, 29). -12./-p/ Eş sesli zarf fiil ekinin aynısıdır. Zamanla zarf fiil fonksiyonunu kaybetmiştir (Alyılmaz, 1994, s. 14). ko-p: hep, hepsi oyma er oglanın kisisin tutug urupan oş iç oygalı barmis oglan kisisin utuzmadu͡k yana to͡kuz on boş kon͡y utmiş oglı yutuzı kop ögirer tir: Bir sakatatçı çocuklarını ve karısını rehin olarak koyup (bir yarışta kesilen koyunların) iç organ ve bağırsaklarını oymaya gitmiş. (Yarışta) çocuklarını ve karısını kaybetmemiş, üstelik doksan koyun kazanmış. Çocukları ve kadını hep seviniyorlar, der (IB 29; Tekin, 2017, s. 22, 30). -13. /°G/ Çeşitli anlamlar verir. Yapılan işin sonucunda ortaya çıkan şey, aktif isim ve diğerleri Moğolcada da aynıdır (Gabain, 2007, s. 51). Metinde en çok kullanılan türetme eklerinden biridir. kat-ıg: katı, sert kuzgunug ıgaçka bāmiş katıgtı bā edgüti bā tir: (Bir) kuzgunu ağaca bağlamışlar. Sıkı bağla, iyi bağla, der (IB 14; Tekin, 2017, s. 20, 28). B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O89 K 91 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM bol-ug: oluş, varoluş öt-üg: rica, dua āk at karşısın üç bolugta talulapan agınka ötügke ıdmiş tir korkma edgüti ötün ayınma edgüti yalbar tir: Kır at, rakibini üç arayışta seçerek bir dilsize duaya yollamış, der. Korkma, iyi dua et; korkma, iyi yalvar der (IB 19; Tekin, 2017, s. 21, 29). tut-ug: rehin oyma er oglanın kisisin tutug urupan oş iç oygalı barmiş: Bir sakatatçı çocuklarını ve karısını rehin olarak koyup (bir yarışta kesilen koyunların) iç organ ve bağırsaklarını oymaya gitmiş (IB 29; Tekin, 2017, s. 22, 30). is-ig14: aziz, sevgili bars yıl ekinti ay biş yigirmike taygüntan manıstıntakı kiçig ditar burua guru esid içimiz isig san͡gun itaçu͡k üçün bitidim: Kaplan yılında, ikinci ayın on beşinde, Taygüntan manastırında, (ben) genç dindar (mürit), mürşit kahinden işitip, ağabeyimiz aziz Sangun İtaçuk için (bu kitabı) yazdım (IB 67; Tekin, 2017, s. 26, 34). -14. /-çI/15 Irk Bitig’de tek örnekte karşımıza çıkar. ögrün-çü (ögirün->ögrün-): sevinç üküş atlıg ögrün͡çün͡g yoo͡k kobı atlıg korkın͡çın͡g yoo͡k uçuruglug kutun͡g yoo͡k tir: (Sende) çok atı olan (bir kişinin) sevinci yok; (öte yandan, sende) az atı olan bir kişinin korkusu (da) yok. (Uzun sözün kısası) uçuşan bayraklarla kutlanacak iyi bir talihin yok, der (IB 36; Tekin, 2017, s. 23, 31). -15. /-An/ İşlek bir ek değildir. Tek örnekte bulunur. yıl-an: yılan altun başlıg yılan men altun kurugsakımin kılıçın kesipen özüm[in] yul [in]intin başımın yul ebintin tir: Altın başlı yılanım. Altın kursağımı kılıç ile keserek nefsimi kopar ininden, başımı kopar evinden, der (IB 8; Tekin, 2017, s. 19, 27). 2.2.4. İsimden İsim Yapım Ekleri -1. /+lI/ (/+lI … +lI/) Eski Türkçede kullanılan sıralama ekidir. Bu ek, “ve” anlamı vermekte ve sıralanan kelimelerin her ikisine de eklenmektedir (Alyılmaz, 1994, s. 16). adıg+lı ton͡guz+lı: ayı ve domuz İsig kelimesi hakkında farklı görüşler vardır. Prof. Dr. Cengiz ALYILMAZ kelimenin kökünü is- olarak vermektedir. Ayrıntılı bilgi içi bk. Alyılmaz, C. (2004). Eski Türkçenin söz varlığının düz ve ters dizimi. Ankara: Kurmay Yayınları. 15 Gabain, 2007, s. 54’te bu ek /-°nç/, /-°nçu/ ve /-°nçü/ olarak verilmiş, sadece /-n/ dönüşlülük zamirinden sonra kullanıldığı belirtilmiştir. 14 92 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 90 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU adıglı tonguzlı ārt üze so͡kusmiş ermiş adıgın͡g karnı yarılmış ton͡guzun͡g azıgı sınmiş tir: Bir ayı ve domuz dağ geçidinde çarpışmışlar imiş. Ayının karnı yarılmış, domuzun azı dişleri kırılmış, der (IB 6; Tekin, 2017, s. 19, 27). -2. /+Il/ İşlek bir ek değildir. Sıfat yapmaktadır (Alyılmaz, 1994, s. 17). Irk Bitig’de sadece iki örnekte renk adı yapmak için kullanılmıştır. yaş+ıl: yeşil kız+ıl: kızıl talım kara kuş men yaşıl kaya yaylagım kızıl kaya kışlagım ol tagda turupan men͡gileyür men: Yırtıcı kartalım. Yeşil kayalar yazlığım, kızıl kayalar kışlığım. Dağlarda kaldığım için mutluyum (IB 51; Tekin, 2017, s. 24, 32). -3. /+çI/ Günümüzde Türk lehçe ve şivelerinde çok işlek kullanılan bu eke Irk Bitig’de sadece bir örnekte rastlanır. Bir işi yapanı veya o mesleği edinenlerin genel adını yapan ektir. Moğolca +ci ekidir (Gabain, 2007, s. 43). sab+çı: sözcü, haberci sarıg atlıg sabçı yazıg atlıg yalabaç edgü söz sab elti kelir tir: Sarı atlı haberci, yağız atlı elçi iyi haberler getirerek geliyor, der (IB 11; Tekin, 2017, s. 20, 28). -4. /+dAm/ Seyrek kullanılan eklerden biridir. A. von Gabain bu eki +ta-m olarak düşünmüş, +tag ve +taş ile benzer gerektiğini düşünür (Gabain, 2007, s. 96). er+dem: erdem, fazilet esnegen bars men kamuş āra başım an͡tag alp men erdemlig men: Esneyen kaplanım. Kamışlar arasında başım. Onca cesur (ve) erdemliyim (IB 10; Tekin, 2017, s. 20, 28). -5. /+GAk/ Küçültme ve kuvvetlendirme ifadesi veren, ayrıca organ isimleri teşkil eden isimden isim yapım ekidir (Eraslan, 2012, s. 97). ir+kek: erkek teglü͡k kulun irkek yun͡t(t)a emig tileyür kün ortu yütürü͡p tün ortu kanta negüde bulgay ol tir: Kör (bir) tay (emmek için) erkek atta meme arıyor. Güpegündüz kaybedip gece yarısı nerede, nasıl bulacak, der (IB 24; Tekin, 2017, s. 21, 29). -6. /+lIK/ Sıfat mahiyetinde aitlik ve mensubiyet ifadeli isimler ile bir şeyle donanmış olma, bir şeye ait olma ifadeli gövdeler türeten ektir (Eraslan, 2012, s. 99). Irk Bitig’de en çok kullanılan eklerden biridir. tuyug+lug: toynaklık adgır+lık: aygırlık B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O91 K 93 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM budla+lık: deve burnuna geçirilen halka bugra+lık: buğralık, buğra olmaya aday beg+lik: bey olacak, bey olmaya aday beg er yuntıngaru barmiş āk bisi kulunlamiş altun tuyuglug adgırlık yaragay tebesin͡gerü barmiş ürün͡g in͡geni botulamiş altun budlalıg bugralık yaragay ebin͡gerü barmiş üçün͡ç kun͡çuyı urılanmiş beglik yaragay tir men͡gilig beg er ermiş an͡yıg edgü ol: Bey atlarına doğru gitmiş. (Bakmış ki) ak kısrağı yavrulamış. (Bu taya) altın toynaklı bir aygır olmak yaraşır (diye düşünmüş). (Bey bu kez de) evine doğru gitmiş. (Bakmış ki) üçüncü prensesi (bir) oğlan doğurmuş. (Buna da) beylik yaraşır (diye düşünmüş), der. (Anlaşılan) mutlu (bir) beymiş. (Öylece biliniz) Bu fal çok iyidir (IB 5; Tekin, 2017, s. 19, 27). ne+lük: niçin, nasıl kanıgı ölmiş kön͡geki ton͡gmiş kan͡gı nelü͡k ölgey ol beglig ol köneki nelü͡k ton͡ggay ol küneşke olurur ol an͡ça bilin͡gler bu ırk başınta āz emgeki bar kin yana edgü bolur: (Kızın) gözde sevgilisi ölmüş, kovası (da) donmuş. Gözde sevgilisi niçin ölsün? Beydir o. Kovası niçin donsun? Güneşte duruyor. Öylece biliniz: Bu fal(ın) başında biraz acı var; (ama) sonra yine iyi olur (IB 57; Tekin, 2017, s. 25, 33). -7. /+°nç/ Asıl sayıların üzerine gelerek sıra sayı sıfatı yapmaktadır (Alyılmaz, 1994, s. 15). üç+ünç: üçüncü altun budlalug bugralık yaragay ebin͡gerü kelmiş üçün͡ç kun͡çuyı urılanmiş beglik yaragay tir: Altın halkalı buğra olmak yaraşır (diye düşünmüş). (Bey bu kez de) evine doğru gitmiş. (Bakmış ki) üçüncü prensesi (bir) oğlan doğurmuş. (Buna da) beylik yaraşır (diye düşünmüş) der (IB 5; Tekin, 2017, s. 19, 27). -8. /+°ş/ Tek bir örnekte karşımıza çıkar. kün+eş: güneş kanıgı ölmiş kön͡geki ton͡gmiş kan͡gı nelü͡k ölgey ol beglig ol köneki nelü͡k ton͡ggay küneşke olurur ol: (Kızın) gözde sevgilisi ölmüş, kovası (da) donmuş. Gözde sevgili niçin ölsün? Beydir o. Kovası niçin donsun? Güneşte duruyor (IB 57; Tekin, 2017, s. 25, 33). -9. /+TI/ İşlek değildir. Adlara gelerek zarf yapmaktadır (Alyılmaz, 1994, s. 17). edgü+ti: iyi, iyice katıg+dı: sıkı, sıkıca kuzgunug ıgaçka bāmiş katıgtı bā edgüti bā tir: (Bir) kuzgunu ağaca bağlamışlar. Sıkı bağla, iyi bağla, der (IB 14; Tekin, 2017, s. 20, 28). -10. /+sIz/ Yokluk ve olumsuzluk ifadeli sıfat mahiyetinde isimler teşkil eden ve yaygın kullanışı olan isimden isim yapma ekidir (Eraslan, 2012, s. 102). 94 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 92 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ot+suz: otsuz sub+suz: susuz kiyik oglı men otsuz subsuz kaltı uyın neçü͡k yorıyın tir: Geyik yavrusuyum. Otsuz ve susuz nasıl yapabilirim? Nasıl hayatta kalabilirim! der (IB 45; Tekin, 2017, s. 24, 32). -11. /+KAç/ Seyrek kullanılan birleşik bir ek yapısıdır (Eraslan, 2012, s. 97). ı+gaç: ağaç ürün͡g esri togan kuş men çıntan ıgaç üze oluru͡pan men͡gileyür men: Ak benekli şahin kuşuyum. Sandal ağacı üzerinde oturarak mutlu oluyorum (IB 4; Tekin, 2017, s. 19, 27). -12. /+GI/ İsim ve sıfat mahiyetinde kelimeler türeten bir ektir (Eraslan, 1012, s. 97). ne+gü: nere teglü͡k kulun irkek yun͡t(t)a emig tileyür kün ortu yütürü͡p tün ortu kanta negüde bulgay ol tir: Kör (bir) tay (emmek için) erkek atta meme arıyor. Güpegündüz kaybedip gece yarısı nerede, nasıl bulacak, der (IB 24; Tekin, 2017, s. 21, 29). -13. /+nti/ Sadece iki kelimesine getirilip sıra sayı sıfatı teşkil eden işlevi daralmış çok eski bir isimden isim yapım ekidir (Eraslan, 2012, s. 101). Irk Bitig’de sadece bir kere kullanılmıştır. eki+nti: ikinci bars yıl ekinti ay biş yigirmike taygüntan manıstıntakı kiçig di[n]tar burua guru eşid[ip] içimiz isig san͡gun itaçu͡k üçün bitidim: Kaplan yılında, ikinci ayın on beşinde, Taygüntan manastırında, (ben) genç dindar (mürit), mürşit kahinden işitip, ağabeyimiz aziz Sangun İtaçuk için (bu kitabı) yazdım (IB 67; Tekin, 2017, s. 26, 34). Tablo 2: Gövde hâlindeki ögeler Ffye İfye Fiye İiye /-mA-/ /+A-/ /-A/ /+lI/ (/+lI … +lI/) /-d/ /+KA-/ /-°K/ /+Il/ /-KUr-/ /+lA-/ /-°l/ /+çI/ /-°ş-/ /+rA-/ /-°m/ /+dAm/ /-°n-/ /+U-/ /-mAn/ /+GAk/ /-°t-/ /+I-/ /°nç/ /+lIK/ /-°r-/ /-°nçI/ /+°nç/ /-tUr-/ /-°ş/ /+°ş/ /-°K/ /-°n/ /+TI/ /-°l/ /-°z/ /+sIz/ /-°z/ /-I/ /+KAç/ /-p/ /+GI/ /°G/ /+nti/ /-çI/ /-An/ Toplam: 45 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O93 K 95 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM 2.3. Birden Fazla Anlam Ögesiyle Kurulmuş Genel Anlamlı Ögeler Birden fazla anlam ögesiyle kurulmuş genel anlamlı ögeler aşağıdaki şekilde incelenmiştir: -1. Belirtisiz isim tamlamaları -2. Niteleme sıfatları + isimden kurulu tamlamalar -3. Zarf + fiilden kurulu tamlamalar -4. Belirtisiz nesne + geçişli fiilden kurulu tamlamalar (Alyılmaz, 1994, s. 19). 2.3.1. Belirtisiz İsim Tamlamaları Belirtisiz isim tamlamaları iki ismin ilgi eki / tamlayan eki kullanılmadan bir araya getirilmesiyle oluşturulan birleşik isim gruplarıdır. Alışılmış ifadesiyle belirtisiz isim tamlamaları niteleme grubu oluşturur ve belirtisiz isim tamlamalarında tamlayan yani birinci öge niteleme sıfatı görevi görür (Gemalmaz, 2010, s. 251). Buna göre belirtisiz isim tamlamaları kalıcı isim grubu oluşturur. yol+Ø ten͡gri+Ø: yol tanrısı kişi+Ø og(u)l+ı: insan oğlu, insan, insanlar āla atlıg yol ten͡gri men yarın kiçe eşür men utru eki yalıg kişi oglın so͡kuşmiş kişi korkmiş korkma timiş kut birgey men timiş an͡ça bilin͡g edgü ol: Alaca atlı yol tanrısıyım. Sabah akşam (atımla) rahvan gidiyorum. (Bu yol tanrısı) güler yüzlü iki insanoğluna rastlamış.İnsanoğlulları korkmuş. (Yol tanrısı) Korkmayın, demiş, (size) kut vereceğim demiş. Öylece bilin: (Bu fal) iyidir (IB 2; Tekin, 2017, s. 19, 27). kuş+Ø og(u)l+ı: kuş yavrusu kiyik+Ø og(u)l+ı: geyik yavrusu kişi+Ø og(u)l+ı: insan oğlu, insan, insanlar ten͡gri+Ø kut+ı: tanrı lütfu üze tuman turdı asra toz turdı kuş o(g)lı uça āztı kiyik oglı yügürü āztı kişi oglı yorıyu āztı yan͡ga ten͡gri kutınta üçün͡ç yılta kop esen tükel körüşmiş kop ögirer sebinür tir an͡ça bilin͡gler edgü ol: Yukarıdan sis bastırdı, aşağıdan toz kalktı. Kuş yavrusu uçup yolunu kaybetti. (Bunlar) yine tanrı lütfu ile üçüncü yılda sağ salim (buluşup) görüşmüşler. Hepsi mutlu olur, sevinirler, der. Öylece biliniz: (Bu fal) iyidir (IB 15; Tekin, 2017, s. 20, 28). kün+Ø ortu+Ø: gündüz ortası tün+Ø ortu+Ø: gece ortası teglü͡k kulun irkek yun͡t(t)a emig tileyür kün ortu yütürü͡p tün ortu kanta negüde bulgay ol tir: Kör (bir) tay (emmek için) erkek atta meme arıyor. Güpegündüz kaybedip gece yarısı nerede, nasıl bulacak, der (IB 24; Tekin, 2017, s. 21, 29). kul+Ø sab+ı: köle sözü kuzgun+Ø sab+ı: kuzgun sözü 96 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 94 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU kul sabı begin͡gerü ötünür kuzgun sabı ten͡grigerü yalbarur üze ten͡gri eşidti asra kişi bilti tir an͡ça bilin͡g edgü ol: Kölenin sözü beyinden ricadır, kuzgunun sözü Tanrı’ya yakarıştır. (Bunları) yukarıda Tanrı işitti, aşağıda insan bildi, der. Öylece bilin: (Bu fal) iyidir (IB 54; Tekin, 2017, s. 25, 33). er+Ø og(u)l+ı: adamın oğlu sü+Ø yir+i: savaş yeri alp er oglı süke barmiş sü yirinte erklig sabçı törütmiş tir ebin͡gerü kelser özi ātanmış ögrün͡çülüg atı yitiglig kelir tir: Yiğit bir adamın oğlu savaşa gitmiş. Savaş alanında (kendine) güçlü bir sözcü türetmiş, der. Evine doğru gelirken kendisi ünlü ve mutlu, atı (da) yetkin olarak geliyor, der (IB 55; Tekin, 2017, s. 25, 33). 2.3.2. Niteleme Sıfatları + İsimden Kurulu Sıfat Tamlamaları Bu tür tamlamalar, varlıkların durumlarını, bicilerini, renklerini kısacası nasıl olduklarını bildiren niteleme sıfatlarının bir isimle birlikte kullanılmasından oluşmaktadır (Alyılmaz, 1994, s. 20). āk bisi: ak kısrak altun tuyuglug adgırlık: altın toynaklı aygır altun budlalıg bugralık: altın toynaklı deve beg er yuntıngaru barmiş āk bisi kulunlamiş altun tuyuglug adgırlık yaragay tebesin͡gerü barmiş ürün͡g in͡geni botulamiş altun budlalıg bugralık yaragay ebin͡gerü barmiş üçün͡ç kun͡çuyı urılanmiş beglik yaragay tir men͡gilig beg er ermiş: Bey atlarına doğru gitmiş. (Bakmış ki) ak kısrak yavrulamış. (Bu taya) altın toynaklı bir aygır olmak yaraşır (diye düşünmüş). (Bey bu kez de) evine doğru gitmiş. (Bakmış ki) üçüncü prensesi (bir) oğlan doğurmuş. (Buna da) beylik yaraşır (diye düşünmüş), der. (Anlaşılan) mutlu (bir) beymiş (IB 5; Tekin, 2017, s. 19, 27). sarıg atlıg sabçı: sarı atlı haberci yagız atlıg yalabaç: yağız atlı elçi edgü söz sab: iyi haber sarıg atlıg sabçı yazıg atlıg yalabaç edgü söz sab elti kelir tir: Sarı atlı haberci, yağız atlı elçi iyi haberler getirerek geliyor, der (IB 11; Tekin, 2017, s. 20, 28). üküş atlıg (kişi): çok atlı kişi kobı atlıg (kişi): az atlı kişi üküş atlıg ögrün͡çün͡g yoo͡k kobı atlıg korkın͡çın͡g yoo͡k uçuruglug kutun͡g yoo͡k tir: (Sende) çok atı olan (bir kişinin) sevinci yok; (öte yandan, sende) az atı olan bir kişinin korkusu (da) yok. (Uzun sözün kısası) uçuşan bayraklarla kutlanacak iyi bir talihin yok, der (IB 36; Tekin, 2017, s. 23, 31). talım urı: cesur genç yalım kayag: yalçın kaya B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O95 K 97 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM talım urı yarın aça yasıçin yalım kayag yara uru͡pan yaln͡gusun yorıyur tir: Cesur bir genç, omuzları açık, okunun ucu ile yalçın kayaları yara yara yapayalnız yürüyor, der (IB 40; Tekin, 2017, s. 23, 31). talım kara kuş: yırtıcı kara kuş (kartal) yaşıl kaya: yeşil kaya kızıl kaya: kızıl kaya talım kara kuş men yaşıl kaya yaylagım kızıl kaya kışlagım ol tagda turupan men͡gileyür men: Yırtıcı kartalım. Yeşil kayalar yazlığım, kızıl kayalar kışlığım. Dağlarda kaldığım için mutluyum (IB 51; Tekin, 2017, s. 24, 32). 2.3.3. Zarf + Fiil Kurulu Tamlamalar Bu tür tamlamalar olumlu ve olumsuz, geçişli veya geçişsiz, fiil kök, köken ve gövdelerinin, nasıllık-nicelik, azlık-çokluk, zaman vs. zarflarıyla birlikte kurdukları genel anlamlı tamlamalardır (Alyılmaz, 1994, s.21). olurupan men͡gile-: oturarak mutlu oltensi men yarın kiçe altun örgin üze oluru͡pan men͡gileyür men an͡ça bilin͡gler edgü ol: Göğün oğluyum (Çin imparatoruyum). Sabah akşam altın taht üzerinde oturarak mutlu oluyorum. Öylece biliniz: (Bu fal) iyidir (IB 1; Tekin, 2017, s. 19, 27). yügürü bar-: koşarak gittoruk at semiritti yirin öpen yügürü barmiş utru yirde ogrı soo͡kuşup tutupan minmiş ͡ yilinge kudursugın͡ga tegi yagrıpan kamsayu umatın turur tir an͡ça bilin͡g yablak ol: Zayıf at semirdi. Yerini düşünüp koşarak gitmiş. Yolda karşısına hırsız çıkmış, (atı) tutup binmiş. (At hızlı koşmaktan) yelesine ve kuyruğuna kadar yara bere içinde kalmış, kımıldayamadan duruyor, der. Öylece bilin: (Bu fal) kötüdür (IB 16; Tekin, 2017, s. 20, 28). edgüti ötün-: iyice dua et, iyice rica etedgüti yalbar-: iyice yalvarāk at karşısın üç bolugta talulapan agınka ötügke ıdmiş tir korkma edgüti ötün ayınma edgüti yalbar tir an͡ça bilin͡g edgü ol: Kır at, rakibini üç arayışta seçerek bir dilsize duaya yollamış, der. Korkma, iyice dua et; korkma, iyice yalvar, der. Öylece bilin: (Bu fal) iyidir (IB 19; Tekin, 2017, s. 21, 29). 2.3.4. Belirtisiz Nesne + Geçişli Fiilden Kurulu Tamlamalar Olumlu veya olumsuz geçişli fiil kökü veya fiil gövdelerinin belirtisiz nesneler ile kurdukları fiil deyimleri (Alyılmaz, 1994, s. 24) Irk Bitig’de değişik biçimlerde karşımıza çıkar. Irk Bitig’de fiil kök veya gövdesinin belirtisiz nesneyle kullanımından kaynaklanan fiil deyimleri yapıları bakımından iki grupta incelenmiştir: -1. Olumlu veya olumsuz geçişli bir fiille belirtisiz nesneden kurulu fiil deyimleri -2. Bünyesinde nesne bulunduran bir fiille bünyesindeki nesnenin belirtisiz kullanımından oluşan fiil deyimleri / nesne tekrarlı fiiller (Alyılmaz, 1994, s. 24). 98 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 96 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU 2.3.4.1. Olumlu veya Olumsuz Geçişli Bir Fiille Belirtisiz Nesneden Kurulu Fiil Deyimleri yol sub+Ø kör-: yol (ve) su göryaş+Ø ot kör-: taze ot göryaş+Ø yi-: taze (ot) yesub+Ø iç-: su içüzlü͡k at ön͡g yirde arıp on͡gu͡p toru kalmış ten͡gri küçin͡ge tag üze yol sub körüpen yiş üze yaş ot körüpen yorıyu barıpan sub içipen yaş yipen ölümde ozmiş tir an͡ça bilin͡gler edgü ol: Binek atı çölde yorgunluktan bitkin hâlde kalakalmış. Tanrının inayeti ile dağ üstünde yol (ve) su görerek, dağ çayırında taze ot görerek yürüyüp gitmiş; su içip taze (ot) yiyerek ölümden kurtulmuş, der. Öylece biliniz: (Bu fal) iyidir (IB 17; Tekin, 2017, s. 20, 28). ordu+Ø yap-: saray yapkan oluru͡pan ordu yapmiş ili turmiş tört bolun͡gtakı edgüsi uyurı tirilipen men͡gileyür bedizleyür tir an͡ça bilin͡gler edgü ol: Han tahta oturup saray yap(tır)mış. Devleti ayakta kalmış. (Ülkesinin) has ve muktedir adamları toplanmış, (sarayını) neşe içinde süslüyorlar, der. Öylece bilin: (Bu fal) iyidir (IB 28; Tekin, 2017, s. 22, 30). kut+Ø kol-: kut iste-, kut dilekut+Ø bir-: kut verer ümeleyü barmiş ten͡grike suu͡kuşmış kut kolmiş kut birmiş agılın͡gta yılkın͡g bolzun ͡ özüng uzun bolzun timiş an͡ça bilin͡gler edgü ol: Adamın biri konukluğa gitmiş. Tanrı’ya rastlamış. Ondan şans dilemiş. (Tanrı’da) şans vermiş: ‘Ağılında atarın olsun, ömrün uzun olsun.’’ demiş. Öylece bilin: (Bu fal) iyidir (IB 47; Tekin, 2017, s. 24, 32). 2.3.4.2. Nesne Tekrarlı Fiiller (Bünyesinde Nesne Bulunduran Bir Fiille Bünyesindeki Nesnenin Belirtisiz Kullanımından Oluşan Fiil Deyimleri) Türkçede vurgulanmak istenen ögenin kullanım alanlarından biri de dil ögesinin yüklem yapılması veya yükleme yaklaştırılmasıdır. Bazen de bu durumun kuvvetlendirilmek istenmesiyle birlikte fiilin bünyesinde bulunan nesne cümlede yüzey yapıya çıkabilir. Nesne + bünyesinde nesne barındıran fiilden oluşan yapılar Türkçenin tarihî süreci içinde ilk dönemlerde sık kullanımları sebebiyle âdeta kalıplaşarak fiil deyimi oluşturmuşturlar (Alyılmaz, 2017, s. 20). Bünyesinde nesne barındıran bir fiilin nesnesiyle birlikte yüzey yapıda kullanılması Irk Bitig’de iki yerde karşımıza çıkmaktadır. Bunlar: tan͡g+Ø tan͡glar-: şafak söktan͡g tan͡glardı udu yir yarudı udu kün togdı kamag üze yaru͡k boltı tir an͡ça bilin͡g edgü ol: Şafak söktü, yer aydınlandı ve güneş doğdu. Her şeyin üzeri aydınlık oldu, der. Öylece bilin: (Bu fal) iyidir (IB 26; Tekin, 2017, s. 21, 29). kuşı+Ø kuşla-: kuş avlatogan ügüz kuşı kuşlayu barmiş utru talım kara kuş kopupan barmiş tir an͡ça bilin͡gler yablak ol: Bir şahin, su kuşu avlamaya gitmiş. (Ama) yırtıcı bir kartal yerinden uçup karşısında çıkmış, der. Öylece biliniz: (Bu fal) kötüdür (IB 43; Tekin, 2017, s. 23, 31). B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O97 K 99 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM 2.4. Özel Adlar 2.4.1. Kişi Adları tensi (<Çin. t’ien-tzu): Çin imparatoru, göğün oğlu tensi men yarın kiçe altun örgin üze oluru͡pan men͡gileyür men an͡ça bilin͡gler edgü ol: Göğün oğluyum (Çin imparatoruyum). Sabah akşam altın taht üzerinde oturarak mutlu oluyorum. Öylece biliniz: (Bu fal) iyidir (IB 1; Tekin, 2017, s. 19, 27). isig san͡gun itaçu͡k16: Aziz Sangun İtaçuk bars yıl ekinti ay biş yigirmike taygüntan manıstıntakı kiçig di[n]tar burua guru esid içimiz isig san͡gun itaçu͡k üçün bitidim: Kaplan yılında, ikinci ayın on beşinde, Taygüntan manastırında, (ben) genç dindar (mürit), mürşit kahinden işitip, ağabeyimiz aziz Sangun İtaçuk için (bu kitabı) yazdım (IB 67; Tekin, 2017, s. 26, 34). 2.4.2. Yer Adları taygüntan manıstan+Ø: Taygüntan Manastırı bars yıl ekinti ay biş yigirmike taygüntan manıstıntakı kiçig di[n]tar burua guru esid içimiz isig san͡gun itaçu͡k üçün bitidim: Kaplan yılında, ikinci ayın on beşinde, Taygüntan manastırında, (ben) genç dindar (mürit), mürşit kahinden işitip, ağabeyimiz aziz Sangun İtaçuk için (bu kitabı) yazdım (IB 67; Tekin, 2017, s. 26, 34). Sonuç İnsanlık tarihinin başlamasından itibaren her toplumda geleceği merak etme ve bilinmeyeni öğrenme isteği en önemli toplumsal konulardan biri olmuştur. Bundan dolayı insanlar geleceklerini kimi belirtilerden öğrenilebileceğine inanmışlardır. Bu düşünce fal vb. uygulamaların ortaya çıkmasını sağlamış ve sonrasında yazılı eserler ortaya çıkmıştır. Irk Bitig bu eserler arasında (Kök)türk harfleriyle kâğıda yazılı tek eserdir. Eserdeki dinî unsurların varlığı genel olarak iyilik-kötülük ve kurtarıcılık kavramları üzerinde birleşir. Aslında iyilik ve kötülük, fal ve kehanet çıkarımlarında verilen temel unsurdur. Bundan dolayı eseri dinî bir metin değil Şamanizm, Manihaizm ve Budizm etkisinde yazılan bir fal kitabı olarak değerlendirmek gerekmektedir. Irk Bitig’e ait söz varlığının zenginliği, somut varlıkları işaretleyen kavram işaretlerinin yanında soyut varlıkları işaretleyen kavram işaretlerinin de bulunması (Alyılmaz, 2020, s. 2) eseri ayrıcalıklı kılmaktadır. Her ırkın sonunda bulunan öylece biliniz uyarısının verilmesi eseri günlük konuşma diline yaklaştırır. Eserdeki kavram işaretlerinin %98,28’i (457) Türkçe kavram işaretlerinden, %1,72’si (8) yabancı kökenli kavram işaretlerinden oluşmaktadır. Eserde geçen yabancı kelime sayısı 8’dir. Eserde 45 farklı türetme eki kullanılmıştır. Bu eklerin 11 tanesi fiilden fiil yapım eki, 6 tanesi isimden fiil yapım eki, 15 tanesi fiilden isim yapım eki, 13 tanesi ise isimden isim yapım ekidir. Bu bakımdan Irk Bitig Türkçenin kelime türetmedeki gücünü gösteren en güzel eserlerden biridir. 16 Bu öbekte sadece san͡gun kelimesi (sengün <Çin. tsiang-kün (Gabain, 2007, s. 293)) yabancı kökenlidir. 100 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 98 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU Kısaltmalar Kısaltma Karşılığı Kısaltma Karşılığı bk. Bakınız EUTS Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü Çin. Çince IB Irk Bitig ETL Eski Türkçenin Grameri O. Far. Orta Farsça ETL Eski Türkçenin Lügati Skr. Sanskritçe EUTG Eski Uygur Türkçesi Grameri Soğd. Soğdca Kaynaklar Aksan, D. (2018). Türkçenin söz varlığı. Ankara: Bilgi Yayınevi. Alyılmaz, C. (1988). Eski Türkçenin Lügati. Erzurum: Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Yayınları. Alyılmaz, C. (1994). Orhun yazıtlarının söz dizimi. Yayımlanmamış Doktora Tezi, Erzurum: Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Alyılmaz, C. (2004). Eski Türkçenin söz varlığının düz ve ters dizimi. Ankara: Kurmay Yayınları. Alyılmaz, S. (1998). Prens Kalyanamkara ve Papamkara hikâyesinin Uygurcasının söz dizimi. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Erzurum: Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Alyılmaz, S. (2017). Türkçede nesne tekrarlı fiiller. İstanbul: Kesit Yayınları. Artun, E. (2007). Türklerde İslamiyet öncesi inanç sistemleri-öğretiler-dinler. http://www.turkoloji.cukurova.edu.tr/HALKBILIM/erman_artun_inanc_sistemleri.pdf Aydemir, E. (2018). Remil ilmi ve divan şiirine yansımaları. Akademik Dil ve Edebiyat Dergisi, 2/2, 159-180. Beydili, C. (2004). Türk mitoloji sözlüğü. (çev. E. Ercan). Ankara: Yurt Kitap Yayınları. Caferoğlu, A. (2015). Eski Uygur Türkçesi sözlüğü. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. Çelebi, İ. (1995). Fal. İslam Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/fal#2-islamda-fal C 12, 138-139. Çoban, İ. (2020). Türkiye Türkçesindeki alıntı sözcükler. Ankara: Eğiten Kitap. Donuk, A. (1984). Eski Türk devletlerinde devlet teşkilâtında “bey” unvanı ve tarihî gelişmesi. Marmara Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türklük Araştırmaları Dergisi, 1, 81-90. Duvarcı, A. (2001). Halk kültürü uygulamalarından biri olan fal geleneğinin değerlendirilmesi. Erdem, 13(37), 117-130. Eraslan, K. (2012). Eski Uygur Türkçesi grameri. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. Ercilasun, A. B. ve Akkoyunlu, Z. (2018). Kâşgarlı Mahmud Dîvânu Lugâti’t-Türk giriş-metinçeviri-notlar-dizin. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. Eren, H. (1999). Türk dilinin etimolojik sözlüğü. Ankara: Bizim Büro Basım. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O99 K 101 Gabain, A. von. (2007). Eski Türkçenin grameri. (çev. M. Akalın). Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. Gemalmaz, E. (2010). Türkçenin derin yapısı. Ankara: Belen Yayıncılık. Gülensoy, T. (2011). Türkiye Türkçesindeki Türkçe sözcüklerin köken bilgisi sözlüğü. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. Gülhan, A. (2015). Türk kültüründe fal ve isimlerle ilgili bir manzum falname örneği. Divan Edebiyatı Araştırmaları Dergisi, 15, 195-222. Hamilton, J. (1975). Le colophon de 1 “Irk Bitig”. Turcia, VII, 7-19. Hançerlioğlu, O. (2000). Dünya inançlar sözlüğü. İstanbul: Remzi Kitabevi. İnan, A. (1986). Tarihte ve bugün Şamanizm materyaller ve araştırmalar. Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları. İnayet, A. (2013). Uygur şamanları ve pratikleri üzerine. Uluslararası Uygur Araştırmaları Dergisi, 1, 43-55. Kılıç, M. (2018). Seğir-nâmeler ve Latif’in seğir-nâmesi. Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 4/2, 97-104. Köprülü, M. F. (1939). Eski türk unvanlarına ait notlar. Türk Hukuk ve İktisat Tarihi Mecmuası. 2, 17-31. Mengi, M. (2013). Eski Türk edebiyatı tarihi. Ankara: Akçağ Yayınları. Nar, M. Ş. (2014). Psiko-antropolojik bir olgu olarak fal üzerine nitel bir araştırma. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, 54(1), 507-524. Pala, İ. (2014). Divan edebiyatı. İstanbul: Kapı Yayınları. Seçkin, K. (2015). Irk Bitig: toplumsal iyi ve toplumsal kötünün inşasında ideolojik bir fal kitabı. Uluslararası Türkçe Edebiyat Kültür Eğitim Dergisi, 4/4, 1433-1450. Stalin, J. V. (1967). Marksizm ve dil. (çev. S. Nuhoğlu). İstanbul: Kor Kitap. Stebleva, İ. V. (2001). Eski Türkçe fal kitabı Irk Bitig ve sembollerin kavramsal temeli. çev. Halil İbrahim USTA, Türkoloji Dergisi, 14/1, 195-212. Şen, S. (2014). Eski Uygur Türkçesi dersleri. İstanbul: Bilge Kültür Sanat. Tekin, Ş. (2016). İştikakçının köşesi Türk dilinde kelimelerin ve eklerin hayatı üzerine denemeler. İstanbul: Dergâh Yayınları. Tekin, T. (2017). Irk Bitig: eski Uygurca fal kitabı. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. Tietze, A. (2002). Tarihî ve etimolojik Türkiye Türkçesi lügati. İstanbul: Simurg Yayınları. User, H. Ş. (2006). Eski Türkçede bazı unvanların yapısı üzerine. Bilig, 39, 219-238. http://turkish.cri.cn/757/2010/11/30/1s129834.htm 100 ÖTÜKEN UYGUR KAĞANLIĞI DÖNEMİ YAZITLARINDAN TES, TARİAT VE ŞİNE US YAZITLARINDA KAVRAMLARIN İŞARETLENMESİ Dicle ÖZDEMİR* Öz Köktürk Kağanlığından sonra Ötüken bölgesinde kurulmuş olan ve 840 yılında Kırgızların saldırısıyla dağılan siyasî birlik, “Ötüken Uygur Kağanlığı” olarak adlandırılır. Yeni kurulan bu siyasî birlik kültür ve dil bakımından Köktürklerin devamı niteliğindedir. Köktürk Kağanlığı döneminde olduğu gibi Ötüken Uygur Kağanlığı döneminde de kağan ve kumandanların yazıt dik(tir)me geleneği devam etmektedir. Köktürk yazısıyla ve bu geleneğe bağlı olarak meydana getirilen yazıtlar bize, özellikle dönemin dili, kültürü, yaşayışı, inanışı ve resmî tarihi ile ilgili önemli bilgiler vermektedir. İnsan hayatındaki değişmeler, gelişmeler ile onun dilindeki söz varlığı arasında yakın bir ilişki bulunmaktadır. Bir dönemin söz varlığını anlamlandırabilmek için o dönemle ilgili somut belgelere ulaşılması gerekir. Elimizde bulunan bu somut belgelerde sadece Ötüken Uygur Kağanlığı hakkında değil geçmişten gelen ve geleceğe taşınan Türk dili, kültürü, yaşayışı ve inanışı hakkında da değerli bilgiler yer almaktadır. Bu sebeple dildeki kavram işaretleri, o dili konuşanların duygu ve düşüncelerinin, yaşayış tarzlarının ve inanışlarının aktarıcısı olması bakımından önem arz eder. Ötüken Uygur Kağanlığı dönemine ait olan Tes, Tariat ve Şine Us yazıtları da döneminin dil ve kültür ilişkisini yansıtması bakımından oldukça önemli metinlerdir. Bu makalede Ötüken Uygur Kaganlığı dönemine ait olan Tes, Tariat ve Şine Us yazıtlarının kavram işaretleme yolları tespit edilmiştir. Kavramlar; kök / köken hâlindeki dil ögeleri, gövde hâlindeki dil ögeleri, birden fazla anlam ögesiyle kurulmuş genel anlamlı dil ögeleri ve özel adlar başlıkları altında incelenerek metin içinde tespit edilen örneklerine yer verilmiştir. Anahtar Sözcükler: Ötüken Uygur Kağanlığı, Tes, Tariat, Şine Us, kavram işaretleme. INSCRIPTIONS WHICH IS BELONG TO ÖTÜKEN UIGHUR PERIOD WORD FORMATION OF INSCRIPTION OF TES, TARİAT AND ŞİNE US Abstract It is called Ötüken Uighur Khanate which was established in the Ötüken region after the Köktürk Khanate destroyed by Uighur, Basmıl and Karluk association and disintegrated by the Kyrgyz attack in 840. This newly established political union is a continuation of the Köktürks in terms of culture and language. As in the period of Köktürk Khanate, the tradition of the inscriptions of the khan and commanders continued in the era of Ötüken Uighur Khanate. The Köktürk script and the inscriptions created based on this tradition give us important information about the language, culture, life, belief and official history of the period. * Doktora Öğrencisi; Bursa Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, [email protected]. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 103 101 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM There is a close relationship between the changes and developments in human life and their vocabulary in their language. In order to make sense of the vocabulary of a period, it is necessary to reach concrete documents related to that period. These concrete documents contain valuable information not only about the Ötüken Uighur Khaganate, but also about the Turkish language, culture, life and belief from the past and carried to the future. For this reason, the words formation in the language are important in terms of being the transmitter of the feelings and thoughts, life styles and beliefs of the speakers of that language. Tes, Tariat and Şine Us inscriptions belonging to the Ötüken Uighur Khaganate period are also very important texts in terms of reflecting the language and culture relationship of the period. In this article, the ways of word formation of the Tes, Tariat and Şine Us inscriptions belonging to the Ötüken Uighur Khaganate period were determined. Concepts; language elements in the form of root / origin, language elements in body form, language elements with more than one meaning, and proper nouns were examined under the headings and examples identified in the text were included. Keywords: Ötüken Uighur Khanate, Tes, Tariat, Şine Us, word formation. Ø. Giriş Çin kaynaklarında “Huei-ho, Huei-hu, Wei-wu-er, Wei-wu; Tibetçede ise Ho-yo-hor” şeklinde transkribe edilen “Uygur” adı eski Türk yazıtlarında ilk olarak Bilge Kağan yazıtının doğu cephesinde “Uygur İlteberi”nin adı dolayısıyla 716 yılındaki olaylar anlatılırken geçer: (Mert, 2009, s. 15; Gömeç, 1997, s. 12; Emet, 2002, s. 233-237; Ögel, 1995, s. 373). [anta süng]üşd(ü)m süsin s(a)nçd(ı)m iç(i)k(i)gme iç(i)kdi bod(u)n boltı öl(ü)gme ölti s(e)lenge qoodı yor(ı)p(a)n k(a)r(a)g(a)n qıış(ı)lta (e)bin b(a)rkın (a)nta bozd(u)m ….. y(ı)şka agdı uyg(u)r (e)lt(e)b(e)r yüzçe (e)r(i)n ilgerü tezip bardı]: Orada savaştım, askerlerini mızrakladım. Tabi olanlar oldu, halk oldu; ölenler öldü. Selenge (nehri boyunca) aşağıya yürüyüp Karağan geçidinde, evini barkını orada bozdum …. dağa tırmandılar. Uygurların Elteberi yüz kadar adamla doğuya doğru kaçıp gitti (BK D 37; Mert, 2009, s. 15; Tekin, 2018, s. 68). “Uygur” kelimesinin anlamı ve etimolojisiyle ilgili çeşitli görüşler mevcuttur: 15). Çincede “Şahin gibi hızla saldıran, orman halkı.” şeklinde açıklanmıştır (Mert, 2009, s. Dîvânu Lûgati-t Türk’te “Beş şehirli vilayetin adı. Zülkarneyn, Türk hakanı ile barıştan sonra bu şehirleri yaptırmıştır. (…) Bunlar kendi kendilerine geçinirler, başkasının yiyeceğine muhtaç olmazlar; çünkü bunların elinden av kurtulmaz, istedikleri zaman avlayıp yiyebilirler.” şeklinde bilgi yer almaktadır (Ercilasun, 2009, s. 10-11; Ercilasun ve Akkoyunlu, 2018, s. 5455; Mert, 2009, s. 15-16). J. Nemeth “Uygur” kelimesini uy- “izle-, uy-“ kökünden hareketle “takip et-, uy; isyan etmeyen” şeklinde açıklamaya çalışmıştır. Hamilton ise “uy-“ fiilini “bağlaşmak; akraba olmak, müttefik olmak” olarak anlamlandırmış ve “On Uygur” adının da “On Müttefikler” anlamına geldiğini belirtmiştir Thomsen ise “Uygur” adının “uy-“ fiilinden “uyanlar, ittifak edenler” şeklinde düşünülmemesi gerektiğini, dolayısıyla kelimenin “ud-“ fiilinden “Udgur” şeklinde değerlendirilmesinin uygun olacağını belirtmiştir (Mert, 2009, s. 16). Uygurlara ait en eski tarihi kayıtlar, MÖ 176 ve 43 yıllarında Issık Göl civarındaki kalıntılarda tespit edilmiştir. Çin’deki Türk Tabgaç hanedanı döneminde Kao-che veya Gao-che adıyla anılan Uygurlar, beşinci yüzyılın ikinci yarısından sonra da Töleslerin bir kabilesi olarak görülür. İslamî kaynaklarda ise Uygurlar “Dokuz Oğuzlar” ile eş tutulmuştur. III. Karabalgasun yazıtının Çince yüzünde Uygurların 104 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 102 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU dokuz aileden oluştukları belirtilmiş fakat adlarına yer verilmemiştir. Çin kaynaklarına göre Uygurları meydana getiren dokuz boy şu şekildedir: Yüe-lo-ko (Yaglakar), Hu-to-ko (Uturkar), To-lo-wu/Hou (Kürebir), Mo-Ko-si-k’i (Bakasıkar), A-vu-ti (Ebirçeg), Ko-sa (Kasar), Hu-Wu-su, Yüe-wu-ku (Yagmukar), Hi-Ye-Vu (Aymur/Eymür) (Mert, 2009, s. 16; Gömeç, 2009, s. 13-14; Ögel, 1995, s. 331-376). Bilge Kağan’ın ölümüyle birlikte Köktürk Kağanlığı içinde yer alan boylar yönetimin zayıflaması dolayısıyla iktidar mücadelesine başlamışlardır. II. Köktürk Kağanlığı zamanında da kağanlık içindeki Uygurların Köktürkler ve onların hakimiyetindeki diğer boylarla olan iktidar mücadelesi Tariat ve Şine Us yazıtlarında anlatılmaktadır: Söz konusu yazıtlarda anlatıldığına göre Ozmış’ın kağan olmasıyla birlikte 743’te Uygurlar Basmıl ve Karluklar ile birleşerek Köktürklere karşı sefer düzenleyerek hatununu esir alırlar. Yapılan saldırıda kağanın ölmesi sonucunda Basmılların lideri kendisini kağan olarak ilân eder. Basmılların idaresinde kurulan bu yeni kağanlıkta Uygurlar sol (doğu) Karluklar sağ (batı) yabguluğu teşkil etmişlerdir. 744 yılında Uygurlar Basmılların kağanlığını kabul etmeyerek Karlukların da yardımıyla Basmıl kağanını öldürmüşlerdir. Böylece Uygur Yabgusu, Kutlug Bilge Kül Kağan unvanını alarak Uygur Kağanlığını kurmuş olur (Mert, 2009, s. 18; Çandarlıoğlu, 2003, s. 61; Emet, 2002, s. 233-237; Taşağıl, 2002, s. 215-224; Alyılmaz, 2013, s. 4). Uygurlar iktidarı ele geçirdikten sonra, diğer akraba boylara hakimiyetlerini kabul ettirmek, boyları bir araya getirmek ve gücünü göstermek için bir süre mücadele verirler. Ötüken’de kurulan yeni yönetimin ilk kağanı Çin tarihlerinde Ku-tu-lu Pi-Chia Chüeh Ko-han1 olarak geçen “Kutlug Bilge Kül Kağan”dır. Tang İmparatoru tarafından kendisine “Feng-ı Wang” adı ve daha sonra da “Huai-jen” unvanı verilmiştir. Oğlu Moyun Çor (Mo-yen-ch’o) ile birlikte Uygur birliğini sağlayan Kutlug Bilge Köl Kağan döneminde Uygurların toprakları doğuda Szu-wei, batıda Altın Dağları ve güneyde de Gobi çölüne kadar uzanır. Uygurlar, o zamanlar “Ordu Balık” denen ve Hunlardan beri bilinen, Kuzey İpek Yolu üzerindeki “Karabalgasun”u kendilerine başşehir olarak seçmişlerdir. Kısa ancak son derece başarılı bir dönemin ardından Kutlug Bilge Köl Kağan 747 yılında vefat etmiştir (Mert, 2009, s. 21). Sekiz Oğuzlar, Dokuz Tatarlar, Üç Karluklar, Çikler, Basmıllar ve Türgişler üzerinde hakimiyet kurmak ve onları kağanlık içine almak için mücadeleler veren Moyun Çor’un 759 yılında ölmesi sonucunda ikinci oğlu, (Bugu /Bögü) “Tengri Kağan” unvanıyla tahta geçmiştir (Mert, 2009, s. 21; Ögel, 1951, s. 373). Çin ile yakın ilişkiler kuran ve babasının zamanında olduğu gibi Çin’e yardıma devam eden Bögü Kağan, 762’de Çin’de çıkan bir isyanı bastırmak üzere Çin’e gittiği sırada, burada Mani rahipleriyle / Moçaklar ile tanışır. Bu durum sonuçları dolayısıyla Türk siyasî ve kültür tarihinde oldukça önemli bir yere sahiptir. Bu seferden sonra Mani rahiplerini de yanına alarak başkente getiren Bögü Kağan, Manihaizmi2 devlet dini olarak ilan eder (Mert, 2009, s. 22; Ögel, 1984, s. 349-350). Bögü Kağan yaptıklarıyla Uygur sarayındaki Soğd etkisini artırmıştır. Bu durumun ilk örneklerinden biri, Soğdların, Çin hükümdarı T’ai-ts’ung’un (762779) ölümü üzerine yastan istifade ederek Bögü Kağan’ın Çin’i işgal etmesini istemeleridir. Soğdların bu isteğini kabul eden Bögü Kağan, yeğeni ve baş veziri Tun Baga’nın muhalefetiyle karşılaşmıştır. Kağanı ikna edemeyen baş vezir Tun Baga, Bögü Kağan’ı ve çevresindeki Soğdları öldürtmüş ve “Alp Kutlug Bilge Kağan” unvanıyla tahta geçmiştir. Uygurlarda kağan ailesinin değişmesine neden 1 2 bk. İzgi, 1985. Manihaizm ile ilgili ayrıntılı bilgi için bk. Güngör, 1988; Bozkurt, 1995. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O103 O K 105 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM olan bu olay, Soğd aleyhtarı, Çin yanlısı yeni bir dönemin de başlangıcı olmuştur (Mert, 2009, s. 22-23). Ötüken Uygur Kağanlığını ayakta tutmak için mücadele veren çok sayıda kağandan sonra 805-808 yılları arasında “Tengride Bulmış Alp Külüg Bilge Kağan” tahta geçer (Alyılmaz, 2015, s. 22). “Tengride Bulmış Alp Külüg Bilge Kağan”dan sonra ise Uygur tahtına sırasıyla şu isimler geçmiştir (Alyılmaz, 2015, s. 22): “Ay Tengride Kut Bulmış Alp Ulug Bilge Kağan” (808-821); “Kün Tengride Ülüg Bulmış Alp Küçlüg Bilge Kağan” (821-824); “Ay Tenride Kut Bulmış Bilge Kağan” (Kasar Tigin) (824-832); “Ay Tengride Kut Bulmış Alp Külüg Bilge Kağan” (Hu Tegin) (832-839); Ho-sa Tegin (839-840) (Alyılmaz, 2015, s. 22; Alyılmaz, 2013, s. 7; Ercilasun, 2009, s. 5-12). Hu Tegin’in ölümünün ardından Kürebir, Ho-sa Tegin’in kağan olmasını sağlamış, ancak başkent dışında bulunan Uygur generallerden Külüg Baga bu durumu kabul etmeyerek yüz bin kişilik Kırgız3 birliğiyle Uygurlara saldırmıştır. Bu olay sonucunda Kürebir ve Ho-sa Tegin öldürülmüş; kağanlık otağı yakılmış ve Uygurların kontrolündeki boylar dağılmıştır (Roux, 2015, s. 165). Böylece Uygurların yarı göçebe, yarı yerleşik imparatorluğu kurulduktan yaklaşık yüz yıl sonra yıkılmıştır. O dönemde yaşamış olan Arap yazarı El Cahiz, Uygurların yıkılma nedenini Manihaizme bağlamış ve bu durumu “Tokuz Oguzlar Karluklardan sayı itibarıyla az olmalarına rağmen onlardan daha güçlüdürler fakat Mani dinini kabul ettikten sonra gerilemeye başladılar.” şeklinde ifade etmiştir (Mert, 2009, s. 25). Yeni Tang tarihindeki bilgilere göre 839 yılında ortaya çıkan aşırı kar ve soğuklar (ET. Yut / MO. zud), ardından gelen salgın hastalıklar ve açlık da Uygurların yıkılma sürecinde etkili olmuştur (Mert, 2009, s. 25). 1. Ötüken Uygur Dönemi Kağan ve Kumandan Yazıtları 840 yılındaki Kırgız saldırısına kadar yaklaşık olarak yüz yıl varlığını sürdüren bu siyasî birlik (Ötüken Uygur Kağanlığı), kurulduğu coğrafya, içinde barındırdığı boylar, kültür ve dil bakımından da Köktürklerin devamı niteliğindendir. Köktürk Kağanlığı döneminde olduğu gibi Uygur Kağanlığı döneminde de kağanların yazıt dik(tir)me geleneği devam etmiştir. Her iki dönemde de en önemli sorun kağanlığın içinde yaşayan boyların bir arada tutulması olduğu için, yazıtlar ait oldukları dönemin resmî tarihi olma özelliği taşırlar. Yazıtlarda yaşanan tarihî olaylardan bahsedilerek halka ve gelecek nesillere birlik ve beraberlik mesajı verilir (Mert, 2009, s. 97; Alyılmaz, 2007, s. 11). Metninde tarih belirtilmeyen yazıtların ait oldukları dönemle ilgili araştırmacılar farklı görüşlere sahiptir: O. Fikri Sertkaya “Göktürk Yazıtları” adlı makalesinde “II. Uygur Devri (745-840) yazıtları” başlığı altında Tes, Terh (Taryat), Bayan Çor veya Moyun Çor (Şine-Usu), HoytuTamır, Karabalgasun (Orhun III), Üç Köşe (Gurvaljin), Somon-Tes yazıtlarına yer verir (Mert, 2009, s. 98). A. B. Ercilasun “Türk Dili Tarihi” adlı eserinde “Uygur Bitigleri” başlığı altında şunları sıralar: Taryat, Tes, Şine-Usu, Somon-Servey, Suci, Karabalgasun bitigleri, Ar Hanin, Gürbelcin, Somon-Tes, Mutrın Temdeg (Mert, 2009, s. 98; Ercilasun, 2018, s. 134-135). Kırgızların kuzeyden gelerek Uygurları dağıtması, Türk ve Asya tarihinin en önemli olaylarından biridir. Zira bu olaydan sonra yeterli derecede devlet geleneğine sahip olmayan Kırgızlar, önceki yönetimler gibi Türk boylarını bir araya getirme yönünde bir çaba içinde olmamışlar ve Mete ile başlayan iktidarı ele geçirenlerin Türk boylarını bir araya getirme politikası fiilî olarak sona ermiş ve Çin için tehlike arz eden Türk tehdidi de ortadan kalkmıştır (Mert, 2009, s. 26). 3 106 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 104 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU C. Alyılmaz ise Tes, Tariat, Şine Us, Karabalgasun I, Karabalgasun II, Karabalgasun III, Mutrın Temdeg yazıtlarını Ötüken Uygur dönemi kağan, kumandan yazıtları olarak değerlendirir (Mert, 2009, s. 98). Tes Yazıtı, 1976 yılında S. G. Klyashtorny, S. Kharjaubai ve A. Oçir başkanlığındaki Ortak Sovyet-Moğol Tarih ve Kültür Heyeti Epigrafi grubu tarafından, Moğolistan Halk Cumhuriyeti’nin Khöwsögöl (Hövsgöl) Aymak’ındaki Tes Irmağı’nın yukarısında bulunmuştur (Tekin, 2013, s. 303). Dört cepheli, kızıl granit bloğun üst kısmının kırık olması, dört yüzeyde de ilk kelimelerin genellikle yarım olması, satırların ilk harfinin kırık çizgisinden başlaması ve bazılarının kırık olması, söz konusu taşın bir yazıtın alt kısmı olduğunu göstermektedir (Mert, 2009, s. 110). Yazıtın güney ve batı yüzlerini birleştiren kenarın alt kısmında Tariat ve Şine Us yazıtlarında yer alan damgaların ana çizgilerine sahip bir damgaya yer verilmiştir. Tariat ve Şine Us yazıtlarında kullanılan damganın aynı olması bu damganın Moyun Çor’a ait olduğunu göstermektedir (Mert, 2009, s. 110-111). Bulunmasının ardından bölgede yapılan araştırmalarda diğer parçalarına ve kaidesine ulaşılamayan yazıt, 1976 yılında Hövsgöl Müzesi’ne teslim edilmiş; oradan da Ulaanbaatar’a taşınmıştır. Yazıt günümüzde Moğolistan Arkeoloji Müzesi’nin depolarından birinde muhafaza edilmektedir (Mert, 2009, s. 111). Daha önce bölge halkı tarafından kaidesinden dolayı “Melhii Çuluu” (Kaplumbağa Taşı) olarak adlandırılan Tariat (Terh / Terhiín Gol / Terh Irmağı) Yazıtı’nın ilk parçası, 1956 yılında Moğol arkeologu Ts. Dorjsuren tarafından Moğol Halk Cumhuriyeti’nin Arkhangay (Kuzey Hangay) aymağının Tariat Sum / Ekinli ilçe merkezinin batı tarafında, Hoid Terhiin Gol’un 1 km kuzeyinde Doloon Modnı Am (Yedi Boğazı / Geçidi) yakınlarında toprağa dikili olarak bulunmuştur (Mert, 2009, s. 141; Tekin, 2013, s. 171; Gömeç, 1996, s. 71-84). Kh. Lubsanbaldan, M. Şinekhüü, B. Bazilkhan ve S. G. Klyşyornıy’dan oluşan Moğol-Sovyet bilimsel heyeti 1969 yılında kitabe parçasının bulunduğu yerde kazılar yapmış ve önce yazıtın kaplumbağa kaidesine ulaşmışlardır. 1970 yılında aynı yerde kazılara devam eden iki arkeolog N. Ser-Odjav ve V. V. Volkov, toprak altından yazıtın diğer iki parçasını da çıkarmışlardır. Üç parçadan oluşan yazıt ve kaplumbağa kaidesi Moğol Halk Cumhuriyeti’nin başkenti Ulaanbaatar’a taşınmış, uzun süre Bilimler Akademisine bağlı Tarih Enstitüsü’nde kaldıktan sonra yakın geçmişte de Moğolistan Arkeoloji Müzesi’ne taşınmıştır (Mert, 2009, s.142; Tekin, 2013, s. 171). Arhangai ilinin Hairhan ilçesi ile Bulgan ilinin Saihan ilçesi sınırlarının kesiştiği bölgede, Örgööt Dağı’nın güney doğusunda, Şine Us Gölü’nün 2.53 km kuzeyinde bulunan Şine Us yazıtı, Ötüken Uygur Kağanlığı döneminin en kapsamlı yazıtıdır (Mert, 2009, s. 197). Başkanlığını G. J. Ramstedt’in yaptığı Fin-Ugor bilim ekibi tarafından 1909 yılı yazında bulunan yazıt, “anıtı dikildiği / bulunduğu bölgedeki su ya da dağın adından hareketle adlandırma geleneği çerçevesinde” “Şine Us Yazıtı (Moyun Çor Kağan Yazıtı)” olarak adlandırılmıştır (Mert, 2009, s. 198). C. Alyılmaz’ın bölgede yapmış olduğu tespitlere göre, mezar alanında bulunan pek çok heykel 1970’li yıllarda Hairhan Sum Müzesi’ne; oradan da 1990’lı yılların başında Şiveet Ulaan’a taşınmış ve mezar külliyesinden günümüze sadece (açılmış) bir kurgan, (iki parça hâlindeki) yazıt ve kaplumbağa kaide ulaşabilmiştir (Mert, 2009, s. 199). B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O105 O K 107 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM Yazıtın kuzey yüzündeki ifadelerden hareketle G. J. Ramstedt tarafından “Selenge taşı” olarak da nitelendirilen ve yapıldığında kaplumbağa kaide üzerine oturtulmuş olan yazıt, tarihi süreçte devrilerek iki parçaya ayrılmıştır (Mert, 2009, s. 200). 2. Yöntem Ötüken Uygur Kağanlığı dönemine ait olan Tes, Tariat ve Şine Us yazıtlarındaki kavram işaretleme yollarını tespit etmeyi amaçlayan bu çalışmada, nitel veri toplama yöntemlerinden doküman incelemesi yöntemi kullanılmıştır. Çalışmaya konu olan yazıtlardaki kavram işaretlerini tespit etmek için Prof. Dr. Osman Mert’in “Ötüken Uygur Kağanlığı Yazıtlarından Tes, Tariat, Şine Us” adlı çalışmasından yararlanılmıştır.4 Tes, Tariat ve Şine Us yazıtlarındaki kavramlar işaretlenirken, Prof. Dr. Cengiz Alyılmaz’ın “Orhun Yazıtlarının Söz Dizimi” adlı doktora tezi dikkate alınarak yapılmıştır.5 3. Tes, Tariat ve Şine Us Yazıtlarında Kavramların İşaretlenmesi 3.1. Kök veya Köken Hâlindeki Dil Ögeleri: Bu dil ögelerini: -1. Türkçe olduğu bilinen fakat daha küçük anlamlı ve görevli parçalara ayrılamayan dil ögeleri -2. Başka dillerden alınmış dil ögeleri 25). olmak üzere iki grupta incelemek mümkündür (Alyılmaz, 1994, s. 2; Doğru, 2020, s. Yazıtlarda bu türden dil ögelerine sıkça rastlanmaktadır. Tes, Tariat ve Şine Us yazıtlarında bulunan kök veya köken hâlindeki kavram işaretlerinden bazıları şunlardır: 3.1.1. Türkçe Olduğu Bilinen Daha Küçük Anlamlı ve Görevli Parçalara Ayrılmayan Dil Ögeleri kan: han, kağan (Mert, 2009, s. 275) uyg(u)r k(a)n(ı)m tut(u)lm(ı)ş: Uygur kağanım tutulmuş. (T B4; Mert, 2009, s. 124) çıt: çit, ordugah etrafına çekilen çit (Mert, 2009, s. 273) çıt tikdi örg(i)n y(a)r(a)tdı y(a)yl(a)dı: Çit dikti, taht kurdu ve yazı (orada) geçirdi. (T G2; Mert, 2009, s. 136; User, 2008, s. 1899) uç-: öl- (Mert, 2009, s. 282) y(a)bgu (a)t(a)dı (a)nta kisre k(a)ng(ı)m k(a)g(a)n uçdı: Yabgu atadı. Ondan sonra babam Kağan öldü. (ŞU K12; Mert, 2009, s. 217) bar-: var-, ulaş-, git-, geç- (Mert, 2009, s. 270) ök(ü)şi s(e)l(e)nge kodı b(a)rdı b(e)n s(e)l(e)nge k(e)çe udu yorıd(ı)m süng(ü)şde tut(u)p on (e)r(i) ıt(d)(ı)m: Çoğu Selenge boyundan aşağı doğru gitti. Ben Selenge’yi geçerek takip ettim. Savaşta on eri tutarak gönderdim. (ŞU D4; Mert, 2009, s. 229) 3.1.2 Başka Dillerden Alınmış Dil Ögeleri Uygur döneminde meydana getirilen diğer özgün ya da adaptasyon eserler dikkate alındığında Tes, Tariat ve Şine Us Yazıtlarında başka dillerden alınmış dil ögelerinin daha az sayıda olduğu tespit edilmiştir. Mert, (2009). Ötüken Uygur Kağanlığı dönemi yazıtlarından Tes, Tariat, Şine Us. Ankara: Belen Yayıncılık Matbaacılık. 5 Alyılmaz, (1994). Orhun yazıtlarının söz dizimi. Erzurum: Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. 4 108 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 106 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU 255) tutuk / tutuq: Askerî vali, unvan (Çin. tu-tu) (Mert, 2009, s. 282; Caferoğlu, 1968, s. çik bod(u)nka tutuq (a)t birt(i)m: Çik halkına Tutuk unvan(lı kişi) tayin ettim. (ŞU G2; Mert, 2009, s. 244) sin: < Çin. mezar (Mert, 2009, s. 279) (a)nta y(a)bgu (a)t(a)dı (a)nta k(i)sre küsgü yılqa s(i)nl(e)gde küç k(a)ra bod#(u)n t(e)m(i)ş sin s(i)zde küç k(a)ra sub (e)rm(i)ş: Orada yabgu atadı. Ondan sonra Sıçan yılında (MS 748) (ecdat) mezarlığında güç(lü) halk (şöyle) demiş: (Atalarımızın) mezarları sizde. (Muhtaç olduğunuz) güç “Kara Su”dur. (Ta G5; Mert, 2009, s. 169) sengün / sengüt (ç): < Çin. general (Mert, 2009, s. 279; Caferoğlu, 1968, s. 200) … bit(i)gme bunı y(a)r(a)t(ı)gma [bilge] #kutl(u)g t(a)rk(a)n s(e)ngün bunça bod(u)n(u)g (a)tın yolın y(a)gma (a)lum çisi (e)ki y# … kutl(u)g b(i)lge s(e)ngün urşu/ur(u)şu kutl(u)g t(a)rk(a)n s(e)ngün ol (e)ki yur: (… (bunu) yazan, bunu yapan Bilge Kutlug Tarkan Sengün’(dür). Bunca boyları, onların adları ve sanlarını Yagma boyunun tahsildarı … Kutlug Bilge Sengün (ve) Urşu Kutlug Tarkan Sengün’(dür) o iki kayın birader. (Ta K5; Mert, 2009, s. 189) 3.2. Gövde Hâlindeki Kavram İşaretleri Görevli dil ögelerinden olan gramer morfemlerinin bir kısmı kök veya köken hâlindeki anlamlı dil ögelerinin üzerine gelerek gövde hâlinde yeni anlamlı dil ögeleri meydana getirirler. Bu tür ekleri şu şekilde sınıflandırmak mümkündür: 3.2.1. Fiilden Fiil Yapım Ekleri 1. /-mA-/ Fiilden olumsuz fiiller yapan -mA- ekinin kaynağı hakkında değişik görüşler ileri sürülmektedir. Şinasi Tekin, ek hakkında şunları kaydeder: “… 1. Türkçede –maolumsuzluk eki vurguyu kabul etmediğine ve bir önceki heceye attığına göre müstakil bir kelimeden türemiştir. 2. Bu müstakil kelime, Hind-Avrupa dil ailesinin bir uzak üyesi ve Orta Asya’da yüzyıllar boyu eski Türklerle birlikte yaşamış olan Toharların dilindeki ma olumsuzluk edatıdır. İşte bu Toharca ma olumsuzluk edatından ekleşerek Türkçeye girmiştir.” (Alyılmaz, 1994, s. 5; Tekin, 1990, s. 78-81; Doğru, 2020, s. 29). G.J. Ramstedt ise, -m ile teşkil edilen isimlere Ural dillerindeki e-, Tunguzca’da a- / e- olumsuzluk fiilinin çekimli şekillerinin getirilmesiyle oluştuğu görüşündedir. A.N. Kononov –ma- / -me- olumsuzluk ekinin yapısını, fiillerin –a / -e veya –ı / -i ekli zarf-fiil şekillerinden sonra a- / e- olumsuzluk fiilinin –ma(n) / -me(n) ekli zarffiil şeklinin getirilmesiyle oluştuğunu ileri sürmüştür: al-a a-ma > alama orta hece düşmesi ile alma ve buradan –ma- / -me- eki ortaya çıkmıştır. Talat Tekin –ma-/ me- olumsuzluk ekinin yapısı hususunda Ramstedt’in görüşünü benimsemekte ve çeşitli kanıtlarla bu görüşü açıklığa kavuşturmaktadır (Eraslan, 2012, s. 110). kıl-ma-: yapma-, etme- (ŞU D2; Mert, 2009, s. 276) ur-ma-: dokunma- (ŞU D2; Mert, 2009, s. 283) k(a)ra ig(i)l bod(u)n(u)g yoq kılm(a)d(ı)m (e)bin b(a)rkın yılqısını urm(a)d(ı)m: Sade İ(z)gil halkını yok etmedim. (Onların) yurtlarına, at sürülerine dokunmadım. (ŞU D2; Mert, 2009, s. 228) kal-ma-: kalma- (ŞU D3; Mert, 2009, s. 275) s(e)k(i)z og(u)z toq(u)z t(a)t(a)r k(a)lm(a)tı k(e)lti: Sekiz Oğuzlar, Dokuz Tatarlar tümüyle (bana) geldi. (ŞU D3; Mert, 2009, s. 229) B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O107 O K 109 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM 2. /-d-/ Canlılığını yitiren bu ek genellikle kök fiillere gelir ve anlamı kuvvetlendirir (Alyılmaz, 1994, s. 5; Gabain, 1988, s. 58). Ş. Tekin, fonksiyonu kesin olarak bilinmeyen ve aşağı yukarı kökün manasına gelen ekler arasında zikrettiği ekin, tek heceli fiil köklerine getirildiğini, tekit işlevini bulmanın güç olduğunu ve +a- / +e- isimden fiil yapma ekinden sonra kullanıldığını belirtir: kod- (< ko-d-) “koymak”, tod- (< to-d-) “doymak”, yod- (<*yo-d-) “yok olmak, mahvolmak” (Eraslan, 2012, s. 108). ko-t-: koy-, bırak- (Mert, 2009, s. 277) (e)b(i)m(i)n (e)rs(e)günte yula költe kot(d)(u)m (a)nta irt(i)m: Ersegündeki Yula Gölü’nün yanında otağımı kurdum. Orada yetiştim. (ŞU G6; Mert, 2009, s. 245) ı-d-: gönder- (Mert, 2009, s. 275) … (e)r ıdm(ı)ş: … adam göndermiş. (ŞU G4; Mert, 2009, s. 245) 3. /-l-/ Dönüşlü (geçişsiz) ve edilgen (pasif) fiiller6 yapmaktadır (Alyılmaz, 1994, s. 6; Şen, 2016, s. 64) tut-ul-: tutul- (Mert, 2009, s. 282) uyg(u)r k(a)n(ı)m tut(u)lm(ı)ş: Uygur Kağanım tutulmuş. (T B4; Mert, 2009, s. 124) tir-il-: toplan- (Mert, 2009, s. 281) 228) kün …m(ı)ş tün t[i]r(i)lm(i)ş: Gündüz … gece toplanmışlar. (ŞU D1; Mert, 2009, s. 4. /-n-/ Geçişli fiil kök veya gövdelerinden ya edilgen (pasif) veya geçişsiz dönüşlü fiiller yapar (Alyılmaz, 1994, s. 7). kıl-ın-: yaratıl-, yapıl- (Mert, 2009, s. 276) …[te]ngri kıl(ı)ntuqda uyg(u)r k(a)g(a)n ol(u)rm(ı)ş: … Gök yüzü yaratıldığında Uygur Kağanı tahta oturmuş. (T K1; Mert, 2009, s. 128) ko-n-: kon-, yerleş- (Mert, 2009, s. 277) ol y(e)r(i)m(i)n sub(u)m(ı)n kon(a)r köç(e)r b(e)n: Ben, bu topraklarımda ve bu sularım (boyunca) / bu bölgede konar; göçerim. (Ta B4; Mert, 2009, s. 180) 5. /-r-/ Yaptırma işlevi bulunan fiilden fiil yapma ekidir. Ünlülü şekiller –r-‘den genişlemiş olmalıdır. Buna sebep de her fiil tabanına her ekin getirilemez olmasıdır (Eraslan, 2012, s. 111; Doğru, 2020, s. 30). tog-ur-: doğ- (Mert, 2009, s. 281) (e)ki y(a)ngıka kün tog(u)ru süng(ü)şd(ü)m: İkinci gün tan vaktinde savaştım. (ŞU D1; Mert, 2009, s. 228) kel-ir-: getir- (Mert, 2009, s. 276) 6 Gabain ve Eraslan bu ekin /-l-/ dönüşlülük ve edilgenlik yanında meçhullük de ifade ettiğini belirmektedirler (Gabain, 1988, s. 59; Ersalan, 2012, s. 110). 110 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 108 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU y#ılkısıs(ı)n b(a)r(ı)mın kızın kod(u)zın k(e)l(i)rt(i)m: At sürülerini, mallarını, kadınlarını kızlarını getirdim. (ŞU D3; Mert, 2009, s. 229) 6. /-tUr-/ Fiilden ettirgen fiiller yapmaktadır (Alyılmaz, 1994, s. 8). N. Kononov’un da belirttiği gibi ek, -t- ve -ur- / -ür- ettirgenlik eklerinden ibaret birleşik ek olmalıdır. Birinci ek geçişsiz bir fiili geçişli hâle, ikinci ek ise geçişli fiili ettirgen hâle sokar (Eraslan, 2012, s. 109) agın-tur-: yükseltil- (Mert, 2009, s. 269) … (a)g(ı)nt(u)rtı: … yükseltildi. (T B4; Mert, 2009, s. 124) tooqıt-tur-: dövdürt-, yaptırt-, vurdurt- (Mert, 2009, s. 281) … (a)nta tooq(ı)t(tu)rt(ı)m: … orada dövdürttüm. (Ta D8; Mert, 2009, s. 159) 7. /-t-/ Fiilden ettirgen fiiller yapmaktadır (Alyılmaz, 1994, s. 8). arta-t-: boz-, bozguna uğrat- (Mert, 2009, s. 269) s(e)k#(i)z ot(u)z y(a)ş(ı)ma yıl(a)n yılka türük (e)l(i)n (a)nta bulg(a)d(ı)m (a)nta (a)rt(a)td(ı)m: Yirmi sekiz yaşımda, Yılan yılında (MS 741), Türk yurdunu o zaman karıştırdım (ve) o zaman bozguna uğrattım. (Ta D5; Mert, 2009, s. 158) yap-ıt-: yaptır-, yaptırt- (Mert, 2009, s. 283) sogd(a)k t(a)bg(a)çka s(e)l(e)ng(e)de b(a)y b(a)lıq y(a)p(ı)tı b(e)rt(i)m: Selenge’de Soğdlulara ve Çinlilere Bay Balık’ı inşa ettirdim. (ŞU B5; Mert, 2009, s. 261) 8. /-ş-/ Fiilden işteş fiiller yapmaktadır (Alyılmaz, 1994, s. 8) Birlikte yapma ve tekerrür ifadesi veren fiilden fiil yapma ekidir. Harekete katılanlardan ikisi de aktif veya biri aktif biri de pasif olabilir (Eraslan, 2012, s. 112) süng-üş-: savaş- (Mert, 2009, s. 280) … (e)k(i)nti … # … b(i)ç(i)n yılqa yo#rıd(ı)m… süng(ü)şd(ü)m (a)nta s(a)nçd(ı)m: … ikinci olarak … Maymun yılında (MS 744) yürüdüm. … savaştım ve arada (tamamını) mızrakladım. (Ta G1; Mert, 2009, s. 169) yama-ş-: katıl- (Mert, 2009, s. 283) …g(ı)n y(a)m(a)şdı: … ile (bize) katıldı. (Ta D6; Mert, 2009, s. 158) 9. /-Kur-/ Fiiilden ettirgen fiiller yapmaktadır (Alyılmaz, 1994, s. 8). Ş. Tekin, ekin -*k-ürşeklinde de düşünülebileceğini belirtmiştir (Eraslan, 2012, s. 109) tur-gur-: kaldır-, bırak- (Mert, 2009, s. 282) kıy(ı)n (a)yd(ı)m turguru kot(d)(ı)m: Cezalarını emrettim. (Sonra) (onları) oldukları gibi bıraktım. (ŞU D2; Mert, 2009, s. 228) 10. /-A bar-/ Fiil kök veya gövdelerinin üzerine gelerek bir işin, hareketin başlangıcını, tezliğini, sonucunu vs. bildiren tasvirî fiiller yapmaktadır (Alyılmaz, 1994, s. 7). tök-e bar-: döküver- (Mert, 2009, s. 281) B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O109 O K 111 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM … boz oq b(a)şın (a)k(ı)za uç(u)z köölke (a)tl(ı)g(ı)n töke b(a)rm(ı)ş: …Boz-Ok liderine hücum ederek atlısıyla (onu) Uçuz Göl’e döküvermiş. (T K3; Mert, 2009, s. 128) akız-a bar-: hücum ederek var- (Mert, 2009, s. 269) …(a)k(ı)z(a) b(a)rm(ı)ş: … hücum ederek varmış. (Ta D2; Mert, 2009, s. 157) 11. /-U bir-/ Fiillerin üzerine gelerek tezlik, kolaylık vs. bildiren tasvirî fiiller yapmaktadır (Alyılmaz, 1994, s. 7). ay-u bir-: emret- (Mert, 2009, s. 270) y(e)r (a)yu birti: Yer emretti. (ŞU D2; Mert, 2009, s. 228) tut-a bir-: tutuver- (Mert, 2009, s. 282) … t(e)ngri tuta birt#i: … Tanrı tutuverdi. (ŞU D2; Mert, 2009, s. 228) 12. /-U kel-/ Fiil kök veya gövdelerinin üzerine gelerek tezlik, süreklilik vs. bildiren tasvirî fiiller yapmaktadır (Alyılmaz, 1994, s. 6) .ud-u kel-: gel- (Mert, 2009, s. 282) udu k(e)l(i)ng tid(i)m: “(Ey halkım) gelin” dedim. (ŞU D2; Mert, 2009, s. 228) yör-e kel-: yürüyerek gel- (Mert, 2009, s. 285) k(e)r(e)gün s(a)k(ı)şın şıp b(a)şın yöre k(e)lti: Keregü’yü, Sakış’ı, Şıp Başı’nı yürüyerek geldi(ler). (ŞU D4; Mert, 2009, s. 229) 13. /-p bar-/ Fiil kök veya gövdelerinin üzerine gelerek tezlik vs. bildiren tasvirî fiiller yapmaktadır (Alyılmaz, 1994, s. 7). kod-up bar-: bırakıp git- (Mert, 2009, s. 277) udu k(e)l(i)ng tid(i)m kod(u)p b(a)rdım k(e)lm(e)di: “(Ey halkım) gelin” dedim. (Onları) yalnız bırakıp gittim. (Ama) (onlar) gelmediler. (ŞU D2; Mert, 2009, s. 228) yulı-p bar-: yağmalayıp git- (Mert, 2009, s. 285) (a)nta ötrü türg(i)ş k(a)rluq(u)g t(a)b(a)rın (a)l(ı)p (e)bin y(u)lıp b(a)rm(ı)ş: Bundan dolayı Türgişler Karlukların mallarını alıp evlerini yağmalayıp gitmişler. (ŞU G5; Mert, 2009, s. 245) 3.2.2. İsimden Fiil Yapım Ekleri 1. /+lA-/ En yaygın kullanılan isimden fiil yapım ekidir (Şen, 2016, s. 63). yay+la-: yayla-, yazı geçir- (Mert, 2009, s. 284) çıt tikdi örg(i)n y(a)r(a)tdı y(a)yl(a)dı…: Çit dikti, taht kurdu ve yazı (orada) geçirdi. (T G2; Mert, 2009, s. 136) yaka+la-: sınır belirle- (Mert, 2009, s. 283) y(a)y (a)nta y(a)yl(a)d(ı)m y(a)ka (a)nta y(a)k(a)l(a)d(ı)m: Yazın orada yayladım (yazı geçirdim). Sınırı orada tayin ettim. (ŞU D8; Mert, 2009, s. 231) yıl+la-: yıl geçir- (Mert, 2009, s. 284) 112 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 110 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU t(a)kıgu yıl#...yorıd(ı)m yıll(a)d(ı)m: Tavuk yıl(ında) (MS 745) sefere çıktım. Bir yıl geçirdim (Ta G2; Mert, 2009, s. 169) 2. /+A-/ yarlık+a-: lutfet-, ihsan et- (Mert, 2009, s. 284) üze kök t(e)ngri y(a)rl(ı)k(a)duq üç(ü)n (a)sra y(a)g(ı)z y(e)r ig(i)t(t)ük üç(ü)n (e)l(i)m(i)n törüm(i)n (e)t(i)nt#(i)m: Üstteki Gök Tanrı / Ebedi Tanrı lutfettiği için, aşağıdaki yağız yer besleyip doyurduğu için, devletimi ve düzenimi kurdum. (Ta B3; Mert, 2009, s. 179) 3. /+Gar-/ Yapmak ifade eden isimden fiil yapma ekidir. Ş. Tekin, ekin birleşik ek olduğu görüşündedir; +K Ar- < +K- Ar-. İlk ek isimden geçişsiz fiil, ikinci ek ise geçişsiz fiili geçişli yapan ettirgenlik (verblasster faktitif “sönmüş faktitif”) ekidir (Eraslan, 2012, s. 115) iç+ger-: tabi ol-, kendisine tabi kıl- (Mert, 2009, s. 275) türük bod(u)n(u)g (a)nta (i)çg(e)rt(i)m: Türk halkını orada (kendime) bağladım (Ta D8; Mert, 2009, s. 159) taş+gar-: dışarı çıkar- (Mert, 2009, s. 280) kırk(ı)z t(a)pa (e)r ıdm(ı)ş siz t(a)şıq(ı)ng çik(i)g t(a)şg(a)r(ı)ng tim(i)ş: Kırgızlara adam gönderip “Siz yola çıkıp Çikleri çıkarın” demiş. (ŞU D10; Mert, 2009, s. 232) 4. /+K-/ Yapmak ifade eden isimden geçişsiz fiil yapma ekidir (Eraslan, 2012, s. 114). iç+i+k-: tabi ol- (Mert, 2009, s. 275) iç(i)kdi sıng(a)rı b … a kirti: Tabi oldu. Bir kısım … girdi. (ŞU D7; Mert, 2009, s. 231) yol+u+q-: karşılaş- (Mert, 2009, s. 285) bir y(i)g(i)rm(i)nç (a)y s(e)k(i)z y(i)g(i)rmike …. yoluqd(u)m: On birinci ayın on sekizinde … karşılaştım. (ŞU G1; Mert, 2009, s. 244) 5. /Ad-/ (< +A-d-) Genellikle olmak, bazen de yapmak ifade eden isimden fiil yapan birleşik ektir; + a- d-/ + e- d- (Eraslan, 2012, s. 113). yagı+(a)d-: düşmanlaş- (Mert, 2009, s. 283) … y(a)ramatın y(a)gıdu k(e)lm(i)ş: …uygunsuz bir şekilde düşmanlaşarak gelmiş (ŞU D10; Mert, 2009, s. 232) 3.2.3. Fiilden İsim Yapım Ekleri 1. /-A/ Eski bir ek olup muhtemelen zarf-fiil ekiyle aynıdır. Kalıplaşarak fiilden isim yapma eki durumuna geçmiştir (Eraslan, 2012, s. 104; Alyılmaz, 1994, s. 11; Gabain, 1988, s. 51). yan-a: yine, yeniden, tekrar (Mert, 2009, s. 283) (a)t(ı)m(ı)n üze köök t(e)ngri (a)sra y(a)g(ı)z y(e)r y(a)na…: Adımı yukarıda gökyüzü aşağıda yağız yer / yeryüzü yeniden… (Ta D4; Mert, 2009, s. 158) tap-a: edat, /+A doğru (Mert, 2009, s. 280) B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O111 O K 113 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM t(a)rd(u)ş töl(i)s bod(u)nka birt(i)m (a)nç(ı)p b(a)rs yılka çik t(a)pa yorıd(ı)m: (Onları) Tarduş ve Tölis boylarına (yönetici olarak) görevlendirdim. Bundan sonra Kaplan yılında (MS 750) Çiklere doğru yürüdüm (ŞU D7; Mert, 2009, s. 231) 2. /-KA/ bil-ge: bilge, unvan (Mert, 2009, s. 272) b(i)lges(i)n üç(ü)n öngre kün togsıqd(a)kı bod(u)n: (kağanım) bilge olduğu için doğudaki / gün doğusundaki halkları… (T D5; Mert, 2009, s. 132) 3. /-mA/ Seyrek olarak kullanılan ve soyut, somut isimler teşkil eden fiilden isim yapma ekidir (Eraslan, 2012, s. 107). yel-me: öncü birlik (Mert, 2009, s. 284) y(e)lm(e)sin is y(e)ring(e)rü ıdm(ı)ş y(e)lm(e)sin m(e)n(i)ng (e)r (a)nta b(a)sm(ı)ş tıl tutm(ı)ş: Keşif birliğini müttefiklerin yurduna göndermiş. Keşif erlerine benim erlerim orada baskın düzenlemiş; esirleri tutmuş. (ŞU D12; Mert, 2009, s. 233) 4. /-nç/ (< / -n-ç/) Aslında -n- ve ç-‘den oluşan birleşik bir ektir. Bazı teşkillerde -n-‘nin dönüşlülük eki olduğu açıktır (Eraslan, 2012, s. 107). Genellikle soyut anlamlı sözcükler türeten bir ektir (Şen, 2016, s. 62). qııl-ınç: kılma, yapma (Mert, 2009, s. 276) (a)nta kisre k(a)ng(ı)m k(a)g(a)n uçdı k(a)ra bod(u)n qııl(ı)nç … : Ondan sonra babam Kağan öldü. Halkın hareketleri… (Mert, 2009, s. 217) 5. /-G/ Yaygın kullanışı olan ve çeşitli ifadeler kazandıran fiilden isim yapma ekidir. W. Bang, -ġ /-g ekinin çok eski bir fiilden isim yapma eki olduğunu tasrih etmiştir. Ş. Tekin, ekin tek fonksiyonlu ve çok kullanılan bir ek olduğunu belirterek, “Sonuna geldiği fiilin gösterdiği hareketin neticesini, daha çok aktif olarak ifade eder.” demektedir (Eraslan, 2012, s. 105). biti-g: yazı, yazıt, ebedî (bengü) taş, kitâbe (Mert, 2009, s. 272) … (e)ls(e)r (i)lg(e)rü qoontı b(e)lgüsin bit(i)gin bu urtı bu y(a)r(a)tdı: … doğuya kondu ve damgasını, bengü taşını bu(rada) yazdırdı, bu(rada) yarattı. (T G3; Mert, 2009, s. 136) tap-ıg: hizmet (Mert, 2009, s. 280) t(a)p(ı)g birti … : hizmetime verdi …. (ŞU B5; Mert, 2009, s. 261) ıla-g: ağaçlı yer, orman (Mert, 2009, s. 274) … (e)k(i)n (a)ra ıl(a)g(ı)m t(a)r(ı)gl(a)g(ı)m s(e)k(i)z s(e)l(e)nge orqun togla s(e)b#(i)[n] t(e)l(e)dü k(a)r(a)ga burgu: … ikisinin arasında ormanlarım, tarlalarım, [bulunmaktadır]. Sekiz [kollu] Selenge, Orhun, Tola / Tuul, Sebin, Teledü, Karaga, Burgu. (Ta B4; Mert, 2009, s. 180) 6. /-I/ Eşsesli zarf-fiil ekinin aynısıdır. Ancak zamanla zarf-fiil eki fonksiyonunu kaybetmiştir (Alyılmaz, 1994, s. 12). yaz-ı: ova (Mert, 2009, s. 284) kod-ı: aşağı, aşağıya (Mert, 2009, s. 277) 114 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 112 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU y(a)zı kılt(ı)m ök(ü)şi s(e)l(e)nge kodı b(a)rdı b(e)n s(e)l(e)nge k(e)çe udu yorıd(ı)m: (Orayı) dümdüz / yerle bir ettim. Çoğu Selenge boyundan aşağı doğru gitti. (ŞU D4; Mert, 2009, s. 229) 7. /-n/ Sıfat mahiyetinde isimler de teşkil eden fiilden isim yapma ekidir. Ş. Tekin’in ifadesiyle fiilin neticesini bildiren gövdeler teşkil eder (Eraslan, 2012, s. 107). örgi-n: kağan otağı, taht (Mert, 2009, s. 279) çıt tikdi örg(i)n y(a)r(a)tdı y(a)yl(a)dı…: Çit dikti, taht kurdu ve yazı (orada) geçirdi. (T G2; Mert, 2009, s. 136) kıy-ı-n: ceza (Mert, 2009, s. 276) kıy(ı)n (a)yd(ı)m turguru kot(d)(ı)m: Cezalarını emrettim. (Sonra) (onları) oldukları gibi bıraktım. (ŞU D2; Mert, 2009, s. 228) 8. /-ş/ Fiilin neticesini bildiren soyut isimler teşkil eden fiilden isim yapma ekidir (Eraslan, 2012, s. 108). süng-üş: savaş (Mert, 2009, s. 280) ozm(ı)ş tig(i)n k(a)n bolm(ı)ş kony yılka yorıd(ı)m ek(i)nti süng(ü)ş#..... (a)y (a)lt(ı) y(a)ngıka t… : Ozmış Tigin Han olmuş. Koyun yılında (MS 743) ordu sevk ettim. İkinci savaş … ay altıncı gününde… (ŞU K9; Mert, 2009, s. 216) 9. /-l/ Moğolca ile ortak olup seyrek kullanılan ve fail ismi teşkil eden fiilden isim yapma ekidir (Eraslan, 2012, s. 106) ku-l: kul, köle (Mert, 2009, s. 277) kul(ı)m küng(i)m bod(u)n(u)g t(e)ngri…: Kölelerim, cariyelerim, milletimi Tanrı… (ŞU D1; Mert, 2009, s. 228) kö-l: göl (Mert, 2009, s. 277) boz oq b(a)şın (a)k(ı)za uç(u)z köölke (a)tl(ı)g(ı)n töke b(a)rm(ı)ş: Boz-Ok liderine hücum ederek atlısıyla (onu) Uçuz Göl’e döküvermiş. (T K3; Mert, 2009, s. 128) 10. /-(y)U/ öt-(ü)r-ü: ötürü, dolayı (Mert, 2009, s. 279) a)nta ötrü türg(i)ş k(a)rluq(u)g t(a)b(a)rın (a)l(ı)p (e)bin y(u)lıp b(a)rm(ı)ş: Bundan dolayı Türgişler Karlukların mallarını alıp evlerini yağmalayıp gitmişler. (ŞU G5; Mert, 2009, s. 245) 11. /-m/ Yaygın kullanılan ve soyut, somut isimler teşkil eden fiilden isim yapma ekidir. Ş. Tekin’e göre ek, işin neticesini bildirir. Ekin +lıġ/+lig ve +sız/ +siz ekleriyle genişlemiş şekilleri sıfat olarak kullanılır (Eraslan, 2012, s. 107). ked-im: giyim (Mert, 2009, s. 276) … biş yüz k(e)d(i)ml(i)g y(a)d(a)g bir (e)ki ş(a)ş(ı)p k(e)lti küng(ü)m kul(ı)m bod(u)n(u)g t(e)ngri y(e)r (a)nta (a)yu..rti (a)nta s(a)nçd(ı): … beş yüz kişilik özel giyimli / zırhlı piyadeden bir iki kişi şaşıp geldi. Gök ve Yer (Gök ve yerin ruhu) halkın benim kullarım ve B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O113 O K 115 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM hizmetçilerim olduğunu söyleyi[ve]rdi. Orada (onları) mızrakladım. (ŞU G9; Mert, 2009, s. 246) 12. /-z/ Canlı olmayan ek, fail ismi ifadesi ile hareketin neticesini bildiren isimler teşkil eder (Eraslan, 2012, s. 108). ba-z: tabi, bağımlı (Mert, 2009, s. 271) … t(a)bg(a)çka b(a)zl(a)nm(ı)ş uygur k(a)g(a)n … oq ol(u)rm(ı)ş : …Çin’e bağımlı olmuş Uygur Kağan(lar)ı …..-ok(ta) oturmuş (T K5; Mert, 2009, s. 128) 13. /-GUçI/ (/-GU+ÇI/) Daha ziyade fail ismi yapmaktadır (Alyılmaz, 1994, s. 13). bid-güçi: keşifçi, öncü (Mert, 2009, s. 271) bidgüçi (e)r (a)nta ıt…lti k(a)ra yot(u)lk(a)n k(e)ç(i)p k(e)lirti: Oradan keşifçi / öncü er gönderdim. … Kara Yotalkan’ı geçip (onları) getirdiler. (ŞU G3; Mert, 2009, s. 245) 14. /-sIG/ Aslında gelecek zaman ve gereklilik isim-fiil eki olup bazı teşkillerde kalıplaşarak çoğu zaman sıfat teşkil eder (Eraslan, 2012, s. 118). tog-s(ı)q / tog-sık: doğu (Mert, 2009, s. 281) öngre kün togs(ı)kd(a)kı bod(u)n k(i)sre (a)y togs(ı)kd(a)kı bod(u)n…: İleride gün doğusundaki halklar, geride ay doğusundaki halklar … (Ta B3; Mert, 2009, s. 179) b(i)lges(i)n üç(ü)n öngre kün togsıqd(a)kı bodun…: (kağanım) bilge olduğu için doğudaki / gün doğusundaki halkları… (T D5; Mert, 2009, s. 132) 15. /-mIr; -mUr/ Seyrek olarak kullanılan fiilden isim yapma ekidir. Ş. Tekin, ekin, fiilin neticesini bildirdiğini ve ek ünlüsünün aslî olup olmadığı hususunda tereddüt bulunduğunu belirtir (Eraslan, 2012, s. 107). kö-mür: Kömür (Mert, 2009, s. 277) irt(i)m k(a)ra kum (a)şm(ı)ş kög(e)rde köm(ü)r t(a)gda y(a)r ög(ü)zde üç tug#l(ı)g türük bod(u)n ….: Yetiştim. Kara Kum’u aşmış, Köger’de, Kömür Dağı’nda, Yar Irmağı’nda üç tuğlu Türk boyu …. (ŞU K8; Mert, 2009, s. 216) 16. /-Uk; -ḳ; -k/ Daha ziyade sıfat mahiyetinde isimler türeten fiilden isim yapma ekidir; -ġ / -g ile teşkil edilenlerden farkını tespit etmek mümkün değildir. Ş. Tekin, ek için, “ Sonuna geldiği fiilin gösterdiği hareketin neticesini, daha çok pasif olarak ifade eder.” demektedir (Erslan, 2012, s. 106). buy(u)r-uq: kumandan (unvan) (Mert, 2009, s. 273) t(e)ngride bolm(ı)ş (e)l (e)tm(i)ş b(i)lge k(a)n(ı)m içr(e)ki bod(u)nı (a)ltmış iç# buyruq b(a)şı ın(a)nçu b(a)ga t(a)rk(a)n ul(u)g buyruq toq(u)z bolm(ı)ş b(i)lge t(a)y s(e)ngün t(a)y# … b(e)ş yüz b(a)şı kül(ü)g ongı öz ın(a)nçu b(e)ş yüz b(a)şı ul(u)g öz ın(a)nçu: Tanrı’nın lütfuyla tahta oturmuş, devlet kurmuş Bilge Hanımın kendisine tabi boyların sayısı altmış. İç Buyruk Başı: İnançu Baga Tarkan; Ulu Buyruk (Baş Kumandan): Tokuz Bolmış Bilge Tay / Büyük Sengün; Tay … Beş Yüz (kişilik birlik) Başı Külüg Ongı Öz Inançu; Beş Yüz (kişilik kuvvet) Başı Ulu Öz Inançu; (Ta B6; Mert, 2009, s. 181) 116 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 114 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU 3.2.4. İsimden İsim Yapım Ekleri 1. /+nç/ Sıra sayı sıfatları teşkil eden isimden isim yapma ekidir (Eraslan, 2012, s. 101). yeti+nç: yedinci (Mert, 2009, s. 284) köm(ü)r t(a)gda ….y(a)r ög(ü)zde üç tugl(ı)g türük bod(u)nka (a)nta y(e)t(i)nç (a)y tört y(e)g(i)rmike … : Kömür Dağ’da (ve) Yar Irmağı’nda üç tuğlu Türk halkına o zaman yedinci ayın on dördünde… (Ta D7; Mert, 2009, s. 159) tört+ünç: dördüncü (Mert, 2009, s. 282) irt(i)m burguda y(e)td(i)m tört(ü)nç (a)y tok(u)z y(a)ngıka süng(ü)şd(ü)m s(a)nçd(ı)m: Burgu’da yetiştim / ulaştım. Dördüncü ayın dokuzuncu gününde savaştım; mızrakladım (ŞU D3; Mert, 2009, s. 229) 2. /+lIg/ “Bir şeye sahip olan, bir şeyle donanmış olan” anlamında sıfatlar ve adlar türeten yaygın bir ektir (Şen, 2016, s. 60). at+lıg: atlı, süvari (Mert, 2009, s. 270) boz oq b(a)şın (a)k(ı)za uç(u)z köölke (a)tl(ı)g(ı)n töke b(a)rm(ı)ş: Boz-Ok liderine hücum ederek atlısıyla (onu) Uçuz Göl’e döküvermiş (T K3; Mert, 2009, s. 128) kü+lüg: ünlü, namdar (Mert, 2009, s. 277) ur(u)ngu yüz b(a)şı ul(u)g ur(u)ngu töl(i)s b(e)gl(e)r oglı bıng b(a)ş# [ı töl(i)s külü]g (e)r(e)n t(a)rduş b(e)gl(e)r oglı bıng b[aşı] t(a)rduş k[ülüg eren tarduş] # ışb(a)ras b(e)ş bıng (e)r b(a)şı (a)lp ışb(a)ra s(e)ngün y(a)gl(a)k(a)r: Urungu: Yüzbaşı Ulu Urungu; Tölis Beylerinin oğulları Binbaşı(lar): Tölis’in ünlü erleri; Tarduş Beylerinin oğulları Binbaşı(lar): Tarduş’un ünlü erleri; Tarduş Işbaralar: Beş Bin Er(lik kuvvet) Başı Işbara Sengün Yaglakar. (Ta B7; Mert, 2009, s. 181) yazuq+lug: suçlu (Mert, 2009, s. 284) y(e)r (a)yu birti (a)nta s(a)nçd(ı)m y(a)zuql(u)g (a)tl(ı)g … t(e)ngri tuta birt#i: Yer emretti. Orada mızrakladım. Günahkar adlı … Tanrı tutuverdi. (ŞU D2; Mert, 2009, s. 228) 3. /+nti/ Sadece “iki” kelimesine getirilip sıra sayı sıfatı teşkil eden işlevi daralmış çok eski bir isimden isim yapma ekidir (Eraslan, 2012, s. 101). eki+nti: ikinci (Mert, 2009, s. 274) … (e)k(i)nti … # … b(i)ç(i)n yılqa yo#rıd(ı)m… : … ikinci olarak … Maymun yılında (MS 744) yürüdüm. (Tariat G1; Mert, 2009, s. 169) 4. /+lIK/ Soyut ve somut isimlerle sıfat mahiyetinde gövdeler türeten isimden isim yapma ekidir. Ek Moğolcada da aynıdır (Eraslan, 2012, s. 100) yıl+lık: yıllık (Mert, 2009, s. 284) kün+lük: günlük (Mert, 2009, s. 277) bıng yıl(l)ıq tüm(e)n künl(ü)k b(i)t(i)g(i)m(i)n b(e)lgüm(i)n bunta…: Bin yıllık, on bin günlük yazıtımı ve damgamı burada… (Ta B2; Mert, 2009, s. 179) B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O115 O K 117 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM 5. /+Çı/ Bugün olduğu gibi meslek ve alışkanlık adları türetir (Şen, 2016, s. 58). akın+çu: akıncı (Mert, 2009, s. 269) … ul(u)g çigşi (a)k(ı)nçu (a)lp b(i)lge çigşi … # …. og(u)z … ı/i yüz s(e)ngüt bir tüm(e)n bod(u)n k(a)zg(a)ntı: … Ulug Çigşi, Akıncı Alp Bilge Çigşi … … Oğuz(ları) … (Onlardan) yüz general ve on bin (kişilik) bir halk kazandı (Ta K1; Mert, 2009, s. 188) alum+çi: alımcı, devlet alacaklarını tahsil eden görevli (Mert, 2009, s. 269) bunça bod(u)n(u)g (a)tın yolın y(a)gma (a)lum çisi (e)ki y#.....kutl(u)g b(i)lge s(e)ngün urşu/ur(u)şu kutl(u)g t(a)rk(a)n s(e)ngün ol (e)ki yur: Bunca boyları, onların adları ve sanlarını Yagma boyunun tahsildarı …….. Kutlug Bilge Sengün (ve) Urşu Kutlug Tarkan Sengün’(dür) o iki kayın birader. (Ta K5; Mert, 2009, s. 189) 6. /+ng/ Seyrek kullanılan isimden isim yapma ekidir (Eraslan, 2012, s. 101). ka+ng: baba (Mert, 2009, s. 276) … l(a)gz(ı)n yılka toq(u)z t(a)t(a)r … toq(u)z buyruq# [b]ıng s(e)ngüt k(a)ra bod(u)n tur(u)y(ı)n k(a)ng(ı)m k(a)nka öt(ü)nti: … Üç (Karluklar) Domuz yılında (MS 747) Dokuz Tatarlar … Dokuz buyruk, bin general ve halk(a karşı) ayağa kalkarak babam Kağan’a (şöyle) dilekte bulundular. (Ta G4; Mert, 2009, s. 169) 7. /+KAn/ Ötü+ken: Ötüken (bölge, dağ adı) (Mert, 2009, s. 279) ötük(e)n eli ögres ili (e)kin (a)ra ol(u)rm(ı)ş subı s(e)l(e)nge (e)rm(i)ş: Ötüken ve Ögres yurdu arasında hüküm sürmüş. Suyu Selenge imiş. (ŞU K2; Mert, 2009, s. 216) 8. /+Ça/ bar+ça: hepsi, tamamı (Mert, 2009, s. 270) … ga bam(ı)ştı ol tum … bilm… ın … barça tük(e)p t(e)ze: … bağlamıştı. … (onların) tamamı yok olup kaçarak … (ŞU G1-ek 1; Mert, 2009, s. 250) 9. /+KI/ İsimden isim ve sıfat yapmaktadır. Aitlik bildirir (Alyılmaz, 1994, s. 16). togsıkda+kı: doğusundaki (Mert, 2009, s. 281) … b(i)lges(i)n üç(ü)n öngre …. kün togsıqd(a)kı bodun …: … (kağanım) bilge olduğu için doğudaki / gün doğusundaki halkları… (T D5; Mert, 2009, s. 132) 10. /+LAg/ Soyut isimlerle, yer ve hayvan isimleri türeten ve seyrek kullanılan birleşik bir ektir: +laġ / +leg < +la-ġ / +le-g (Eraslan, 2012, s. 99). sin+leg: mezarlık (Mert, 2009, s. 279) (a)nta k(i)sre küsgü yılqa s(i)nl(e)gde küç k(a)ra bod#(u)n t(e)m(i)ş sin s(i)zde küç k(a)ra sub (e)rm(i)ş: Ondan sonra Sıçan yılında (MS 748) (ecdat) mezarlığında güç(lü) halk (şöyle) demiş: (Atalarımızın) mezarları sizde. (Muhtaç olduğunuz) güç “Kara Su”dur (Ta G5; Mert, 2009, s. 171). 118 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 116 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU 3.3. Birden Fazla Anlam Ögesiyle Kurulmuş Genel Anlamlı Dil Ögeleri Birden fazla anlam ögesiyle kurulmuş genel anlamlı dil ögeleri şu şekilde sınıflandırılmıştır: -1. Belirtisiz isim tamlamaları / birleşik isim grubu -2. Niteleme sıfatları + isimden kurulu tamlamalar -3. Zarf + fiilden kurulu tamlamalar -4. Belirtisiz nesne + geçişli fiilden kurulu tamlamalar (Alyılmaz, 1994, s. 19). 3.3.1.Belirtisiz İsim Tamlamaları / Birleşik İsim Grubu Birden fazla anlam ögesiyle kurulmuş genel anlamlı ögelerden biri de belirtisiz isim tamlamalarıdır. Belirtisiz isim tamlamaları “sıfatlarıyla birlikte tamlayan isim+Ø + sıfatlarıyla birlikte tamlanan isim + tamlanan (belirtilen) eki” kuruluşuyla bir niteleme grubu oluştururlar. Bu tür tamlamalar genelde bir nesnenin, türün adı gibi kullanılırlar (Alyılmaz, 1994, s. 19). Belirtisiz isim tamlamaları birçok dilde olduğu gibi Türkçede de kavram işaretleme yollarının başında gelir. Bir isim tamlaması yalnız iki isimle kurulur. Bu isimlerden en az biri tamlanan diğer[ler]i tamlayan durumundadır. Alışılmış ifadesiyle “belirtisiz isim tamlamaları” niteleme “belirtili isim tamlamaları” belirtme grubu oluşturur (Gemalmaz, 2010, s. 251). Yazıtlarda belirtisiz isim tamlamaları yapılırken belirtilen hâli eki (/+(s)I/) nın bazen /+ Ø / le karşılandığı görülmektedir. Belirtisiz isim tamlamaları, Tes, Tariat ve Şine Us Yazıtlarında şu örneklerle karşımıza çıkmaktadır: uygur+ Ø kan+ Ø: Uygur kağanım uyg(u)r k(a)n(ı)m tut(u)lm(ı)ş: Uygur kağanım tutulmuş. (T B4; Mert, 2009, s. 124) ay+ Ø togsıq+ Ø: ay doğusu öngre kün togs(ı)kd(a)kı bod(u)n k(i)sre (a)y togs(ı)kd(a)kı bod(u)n …: İleride gün doğusundaki halklar, geride ay doğusundaki halklar… (Ta B3; Mert, 2009, s. 179) türük+ Ø el+i: Türk yurdu s(e)k#(i)z ot(u)z y(a)ş(ı)ma yıl(a)n yılka türük (e)l(i)n (a)nta bulg(a)d(ı)m (a)nta (a)rt(a)td(ı)m: Yirmi sekiz yaşımda, Yılan yılında (MS 741), Türk yurdunu o zaman karıştırdım (ve) o zaman bozguna uğrattım. (Ta D5; Mert, 2009, s. 158) eçü+ Ø apa+ Ø at+ı: atalarımızın adı … l(a)gz(ı)n yılka toq(u)z t(a)t(a)r … toq(u)z buyruq# [b]ıng s(e)ngüt k(a)ra bod(u)n tur(u)y(ı)n k(a)ng(ı)m k(a)nka öt(ü)nti (e)çü (a)pa (a)tı…: … Üç (Karluklar) Domuz yılında (MS 747) Dokuz Tatarlar …. Dokuz buyruk, bin general ve halk(a karşı) ayağa kalkarak babam Kağan’a (şöyle) dilekte bulundular.”Atalarımızın adı… (Ta G4; Mert, 2009, s. 169) 3.3.2. Niteleme Sıfatları + İsimden Kurulu Tamlamalar Bu tür tamlamalar, varlıkların durumlarını, biçimlerini, renklerini yani nasıl olduklarını bildiren niteleme sıfatlarının bir isimle beraber kullanılmasıyla oluşan tamlamalardır. “Niteleme sıfatı + isim” şeklinde kurulan bu tamlamalar genel anlamlı bir kelimeyi, kelime grubunu (ismi) ifade ederler (Alyılmaz, 1994, s. 20). Tes, Tariat ve Şine Us yazıtlarında da bu türden tamlamalara oldukça sık rastlanmaktadır. Hatta bazen nitelenen ismin niteliğinin etkinliğini artırmak veya daha net bir şekilde ortaya koymak için niteleme sıfatından önce azlık- çokluk vs. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O117 O K 119 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM bildiren zarfların kullanıldığı görülmektedir. Burada dikkat çeken bir diğer nokta ise özellikle kağan ve kumandan isimlerinde görülen, onların büyüklük, yiğitlik, cesurluk vs. özelliklerini yansıtan bu tarz tamlamalarla kurulmuş ad veya unvan almış olmalarıdır. bök ulug kagan: yüce ve ulu kağan bök ul(u)g k(a)g(a)n: (O) yüce ve ulu kağan [imiş]. (T K1; Mert, 2009, s. 128) bidgüçi er: keşifçi / öncü er 245) bidgüçi (e)r (a)nta ıt…lti: Oradan keşifçi / öncü er gönderdim. (ŞU G3; Mert, 2009, s. yagır adak: ağır ayak (a)nı …#.....g(u)ru y(a)g(ı)r (a)d(a)k(ı)n s(e)k(i)z(i)nç (a)y b(e)n udu yorıd(ı)m: Onu … ağır ayakla / istemeye istemeye sekizinci ay peşlerinden yürüdüm. (ŞU G6; Mert, 2009, s. 245) 3.3.3. Zarf + Fiilden Kurulu Tamlamalar Bu tür tamlamalar olumlu ve olumsuz, geçişli veya geçişsiz, fiil kök, köken ve gövdelerinin, nasıllık-nicelik, azlık-çokluk, zaman vs. zarflarıyla birlikte kurdukları genel anlamlı tamlamalardır (Alyılmaz, 1994, s. 21). Bu türden tamlamalara yazıtlarda oldukça sık rastlanmaktadır. akız-a bar-: hücum ederek var(a)k(ı)z(a) b(a)rm(ı)ş: Hücum ederek varmış. (Ta D2; Mert, 2009, s. 157) tir-ü kubrat-u al-: derleyip bir araya getirtok(u)z og(u)z bod(u)n(u)m(ı)n tirü kubr(a)tı (a)ltım: Dokuz Oğuz halkımı derleyip bir araya getirdim. (ŞU K5; Mert, 2009, s. 216) yapıt-ı ber-: inşa ettir- (User, 2008, s. 1904) … sogd(a)k t(a)bg(a)çka s(e)l(e)ng(e)de b(a)y b(a)lıq y(a)p(ı)tı b(e)rt(i)m: … Selenge’de Soğdlulara ve Çinlilere Bay Balık’ı inşa ettirdim. (ŞU B5; Mert, 2009, s. 261) 3.3.4. Belirtisiz Nesne + Geçişli Fiilden Kurulu Tamlamalar Olumlu veya olumsuz fiil kök, köken, gövde ve deyimlerinin belirtisiz nesneler ile kurdukları bu tür tamlamalar (fiil deyimleri) yazıtlarda değişik şekillerde karşımıza çıkmaktadır. Bu türden fiil deyimlerini yapıları bakımından iki grupta incelemek mümkündür: 1. Olumlu veya olumsuz geçişli bir fiille belirtisiz nesneden kurulu fiil deyimleri 2. Bünyesinde nesne bulunduran bir fiille bünyesindeki nesnenin belirtisiz kullanımından oluşan fiil deyimleri (Alyılmaz, 1994, s. 24). 3.3.4.1. Olumlu veya Olumsuz Geçişli Bir Fiille Belirtisiz Nesneden Kurulu Fiil Deyimleri el+Ø tut- : halkı yönet-, yaşa(a)n(ı)ng (e)li üç yüz yıl (e)l tutm(ı)ş: Onun devleti üç yüz yıl yaşamış. (T K2; Mert, 2009, s. 128) yablak+Ø sakın-: düşmanca, kötü düşünceler besleb(e)n (a)nta k(i)sr#e ıt yılqa üç k(a)rluq y(a)bl(a)k s(a)kı)n(ı)p t(e)z(e) b(a)rdı: Ben ondan sonra İt yılında (MS 746) Üç Karluklar düşmanca düşünceler besleyip kaçıp gitti. (Ta G3; Mert, 2009, s. 169) örgin+Ø etit-: hükümdarlık otağı kurdur- 120 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 118 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU k(a)g(a)n (a)t(a)n(ı)p k(a)tun (a)t(a)n(ı)p ötük(e)n ortus#ınta (a)s öng(ü)z b(a)ş k(a)n ıduq b(a)ş k(i)d(i)nin örgin bunta (e)ti(t)d(i)m: Kağan atanıp, hatun atanıp Ötüken ortasında, As Öngüz Başı’nın, Kan Iduq Başı’nın batısında, hükümdarlık otağını burada kurdurdum. (Ta G6; Mert, 2009, s. 170) at+Ø bir-: unvan ver(e)ki ogl(u)ma y(a)bgu ş(a)d (a)t birt(i)m: İki oğluma “Yabgu” ve “Şad” unvanı verdim. (ŞU D7; Mert, 2009, s. 231) 3.3.4.2. Bünyesinde Nesne Bulunduran Bir Fiille Bünyesindeki Nesnenin Belirtisiz Kullanımından Oluşan Fiil Deyimleri Yazıtlarda bünyelerinde nesne bulunduran bazı fiiller, anlamı kuvvetlendirmek için bünyesindeki nesnenin belirtisiz şekliyle birlikte kullanılarak fiil deyimi oluşturur.3 turgak+Ø tur-: nöbet tutbuyruq … #a s(e)ngüt bıng[a uyg(u)r] bod(u)nı t(i)g(i)t(i)m(i)n bu bit(i)dükde k(a)n(ı)ma turg(a)k b(a)şı# [k(a)g(a)s] (a)t(a)çuq b(e)gz(e)k(e)r çigşi bıla b(a)ga t(a)rk(a)n üç yüz turg(a)k turdı: Buyruklar (kumandanlar) … … generaller ve binbaşılar (da) Uygur(lardan)dır. Prenslerimle birlikte bu (kitabeyi) yazdığımızda, Han’ım için, Karakollar Başı Kagas Ataçuk ve Begzeker Çigşi Bıla Tarkan, üç yüz nöbetçiyle / askerle nöbet tuttu. (Ta K2; Mert, 2009, s. 188) boşuna+Ø boşunıl-: kurtuly(a)g(ı)da boş(u)na boş(u)n(ı)ld(ı)m: Düşmanımı savıp kurtuldum. (ŞU D7; Mert, 2009, s. 231) 3.4. Özel Adlar (Kişi, Boy, Kavim, Millet, Devlet, Yer Adları) Bir dilin kelime hazinesinde önemli bir yer tutan kişi adları ait olduğu dilin yapısı hakkında bilgiler verdiği gibi o dili kullananların tarihi, sosyal, kültürel durumları vs. hakkında da önemli ipuçları vermektedir (Alyılmaz, 1994, s. 27). Yazıtlarda geçen kişi adları incelendiğinde bunların büyük bir kısmının ad olmaktan ziyade lakap olduğu görülmektedir. Lakaplar, ait olduğu kimseye kendi adından ayrı olarak yaptığı bir işten ya da sahip olduğu bir özellikten dolayı verilen sıfatlardır (adlardır) (Alyılmaz, 1994, s. 27). Türklerde ad koyma-ad verme oldukça önemlidir. Çocuğa doğduktan hemen sonra değil belli bir yaştan sonra düzenlenen bir törende boyun ileri gelenlerinden biri tarafından geçici olarak bir ad verilir. Çocuğun güçlü ve cesur olması arzu edildiğinden çocuğa verilecek adlar genelde tabiattaki güçlü, kuvvetli varlıkların ve yırtıcı hayvanların adlarından verilir. Çocuğa asıl adı ise göstermiş olduğu bir kahramanlıktan, başarıdan sonra büyük bir törenle konur ve bu ad artık çocuğun asıl adı olur (Alyılmaz, 1994, s. 28).4 Yazıtlarda geçen kişi adlarının büyük çoğunluğu, kendinden önce bir sıfat veya unvanunvan grubu ile ya da kendinden sonra bir unvan-unvan grubuyla birlikte kullanılmaktadır. Yazıtlarda geçen özel adlar Türklerle sosyal, kültürel, siyasî ve askerî ilişkiler içinde olan yerli ve yabancı pek çok boy, kavim, millet ve devlet adlarıdır. Boy, kavim, millet adlarının yazıtlarda: bazen bir ad tamlaması (= belirten (bir etnik ad) + belirtilen (bu gün “boy”, “kavim”, “millet” anlamlarına gelen “bodun” kelimesi) + belirtilen eki (/+(s)I/ veya /+¢/) ) şeklinde (igil bodun+Ø, tölis bodun+Ø, tarduş bodun+Ø, uygur bodun+ı…gibi); bazen de belirten durumundaki etnik adın, belirttiği kelime (bodun) nin ve belirtilen eki (/+(s)I/ veya Uygur Türkçesi dönemi eserlerinde yer alan nesne tekrarlı fiillerle ilgili ayrıntılı bilgi için bk. Alyılmaz, Türkçede Nesne Tekrarlı Fiiller, 2017. 4 Türklerde ad verme geleneği hakkında ayrıntılı bilgi için bk. Abdurrahman, Türklerin Ad Koyma Gelenekleri Üzerine Bir Deneme, 2004; Ergin, Dede Korkut kitabı giriş-metin-faksimile, 1994. 3 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O119 O K 121 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM /+Ø/) nin görevlerini de üzerine alarak tek bir ad şeklinde (tarduş, tölis, boz oq, ebdi bersil, kadır kasar, oguz … gibi) kullanıldıkları görülür. Tes, Tariat ve Şine Us yazıtlarında yer adlarına da oldukça sık rastlanmaktadır. Bu yer adları bize bu yerlerde yaşamış olanların tarihleri, kültürleri, yaşayış tarzları, dilleri vs. hakkında değerli bilgiler vermesi bakımından oldukça önemlidir. Yer adları olarak karşımıza çıkan özel adlar dağ, nehir, göl, orman adlarıdır. Çalışmaya konu olan yazıtlarda geçen özel adlar, geçtikleri cümlelerle birlikte gösterilmektedir. tarduş Ø+Ø: Tarduşlar tölis Ø+Ø: Tölisler oglı t(a)rduş y(a)bgu töl(i)s ç(a)d ol(u)rtı: (Onun) oğlu Tarduşlara yabgu ve Tölislere şad oldu. (T B6; Mert, 2009, s. 125) ötüken eli: Ötüken yurdu ögres eli: Ögres yurdu ötük(e)n (e)li ögr(e)s (e)li (e)k(i)n (a)ra orqun ög(ü)zde: (Yurtları) Ötüken yurdu ve Ögres yurdu (imiş). (Ta D3; Mert, 2009, s. 157) kömür tag: Kömür Dağı yar ögüz: Yar Irmağı türük bodun+Ø: Türk milleti … köm(ü)r t(a)gda … y(a)r ög(ü)zde üç tugl(ı)g türük bod(u)nka (a)nta y(e)t(i)nç (a)y…: … Kömür Dağ’da (ve) Yar Irmağı’nda üç tuğlu Türk halkına o zaman yedinci … (Ta D7; Mert, 2009, s. 159) bilge han: Bilge Han iç buyruq başı inançu baga tarkan: İç Buyruk Başı: İnançu Baga Tarkan ulu buyruq toquz bolmış bilge tay sengün: Ulu Buyruk (Baş Kumandan) Tokuz Bolmış Tay / Büyük Sengün tay … beş yüz başı külüg ongı öz ınançu: Tay … Beş Yüz (kişilik birlik) Başı Külüg Ongı Öz Inançu beş yüz başı ulug öz ınançu: Beş Yüz (kişilik kuvvet) Başı Ulu Öz İnançu t(e)ngride bolm(ı)ş (e)l (e)tm(i)ş b(i)lge k(a)n(ı)m içr(e)ki bod(u)nı (a)ltmış iç# buyruq b(a)şı ın(a)nçu b(a)ga t(a)rk(a)n ul(u)g buyruq toq(u)z bolm(ı)ş b(i)lge t(a)y s(e)ngün t(a)y# … b(e)ş yüz b(a)şı kül(ü)g ongı öz ın(a)nçu b(e)ş yüz b(a)şı ul(u)g öz ın(a)nçu: Tanrı’nın lütfuyla tahta oturmuş, devlet kurmuş Bilge Hanımın kendisine tabi boyların sayısı altmış. İç Buyruk Başı: İnançu Baga Tarkan; Ulu Buyruk (Baş Kumandan): Tokuz Bolmış Bilge Tay / Büyük Sengün; Tay …Beş Yüz (kişilik birlik) Başı Külüg Ongı Öz Inançu; Beş Yüz (kişilik kuvvet) Başı Ulu Öz Inançu. (Ta B6; Mert, 2009, s. 181) ersegün: Ersegün yula köl: Yula Gölü (e)b(i)m(i)n (e)rs(e)günte yula költe kot(d)(u)m: Ersegündeki Yula Gölü’nın yanında otağımı murdum. (ŞU G6; Mert, 2009, s. 245). 122 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 120 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU Sonuç ve Öneriler Bu çalışmada Ötüken Uygur Kağanlığı dönemine ait olan Tes, Tariat ve Şine Us yazıtlarının kavram işaretleme yolları tespit edilmeye çalışılarak çeşitli yöntemlerle yapılmış kavram işaretlerinin metin içindeki örneklerine yer verilmiştir. Meydana getirildikleri dönemin resmî tarih belgeleri olan yazıtlar, aynı zamanda döneminin dili, kültürü, yaşayış tarzı ve inanışları ile ilgili kıymetli bilgiler içermektedir. Bu sebeple yazıtlarda kullanılan dildeki kavram işaretleri, o dili konuşan insanların duygu ve düşüncelerinin, yaşayış tarzlarının, inançlarının ve kültürlerinin aktarıcısı olması bakımından oldukça önemlidir. Türkçede kavram işaretleme yolları üniversitelerin Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde ders olarak işlenmelidir. Türkçenin yapısının kavranması, okunan her türlü metnin doğru anlamlandırılabilmesi ve ilgili bölümlerde okuyan öğrencilerin ufkunu açması bakımından kavram işaretleme yolları büyük bir öneme sahiptir. Sadece günümüz Türkçesiyle meydana getirilen eserleri değil, Eski Türk dili yadigarlarını doğru anlamak ve anlatabilmek için de Türkçenin kavram işaretleme yöntemlerinin iyi bilinmesi gerekmektedir. Kısaltmalar Kısaltma Karşılığı Kısaltma Karşılığı T Tes Yazıtı Çin. Çince Ta Tariat Yazıtı G Güney ŞU Şine Us Yazıtı K Kuzey BK Bilge Kağan Yazıtı D Doğu çev. Çeviren B Batı Kaynaklar Abdurrahman, V. (2004). Türklerin ad koyma gelenekleri üzerine bir inceleme. Milli Folklor Dergisi, 61, 126-127. Alyılmaz, C. (1994). Orhun yazıtlarının söz dizimi. Erzurum. Alyılmaz, C. (2007). (Kök)Türk harfli yazıtların izinde. Ankara: Karam Yayınları. Alyılmaz, C. (2013). Karı Çor Tigin yazıtı. Uluslararası Türkçe Eğitim Kültür Edebiyat Dergisi, 2(2), 4-7. Alyılmaz, C. (2015). İpek yolu kavşağının ölümsüzlük eserleri. Ankara: Atatürk Üniversitesi Yayınları. Alyılmaz, S. (2017). Türkçede nesne tekrarlı fiiller. İstanbul: Kesit Yayınları. Bozkurt, F. (1995). Türklerin dini. Ankara: Cem Yayınevi. Caferoğlu, A. (1968). Eski Uygur Türkçesi sözlüğü. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. Clauson, S. G. (1972). An etymological dictionary of pre-thirteenth-century Turkish. Oxford University Press. Çandarlıoğlu, G. (2002). Uygur devletleri tarihi ve kültürü. Türkler Ansiklopedisi, C II, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 193-214. Çandarlıoğlu, G. (2003). İslam öncesi Türk tarihi ve kültürü. İstanbul: Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı. Doğru, F. (2020). Kuanşi İm Pusar’da kavramların işaretlenmesi. BUGU Dil ve Eğitim Dergisi, 1(1), 20-48. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O121 O K 123 Emet, E. (2002). Uygur Türkleri. Türkler Ansiklopedisi, C II, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 233-237. Eraslan, K. (2012). Eski Uygur Türkçesi grameri. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. Ercilasun A. B. ve Akkoyunlu Z. (2018). Dîvânu Lugâti’t-Türk (Giriş-Metin-Çeviri-NotlarDizin). Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. Ercilasun, A. B. (2009). Dîvânu Lugati’t Türk ve Uygurlar. Turkish Studies, 4(8), 5-12. Ercilasun, A. B. (2018). Başlangıçtan yirminci yüzyıla Türk dili tarihi. Ankara: Akçağ Yayınları. Gabain, A. V. (1988). Eski Türkçenin grameri. (çev. M. Akalın). Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi. Gemalmaz, E. (2010). Türkçenin derin yapısı. Ankara: Belen Yayıncılık. Gömeç, S. (1996). Terhin Yazıtı’nın tarihi açıdan değerlendirilmesi. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümü Araştırma Dergisi, C 17, 71-84. Gömeç, S. (1997). Uygur Türkleri tarihi ve kültürü. Ankara: Atatürk, Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Kültür Merkezi Yayını. Güngör, H. (1988). Maniheizm. Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 5, 145-166. İzgi, Ö. (1985). Uygur kağanlarının Tang sülalesi tarihine göre soy kütüklerinin incelenmesi. Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Araştırma Dergisi, 13, 245-264. Mert, O. (2009). Ötüken uygur dönemi yazıtlarından Tes, Tariat, Şine Us. Ankara: Belen Yayıncılık. Ögel, B. (1951). Şine Usu yazıtının tarihi önemi Kutluk Bilge Külkagan ve Moyunçur. Ankara: TTK Belleten, C 15, 361-379. Ögel, B. (1984). İslamiyetten önce Türk kültür tarihi. Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi. Ögel, B. (1995). Uygur Devleti’nin teşekkülü ve yükseliş devri. TTK Belleten, C 19, 331-376. Roux, J. P. (2015). Türklerin tarihi Pasifik’ten Akdeniz’e 2000 yıl. İstanbul: Kabalcı Yayınevi. Şen, S. (2016). Eski Uygur Türkçesi dersleri. İstanbul: Kesit Yayınları. Taşağıl, A. (2002). Uygurlar. Türkler Ansiklopedisi, C II, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 215224. Tekin, Ş. (1990). Türkçede -MA- olumsuzluk eki ile -DIK+ eki nereden geliyor? Tarih ve Toplum, C 13, 78-81. Tekin, T. (1989). Tes yazıtı hakkında dokuz not. Türkçeye çeviren: Ülkü Çelik. Tekin, T. (2013). Makaleler II tarihi Türk yazı dilleri. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları, Yayıma Hazırlayanlar: Emine Yılmaz - Nurettin Demir. Tekin, T. (2018). Orhon Yazıtları Kül Tigin, Bilge Kağan, Tonyukuk. Ankara: BilgeSu Yayınları. User, H. Ş. (2008). Köktürk ve Ötüken Uygur yazıtlarında “imar etmek”, “yapı kurmak”, “inşa etmek” kavramları. Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi, 14(1),125-148. 122 KÜS- VE KÜŞÜM SÖZCÜKLERİNİN ETİMOLOJİSİ ÜZERİNE Hakan SARITİKEN Öz Türk dilinin en eski metinlerinden itibaren yazılı kaynaklarda karşımıza çıkan ‘darılmak, gücenmek, kaçınmak ’ anlamları verilen küs- eylemi ve ‘kuşku, işkil; utanma, çekinme’ anlamları verilen küşüm adı, Anadolu ağızlarında da değişik biçimlerde yaşamaya devam etmektedir. küseyleminin; küscici, küseğen, küsek, küske, küsü, küskü, küsürge, küsülmek, küsülü gibi biçimleri, küşüm adının; küşkü, küşüm çekmek, küşümlenmek, küşümlü, gibi biçimleri, yazılı kaynaklarda ve Anadolu ağızlarından yapılan derlemelerde tespit edilebilmektedir. Türkçe Sözlük’te ‘1.darılmak, 2. Gelişememek, büyüyememek, 3. Görevini yerine getirememek, 4. Bir madde herhangi bir sebeple istenilen niteliği yitirmek’ anlamları verilen küssözcüğü köken bilgisi çalışmalarında kök olarak değerlendirilmektedir. Anadolu ağızlarında yaşayan küşüm sözcüğü ise Derleme Sözlüğü’nde ‘utanma, çekinme’ anlamlarıyla karşımıza çıkmaktadır. küs- fiiliyle yapılan, ‘çekinme, sakınma’ gibi anlamları taşıdığını düşündüğümüz küs-kü / küs-ke ‘sıçan, fare’ ve küs-ü ‘kaplumbağa’ sözcükleri, küs- eyleminin ve küşüm adının Eski Türkçede kullanılan kü- ‘muhafaza etmek, saklamak, korumak’ ortak kökünden türemiş olabileceğini düşündürmüştür. Bu çalışmada; kü- se- k ‘çabuk küsen’ kullanımını göz önüne alarak küseyleminin, kü- se- > küs- biçiminde; küşüm adının, kü- ş- kü ‘kuşku, işkil; utanma, çekinme’ kullanımını da dikkate alarak kü- ş- (ü)m biçiminde Eski Türkçe kü- ‘muhafaza etmek, saklamak, korumak’ ortak kökünden türemiş oldukları ortaya konmaya çalışılacaktır. Anahtar Sözcükler: küs-, küşüm, küsek-, küşkü, küseğen, etimoloji. ABOUT THE ETYMOLOGY OF THE WORDS KÜS- AND KÜŞÜM Abstract The verb küs- which has the meanings of ‘being offended, taking offence, refraining’ and the name küşüm which has the meanings of ‘doubt, suspicion, shame, hesitation’, both of which have appeared on written sources since the oldest texts of Turkish language, continues to exist in different forms of Anatolian dialect. The forms of the verb kü- which are küscici, küseğen, küsek, küske, küsü, küskü, küsürge, küsülmek, küsülü and the forms of the name küşüm which are küşkü, küşüm çekmek, küşümlenmek, küşümlü can be spotted in written sources and collections made from Anatolian dialects. The word küs- which means ‘1. Being offended, 2.not to develop, not to grow, 3. Not to fulfill its duty, 4. To lose a desired quality for any reason’ in Turkish dictionary is considered as root in origin studies. The word küşüm, which lives in Anatolian dialects, appears in the Compilation Dictionary with the meaning of ‘to ashamed, hesitate’. Words such as küs- kü/ küs- ke ‘sıçan, fare’ ve küs- ü ‘kaplumbağa’ which are originated from the verb küs- and has meanings, as we know of, like ‘hesitation, avoidance’ has made us think that the verb küs- and the name küşüm may be originated from the common root which is used in Old Turkish as ‘to protect, to hide, to preserve’.  Dr. Öğr. Üyesi; Düzce Üniversitesi, [email protected]. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 125 123 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM In this study, it is attempted to put forth that considering the use of kü-sek ‘being offended easily’ the verb küs- is of the form kü– se- > küs- and the name küşüm is of the form kü-ş- (ü)m considering the use of it as kü- ş- kü that means ‘doubt, suspicion, shame, hesitation’. And both of them are originated from the common root which kü- that means ‘to protect, to hide, to preserve’. Keywords: küs-, küşüm, küsek- küşkü, küseğen, etymology. Giriş Türkçenin en eski dönemlerinden itibaren örnekler taşıyan Anadolu ağızları, yaşayan Türkçe olarak var olmaya devam etmektedir. Anadolu ağızları, Türk dilinin sözcük zenginliğinin ortaya konması ve günümüz Türkçesinde kullandığımız bazı sözcük ve yapıların karşılaştırma yoluyla kökenlerine ışık tutması açısından önem arz etmektedir. Bu çalışmada, Anadolu ağızlarında yaşamaya devam eden küşüm sözcüğünden istifade ederek Türkiye Türkçesinde kullanılan küs- fiilinin kökeni ile ilgili bir görüş ortaya koymaya çalıştık. küşüm sözcüğü Türkçe Sözlük’te; küşüm “1.Kuşku, 2. Kaygı”, küşümlenme “küşümlenmek işi”, küşümlenmek “1.Kuşkulanmak, 2. Kaygılanmak” biçimlerinde yer almaktadır. Anadolu ağızlarında karşımıza çıkan küşüm sözcüğünün değişik birkaç bölgede “kuşku, işkil” ve “utanma, çekinme” anlamlarında kullanıldığını Derleme Sözlüğü’nden tespit etmekteyiz. Bu kullanımlar dışında küşüm çekmek, küşümlenmek “kaygılanmak, üzülmek veya utanmak, sıkılmak”, küşümlü “işkilli, kuşkulu” örneklerini de tespit edilmektedir(DS, 1993: VIII/ 3052). Ayrıca yaptığımız derlemelerde de küşümcek “çabucak ve çokça utanan” kullanımıyla beraber zarf olarak küşümlü küşümlü dur- biçiminde bir kullanım da tespit edilmiştir. küs- fiiline baktığımızda Eski Türkçe döneminden itibaren kullanılıyor olduğunu görmekteyiz. Türkçe Sözlük’te küs- “1. Darılmak, 2. Gelişememek, büyüyememek, 3. Görevini yerine getirememek, 4. Bir madde herhangi bir sebeple istenilen niteliği yitirmek.” anlamları verilmektedir. Ayrıca Türkçe Sözlük’te; küs “küsmüş, dargın”, küsebilme “küsebilmek işi”, küsebilmek “küsme ihtimali veya imkânı bulunmak”, küseğen “çabuk ve sık sık küsen (kimse)”, küskün “1.Küsmüş olan, gücenik, dargın, muğber, 2. Küstüm otu, 3. Gelişmemiş, küçük kalmış”, küskünleşme “küskünleşmek işi”, küskünleşmek “küskün duruma gelmek”, küskünlük “küskün olma durumu, küsü”, küslük “küs olma durumu”, küsme “küsmek işi”, küstürme “küstürmek işi” , küstürmek “küsmesine yol açmak” sözcüklerine de yer verilmiştir. Divanû Lügati’t- Türk’te küs- sözcüğü; “küsdi: ol andın küsdi= o, ona küstü” (DLT; Atalay 1985: II/ 12-2) örneğiyle beraber sözcüğün, küser-, küsmek (DLT; Atalay, 1985: II/ 12-3) kullanımları da burada ifade edilmektedir. Clauson Sözlüğü’nde küs- fiilini “Kızgın olmak, gücenmek, somurtmak” anlamlarıyla vermiştir (EDPC, 1972: 748). Ayrıca DLT’de geçen küsdi, küser-, küsmek kullanımlarıyla da örneklendiren Clauson, Kutadgu Bilig’de geçen “Küsermen yigitlikke”(KB 363) örneğini vererek “Ben gençliğe kızgınım” anlamında olabileceğini ifade eder. Ayrıca “gazaplanma, kızgın olma” anlamında küse- ve Çağatay Türkçesinde “kahr etmek” anlamında kullanılan küsfiiline de yer verir (EDPC, 1972, s. 749). Tuncer Gülensoy küs- fiilini “darılmak, gelişememek, büyüyememek” anlamında verir. Ayrıca Kazak Türkçesi, Nogay Türkçesi, Karakalpak Türkçesinde küse-, Türkmen Türkçesinde küyse- biçimleri yanında Moğolca küse- şeklini de verir. Ayrıca Anadolu Ağızlarındaki şu 126 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 124 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU kullanımlara da sözlüğünde yer verir: küseğen, kuseğen, küsek, küseyen, küşegen “sık sık, çabuk küsen”. küseğen sözcüğünü küsegen < küs- (DLT) -egen biçiminde izah eder. Ayrıca küskün “küsmüş olan, gücenmiş” < küs-kün, halk ağzında kullanılan küsü “kaplumbağa” < küs- ü (/-sı /-sı+n), küssı, küssın sözcüğüyle birlikte küsül- “küsmek” < E.T., O.T. küs-(ü) l- sözcüğüne de yer verir (Gülensoy, 2007, s. 592-593). Doerfer, küskü “fare” sözcüğünün verirken aynı zamanda on iki havyalı takvimde yer alan küskü yıl “sıçan yılı” kullanımına da yer vermektedir. (TMEN, 1967, s. 597). Derleme Sözlüğü’nde “çabuk küsen çocuk” anlamında küscici, küseğen, küsegen, küsek, küseyen, küşegen (DS 1993: VIII/ 3049) kullanımları yanında, küsü “kaplumbağa”, küsülmek “küsmek, darılmak”, küsü tutmak “dargınlığı sürdürmek” (DS, 1993, VIII/ 3051) sözcüklerini de tespit etmekteyiz. Tarama Sözlüğü’nde küsü “küsme, dargınlık” (TaS, 1996, IV/ 2777), küslü/ küsülü “dargın, gücenik, küsmüş”, küsünmek “gücenmek, darılmak” (TaS, 1996, IV/ 2778) biçiminde kullanımları görmekteyiz. Bulgular küşüm sözcüğü, Derleme Sözlüğü’nde küşüm (küsüm, küşkü) 1. Kuşku, işkil. 2. Utanma, çekinme. küşüm çekmek “kaygılanmak, üzülmek” küşümlenmek 1. Kaygılanmak, üzülmek. 2. Utanmak, sıkılmak küşümlü “işkilli, kuşkulu” (DS, 1993, VIII/ 3052) kullanımlarıyla beraber halk ağzından yapılan derlemelerde küşümcek: “çekingen, utangaç” kullanımlarıyla da karşımıza çıkmaktadır. Ahmet Caferoğlu Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü’nde kü- “muhafaza etmek, saklamak, korumak” anlamında kullanılan bir fiile yer verir (Caferoğlu, 1968, s. 121). Tuncer Gülensoy da sözlüğünde bu fiile kü- “saklamak, korumak” anlamıyla yer verir (Gülensoy, 2007, s. 589). DLT’de küzün “kendisiyle serçe kuşu, tarla sıçanı köstebek gibi şeyler avlanan sıçan cinsinden bir hayvan” (DLT; Atalay, 1985, I/404-21) sözcüğünü tespit etmekteyiz. Ahmet Caferoğlu Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü’nde, küskü “sıçan, fare” (Caferoğlu, 1968: 124) ve küzgü “fare” (Caferoğlu, 1968, s. 125) sözcüklerine yer verir. Derleme Sözlüğü’ne baktığımızda, küsü < küs-ü : “Kaplumbağa” (DS, 1993, VIII/ 3051) sözcüğü ile birlikte kuseğen, küsek, küseyen, küşegen, küseğen “sık sık ve çabuk küsen kimse” (DS, 1993, VIII/ 3049) sözcüklerini de tespit etmekteyiz. Aynı zamanda küşüm ve küsüm sözcüklerinin birbirinin yerine kullanıldığını da görmekteyiz: küşüm/ küsüm 1. “Kuşku, işkil” (DS, 1993, VIII/ 3051). Tartışma ve Sonuç Eski Uygur Türkçesinde “muhafaza etmek, saklamak, korumak” anlamında kullanılan kü- fiilinin (Caferoğlu, 1968, s. 121) varlığı, küs- ve küşüm sözcüklerinin ortak kökü olabileceğini düşündürmektedir. DLT’de “kendisiyle serçe kuşu, tarla sıçanı köstebek gibi şeyler avlanan sıçan cinsinden bir hayvan” anlamıyla verilen küzün (DLT; Atalay, 1985, I/40421) kullanımını da görmekteyiz. Eski Uygur Türkçesinde karşımıza çıkan “sıçan, fare” küskü (Caferoğlu, 1968, s. 124) sözcüğü ile “fare” anlamında kullanılan küzgü (Caferoğlu, 1968, s. 125) sözcüklerinin varlığı ortak bir kökten türeme fikrimizi destekler niteliktedir. Türkçe B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O125 O K 127 Sözlük’te “1.kuşku, 2. kaygı” anlamıyla verilen küşüm sözcüğünün bu anlamı ile farenin çekingen ve tedirgin ya da kuşkulu olmak gibi özellikleri göz önüne alındığında, bu iki sözcüğün aynı anlamda bir kökten meydana gelmiş olabileceğini düşündürmektedir. Derleme Sözlüğü’nde “kaplumbağa” anlamıyla karşımıza çıkan küsü (DS, 1993, VIII/ 3051) sözcüğüne baktığımızda kaplumbağanın yapısı itibariyle ürkek olması, hemen saklanıyor olması, kabuğu ile kendini dış etkilerden koruyor olması, Eski Uygur Türkçesindeki “muhafaza etmek, saklamak, korumak” anlamını taşıyan kü- ortak kökünden meydana gelmiş olma görüşümüzü güçlendirmektedir. Ayrıca Anadolu ağızlarında küşüm/ küsüm sözcüklerinin “kuşku, işkil” anlamıyla birbirlerinin yerine kullanıldıklarını da görmekteyiz (DS, 1993, VIII/ 3051). Bu bilgiler ışığında kü- “muhafaza etmek, saklamak, korumak” (Caferoğlu, 1968, 121) ortak kök olmak üzere; küs- “1. Darılmak…” < kü- se-; küsü “kaplumbağa” (DS, 1993: VIII/ 3051) < küs- ü < küs- gü < kü-se- gü; küskü “fare” (TMEN, 1967, 597) < kü-se- kü; “sık sık ve çabuk küsen kimse”anlamıyla kullanılan küsek ve küseğen (DS, 1993, VIII/ 3049) sözcüklerinin de küsek < kü- se- k; küseğen < kü- se- eğen < kü- se- egen biçiminde oluştuğunu düşünmekteyiz. Bu yapıda kullanılan fiilden fiil yapan –sA eki, gör- se- t- yapısında da gördüğümüz, Eski Anadolu Türkçesinde kullanılan ve bugün bazı Anadolu ağızlarında kullanımlarını tespit edebildiğimiz işlek olmayan bir ektir (Ergin, 1997, s. 334). küşüm sözcüğünün yapısına baktığımızda; küşüm “1.kuşku, 2. kaygı” sözcüğünün ve bu sözcükten türeyen küşümcek, küşümlenmek, küşümlü gibi biçimlerin de yine kü-ortak kökünden; küşüm< kü-ş- (ü)m; küşümcek < kü-ş- (ü)m+ cek; küşümlen- < kü-ş- (ü)m+ le- n-; küşümlü < kü-ş- (ü)m+ lü şeklinde olduğu kanaatindeyiz. Kaynaklar Caferoğlu, A. (1968). Eski Uygur Türkçesi SÖZLÜĞÜ. İstanbul: Türk Dil Kurumu Yayınları. Clauson, S. G. (1972), An etymological dictionary of pre-thirteenth century Turkish. Oxford: Clarendon press. DLT- Atalay, B. (1985). Divanû Lügati‟t-Türk tercümesi. C. I-IV. Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları. Doerfer, G. (1967), Türkische und Mongolische elemente im neupresischen. Band III, Wiesbaden. DS- Derleme sözlüğü (1993). Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. Ergin, M. (1997), Türk dil bilgisi. İstanbul: Bayrak Yayınları. Gülensoy, T. (2007). Türkiye Türkçesindeki Türkçe sözcüklerin köken bilgisi sözlüğü. C I-II. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. TaS- Tarama sözlüğü (1995). Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. Türkçe sözlük (2011). Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. 126 TÜRKÇEDEKİ BİRLEŞİK CÜMLE SINIFLANDIRMALARININ İNCELENMESİ Alara KUMSAR Öz Bir veya birden çok heceden oluşan, belirli bir anlamı olan, cümle kurmamıza yardımcı olan şüphesiz en önemli dil ögesi sözcüktür. Sözcükler bir araya gelerek cümleleri oluşturur. Cümlelerin oluşmasıyla beraber ortaya incelenmesi gereken cümle çeşitleri konusu çıkmıştır. Cümle çeşitleri konusunun kendi içinde alt başlıkları bulunmaktadır. Bu alt başlıklarından biri de birleşik cümledir. Birçok dil bilimcinin birleşik cümlenin tasnif edilmesiyle ilgili çeşitli görüşleri vardır. Bu bildiride bazı dil bilimcilerin birleşik cümle konusunu nasıl tasnif ettiği ele alınmaktadır. Gramer kitaplarında birleşik cümlelerin sınıflandırmasında bir birliktelik bulunmamaktadır. Birleşik cümleleri Tahsin Banguoğlu , Haydar Ediskun, Günay Karağaç, Muharrem Ergin gibi dil bilimciler birbirlerinden farklı gruplara ayırmaktadır. Bu farklılıklar dilimiz açısından çok önemlidir. Ayrıca bu farklılıklar kadar birleşik cümle konusunda varılan ortak kararlar da önem arz etmektedir. Bununla birlikte birleşik cümle konusunda geleneğe bağlı kalan dil bilimcilerin neden geleneğe bağlı kalmış olabilecegi de irdelenmektedir. Birleşik cümle tasnifinde diğer önemli bir konu ise fiilimsilerdir. Dil bilimcilerin birleşik cümleye bakışları arasındaki farklılıklara ve benzerliklere değinirken onların fiilimsi konusuna bakışı da ayrıca ele alınmaktadır. Anahtar Sözcükler: Cümle, birleşik cümle, cümle çeşitleri, fiilimsi, tasnif, dil bilim. ANALYSIS OF COMPOUND SENTENCE CONCEPTIONS IN TURKISH Abstract There is no doubt, word is the most important language element that consists of one or more syllables, has a specific meaning, helps us to make sentences. Words come together to form sentences. With the formation of sentences, the subject of sentence types that need to be examined has emerged. The topic of sentence types has sub-headings within itself. One of these subtitles is the compound sentence. Many linguists have several opinions about the classification of the compound sentence. In this notice, we will learn how linguists classify the compound sentence topic and we will assimilate it better. There is no association in the classification of compound sentences in grammar books. Linguists such as Tahsin Banguoğlu, Haydar Ediskun, Günay Karağaç and Muharrem Ergin divided the compound sentences into different groups. It is of great importance for our language to illuminate how each linguist diversifies the compound sentence and what is the difference between them. In addition, as well as differences, common decisions about unified sentence will guide us. Nevertheless, we will examine why our writers who adhere to tradition in compound sentence depend on tradition. Another important issue in compound sentence classification is verbal. While discussing the differences and similarities between linguists' view of the compound sentence, we will also learn their view of verbal. Keywords: Sentence, compound sentence, sentence types, verbal, classification, linguistics.  Yüksek Lisans Öğrencisi Kocaeli Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, [email protected]. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 129 127 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM Dil bilimi de diğer bilim dalları gibi gelişim ve değişim içersindedir. Dil bilimin içersinde yer alan söz dizim bölümüyle ilgili yapılan araştırmalar her gün yeni sorunları da beraberinde getirmektedir. Cümle çeşitlerinde yapı konusu da Türkçenin problemli konularından biridir. Bu konuyla ilgili Leyla Raupova, “ Aslında birleşik cümleyi oluşturan ögeler arasındaki ilişki konusu 20.yüzyılın 20’li yıllarından itibaren dilbilimiyle ilgili araştırmaların önemli konularından biri olmuş ve o günden beri bilimadamları arasında bu alanda bilimsel tartışmalar söz konusu olmaya başlamıştır.” der. (Raupova, 2002, s. 41) Türkçe cümlelerin yapılarına göre sınıflandırmasında Türk dili araştırmacılarının farklı fikirleri vardır. Fakat genellikle cümlelerin yapılarına göre basit ve birleşik cümleler olarak iki ana gruba ayrılması yaygın bir görüştür. Bunun yanı sıra birbirine sıralama veya karşılaştırma bağlaçları, virgül ya da noktalı virgül ile bağlanan sıralı cümleler ile ancak,fakat,lakin,madem gibi bağlaçlar ile bağlanan bağlı cümleler de söylenebilir. Leyla Karahan, “Cümlelerin yapı bakımından sınıflandırılması konusundaki anlaşmazlık, daha çok basit ve birleşik, diğer adıyla girişik cümle ayrımında kendisini gösterir.” der. (Karahan,1993, s. 19) Bu anlaşmazlık özellikle fiilimsilerin bazı dil bilimciler tarafından tam bir yargı ifade etmemesi gerekçesiyle içerisinde fiilimsi bulunan cümleleri birleşik cümle kategorisine dahil etmemelerinden kaynaklanmaktadır. Bu durum dil bilimcilerin birleşik cümleyi sınıflandırmasına da yansımıştır. Birleşik cümleleri Tahsin Banguoğlu, Haydar Ediskun, Günay Karağaç, Muharrem Ergin ve Leyla Karahan birbirlerinden farklı gruplara ayırmışlardır. Muharrem Ergin birleşik cümleyi şartlı birleşik cümle, ki’li birleşik cümle ve iç içe birleşik cümle olmak üzere üç gruba ayırır. Günay Karağaç’ ta Muharrem Ergin gibi şartlı birleşik cümle, iç içe birleşik cümle ve ki’li birleşik cümle olarak üç guruba ayırır. Haydar Ediksun ise ki’li bağlı cümle, şart birleşik cümle ve girişik birleşik cümle olmak üzere gruplandırır. Tahsin Banguoğlu anlam bakımından en derine inerek çeşitlendirmesi en geniş olan yazardır. Tahsin Banguoğlu karmaşık cümle (adfiil, sıfat-fiil, zarf-fiil), tümleme cümle (şart, ilinti, bağlam) şeklinde birleşik cümleyi gruplandırır. Yazarların sınıflandırmalarında adlandırma ve anlamlandırma bakımından farklılıklar olduğu gibi benzerlikler de mevcuttur. Karşılaştırmalar yaparak bu benzerlikleri ve farklılıklar incelenmiştir. Adlandırma olarak aynı gibi gözükse de içeriği aynı olmayan farklı bakış açılarını incelenmiştir. Haydar Ediskun, “Birleşik cümle, içinde bir tek temel yargıyla yeteri kadar yan yargı bulunan bir cümledir.” der (Ediskun, 1988, s. 324) ve yan yargıyı, başka bir yargıyı tamamlayan, onu bir sonuca hazırlayan söz dizisi olarak tanımlar. Yan cümleciklerin görevleri başlığı altında ise girişik cümlelerden söz eder. Girişik cümleyi yan cümleciğe dayandırır. Tahsin Banguoğlu ise yargı öbekleri kısmında yarım yargıdan söz ettiğini görürüz. Tahsin Banguoğlu’na göre yargı öbeğinde yüklem çekimli bir fiil, fakat çok zaman da bir yatık fiil olabilir. Bunlara bitmemiş fiil yargısı deriz ve onları çeşitlerine göre adlandırırız. Bitmemiş fiil yargıları tek başlarına tam bir yargı ifade etmezler, ancak tam bir yargı öbeği içinde yer aldıktan sonra tam yargı niteliği kazandıkları görüşündedir. Görüldüğü üzere Haydar Ediskun yan yargı, Tahsin Banguoğlu ise yarım yargı şeklinde bir adlandırma farkıyla aslında aynı şeyi savunarak bu yargı tipini girişik birleşik cümlenin oluşumuna bağlamışlardır. Böylelikle Haydar Ediskun’un girişik cümlesiyle, Tahsin Banguoğlu’nun karmaşık cümlesi denktir diyebiliriz. Muharrem Ergin ise “Cümlenin temel fonksiyonu hüküm ifade etmektir.” der. (Ergin, 2013, s. 398) Dolayısıyla Tahsin Banguoğlu gibi bir yarım yargı durumu onun için söz konusu değildir. Muharrem Ergin’e göre hüküm ifade etmeyen bitmemiş bir fiil yargısı durumu yoktur. Yargı 130 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 128 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU öbeği içinde yer alan sıfat-filleri, zarf-fiiller ve isim-fiiller onun düşüncesine göre tam yargı niteliği kazanamazlar. Çünkü herhangi bir hüküm ifade etmezler. Bu sebeple girişik birleşik cümleyi gruplandırmasına dahil etmemiştir. Muharrem Ergin tasnifine iç içe birleşik cümleyi dahil eder. Fakat asıl ve yardımcı cümleler münasebeti bakımından şartlı ve ki’li birleşik cümlelerden bir hayli farklı olduğunu ve bu bakımından iç içe cümleyi belki tam, normal bir birleşik cümle olarak kabul etmemek gerektiğini de sözlerine ekler. İç içe birleşik cümleyi tasnifinde bulunduran bir diğer isim ise Günay Karaağaç’tır. Her ikisi de ana cümlenin sonda bulunduğunu belirtir. Muharrem Ergin asıl ve yardımcı cümleler arasında anlam ilişkisi bakımından bir noksanlık veya boşluk olarak adlandırabileceğimiz bir durum yakalamış gibi gözükmektedir. İki yargı arasında anlam ilişkisi bakımından eksiklikler olabilir. Günay Karaağaç ise böyle bir boşluk görmez ve iç içe geçmiş iki cümlenin arasında bütünleşme birbirinin her anlamda parçası olma durumu olduğunu düşünmektedir. Çünkü bu konuyla alakalı şüpheli bir ifadeye yer vermez. Beş dil bilimcinin de gruplandırmasına dahil ettiği şartlı birleşik cümleyi irdelediğimizde de farklı bakış açıları ortaya çıkar. Şartlı birleşik cümleyi Leyla Karahan eserinin ilk baskısında birleşik cümle başlığı adı altında inceler. Fakat eserinin daha sonraki baskılarında bu bölümü kaldırır. –sA şart eki/ kipi kip eki olarak kabul edilmekle birlikte diğer kip ekleri gibi müstakil bir yargı bildirmeyen şart kipinin bu özelliği dolayısıyla birleşik cümle kurup kurmadığının üzerinde durulmalıdır. Muharrem Ergin’in girişik birleşik cümleyi gruplandırmasına neden dahil etmediğinden bahsettiğimiz kısımda fiilimsilerde tamamlanmış bitmiş bir yargı olmadığı için bunlarla kurulan birliklerin birleşik cümle oluşturayamacağı düşüncesinde olduğu hususuna değinmiştik. Şartlı birleşik cümle için ise “ Şart kipi, bütün fiil çekimlerinin aksine, hüküm ifade etmez, bitimli bir hareket göstermez.”der. (Ergin, 2013, s. 405) Öyleyse girişik birleşik cümleyi tasnifine dahil etmeyip neden şartlı birleşik cümleyi tasnifine dahil ettiğini inceleyecek olursak şöyle der: “Şart şekli ancak istek ve temenni ifade ettiği zaman bitimli bir hareket dolayısıyla bir hüküm gösterir ve müstakil cümle yapabilir: dizinde ağlasam, otursana gibi.” (Ergin, 2013, s. 405) Şart cümlesinin yardımcı bir cümle olduğunu kabul etmektedir. Geleneğin etkisi de burada mevcuttur. Başlangıçtan beri Türkçede var olması sebebiyle geleneğin etkisiyle bu birleşik cümleyi kabul eder. Ayrıca şart kipini şart ifadesine dayandırır. Kip olması sebebiyle hüküm ifade etmesi beklenirken tam olarak hüküm ifade edemediğini de belirtir. Kip olduğu için yapı olarak ister zarfı bildirsin, ister zaman zarfını sonuç olarak bir kiptir düşüncesindedir. Günay Karaağaç ise şartlı birleşik cümleyi açıklarken, şart cümlesinin tek başına yargı bildirmediğini ifade eder. Zaten onun tasniflemesinde de yarım yargıya dayandırılan bir birleşik cümle çeşidi yoktur. Şart cümlesini yüklemin tamamlayıcısı olarak kabul ettiği için birleşik cümle sınıfına dahil eder. Şart cümlesinin genellikle, ana cümle yükleminin zarfı gibi görür. Zarf görevine vurgu yapar. Haydar Ediskun ise şart birleşik cümlesi için dilimiz en eski cümle tiplerinden biri olduğunu ifade eder. Yani o da geleneğin etkisindedir. Bununla birlikte yan yargıyı kabul etmesiyle şart birleşik cümleyi kabul etmesi de birbiriyle uyuşmaktadır. Tahsin Banguoğlu ise gruplandırmasında şart birleşik cümleyi anlam bakımından ikiye ayırır: Olağan şart cümlesi ve olmayası şart cümlesi şeklinde. Banguoğlu anlam bakımından daha ayrıntılı bir tasnif yoluna gider. Yarım yargıyı kabul eden bir yazar olarak geleneğin de etkisiyle şartlı birleşik cümleyi gruplandırmasına dahil etmiştir diyebiliriz. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O129 O K 131 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM İncelediğimiz tüm yazarların tasnifine dahil ettiği ki’li birleşik cümleye değinelim. Leyla Karahan ve ile bağlanmış cümlelere bağlı, ki ile bağlanmış cümlelere birleşik cümle denmesinin bir çelişki olduğunu savunur. Her ikisi de bağlaç, dolayısıyla her ikisi de bağlı cümle olmalıdır fikrindedir. Yapı bakımından böyle gibi gözükse de anlam bakımından daha detaylı incelendiğinde farklı düşünceler ortaya çıkar. Muharrem Ergin ise ki’li birleşik cümleyi dahil eder. Yabancı asıllı olan ve Türkçe için normal olmayan bu birleşik cümlenin Farsçadan geçmiş bulunan kim edatıyla ve onun Türkçesi olarak eskiden kullanılan kim edatıyla yapılan birleşik cümle olduğunu ifade eder. “Ki’nin ya iki fiili, iki cümleyi veya bir isimle bir fiili, bir isim unsuru ile onun izahı olan cümleyi birbine bağlar.”der. (Ergin, 2013, s. 405) Burada dikkat etmemiz gereken husus izah yani açıklama noktasıdır. Ki’den sonra gelen yardımcı cümle asıl cümlenin açıklayıcısı konumundadır. Dolayısıyla anlam bakımından arada bir birlik durumu vardır. “ Görüyorum ki çalışmışsın” örneğinden de anlaşılağı üzere arada bir anlam ilişkisi birbirine bağlılık söz konusudur. Muharrem Ergin buna dikkat çeker. Ve de bir bağlaç fakat ve ile kurulan cümlelerde bir izah durumu yoktur. İki çeşit ki’li birleşik cümle olduğunu söyler. Haydar Ediskun ise Muharrem Ergin gibi bu cümle yapısının Türkçe olmayan bir cümle olduğunu ve dilimizde geçmişte ki yerine kim kullanıldığını da söyler. “Aralarında anlam ilgisi bulunan ya da sezilen basit ya da birleşik cümleler, birbirlerine bir bağlaçla bağlanıp cümleler zinciri oluşturabilir.”der. (Ediskun, 1988, s. 334) Ki’li bağlı cümlelerde daha çok yan cümleciğin asıl cümlenin öznesi, nesnesi, tümleci olabileceğinin belirtir. Ki’nin basit cümleleri de bağladığını söyler. Daha çok bağlı cümleler kategorisine dahil eder ve bunu öge ortaklığına dayandırır. Günay Karaağaç’ta diğerleri gibi bu cümle yapısının, Türkçe’nin söz dizimine ters olduğunu belirtir. Komşu dillerden alındığını ifade eder. Bakıldığında o da Muharrem Ergin gibi ki’nin anlam ilişkisine dikkat çeker. Anlam açısından bir birliktelik bir izah durumunun olduğunu bize aktarır. Türkçede bağlama zamiri olarak kullanıldığını ifade eder. Açıklayıcı bir bağlayıcı olması ki’yi birleşik cümle kategorisine dahil eder. Tahsin Banguoğlu’da ki’li birleşik cümleyi ki ilinti cümlesi başlığı altında inceler ve ki ilinti cümlesinin dilimizde yaygın olan karmaşık cümlelerden bazılarını karşılamakla beraber ayrı bir berkitme işleyişine sahip olduğunu ifade eder. Çekimli olmamasına rağmen çekimli hâllerinin olabileceğine dikkat çeker. Anlam bakımında da ki’nin önemli bir unsur olduğunu gösterir. Görüldüğü üzere incelediğimiz tüm yazarlar ki ile ilgili aslında yakın görüşlerdedir. Çünkü hepsi bu konuyla alakalı geleneğe bağlı kalmışlardır. Bu durum aslında şartlı birleşik cümle içinde geçerlidir. Tasniflerde adlandırma ve anlamladırma bakımından bazı farklıklar bulunmaktadır. Bu farklılıkları inceledik. Beş dil bilimci de ortak olarak gözüken başlıkların içeriklerinden bahsettik. Farklılıklar ve benzerlikler olmakla birlikte pek çoğunun geleneğe bağlı kaldığını, Tahsin Banguoğlu’nun anlam açısından daha detaylı bir tasnif sunduğunu görmekteyiz. Girişik cümle bir diğer adlandırmaya göre karmaşık cümle önceden de bahsettiğimiz gibi yarım yargı/yan yargı üzerine oturtulmuştur. Muharrem Ergin’ininde ifade ettiği fiilimsiler bitimli bir yargı ifade etmez. Ki’li birleşik cümle de ise bir anlam ilişkisi olduğunu düşünülebilir. Bu anlam ilişkisinden dolayı bir bağlaç olmasına karşın birleşik cümle yapısındadır diyebiliriz. Açıklama unsurunu taşıması da önemli bir husustur. Şart birleşik cümlede ise şartın kip özelliği vardır. Fakat tek başına bir hüküm ifade etmez. Bitmiş bir durumdan ya da devam eden bir durumdan söz etmez. Görev olarak eskiden kullanıldığı gibi zarf-fiil görevinde kullanıldığını 132 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 130 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU düşünülebilir. Ve ki’li birleşik cümlede olduğu gibi fonksiyon olarak bir izah durumu söz konusu olması sebebiyle asıl ve yan cümleciği birbirine anlamca bağladığını, açıkladığını; fonksiyon ve gelenek olarak bu şekilde kabul görmesinin de etkisiyle birleşik cümle kategorisinde olması gerektiği söylenebilir. Kaynaklar Banguoğlu, T. (2013). Türkçenin grameri. Ankara: TDK. Ediskun, H. (1988). Türk dilbilgisi. İstanbul: Remzi Kitabevi. Ergin, M. (2013). Türk dil bilgisi. İstanbul: Bayram Yayım. Karahan, L. (2013). Türkçede söz dizimi. Ankara: Akçağ Yayınları. Karahan, L. (1993). Türkçede birleşik cümle problemi. TDK, 5-2. Karaağaç, G. (2012). Türkçenin dil bilgisi. Ankara: Akçağ Yayınları. Raupobva, L. (2002). Yapısal dilbiliminde birleşik cümlelerle ilgili sorunlar, TAED, 37-50, 47. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O131 O K 133 TARİHÎ TÜRK LEHÇELERİNDEKİ YAĠ SÖZCÜĞÜNÜN KIRGIZCADAKİ İZLERİ Negizbek ŞABDANALİYEV Öz Birleşiminde stearik, oleik, palmitik asitlerle gliserin bulunan ve bunların oranlarına göre kıvamları değişen bitkisel veya hayvansal madde için günümüzde bazı Türk lehçelerinde yağ sözcüğü kullanılmaktadır. Bilindiği gibi bu sözcük tarihî Türk lehçelerinde yaġ şeklinde geçmektedir. Çağdaş Kırgız Türkçesinde ise bunun yerine may kelimesi kullanılmaktadır. Fakat yaġ sözcüğü de Kırgız Türkçesinde tamamen kullanımdan düşmeyip, bazı kelimelerde ve deyimlerde ses değişikliğine uğrayarak kendini korumuştur. Ancak söz konusu kelime ve deyimlerin yapısındaki yaġ sözcüğünün anlamı halk tarafından unutulmuştur. Tarihî Türk lehçelerinde kelimelerin yapısındaki –aġ ses kombinasyonu çağdaş Kırgız Türkçesinde genellikle uzun ünlüye dönüşmüştür. Yaġ sözcüğündeki –aġ ses kombinasyonu da uzun -o sesine dönüşmüş, kelime başındaki y- sesi ise, bu ünsüz ile başlayan başka kelimelerde olduğu gibi, c- sesine dönüşmüştür. Böylece tarihî Türk lehçelerindeki yaġ sözcüğü, Kırgız Türkçesinde coo olmuş ve cooluk (başörtü), coogazın (lale), gibi kelimelerde, közdün coosun aluu (İlgisini çekmek, kendine çekmek, sevimli görünmek, imrendirmek) deyiminde korunmuştur. Bunun yanında caya (yılkının kuyruğunun sert yağlı yumuşak eti) kelimesinde de kendini korumuştur. Bildiride bu tür kelimeler ele alınıp etimolojik açıdan araştırılacak ve bunların yapısındaki coo, caya morfemlerinin tarihî Türk lehçelerindeki yaġ sözcüğü ile bağlantılı olduğu ispatlanmaya çalışılacaktır. Anahtar Sözcükler: Yağ, coo, may, Kırgız Türkçesi, tarihî Türk lehçeleri. TRACES OF THE WORD YAĠ İN HİSTORİCAL TURKİC LANGUAGES İN MODERN KYRGYZ LANGUAGE Abstract Today, the word yaġ is used in some Turkic languages for any ester of fatty acids that occur in living beings or in food. As known, this word is used as yaġ in historical Turkic languages. In contemporary Kyrgyz language the word may is used instead yaġ. However, the word yaġ did not completely fall out of use in Kyrgyz, and preserved itself in some words and idioms by changing the form. However, the meaning of the word yaġ in the structure of these words and phrases has been forgotten by the Kyrgyz people. The combination of sounds -aġ in the structure of words in historical Turkic languages has generally turned into a long vowel in contemporary Kyrgyz language. The combination -aġ in the word yaġ has also turned into a long -o, and the y- at the beginning of the word has turned into the j-, as in other words starting with this consonant. Thus, the word yaġ in historical Turkic languages became to joo in Kyrgyz language and preserved in words jooluk (headscarf), joogazın (tulip) and in the phraseological unit közdün joosun aluu (to attract attention, to attract, to look cute, to envy). It also preserved itself in the word jaya (the fat soft meat of the tail of the horse). In this article these words and phraseological unit will be etymologically investigated and it will be tried to prove that the morphemes joo, jaya in the structure of these words are related to the word yaġ in historical Turkic languages. Keywords: Yağ (fat), joo (fat), may (fat), Kyrgyz language, historical Turkic languages.  Dr.; Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi Türkoloji Bölümü [email protected] B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 135 132 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM Giriş Bilindiği gibi dildeki bazı kelimeler eski şeklini ve anlamını korur. Örneğin Köktürkçedeki at, baş gibi sözcükler çağdaş Kırgız Türkçesinde de aynı şekilde ve aynı anlamda kullanılır. Bazı kelimeler ise ya şekil ya da anlam açısından, bazıları ise hem şekil hem de anlam açısından değişikliğe uğrar. Meselâ tarihî Türk lehçelerindeki taġ, tebe, yürek kelimeleri çağdaş Kırgız Türkçesinde aynı anlamda, fakat too, töö, cürök şeklinde kullanılır. Bunların yanında bazı kelimeler yerini başka bir kelimeye bırakarak ya kullanımdan tamamen düşer ya da başka bir kelimelerin, adlandırmaların, deyimlerin bünyesinde kendisini korur. Bildiride tarihî Türk lehçelerindeki yaġ sözcüğünün çağdaş Kırgız Türkçesindeki izleri üzerinde durulacaktır. Tarihî ve Çağdaş Türk Lehçelerinde Yaġ Sözcüğü Yaġ sözcüğünün Köktürk döneminde kullanıldığına dair bir kayıt yoktur. Bu dönemden kalma eserlerde kullanılan söz varlığı üzerine yapılan Köktürk ve Ötüken Uygur Kağanlığı Yazıtları (Söz Varlığı İncelemesi) adlı çalışmada da yaġ sözcüğü verilmemiştir (User, 2009, ss. 517-548). Eski Uygurca metinlerinde ise yaġ kelimesi “yağ” anlamında kullanılmıştır (Caferoğlu, 2011, s. 279). Divanü Lûgat’it-Türk’te yaġ kelimesi iç yağı anlamında kullanılmıştır (DLT, I, s. 725). Söz konusu kelime Mahmud Kaşgari’nin sözlüğünde birçok yerde geçer. Örneğin er yaġ sızġurdı “adam yağ eritti” (DLT, II, s. 188). Divanü Lûgat’it-Türk’te yaġ kelimesinin yer aldığı atasözünü de görmek mümkündür: Yalksa yeme yaġ edhgü, köyse yeme kün edhgü “bıksa yine yağ iyi, yaksa yine gün iyi” (DLT, III, s. 435). Bunun dışında Divan’da neft için kara yaġ birleşik kelimesinin kullanıldığını görmek mümkündür (DLT, III, s. 222). Mahmud Kaşgari’nin verdiği bilgilere göre Kıpçak ve Oğuzlardan başka Türkler bal için arı yaġı “arı yağı” derlerdi (DLT, III, s. 156). Görüldüğü gibi yaġ sözcüğü Karahanlılar döneminde oldukça aktif bir şekilde kullanılmış, atasözü ve birleşik kelimelerin oluşumunda da yer almıştır. Tarihî Türk lehçelerinden Çağatay Türkçesi ile yazılmış metinlere gelinecek olursa bu dönemde eski Uygur Türkçesinden beri kullanılagelen yaġ sözcüğünün yanında aynı anlamı ifade etmek için may kelimesi de kullanılmaya başlamıştır. Bu dönemde yaġ sözcüğüne yapım ekinin eklenmesiyle yeni kelimelerin yapıldığını görmek mümkündür. Örneğin günümüz Kırgız Türkçesinde kullanılan cooluk kelimesi Çağatayca metinlerde yaġlıq (yaġ+lıq) şeklinde ve “bez parçası, mendil, baş örtü” anlamlarında kullanılmıştır (LÇTO, 1298, s. 295b; Teres, 2009, s. 144). Çağdaş Türk lehçelerine gelirsek yaġ sözcüğü bunların çoğunda aynı veya buna yakın şekilde aynı anlamda kullanılmaktadır. Örneğin Türkiye, Özbek, Türkmen, Azerbaycan Türkçelerinde yağ kelimesi kullanılırken, Kırgız, Tatar, Başkurt Türkçelerinde may kelimesi, Kazak ve Uygur Türkçelerinde ise her ikisi de kullanılmaktadır (KTLS, 1991, ss. 954-955). Görüldüğü gibi may kelimesi Çağataycada aktif kullanılmış ve günümüzde de zamanında Çağataycanın hakim olduğu coğrafyalarda yaşayan halklarda kullanılmaktadır. Böylece yazılı eserlerimizin verilerine dayanılarak yağ dediğimiz birleşiminde stearik, oleik, palmitik asitlerle gliserin bulunan ve bunların oranlarına göre kıvamları değişen bitkisel veya hayvansal madde1 için eski Uygurcada ve Karahanlıcada yaġ kelimesi kullanılmış ise Çağataycada bunun yanında may kelimesi de kullanılmaya başlamış ve bu coğrafyalarda zamanla may sözcüğü yaġ sözcüğüne nazaran daha aktif bir şekilde kullanılmaya başlamış denilebilir. Günümüz Türk lehçelerinden orta Türkçe döneminde Orta Asya topraklarından göç eden Oğuz boylarının nesillerinden olan Anadolu Türklerinin, Azerbaycanların ve Türkmenlerin lehçelerinde yağ 1 Yağ sözcüğünün tanımı Türk Dil Kurumu’nun sitesinden alınmıştır: https://sozluk.gov.tr/ 136 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 133 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU sözcüğünün hâlâ aktif bir şekilde kullanılması ve may sözcüğünün bulunmaması ve de zamanında Çağatay Türkçesinin konuşulduğu topraklarda yaşayan bugünkü Kazakların, Kırgızların, Tatarların lehçelerinde may kelimesinin aktif bir şekilde kullanılması bunu ispatlar. Ayrıca yaġ kelimesi Kırgızlarda aktif kullanımdan tamamen düşmüş fakat bazı kelime, deyimlerde kendini korumuştur. Yaġ Sözcüğünün Kırgız Türkçesindeki İzleri Çağdaş Kırgız Türkçesinde yaġ kelimesinin yerine may sözcüğü kullanılmaktadır. Fakat yaġ sözcüğü de Kırgız Türkçesinde tamamen kullanımdan düşmeyip, bazı kelimelerde ve deyimlerde ses değişikliğine uğrayarak kendini korumuştur. Ancak söz konusu kelime ve deyimlerin yapısındaki yaġ sözcüğünün anlamı halk tarafından unutulmuştur. Tarihî Türk lehçelerinde kelimelerin yapısındaki –aġ ses kombinasyonu çağdaş Kırgız Türkçesinde genellikle uzun ünlüye dönüşmüştür. Yaġ sözcüğündeki –aġ ses kombinasyonu da uzun -o sesine dönüşmüş, kelime başındaki y- sesi ise, bu ünsüz ile başlayan başka kelimelerde olduğu gibi, c- sesine dönüşmüştür. Böylece tarihî Türk lehçelerindeki yaġ sözcüğü, Kırgız Türkçesinde coo olmuş ve cooluk (başörtü), coogazın (lale) gibi kelimelerde, közdün coosun aluu (gözü kamaştırmak) deyiminde korunmuştur. Bunun dışında yaġ sözcüğü Kırgız Türkçesinde caya kelimesinde de korunmuştur. Bu kelime ve deyimleri detaylı bir şekilde inceleyerek aşağıdaki sonuçları elde etmek mümkündür: Cooluk Kelimesi Eski Uygurcadan beri kullanılagelen yaġ sözcüğünün başındaki y- sesi c- sesine dönüşmüştür ki bu durum Kırgız Türkçesinin belirgin özelliklerinden birisidir. Kelime başı ysesinden sonraki -aġ ses kombinasyonu ise -oo uzun ünlüsüne dönüşmüştür ki bu da çağdaş Kırgız Türkçesine has özelliklerdendir. Kırgızcadaki uzun ünlülerin büyük çoğunluğu ikincil uzun ünlülerdir ve belli bir ünsüzlerin düşmesi ile bunların yanındaki ünlülerin uzaması yoluyla ortaya çıkmıştır. Böylece yaġ sözcüğü Kırgızcada coo şeklini almıştır. Böylece Çağatay Türkçesinde “bez parçası, mendil, baş örtü” anlamlarında kullanılan yaġlıq kelimesi Kırgız Türkçesinde cooluk şeklini almış ve anlam daralmasına uğrayarak daha çok “baş örtü” anlamını vermeye başlamıştır. Bu kelimenin ilk anlamı “yağı veya yağlı nesnenin üzerini silmek için kullanılan bir bez parçası” olduğunu tahmin etmek mümkündür. Çünkü yemek yenildikten sonra sofranın üstü yağlı olur ve bunun üstü bez ile silinir. Günümüz Kırgız Türkçesinde yemek sırasında ve sonrasında elleri ve ağzı silmek için, yemekten sonra da sofrayı temizlemek için kullanılan bez parçası için maylık kelimesinin kullanılması bu fikri destekler. Sonradan yaġlıq kelimesi mendil için kullanılmaya başlamış olmalıdır, çünkü mendil de elleri silmek için kullanılır. Sonra ise mendillerin bezden yapılması, dörtgen şeklinde olması ve nakışlı olması bakımından baş örtü ile aynı özelliklere sahip olduğu için yaġlık kelimesi baş örtü anlamında da kullanılmaya başlamış olmalıdır. Böylece Kırgız Türkçesindeki cooluk kelimesi tarihî Türk lehçelerindeki yaġ kelimesi ile aynı köktendir. Coogazın Kelimesi Coogazın kelimesi Kırgız Türkçesinde “lale” anlamında kullanılır (KTSb, 2017, s. 627). Bu kelimenin ilk hecesindeki coo da muhtemelen cooluk kelimesinde gerçekleşen ses olaylarından sonra ortaya çıkmış yaġ sözcüğünün değişmiş şeklidir. Fakat cooluk sözcüğündeki coo’dan farklı olarak coogazın sözcüğünde uzun ünlünün yanında –g- sesi de korunmuştur. Çünkü Türk lehçelerinin özelliklerinden birisi iki ünlünün yan yana gelmemesidir. Kelimenin B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O134 O K 137 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM devamındaki -azın ise “yiyecek, gıda maddesi” anlamındaki azık kelimesinin değişmiş şekli olmalıdır. Bunu coogazının kökünün yenilmesi de ispatlar. Ceembay Mukambayev coogazın kelimesini açıklarken verdiği örnekte coogazının kökünün yenildiği ileri sürer: Coogazındın tüwün ceyt “Coogazının (Lalenin) kökünü yerler” (KTDS, 2009, s. 404). Demek bu çiçeğin kökü gıda maddesi yani yiyecek olarak kullanılmıştır ki Kırgızlarda yiyeceklere azık denir (KTS, 2010, s. 39). Böylece coogazın kelimesindeki coo(g) da tarihî Türk lehçelerindeki yaġ ile aynı köktendir denilebilir. Caya Kelimesi2 Caya kelimesi “yılkının kuyruğunun sert yağlı yumuşak eti” anlamında kullanılır ve daha çok destanlarda geçer (KTS, 2010, s. 440). Destanlar ise bilindiği gibi halk tarafından anlamı unutulmuş eski kelimeleri koruma özelliğine sahiptir. Bu kelimenin de yaġ sözcüğü ile bir yerden geldiğini kabul edersek o zaman yaġ kelimesindeki -ġ sesinin -y sesine dönüştüğünü görürüz ki kelime içi ve sonunda -ġ sesinin -y sesine dönüştüğüne dair çağdaş ve tarihî Türk lehçelerinde oldukça çok örnek vardır (Karaağaç, 2015, s. 175, 177). Görüldüğü gibi caya kelimesi de hem şekil hem de anlam açısından tarihî Türk lehçelerindeki yaġ sözcüğü ile doğrudan ilişkilidir. Közdün Coosun Aluu Deyimi Yukarıda incelediğimiz kelimelerin dışında yaġ sözcüğü közdün coosun aluu deyiminde de kendini korumuştur. Bu deyim Kırgız Türkçesinde “İlgisini çekmek, kendine çekmek, sevimli görünmek, imrendirmek” anlamlarında kullanılır (KTFS, 2001, s. 284). Bu deyimde yer alan coosun kelimesi 3. şahıs iyelik eki –su ve 3. şahıs iyelik ekinden sonra gelen yükleme hâli eki –n çekim eklerini almış coo kelimesidir. Bu deyimdeki coo kelimesi de “yağ” anlamındadır (Useev, 2010, ss. 84-85). Kırgız Türkçesinde bu deyime şekil ve kısmen de anlam açısından yakınlık gösteren köz mayı tügönüü/közdün mayı ketüü deyimleri de vardır ve “gözün yorulması” anlamında kullanılır (KTFS, 2001, ss. 287-288). Bu iki deyimin şekil açısından benzerliği hemen göze çarpar – ikisinde de göz anlamındaki köz kelimesi ve “bitmek/bitirmek, tükenmek/tüketmek” anlamındaki aluu, tügönüü, ketüü kelimeleri kullanılır. Analam benzerliğine gelinecek olursa ilkinde “güzel görünmek”, öbüründe de “gözü yormak” anlamı vardır. İki deyimin anlamlarını ilişkilendirecek olursak – insan güzel bir yere veya nesneye uzağa dikildiğinde gözleri yorulur (Useev, 2010, ss. 84-85). Demek her iki deyimde de göz yağının tükenmesi söz konusudur. Anatomi açısından baktığımızda da insanın gözleri hep nemlidir ve güzel (aşırı renkli, çok kontrastlı) nesneye uzağa bakıldığında gözün nemlilik düzeyi düşer. Böylesi bir durumda da gözlerin yorulması söz konusudur. Böylece anlam açısından birbiriyle ilişkili iki deyimin birisinde coo öbüründe de may sözcüklerinin kullanılması, güzel nesneye uzağa bakıldığında gözlerin yorulması deyimdeki coo sözcüğün tarihî Türk lehçelerindeki yaġ sözcüğü ile aynı kökten olduğu görüşünü ispatlar. Sonuç Birleşiminde stearik, oleik, palmitik asitlerle gliserin bulunan ve bunların oranlarına göre kıvamları değişen bitkisel veya hayvansal madde için günümüzde bazı Türk lehçelerinde yağ sözcüğü kullanılmaktadır. Bu sözcük tarihî Türk lehçelerinde yaġ şeklinde geçmektedir. Çağdaş Kırgız Türkçesinde ise bunun yerine may kelimesi kullanılmaktadır. Fakat yaġ sözcüğü Bu kelimenin yaġ sözcüğü ile ilgili olabileceğini konuşma sırasında Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi Türkoloji Bölümü öğretim elemenlarından sayın Dr. Mirzat Rakimbek Uulu ileri sürmüştür. 2 138 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 135 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU de Kırgız Türkçesinde tamamen kullanımdan düşmeyip, bazı kelimelerde ve deyimlerde ses değişikliğine uğrayarak kendini korumuştur. Ancak söz konusu kelime ve deyimlerin yapısındaki yaġ sözcüğünün anlamı halk tarafından unutulmuştur. Yaġ sözcüğündeki –aġ ses kombinasyonu uzun -o sesine dönüşmüş, kelime başındaki y- sesi ise, bu ünsüz ile başlayan başka kelimelerde olduğu gibi, c- sesine dönüşmüştür. Böylece tarihî Türk lehçelerindeki yaġ sözcüğü, Kırgız Türkçesinde coo olmuş ve cooluk (başörtü), coogazın (lale) gibi kelimelerde, közdün coosun aluu (İlgisini çekmek, kendine çekmek, sevimli görünmek, imrendirmek) deyiminde korunmuştur. Bunun yanında yaġ kelimesi caya (yılkının kuyruğunun sert yağlı yumuşak eti) sözcüğünde de kendini korumuştur. Kısaltmalar KTDS: Mukambayev, C. (2009). Kırgız Tilinin Dialektologiyalık Sözdügü. Bişkek. KTFS: Osmonova, C., Konkobayev, K., Caparov, Ş. (2001). Kırgız Tilinin Frazeologiyalık Sözdügü. Bişkek: KTMÜ Yayınları. KTS: Akmataliyev, A. (Editör) (2010). Kırgız Tilinin Sözdügü. Bişkek: Avrasyapress. KTSb: Arıkoğlu, E., Alimova, C., Askarova, R., Selçuk, B. K. (2017). Kırgızca-Türkçe Sözlük. Bişkek: KTMÜ Yayınları. LÇTO: Şeyh Süleyman Efendi Buhari. (1298). Lugat-i Çağatay ve Türkî-i Osmanî. İstanbul. Kaynaklar Akmataliyev, A. (Editör) (2010). Kırgız Tilinin Sözdügü. Bişkek: Avrasyapress. Arıkoğlu, E., Alimova, C., Askarova, R., Selçuk, B. K. (2017). Kırgızca-Türkçe Sözlük. Bişkek: KTMÜ Yayınları. Caferoğlu, A. (2011). Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü. Ankara: TDK Yayınları. Ercilasun, A. B. (Komisyon Başkanı), (1991). Karşılaştırmalı Türk Lehçeleri Sözlüğü I. Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları. Karaağaç, G. (2015). Türkçenin Ses Bilgisi. İstanbul: Kesit Yayınları. Kâşgarlı, Mahmud (2006). Dîvânü Lugati’t-Türk, I., II. ve III. ciltler, (çev. Besim Atalay), Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. Mukambayev, C. (2009). Kırgız Tilinin Dialektologiyalık Sözdügü. Bişkek. Osmonova, C., Konkobayev, K., Caparov, Ş. (2001). Kırgız Tilinin Frazeologiyalık Sözdügü. Bişkek: KTMÜ Yayınları. Şeyh Süleyman Efendi Buhari. (1298). Lugat-i Çağatay ve Türkî-i Osmanî. İstanbul. Teres, E. (2009). Çağataycada Söz Yapımı. Yayımlanmamış Doktora Tezi, İstanbul: Yıldız Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Useev, N. (2010). Söz Sırları. Bişkek: Avrasyapress. User, H. Ş. (2009). Köktürk ve Ötüken Uygur Kağanlığı Yazıtları (Söz Varlığı İncelemesi). Konya: Kömen Yayınları. https://sozluk.gov.tr/ Erişim tarihi: 30.09.2020 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O136 O K 139 TOFA TÜRKÇESİ SÖZ VARLIĞINDA GEYİK Osman KILIÇ Öz Bir dilin söz varlığı o dilin konuşurlarının içinde bulunduğu yaşam koşullarına ve coğrafyaya göre şekillenmektedir. Söz varlığının en temel ögelerinden biri de insanların doğayı paylaştıkları hayvanların adlarıdır. Her dilde o dilin konuşulduğu bölgede sayıca daha çok olan ve daha yaygın bulunan, insanların yaşamında önemli bir yer edinen hayvanlarla ilgili söz varlığı diğer dillerdeki o hayvanla ilgili söz varlığına göre daha çok olabilmektedir. Bu çalışmada tarihin en eski dönemlerinden beri Türk edebiyatında, inanışlarında ve kültüründe özel bir yeri olan geyiğin Tofa Türkçesi söz varlığındaki yeri incelenmiştir. 1930'lara kadar avcı-göçebe bir yaşam süren, Karagas adıyla da bilinen Tofa Türkleri günümüzde Güney Sibirya'da varlıklarını sürdürmeye çalışmaktadır. Türkiye Türkolojisinde üzerine az çalışma yapılan, dilleri yok olma tehlikesi altında bulunan Tofa Türklerinin zengin bir hayvan söz varlığı bulunmaktadır. Tofa Türkleri; birçok Sibirya topluluğu gibi geyikleri evcilleştirmiş, diğer göçebe Türk topluluklarının ata yükledikleri birçok işlevi geyiğe yüklemişlerdir. Geyikleri hem binek hayvanı hem de bir besin kaynağı olarak kullanmışlardır. Bu nedenle diğer Türk topluluklarına göre geyiğin Tofa Türklerinde daha özel bir yeri vardır. Bu özel yerden dolayı Tofa Türkçesinde geyik türleri, geyiğin yaşları, işlevleri ve geyikle ilgili alet adlarından geyiklere özel ünlemlere kadar geyikle ilgili birçok adlandırma bulunmaktadır. Çalışmada V. İ. Rassadin tarafından hazırlanan Tofalarsko-Russkiy i Russko-Tofalarskiy Slovar 2005 (Tofaca- Rusça ve Rusça- Tofaca Sözlük 2005) adlı sözlük taranmış, bu tarama sonucunda Tofa Türkçesinde geyiklerle ilgili elli altı sözcük tespit edilmiştir. Tespit edilen sözcükler, geyiklerin işlevleri de göz önünde bulundurularak açıklanmış, sözcüklerin varsa tarihi ve çağdaş Türk lehçelerindeki ortaklıkları ayrıca ek bilgi olarak sunulmuştur. Bu çalışmayla hem dilleri yok olma tehlikesi altında olan Tofa Türklerine dikkat çekilmek istenmiş hem de Türk dilinin söz varlığı çalışmalarına katkı sunmak amaçlanmıştır. Anahtar Sözcükler: Tofa Türkçesi, Türkiye Türkçesi, Söz Varlığı, Geyik, Türk Lehçeleri. TOFA TURKISH WORD IN THE PRESENCE OF DEER Abstract The verbal existence of a language is shaped according to the living conditions and geography of the speakers of that language. One of the most basic elements of the word existence is the names of animals with which humans share nature. The presence of words related to animals, which are more numerous and more common in the region where that language is spoken, and which take an important place in people's lives, may be more likely than the presence of words related to that animal in other languages. In this study, the place of the deer, which has a special place in Turkish Yüksek Lisans Öğrencisi; Osmaniye Korkut Ata Üniversitesi, Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı, [email protected].  B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 141 137 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM literature, beliefs and culture since the earliest periods of history, in the presence of Tofa Turkish words was examined. The Tofa Turks, also known as Karagas, who lived a hunter-nomadic life until the 1930s, are trying to maintain their presence in southern Siberia today. The Tofa Turks, whose languages are in danger of extinction, have a rich animal word presence, with little work being done on Turkology in Turkey. The Tofa Turks, like many Siberian communities, domesticated deer and installed many of the functions that other nomadic Turkic communities had assigned to deer. They used deer as both a passenger animal and as a food source. Therefore, deer have a more special place in Tofa Turks than other Turkish communities. Because of this special place, there are many nomenclature related to deer in Tofa Turkish, from deer species, deer ages, functions, and tool names related to deer to Elk specific exclamations.In the Study V. I. Russian-Russian dictionary of tofalarsko-Russkiy I Russko - Tofalarskiy Slovar 2005 (Tofaca - Russian and Russian-Tofaca Dictionary 2005) prepared by Rassadin was scanned, as a result of this scan found fifty words related to deer in Tofa Turkish. The words identified were explained by taking into account the functions of the deer, and the commonalities of the words in historical and contemporary Turkish dialects, if any, were presented as additional information. The aim of this study was to draw attention to the Tofa Turks, whose languages are in danger of extinction, and to contribute to the study of the vocabulary of the Turkish language. Keywords: Tofa Turkish, Turkey Turkish, The Presence Of Words, Deer, Turkish Dialects. Giriş Geçmişten günümüze insan yaşamında hayvanların çok özel bir yeri olmuştur. Her insan topluluğu yaşadığı coğrafyada bulunan hayvanlardan bir şekilde yararlanmıştır. İnsan; hayvanın gücünden, etinden ve derisinden yararlandığı gibi hayvanları kendi kültürel özelliklerine de dahil etmiştir. Bazı hayvanlar ise toplumların yaşamında ve kültüründe daha önemli bir yer edinmiştir. Kültürün yansıtıcısı ve taşıyıcısı dil kabul edildiğinden insan yaşamını etkileyen hayvan adlarının da dilin söz varlığında özel bir yeri vardır. Dil, insanların içinde yaşadığı çevrenin özelliklerine göre şekillenir ve çevrenin özelliklerini yansıtır. Bir milletin yaşamı ve kültürü, o milletin söz varlığında saklıdır. Söz varlığı o milletin yaşamında hangi varlıkların önemli bir yer edindiği hakkında bizlere ipucu verir. Bu çalışmada tarihin en eski dönemlerinden beri Türk edebiyatında, inanışlarında ve kültüründe özel bir yeri olan geyiğin Tofa Türkçesi söz varlığındaki yeri incelenmiştir. En eski yazılı ve tarihi kaynaklarımızda da yer edinmiş olan geyik; mezar taşlarından kaya resimlerine, destanlardan çağdaş romanlara, halı desenlerinden seçkin kimselerin kıyafetlerine kadar Türk dünyasının her yerinde kullanılan bir simge ve motiftir. 1 "Türk boyları arasında geyik; dişiliğin, analığın, bolluğun, bereketin; doğurganlığın; güzelliğin, çekiciliğin, sevecenliğin, masumiyetin ve "katun"un sembolü olarak kullanılmaktadır" (Alyılmaz, 2016, s. 343). Tofa Türkleri, Güney Sibirya bölgesinde doğayla iç içe bir yaşam süren, geçimlerini 1930'lara kadar geyik yetiştiriciliği ve avcılıkla sağlayan, geleneksel yaşam özelliklerinin etkin olduğu bir Türk topluluğudur. 1 Ayrıca bk. Alyılmaz , C. (2016). "Gobu"stan'ın Gizemi ("Kıpçaklar"a Giden Yol). Ankara: Bitlis Eren Üniversitesi Yayınları. 142 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 138 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU Tofa Türkleri, 45-53 kuzey enlemlerinde ve 98 doğu boylamında Rusya Federasyonu’nun İrkutsk oblastında (idari bölgesinde) Nijneudinsk rayonuna (ilçesine) bağlı Alıgcer, Nerha (Tof. Nirsa) ve Yukarı Gutara köylerinde toplu olarak yaşamaktadırlar. 2010 nüfus sayımına göre Tofaların Rusya Federasyonu’ndaki toplam nüfusu sadece 762’dir. Köyde yaşayanların sayısı 664, şehirlerde yaşayanların sayısı ise 98’dir (Ilgın, 2012, s. 104). "Tofalar 1930 yılına kadar ‘Karagaslar ‘olarak anılmışlardır. Bu tarihten itibaren Sovyet idaresince kendilerine ‘Tofa/Tofalar’ biçiminde yeni bir etnik ad verilmiştir. Tofaların kendi adlandırmaları ise To'fa, Tu'fa ve Tı'fa biçiminde kaydedilmiştir (alıntılayan Ilgın, 2012); (aktaran Rassadin, 2002, s. 183)." Tofalar, yaşam sürdükleri zor coğrafyada birçok Türk topluluğunun ata yükledikleri işlevi geyiğe yüklemişlerdir. Tofa Türkleri, geyiği evcilleştirerek onu hem bir binek aracı hem de besin kaynağı olarak kullanmışlardır. Bu nedenle Tofa Türklerinin yaşamında geyiğin önemli bir yeri vardır. Bu durum Tofa Türkçesi söz varlığında geyikle ilgili zengin bir kavram alanı oluşturmaktadır. Bu çalışmada Tofa Türkçesindeki geyikle ilgili söz varlığı, tarihi ve çağdaş Türk lehçelerindeki ortaklıklarla tespit edilmeye çalışılmıştır. Çalışmada Valentin İvanoviç Rassadin tarafından hazırlanan Tofalarsko-Russkiy i Russko-Tofalarskiy Slovar 2005 (TofacaRusça ve Rusça- Tofaca Sözlük, 2005) adlı sözlük taranmış, bu tarama sonucunda Tofa Türkçesinde geyiklerle ilgili elli altı sözcük tespit edilmiştir. Söz konusu sözcükler şu şekilde sıralanmış ve sınıflandırılmıştır: 1. Geyik Tür ve Cinsiyet Adları Birçok tarihi ve çağdaş Türk lehçesinde geyik sözcüğü farklı ses özellikleriyle yaygın bir şekilde kullanılmaktadır.2 Tofa Türkçesinde ise birçok Türk lehçesinden farklı olarak geyik sözcüğü için "ibi" ifadesi kullanılmaktadır. ibi (иби): Evcil kuzey geyiği, geyik türünün genel adı. aŋ ( а ң) : 1) Yabani hayvan 2) Mançurya vapiti; 3) Yabani, vahşi. Bu sözcük Başkurt Türkçesinde añ şeklinde olup “av hayvanı, geyik” anlamlarındadır. aq-aŋ (ақ-aң): Y a b a n i k u z e y g e y i ğ i . asqır (асқыр): Erkek Si birya mi sk geyi ği . bu:r (буур): Er kek sı ğın geyi ği , taç boynuzl u geyi k. çarı (чары): 1) Yük geyiği; 2) Evcil kuzey geyiği. çölögö (чөлөгө): Yetişkin Mançurya vapiti. elịk (элiк): Dişi karaca. "Irk Bitig’de “kanlık süsi avka ünmiş sagır içre elik keyik kirmiş eligin tutmış kara kamag süsi ögirer tir (Tekin, 2004, s. 63) Hanın ordusu ava çıkmış. Avlak içine bir erkek karaca girmiş. (Onu) elleri ile tutmuşlar. (Hanın) bütün sıradan askerleri seviniyor, der.” örneğiyle yer alan elik, Eski Uygurca metinlerde yaygın bir kullanıma sahip değildir (Tokyürek, 2013, s. 248)." 2 Ayrıntılı bilgi için bk. Kirişçioğlu, 2013, s. 196-203. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O139 O K 143 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM "elik: (1) “geyik, ceylan, karaca”, bk. ilik, [Kar.T.] AH 456; [Kıp.T.] Kİ 21; [Çağ.Leh.] UTİL ėlik, VI-124; (2) “dağ keçisi, yaban keçisi”, [Kar.T.] KB 79; “yabani, ehli olmayan”, [ET.] IB 97; “erkek ceylan”, [ET.] IB Tekin 63; (Gezer, 2019, s. 354)." e'şki (эъшкi): Yetişkin dişi Sibirya misk geyiği. hülbüs (Һүлбүс): Erkek karaca. i n i ğ ( и н iғ ) : D iş i s ı ğ ı n . i ŋ gen ( и ңг е н) : Evcil dişi geyik. mıyğak (мыйғак): Dişi geyik, maral. "Eski Uygurcada muygak kelimesi, günahkâr canlılar için kullanılabileceği gibi erdemli canlılar için de kullanılır (Tokyürek, 2013 s. 250)." Tuva Türkçesinde "mıygak: dişi geyik, maral " anlamlarındadır. sarıq-aŋ (сарығ-аң): Mançurya geyiği, vapiti. sı:n (сыын): Doğu Asya'ya özgü geyik türü, Mançurya vapiti, maral. Tarihi ve çağdaş Türk lehçelerinin bir çoğunda görülen bu sözcük, Türk dilinin yazılı metinlerinde ilk olarak Bilge Kağan Yazıtı'nın batı yüzünde "Tağda sığun etser, a[nça(?)]" biçiminde geçmektedir. "sıgun sözü, Eski Uygurcada günahkâr canlıların cehennem hayat şeklinde doğdukları zaman aldıkları vücutları ifade eder. (Tokyürek, 2013, s. 250)" Bu sözcük Karahanlı Türkçesi dönemi eserlerinden Kutadgu Bilig'de "elik külmiz oynar çéçekler öze, sığun muyğak ağnar yorır tép keze (beyit 79)" biçiminde kullanılmıştır. Eski Oğuz Türkçesinde ise bu sözcük sıgın (zool.) Yabani sığır, geyik.(EATS/s.597) sığın (zool.) Alageyik. (EATS/s.598) anlamlarıyla verilmiştir (Özden, 2020, s. 60). Tofalara komşu Türk topluluklarından Tuva Türkçesinde "sıın: geyik, maral" anlamlarında kullanılmaktadır. Kırım Tatar Türkçesinde (ağızlarda) suġun geyik anlamındadır. Kazak Türkçesinde suwın “geyikler ailesine giren iri hayvan” biçimindedir. şubaraş (шубараш): Dişi Sibirya misk geyiği. to:rğu (тоорғу): Dişi Sibirya misk geyiği. töŋkür (төңкүр): Yabani kuzey geyiği. uluğ aŋ (улуғ-аң): Mus, sığın geyiği. 2) Geyiklerin Yaşlarıyla İlgili Adlandırmalar anay ( анай) : Geyi k ya vr us u, bu zağı . a'nhay (аънҺай): Yavru geyi k, buzağı. anya:day (аняадай): Geç doğan geyi k yavrusu, en küçük geyi k yavrusu. ba'şta:nay (баъштаанай): Erken doğan geyi k yavrusu. d a s p a n ( д а с п а н ) : İki yaşındaki evcil geyik. hoqqaş, ho:nay, hoonhay (Һоонай): Bir yaşındaki evcil kuzey geyiği. 144 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 140 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU munducak (мундуҷақ): İki yaşında evcil geyik yavrusu. q u : d a y ( қ уудай): 2-3 yaşındaki evcil kuzey geyiği. sara:daq (сараадақ): Bir yaşındaki Mançurya geyiği. Bu sözcük Tuva Türkçesinde saradak biçiminde olup bir yaşındaki geyik anlamında kullanılmaktadır. şubar o:l (шубар-оол): Yavru Sibirya misk geyiği. ta'rhış (таърҺыш): Bir yaşını doldurmamış geyik yavrusu. toş (тош): Bir yaşındaki Mançurya vapiti veya sığın yavrusu. 3) Geyiklerin Vücutlarıyla İlgili Adlandırmalar çoğdur (чоғдур): Geyiğin boyun altı tüyü. sa'lhıq (саълҺьıқ) Geyiğin uzun dişi. 4) Geyiklerle İlgili Alet Adları bağ (бағ): 1) kemer; 2) deri ip; 3) g e y i k y u l a r ı . b a ' ş b a : ( баъ ш ба а) : B aş ba ğı , g e y i k y u l a r ı . çedeğ (чедэғ): Geyikleri bağlamak için kullanılan ip. huruq (Һуруқ): Çengel (at ve geyik yakalamaya yarayan uzun alet) möŋgüy (мөңгүй): Geyik üzengisi. murğu (мурғу): Geyikleri çağırmak için kullanılan düdük. salbaq (салбақ): Uzun sırık (geyik bağlamaya yarayan alet). tanığ (танығ): Geyikler için kullanılan işaret, damga. 5) Geyiklerle İlgili Diğer Sözcükler çadağ (чадағ): 1. geyiksiz; 2. yaya. Yaya ve geyiksiz gitme anlamında kullanılan çadağ sözcüğü burada dikkat çekmektedir. Yaya sözcüğünün karşılıklarından biri olarak kullanılan bu sözcük, geyiğin Tofaların yaşamlarındaki yerini göstermesi bakımından önemlidir. ça'tır (чаътыр): 1) geyik ağılı; 2) ayı ini. çe'kpele- (чеъкпеле- ): 1) mantar topla-; 2) geyikleri otlat- (mantar yemeleri) çe'kpelịk (чеъкпелiк): Ağustos (geyiklerin yayıldığı ay anlamında) çoruğa (чоруға): Hızlı (at veya geyik) emdịk (эмдiк): Yabani e'ter-çarı (эътэр-чары): Geyik yetiştiricisi. ibilerşị (ибилершi ): Geyi k yet i ş t i ri ci si . ha:t ha:t (Һаать—Һаать): B i r t ü r ü n l e m ( o t l a kt a ge yi kl e r i ya ya r ke n ç ı ka r ı l a n) . B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O141 O K 145 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ibilịğ (ибилiғ): Geyikli. kö'ş (көъш): 1) göç; 2) uzaklık, geyikle gitmek (25 km kadar). onda- (онда-): 1) Sızlan- 2) ses çıkar-, böğür- (geyik için). ö'tügen (өътүген): Otlak, geyik otlağı. şulun (шулун): Geyik yosunu. tu:s tu:s (туус-туус): Geyikleri çağırmak için kullanılan seslenme (ünlem). Sonuç Dilin söz varlığının oluşmasında ve zenginleşmesinde doğanın önemli bir yeri vardır. İnsanın yaşadığı çevrede hangi varlıklar varsa dilinin söz varlığında da o vardır denilebilir. Güney Sibirya'nın zengin doğal varlıkları Tofa Türkçesi söz varlığında kendine yer bulmuştur. Diğer Türk topluluklarına göre geleneksel yaşam biçimini devam ettirmiş olan Tofa Türklerinin geyiklerle ilgili söz varlığı, veri tabanı olarak kullanılan sözlükten hareketle bu çalışmada ortaya konulmaya çalışılmıştır. Veri tabanında geyiklerle ilgili elli altı sözcük tespit edilmiştir. Bazı sözcüklerin (sığın, elik) hem tarihi Türk lehçelerinde hem de çağdaş Türk lehçelerinde kullanıldığı görülürken bazı sözcüklerin ise dar anlamda Tofa Türkçesinde kullanıldığı görülmüştür. Hem dil bilgisi hem de söz varlığı anlamında Eski Türkçeden birçok dil ögesi barındıran Tofa Türkçesi günümüzde ölmekte olan diller içinde değerlendirilmektedir. Türk dilinin ve kültürünün her bir varlığı, gelecek nesillere aktarılması gereken bir miras kabul edilmelidir. Dil kültürün yaşatıcısı ve taşıyıcısıdır. Çağdaş yaşam, bütün kültür varlıklarını tek tipleşmeye zorlamaktadır. Bu tek tipleşmeden dil de nasibini almakta, baskın ve yaygın diller diğer dillerin kullanım alanını azaltmaktadır. Gerek Türkiye Türkçesi ağızlarında gerekse de diğer Türk lehçelerinde ve bu lehçelerin ağızlarında kullanılan sözcüklerin ölmeden önce kayıt altına alınması hem kültürümüz hem de dilimizin söz varlığının zenginleşmesi anlamında büyük önem taşımaktadır. Bu çalışmayla hem dilleri yok olma tehlikesinde olup Türkiye Türkolojisinde üzerinde az çalışma yapılan Tofa Türkçesine dikkat çekilmek istenmiş, hem de Türk dilinin söz varlığı çalışmalarına katkı sunmak amaçlanmıştır. Kaynaklar Abik, A. D. (2009). Kutadgu Bilig’de hayvan adları. Türklük Bilgisi Araştırmaları, 33(1), 1-32. Akartürk, K. (2013). Codex Cumanıcus’ta hayvan adları. Turkish Studies, 8(1), 1839-1865. Alyılmaz, C. (2016). "Gobu"stan'ın gizemi ("Kıpçaklar"a giden yol). Ankara: Bitlis Eren Üniversitesi Yayınları. Arıkoğlu, E. ve Kuular, K. (2003). Tuva Türkçesi sözlüğü. Ankara: TDK Yayınları. Biray, N. (2014). Söz varlığımızda yılan. Avrasya Terim Dergisi, 2(1): 25 - 49. Efe, K. (2018). Eski Türkçe döneminde hayvan türlerinin adlandırılması. IJLET, 6(4). Gezer, H. (2019). Karahanlı Türkçesi temel söz varlığının Eski Türkçeden Karluk grubu lehçelerine anlam incelemesi. Yayınlanmamış Doktora Tezi, Kayseri: Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Gül, M. (2015). Dîvânü Lugâti't Türk'teki hayvan adları üzerine bir inceleme. İdil Dergisi, 4(15), 1 -24. 146 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 142 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU Ilgın, A. (2011). Tofa (Karagas) Türkçesi – şekil bilgisi. Yayımlanmamış Doktora Tezi, Ankara: Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Ilgın, A. (2012). Tofa (Karagas) Türkleri ve dilleri üzerine. Tehlikedeki Diller Dergisi, 2012 Kış Sayısı, 103-112. Kemaletdinova, G. (2008). Rusça büyük sözlük. İstanbul: Fono Yayınları. Kirişçioğlu, F. (2013). Geyik kitabı (Editör: E. G. Naskali) İstanbul: Kitabevi Yayınları, s. 196203. Maşkaraoğlu, S. (2018). Kırım-Tatar söz varlığı. Yayımlanmamış Doktora Tezi, İzmir: Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Özden, M. (2020). Eski Oğuz Türkçesinde kullanılan hayvan adlarının Türkiye Türkçesi ağızlarındaki durumları. TÜRÜK Uluslararası Dil, Edebiyat ve Halkbilimi Araştırmaları Dergisi, 8(20), 44-74. Özşahin, M. (2011). Başkurt Türkçesi söz varlığı. Yayınlanmamış Doktora Tezi, İzmir: Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Özveren, H. Ö. (2018). Kazak anlatıları çerçevesinde Kazakçanın söz varlığı. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul: Yıldız Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Rassadin, V. İ. (2005). Tofalarsko-Russkiy i Russko-Tofalarskiy slovar. San-Petersburg. Drofa https://altaica.ru/LIBRARY/turks/ (Erişim Tarihi: 11.08.2020) Tekin, T. (1998). Orhon yazıtları. İstanbul: Simurg Yayınları. Tokyürek, H. (2013). Eski Uygurcada hayvan adları ve bunların kullanım alanları. TÜBARXXXIII-/ 2013-Bahar, 221-281. Yılmaz, G. K. (2017). Saha Türkçesinde ayı ile ilgili örtmece söz varlığı. Türkbilig, 2017(33), 25-56. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O143 O K 147 TÜRKİYE’DEKİ İNŞAAT PROJELERİNE VERİLEN ADLARIN DİL VE KÜLTÜR AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ Osman MERT Bahattin ŞİMŞEK Öz Dil, ilk insandan günümüze ve günümüzden geleceğe kadar bir milletin tarihini, kültürünü ve o milleti var eden değerlerin tamamını taşıyan, bireylere kimlik vererek onları millet çatısı altında toplayan bir kavramdır. Binlerce yıldır insanlar ürettikleri, keşfettikleri her şeyi sahip oldukları dilin imkânları çerçevesinde kodlamışlar ve gelecek nesillere ulaştırmışlardır. Bu süreç içerisinde diller, çeşitli gerekçelerle farklı dillerle etkileşime girmişlerdir. Bir dilin diğer dillerle olan etkileşimi ses, kelime, ek ve söz dizimi düzeylerinde olabilir. Bu etkileşim düzeylerinden örneğine en sık rastlananı hiç kuşkusuz ki kelime alışverişi / ödünçlemedir. Dil, kendi kültürünün gerçekleştirmediği / ulaşmadığı bir kavramı başka bir kültürden alırken çoğunlukla kavram işaretiyle birlikte alır ve bu kavram işaretini de kendi fonetik kurallarına uydurarak ya da doğrudan kaynak dildeki şekliyle kullanabilir. Dünya tarihinde gelişmiş, bilgi üreten kültür dillerinden daha geri ve tüketici düzeyindeki kültür dillerine doğru daima bir kelime akışı olmuştur / olmaktadır. Alınan kavram işaretleri; evrensel kavramlarla, nesnelerle ilgili olduğu sürece herhangi bir dili olumsuz olarak etkilemez, hatta zenginleştirir, geliştirir. Ancak alınan kavram işaretleri ve karşıladığı kavram, dinî ya da kültürel ise bu kavram işaretleri kaynak kültürden ve inanç sisteminden farklı bir kültüre / dile gittiğinde kültürel bozulmalara neden olabilir. Bu durum dile de bire bir yansır. Diller bu etkileşimler sırasında birbirlerinden Türkçedeki /na+/, /bî+/ önekleri ya da nispet /+î/’si gibi morfolojik ögeler de alabilirler. Sayıları ve geçiş sıklıkları çok olmadığı sürece bu morfolojik ögelerin de dil için ciddi bir zararı olmayabilir. Ancak söz dizimi düzeyinde bir etkileşim olursa o zaman etkilenen dil aleyhinde ciddi bir durum ortaya çıkmış demektir. Zira söz dizimi sadece dilden hareketle tanımlanabilir, izah edilebilir bir konu olmadığı gibi bunun bir de insan beynini ilgilendiren tarafı vardır. İnsanlar ana dillerinin ya da yaygın kullandıkları dilin söz dizimine göre düşünürler, konuşurlar, yazarlar ve anlarlar. Dolayısıyla bir dilin cümle düzeyinde söz dizimi bozulursa, dil mutlaka ikinci dil pozisyonuna düşmüş ve ölme sürecine de girmiş demektir. Yani dilin sağlıklı bir şekilde gelişme gösterebilmesi, gelecek nesillere aktarılabilmesi için söz dizimi kurallarının muhafaza edilmiş olması şarttır. Bu bağlamda, bu çalışmada Türkiye’de yapılan inşaat projelerine verilen isimlerin yukarıda saydığımız etkileşimler çerçevesinde nasıl şekillendiği ve Türkçeyi nasıl etkileyebileceği incelenecektir. Türkiye’de yapılan ya da yapımı devam eden yaklaşık 1620 inşaat projesine verilen isimler, Türkçe Prof. Dr.; Atatürk Üniversitesi Kâzım Karabekir Eğitim Fakültesi Türkçe Eğitimi Ana Bilim Dalı, [email protected].  Dr.; Atatürk Üniversitesi Türkçe Öğretimi Araştırma ve Uygulama Merkezi, [email protected].  B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 149 144 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM dilbilgisi kurallarına ve yabancı ya da Türkçe / Türkçeleşmiş olma durumlarına göre sınıflandırılarak incelenmiş ve dil, kültür bağlamında dikkatlere sunulmuştur. Anahtar Sözcükler: Türkçe, dil, kültür, inşaat projeleri. LINGUISTICAL AND CULTURAL ASSESSMENT OF THE NAMES OF CONSTRUCTION PROJECTS IN TURKEY Abstract Since the early ages, language is a concept that carries all of the values that make a nation such as history and culture, and gathers individuals under the umbrella of a nation by giving identity to individuals. For thousands of years, people have encoded everything they have produced and discovered within the framework of the possibilities of the language they have and delivered them to future generations. Within the process, languages interacted with different languages for various reasons. The interaction of a language with other languages can be at the sound, word, suffix, and syntax levels. The most common example of these levels of interaction is undoubtedly word exchange / borrowing. While the language takes a concept that its own culture does not realize / does not reach from another culture, it mostly takes it together with the concept sign and could use this concept sign in accordance with its own phonetic rules or directly in the form of the source language. There is and has always been a flow of words from developed, knowledge-producing cultural languages to more backward and consumerlevel cultural languages in world history. As long as these concept signs are related to universal concepts and objects, it does not negatively affect any language, even enriches it, improves it. However, if the concept signs received and the concept they meet are religious or cultural, these concept signs may cause cultural distortions when they are transferred to a culture / language different from the source culture and belief system. This situation is reflected directly in the language. During these interactions, languages could also take morphological elements from one another such as /na+/, /bî+/ prefixes or relative suffix /+î/ in Turkish. as long as their number and frequency of transition are not high, these morphological elements may not cause serious harm to the language. However, if there is an interaction at the syntax level, then a serious situation has arisen against the affected language. With a side that concerns the human brain, syntax cannot only be defined or explained with reference to language. People think, speak, write and understand according to the syntax of their mother tongue or the language they commonly use. Therefore, if a language's syntax is broken at the sentence level, it means that the language has definitely fallen into the second language position and has entered the process of extinction. In other words, the syntax rules must be preserved in order for the language to improve in a healthy way and to be passed on to future generations. In this study, how the names of the construction projects in Turkey are shaped and how they could affect Turkish are going to be analysed within the context of the interactions mentioned above. The names attributed to approximately 1620 construction projects, ongoing or completed, have been classified and analysed according to Turkish grammar rules and whether they are foreign or Turkish / Turkish-made, and are brought to attention in the context of language and culture. Keywords: Turkish, language, culture, construction projects. 150 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 145 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU Giriş Türk kültürü, tarihî süreçte pek çok kültürle dinî, ticari vb. gerekçelerle ilişkiler geliştirmiş; bu kültürleri / dilleri etkilemiş ve bunlardan da etkilenmiştir. Bunun örneklerini Türkçenin tarihî yadigârlarında ve günümüzde standart Türkçede ve Türkçenin ağızlarında yaşayan kelime ve yapılarda görmekteyiz. Türkçenin diğer dillerle olan etkileşimi ses, sözcük, morfolojik öge ve söz dizimi düzeylerinde olmuştur. Bu etkileşim düzeylerinden örneğine en sık rastlananı hiç kuşkusuz ki kelime alışverişi / ödünçlemedir. Dil, kendi kültürünün gerçekleştirmediği / ulaşmadığı bir kavramı başka bir kültürden alırken çoğunlukla kavram işaretiyle birlikte alır ve bu kavram işaretini de kendi fonetik kurallarına uydurarak ya da doğrudan kaynak dildeki şekliyle kullanabilir. Dünya tarihinde gelişmiş, bilgi üreten kültür dillerinden daha geri ve tüketici düzeyindeki kültür dillerine doğru daima bir kelime akışı olmuştur / olmaktadır. Alınan kavram işaretleri; evrensel kavramlarla, nesnelerle ilgili olduğu sürece herhangi bir dili olumsuz olarak etkilemez, hatta zenginleştirir, geliştirir. Ancak alınan kavram işaretleri ve karşıladığı kavram, dinî ya da kültürel ise bu kavram işaretleri kaynak kültürden ve inanç sisteminden farklı bir kültüre / dile gittiğinde kültürel bozulmalara neden olabilir. Bu durum dile de bire bir yansır. Diller bu etkileşimler sırasında birbirlerinden Türkçedeki /na+/, /bî+/ önekleri ya da nispet /+î/’si gibi morfolojik ögeler de alabilirler. Sayıları ve geçiş sıklıkları çok olmadığı sürece bu morfolojik ögelerin de dil için ciddi bir zararı olmayabilir. Ancak söz dizimi düzeyinde bir etkileşim olursa o zaman etkilenen dil aleyhinde ciddi bir durum ortaya çıkmış demektir. Zira söz dizimi sadece dilden hareketle tanımlanabilir, izah edilebilir bir konu olmadığı gibi bunun bir de insan beynini ilgilendiren tarafı vardır. İnsanlar ana dillerinin ya da yaygın kullandıkları dilin söz dizimine göre düşünürler, konuşurlar, yazarlar ve anlarlar. Dolayısıyla bir dilin cümle düzeyinde söz dizimi bozulursa, dil mutlaka ikinci dil pozisyonuna düşmüş ve ölme sürecine de girmiş demektir. Yani dilin sağlıklı bir şekilde gelişme gösterebilmesi, gelecek nesillere aktarılabilmesi için söz dizimi kurallarının muhafaza edilmiş olması şarttır. Eşyaya, kavramlara, kişilere, yerlere vb. verilen adlar; o nesneyi, kavramı, kişiyi, yeri vb. dil içerisinde anlatılabilir, tanımlanabilir ve kuşaktan kuşağa aktarılabilir kılmaktadır. Disiplinler arası bir çalışma ile bu adları bilimsel olarak inceleyen bilim dalına da ad bilimi denilmektedir. Ad bilimi “gösterilenden ya da kavramdan hareketle gösterilenin bağlandığı gösterenleri inceleyen anlam bilimsel araştırma” (Vardar, 2002, s. 12) şeklinde tanımlanmaktadır. Kültür içeresinde adlar bir milletin dilini, dinini, sosyal yaşantısını, ekonomisini, kültürel yapısını vb. birçok özelliğini yansıtmaktadır. Bu sebeple adlar incelenirken sadece dilbilim alanından incelenmemektedir. Bunun yanında alıntı sözcükler coğrafya, tarih, antropoloji, edebiyat, sanat, mimari, jeoloji vb. birçok farklı bilim alanının yardımıyla incelenebilmekte ve bu özelliği ile disiplinler arası bir hüviyet kazanmaktadır. Saydığımız kavramlara verilen adlar incelenerek dillerin yaşı, yayılma alanları, diğer dillerle olan ilişkileri vb. ortaya çıkarılmaktadır. Bunların içerisinde özel adların ayrı bir yeri ve önemi vardır. Özel ad bir tek varlığı ya da nesneyi belirtiği için diğer adlardan ayrılır ve bu adları incelerken birçok farklı etken de işin içine dâhil edilebilir. Bu durum da özel adbilimi denilen sözcükbilim dalını B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O146 O K 151 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ortaya çıkarmıştır. Özel ad bilimi, “özel ad niteliği taşıyan kişi ya da yer adlarının köken ve gelişimini inceleyen”(Vardar, 2002, 157) bilim dalı olarak tanımlanmaktadır. Özel adlar dine, kültüre, coğrafyaya, yerel özelliklere, halkın hayal ve yaratma gücüne göre dilin olanakları dâhilinde üretilmektedir. Bu sebeple özel adlar üretildiği dilin bütün özelliklerini taşımakta ve gelecek nesillere aktarılırken üretildiği çağa ışık tutmaktadır. Gelişmiş her kültür dili gibi Türkçe de kişi, eşya, yer vb. kavramlara isim vermede üretken ve yaratıcı bir dil olmuştur. Türkçe, özellikle yer adları alanında bütün yaratıcılığını kullanmış ve üretkenliğini en üst seviyeye çıkarmıştır. Örnek olarak bir tepenin ağaçsız olmasından hareketle “Boztepe” adını, bölgedeki bir kayanın sivri uçlara sahip olması sebebiyle “Sivrihisar” adını ya da bir bölgenin zorlu, engebeli olduğunu anlatmak için “Karabayır” adını gösterebiliriz. Bunun yanında bir yere o bölgenin sahibinin adıyla ya da orada yaşayan insanlara ithafen adlar verildiğini de görmekteyiz (Kadıköy, Karaköy, Salihli, Arnavutköy vb.). Ancak kültürümüzde yakın geçmişe kadar bu adlar, büyük oranda dilin doğal gelişim seyrini ve yapısını bozmadan dilin kurallarına göre verilmiştir. Günümüzde inşaat projelerine, iş yerlerine ve bunun gibi alanlara verilen adlar ise genellikle herhangi bir kültür ve dil kaygısı gütmeden verilmektedir. Sakaoğlu (2003) yapmış olduğu çalışmada iş yerlerine neden yabancı adların verildiği ile ilgili şu görüşlere ulaşmıştır: - Yabancı ad taşıyan iş yerinden alışveriş yapmak daha havalı ve ilgi çekici geliyor. - Bu tür ad taşıyan iş yerlerinden alışveriş yapmak müşterileri farklı kılıyor. - Bu tür ad taşıyan yerlerden alınanları anlatırken alışveriş yapanın havası artıyor. - Bu tür ad taşıyan yerlerde gidip gelirken ya da otururken görülmek alıcılar/tüketiciler için farklı oluyor. - Bu tür ad taşıyan yerlerde alışveriş yapmak da tıpkı marka bağımlılığı gibi bağımlılık yapıyor (s. 418-419) Yukarıdaki görüşler, inşaat projelerini adlandıran ya da o projeden ev alanlar için de geçerli gibi görünüyor. Türkçede yeni kavram işaretleri oluşturmak için birçok kavram işaretleme yöntemi kullanılmaktadır. Her ne kadar bu konu söz konusu olduğunda ilk akla gelen metot “kök ya da gövde üzerine yapım eki getirme” olsa da söz konusu metodun belirli bir noktadan sonra kullanılabilirliği zayıftır. Dili kullananlar, insan beyninin çalışma ve algılama biçimine de uygun olarak yeni kavramları işaretlerken (mevcut kavram işaretlerine farklı anlamlar da yükleyerek) birden fazla sözcükten oluşan (çoğunlukla iki veya daha fazla parçalı / sözcüklü) kalıcı kavram işaretleme metotlarını geliştirmişlerdir. Çünkü anlamlı elemanlar arasında yer alan boşluk (space), hem sözcüğün telaffuzunu ve insan beyninin algılamasını kolaylaştırmakta; hem de sözcüğün anlaşılabilirliğini artırmaktadır (Mert, 2008, s. 3-4; Alyılmaz,S., 2018, s. 1213). Dillerde genellikle bu sorunu gidermek ve söz konusu kavramla ilgili değişikliğe ilişkin yeni bir kavram işareti oluşturmak için birden fazla sözcükle bir kavramı işaretleme yoluna gidilir. Bu şekilde yeni bir kavram işareti oluşturmak konuyla ilgili çalışmalarda genellikle “sözcük birleştirme / birleştirme” şeklinde nitelenmiştir. Oysa “birleşik sözcük” terimi, bir araya gelerek bir kavramı karşılayan iki veya daha fazla sözcük / sözcükler arasındaki sentaktik ilişkiyi ifade etmez. Eğer iki sözcük ile bir kavram karşılanabiliyor ise söz konusu iki sözcük arasında sentaktik bir ilişki vardır. Zira “sözcük birleştirme” ya da “birleşik sözcük”; “belirtisiz 152 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 147 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU isim tamlaması”, “sıfat tamlaması” gibi sentaktik ilişkinin türünden hareketle oluşturulmuş bir adlandırma değil, kavram işaretinin şekilsel olarak tasvirinden ibarettir. Bu durumda “birleşik sözcük” yerine Alyılmaz (2018) tarafından kullanılan “Sentaktik/Söz Dizimsel Yöntemle İşaretlenmiş Kavram İşareti/leri” teriminin kullanılması daha uygun görünmektedir (Alyılmaz, S., 2018: s. 16). Alyılmaz, ilgili çalışmasında “Sentaktik/Söz Dizimsel Yöntemle İşaretlenmiş Kavram İşaretleri”ni aşağıdaki şekilde sınıflandırmıştır: 1. Belirtisiz ad tamlaması yapısındaki kavram işaretleri 2. Sıfat tamlaması yapısındaki genel anlamlı kavram işaretleri 3. Birleşik eylem yapısındaki kavram işaretleri 3.1. Ad + eylemden oluşan kavram işaretleri 3.2. Eylem-bağ-fiil/ulaç eki + eylem yapısından oluşan kavram işaretleri 4. Belirteç + eylem yapısından oluşan kavram işaretleri 5. Nesne + eylem yapısından oluşan kavram işaretleri 6. Tekrar gruplarından / ikilemelerden oluşan kavram işaretleri 7. Diğer sözcük gruplarından oluşan kavram işaretleri 8. Cümlelerden oluşan kavram işaretleri (Alyılmaz, S., 2018, s. 16). Yukarıda da görüldüğü gibi eklemeli bir dil olan Türkçe kök ya da gövdeler üzerine yapım ekleri getirerek birçok yeni kavram işareti üretmektedir. Bunun yanında Türkçede sentaktik yolla da kavram işareti yapılmaktadır (Alyılmaz, C., 1994; Alyılmaz, S., 2018). Araştırma Yöntemi Nitel araştırma yaklaşımına göre şekillendirilen bu araştırma doküman incelemesi yöntemi ile gerçekleştirilmiştir. “Nitel araştırmalarda doğrudan gözlem ve görüşmenin olanaklı olmadığı durumlarda araştırmanın geçerliliğini artırmak amacıyla araştırma problemine ilişkin yazılı, görsel materyal ve malzemeler de çalışmaya dâhil edilebilir” (Turgut, 2014, s. 239). Verilerin Toplanması Araştırmaya konu olan verileri Türkiye’de yapılan ya da yapılacak olan inşaat projelerinin bilgilerinin yer aldığı internet sitelerinden toplanmıştır. Toplanan bu adlar iki ana başlık altında sınıflandırılmıştır. Bu başlıklar “İnşaat Projelerine Verilen Adların Kökenlerine Göre Durumları" ve “İnşaat Projelerine Verilen Adların Türkçenin Morfoloji ve Söz Dizimi Özellikleri Açısından İncelenmesi” şeklindedir. Bu başlıklarda kendi içerisinde alt başlıklara ayrılmış ve buna göre inşaat projelerine verilen adlarla ilgili hata tiplerine göre hatalı ve doğru kullanım sayıları tespit edilmiştir. Ayrıca elde edilen veriler dil kültür bağlamı içerinde değerlendirilmiştir. Bulgular Çalışmanın bu bölümünde Türkiye’deki inşaat projelerine verilen adlar, kavram işaretleme metotlarına ve Türkçenin morfoloji ve söz dizimiyle ilgili özelliklerine göre incelenmiştir. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O148 O K 153 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM 1. İnşaat Projelerine Verilen Adların Yabancı, Türkçe / Türkçeleşmiş olma Durumları Tablo 1: Türkiye’de İnşaat Projelerini karşılamak üzere kullanılan kavram işaretlerinin Yabancı, Türkçe / Türkçeleşmiş olma Durumları Kelimelerin Tasnifi Tamamen Türkçe / Türkçeleşmiş Kelimelerden Oluşanlar Türkçe / Türkçeleşmiş + Yabancı Kelimeden Oluşanlar Yabancı Kelime + Türkçe / Türkçeleşmiş Kelimeden Oluşanlar Tamamen Yabancı Kelimelerden Oluşanlar Uydurma Yoluyla Oluşanlar n 643 % 39.8 265 16.4 363 22.5 326 19 1616 20.1 1.2 100 Tablo incelendiğinde 1616 proje adından 643’ünün Türkçe / Türkçeleşmiş kelimelerden oluştuğu görülmektedir (Adres Koru Evleri, Ahşap Apartmanı, Alipaşa Evleri, Atakent Sahil Konakları vd.); İlk kelimesi Türkçe olan proje adı sayısı, 265 (Gökçen Prime, Işın Residence, Ozan City vd.); ilk kelimesi yabancı olan proje adı sayısı, 363 (Avanue İstanbul, Blue Lake İstanbul, Luxia Park Konakları vd.); adı tamamen yabancı kelimelerden oluşan proje adı sayısı ise 326’dır (Anthaven, Granada Residence City, York Houses, vd.). Uydurma kelimelerden oluşan proje adı sayısı ise 18 (Apistway, Çeşmood, Mindoza vd.) olarak tespit edilmiştir. Verilerin tamamı incelendiğinde Türkiye’de yapılan ya da yapımı tamamlanmış inşaat projelerinin yaklaşık %60’ına verilen adlar, içerisinde en az bir yabancı kelime barındırmaktadır. İnşaat projelerine verilen adların %20,1 ise tamamen yabancı kelimelerden oluşmakta ve bu kelimeler kaynak dildeki şekliyle yazılmaktadır. Ayrıntılı olarak bakıldığında “Türkçe / Türkçeleşmiş kelime + yabancı kelime” ve “yabancı kelime + Türkçe / Türkçeleşmiş kelime” şeklinde oluşan proje adlarının birçoğunun “Kalamış Tower, Kartal Wings; Bumerang Kartal, Code İstanbul, Life City Turgutlu” örneklerinde de görüldüğü gibi sentaktik olarak Türkçeye uygun kurulmadığı tespit edilmiştir. Kültür, dil ve kimlik bilincinden uzak, tamamen ticari kaygılarla oluşturulan bu kavram işaretleri, bir insan ömründen daha uzun yaşayacak olan ve gelecek nesillerin de göreceği ya da içinde yaşayacağı yapılara ad olduğunda Türkçenin değil başka dillerin ve kültürlerin temsilcisi ve aktarıcısı olma durumuna gelmektedir. Kültürümüzde yakın geçmişe kadar yapılan mimari eserlere ait adlar, söz konusu eserleri yapan kişilerin kültürel değerlerini de yansıtır niteliktedir. Örnek olarak: Çifte Minareli Medrese, Sultan Ahmet Camisi, Sait Halim Paşa Yalısı, Yakutiye Medresesi, Çobandede Köprüsü, Kızıl Köprü, Topkapı Sarayı, Dolmabahçe Sarayı, vb. sayılabilir. Günümüzde bu eserleri inceleyen, araştıran bilim insanları, bu yapıların Türk kültür coğrafyası içerisinde Türkler tarafından yaptırıldığı yorumunu yapmaktadır. Ancak bu durum geleceğimiz için geçerli olmayabilir. Çünkü günümüzde yapılan mimari projelerin önemli bir kısmının adları kendi kültürümüzü temsil etmemektedir. Gelecekte günümüz mimari eser adlarını inceleyecek araştırmacılar, bu eser adlarından hareketle kültürel yozlaşmayı ve bunun dile yansımalarını net olarak görebileceklerdir. 154 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 149 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU Tamamen Türkçe / Türkçeleşmiş Kelimelerden Oluşan İnşaat Projesi Adlarından Örnekler: Acar Apartmanı Akpa Yaşam Sitesi Asmalı Bahçe Şehir Acun Apartmanı Aksel Teras Evleri Ata Apartmanı Ada İncek Konutları Aksoylar Apartmanı Atabeyi Park Villaları Adabükü Evleri Ali Pehlivanoğlu Ayrancılar Konutları Atakent Sahil Konakları Adalı Konakları Adatepe Turkuaz Evleri Ağaoğlu Omak Kazasker Projesi Alipaşa Evleri Anka Çakmak Apartmanı Ankara Kuzey Kent Ahşap Apartmanı Antalya Yeni Köy Evleri Akalın Apartmanı Arcan Apartmanı Akalkent Arp Evleri Akçapark Evleri Arslankent Konutları Akçelebi Konutları Asil İnşaat Esenkent Projesi Akkent Konutları Asma Bahçeler Ataköy Konutları Avlu Bademli Avrupa Konutları Aya Göktürk Aydınlar Sitesi Baba Yuvası Apartmanı Babacan Kavaklı Projesi Babür Apartmanı Bademli Patika Evleri Türkçe / Türkçeleşmiş Kelime + Yabancı Kelimeden Oluşan İnşaat Projesi Adlarından Örnekler: Acar Blue Aluçlar Zaralife Aykal Towers Akay Neris Alya Onist Aykent Green Life Akdemir Life Alyapark Premium Aypark Residence Aker Deluxe Ankara Golfkent Aysa Prime Akkent Royal Arıcan Still Azak Tower Akkurt Royal City Arıcan Terra Babacan Palace Akkurt Secret Garden Arma Menta Babacan Premium Aktan Terrace Armada Life Bademli Lavinya Butik Akyazı Towers Ataman Koru Residence Bademli Slim Algün Life Avcılar Garden Bağ Loca Algün Midpoint Ayazma Plus Bahçeşehir Platinium Altın Vadi Residence Aydoğdu Rezidence Bahçeşehir Royal Altunhan Residence Aydos Land Balat Still B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O150 O K 155 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM Balçova Modern Çiftçi Towers Fikirtepe Db Architects Başakşehir Suites Demir Country Galata Rezidance Başayar Tower Denge Towers Gemak Premium Batıkent Residence Dervişoğlu Rezidance Genyap Oxygen Bayar Residence Dilman Modern Gökçen Prime Bey Life City Divan Residence At G Tower Gökçinar Nüans Bey Residence Bey Residence Esenyurt Bordo Platinum Residence Dora Suite Ece Garden Egeli Style Bornova Green Eke Palace Bostancı Paragon Residence Erenköy Residence Bozkurtlar Residence Boztepe Towers Bulvar Deluxe Bulvar Limka Bulvar Loft Canbakkal Tower Çengelköy Life Erk Residence Erkut Center Erkut Time Ertürk İdeya Eryaman Port F. Ayanoğlu Residence Fener Kalamış Rezidance Ferah Residence Göl Plus Gül Projesi Express Hilal Family Işın Residence İdil Towers İnce Prime İncek Loft İpek Diamond İstanbul Emprada İstanbul İnn Leven Kalamış Tower Kalamış Suite Kale Country Kantar Towers Yabancı Kelime + Türkçe / Türkçeleşmiş Kelimeden Oluşan İnşaat Projesi Adlarından Örnekler: Aden Beytepe Arbetta Edremit Evleri Avenue İstanbul Aden Garden Villararı Ark Residence Güneşli Balance Güneşli Adress Tuzla Armada Residence Trabzon Be Life Çekmeköy Alesta Yalova Arven Barbaros Benesta Beyoğlu Alita Marin Konakları Arven Cadde Blue Lake İstanbul Almina Towers İstanbul Aryom Koru Bonneville Mihraplı Alysia Bodrum Asdora Tuzla Brand İstanbulpark Anemoon Tuzla Asia Yakacık Brener Residence Erenköy Aqua Kavaklı Avangart İstanbul Bumerang Kartal Aquacity Denizli Avend Çayyolu Boutique Panorama 156 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 151 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU Casa Di Suadiye Emporia İstanbul Hermes Konutları City Center Esenyurt Equinox Çayyolu Hiem Göl Evleri City Millet Estilo Çeşme Hillcity Hayat Class Kozyatağı Evonapark Erenköy Hybrid Levent Code İstanbul Excellence Koşuyolu Iconova Gaziantep Collet Avcılar Famarsu Poyraz Evleri In İstanbul Comfort Life Fener Farilya Cadde Innivia Zekeriyaköy Complexia Datça Fema Garden Zekeriyaköy İcon Talas Concodr İstanbul Flores Topkapı İnnovia Arifiye Cordella Kartal Focus Eyüp Karmall Kule Diare Kartal Fortis İstanbul Kavanya Koru Downtown Bursa Freegarden Polenezköy La Bonita İzmir Egal İstanbul Gamador Bulvar La Marin Kartal Elements Yalıkavak Gamador Koru Evleri Lavie İstanbul Elexia Tuzla Garden Life Villaları Lavita Bodrum Elit Manzara Beytepe Gayda Ataşehir Laviva Konutları Ells Kartal Genyap Link Kâğıthane Le Chic Bodrum Eltes Güneşi Genyap Wen Lewent Lereve Villaları Elysium Premier Bodrum Gold Life Aydınlı Level Suadiye Elysium Villaları Gold Life Tuzla Life City Turgutlu Empire İstanbul Goldiva Kuzey Litsa Yelki Tamamen Yabancı Kelimelerden Oluşan İnşaat Projesi Adlarından Örnekler: Academic Life Alya Grandis Assun Royal Aden Premium And Pastel Astoria Life Adm Piramit Residence Anthaven Atrium Terrace Admiral Premium Residence Anthill Residence Aura West Akadia Modern Aqua Modern Aykon Suites Alarada My World Aris Grand Tower Azizistan Alc Aura Arma Liva Babel Terrace Almarin Park Arma Vita Bazna Residence Alpiş Aden House Arte Icon Belgrad Life Villa Altower Arven Flora Bella Residence B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O152 O K 157 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM Beyhouse Park Emerald Park Golden Land Bloom Residence Epique Island Golden Residence Blue Sky F Residence Goldiva Familya Botanik Life Farilya Asia Granada Residence City Bp Tower Westar Fenix Butiq Granada Vip Villas Brandium First Class Green Hills Suites Caresse The Residences Flex Life Studio Greenist Casa De Playa Residence Flora Vita Greenist Teras Caspian Modern Floranka Greenlife Cennetist Towers Fly Family Residence Greenpark Towers Chnace Tower Folkart Line Greentown Plus Contry Plus Cadde Folkart Vega Gulf Residence Dekon Senkron Fortuna Resort Helis Metro Home Delta Deluxe Residence Frame Suites Helis More Rezidans Deluxia Park Residence Fresi Rezidans Him Suites Dky Tem G Beyond Homeland Dream Land G Hub House'n Garden Selection Duble Diamond Residence G Marin Iasos Exclusive Eco Marine G Rotana Karin Park City Edonia Garden Gayda Solo Lavita Deluxe Elmar Towers German Life Lavita Residence Ema Flats Gloria Loft Life Garden Emaar Square Goccina Residence Uydurma Yoluyla Oluşturulmuş İnşaat Projesi Adlarından Örnekler: Alteras Çeşmood Nuevo Ap İstway Essendora Peramista Artrium Evinova Torkem E5 Beycozy Istanbloom Zermeram Buyaka Kemerist Zin D Home Casaba Marmarams Zin D Semt Çeşmarine Mindoza 158 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 153 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU 2. İnşaat Projelerine Verilen Adların Türkçenin Morfoloji ve Söz Dizimi Özellikleri Açısından İncelenmesi Diller, tarihî süreçte etkileşime girdiği dillerden -Türkçede kullanılan ancak Türkçeye ait olmayan /na+/, /bî+/ önekleri ya da nispet /+î/’si gibi- morfolojik ögeler de alabilirler. Sayıları ve geçiş sıklıkları çok olmadığı sürece bu morfolojik ögelerin de dil için ciddi bir zararı olmayabilir. Ancak söz dizimi düzeyinde bir etkileşim olursa o zaman etkilenen dil aleyhinde ciddi bir durum ortaya çıkmış demektir. Söz dizimi sadece dilden hareketle tanımlanabilir, izah edilebilir bir konu olmadığı gibi bu konunun bir de insan beynini ilgilendiren tarafı vardır. Zira insanlar ana dillerinin ya da yaygın kullandıkları dilin söz dizimine göre düşünürler, konuşurlar, yazarlar ve anlarlar. Dolayısıyla bir dilin cümle düzeyinde söz dizimi bozulursa, dil mutlaka ikinci dil pozisyonuna düşmüş ve ölme sürecine de girmiş demektir. Yani dilin sağlıklı bir şekilde gelişme gösterebilmesi, gelecek nesillere aktarılabilmesi için söz dizimi kurallarının muhafaza edilmiş olması şarttır. Kelime grubu düzeyinde sentaksı Türkçeye uymayan örneklerin çoğunlukla tabela adlarıyla sınırlı olması ve geçiş sıklıklarının düşüklüğü dolayısıyla bu durumun Türkiye Türkçesine olan zararı, günümüzde sınırlı düzeyde görünmektedir. Ancak gelecekte söz dizimi bozuk kelime gruplarının sayısı artarsa, bu tarz örnekler tabela adlarının dışına çıkarsa ve yaygınlaşırsa bu durum Türkiye Türkçesi için çok tehlikeli hâle gelebilir. Türkiye’deki inşaat projelerine verilen adlarda karşılaşılan söz dizimi ve morfoloji hataları bu bölümde ilgililerin dikkatlerine sunulmuştur. Bu hata tipleri, Türkçede yer adı ya da özel ad yaparken sıklıkla kullanılan standart tamlama yapılarına göre incelenmiş ve sınıflandırılmıştır. Yapılan incelemede söz dizimi düzeyindeki hata tiplerinin tamlanan eksikliğinden, tamlayan ve tamlananın sıralanma biçiminden; morfoloji düzeyindeki hataların ise çoğunlukla tamlanan ekinin kullanılmamasından kaynaklandığı tespit edilmiştir. Bunun yanında doğru kullanımlar da sayısal veri içerisinde verilmiştir. Tablo 2: Tamamı Türkçe / Türkçeleşmiş Kelimelerden Oluşan İnşaat Projesi Adlarının Türkçenin Söz Dizimi ve Morfoloji Özelliklerine Göre Durumları Hata Türü Tamlanan Eksikliğinden Kaynaklı Hatalar Tamlayanın ve Tamlananın Sıralanış Biçiminden Kaynaklı Hatalar Tamlanan Ekinin kullanılmamasından Kaynaklı Hatalar Doğru Kullanım n 284 227 2 311 Bunların 181’inde hem tamlanan eksikliğinden hem de tamlayanın ve tamlananın sıralanış biçiminden kaynaklanan hatalı örnekler bulunmaktadır. Tablo 3: Türkçe / Türkçeleşmiş Kelime + Yabancı Kelime(ler)den Oluşan İnşaat Projesi Adlarının Türkçenin Söz Dizimi ve Morfoloji Özelliklerine Göre Durumları Hata Türü Tamlanan Eksikliğinden Kaynaklı Hatalar Tamlayanın ve Tamlananın Sıralanış Biçiminden Kaynaklı Hatalar Tamlanan Ekinin kullanılmamasından Kaynaklı Hatalar Doğru Kullanım n 154 28 1 104 Bunların 22’sinde hem tamlanan eksikliğinden hem de tamlayanın ve tamlananın sıralanış biçiminden kaynaklanan hatalı örnekler bulunmaktadır. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O154 O K 159 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM Tablo 4: Yabancı Kelime + Türkçe / Türkçeleşmiş Kelime(ler)den Oluşan İnşaat Projesi Adlarının Türkçenin Söz Dizimi ve Morfoloji Özelliklerine Göre Durumları Hata Türü Tamlanan Eksikliğinden Kaynaklı Hatalar Tamlayan ve Tamlananın Sıralanış Biçiminden Kaynaklı Hatalar Tamlanan Ekinin kullanılmamasından Kaynaklı Hatalar Doğru Kullanım n 291 238 1 63 Bunların 230’unda hem tamlanan eksikliğinden hem de tamlayanın ve tamlananın sıralanış biçiminden kaynaklanan hatalı örnekler bulunmaktadır. Türkçede belirtisiz ad tamlamaları, ad veya ad soylu sözcük+ø + ad veya ad soylu sözcük+ belirtilen eki (Alyılmaz, s. 2018) şeklinde oluşmaktadır. Türkçede bu yapı yer isimlerinin işaretlenmesinde sıklıkla kullanılmaktadır (Tepebaşı, Odunpazarı, Arıburnu vb.). Türkçedeki genel anlamlı kalıcı kavram işaretleme metotlarından biri olan belirtisiz isim tamlamalarının en önemli özelliklerinden biri, tamlayanla tamlanan arasındaki ilişkinin kalıcı olmasıdır. Ancak Türkçenin başta İngilizce olmak üzere kendi ailesinden olmayan dillerle olan etkileşimi neticesinde gerek tamlayan-tamlanan sırasındaki bozulmalar gerekse tamlanan ekinin (/+(s)I/) düşürülmesi veya kullanılmaması, günümüzde çok sık karşılaşılan dil hatalarındandır. Bu bağlamda yukarıdaki tablolar incelendiğinde proje adlarında en çok karşılaşılan hata tipi (729) tamlanan eksikliğinden kaynaklanan hatalardır. Bu hataların çoğunluğu tamlayanın tek başına kullanılması ve tamlayan tamlanan arasındaki bağın koparılmasından kaynaklanmaktadır. Örnek olarak, Bilkent Nazende [ø+ø], Yedi Mavi [ø+ø] vd. verilebilir. Örneklerde de görüldüğü gibi her ne kadar eksiltili kavram işaretinin işaretlediği kavramı verici bilse de bölgesel uzlaşının dışındaki bir alıcının kavram işaretinin mevcut hâlinden hareketle kavramı / tamlananı bilme ihtimali son derece düşüktür. Bu yapılarda tamlananın “projesi, evleri, villaları vb.” konuyla ilgili tamamlayıcılarla tamlanması gerekirdi. Günümüz yanlış alışkanlıklarından olan bu yapı, dil içerisinde tamamlanmamış ifadelerle iletişim kurma eğilimini artırmaktadır. Bu durum günümüzde konuşma dilinde, yakın zamanda da yazı dilinde tamlayan tamlanan ilişkisini köklü bir şekilde olumsuz etkileyebilir. Kelime Grubu Düzeyinde Tamlananı Eksik Olarak Oluşturulmuş İnşaat Projesi Adlarından Örnekler: Akdemir Life Ataşehir Modern İzmir Aydos Yaşam Aktan Terrace Atlas Teras Azur Marmara Alya Onist Avangart İstanbul Bağlıca Botanik Park Arıcan Still Avcılar Caddebostan Balat Zümrüt Arıcan Terra Avcılar Garden Beylikdüzü E5 Residences Arma Menta Avrupark Bahçekent Bonneville Mihraplı Arma Park Ay Palas Bornova Green Armada Life Aya Göktürk Brand İstanbulpark Aryom Koru Ayazma Plus Demirli Park Plus Asdora Tuzla Aydos Land Dört Yaka 160 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 155 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU Ebruli Ispartakule Keten Cihangir Cennet Ünlü Loft Style Ekmas Mavişehir Keten Cihangir Panorama Vadi Deluxe Eston Şehir Koru Keten Ihlamur Vefakent Saklıbahçe Eşin Bodrum Kılıçoğlu Premium Yakamoz Park Eviş Kampüs Kiptaş Loca Mahal Yakapark Gayrettepe 53 Koray Bianco Yedi Mavi Gül Park Elli Dokuz Koru Life Yeni Karesi Gülpark Yuvam Koz Modern Yesemin Kent İncek Life Kurtköy Paragon Yeşilköy Palas 14 İncek Vista Liv Marmara Yeşilyaka Koru İskele 4540 Marinera Çeşme Yeterler Concept İstanbul Emprada Mars 19 Yeterler My World İstanbul İnn Leven Mesa Koz Yıldırım Life İstasyon Park Metro Hayat Yıldızkent My Etlik Kale Country Mia Termal Yooistanbul Karabük 1144 Konut Milano Butik Karat 34 Mint Levent Olive Yücesoy Kuşey Şehir Koru Karşıyaka Green Moda Nature Kartal Wings Modda Bulvar Kaşmir Mavi Orkide Nüans Deluxe Kaşmir Yonca Trabzon 1461 Dört Mevsim Kaya Terrace Kentev Çarşı Yücesoy Kuzeyşehir Yüksel Hatboyu Yükselen Park Gönül Tümer Serenity Öge sıralanışının bozulmasıyla ilgili ise toplam 493 hata tespit edilmiştir. Bu hata türü Türkçenin son yıllarda karşılaştığı en yaygın yapısal bozulmalardan biridir. Türkçe tamlama düzeninin bozulmasına sebebiyet veren bu kullanımlar sadece inşaat projelerinde değil günlük hayatın her aşamasında; iş yeri adlarında (Küçük ve Saraç, 2008), günlük konuşma dilinde ve bunun gibi birçok farklı alanda karşımıza çıkmaktadır. Bu hata türü inşaat projelerine isim verirken yaygın yapılan hatalardan biridir. (Bulvar Ankara, Meydan Şişli, Villa Akkoza, İskele 9 vd.) Türkçenin tarihî dönemlerinde de karşılaştığımız bu durum günümüzde çoğunlukla HintAvrupa Dillerinin, özellikle de İngilizcenin etkisi ile daha da sık kullanılır hâle gelmiştir. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O156 O K 161 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM Kelime Grubu Düzeyinde Türkçenin Söz Dizimine Uymayan İnşaat Projesi Adlarından Örnekler: 3 Loca İdealtepe Gül Projesi Express Teona Ümitköy Aden Beytepe Güleryüz Panoroma 4 Vadi Çankaya Alesta Yalova İskele 9 Vadi İstanbul Almina Towers İstanbul Kanal İstanbul Vadi İzmit Alysia Bodrum Kasaba Evleri 3. Etap Vadi Koru Anemoon Tuzla Kemer Life XXIII Vadi Mudanya Aqua Kavaklı Konum Beytepe Villa Akkoza Balat Vizyon Evleri 2 Koordinat Çayyolu Vira İstanbul Bizim Evler 7 Koru Evleri 1. Etap Bizim Evler 8 Kuzeykent Ada Bulvar Ankara Marka Evler Çarşı Bulvar Asr Mevsim İstanbul Bulvar Limka Mevsim Mudanya Cadde 54 Meydan Ardıçlı Cebeci Aura 2 Ova Kıyıboyu City Millet Ödül İstanbul Code İstanbul Ömür İstanbul Collet Avcılar Park Hayat İncek Complexia Datça Polat Ev Göztepe Concodr İstanbul Rota Aydınoğlu Cordella Kartal Selam Residence Yunuseli Denge Konuralp 3 Semt Bahçekent Dia Bella Mimaroba Semt Yeniköy Ece Garden Şehr-i Deniz Ekşioğlu Vega İnşaat Caddebostan Şehr-i İstanbul Fidem Prestij Göztepe Forum İstanbul Gebze Emlak Konut 3. Etap Şehr-i Yaren Şehri-i Deniz Şehri-i Şahane Kastamonu Tema İstanbul Tema Mudanya 162 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 157 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU Bir diğer hata türü ise tamlanan ekinin eksikliğinden kaynaklanan hatalardır. Bu hata tipiyle 4 örnekte karşılaşılmıştır. Ancak öge sıralanışı ile ilgili hataların çoğunda tamlanan ekinin eksikliği de görülmektedir. Buradaki hatalar öge sıralanışı doğru olan adlar dikkate alınarak tespit edilmiştir. Tamlanan ekinin kullanılmaması yer isimlerinde sık karşımıza çıkmaktadır. Örnek olarak Kadıköy[ü], Polenezköy[ü], Arnavutköy[ü] vb. Çalışmada bu türde tespit edilen hataların dördü ise şu şekildedir: Anka Meydan[ı], Dantel Nu Teras Evler[i], DKY Merkez[i], Eliz Kule[si], Gamador Bulvar[ı] Bu hatalı kullanımların yanında Türkçe dilbilgisi kurallarına uygun olarak oluşturulmuş “Beyaz Şehir Konutları, Beyce Konakları, Beylikdüzü Altın Vadi Konakları, Beyoğlu Evleri, Beysu Konakları, Beytepe Konakları vb.” gibi 478 proje adı da tespit edilmiştir. Sonuç Türkçe, bütün doğal diller gibi tarihin her döneminde diğer dillerle etkileşim içerisinde olmuştur. Eskiden kültürler arasındaki etkileşim daha ziyade savaş, din, ticaret vb. vasıtalarla sınırlı düzeyde gerçekleşirken günümüzde iletişim araçlarının gelişmesi, globalleşme vb. nedenlere bağlı olarak çok daha yaygınlaşmıştır. Din, ticaret vb. araçlarla olan etkileşimin gerek dildeki gerekse kültürdeki etkisi dönemin koşulları çerçevesinde günümüze göre sınırlı kalmıştır. Böylelikle bu etki, tabanın diline daha az sirayet etmiştir. Ancak günümüzde toplumlardaki eğitim düzeyinin yükselmesi, iletişim araçlarının gelişmesi, insanın ihtiyaç duyduğu kavramların artması, bireylerin farklı gerekçelerle kültürlerle daha kolay etkileşime girebilmeleri, kültürel özelliklerin ve dillerin siyasi sınırlarının olmaması… diller arasında etkileşimin daha hızlı ve kontrolsüz şekilde gerçekleşmesine neden olmaktadır. Kelime grubu düzeyinde sentaksı Türkçeye uymayan örneklerin çoğunlukla tabela adlarıyla sınırlı olması dolayısıyla bu durumun günümüzde Türkiye Türkçesinin söz dizimine olan olumsuz etkisi sınırlı düzeyde görülmektedir. Ancak gelecekte söz dizimi bozuk kelime gruplarının sayısı artar, bu kullanım tabela adlarının dışına çıkarsa ve yaygınlaşırsa bu durum, Türkiye Türkçesi için tehlikeli hâle gelebilir. Kültür, dil ve kimlik bilincinden uzak, tamamen ticari kaygılarla oluşturulan bu kavram işaretleri, bir insan ömründen daha uzun yaşayacak olan ve gelecek nesillerin de göreceği ya da içinde yaşayacağı yapılara ad olduğunda Türkçenin değil başka dillerin ve kültürlerin temsilcisi, aktarıcısı olma durumuna gelmektedir. Kültürümüzde yakın geçmişe kadar yapılan mimari eserlere ait adlar, söz konusu eserleri yapan kişilerin kültürel özelliklerini de yansıtır nitelikteyken günümüz eserleri için aynı şeyi söylemek mümkün görünmemektedir. Bu problemin çözümü konusunda ilgili devlet kurumlarının koruyucu kanunlar, yönetmelikler çıkarması, belediyelerin yapı izni verirken daha duyarlı davranması ve eğitim sürecinde bireylerin dil ve kültür konusundaki farkındalık düzeylerinin artırılması gerekmektedir. Kaynaklar Alyılmaz, C. (1994). Orhun yazıtlarının söz dizimi. Erzurum. Alyılmaz, S. (2018). Türkçede birden fazla anlam ögesiyle (sentaktik yolla) kavramların işaretlenmesi. Çukurova Üniversitesi Türkoloji Araştırmaları Dergisi, 3(1), 11-25. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O158 O K 163 Küçük, S., ve Saraç, S. (2008). İş yeri adlarındaki batı kaynaklı kelimeler ve Ordu ili örneği. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, 38, 137-155. Mert, O. (2008). Orhun yazıtlarında kullanılan işaretsiz (/.Ø./) görev ögeleri. Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, 38, 1-20. Sakaoğlu, S. (2003). Cumhuriyetten günümüze Konya’da iş yeri adları. Türk Dili, 622, 410-420. Turgut, Y. (2014). Verilerin kaydedilmesi, analizi, yorumlanması: nicel ve nitel. A. Tanrıöğen (ed.), Bilimsel Araştırma Yöntemleri içinde (s. 193-250). Ankara: Anı Yayınları. Vardar, B. (2002). Açıklamalı dilbilim terimleri sözlüğü, İstanbul: Multilingual Yayınları. https://www.hurriyetemlak.com/projeler/projects https://www.konutprojeleri.com/ https://www.zingat.com/projeler 159 RUSÇA VE TÜRKİYE TÜRKÇESİNDE İLETİŞİM SÜRECİNDE İSİMLERE HİTAP BİÇİMLERİNİN KARŞILAŞTIRMALI ANALİZİ Reşat ŞAKAR Öz Ruslarla Türkler aynı coğrafyada ve tarihsel süreçte zaman zaman iç içe yaşamış kadim birer millettir. Buna rağmen, her iki toplum iletişimde iç dinamiklerine sıkı sıkıya bağlı ve kendine özgü bir yapıya sahiptirler. Rusça ile Türkiye Türkçesinin farklı yapılara sahip olması ve bunun kültürel yapıyla harmanlanması, farklı seviyelerde iletişim sürecinde isme hitap etme şekillerini de kaçınılmaz bir şekilde etkilemektedir. İletişim sürecinde isimler üzerinde yaş, cinsiyet ve statü oldukça önemli bir yere sahiptir. İletişim sürecinin en önemli ögelerinden birisi de ortamdır. Bu faktörler hemen hemen her dilde olmasına rağmen her dil kendi iç yapısında başka dile benzer ya da farklı metotlar uygulayarak hitap şekillerini belirlerler ve iletişim sürecinde kullanırlar. Anılan bu faktörlerin Rus ve Türk dillerindeki yapısal ve kültürel etkileri bu çalışma ile karşılaştırmalı olarak analiz edilmektedir. Türk dilinden farklı olarak patronimlerin kullanımı, son eklerin saygınlık, sevecenlik, küçültme, kısaltma vb. gibi ifade şekillerinin oluşturulmasında etkin olarak kullanımı Rus dilinin karakteristik özelliği olarak gösterilebilir. Türk dilinde patronimlerin olmaması kişi adlarına bey, hanım vb. eklemelerin yapılarak hitap edilmesini gerekli kılmaktadır. Rus dili ile benzer bir şekilde Türk dilinde de iletişim sürecinde ekler ve buna bağlı olarak küçültme, kısaltma vb. şekilleri önemli bir yere sahiptir. Her iki dilin de sosyokültürel yapısı ve dil ile kültür ilişkisi dikkate alındığında iletişim sürecinde farklı yol ve yöntemlerin kullanıldığı görülmektedir. Bu çalışmayla birlikte hem bu yol ve yöntemler ortaya konulmakta, hem de her iki dil için iletişim kurma sürecinde ortak olarak kullanılan yapılar gösterilmektedir. Rus ve Türk dillerinde farklı seviyelerdeki iletişim sürecinde isimlerin doğru kullanımı için konuşma pratiğinin ve etkili öğretim yöntemlerinin seçiminin büyük önem taşıdığı görülmektedir. Anahtar Sözcükler: Rus dili, Türk dili, isim, iletişim, sözlü iletişim, patronim, gelenek. COMPARATIVE ANALYSIS OF FORMATS TO NAMES IN THE COMMUNICATION PROCESS IN RUSSIAN AND TURKISH LANGUAGES Abstract Russians and Turks are ancient nations that have lived together from time to time in the same geography and historical process. Despite this, both societies are firmly connected to their internal dynamics in communication and have a unique structure. The fact that the Russian and Turkish languages have different structures and their blending with the cultural structure inevitably affects the way of addressing in the communication process in different levels. Dr. Öğr. Üyesi; Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Slav Dilleri ve Edebiyatları Bölümü, [email protected].  B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 165 160 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM Age, gender and status have an important place in the communication process. One of the most important elements of the communication process is the environment. Although these factors are in almost every language, each language determines the forms of address by applying similar or different methods in its internal structure and use it in the communication process. The structural and cultural effects of these factors in Russian and Turkish languages are analyzed comparatively with this study. Unlike the Turkish language, the use of patronymics, effective use of suffixes in the creation of expressions such as dignity, affection, minimization, and abbreviation can be shown as the characteristic feature of the Russian language. The absence of patronym in the Turkish language can be explained in the name of the person, such as Mr. or Mrs., it makes it necessary to address by making additions. Similar to the Russian language, in the Turkish language, additions and consequently reduction and abbreviations have an important place in the communication process. Considering the socio-cultural structure of both languages and the relationship between language and culture, it is seen that different ways and methods are used in the communication process. With this study, both these ways and methods are revealed, and the structures used in communication for both languages are shown. It is seen that speaking practice and the selection of effective teaching methods are of great importance for the correct use of names in the communication process at different levels in Russian and Turkish languages. Keywords: Russian language, Turkish language, name, communication, oral communication, patronymic, tradition. Giriş Kadim gelenekleriyle Ruslarla Türkler aynı coğrafyada ve tarihsel süreçte zaman zaman iç içe yaşamış olmasına rağmen iletişimde iç dinamiklerine sıkı sıkıya bağlı ve özgün kültürel bir yapıya sahiptirler. Farklı dilsel yapılarının olmasının ve bunun kültürel yapıyla bir araya gelmesinin, farklı ortamlarda iletişim sürecinde isimlere hitap etme şekillerine de kaçınılmaz bir etkisi olmaktadır. En az iki bireyin birbiriyle sözsel veya yazılı temas kurması şeklinde açıklanabilecek iletişim için Türk Dil Kurumu Güncel Türkçe Sözlük’te iki türlü tanımlama yer almaktadır: 1) isim Duygu, düşünce veya bilgilerin akla gelebilecek her türlü yolla başkalarına aktarılması, bildirişim, haberleşme, komünikasyon. 2. isim, teknik Telefon, telgraf, televizyon, radyo vb. araçlardan yararlanarak yürütülen bilgi alışverişi, bildirişim, haberleşme, muhabere, komünikasyon (TDK 2020: URL). Birinci tanımlama çalışmanın konusu olan iletişim türüne daha çok uymaktadır. Hem Rus dili hem de Türk dilinde isimlerin kullanımında belli başlı dil bilgisel kurallar bulunmaktadır. Gelenekler ve etiket normları da bu kurallarla birleştiğinde farklı seviyelerde iletişim modelleri ortaya çıkmaktadır. Birçok yönden yaşa, ilişkilerin doğasına, çevreleyen topluma ve durumsal özelliklere bakılması iletişimin odak noktalarının başında gelmektedir. Benzer dil olayları her iki dilde de mevcuttur. Ancak yine de bazı farklılıklar vardır. Dahası, iki kültür arasındaki iletişim sürecinde isimlerin işleyişi çok özeldir. Ancak Avrupa dil ve kültürlerinin etkisiyle ortaya çıkan hitap şekilleri (Madam, Mösyö vb.) hiç şüphesiz Rus ve Türk dillerinde de ortak bir şekilde kullanılabilmektedir. Rus ve Türk dilleri, birbirinden bütünüyle farklı diller olduğu için iletişimde dil aktarımı neredeyse imkânsızdır. Her iki dilin de sosyokültürel yapısı ve dil ile kültür ilişkisi dikkate 166 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 161 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU alındığında farklı seviyelerdeki iletişim sürecinde farklı yol ve yöntemlerin kullanıldığı görülmektedir. Bu nedenle isimlerin doğru kullanımı için konuşma pratiği ve etkili öğretim yöntemlerinin seçimi büyük önem taşımaktadır. İletişim sürecinde isimlere hitap etmede yaş, cinsiyet, statü ve ortam gibi normlar oldukça önemli bir yere sahiptir. Bu normlar ait olduğu kültürle bir araya gelince dile özgü isme hitap şekilleri ortaya çıkmaktadır. İletişim sürecinde isme hitap etme kişilere bağlı olabileceği gibi (yaş, cinsiyet, statü) iletişimin oluştuğu ortama da (samimi, resmi) bağlıdır. Öte yandan, Boyko’nun da ifade ettiği gibi, bir kişinin isminin algılanmasına ilişkin ana bilişsel perspektifin “yakın – yabancı” karşıtlığı olduğu gerçeğini hesaba katmak son derece önemlidir. Adlar etnokültürel alanın bir parçasıdır ve dil bilincinin etnokültürel belirteçleri olarak görülür (2015, s. 15). Farklı seviyelerdeki iletişim sürecinde isme hitap etme şekillerini yakın-yabancı bağlamında ele almak gerekir. Yakınlık ilişkisi ve ortam bu noktada önemli bir faktördür. İletişimin en önemli ögelerinden olan ortam iletişimin yol ve yöntemini belirlemede önemli bir adımı oluşturmaktadır. 1. Farklı Seviyelerde İletişim Sürecinde İsimlere Hitap Şekilleri 1.1. Saygı ve Resmiyete Bağlı Hitap Şekilleri Rus kültüründe saygı ve resmiyete bağlı iletişim şekli söz konusu olduğunda akla gelen ilk yol ve yöntem hiç şüphesiz patronimlerdir. Hemen hemen iletişimin her seviyesinde Rus dilinde patronimlerle karşılaşmak mümkündür. Rus dilinin iletişim sürecinde karakteristik özelliği olarak gösterilebilir. Rus kültüründe Patronimler (başka bir ifadeyle baba isimleriотчество) sıklıkla eğer kız ise baba adına -овна, -евна (-ovna, -yevna) vb., erkek ise -ович, евич (-oviç, -yeviç) vb. son eklerinin eklenmesiyle yapılırlar. Örneğin, Anton Pavloviç Çehov (Антон Павлович Чехов) kullanımından Çehov’un babasının adının Pavel olduğu anlaşılabilmektedir. Yani Pavel’in oğlu Anton Çehov. İsim kökünde ses düşmesi meydana gelmektedir (Pavel – Pavloviç). Guoping’in iletişim sürecinde Çinceyi Rus diliyle karşılaştırdığı çalışmasında (2018, s. 22) “Rus görgü kuralları özellikle yetişkinlere, isme bir baba adının eklenmesiyle birlikte hitap etmelerini öngörür” şeklinde ifade eder. Yetişkinler aile veya arkadaşça ilişkiler içinde değillerse, o zaman birbirlerine ad ve patronimleri ile hitap etme eğilimindedirler. Örneğin: Anna İvanovna, Sergey İvanoviç, Yevgeniy Vasilyeviç vb. Yani bir bakıma göstergebilimsel açıdan düşünüldüğünde hitap ettiği kişiye hem bir saygının göstergesi, hem de arada bir mesafe veya resmiyet olduğunun göstergesi olarak düşünülebilir. Zaten adları genel olarak göstergebilim açısından değerlendirdiğimizde, Toklu’nun da ifade ettiği gibi, göstergebilimde göstergelerin “belirtici gösterge” grubuna dahil etmek mümkündür (2018, s. 28). Kişiyi belirten, kişiye saygı duyan, kişiyi yansıtan ve iletişim ortamına göre kullanılan hitap şekilleri belirtici birer göstergedirler. Patronimler dilsel olarak saygı ve mesafenin göstergesidir. Türk dilinde patronimler kullanılmadığı için iletişim sürecinde hitap etme aracı olarak bey ve hanım kelimeleri isimden sonra kullanılır. Ahmet Bey, Ayşe Hanım vb. Yine burada da farklı yapılar kullanılarak saygı ve belli bir seviyedeki iletişim göstergesi bulunmaktadır. Bütün bunların dışında yakın ilişkilerin olduğu ortamdaki kullanımlarında da alay, hiciv gibi semantik kullanımı görülmektedir. Türkçede yakınlık ilişkisi olan kişiler arasında bey ve hanım kullanımı, Rus dilinde de patronim kullanımı bu bağlamda değerlendirilebilir. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O162 O K 167 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM İletişim sürecinde patronimin kullanımı, ilişkiye resmiyet ve saygı kazandırması açısından dilin kültürle birleşimidir. Bir isme ikinci isim eklemek (patronim), bir kişiye saygı göstermenin geleneksel bir yoludur. Bu sadece bir kişi için bir belirtme veya hitap değildir. Sadece dilsel olarak baba adına belirli son eklerin konularak isme hitap edildiği bir süreç değildir. Bu, ismin anlamsal ve duygusal bir yük taşıdığını gösterir. Benzer bir şekilde Türk kültüründe de bir kişiye saygı derecesini veya mesleki faaliyetin niteliğini gösteren bir statü adı vermesi yaygındır. Ancak Rus dilinde isim + patronim şeklindeki isme hitap etme Türk kültüründe bulunmamaktadır. Ortada bir resmiyet, mesafe ve saygı söz konusuysa kişiye sadece ismiyle hitap etmek imkânsızdır. Yukarıda da bahsi geçtiği üzere kişi adı + bey/hanım kalıbı kullanılır. Cinsiyet ayrımı her iki dilde de isme hitap etmede ayırıcı birer özelliktir. Türk kültürü için başka bir örnek verilecek olursa, bir öğretmene adı ile hitap etmek kabul edilemez. İsim yerine öğretmenim, hocam kalıpları kullanılır. Yalnız adı geçen öğretmene öğrencisi dışındaki kişi ya hocam ya da isim + bey/hanım şeklinde hitap edebilir. İletişimde ortam çok önemlidir. Örneğin, resmi bir konferansta Türkçede ve Rusçada hitap şekilleri benzerlik gösterebilir. Sadece, Rus dilinde patronimler de kullanılır. Türk dilinde Sayın + soy ad (Sayın Çelik, Sayın Demir gibi), İsim + bey/hanım (Ahmet bey, Ayşe hanım gibi) hitap şekilleri kullanılırken Rus dilinde isim + patronim (Евгений Васильевич-Yevgeniy Vasilyeviç, Любовь Павловна-Lübov Pavlovna gibi), bey/hanım + isim (господин АнтонGospodin Anton, госпожа Екатерина-Gospoja Yekaterina gibi), sayın + soy isim (уважаемый Клобуков-Uvajayemıy Klobukov, уважаемая Ахматова-Uvajayemaya Ahmatova gibi) şeklindeki kullanımları görmek mümkündür. Kişisel bir isim (Анн-Anna, Сергей-Sergey) yerine sadece patronim (ВасильевичVasilyeviç, Петровна-Petrovna) kullanımı da nadir olmakla birlikte bulunmaktadır. Yani sadece baba adıyla hitap etme şekli de Rus kültüründe bulunmaktadır. Ancak bu durum kesinlikle resmi ortamlarda ya da saygı anlamında değildir. Sadece dostluk ilişkisi olan yaşlı kişiler arasında kullanılabilmektedir. İletişim sürecinde patronimlerin kullanımının yaş ve statüyle sıkı ilişkisi vardır. Sonuç olarak, bir patronimin varlığı, bir kişinin toplum yaşamına bağımsız ve sorumlu katılımını öngören bir yaşa ulaştığını gösterir. Bununla ilgili yaşamsal döngüde yaşa bağlı olarak ismin ve buna bağlı isme hitap şeklinin değişimi ile ilgili bir örnek vermek gerekirse: “…мы спрашиваем: А как теперь Ванечка?, и нам отвечают: Спасибо, он уже Иван Иванович, женился, сам имеет сына, кстати, тоже Ванечку (Mı spraşivayem: A kak teper Vaneçka? i nam otveçayut: Spasibo, on uje İvan İvanoviç, jenilsya, sam imeet sına, kstati, toje Vaneçku)” (Stepanov, 2010, s. 254’ten aktaran; Boyko, 2015, s. 19).1 Vaneçka ismiyle hitap şeklinin belli bir yaşa kadar kullanılabildiği, yetişkinlik düzeyinde artık isim + patronim kullanıldığının apaçık örneğidir. Patronimlerin Rus dilinde sıklıkla kullanımının aksine, yabancı dile aktarımında özelliklerini yitirmektedirler. Örnek olarak ünlü Rus yazarları verebiliriz. Türk dilinde ya sadece soyadlarıyla ya da ad ve soyadlarıyla kullanımı sıkça rastlanan bir durumdur: Aleksandr Puşkin ya da sadece Puşkin; Lev Tolstoy, Fyodor Dostoyevskiy vb. Vaneçka şimdi nasıl? diye soruyoruz – Bize şöyle cevap veriyorlar: Teşekkürler, O artık İvan İvanoviç. Evlendi. Bir oğlu var. O da Vaneçka (Makale yazarı tarafından çevrilmiştir). 1 168 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 163 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU 1.2. Aile ve Yakınlık İlişkisine Bağlı Hitap Biçimleri: Rus kültüründe birbirlerini sadece adıyla çağırmak çocuklar ve ergenler için yaygındır. Belirli bir yaşa kadar olanlarda patronimler (baba adları), kural olarak, pratikte iletişim düzeyinde kullanılmaz. Aynı zamanda, yetişkinlerin, arkadaşlık veya aile bağları varsa, iletişimcinin tanımlanmasını zorlaştırmadan birbirlerine sadece adıyla hitapta bulunmaları da yaygındır. Aynı durum Türk kültürü için de geçerlidir. Türk kültüründe yaygın olarak sadece isim kullanımı bulunmaktadır. Rus kültüründe yakın insanlar için adın kısaltılarak kullanılması karakteristiktir: Женя, Ира, Маша, Саша (Jenya, İra, Maşa, Saşa) gibi. Kısaltmaların dişi cins özelliklerine göre yapıldığı gözlenmektedir. Aynı durum Türk dilinde de vardır. Örneğin erkekler için: Hüso, İbo, Memo vb., kadınlar için: Zeyno, Azroş, Fatoş vb. gibi. Türk dilinde cinsiyet ayrımının yapılamadığı görülebilmektedir. Bunun sebebi olarak dilbilgisel açıdan bakıldığında Türk dilinde dilbilgisel cinsiyet kategorisinin bulunmaması gösterilebilir. Rusça ve Türkçede bu kullanımlar sadece yakın dostluk veya akrabalık ilişkisi olan ortamlarda geçerlidir. Yakınlık yoksa Türk kültüründe kişiye İbo, Memo gibi, Rus kültüründe Jenya, Saşa gibi hitap şekilleri bulunmamaktadır. Türkçeden farklı olarak Rus dilinde, ergenlik veya gençlik döneminde, iletişim sırasında tam bir isim kullanılıyorsa, bu, akranların ilişkiye belirli bir statü vermeye çalıştığı anlamına gelebilir. Gençler arasındaki tam isimle (Екатерина-Yekaterina, Светлана-Svetlana vb.) hitap şekli abartılı bir şekilde resmi, hatta ironik olabilir. Aynı zamanda, yetişkinler için (hatta yaşlılar için de), tam adıyla hitap etmek daha tipiktir. Saygıyı vurgular ve hitap edilen kişiye biraz mesafe koyar. Rus dilinde sözlü iletişim sürecinde isme hitap etme biçimlerini belirlemede kelimeyapım biliminden, son eklerden yararlanılmaktadır. Türk dilinde de benzer kullanımlar bulunmasına rağmen, Rus dilinde son eklerin kullanımı daha yaygındır. Erken çocukluk için küçültme-sevecenlik son ekleriyle isimlerin kullanılması tipiktir: Ульянушка (Ulyanuşka), Любушка (Lübuşka), Аннушка (Annuşka), Анечка (Aneçka), Олечка (Oleçka), Димочка (Dimoçka), Андрюшенька (Andryuşenka). -к(а) (-ka), -ушк- (uşk-), -ишк- (-işk-), -очк- (-oçk-) son ekleri bu son eklerin başında gelmektedir.2 Son eklerin saygınlık, sevecenlik, küçültme, kısaltma vb. gibi ifade şekillerinin oluşturulmasında etkin olarak kullanımı Rus dili ile benzer bir şekilde Türk dilinde de iletişim sürecinde önemli bir yere sahiptir. Türkçe’de küçültmeyi ya ifadelerle yaparız: bir tutam ot, bir avuç fındık v.b. gibi ya da dildeki küçük, ufak, minik v.b. gibi kelimelerin yerini tutacak ve isim, sıfat veya zarfın sonuna getirilen eklerle: +(X)ç, +(X)K, +AlAK, +Az, +An, +KIÆA, +GAç, +Gılt, +can, +KAK, +cA, +cAK, +cAğIz, +cIk, +ImsI, +ImtrAK v.b. (Zabetı Mıandoab, 2018, s. 215). Aile içi ya da dostluk ilişkisi olan ortamlarda Rus dilindekine benzer küçültmesevecenlik son ekleri kullanılmaktadır. Örnek olarak -cığım, -oş, (Ahmetçiğim, Esoş vb.), erkeklerde sıklıkla ismin -o ile kısaltılışı (Hüso, İbo, Mamo vb.). Çocuklar için ufaklık, kerata, yaramaz gibi terimler de kullanımdadır. (Küçültme son ekleri ile ilgili daha detaylı bilgi için N. Şvedova editörlüğündeki Rusça Dil Bilgisi kitabına bakılabilir (Lopatin, 1980, § 411-430). 2 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O164 O K 169 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM Aile içi ilişkilerde Rus dilinde patronimler çok daha az kullanılmaktadır. Örneğin anne veya babaya ad ve baba adı ile hitap etmek son derece nadirdir. Sıradan bir ailede, patronimik olarak, eşin uzak akrabalarının yanı sıra kayınpedere veya kayınvalideye hitap edilir (Guoping 2018). İstisnai durumlarda, bir aile küçük bir çocuğu ad ve patronimi ile isimlendirebilir. Bu sevecen bir tavırla ironinin bir tezahürüdür. Yani bu durumda ad ve baba adı ile çocuk çağrılabilir. Türk dilinde de benzer uygulamalar mevcuttur. Ancak daha önce de ifade edildiği üzere Türk dilinde patronimler olmadığı için çocuğa ironik yaklaşımlarda Azra Hanım çabuk buraya gel örneğindeki gibi yine hanım, bey ifadelerini kullanırız. Başka bir ortam ise akraba ilişkilerinde göze çarpmaktadır. Rus dilinde yine isim, isim kökü + küçültme son eki, дядушка (dyaduşka), тётушка (tyotuşka) kullanımları sık rastlanırken, Türk dilinde isim + dayı/teyze (Ahmet dayı, Sevda teyze) ya da sadece hala, teyze vb. kullanımlarına rastlanır. Öte yandan Türk dilinde bacı, abla, abi kullanımları aile içi iletişim sürecinde sıkça kullanılmaktadır. Rus dilinde de benzer kullanımlar yine küçültme-sevecenlik son ekleriyle (братушка, мамочка и т. д.) yapılmaktadır. Abi ve abla kullanımları sadece aile içinde değil, yakınlık duyulan ortamlarda ya da resmi olmayan ortamlarda kişiden yaşça biraz büyük orta yaş grubu için kullanılırken, yaş ortalamasının yükseldiği kişiler için ise amca ve teyze kullanımları Türk dilinde yaygındır. Ancak Rus dilinde bu tarz bir kullanım söz konusu değildir. 1.3. İş Dünyasında İletişimde İsimlerin Kullanımı Genel olarak iş ilişkilerinde mesleki eşitlik yaşa göre belirlenmez. İş ortamında iletişim süreci kişinin mesleki niteliklerine ve organizasyondaki rolüne göre belirlenir. Statü ile birlikte yaşın da önemli bir yeri vardır. Rus kültüründe, kıdemsiz bir çalışan daha yaşlı olan bir kişiye genellikle ad ve baba adı (patronim) ile hitapta bulunabilir. Üst düzey bir çalışan genç bir kişiye sadece adıyla hitap edebilir, bu saygısızlık göstergesi değildir. Yaşça küçük olan ve mesleki niteliği fazla olan birisi, yaşça büyük olan kıdemsiz bir çalışana saygı gereği ad ve baba adıyla da hitap edebilir. Ancak kıdemsiz ve yaşça büyük olan bir kişinin, genç ve üst düzey bir çalışana sadece ismiyle hitap etmesi rastlanır bir durum değildir. Bu tarz kültürel özellikler Türk kültüründe de yer almaktadır. İş dünyasında iletişim sürecinde benzer hitap şekilleri hemen hemen her kültürde yer almaktadır. Sahip olunan nitelik ve statü hitap şeklini belirlemektedir. Çalışma hayatında bir yetişkine hitapta bulunurken isme küçültme-sevecenlik ekleri de sıklıkla kullanılabilmektedir. Aynı sosyal statüdeki bireylerin birbirleriyle iletişim kurarken kullanılan eklerin karakteristik özelliği olarak nazik bir tavrı ifade edebilirler. Örneğin, Guoping’inde ifade ettiği gibi, işyerinde, birbirine yakınlaşan ve beraber çalışan kişiler, kişinin liyakatini veya konumunu küçümsemeden, çocuk adıyla meslektaşına hitapta bulunabilir. Örneğin, Танечка (Taneçka) şeklindeki bir hitap şekli kişiye yapılan itirazı, bir çalışana karşı belli bir dereceye kadar dostça bir tavrı gösterebilir (Guoping, 2018, s. 22). Türk kültüründe de yaşa, statüye ve iş ilişkilerine göre belirlenen hitap şekilleri bulunmaktadır. Çalışanın niteliği ve statüsü, çalışma ortamındaki yakınlığa göre iletişim şekilleri ortaya çıkabilmektedir. Sadece isimle hitap edilen ortamda kişiler ya aynı yaş ve statüdedir ya da kendinden yaş ve statü olarak daha alt seviyededir. Üst düzey bir çalışana sadece ismiyle hitap etmek Türk kültüründe de kabul gören bir iletişim yöntemi değildir. 170 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 165 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU Rus kültüründe bireyin meslektaşları, akrabaları veya arkadaşları ile ilişkisi nasıl gelişirse gelişsin, isme getirilen küçültme-sevecenlik biçimleri sadece sözlü iletişim düzeyiyle ilgilidir. Hiçbir resmi belgede veya sertifikada isimler küçültme vb. son eklerle kullanılmaz. İsim ve patronimlerin bir arada kullanıldığı tam adlar geçerlidir. Benzer şekilde Türk dilinde de sözlü iletişim düzeyinde kullanılan hitap şekilleri yazılı belge veya metinlerde özelliklerini kaybeder ve resmi dil kullanılır. Eğitim kurumlarında ise, görgü kuralları gereği kişi öğretmene yalnızca ad ve patronimleriyle hitap etmeyi öngörür. Herhangi bir seviyedeki bir öğretmene adıyla hitap etmek Rus kültüründe kabul edilemez. Tersine, öğretmen geleneksel olarak çocuklara sadece isimleriyle veya isminin kısaltılmış şekliyle hitap eder. Küçültme-sevecenlik son ekleri öğretmenin öğrenciye hitap ettiği durumlarda rastlanabilen bir durumdur. Türk kültüründe öğretmene hitap şekli eğitim seviyesine bağlı olarak değişiklik göstermektedir. İlkokul seviyesinde öğretmenim, lisede hocam kalıpları en sık kullanılan kalıplardır. Öğretmenin öğrenciye hitap şekli ise ya sadece kişinin ismiyle ya da isme -cığım/-ciğim küçültme eklerinin eklenmesiyle oluşan bir durumdur. Daha ileri yaş eğitim seviyesinde de aynı hitap şekilleri kullanılabilmektedir. Sonuç Farklı seviyelerde iletişim sürecinde isimlere hitap şekillerinin Rusça ve Türkiye Türkçesinde karşılaştırmalı olarak ele alındığı bu çalışma ile dünyanın ve bölgenin önde gelen iki büyük dili arasındaki benzerlikler ve farklılıklar ortaya konulmaktadır. İletişimin hangi seviyesi olursa olsun yaş, cinsiyet, statü ve ortamın oldukça önemli bir yeri bulunmaktadır. Sözlü iletişim sürecinde Rusça ve Türkiye Türkçesi karşılaştırıldığında Rus kültüründe patronimlerin ve belli başlı küçültme-sevecenlik son eklerinin çok etkin bir rol oynadığı ileri sürülebilir. Türk dilinde ise eklerle beraber kelime gruplarının bir araya gelerek iletişim sürecinde bir rol üstlendiği söylenebilir. İsmin bileşenlerinin doğru iletişim kurulmasında önemli bir rol oynadığını ve ortama uygun ismin bilişsel doğasını ortaya çıkardığını söylemek mümkündür. Eğer bu fark edilirse, o zaman antroponimlerin doğru iletişim aracı olarak kullanıldığı görülebilmektedir. Kısaltmalar § - Paragraf. Kaynaklar Boyko, Lyudmila (2015). O strukture antroponima i yego funktsionirovanii v russkom i angliyskom yazıkah. Vestnik Baltiyskogo federalnogo universiteta im. İ. Kanta, 2, 1422. Guoping, Liu (2018). Opostavitelnıy analiz imen v protsesse obşeniya v russkom i kitayskom yazıke. Baltiyskiy gumanitarnıy jurnal. Filologiçeskiye nauki – yazıkoznaniye, 3(24), 21-24. Lopatin, V. V. (1980). Slovoobrazovaniye imyon suşestvitelnıh. N. Şvedova (ed.), Russkaya grammatika. 1. Moskva: Nauka, § 198-790. Stepanov, YU. S. (2010). V tryohmernom prostranstve yazıka. semiotiçeskiye problemı lingvistiki, filosofii, iskusstva. Moskova: URSS. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O166 O K 171 TDK (2020). https://sozluk.gov.tr/ (29.09.2020). Toklu, Mehmet Osman (2018). Dilbilime giriş. Ankara: Akçağ yayınları. Zabeti Mıandoab, Nasrin (2018). Türk dı̇ lı̇ nde küçültme kavramı ve küçültme eklerı̇ (modern Oğuz lehçeleri ile karşılaştırmalı bir ı̇ nceleme). Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Türkoloji Dergisi, 22(1), 213-237. 167 KARAPAPAK KADINLARININ GÜRCISTAN’IN SOSYAL HAYATINA ENTEGRASYONU Ayten MERDAN HACILAR Öz Etnik azınlık kadınlarının sosyal entegrasyonu her demokratik devlet için büyük önem taşımaktadır. Bu yönde araştırmaların önemli bir kısmı, Gürcistanın Kvemo-Kartli (Borçalı) bölgesinin Marneul, Bolnis, Dmanis ve Gardaban ilçelerinde yerleşmiş, ülkenin en büyük etnik azınlık grubu olan Karapapakların (Azeri Türklerinin subetnik grubu) çağdaş siyasi-sosyal hayatına ilişkin araştırmalarından yoksundur. Avro-Atlantik alanına entegrasyonu birincil siyasi önceliği olarak alan Gürcistan için, insan haklarını, o sıradan etnik ve kadın azınlıklara saygı gösterilmesini ve korunmasını sağlamak önemlidir. Bu noktadan, Gürcistan Karapapak kadınlarına ilişkin ayrı bir çalışma özellikle ilgi çekicidir. Bu anlamda, ikincil kaynaklardan elde edilen verileri kullanarak, bu makale Karapapak kadınlarının Gürcü toplumuna katılımını ölçmektedir. Yaygın olarak kullanılan sosyal entegrasyon göstergelerinin (katılım, devlet dili bilgisi, sosyal ilişkiler ve karşılıklı evlilik) ölçülmesi, Gürcistan'daki Karapapak kadınlarının düşük sosyal entegrasyon düzeyini buluyor. Anahtar Sözcükler: Karapapak kadınları, sosyal entegrasyon, etnik azınlık, Gürcistan. THE INTEGRATION OF KARAPAPAK WOMEN INTO THE SOCIAL LIFE OF GEORGIA Abstract The social integration of ethnic minority women is essential for every democratic state. A substantial part of studies lacks the research of Georgian Karapapakh (the largest ethnic minority group of the country, compactly settled in Marneuli, Bolnisi, Dmanisi and Gardabani municipalities of Kvemo-Kartli region) women. For Georgia, the country which takes integration into Euro-Atlantic space as its primary political priority, it is important to ensure human rights and respect for and the protection of ethnic minorities. From this point, a separate study of Georgian Karapapakh women is of particular interest. In this sense, using the data from the secondary sources, this paper measures the inclusion of Karapapakh women in Georgian society. Controlling for the widely used indicators of social integration participation, state language knowledge, social networks, and intermarriagethe paper finds the low level of social integration of Karapapakh women in Georgia. Keywords: Karapapak women, social integration, ethnic minority, Georgia. Uzman, Tiflis Devlet Üniversitesi; Valeh Hacılar Uluslararası Bilimisel ve Kültürel Araşdırmalar Vakfi (GÜRCİSTAN, e-mail: [email protected])  Kadınların İlerlemesi Üzerine Devlet Politikasının Hazırlanması Komisyonu, Şubat 1998'de kurulmuştur. O yılın Haziran ayında, 1998-2000 dönemi için Kadının İlerlemesi için Eylem Planı onaylandı.  B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 173 168 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM Giriş Topluma entegrasyon, kadınlar, dini ve etnik azınlıklar da dahil olmak üzere toplumdaki farklı gruplar arasında uyumlu etkileşimleri teşvik eden olumlu bir süreçtir. Sosyal olarak bütünleşmiş bir toplum inşa etmenin hem ülke hem de bütünleşen nüfus için uzun vadeli faydaları vardır. Daha fazla yenilik ve ekonomik büyümeyi teşvik ederek, toplulukları / grupları entegre etmek kültürel çeşitlilik getirebilir ve ülkenin gelişmesini destekleyebilir (Putnam, 2009, s. 3-5). Daha sosyal olarak bütünleşmiş insanlar da daha özgecil tutumlar gösterme eğilimindedir. Ayrıca, zorluklarla karşılaşıldığında, sosyal olarak bütünleşmiş bir toplum daha etkili olacaktır (Brañas-Garza vd., 2010). Öte yandan, sosyal entegrasyon önyargıları ve eşitsizliği ortadan kaldırır, ezilen ve marjinalleştirilmiş bireylerin veya grupların değerini artırır, sosyo-politik katılımları için fırsatlar yaratır, geleneksel olarak yeterince temsil edilmeyen gruplar ve bireyler için istikrarlı ve iyi istihdam fırsatları yaratmaya yardımcı olur; aynı zamanda, yoksulluğu ve sosyal izolasyonu ortadan kaldırmak için savunmasız topluluklar arasında kapasite geliştirmeyi teşvik eder (Cruz-Saco, 2008). Gürcistan, bağımsızlığından bu yana demokratik bir devlet kurma, kadınların ve etnik azınlıkların durumunu iyileştirme ve onları topluma entegre etme yolunda geçiş döneminin zorluklarıyla mücadele ediyor. Ülke, kadınlara karşı ayrımcılığın ortadan kaldırılması ve etnik azınlıkların haklarının sağlanması alanında önemli uluslararası belgeler kapsamında bir dizi taahhütte bulunmuştur (Sordia, 2014; Chkheidze, 2011; Nadaria, 2013). Avro-Atlantik alanına entegrasyonu birincil siyasi önceliği olarak alan Gürcistan için, insan haklarını, o sıradan etnik ve kadın azınlıklara saygı gösterilmesini ve korunmasını sağlamak önemlidir. Dil engeli ve siyasi, sosyal ve kültürel dışlanma gibi farklı faktörlere bağlı olarak, Gürcistan'da hem akademik hem de siyasi çevrelerde ve ayrıca genel kamuoyunda yaşayan etnik Azeri-Türk topluluğunun karşılaştığı tarih ve zorluklarla ilgili yetersiz bilgi vardır (Zviadadze ve Jishkariani, 2018). Bu noktadan, Gürcistan Karapapaklarına, özellikle Karapapak kadınlarına ilişkin ayrı bir çalışma özellikle ilgi çekicidir. Bilimsel edebiyat, çoğunlukla Gürcistanın Kvemo-Kartli (Borçalı) bölgesinde yerleşmiş, ülkenin en büyük etnik ve dini azınlık grubu olan Karapapakların çağdaş siyasi-sosyal hayatına ilişkin araştırmalarından yoksundur. Terimlerin tanımlanması (anahtar kavramlar) Kullanılan anahtar terimlerin bazılarının kavramsallaştırılması ve operasyonel hâle getirilmesi, araştırma konusunu, temalarını ve hedef grubunu belirlemeye yönelik önemli bir adımdır. Etnik ve dini azınlık Kadınların İlerlemesi Üzerine Devlet Politikasının Hazırlanması Komisyonu, Şubat 1998'de kurulmuştur. O yılın Haziran ayında, 1998-2000 dönemi için Kadının İlerlemesi için Eylem Planı onaylandı.  Karapapaklar - Azeri Türklerinin subetnik grubu. Ulusal azınlık terimi belirsizdir, yani evrensel olarak kabul edilmiş bir azınlık tanımı yoktur. Terim tanımlanmaya çalışılırken, azınlıkların toplumda hangi grup kategorisine ait olduğunu belirleyen ulusal / etnik azınlıkların haklarının korunmasına ilişkin bağlayıcı veya bağlayıcı olmayan herhangi bir uluslararası hukuk belgesinin bulunmadığı dikkate alınmalıdır. 174 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 169 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU Birleşmiş Milletler sisteminde genel olarak kabul edilen terimin etnik azınlık olduğu, Avrupa Konseyi sisteminde ise bu grubun üyelerine ulusal azınlık denildiğine dikkat edilmelidir. Uluslararası bir antlaşmada genel olarak kabul edilmiş, açıkça formüle edilmiş bir azınlık tanımı olmamasına rağmen, akademisyenler arasında aşağı yukarı benzer olan bir dizi yaklaşım vardır. Birleşmiş Milletler Azınlıklar Beyannamesi 1. maddesinde azınlıklara ulusal veya etnik, kültürel, dini ve dilsel kimlik temelinde atıfta bulunur. Venedik Komisyonu tarafından önerilen tanımda, etnik azınlıklar “sayca devletin nüfusunun geri kalanından daha az olub, hemin devletin vatandaşları olan ve devletin çoğunluk üyelerinin etnik, dini veya dilsel özelliklerinden farklı etnik, dini veya dilsel özelliklere sahip bir grup olarak tanımlanmaktadır, ve bu grup kültürlerini, geleneklerini, dinlerini veya dillerini koruma iradesi tarafından yönlendiriliyorlar”. Lanchester ve Andreas, Avrupa'daki azınlıkları, “etnokültürel özellikleri bir ülkenin sayısal olarak üstün toplumunun geri kalanından açıkça farklı olan baskın olmayan bir konumdaki bir grup" olarak tanımlıyor (Lantschner ve Andreas, 2010) Gürcistan'ın Kvemo Kartli (Borçalı) bölgesinin kırsal kesimlerinde yoğun nüfuslu Karapapaklar (Azeri Türkleri), ülkenin en büyük etnik azınlık grubudur. 2014 resmi nüfus sayımına göre Gürcistan'da 233.024 etnik Azeri Türk yaşıyor (Ethnic composition of Georgia: 2014 census). Azeri Türkleri aynı zamanda Gürcistan'daki en büyük dini azınlık - Müslüman topluluğunu oluşturmaktadır (Sanikidze ve Walker, 2004). Gürcistan'da Karapapaklar, ülkenin güneydoğu kesiminde kompakt biçimde yerleşmiş durumdalar. Kvemo Kartli (Borçalı) bölgesinin Marneul (Sarvan), Bolnis, Dmanis (Başgeçit) ve Gardaban (Karayazı) ilçelerinin nüfusunun çoğunluğu Karapapaklardır. Aynı zamanda Kvemo Kartli (Borçalı) bölgesinin Tetritsğaro (Akbulak) ve Zalga (Parmaksız) ilçelerinde Karapapak köyleri mevcuttur. Gürcistan'ın doğusunda Kahetya, Şida (İç) Kartli ve Msheta-Mtianet bölgelerinde, Kvemo Kartli bölgesinin merkezi şehri Rustav ve başkent Tiflis'te de önemli sayıda Karapapak nüfusu bulunmaktadır (Valehoğlu, 2005, s. 4-8; Memmedli, 2006, s. 88-94, Kerimli, 2011, s. 214-216). Dil engeli ve siyasi, sosyal ve kültürel dışlanma gibi farklı faktörlere bağlı olarak, Gürcistan'da yaşayan Karapapak topluluğunun hem akademik hem de siyasi çevrelerde ve ayrıca genel kamuoyunda karşılaştığı tarih ve zorluklarla ilgili yeterli bilgi azdır. Kesişimsellik teorisi 1989'da Kimberlie Crenshaw, ırk, sınıf, cinsiyet, kimlik, cinsel yönelim, din ve diğer kimlik işaretleri olan bireylerin genellikle çeşitli baskı kaynakları tarafından dezavantajlı daruma düşürüldüğünü iddia eden bir kesişimsellik teorisi ortaya attı (Crenshaw, 1989). Bu teori başlangıçta feminist teori olarak iddia edilirken, kadınlara yönelik baskıyı açıklarken, genişlemiş görünüyor ve daha sonra toplumun her kesimindeki ayrımcılığı açıklamak için kullanılmağa başlanılmıştır. Kesişimsel feminizm, sosyal ve politik kimlikteki ayrımcılığın çeşitli yönlerinin genderle nasıl örtüştüğünü ("kesiştiğini") iddia eden bir feminizm dalıdır. Crenshaw, ABD'deki dışlanmış kadınlar hakkında yazıyor. Bununla birlikte, bu teorik çerçeve evrensel olarak da uygulanabilir. Patricia Hill Collins, hepimizin deneyimlerimizin gender, ırk, sınıf, yaş, din yapıları tarafından belirlendiği bir tahakküm matrisinde var olduğumuzu teorileştirmiştir (Collins, 1990). Kesişimsellik bir kişinin sosyal ve politik kimliğinin (örneğin gender, ırk, sınıf, cinsiyet, din, engellilik, fiziksel görünüm) ayrımcı ve ayrıcalıklı rejimler oluşturmak için nasıl B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O170 O K 175 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM birleştirildiğini anlamak için teorik bir çerçevedir. Bir faktör kombinasyonu nedeniyle insanlar tarafından hissedilen avantaj ve dezavantajları çapraz olarak tanımlar. Bu bağlamda Karapapak kadınları gender, din ve etnik köken gibi bir sıra faktörlerin kafşağında bulunuyor. Bu kesişimsellik onların durumlarını zorlaştırır, ve ayrıca bu ve benzeri grupları incelemeye niyetlenen akademisyenlere daha fazla zorluk getiriyor. Gürcistan'daki Karapapak kadınlarının sosyal entegrasyonunun araştırılması için birkaç önemli faktör göz önünde bulundurulmalıdır. Öncelikle konu, kadın olarak, toplumdaki daha savunmasız cinse ait oldukları için gender perspektifinden bakılmalıdır. Gender Gender toplumun erkek ve kadın bireylere atfettiği rol ve davranışları ifade eder (Little 2014, s. 370). Toplumsal gender rolleri, kadınların anne, kız, bakıcı ve "daha zayıf cins" olmasını bekleyen klişelerden oluşur. Erkekler için kriterler farklıdır ve erkeklerin eve ekmek getiren, koruyucular, karar vericiler ve "daha güçlü cins" algıları ile ilgilidir (Abrahamyan, Mammadova vd., 2019). Azeri-Türk aile yapısında, eski kuşaklardan öğrenilen ve yeniden üretilen geleneksel gender rolleri hakimdir (Mandl, 2011). Bu tür toplumsal gender rolleri, kadınların yaşamları üzerindeki kısıtlamalarla temsil edilir ve bu kısıtlamalardan kurtulmak için girişimlerde bulunulursa kadına yönelik şiddeti artırır. Güçlü ataerkil (patriarkal) geleneksel normlar, kadınların toplumun farklı alanlarına katılımını sınırlar. Karapapak kadınlar, özellikle kırsal kesimde, güçlü sosyal kısıtlamalar altındadır. Gençlerin, özellikle de genç kadınların, evlenene kadar ebeveynleriyle birlikte evde kalmaları beklenmektedir. Genç kadınlara getirilen kısıtlamalar, yaşlı erkeklerin ve kadınların ne yapacaklarına veya ne yapacaklarına dair toplumsal kaygılardan büyük ölçüde etkilenmektedir. Gürcistan'daki Karapapak kadınlar, hem tarihsel olarak ayrımcılığa uğramış cinse, hem de geleneksel ve dini faktörlere ait olmanın getirdiği çifte yük nedeniyle, genellikle toplumun en savunmasız üyeleri olarak görülüyor. Kafkasya'da kadınlara ve erkeklere atfedilen farklı rollerde din etkenleri olsa da, Müslüman toplumlar için tipik olan gender rollerinin katı bölünmesi, Karapapak kadınlarını özellikle zor bir duruma sokmaktadır. Bu, araştırdığımız grubun Gürcü toplumuna entegrasyonuna da yansımıştır. Sosyal entegrasyon Sosyolojide ve diğer bazı sosyal bilimlerde, sosyal entegrasyon, kişileri veya grupları (örneğin toplumun ayrıcalıklı katmanlarının üyeleri, etnik veya dini azınlıklar vb.) ana akım topluma entegre etme ve kendilerini daha yetenekli hâle getirme süreci anlamında kullanılan bir terimdir. Refah devletinin sunduğu fırsatlara, haklara ve hizmetlere sahip olmak imkanları sular. Azınlık entegrasyonu, insan haklarını ve değerlerini destekleyen demokratik hükümetlerin ve toplulukların önemli bir sosyo-politik hedefidir. Kısaca sosyal entegrasyon, kültürel ve / veya etnik olarak birbirinden farklı olan birey ve grupları birbirine bağlayarak tarihsel, sosyal bir gerçeklik içinde barış içinde bir arada yaşamayı amaçlayan çok boyutlu bir mekanizmadır. Bu süreç, temel insan haklarını etkilemeyen ve demokratik kurumları tehdit etmeyen etnokültürel çeşitliliğe ortak saygıyı içerir (Martelli, 2019). Sosyal entegrasyon, kaynaklara erişimin, katılımın ve aidiyetin sağlanması olarak tanımlanabilir. Dahası, terim oldukça geniş bir şekilde yorumlanır ve herhangi bir (hem küçük sosyal gruplara hem de uluslara) sosyal topluluğa uygulanabilir (Strobl, 2007). 176 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 171 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU Kısacası, sosyal entegrasyon, sosyal grupların kaynaşması ve birleştirilmesidir. Etnik azınlıklar gibi azınlık gruplarının toplumların ana akımına hareketi demektir. Hoşgörülü ve açık toplumlarda, azınlık gruplarının üyeleri, toplumun ana akımının üyelerine sunulan fırsatlara, haklara ve hizmetlere tam erişim elde etmek için genellikle sosyal entegrasyonu kullanabilir. Sosyal entegrasyonu ölçme Literatürde genellikle etnik azınlıkların sosyal entegrasyon seviyesini ölçmek için aşağıdakı göstergeler kullanılmaktadır: Katılım - sosyo-politik aktivitelere erişim (bazı kulüpler, oy kullanma vb.) kasd edilmektedir (Jansen vd., 2006). Entegrasyon, farklı gruplardan insanların bir dizi aktiviteye spor, üniversite dersleri, siyasi aktivite vb. dahil - katılımı açısından tartışılmaktadır ve bunların tümü entegrasyonun gerçekleştiğinin kanıtı olarak memnuniyetle karşılanmaktadır. Bu tür görüşlerin altında yatan ilke, bir topluluk bütünleştirilirse, o zaman halkın eşit şekilde ve önyargısız olarak, mevcut faaliyetlere ve eğlenceye katılacağıdır (Ager ve Stang, 2008). Dil - Daha yüksek düzeyde yerel dili kavrama, yerel insanlarla iletişim kurma ve kültürlerini anlama şansını artırır. Devlet dilini konuşabilmek, tutarlı bir şekilde entegrasyon sürecinin merkezi olarak tanımlanmaktadır (Ager ve Strang, 2008). Sosyal ağlar - azınlık temsilcilerinin toplumdaki çoğunluk grubuna mensup kişilerle kurdukları bağlantıları ifade eder. çoğunluk grubundan arkadaşlarla etkileşim sıklığı ile ölçülür. Wuthnow ve Hackett (2003), entegrasyon sorunlarının sadece azınlıkların kendi özelliklerinden değil, çoğunluk ve azınlıklar arasındaki ilişkilerin bir sonucu olduğunu vurgulamaktadır. Karşılıklı evlilik - Azınlık ve çoğunluk grubu üyeleri arasında karşılıklı evlilik seviyesini ölçerek de sosyal entegrasyonun ne derecede olduğunu bilmek olar (Wang ve Fan, 2012). Karapapak Kadinlarinin Sosyal Entegrasyon Seviyesi Katılım Etnik azınlıkların sivil, siyasi ve sosyal entegrasyonu, Gürcistan demokrasisinin gelişiminin en sorunlu yönlerinden biri olmaya devam ediyor. Son yıllarda bu yönde uygulanan birçok proje ve girişime rağmen etnik azınlıkların siyasi hayata entegrasyonu ve dahil edilmesi konusunda önemli bir ilerleme kaydedilmemiştir. Post Sovyet Gürcistan'ın kamusal yaşamına katılım düzeyleri düşüktür ve bu, özellikle azınlıkların siyasi hayata katılımlarının yanı sıra, seçilmiş organlarda ve devlet kurumlarında temsil edilmelerinde de belirgindir (Center for the Studies of Ethnicity and Multiculturalism, 2018). Çoğunlukla Karapapakların yaşadığı Kvemo Kartli (Borçalı) bölgesinde, kadınlar arasında siyasi katılım oranı çok düşüktür ve bölgesel düzeyde hemen hemen hiç Karapapak kadın temsilcisi bulunmamaktadır. Kvemo Kartli'de yapılan uzman görüşleri ve araştırmalarına göre, bölgede erkekler ve kadınlar arasında siyasi katılım konusunda her zaman özellikle geniş bir uçurum olmuştur. Ayrıca siyasete genel ilgi eksikliğinin kadınlar arasında erkeklerden daha yaygın olduğu sonucuna varılmıştır (Kachkachishvili vd., 2012). Aynı zamanda, önceki araştırmalarımızdan birinde, lojistik regresyon modeli kullanarak (quantitative research method) nicel araştırmada bu grubun siyasi katılımı, özellikle Karapapak kadınlarının seçmen katılımını B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O172 O K 177 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ölçtük. Sonuçlar bu grub arasında düşük seçmen katılım düzeyini gösteriyor (Hajiyeva, makale basın sürecindedir). Gender stereotipleri, Kvemo Kartli bölgesindeki etnik azınlık kadınları arasında büyük ölçüde yaygındır. Aynı zamanda erken evlilik, etnik azınlıktaki kadınlar arasında yaygın bir uygulamadır: Evli kadınların yüzde 32'si 18 yaşına gelmeden evlendiklerini iddia etmektedir. Toplumsal gender araştırmalarındaki uzmanlar ve kadın STK liderleri, erken yaşta evliliğin Karapapak kadınların ekonomik ve sosyo-politik katılımlarının önündeki en büyük engel ve aynı zamanda yüksek aile içi şiddetin nedenlerinden biri olduğunu iddia ediyor. Kvemo Kartli bölgesinde Karapapaklar arasında genç yaşta evlenen kızların oranı çok yüksekken, bölgedeki erkeklerin durumu ülke genelinden farklı değil (Peinhopf, 2004). Kvemo Kartli Bölgesinde Etnik Azınlık Kadınlarının İhtiyaçları ve Öncelikleri Araştırmasının (2014) sonuçları, bu grupta çok düşük bir eğitim düzeyini ortaya koymaktadır. Çalışmanın gösterdiği gibi, Kvemo Kartli'deki etnik azınlık kadınlarının sadece% 5'i yüksek öğrenim görüyor. Kafkas Barometresi'nin sonuçları da, Azeri Türklerinin sadece% 5'inin ortaokuldan daha yüksek bir eğitime sahip olduğunu, bu göstericinin Gürcüler için ise %41 olduğunu belirtmektedir (Caucaus Barometer, 2019). Azınlık kadınlarının hizmetlere erişimini sınırlayan engellerden biri bilgi eksikliği olarak belirtilmektedir. Kadınların hakları ve güçleri hakkında bilgi eksikliği, gerçek değerlerini ve güçlerini tam olarak anlamalarını engelliyor. Düşük düzeyde hukuki okuryazarlık / mevzuat bilgisi eksikliği bu grubu haklarından haberdar etmemektedir. Chkheidze (2010), Cinsiyet Eşitliği Yasası'nın etnik azınlık dillerine çevrilmesine rağmen, etnik azınlık kadınlarının bu Yasa hakkında neredeyse hiç bilgisi olmadığını belirtiyor. Tüm bu faktörler, bu kadınların sosyo-politik hayata katılımlarının önünde büyük engeller oluşturmaktadır. Dil Karapapak toplumu arasında Azerbaycan Türkcesi ilk dil olarak konuşulmaktadır. Devlet dili olan Gürcüce az ya da hiç konuşulmuyor. 2008`e kadarki dönemde diğer etnik azınlık gruplarına kıyasla Gürcü dilini bilmeyen Azerilerin sayısı yüksek olmuştur (United Nations Association Georgia, Report 2008). Gürcistan'da yaşayan Karapapaklar yıllar önce iki dilli idiyse (hatta bazı durumlarda üç dilli), bugün bu etnik grubun bir çoğu aslında tek dillidir, çünki Sovyetler Birliğinin dağılması sonucunda genç kuşak Rusça yeterince bilmiyor. Aynı zamanda, Gürcüce öğretiminin yapısal sorunları var ve sonuç olarak Karapapakların çoğunluğu sadece Azerbaycan Türkçesini konuşuyor, bu da entegrasyon ve etkileşim açısından birçok zorluğa neden oluyor (Gabunia, 2014, s.10). Devlet diline çok az hakim veya hiç hakim olmaması etnik azınlık üyelerinin kariyer gelişimini engelliyor, çalışan olarak kamu sektörlerine erişimlerini engelliyor ve onları izole ediyor (Public Defender’s Office of Georgia, 2017). Lakin genç kuşak, orta ve yaşlı kuşak ile karşılaştırıldığında, Gürcü dilini daha iyi anlıyor ve Gürcü toplumuyla bütünleşme konusunda daha kararlı (Gelovani vd., 2017). Sosyal ağlar Araştırmalar Gürcüler ve Karapapaklar arasındaki sosyal bağların zayıf olduğunu gösteriyor. Gürcülerin Ermenilere ve Azeri Türklerine yönelik tutumlarının araştırılması, Gürcülerin Karapapaklarla kıyasla Ermenilere daha iyi tanıdıklarını göstermektedir (Osepaşvili, 2013). Bu araştırmaya katılanların çoğu Gürcistandaki Azeri Türklerini yeterince 178 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 173 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU tanımadıklarını söylemişler. Buna da bir sıra faktörler neden olabilir. Gürcistan'daki etnik Gürcüler ile Karapapaklar arasındaki zayıf sosyal bağların ana nedenlerinden biri Karapapakların daha çok kompakt bir şekilde yerleşmekleridir. Vervoort ve Dagevosa (2011) göre azınlıkların etnik yerleşim yeri yoğunluğu, etnik azınlıkların sosyal bütünleşmesini etkileyen önemli bir faktördür. Etnik olarak ayrılmış mahalleler, etnik azınlık entegrasyonunun önünde önemli bir engel olarak görülüyor. Araştırmalar, etnik açıdan yoğun mahallelerde, çoğunluk ve azınlık grupları arasındaki sosyal ilişkilerin daha az sıklıkta olduğunu göstermektedir (Gijsberts ve Dagevos 2007). Bu da bilgisizlik ve marjinalleşmeye yol açar, dolayısıyla sosyal entegrasyonu engeller. Karapapaklar çoğunlukla Gürcistan'ın güneydoğusunda, Azerbaycan sınırına komşu köylerde yoğun yerleşimlerinden dolayı, etnik Gürcülerle daha az iletişim kurarlar. Karşılıklı evlilik Karşılıklı evlilik neredeyse yok seviyyesindedir. Endogamy ve ya iç evlilik - belirli bir sosyal grup, kast veya etnik grup içinde evlenme, başkalarından olanların evlilik veya diğer yakın kişisel ilişkiler için uygun olmadığı gerekçesiyle reddedilmesi - birçok kültür ve etnik grupta yaygındır (Emery, 2013). Gürcistan Karapapaklarının bölgelerinde endogami yaşanmaktadır. Gürcistan'daki Karapapaklar de iç eşli bir grub olarak kabul edilebilir. Karapapak kadınlarınlın entegrasyonu, karma evliliklerin olmaması nedeniyle de engellenmektedir, karma evlilikler de Türk-Karapapak nüfusunun entegrasyonunu - ve sonuç olarak, Müslüman topluluk içindeki dini yasak nedeniyle Karapapaklarla Gürcüler arasındaki aile bağlarını engellemektedir (Сихарулидзе ve Урушадзе, 2016). Karapapaklar ve diğer milletler arasındaki evlilikler oldukça nadirdir (Sanikidze ve Walker, 2004). Kafkasya Araştırma Kaynak Merkezi (CRRC) tarafından yapılan sosyal ekonomik konular ve politik tutumlar hakkında yıllık anketin "Kafkasya Barometresi 2019 Gürcistan” dalğasında Gürcü ile evlenmek için etnik Azeri-Karapapak kadınlara onay çok düşük (% 2), aynı etnik köken ve dinden biriyle evlenme onayının daha yüksek olduğu görüle bilir (Azerbaycan Türkleri % 92, Türkler% 64). Tüm bu göstergelere dayanarak Karapapak kadınlarının Gürcü toplumuna entegrasyon düzeyinin düşük olduğu söylenebilir. Karapapak Kadınlarının Sosyal Entegrasyon Seviyesinin Aşağı Olma Nedenleri Çalıştığımız nüfus grubunun arasındaki düşük entegrasyonun nedenlerinden biri eğitimlerinin önündeki engellerle ilgilidir. Bu (bir şekilde birbiriyle ilişkili) engeller eksojen ve endojen faktörler olarak sınıflandırılabilir: Eksogen veya dışsal etkenler, örgütlenme, yasalar sistemi vb. gibi tüm / etnik gruplar için ortak olan dış engellerdir. Bugün Gürcistan'da siyasi irade ve finansman eksikliği, azınlık eğitimi için öğretmenlerin eksikliği, çoğulcu-bütünleştirici eğitim modeli, etnik azınlık gruplarının yabancılaşması ve sivil entegrasyon sorunları, koruma gibi farklı şekillerde önemli sorunlara yol açmaktadır (Kadagishvili, 2019, s. 20-28). Endojen veya içsel faktörler, bu grubun kendi toplulukları içinde karşılaştığı iç engellerdir. Gürcüstanda Karapapak kızlarının eğitiminin önündeki zorluklar ve Gürcü toplumuna entegrasyonlarını etkileyen birbiriyle ilişkili içsel faktörler şu şekilde sınıflandırılabilir: B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O174 O K 179 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM a. Kültürel faktörler Gürcistan, Avrupa'daki en yüksek reşit olmayan evlilik oranına sahiptir (UNICEF 2016, s 151). Erken yaşta evlilik, kızlar arasında okul terk oranlarının ana nedenlerinden biri olarak gösterilmektedir (Gender Equality in Georgia, 2018). Erken evlilik Gürcistan genelinde gerçekleşse de, Kvemo Kartli (Borçalı) dahil olmak üzere belirli etnik ve dini topluluklarda daha yaygındır (UNFPA, 2014). 2015 yılında 13-17 yaşları arasında yaklaşık 408 kişi evlilik nedeniyle orta öğretime ara verdi; 168, 18 yaşında okulu bıraktı. Konuyla ilgili bir UNFPA raporu şöyle diyordu: Çocuk evlilikleri, kızların eğitimlerini kısmalarının ana nedenlerden biridir. Kızlar evlendikten veya nişanlandıktan sonra (ülkenin bazı yerlerinde bazı etnik azınlıklar söz konusu olduğunda) okulu bırakıyor (UNFPA, Child Marriage in Georgia, p. 8). Kırsal alanlarda yerleşik etnik azınlıklarda, çoğu durumda, öğretmenler ve yerel toplum, genel olarak, erken evliliğin olumsuz sonuçlarının farkında değildir ve genellikle görücü usulü evlilik sürecine dahil olurlar (UNFPA, Child Marriage in Georgia, p. 5). Gürcistan Hukukunda asgari evlilik yaşı 18'dir. Genç erkekler veya kadınlar 16 yaşında ancak ebeveynlerinin rızası ile evlenebilirler. Erken yaşta evliliklerin çoğu resmi olarak kayıtlı değil, çünkü bunlar sadece kiliselerde veya camilerde yapılmış (Ellena, 2015). Bir erkeğin evlenmek istediği kadını (çoğu durumda kendi isteği dışında) kaçırdığı bir uygulama olan gelin (kız) kaçırma dünya çapında ve tarih boyunca uygulanmıştır. Bu uygulama Orta Asya, Kafkasya bölgesi vb. bölgelerde görülmeye devam etmektedir ve Gürcistan'daki Karapapaklar arasında hâlen geçerlidir. Kızların zorla kaçırılması, Gürcistanda 2004 yılı Gül Devrimi'ne kadar Karapapak toplumu arasında yaygın bir uygulama olmuş ve kız çocuklarının eğitiminin önündeki ana engellerden biriydi. Gürcistan'da Karapapak kızlar ya lise yaşına gelmeden kaçırılıyor, ya da kaçırılma korkusuyla liseyi bırakyorlardı. Gürcistan kanun uygulama sistemindeki reformlar bu uygulamanın azalmasına önemli ölçüde katkıda bulunsa da, günümüzde gelin kaçırma vakaları hâlâ gözlemlenmektedir. Bu konudaki en önemli sorun, eski kuşaktan bazı temsilcilerin bu uygulamayı desteklemesidir. b. Dini faktörler – dini bilgisizlik / dinin yanlış yorumlanması Çalışmalar, dinin eğitim üzerindeki etkisini vurgulamaktadır. Akademisyenler, dinlerin kültürel normlarının ve öğretilerinin eğitimsel kazanımı nasıl etkileyebileceğini araştırmışlar. Gürcistan Karapapaklarının üçte biri kendilerini öncelikle Müslüman olarak tanımlıyor (Sanikidze ve Walker, 2004). 1990 yılında yapılan bir saha araştırmasına göre, Karapapakların önemli bir kısmı dini kendi ulusal kültürleriyle özdeşleştiriyor ve bu nedenle onu kültürlerinin ve geleneklerinin ayrılmaz bir sayımı olarak tanımlıyorlar. Bu durum, Gürcistan'daki bazı çağdaş Karapapaklar için de geçerlidir. Müslüman toplumlardaki kültürel ve dini normlar, genellikle kadınların eğitimine engel oluyor (Rahman, 2012). Müslüman kadınlar arasındaki düşük eğitim seviyesinin en önemli nedeninin Müslüman topluluğun geleneksel tavrı olduğu da varsayılmaktadır. Araştırmalar, Müslüman kızların eğitimsel gelişimini engellemekten sorumlu olan faktörlerin erken evlilik, tecrit ve Müslüman toplumda kadınlar için sosyal olarak tanımlanmış bir mesleki rolün olmaması olabileceğini göstermektedir (Menon, 1979). İncelenen grup kendilerini ağırlıklı olarak Müslüman olarak görse de, gerçekte, uzun süreli Sovyet yönetimi ve siyaseti onları dini değerlerinden marjinalleştirdi. Bu, topluluğun dini bilgisinin olmamasına veya dinin yanlış yorumlanmasına yol açtı. Pek çokları için Kuran ulusal 180 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 175 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU kültürün bir parçasıdır ve Kuran'a saygı ve surelerinin ezberlenmesi milli geleneğe olan inancın bir ifadesidir (Sanikidze ve Walker, 2004). Bu yanlış yaklaşım, Karapapak kadınlarının hak ve özgürlüklerini daha da sınırlandırdı. Ayrıca, özellikle kırsal alanlarda onların İslam ve geleneksel yaşam tarzı, kadınların sosyal faaliyetlerine kısıtlamalar getirmektedir (http://caucasianhouse.ge/wp-content/uploads/2017/04/Islam-in-Georgia-RUS.pdf). c. Aile potansiyeli Coleman'ın çalışması, ailelerin öğrencilerin akademik başarılarında okullara ve toplumlara göre çok daha önemli roller oynayabileceğini göstermektedir (Coleman vd., 1966). O zamandan beri, aile potansiyeli ve çocukların başarısı üzerine yapılan ampirik araştırmalar, ailenin sosyal-ekonomik durumlarının çocukların akademik başarılarını okulların etkisinden daha fazla etkileyebileceğini ortaya koymuştur (White, 1980; Şirin, 2005; Cheadle, 2008). CRRC'ye göre, Gürcistan'daki Azeri-Türk nüfusunun % 91'i orta veya daha düşük eğitime sahipken, sadece% 5'i yüksek öğrenim ve yüksek lisans derecesini tamamladı. Bu, Gürcistan'daki diğer etnik gruplar arasındaki en düşük göstergedir (Caucasus Barometer 2019 Georgia). Gürcüstanda daha çok Borçalının kırsal kesimlerinde yaşayan Karapapakların ana meslekleri tarım ve büyükbaş hayvancılıktır. Sovyet sonrası dönemde, köylerdeki aydınlar, Sovyet dönemine kıyasla önemli ölçüde azaldı. Bunun temel nedeni, kırsal alanlarda yüksek eğitimli aydınların istihdam edilmemesidir. Diger yönden, ailelerin ekonomik durumu çocuklarının eğitimini finanse etmesine izin verdiğinde, çoğunlukla erkek çocuklara eğitim vermek tercih ediliyor. Yüzyıllar boyunca, bu düşünce biçimi sadece Karapapaklara değil, aynı zamanda Kafkasya ve Doğu'daki asırlık yaşam tarzlarıyla da ilişkilendirilmiştir (Dudüick, 2005). Çünkü erkekler neslin halefi ve soyadının taşıyıcısı olarak kabul edilirken, kızlar doğdukları ailede geçici bir durumdadır ve evlenene kadar orada kalırlar. ç. Kırsal yerleşim Eğitim kaynaklarının kırsal ve kentsel alanlara, ilçelere ve okullara tahsis edilmesinin heterojenliği nedeniyle, Borçalıdaki Karapapak kızların aile potansiyeli ile eğitim başarısı arasındaki ilişkiden bahsederken, okul kalitesi önemli bir faktör olarak görülmelidir. Mükemmel öğretim araçları ve kilit okullara odaklanan akranlar, çocukların bir sonraki aşama eğitim fırsatlarına erişiminde büyük etkilere sahiptir. Karapapakların çoğunluğunun kent okullarına göre okulların çok kötü koşullarda olduğu Borçalı bölgesinin kırsal kesimlerinde yaşadığı veya bazı köylerde okul bile olmadığı göz önüne alınmalıdır. Bu faktör nedeniyle, bazı öğrenciler çevre köylerdeki okullara gitmek zorunda kalıyorlar veya aile ekonomik durumu izin veriyorsa, kentsel bölgelerdeki okullara gidiyorlar. Başta kızlar olmak üzere pek çok çocuk, okula gidişdönüş uzun ve tehlikeli yolculuklarında zorluklarla karşılaşmaktadır. Bu öğrencilerin toplu taşıma araçları ile seyahat etme olasılığı daha yüksektir. Köylere ve bazı orta dereceli şehirlere düzenli olarak planlanmış toplu ulaşımın olmaması, kırsal alanlarda yaşayan Karapapak kızların eğitim fırsatlarına erişmesini zorlaştırmaktadır. Aynı sorunlar, yüksek öğretim kurumlarının öğrencileriyle de ilgilidir. Müzakere Not edilmelidir ki, sosyal entegrasyon iki yönlü bir işlemdir\süreçdir. Bu hem Gürcistan devleti, hem de araştırılan grup tarafindan karşılıklı olarak gerçekleştirilmelidir. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O176 O K 181 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM Devletin olumlu eylemleri, azınlıkların sosyal entegrasyonunu olumlu yönde etkileyebilir. “Olumlu eylem” (Affirmative Action), kadınların ve azınlıkların tarihsel olarak dışlandıkları istihdam, eğitim ve kültür alanlarında temsilini artırmak için atılan olumlu adımlar anlamına gelir (Fullinwider, 2018). 2010'dan beri Gürcistan çok sayıda olumlu eylem politikası kullanmaya başladı. Gürcistan Hükümeti, önceki yıllarda ulusal azınlıkların karşılaştığı sorunlarla ilgili etkili bir adım attı. Eğitim ve Bilim Bakanlığı, 2010 yılından itibaren “1+4” kota sistemini uygulamaya koydu. Bu kota sistemi reformu, etnik azınlık gruplarından öğrencileri lisans programlarına sorunsuz geçiş için hazırlayan bir yıllık Gürcü Dili Eğitim Programını başlattı. Araştırmalar, bu olumlu eylemin etnik azınlıklar üzerindeki etkinliğini göstermektedir. “1+4” sistemi ile Azerbaycan Türkçesinde konuşan kayıtlı öğrencilerin sayısı 2010'dan bu yana önemli ölçüde arttı (Gorgadze ve Tabatadze, 2014). Gürcistan bağımsızlığını kazandığından beri, mevzuatı uluslararası ve Avrupa standartlarıyla uyumlu hâle getirmenin yanı sıra ülkede gender eşitliğini teşvik etmeye çalışarak, topluma demokratik değerleri aşılamak için bir dizi reform gerçekleştirdi. Ülke, kadın ve kız çocuklarının ilerlemesini hızlandırmak, ayrımcılığı önlemek ve kadın ve kız çocuk haklarını desteklemek için son yıllarda birçok önemli iyileştirme yapmıştır (USAID Georgia, 2018). Ancak araştırmalar, normatif eylemlerin ve politika belgelerinin uygulanmasının yetersiz olduğunu ve bunun da kadın ve kız çocukları için eşitliğin sağlanmasına engel olduğunu göstermektedir. Gürcistan hükümeti, incelenen grubun angajman ve sivil entegrasyon sürecini desteklemeye devam etmekte, bu bağlamda devlet dilinin eğitimine yönelik programların uygulanmasına büyük önem vermektedir. Gürcistan'da yaşayan Karapapakların ülke sosyopolitik hayatına entegrasyonu için Gürcü dilinin edinilmesinin büyük önemini vurgulayarak, bu entegrasyon sürecinin, Azerbaycan Türkçesinde okul eğitiminin kaldırılması veya kısıtlanması yoluyla değil, Azerbaycan okullarında yoğun Gürcü dili öğretimi ve diğer alternatif yollarla gerçekleştirilmesi gerekliliği düşüncesindeyiz. Sonuç Demokratik toplumda gruplar arasında sosyal entegrasyon arzu edildiğinden, Gürcistan'daki Karapapak kadınlarının sosyal entegrasyon seviyesinin ölçülmesi özel bir önem taşımaktadır. Sosyal entegrasyon için yaygın olarak kullanılan göstergeleri ölçen araştırma, Gürcistan'daki Karapapak kadınları arasındaki düşük sosyal entegrasyon seviyesini ortaya çıkarmaktadır. Araştırdığımız nüfus grubunun sosyal entegrasyon seviyesinin artırılmasına yönelik gelecekteki araştırmalar için üç yol önerilebilir. Birincisi, eğitimin bu grubun düşük sosyal entegrasyon düzeyini nasıl iyileştirebileceğini daha derinlemesine düşünmektir. Araştırma için diğer yol, katılımı etkileyen, ölçülmesi zor olan daha derin kültürel faktörlerin ortaya çıkarılması ve bu faktörlerin etki gücünün azaldılması imkanlarının incelenmesidir. Üçüncüsü de, devlet kurumları tarafından azınlıkların devletin politik-sosyal hayatına ve çoğunluk toplumuna entegrasyonuna yönelik daha etkili yasaların ve projelerin hazırlanması ve uygulanması olabilir. 182 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 177 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU Kaynaklar Abrahamyan, M. Mammadova, P. and Tskhvariashvili, S. (2019). Women challenging gender norms and patriarchal values in peacebuilding and conflict transformation across the South Caucasus. Caucasus Edition, Journal of Conflict Transformation Ager, A., & Strang, A. (2008). Understanding integration: A conceptual framework. Journal of refugee studies, 21(2), 166-191. Barrett, M. and Pachi, D. (2019). Youth Civic and Political Engagement. Routledge Beresnevieute, K. (2003). Dimensions of social integration: Appraisal of Theoretical Approaches. Ethnicity Studies, 96-108 Brañas-Garza, P., Cobo-Reyes, R., Espinosa, M.P., Jiménez, N., Kovářík, J. & Ponti, G. (2010). Altruism and social integration. Games and Economic Behavior, 69 (2), 249–257. Center for the Studies of Ethnicity and Multiculturalism (2018), a, Competing for Votes of Ethnic Minorities in Georgia: the 2017 local elections, Policy Paper, Tbilisi. Cheadle, J. E. (2008). Educational investment, family context, and children’s math and reading growth from kindergarten through the third grade. Sociology of Education 81 (1): 1–31. Chkeidze, K. (2010). “Gender Politics in Georgia’, In Gender Politics in the South CaucasusCaucasus analytical digest, N.21 Chkheidze, K. (2011). Gender Politics in Georgia. Gunda-Werner-Institut. Heinrich-BöllStiftung. Coleman, J. S., E. Q. Campbell, and C. J. Hobson. 1966. Equality of educational opportunity. Washington: National Center for Educational Statistics (DHEW/OE); Collins, P. H. (1990). Black feminist thought in the matrix of domination. Black feminist thought: Knowledge, consciousness, and the politics of empowerment, 138, 221-238. Crenshaw, K. (1989). Demarginalizing the Intersection of Race and Sex: A Black Feminist Critique of Antidiscrimination Doctrine, Feminist Theory and Antiracist Politics. University of Chicago Legal Forum: Vol. 1989, Article 8. Cruz-Saco, M. A. (2008). Promoting social integration: Economic, social and political dimensions with a focus on Latin America. Promoting social integration, 8-10. Dudwick, N. (2015). Missing Women” in the South Caucasus: Local perceptions and proposed solutions. World Bank. Ellena M. (2015). Georgia’s Child Brides: Opting for Marriage over School. Eurasianet Emery, R. E. (ed.). (2013). Cultural sociology of divorce: An encyclopedia. SAGE publications. Ethnic composition of Georgia: 2014 census. Fullinwider, R., (2018). Affirmative action. Stanford Encyclopedia of Philosophy. Gabunia, K. (2014). The language situation in contemporary Georgia 2. Caucasıan and nonCaucasıan languages. Internatıonal Journal of Multılıngual Educatıon. II. 1-21. Gelovani, N., Ismailov, D., Bochorishvili, S. (2017). Islam, Gender and Education in Contemporary Georgia: The Example of Kvemo Kartli. World Academy of Science, B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O178 O K 183 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM Engineering and Technology, Open Science Index 127, International Journal of Humanities and Social Sciences, 11(7), 1845 - 1849. Gijsberts, M. & Dagevos, J. (2007). The socio-cultural integration of ethnic minorities in the Netherlands: Identifying neighbourhood effects on multiple integration outcomes. Housing studies, 22(5), 805-831. Gorgadze, N. and Tabatadze, S. (2014). Lifelong learning in Georgia. Tbilisi: Caucasus University Fund. Hajiyeva, A. Voter Turnout of Ethnic Azerbaijani Women in Georgia. New York: Columbia University Press https://www.undp.org/content/dam/georgia/docs/publications/DG/UNDP_GE_DG_Gender_Equ ality_in_Georgia_VOL2_ENG.pdf Jansen, T., Chioncel, N., & Dekkers, H. (2006). Social cohesion and integration: Learning active citizenship. British Journal of Sociology of Education, 27(02), 189-205. Kachkachishvili, I., Korinteli, N., Mataradze, T. and Nadareishvili, M. (2012). Study of Social and Economic Conditions and Attitudes of Kvemo Kartli Population. Tbilisi: Universal. Kadagishvili, N. (2019) An Assessment of the Educational Needs of Ethnic Minorities in Georgia from an Education Policy Perspective. pp 20-28. Lantschner, E. and Andreas, E. (2010). Minorities in Europe: An Overview on National Regulations, in Minorities in South Asia and in Europe, 157-190 Little, W., Vyain, S., Scaramuzzo, G., Cody-Rydzewski, S., Griffiths, H., Strayer, E., & Keirns, N. (2014). Introduction to Sociology-1st Canadian edition. Victoria, BC: BC campus. Retrieved from https://opentextbc. ca/introductiontosociology. Mandl, S. (2011). Women in Azerbaıjan Peace, Security and Democracy from a Women’s Rights Perspective. Ludwig Boltzmann Institute of Human Rights Martelli, S. (2019). Muslim girls’ social integration into European countries, Quaderni di Sociologia, 80, 51-68. Memmedli, Ş.B (2006). Gürcüstan azərbaycanlıları. Gürcüstan’da azər türkləri məskunlaşan inzibati-ərazi vahidləri. Statistik-ensiklopedik soraq-bilgi kitabı. Tbilisi, Kolor Nadaraia, L. (2013). Participation of Women in Public and Political Life. Tbilisi: Tbilisi School of Politics. Print. Osepashvili, I. (2013). General Comparison of ethnic Georgians’ attitudes towards Armenians and Azerbaijani. At: http://css.ge/wp-content/uploads/2019/07/armenia_azer.pdf Peinhopf, A. (2014). Ethnic minority women in Georgia - facing a double burden? Flensburg: European Centre for Minority Issues. Available at http://www.ecmi.de/uploads/tx_lfpubdb/Working_Paper_74.pdf Public Defender of Georgia, Meeting on the Topic of Inclusion of National Minorities in Electoral Political Processes - http://www.ombudsman.ge/ge/news/shexvedrasaarchevno-politikurprocesebshi-erovnuli-umciresobebis-chartulobis-temaze.page 184 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 179 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU Public Defender’s Office of Georgia. Human Rights Monitoring Report 2017 Tbilisi. Georgia 2017 Putnam, R.D. 2009, “Diversity, social capital, and immigrant integration: Introductory remarks”, National Civic Review, vol. 98, no. 1, pp. 3–5. Rahman, F. Z. (2012). Gender equality in Muslim-majority states and Shari’a family law: Is there a link?. Australian Journal of Political Science, 47(3), 347-362. Sanikidze G. and Walker E. W. (2004) Islam and Islamic Practices in Georgia. Berkeley Program in Eurasian and East Eursian Studies. UC Berkeley: Brkeley Program in Soviet and Post-Soviet Studies. Sirin, S. R. (2005). Socioeconomic status and academic achievement: A meta-analytic review of research. Review of educational research, 75(3), 417-453. Sordia, G. (2014). Challenges of Minority Governance and Political Participation in Georgia, Caucasus Analytical Digest No. 64, 9, p2-5. Strobl, R. (2007) Social integration and inclusion // The Blackwell Encyclopedia of Sociology. Vol. IX. Blackwell Publishing. Study on the Needs and Priorities of Ethnic Minority Women in the Kvemo Kartli Region. UN WOMEN 2014. Institute for Social Studies and Analyses – 2014. The Caucasus Research Resource Centers. (2019) " Caucasus Barometer 2019 Georgia". Tsiklauri, M. (2016). Gender in Georgian Secondary Education. 6th International Research Conference on Education, Language & Literature, Tbilisi, Georgia UNFPA. 2014. Child marriage in Georgia. UNICEF 2016, The state of the world’s children. United Nations Association Georgia, “National Integration and Tolerance in Georgia Assessment Survey Report”, October 2008, 36, USAID Georgia. (2018). Gender Equality in Georgia: Barriers and Recommendations. Valehoğlu, F. (2005), Qarapapaqlar və onların XIX əsr hərb tarixi. Bakı: “Səda” nəşriyyatı. Vervoort, M., & Dagevos, J. (2011). The social integration of ethnic minorities: An explanation of the trend in ethnic minorities' social contacts with natives in the Netherlands, 1998– 2006. Journal of Ethnic and Migration Studies, 37(4), 619-635. Wang, W. W., & Fan, C. C. (2012). Migrant workers' integration in urban China: Experiences in employment, social adaptation, and self-identity. Eurasian Geography and Economics, 53(6), 731-749.. White, K. R. (1980). Socio-economic status and academic achievement. Evaluation in Education, 4, 79-81. Wuthnow, R., & Hackett, C. (2003). The social integration of practitioners of non‐Western religions in the United States. Journal for the Scientific Study of Religion, 42(4), 651667. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O180 O K 185 Zviadadze, S. and Jishkariani, D. (2018), Identity Issues among Azerbaijani Population of Kvemo Kartli and Its Political and Social Dimensions, at: Qvemo-Qartli_mergedeng_1547217506.pdf Керимли, В.Г. (2011). Тюрки в Грузии. Баку, «Текнур». Сихарулидзе, А., & Урушадзе, М. (2016). Ислам в Грузии и политика интеграции. Пути к миру и безопасности, (2), 71-86. 181 KARABAĞLI YAZAR, DİPLOMAT, DEVLET ADAMI ABDURRAHİM BEY HAKVERDİYEV VE TİFLİS SİYASİ-İCTİMAİ, EDEBİ-MEDENİ MÜHİTİ Fahri VALEHOĞLU Namık VALEHOĞLU Xülasə Klassik Azərbaycan ədəbiyyatının korifeylərindən olan Əbdürrəhim bəy Haqverdiyev (1870-1933) həm də görkəmli siyasi-ictimai və dövlət xadimi olmuş, bu yöndə onun çoxşaxəli həyat-fəaliyyət yolunun təqribən dörd ili (1916-1919-cu illər) Gürcüstanla çarpazlaşmışdır. Həmin dövr Çar Rusiyasının süquta yaxın son və müstəqil Gürcüstan Respublikasının mövcudiyyətinin ilk dönəmlərinə təsadüf etmişdir. Əbdürrəhim bəy 1916-cı ildə Tiflis şəhərində “Ümumrusiya şəhərlərinin xəstə və yaralı döyüşçülərə yardım ittifaqı”nın Qafqaz Komitəsində işə başlamış, 1917-ci il fevral inqilabından sonra Tiflis İcraiyyə Komitəsinə və onun mərkəzi şurasına üzv seçilmişdir. Həmin ilin mart ayında o, Xüsusi Cənubi Qafqaz Komitəsinin rəhbərliyi tərəfindən Tiflis quberniyasının Borçalı qəzasına komissar təyin olunmuşdur. 1918-ci ilin fevral ayında “Müsavat Firqəsi və Zaqafqaziya Mərkəzi Müsəlman Komitəsindən olan partiyasızlar qrupu fraksiyası”nın birgə namizədlər siyahısında Zaqafqaziya Seyminə üzvlüyə namizəd olmuşdur. Ə.Haqverdiyev 26 may 1918-ci ildə istiqlalını elan etmiş Gürcüstan Respublikasında aktiv siyasi-ictimai fəaliyyətlə məşğul olmuşdur. Gürcüstan Müsəlmanları Milli Şurasının sədr müavini və sonradan sədri vəzifəsini tutmuş, bu təşkilatın xətti ilə Gürcüstanın ilk parlamentində deputat mandatı qazanaraq bu ölkədəki soydaşlarımızı ləyaqətlə təmsil etmişdir. Parlamentin ən fəal türk-müsəlman deputatı olmuşdur. Parlament Mərkəzi Seçki Komissiyasının üzvü kimi Gürcüstanın ikinci parlamentinə - Müəssislər Məclisinə seçkilərin təşkilində yaxından iştirak etmişdir. Ə.Haqverdiyev deputatlığa paralel olaraq başqa sahələrdə də çalışmış, Türk Dram Cəmiyyətinə sədrlik etmiş, GMMŞ tərəfindən yaradılmış Tiflis müsəlman ali pillə ibtidai məktəbinə inspektor təyin olunaraq pedaqoji fəaliyyətlə də məşğul olmuşdur. Ə. Haqverdiyev Cənubi Qafqazda mühüm siyasi transformasiyaların və təlatümlərin baş verdiyi 1917-1920-ci illərdə aktiv siyasi-ictimai və diplomatik fəaliyyətlə məşğul olsa da, onun həyatının bu dövrü Sovetlər Birliyi zamanında ideoloji konyunkturun tələblərinə uyğun olaraq araşdırmalardan kənarda qalmışdır. Təqdim olunan məqalədə arxiv mənbələri, eləcə də həmin dövrün gürcüdilli və rusdilli mətbuat yazıları əsasında Əbdürrəhim bəyin Gürcüstanda siyasi-ictimai fəaliyyətinə nəzər salınır. Məqalə Ə.Haqverdiyevin zəngin həyat yolunun və irsinin tam şəkildə araşdırılması istiqamətində mövcud boşluqların aradan qaldırılmasında mühüm önəm kəsb edir. Açar sözlər: Ə.Haqverdiyev, Qarabağ, Tiflis, Borçalı, Gürcüstan Demokratik Respublikası Dr.; Valeh Hacılar Uluslararası Bilimsel ve Kültürel Araştırmalar Vakfı (AZERBAYCAN, e-mail: [email protected])  Tiflis Devlet Azerbaycan Tiyatrosu Yönetmeni (GÜRCİSTAN, e-mail: [email protected])  B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 187 182 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM KARABAKHI WRITER, DIPLOMAT, STATESMAN ABDURRAHIM BEY HAKVERDIYEV AND TIFLIS SOCIOPOLITICAL, LITERARY AND CULTURAL ENVIRONMENT Abstract Leading representative of Azerbaijani realist literature, famous writer, literary critic, pedagogue, diplomat, politician and statesman Abdurrahim bey Hakverdiyev's (1870-1933) rich and multifaceted life, a certain period of his creativity and activity is connected with Georgia. The great writer first went to Tiflis from Shusha (Karabakh) in 1890 to continue his secondary education and studied at the "Real School" in this city for a year. This period in Tiflis laid the foundation for A. Hakverdiyev's relations with the local Turkish literary community and his interest in the world of theater. Although Abdurrahim Bey left Georgia for St. Petersburg in 1891 for higher education, he did not lose the connection of Tiflis with its Turkish literary and cultural circles; He published stories with various signatures in the satiric magazine "Molla Nasreddin" published here and collaborated closely with the Tbilisi Turkish Theater. In 1916, A. Hakverdiyev moved to Georgia to work and lived there for four years (in Tiflis and in the central town of Shulaver in the Borchali district). This period coincided with the end of Tsarist Russia and the beginning of the independent Republic of Georgia. Although A. Hakverdiyev was active in political-social activities during these important political transformations in the South Caucasus, this period of his life was excluded from the research due to the requirements of the ideological politics that existed during the Soviet Union. The article examines, Abdurrahim Bey's political and social activities in Georgia, on the basis of archival sources, as well as Georgian and Russian press of that period. The research is important in terms of eliminating the existing gaps in the justification of a comprehensive study of A. Hakverdiyev's rich life and legacy. Keywords: A.Hakverdiyev, Karabakh, Tbilisi, Borchali, Democratic Republic of Georgia Azərbaycan realist ədəbiyyatının görkəmli nümayəndəsi, ünlü yazıçı, dramaturq, pedaqoq, publisist, ədəbiyyatşünas, diplomat, siyasi-ictimai və dövlət xadimi Əbdürrəhim bəy Haqverdiyevin zəngin və çoxşaxəli həyatının, yaradıcılığının və fəaliyyətinin müəyyən dövrü Gürcüstanla çarpazlaşmışdır. Tale onun ömür yolunu Gürcüstana ilk dəfə 20 yaşında salmışdır. 1890-cı ildə Şuşa real məktəbinin altıncı sinfini bitirdikdən sonra Tiflisə üz tutan böyük ədib növbəti sinfi bu şəhərin real məktəbində başa vurmuş və daha sonra SanktPeterburqda ali təhsil almışdır. Tiflisdə orta təhsil aldığı bir illik qısa zaman kəsiyi Ə.Haqverdiyevin teatr dünyasına marağının əsasını qoymuşdur. Bu barədə o, öz tərcümeyihalında yazırdı: “Mükəmməl dram teatrı nə olduğunu mən ancaq Tiflisdə anladım. Tiflisdə təhsil edərkən, “Nahaq qan” sərlövhəli bir faciəni ruscadan tərcümə etdim” (Haqverdiyev, 2005, s. 398). Əbdürrəhim bəy 1891-ci ildə Gürcüstandan ayrıldıqdan sonra da Tiflis ədəbimədəni mühiti ilə əlaqəsini kəsməmiş, burada nəşr olunan "Molla Nəsrəddin" satirikyumoristik jurnalında müxtəlif imzalarla hekayə və felyetonlar çap etdirmişdir. Professor Abbas Hacıyevin araşdırmalarından bəlli olur ki, Əbdürrəhim bəy Tiflis Türk (Azərbaycan) Teatrı ilə daha çox əməkdaşlıq edən yazarlarımızdan olub: “Hətta Ə.Haqverdiyev bir neçə 188 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 183 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU əsərə mükəmməl, realist üslubda bədii quruluş vermişdir. 1907-ci il aprelin 27-də onun rejissorluğu ilə “Dağılan tifaq” (Əbdürrəhim bəyin 1896-cı ildə yazdığı və ona dramaturq şöhrəti qazandıran məşhur faciəsi – F.V, N.V.) və “Millət dostları” tamaşaya qoyulmuşdur. Tamaşa təsirli və mənalı keçmiş, tamaşaçılar tez-tez aktyorları və Ə.Haqverdiyevi səhnəyə çağırıb alqışlamışlar” (Hacıyev, 1984, s. 20). 1908-ci ildə Tiflisdə yerli türk (Azərbaycan) teatrının aktyorlarının iştirakı ilə Əbdürrəhim bəyin daha bir faciəsi – “Ağa Məhəmməd şah Qacar” faciəsi böyük uğurla səhnələşdirilmişdir (Hacıyev, 1984, s. 28-29). Aralarında C.Məmmədquluzadə, S.Qənizadə, H.Minasazlı kimi görkəmli Azərbaycan-Türk mütəfəkkir yazarları olan tamaşaçılar Ə.Haqverdiyevi və baş rolun ifaçısı Hüseyn Ərəblinskini alqışlarla tez-tez səhnəyə çağırmış, hətta müsafir aktyora qiymətli hədiyyə vermişdilər. Məşhur opera müğənnisi və teatr xadimi Hüseynqulu Sarabski xatirələrində yazırdı: Bir gün Hüseynə dedim: Əbdürrəhim bəy Tiflisdən gəlib. Gedək onun yanına. Ərəblinski razı oldu, geyinib getdik “İslamiyyə” mehmanxanasına. Əbdürrəhim bəylə görüşdən sonra o, bizi təbrik elədi. Uşaqlar, gözünüz aydın olsun. “Ağa Məhəmməd şah Qacar” əsərinin icazəsini almışam. Ərəblinski: - Çox da icazə almısan. Oynamaq üçün gərək aktyor olsun, teatr olsun, paltar olsun, quruluş olsun, məşq üçün yer olsun... Əbdürrəhim bəy: - Hüseyn, mən səndən bunu gözləməzdim. Sən aktyorsan, zəhmət çəkib məşq edərsən, Ağa Məhəmmədi olduğu kimi oynarsan, xalq səni alqışlayanda hamısı yadından çıxar. Amma, Hüseyn, sənin canın üçün, Ağa Məhəmməd nə sənin rolundur. Səni qoymuşam qabağıma, Ağa Məhəmmədi yazmışam (Sarabski, 1982, s. 75-76). Teatr tariximizə dair araşdırmalardan o da aydın olur ki, Tiflis Türk Teatrının repertuarında görkəmli dramaturqun, həmçinin, “Bəxtsiz cavan”, “Pəri cadu”, “Ac həriflər”, “Yeyərsən qaz ətini, görərsən ləzzətini” və “Köhnə dudman” pyesləri yer almışdır. Teatrın bəzi tamaşalarında Əbdürrəhim bəyin özü də rol alıb aktyor qismində iştirak etmişdir (Kərimov, 1975, s. 115). 1911-ci ildən etibarən Ağdamda yaşayan Ə.Haqverdiyev 1912-ci ilin 1 aprelində Tiflisin Şeytanbazar məhəlləsində sıx yaradıcılıq təmasında olduğu türk (Azərbaycan) teatrı üçün “Auditoriya” (Türk-Azərbaycan Xalq Evi) adlanan ayrıca binanın təntənəli açılış törənində iştirak etmiş, teatrın toplum üçün məziyyətləri barədə məzmunlu nitq söyləmişdir (Hacıyev, 1984, s. 59-60). Əyalətdə yaşamasına rəğmən, göründüyü kimi, Tiflis sənət aləminin cazibəsindən və təsirindən qopa bilməyən Əbdürrəhim bəy 4 yanvar 1916-cı ildə Ağdamdan Moskvada təhsil alan bacısı oğlu Hüsüyə yazdığı məktubunda Tiflisdə məskunlaşmaq niyyətini dilə gətirirdi: “Mən Tiflisə köçmək barədə ciddi düşünürəm, deyəsən, baş tutacaq; Tiflisdə açılacaq müsəlman ruhani seminariyasında mənə müdir müavini vəzifəsini söz veriblər, ümumiyyətlə, orada mənim barəmdə çalışırlar” (Haqverdiyev, 2005, s. 385). 1916-cı ildə Ə.Haqverdiyev həqiqətən Tiflisə yerləşir, ancaq məktubda yazdığı kimi, burada ruhani seminariyasında deyil, “Ümumrusiya şəhərlərinin xəstə və yaralı döyüşçülərə yardım ittifaqı”nın Qafqaz Komitəsində işə başlayır və qeyd olunan komitənin B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O184 O K 189 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM xəbərlər məcmuəsinə («Известия Кавказского комитета /Всероссийский Союз Городов помощи больным и раненым воинам») redaktorluq edir. Bundan sonra Əbdürrəhim bəyin həyat-fəaliyyət yolunun təqribən dörd ili (1916-1919-cu illər) tamamən Gürcüstanla bağlı olur. Həmin dövr Çar Rusiyasının süquta yaxın son və müstəqil Gürcüstan Respublikasının mövcudiyyətinin ilk dönəmlərinə təsadüf edir. 1917-ci il fevral burjua-demokratik inqilabından sonra Tiflis İcraiyyə Komitəsinə və onun mərkəzi şurasına üzv seçilir (Haqverdiyev, 2005, s. 401). Həmin ilin mart ayında Ə.Haqverdiyev Xüsusi Cənubi Qafqaz Komitəsinin (OZAKOM) rəhbərliyi tərəfindən Tiflis quberniyasının Borçalı qəzasına komissar (müvəkkil) təyin olunur və qəza mərkəzi Şulaver (Şülöyür) kəndində məskunlaşaraq 1 il 3 ay bu vəzifəni icra edir. Əbdürrəhim bəyin Borçalıda məmurluğu zamanında erməni şovinist siyasətçiləri Çar Rusiyasında, o cümlədən Cənubi Qafqaz quberniyalarında yaranmış hakimiyyət boşluğu və siyasi xaosdan yararlanaraq ermənilərin kompakt yaşadığı ərazilərin eyni inzibati-ərazi vahidlərinin tərkibində cəmləşdirilməsi üçün gələcəyə hesablanmış addımlar atmağa başlayır, bu istiqamətdə Tiflisin rəsmi dairələrində mövcud əlaqələrindən istifadə edərək Borçalı qəzasının cənub kəsiminin – Lori (Loru) nahiyəsinin Aleksandropol (Gümrü) quberniyasına birləşdirilməsi üçün imkanlarını sınayırlar. Ermənilərin bu məkrli planı Lorunun qeyri-erməni, xüsusilə də türk əhalisi tərəfindən ciddi təpkilərlə qarşılanır. Bununla bağlı kənd icmalarının toplantıları keçirilir və Tiflisdə yerləşən mərkəzi dövlət strukturlarına, dövri mətbuat orqanlarının redaksiyalarına etiraz məktubları və kollektiv müraciətlər ünvanlanır. Borçalı qəzasından Aleksandropol quberniyasına torpaq verilməsinə sərt müqavimət göstərənlərin başında qəzanın komissarı Ə.Haqverdiyev gəlirdi. Kənd icmalarının haqqında bəhs etdiyimiz etiraz yönümlü toplantılarına da çox zaman o özü sədrlik edirdi. Belə toplantılardan biri barədə məlumata Borçalı qəzasının Gürcü-Müsəlman Xeyriyyə Cəmiyyətinin sədri K.Svimonişvilinin Tiflisdə rus dilində nəşr olunan “Qruziya” gündəlik siyasi-ədəbi qəzetinin 7 noyabr 1918-ci il tarixli sayında işıq üzü görmüş “Borçalı qəzası və onun tələbləri” sərlövhəli məqaləsində rast gəlinir. Borçalı qəzasının həm ərazisinə, həm də əhalisinin sayına görə nəinki Tiflis quberniyasının, ümumən Cənubi Qafqazın ən iri qəzalarından olduğu, tatarların (Azərbaycan türklərinin) qəza əhalisinin böyük əksəriyyətini təşkil etdiyi vurğulanan məqalədə gürcü müəllif erməni millətçilərinin Loru bölgəsi üzərində iştahası və qriqoryan ermənilərdən başqa, digər yerli əhali qruplarının buna qəti etirazları üzərində dayanaraq yazırdı: Ötən 1917-ci ilin sentyabr ayında qəza komissarı Əbdürrəhman bəy (adı səhv yazılmışdır – F.V., N.V.) Haqverdiyevin sədrliyi ilə Cəlaloğlu kəndində 18 kənd icra komitəsinin üzvlərinin toplantısı keçirilmişdir. Bu toplantıda Lori bölgəsinin Aleksandropol quberniyasına birləşdirilməsi məsələsi müzakirə olunmuş və yalnız cəlaloğlulu yerli şovinist, daşnakların lideri Artaşes Avakov istisna olmaqla, hər kəs tərəfindən yekdilliklə Lori bölgəsinin Tiflis quberniyasının tərkibində saxlanması və heç bir vəchlə Aleksandropol quberniyasına birləşdirilməməsi xahişi ilə hökumətə müraciət ünvanlamaq barədə qərar qəbul edilmişdir (“Qruziya” qəz., 1918, 7 noyabr, № 54, s. 4). 1917-ci ilin fevral inqilabından (ikinci rus inqilabı) sonra paytaxt Petroqradda formalaşmış Müvəqqəti hökumət Cənubi Qafqazda mülki hakimiyyəti IV Dövlət Dumasının Cənubi Qafqazdan olan üzvləri tərəfindən yeni yaradılmış OZAKOM-a («Особый Закавказский Комитет») vermişdi.  190 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 185 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU Komissar Ə.Haqvediyevin sədrliyi ilə 1917-ci ilin 25 noyabr tarixində keçirilmiş fərqli məzmunlu başqa bir toplantı barədə Tiflisin digər rusdilli mətbu orqanı olan “Borba” qəzeti məlumat yayırdı. Bu məlumat Rusiya Sosial-Demokrat Fəhlə Partiyasının (menşeviklər) nümayəndəsi L.O.Elbakyantsın və Borçalı qəzasının Uzunlar kəndinin bir qrup sakininin 1917-ci ilin 17 noyabr tarixində Müəssislər Məclisinə keçirilən seçkilərdə onların kəndlərində baş vermiş qanun pozuntuları ilə əlaqəli şikayət məktubuna əlavə olaraq dərc edilmişdi. Şikayət məktubunda Uzunlar sakinləri seçki zamanı “Daşnaksütyun” partiyasının təmsilşisi A.Kalantaryanın Lori nahiyəsinin digər erməni kəndlərini nümunə göstərərək bir nəfərin öz yaxın qohum-əqrəbasının yerinə də səs verə biləcəyinin mümkünlüyünü iddia etdiyini, nəticə etibarilə Elbakyantsın etirazına baxmayaraq, səsvermədə iştirak edən bəzi şəxslər tərəfindən seçki qutusuna bir neçə bülletenin atıldığını bildirir, seçkilərin nəticələrini ləğv edib qısa müddətdə yeni seçkilərin keçirilməsini tələb edirdilər. Bununla əlaqədar Müəssislər Məclisinə seçkilər üzrə Borçalı qəza komissiyası sədr Ə.Haqvediyevin və komissiya üzvləri – nahiyə müstəntiqi Kaçaryantsın, Çatulovun, Tuçkovun və Elbakyantsın iştirakı ilə qəza mərkəzi Şulaverdə öz iclasını keçirir. İclasda Elbakyantsın və Uzunlar kəndinin sakinlərinin müraciətləri nəzərə alınaraq yeni seçkilər təyin edilir (“Borba” qəz., 1917, 14 dekabr, № 178). Qeyd edək ki, Əbdürrəhim bəy Borçalı qəzasında komissar vəzifəsində çalışarkən Borçalı əsilli tanınmış maarifçi ziyalıları öz yanında işlə təmin etmişdi; əslən qəzanın Faxralı kəndindən olan təhsil xadimi Mirzə Rza Əlizadə onun müavini, qəzanın Kirəc Muğanlı kəndinin sakini, mollanəsrəddinçi yazar-şair Həsən Məcruh (Mirzə Həsən Məmmədov) isə katibi (kargüzarı) olmuşdur (Məmmədli, 2003, s. 168). 1918-ci ilin 26 may tarixində Gürcüstan Milli Şurası (GMŞ) tərəfindən Gürcüstanın müstəqilliyi elan olunduqdan sonra Əbdürrəhim bəy Haqvediyev siyasi-ictimai fəaliyyətini yenidən Tiflisdə davam etdirir. O, burada həmin ilin yayında radikal solçu Əliheydər Qarayevin sədrliyi ilə təsis edilmiş Gürcüstan Müsəlmanları Milli Şurasının (GMMŞ) rəhbər heyətində təmsil olunur, eyni zamanda Türk Dram Cəmiyyətini yaradaraq ona sədrlik edir və GMMŞ-nin təsis etdiyi müsəlman ali pillə ibtidai məktəbində inspektor vəzifəsində pedaqoji fəaliyyətlə məşğul olur. Yeni yaradılmış Gürcüstan (Demokratik) Respublikasında parlament funksiyasını həyata keçirən GMŞ-də qəbul edilmiş 13 sentyabr 1918-ci il tarixli qanunla milli azlıqların nümayəndələrinə bu ilk qanunverici orqanda təmsilçilik kvotaları ayrılırdı; bu çərçivədə Azərbaycan türklərinə 4 yer ayrılmışdı. Qanuna görə, sözügedən kvotalar milli azlıqların Gürcüstan ərazisində fəaliyyət göstərən milli şuralarının nümayəndələri hesabına doldurulmalı idi (“Sakartvelos respublika” qəz., 1918, 11 oktyabr, № 63, s. 3-4). Buna uyğun olaraq, 29 sentyabr 1918-ci ildə Tiflisdə toplanan GMMŞ Əliheydər Qarayev, Əbdürrəhim Haqverdiyev, Əbdüləziz Şərifov (tanınmış ədəbiyyatşünas-alim Əziz Şərif) və Mirzə Hüseyn Həsənzadəyə parlamentdə təmsilçilik mandatını verir (Şərif, 1977, s. 221). Mandat qazanmış şəxslərin heç biri əslən Gürcüstan türklərindən olmasalar da, hansısa şəkildə Tiflis və ya Borçalı ictimai-siyasi və ədəbi-ziyalı mühiti ilə bağlılıqları var idi. “Qruziya” qəzeti 10 oktyabr 1918-ci il tarixli sayında “Gürcüstan parlamentində müsəlmanlar” başlığı altında onların qısa tərcümeyi-halını dərc edirdi: - Haqverdiyev Əbdürrəhim bəy – Şuşa qəzasının yerli kiçik zadəganlarındandır. Natamam orta təhsil almışdır. Rusiya I Dövlət Dumasına B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O186 O K 191 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM deputat seçilmiş və Duma buraxılandan sonra Vıborq bəyannaməsini imzalamamışdır. “Nadejda” (“Ümid”) sığorta cəmiyyətində, sonra isə H.Z.Tağıyevin gəmiçilik şirkətində işləmiş və oradan məşhur mühəndis Behbudovun işi ilə əlaqədar çıxarılmışdır. Daha sonra, əsasən, “Molla Nəsrəddin” yumoristik jurnalı ilə əməkdaşlıq edərək jurnalistika ilə məşğul olmuşdur. İnqilabın (1917-ci ilin oktyabr çevrilişinin – F.V., N.V.) ilk günlərində şəhərlər ittifaqında xidmət edə-edə müsəlmanların ictimai işlərində iştirak etmişdir. Sonra Zaqatalaya qəza komissarı təyin olunmuşdur, ancaq yerli müsəlman əhali onu qəbul etməmişdir. Sonradan Borçalı qəzasına eyni vəzifəyə təyin edilmişdir. “Müsavat” partiyasından Zaqafqaziya Seyminə namizəd olmuşdur. Borçalı qəzasının komissarı vəzifəsindən azad olunduqdan sonra “Hümmət” sosial-demokrat partiyasının sıralarına daxil olmuşdur; - Şərifov Ə. – Moskva Kommersiya İnstitutunun 2-ci kurs tələbəsi. Tiflisdə 1 saylı gimnaziyanın şagirdi olmuş, oradan kommersiya məktəbinə keçmişdir. İnqilabın əvvəlində sosialist kimi çıxış etməyə başlamışdır. “Gələcək” adlı partiya mətbu orqanının redaktorlarından biridir; - Həsənzadə M. H. – Qori Müəllimlər İnstitutunda-Seminariyasında təhsil almışdır. Tiflis ibtidai məktəblərində müəllim işləmişdir. Eyni zamanda Zaqafqaziya Şiə Ruhani İdarəsinin katibinin köməkçisi vəzifəsini tutmuşdur. İnqilaba qədər cənab A.İ.Xatisov (1910-1917-ci illərdə Tiflis şəhərinin erməni əsilli başçısı – F.V., N.V.) tərəfindən dəfələrlə müsəlmanların nümayəndəsi olaraq dəvət olunmuşdur. Bütün qeyd olunan vəzifələrlə bərabər, yeni dumada (Tiflis şəhər duması nəzərdə tutulur – F.V., N.V.) tərcüməçi vəzifəsində çalışmışdır; - Qarayev Ə. – Vətəndaş yetkinliyi yaşına yeni çatmışdır. Birinci kurs tələbəsidir. Dürüst və ideoloji “hümmətçi”lərdən hesab olunur. Gənc olduğu üçün elə bir xüsusi ictimai xidməti olmayıbdır (“Qruziya” qəz., 1918, 10 oktyabr, № 31). Qeyd edək ki, Ə.Haqverdiyevin “Qruziya”da dərc olunmuş tərcümeyi-halında müəyyən qeyri-dəqiqliklər var. Xüsusən onun partiya mənsubiyyəti ilə bağlı verilən bilgilərin həqiqəti əks etdirmədiyini elə həmin qəzetin səhifələrində Əbdürrəhim bəyin onu tez-tez siyasi mövqeyini dəyişməkdə ittiham edən yazıçı həmkarı Eynəli bəy Sultanova verdiyi cavabda görmək olur. Rusdilli mətbuatda çox zaman “Musulmanin” (“Müsəlman”) imzası ilə çıxış edən E.Sultanov bu imza altında “Qruziya” qəzetində çap etdirdiyi “”Hümmət” partiyasının yeni üzvü” başlıqlı məqaləsində yazırdı: Bizə verilən məlumatlara görə, Tiflis müsəlman sosial-demokratlarının “Hümmət” partiyası müsəlman yazıçı-dramaturqu Əbdürrəhim bəy Haqverdiyevin simasında yeni üzv əldə edibdir. Cənab Haqverdiyev Qafqazın “Vıborq bəyannaməsi” – Rusiya İmperiyasının I Dövlət Duması çar II Nikolay tərəfindən buraxıldıqdan 2 gün sonra – 9 (22) iyul 1906-cı ildə deputatların xeyli hissəsinin əhalini vətəndaş itaətsizliyinə çağıran “Xalqa xalq təmsilçilərindən” başlıqlı müraciətinin elmi ədəbiyyatda qəbul olunmuş adı (F.V., N.V.).  1911-ci ildə Hacı Zeynalabdin Tağıyevin onun şirkətlərində mühüm vəzifələr tutmuş ən etibarlı işçilərindən olan şuşalı gənc mühəndis Lütfəli bəy Behbudovla qısqanclıq zəminində münasibəti pozulur. Hətta aralarında məhkəmə çəkişməsi də baş verir. “Tağıyev-Behbudov işi” uzun müddət dövri mətbuatın gündəmini zəbt edir. H.Z.Tağıyev L.Behbudovun acığına öz şirkətlərində çalışan bütün qarabağlıları işdən azad edir (F.V., N.V.).  192 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 187 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU digər xalqlarının birinci dərəcəli yazıçıları ilə eyni sıraya qoyula bilməz, ancaq Azərbaycan müsəlmanları arasında o, az-çox görkəmlidir, çünki ondan istedadda geri qalmayan Azərbaycan dramaturqu N.Vəzirov çoxdandır yazmağı dayandırıb, müsəlman dramının digər müəlliflər kütləsi isə həddən artıq görünməyən ölçüdədirlər. Buna görə də cənab Haqverdiyevin (bəlkə o, bizim onu “yoldaş” adlandırmağımızı arzu edir) bu və ya digər partiyaya mənsubiyyətinin müsəlmanların ziyalı dairələrinə aidiyyatı var, elə bunun əsasında biz yerli müsəlmanların həyatında baş vermiş belə bir hadisəyə diqqət ayırırıq. Bizə bəlli olduğu qədər, cənab Haqverdiyev rus inqilabının ilk günlərindən müsəlman ziyalıların digər bütün ali təbəqələri kimi “Müsavat” partiyasına qoşulmuşdu. O, indi də Azərbaycan hökumətinin nümayəndələri ilə öz əlaqələrini tam olaraq kəsməmişdir. Necə və hansı səbəbə o, indi Azərbaycanın əleyhdarlarının düşərgəsinə keçibdir? Biz cənab Haqvediyevdən qeyd olunan məsələ ilə bağlı dərc olunmuş şəkildə izah və cavab tələb edirik. Əks halda həm də “müsəlman yazıçısı” adlandırıla biləcək bizim yeganə dramaturqumuzun siyasi görüşlərinin “külək əsən səmtə” dəyişdiyini bilmək məcburiyyətində qalacağıq. Kədərlidir (“Qruziya” qəz., 1918, 9 oktyabr, № 30, s. 2). “Musulmanin”ə cavabında Ə.Haqvediyev ümumiyyətlə heç bir siyasi partiyanın üzvü olmadığını vurğulayırdı: “Bununla bəyan edirəm ki, heç zaman “Müsavat” partiyasının üzvü olmamışam və deyiləm. Zaqafqaziya Seyminə mənim namizədliyim “Müsavat” partiyası tərəfindən deyil, onun partiyasız qanadı (Zaqafqaziya Mərkəzi Müsəlman Komitəsindən olan partiyasızlar qrupu – F.V., N.V.) tərəfindən irəli sürülmüşdü. Əksinə, mənim namizədliyim “Müsavat” partiyası tərəfindən təpki ilə qarşılanmış və adım ön sıralardan çıxarılıb onuncu sıraya salınmışdı. Hümmət” partiyasının da üzvü deyiləm. Doğrudur, “Hümmət” partiyasının nəşrlərində iştirak edirəm, ancaq mənim iştirakım yalnız partiyanın proqramı ilə ümumi heç bir şeyi olmayan ədəbi məzmunlu məqalələrlə məhdudlaşır. Mən heç zaman heç bir partiyanın üzvü olmamışam və parlamentə daxil olanda da özümü partiyasız elan etmişəm. Yekun olaraq bildirirəm: Mən həmişə solçu sosialist partiyalara rəğbət bəsləmişəm və indi də bəsləyirəm, çünki öz xalqımın xoşbəxtliyini onların proqramının icrasında görürəm (“Qruziya” qəz., 1918, 20 oktyabr, № 39). Ə.Haqverdiyevin cavabı E.Sultanovu qane etmir və o, “Qruziya” qəzetində bununla bağlı daha bir yazı ilə çıxış edərək bu dəfə artıq Əbdürrəhim bəyin parlamentin üzvü kimi legitimliyini də şübhə altına alır: “Cənab Haqverdiyev Gürcüstan vətəndaşıdırmı və nə vaxtdan, Gürcüstan müsəlmanlarının səlahiyyətli orqanı tərəfindənmi parlamentə seçilib, bu barədə o, ehtiyatla susur” (“Qruziya” qəz., 1918, 20 oktyabr, № 39). Əlavə edək ki, 1918-1919-cu illər gürcü mətbuatında da Ə.Haqverdiyevin “Hümmət”in üzvü olduğu barədə yanlış qeydlərlə qarşılaşmaq mümkündür. Gürcüstan (Demokratik) Respublikasının parlamentində milli azlıqların nümayəndələrinin dövlət dilini bilmək məcburiyyəti və öhdəliyi olmasa da, Ə. Qarayev deputat seçilməsindən təqribən bir ay sonra gürcü dilini bilməməsini əsas gətirərək B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O188 O K 193 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM parlament rəhbərliyinə istefa ərizəsi ilə müraciət edir. Ə. Qarayevin ərizəsi Parlamentin 5 noyabr 1918-ci il tarixli iclasında dinlənilir və qəbul olunur (“Sakartvelos respublika” qəz., 1918, 7 noyabr, № 85, s. 2). Bundan sonra siyasi fəaliyyətini artıq Bakıda davam etdirən Ə.Qarayevi Gürcüstan Müsəlmanları Milli Şurasının sədri vəzifəsində Əbdürrəhim bəy Haqverdiyev əvəz edir. Beləliklə, Azərbaycan türkləri Gürcüstan parlamentində 3 nəfərlə (Ə.Haqverdiyev, Ə.Şərifov, M.H.Həsənzadə) təmsil olunurlar. Stenoqrafik hesabatlardan bəlli olur ki, Ə.Haqverdiyev parlament iclaslarında aktiv iştirak edərək mühüm ümumölkə əhəmiyyətli məsələlərdə siyasi mövqe ortaya qoymaqdan çəkinmir və təmsilçisi olduğu toplumun, əsasən, təhsil sahəsində üzləşdiyi problemləri mütəmadən qaldırırdı. Parlamentin 22 noyabr 1918-ci il tarixli iclasında təhsil müəssisələrində din fənninin icbari qaydada tədrisinin ləğvi məsələsi müzakirə olunur. Bu iclasda Ə.Haqverdiyev söz alaraq Azərbaycan məktəblərində şəriətin tədrisinin saxlanılmasının labüdlüyünü dilə gətirir: ... Şəriətin tədrisinin ləğv edilməsi vətəndaşların inancına qarşı mübarizə aktı deyil, ancaq buna rəğmən əhalinin müsəlman kəsiminin azşüurlu kütləsi arasında təbliğat aparmaq üçün müxtəlif təxribatçılara material vermək lazım deyil. Belə azşüurluluğun mövcud olduğu halda şəriətin tədrisinin dayandırılması bütün müsəlman məktəblərinin bağlanmasına bərabərdir. Şəriət din dərsi deyil, Məhəmməd dini əsasında yaranmış əxlaq təlimidir və onu yalnız müsəlmanlar öyrənmir (”Qruziya” qəz., 1918, 24 noyabr, № 69, s. 3). Parlamentin bir həftə sonrakı 29 noyabr tarixli iclasında Ə.Haqverdiyev yenə çıxış edərək xalq təmsilçilərinin diqqətini Borçalı qəzasında və ümumən müsəlmanlar yaşayan bölgələrdə təhsilsizliklə, savadsızlıqla bağlı mövcud vəziyyətə yönəldir. O, Tiflisdə belə tək bircə müsəlman məktəbinin fəaliyyət göstərdiyini, onun da maddi çatışmazlıq ucbatından bağlanmaq üzrə olduğunu bildirərək, parlamentdən yaranmış durumla bağlı müvafiq addımlar atılmasını xahiş edir (“Sakartvelos Respublika” qəz., 1918, 1 dekabr, № 106, s. 3). “Saxalxo sakme” qəzeti “hümmətçi” Ə.Haqverdiyevin sözügedən çıxışda hökuməti müsəlman bölgələrinə diqqət yetirməməkdə günahlandırdığını yazırdı (“Saxalxo sakme” qəz., 1918, 1 dekabr, № 398, s. 2). 1918-1921-ci illərdə müstəqil və demokratik Gürcüstan Respublikasında azərbaycanlıların təhsili məsələlərini tədqiq etmiş pedaqoq-alim Gülnarə Qocayeva-Məmmədova Ə.Haqverdiyevin qaldırdığı problemin aktuallığına diqqət yetirərək yazırdı: “Gerçəkdən də, siyasi gərginlik üzündən 1918/19 tədris ilində Tiflis və Borçalı qəzalarında 11 məktəbdə məşğələlər aparılmırdı, məktəbyaşlı uşaqların 62.1 faizi təhsildən kənarda qalmışdı” (Paşayev, Bayramov və Qocayeva-Məmmədova, 2012, s. 165). Qeyd edək ki, GMMŞ yerli türk-müsəlman əhalinin təlim-tədris və mədəni-maarif məsələləri ilə məşğul olmaq, hətta məktəblər açmaq səlahiyyətinə sahib idi. Şura Tiflis müsəlman ikisinifli məktəbinin bazasında yüksək pillə ibtidai məktəbin yaradılması barədə qərar qəbul etmiş və bu məktəbin inspektoru vəzifəsinə Ə.Haqvediyevin namizədliyini təklif etmişdi. Tiflis müsəlman yüksək pillə ibtidai məktəbinin dövlət xəzinəsindən maliyyələşdirilməsi ilə bağlı müvafiq strukturlara müraciətlərinə müsbət cavab ala bilməyən GMMŞ bu layihəsini yarımçıq saxlamağa məcbur olmuşdu (Paşayev, Bayramov və Qocayeva-Məmmədova, 2012, s. 168, 175-176). 194 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 189 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU Gürcüstan parlamentinin Maarif komissiyasının 18 dekabr 1918-ci il tarixli iclasında iki azərbaycanlı deputatın – Ə.Haqverdiyevin və H.Həsənzadənin iştirakı ilə respublikadakı Azərbaycan-türk məktəblərinin durumu müzakirə olunur. Həmin iclasda da Ə.Haqverdiyev məruzə ilə çıxış edərək Gürcüstan ərazisində ümumilikdə 15 müsəlman məktəbinin olduğunu və onlardan yalnız 10-nun fəaliyyət göstərdiyini bildirir. Yekun qərar bu olur ki, iclasda iştirak edən Maarif Nazirliyinin təmsilçisi Q.Cumberidzeyə müsəlman müəllimlər üçün kursların açılması ilə bağlı tez bir zamanda plan hazırlayıb Maarif komissiyasına təqdim edilməsi barədə tapşırıq verilsin (Paşayev, Bayramov və Qocayeva-Məmmədova, 2012, s. 170). 1918-ci ilin sonlarında tam bir il öncə o zaman Borçalı qəzasının komissarı vəzifəsini tutan Ə.Haqverdiyevin də fəal iştirakı ilə qarşısı alınmış problem − ermənilərin Gürcüstanın güneyindəki Borçalı və Axalkələk qəzalarına yönlənmiş ərazi iddiaları yenidən baş qaldırır. Bu dəfə ermənilər artıq hərbi yola əl ataraq 1918-ci ilin dekabr ayında Gürcüstanın ərazi bütövlüyünə silahlı təcavüz edirlər. Ermənistan (Ararat) Respublikasının ordu birliklərinin Borçalı qəzasına soxularaq aktiv hərbi əməliyyatlara başlaması Gürcüstan parlamentində bu mövzuda geniş müzakirələrin aparılmasına yol açır. Parlamentin erməni işğalına həsr olunmuş 17 dekabr 1918-ci il tarixli iclasında Əbdürrəhim bəy Haqverdiyev Gürcüstan müsəlmanları adından nitq söyləyərək bu ölkədəki soydaşlarının digər tarixi dövrlərdə olduğu kimi, indi də əsl vətəndaşlıq mövqeyi sərgilədiklərini və düşmən əleyhinə vuruşduqlarını bəyan edir: Vətəndaşlar! Parlament üzvləri! Bu tarixi anda mən Gürcüstan Respublikasının müsəlman vətəndaşları adından çıxış edirəm. Böyük Avropa müharibəsi (Birinci Dünya müharibəsi – F.V., N.V.) sona yetdi. Biz əmin idik ki, bu dəqiqələrdən sonra xalqlar, xüsusilə də Cənubi Qafqazda yaşayan xalqlar birlikdə mehriban şəraitdə yaşamağa başlayacaqlar. Ancaq bizim gözləntilər özünü doğrultmadı. Qonşu respublika bizə müharibə elan etdi. Axı mənə elə gəlir ki, indi bu müharibə üçün heç bir səbəb yox idi. Gürcülərlə ermənilər arasında mövcud olan bütün bu məsələləri sülh konfransı yolu ilə həll etmək olardı. Bugün çap olunmuş teleqramlardan da göründüyü kimi, bizim hökumət mübahisəli məsələlərin nizamlanması üçün öz səylərini əsirgəmirdi. Amma bir erməni partiyası (“Daşnaksutyun” nəzərdə tutulur – F.V., N.V.) sırf eqoist səbəblər ucbatından bu atəşin alovlanmasına cəhd göstərdi. Mən deməliyəm ki, 1905-ci il atəşinin (1905-1906-cı illər türkerməni toqquşmaları nəzərdə tutulur – F.V., N.V.) üçüncü tərəfin əli ilə yaxıldığına əmin idim, ancaq indi buna bir az şübhəm var (Qabaşvili: “Biz onda da şübhələnirdik”). Biz parlamentə daxil olanda və öz bəyanatımızda bildirdik ki, Gürcüstan müsəlmanları öz vətənlərini, düşmənin kim olmasından asılı olmayaraq, hər kəsdən bütün mümkün vasitələrlə qoruyacaqlar və indi də, sözdən əmələ keçmək lazım olan bir vaxtda da bu bəyanatı təntənəli şəkildə təkrar edirik (alqışlar). XVIII əsrin sonlarında mərhəmətsiz Ağa Məhəmməd xanın qoşunları Şuşa qalasını mühasirəyə alanda, şahzadə Aleksandr İrakli oğlunun başçılığı altında Gürcüstan ordusu Qarabağ xanı İbrahimi xilas etmək üçün yürüş etdi (Veşapeli: “Sizin yaxşı yaddaşınız var imiş!”). Bundan sonra İran şahı gürcülərə acıqlananda və öz qoşunlarını onların üzərinə yönəldəndə onda bizim Borçalı qəzasının müsəlmanları Gürcüstan qoşunlarının səflərində yer aldılar və öz B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O190 O K 195 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM dindaşlarına qarşı çıxdılar (Vaçnadze: “Yaşasın Borçalı!”). Bütün bunlar Borçalı qəzasının müsəlmanlarının törəmələrinin yaddaşında bugünədək yaşayır. Və indi müsəlman dəstəsi artıq yaranıbdır və onlar Gürcüstanın düşmənləri əleyhinə vuruşurlar (alqışlar). Bu düşmənlər yalnız Gürcüstanın deyil, bütün Cənubi Qafqazın müstəqilliyinə qarşı müharibə elan ediblər və müstəqilliyə dəyər verən hər kəs onu bütün vasitələrlə qorumalıdır. Müsəlmanlar bunu anlayır və Gürcüstan və Cənubi Qafqazın müstəqilliyini ayaqlar altına atmağa köklənənlərə qarşı məmnuniyyətlə mübarizə aparırlar (yerdən səslər: “Doğrudur”). Mən inanıram ki, Gürcüstan Respublikasının digər hissələrinin müsəlmanları: Siqnax, Telav, Axalsıx və digər qəzaların müsəlmanları da Borçalı müsəlmanları kimi davranacaqlar və bütün imkanlarından istifadə edərək onlar da öz vətənlərini dəstəkləyəcəklər. Və yenə də bəyan edirəm, parlamentə daxil olanda olduğu kimi, böyük məmnunluq hissi ilə bəyan edirəm: - Yaşasın Gürcüstan! (gurultulu alqışlar) (“Ertoba” qəz., 1918, 21 dekabr, № 276, s. 2; “Sakartvelos Respublika” qəz., 1918, 19 dekabr, № 119, s. 2-3; “Saxalxo Sakme” qəz., 1918, 20 dekabr, № 412, s. 2; “Qruziya” qəz., 1918, 20 dekabr, № 89). Əbdürrəhim bəyin alovlu nitqi gürcü ictimaiyyətində geniş əks-səda doğurur. Bu barədə mətbuat dəyərləndirmə apararaq yazırdı: “Ermənilərin Gürcüstana qarşı çıxışı onların Qafqaz xalqlarının müstəqilliyini dəfn etmək arzusu ilə diktə olunubdur, bu məhz beləcə də anlaşılıbdır, yekdilliklə belə qiymətləndirilibdir. Bu baxımdan müsəlman təmsilçisi Haqverdiyevin bizim parlamentdə söylədiyi nitq diqqətəlayiqdir...” (“Qruziya” qəz., 1918, 21 dekabr, № 90). 22 noyabr 1918-ci il tarixində Gürcüstan parlamenti “Müəssislər Məclisinə seçkilər barədə Əsasnamə”ni təsdiq edir (Gürcüstan Demokratik Respublikasının hüquqi aktları, 1990, s. 84-109). Əsasnaməyə görə, ölkənin yeni qanunverici orqanı olacaq Müəssislər Məclisi ümumi, bərabər və birbaşa seçki hüququ əsasında gizli və azad səsvermə yolu ilə keçirilmiş ümumxalq seçkiləri nəticəsində formalaşmalı idi. Parlament tərəfindən, həmçinin, seçkilərin təşkili üçün Parlament Mərkəzi Seçki Komissiyası (PMSK) yaradılır. PMSK-da hər bir seçki subyekti üçün ən azı bir üzvlük mandatı nəzərdə tutulur, eyni zamanda parlament fraksiyalarına təmsilçi sayına müvafiq olaraq müxtəlif sayda yerlər ayrılır. Parlamentin müsəlmanlar (“tatarlar”) blokunu PMSK-da Əbdürrəhim bəy Haqverdiyev təmsil edir (Gürcüstan Mərkəzi Tarix Arxivi, fond № 1834, siyahı 2, iş № 74). Bu qurumda tərcümə işləri Ə.Haqverdiyev və daşnakların təmsilçisi D.Davitxanyanın rəhbərliyi altında yaradılmış komissiya tərəfindən həyata keçirilirdi (“Sakartvelos Respublika” qəz., 1919, 29 yanvar, № 22, s. 2). Qeyd edək ki, PMSK üzvlərinin eyni zamanda Müəssislər Məclisinə seçkilərdə namizəd qismində iştirakına heç bir məhdudiyyət qoyulmamışdı. Parlamentin 10 yanvar 1919-cu il tarixli iclasında qəbul olunmuş “Müəssislər məclisinə seçkilərin təyin olunması barədə” Qanuna görə, Müəssislər Məclisinə seçkilərin ilk günü 14 fevral 1919-cu il tarixinə təyin olunur (Gürcüstan Demokratik Respublikasının hüquqi aktları, 1990, s. 204). Gürcüstanın türk-müsəlman siyasi-ictimai fəallarının bir qismi sosial-demokratların siyahılarında, digər qismi qeydiyyatdan keçirilmiş iki ayrı seçki subyektinin – Ə.Haqverdiyevin sədrlik etdiyi Gürcüstan Müsəlmanları Milli Şurasının və Borçalı Qəzası Müsəlmanları Qrupunun (BQMQ) sıralarında seçkilərə qatılırlar. 196 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 191 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU Gürcüstan Milli Tarix Arxivində saxlanılan sənədlərdən aydın olur ki, GMMŞ tərəfindən bu təşkilatın sədr müavini Halay bəy Bayramovun imzası ilə PMSK-ya göndərilmiş altı nəfərlik ilkin namizədlər siyahısında aşağıdakı adlar əks olunmuşdur (Gürcüstan Mərkəzi Tarix Arxivi, fond № 1834, siyahı 2, iş № 83). 1. Halay bəy Aslan ağa oğlu Bayramov (təlimatçı-aqronom); 2. Əbdürrəhim bəy Haqverdiyev (GMMŞ-nin sədri, Gürcüstan Parlamentinin üzvü); 3. Ömər Faiq Nemanzadə (jurnalist); 4. Əlimirzə bəy Nərimanov (müəllim, Nəriman Nərimanovun əmisi nəvəsi); 5. İbrahim bəy Mursaqulov; 6. Mirzə Rza Əlizadə (müəllim). Bu siyahının ardınca PMSK-ya GMMŞ-nin sədri Ə.Haqverdiyevin imzasıyla əlavə namizədlərdən ibarət beş nəfərlik başqa bir siyahı göndərilir. Bu əlavə siyahıda ardıcıllıqla Abbasqulu Xanəhmədov (tacir), Fətəli bəy Rəşid bəy oğlu Axundov (tələbə, Mirzə Fətəli Axundovun nəvəsi), Qasım Abbas oğlu Bayramov (GMMŞ-nin katibi, tramvay konduktoru), Məşədi Əli Bayram oğlu Quliyev (tacir) və İsmayıl Xəlilovun (kiçik usta) adları qərarlaşırdı (Gürcüstan Mərkəzi Tarix Arxivi, fond № 1834, siyahı 2, iş № 83). Beləliklə, GMMŞ ilkin olaraq seçkilərdə 11 nəfərlik siyahı ilə iştirak etməyi planlaşdırsa da, sonradan müəyyən səbəblərdən dolayı bu siyahı qısaldılaraq 5 nəfərlə məhdudlaşdırılır. Yekun siyahıda Ə.Haqverdiyevin adına rast gəlinmir. Eyni proseslər BQMQ-də də baş verir. Hər iki müsəlman siyasi subyekti seçkilərdə fiaskoya uğrayır; GMMŞ cəmi 105, BQMQ isə 224 səs toplaya bilir. Zənnimizcə, belə zəif nəticə, başlıca olaraq, seçkiqabağı xaotik proseslərdən, xüsusən də seçki siyahılarının tərtib olunması zamanı yaranmış çaşqınlıq və anlaşılmazlıq, Ə.Haqverdiyev, Ö.Nemanzadə, İsrafil bəy Yadigarov kimi türkmüsəlman əhali arasında böyük nüfuza malik şəxslərin yekun siyahılardan kənarda qalması, eləcə də namizədlər arasında təxmin edə biləcəyimiz ixtilaflardan qaynaqlana bilərdi. Beləliklə, 1919-cu ilin 14-17 fevral tarixlərində keçirilmiş demokratik seçkilər nəticəsində Gürcüstan Milli Şurasının transformasiyası əsasında yaranmış parlament fəaliyyətini dayandırır və ali qanunvericilik səlahiyyətini Gürcüstan Müəssislər Məclisinə ötürür. Bununla, Gürcüstan parlamentində deputatlıq fəaliyyəti başa çatan Əbdürrəhim bəy Haqverdiyev 19 fevral 1919-cu ildə Gürcüstan Müsəlmanları Milli Şurasında tutduğu sədr vəzifəsini Əlimirzə bəy Nərimanova təhvil verir (Paşayev, Bayramov və QocayevaMəmmədova, 2012, s. 168) və sonrakı taleyini Azərbaycanla bağlayır. Çox keçmədən o, Azərbaycan Respublikasının (Azərbaycan Xalq Cümhuriyyətinin) Dağlı Respublikasında,  Gürcüstan Müəssislər Məclisinə seçkilərlə bağlı daha ətraflı bax: F.Valehoğlu-Hacılar. Gürcüstanın demokratik yolla seçilmiş ilk parlamentinə − Müəssislər Məclisinə seçkilər. Qaraçöplü deputat Hüseynqulu Məmmədov, “Gürcüstan” qəzeti, Tiflis, 18.05.2018, № 37-38, s. 3 və 25.05.2018, № 39-40, s. 6-7; F.Valehoğlu-Hacılar. Gürcüstan Parlamentinin ilk türk-müsəlman deputatı. Qaraçöplü Hüseynqulu Məmmədov, “Birlik” jurnalı, Bakı, 2018, № 30, s. 50-53. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O192 O K 197 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM 24 avqust 1919-cu ildən etibarən isə Ermənistan Respublikasında diplomatik nümayəndəsi təyin olunur və 1920-ci ilin mart ayının 16-na qədər bu vəzifəni uğurla icra edir. Böyük ehtimal, Əbdürrəhim bəyin Gürcüstan Müəssislər Məclisinə seçkilərdə deputatlığa namizəd qismində iştirakdan son mərhələdə kənarda qalması Azərbaycan hökuməti tərəfindən ona təklif olunan yüksək diplomatik vəzifə ilə əlaqəli olmuşdur. Azərbaycanda sovet hakimiyyəti qurulduqdan sonra ictimai-mədəni və ədəbi-bədii sahələr üzrə müxtəlif məsul vəzifələrdə çalışan Ə.Haqverdiyev tiflisli ədəbiyyat və incəsənət xadimləri ilə yaradıcılıq ünsiyyətini davam etdirmişdir. Onun ən çox əlaqədə olduğu, məktublaşdığı və görüşdüyü Tiflis ziyalısı keçmiş deputat həmkarı Əziz Şərif idi. Onların arasında dostluq münasibəti Ə.Şərifin “Molla Nəsrəddin” jurnalının redaksiyasında işlədiyi dövrdə yaransa da, Gürcüstan parlamentində birgə fəaliyyət göstərdikləri zaman daha da dərinləşmişdir. Bu barədə Ə.Şərif xatirələrində yazırdı: ...Tiflisdə müsəlman milli şurası həmin il (1918-ci il – F.V-H., N.V.) 29 sentyabrda öz tərəfindən Gürcüstan parlamentinə dörd nəfər nümayəndə seçmişdi: Əbdürrəhim bəy Haqverdiyev, Əliheydər Qarayev, müəllim Mirzə Hüseyn Həsənzadə və mən. Bu vaxtdan etibarən ta Haqverdiyev Bakıya gedən günə qədər biz hər gün, ya günaşırı görüşür, danışır, dərdləşirdik. Nəticədə biz daha da yaxınlaşdıq... Mənim arxivimdə Tiflisdə K.Y.Zubalov adına xalq evi nəzdində türk dram cəmiyyətinin 1919-cu il üçün üzvlük bileti vardır. Mənim adıma yazılmış bu bileti türk dram cəmiyyəti idarə heyətinin sədri Ə.Haqverdiyev imzalamışdır. Bundan bəlli olur ki, Tiflisdə məsul siyasi vəzifə daşıyan yazıçımız yenə də məftun olduğu teatr işindən əsla ayrılmır və bu sahədə fəaliyyət göstərirmiş (Şərif, 1977, s. 221-222). Həqiqətən, Əbdürrəhim bəy deputatlığa paralel olaraq Türk Dram Cəmiyyətinin sədri qismində də məhsuldar çalışmış, Tiflis Türk (Azərbaycan) Teatrının fəaliyyətinin təşkili və inkişafında, yeni istedadların teatra cəlb olunmasında səylərini əsirgəməmiş, iki dərnəyə bölünmüş teatr truppasının dağılmasının qarşısını almışdır. Teatrın repertuarının müəyyən edilməsində onun tövsiyələri nəzərə alınmışdır. Dramaturq Gürcüstanda yaşadığı illərdə Tiflis ədəbi mühitinin Azərbaycan ədəbiyyatına bəxş etdiyi dahilərdən M.F.Axundzadənin “Hacı Qara” və N.Nərimanovun “Nadir şah” pyeslərinə, N.Vəzirovun “Yağışdan çıxdıq, yağmura düşdük” və N.Qoqolun “Müfəttiş” komediyalarına, Ş.Saminin “Dəmirçi Gavə” və Y.Çirikovun “Yəhudilər” pyeslərinə, eləcə də özünün müəllifi olduğu “Dağılan tifaq”, “Bəxtsiz cavan”, “Ac həriflər”, “Pəri cadu”, “Ağa Məhəmməd şah Qacar” və “Millət dostları” əsərlərinə bədii quruluş və tərtibat vermişdir (Mərdanov, 1959, s. 41; Hacıyev, 1984, s. 86-87). Tiflis Dövlət Türk (Azərbaycan) Teatrının kollektivi də öz növbəsində Əbdürrəhim bəy Haqverdiyevin onlara yönəlik qayğısını diqqətdən kənarda qoymamış, 1927-ci ilin fevral ayının 4-də Tiflisin Rustaveli Teatrında bu böyük şəxsiyyətin ədəbi-ictimai fəaliyyətinin 35 illik yubiley gecəsinin yüksək səviyyədə keçirilməsində aparıcı rol oynamışdır. Bu barədə filologiya elmləri doktoru Adilxan Bayramov yazır: “Mərasimdə rəsmi şəxslər, ayrı-ayrı respublikaların, o cümlədən Gürcüstanın teatr ictimaiyyətinin nümayəndələri, şair və yazıçılar yubilyarı təbrik etmiş, Tiflis Azərbaycan Dövlət Dram Teatrı aktyorlarının iştirakı ilə dramaturqun “Bəxtsiz cavan” pyesinin ikinci pərdəsi və “Ac 198 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 193 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU həriflər” pyesi oynanılmış, eyni zamanda böyük konsert verilmişdir. Mərasim Tiflis mətbuatında geniş işıqlandırılmışdır” (Bayramov, 2012). Ona həsr olunmuş yubiley tədbirinin məhz Tiflisdə keçirilməsi Ə.Haqverdiyevi mütəəssir etmişdi. Bununla bağlı o, tədbirin əsas təşəbbüskarı və təşkilatçılarından olan dostu Əziz Şərifə 7 may 1927-ci ildə yazdığı məktubunda bu şəhərə vurğunluğunu və Tiflis əhlinə minnətdarlığını belə ifadə edirdi: Mənim günlərimin gözəlləri, cavanlığım Tiflisdə keçdiyindən, o şəhərə mənim xüsusi bir məhəbbətim var... Mənim burada (Azərbaycanda – F.V-H., N.V.) yubileyimin olmadığından mən əsla dilgir deyiləm. Əvvəla, Zaqafqaz miqyasında götürülmüş təntənənin burada təkrarı mümkün deyildi. İkincisi, heç kəs öz vətənində peyğəmbər olmayıb. Qırx illiyə də... ya nəsib! Tiflis cavanlarının, əhalisinin, aktyorlarının, təşkilatının, sənin və Rzaqulunun (Rzaqulu Nəcəfov – maarifpərvər, publisist, diplomat, Əliqulu Qəmküsarın qardaşı – F.V-H., N.V.) qulluq eləməkdə təngə gəldiyimiz qiyamətədək mənim xəyalımdan getməz. Mən Qafqazda bir nəfər üçün bu cəlal ilə təşkil olunmuş yubiley görməmişdim (Haqverdiyev, 2005, s. 387-388). Əbdürrəhim bəy Haqverdiyevin siyasi-ictimai fəaliyyətinin 1916-1919-cu illəri əhatə edən Gürcüstan dövrü Sovetlər Birliyi dönəmində hakim ideoloji konyunkturun tələblərinə uyğun olaraq tam öyrənilməmiş, böyük ədibin həyat və yaradıcılığının tədqiqatçıları tərəfindən onun üzərindən sadəcə sükutla keçilmişdir. Əbdürrəhim bəy özü də bəlli səbəblərdən bu barədə qısa xatırlama ilə kifayətlənmişdi: 1916-cı sənədə məişətimizin ağırlaşmasına görə Tiflisə gedib orada “Şəhərlər ittifaqı”nın Qafqaz şöbəsinə qəbul oldum və “Şəhərlər ittifaqı”nın Qafqaz şöbəsi əxbarının rus dilində aylıq jurnalının müdiriyyətini mənə həvalə etdilər. Fevral inqilabından sonra Tiflis icraiyyə komitəsinin və onun mərkəzi şurasının üzvlüyünə intixab olundum. Həmin ilin mart ayında Borçalı qəzasına komissar intixab olunub Şulaver qəsəbəsinə gedib, bir il yarım orada işlədim. Zaqafqaziya xüsusi cümhuriyyətlərə ayrıldıqdan sonra gürcü hökuməti idarələri milliləşdirməyi qərara aldı. O səbəbdən işlədiyim idarəni gürcülərə təhvil verib Tiflisə qayıtdım. Tiflisdə azərbaycanlılar üçün təzə açılmış ali-ibtidai məktəbə inspektor təyin olunub yenə müəllimliyə üz qoydum. Həmin sənənin oktyabrında Gürcüstan parlamanına Tiflis azərbaycanlıları tərəfindən göndərilən dörd məbusun biri mən oldum. 1919-cu sənədə Gürcüstan parlamanı əvəzinə məclisi-müəssisan çağırıldı. 1919-cu sənədə müsavat hökuməti məni Bakıya çağırıb Dağıstana göndərdi... (Haqverdiyev, 2005, s. 401). Fəqət yuxarıda təqdim olunan məlumatlardan görünür ki, həmin siyasi fırtınalar və təlatümlər dövründə Ə.Haqverdiyev məhsuldar siyasi-ictimai fəaliyyəti ilə seçilmişdir. O, həm Borçalı qəzasında dövlət məmuru, həm də Gürcüstan Müsəlmanlarının Milli Şurasının sədri və Gürcüstan parlamentinin deputatı vəzifələrini ləyaqətlə daşıyaraq Gürcüstanın ərazi bütövlüyü məsələlərində prinsipiallığını nümayiş etdirmiş, yerli türk-qarapapaq əhalinin əsas problemlərindən olan təhsil probleminin həll olunması üçün səylərini əsirgəməmişdir. Yekun olaraq qeyd etmək istərdik ki, arxiv mənbələri, eləcə də həmin dövrün gürcüdilli və rusdilli mətbuat yazıları əsasında təqdim olunan materiallar Əbdürrəhim bəyin Gürcüstanda siyasiictimai fəaliyyətinə işıq salmaqla, onun zəngin həyat yolunun və irsinin tam şəkildə araşdırılması istiqamətində mövcud boşluqların aradan qaldırılmasında mühüm əhəmiyyət kəsb edir. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O194 O K 199 Qaynaqlar “Ertoba” (ერთობა“) qəz., 1918, 21 dekabr, № 276. “Saxalxo sakme” („სახალხო საქმე“) qəz., 1918, 1 dekabr, № 398; 20 dekabr, № 412. “Sakartvelos respublika” (“საქართველოს რესპუბლიკა”) qəz., 1919, 29 yanvar, № 22; “Sakartvelos respublika” (“საქართველოს რესპუბლიკა”) qəzeti, 1918, 11 oktyabr, № 63; 7 noyabr, № 85; 1 dekabr, № 106; 19 dekabr, № 119. «Борьба» (“Borba”) qəz., 1917, 14 dekabr, № 178. «Грузия» (“Qruziya”) qəz., 1918, 9 oktyabr, № 30; 10 oktyabr, № 31; 20 oktyabr, № 39; 7 noyabr, № 54; 24 noyabr, № 69, 20 dekabr, № 89; 21 dekabr, № 90. «Слово» (“Slovo”) qəz., 1920, 19 avqust, № 187. Bayramov, A. (2012) Əbdürrəhim bəy Haqverdiyev və Tiflis Azərbaycan teatrı, “Mədəniyyət” qəz., 13.01.2012. F.Valehoğlu-Hacılar. GDR-in ilk ali qanunverici orqanı: Gürcüstan Milli Şurası və onun azərbaycanlı üzvləri. “Gürcüstan” qəzeti. Tiflis, 11.05.2018, № 35-36 (№ 12697), s. 6-7. F.Valehoğlu-Hacılar. Gürcüstan Parlamentinin ilk türk-müsəlman deputatı. Qaraçöplü Hüseynqulu Məmmədov, “Birlik” jurnalı, Bakı, 2018, № 30, s. 50-53. F.Valehoğlu-Hacılar. Gürcüstanın demokratik yolla seçilmiş ilk parlamentinə − Müəssislər Məclisinə seçkilər. Qaraçöplü deputat Hüseynqulu Məmmədov, “Gürcüstan” qəzeti, Tiflis, 18.05.2018, № 37-38, s. 3 və 25.05.2018, № 39-40, s. 6-7. Gürcüstan Mərkəzi Tarix Arxivi, fond № 1834, siyahı 2, iş № 74. Gürcüstan Mərkəzi Tarix Arxivi, fond № 1834, siyahı 2, iş № 83. Hacıyev, A. (1984). Tiflis Azərbaycan Teatrı, Bakı: İşıq Yayınları. Haqverdiyev, Ə. (2005). Seçilmiş əsərləri, II cild, Bakı: Lider Nəşriyyat. Kərimov, İ. (1975). Ə.Haqverdiyev və teatr, Bakı: Elm Yayınları. Məmmədli, Ş. (2003). Azərbaycan ədəbiyyatının Borçalı qolu (1920-ci ilə qədər), Tiflis: Kolori Yayınları. Mərdanov, M. (1959). 50 il Azərbaycan səhnəsində (Xatirələrim), Bakı: Azərbaycan Uşaq və Gənclər Ədəbiyyatı Yayınları. Paşayev, Ə.; Bayramov, N. və Qocayeva-Məmmədova, G. (2012). Gürcüstanda Azərbaycan məktəbləri, Tiflis: Tbiliselebi Yayınları. Sarabski, H. (1982). Köhnə Bakı, Bakı: Yazıçı Yayınları. Şərif, Ə. (1977). Keçmiş günlərdən. Xatirələr, Bakı: Azərnəşr. საქართველოს დემოკრატიული რესპუბლიკის სამართლებრივი აქტების კრებული: 1918-1921 (Gürcüstan Demokratik Respublikasının hüquqi aktları: 1918-1921), tərtibçilər: E.Qurqenidze, V.Şaraşenidze. (1990), Tiflis: Tsodna Yayınları. 195 INFLUENCE OF THE MODERN GREEK LANGUAGE AND CULTURAL CENTER AT BAKU SLAVIC UNIVERSITY ON THE RELATIONS BETWEEN AZERBAIJAN AND GREECE Ilyas HUSEYNOV BAKÜ SLAVYAN ÜNİVERSİTESİNDEKİ MODERN YUNAN DİLİ VE KÜLTÜRÜ MERKEZİNİN AZERBAYCAN-YUNANİSTAN İLİŞKİLERİNE ETKİSİ Öz Modern dönemde Yunanca öğrenmek hem kardeş Türkiye hem de Azerbaycan için önemli bir öneme sahip olmakla kalmaz, aynı zamanda büyük bir stratejik öneme sahiptir. Bakü Slavyan Üniversitesindeki Modern Yunan Dili ve Kültür Merkezinin Azerbaycan-Yunanistan ilişkilerine etkisi adlı tez çalışması 22 Haziran 2004 tarihinde Bakü Slavyan Üniversitesi'nde Yunanistan Cumhuriyeti 14. Cumhurbaşkanı Konstantinos Stephanopoulos tarafından açılan Modern Yunan Dili ve Kültürü Merkezi'nin faaliyetlerinden bahs etmektedir. Modern Yunan Dili ve Kültürü Merkezi, Yunanistan hükümetinin, Yunanistan'ın Azerbaycan Büyükelçiliğinin ve Bakü Slavyan Üniversitesi'nin desteğiyle kurulmuştur. Merkez, iki ülke ve iki halk arasında bir köprü rolü oynamak, Yunanistan'ın zengin tarihi ve etnografisi, sosyal ve felsefi düşünce tarihi, Yunan kültürü, ekonomisi, coğrafisi ve uluslararası ilişkiler hakkında ayrıntılı bilgi vermek amacı ile kuruldu. Merkez, Yunanistan'ın modern Yunan dili, kültürü ve tarihinin öyrenilmesi aynı zamanda da tanıtımını desteklemektedir. Modern Yunanca, 1999 yılından itibaren Bakü Slavyan Üniversitesi'nde öğretilmektedir. Tezde ayrıca merkezin Yunan kültürü, Yunanistanın sosyal ve politik yaşamı, Yunanistan-Azerbaycan ilişkileri ve modern Yunan dili üzerine yuvarlak masalara ev sahipliği yaptığı belirtiliyor. Ana sınıflar Yunanistan'dan konuk uzmanlar tarafından organize edilmektedir. Merkezde üç çalışma odası bulunmaktadır. Merkezin kütüphanesinde, modern çağda Yunan tarihi, kültürü, Edebiyatı, Yunanistan-Azerbaycan ilişkileri üzerine yaklaşık 1000 gazete, dergi, kitap, ders Kitabı, CD, DVD ve ses materyali bulunmaktadır. Burada, ayrıca Yunan klasikleri ile birlikte, yunanca'ya çevrilmiş dünya klasiklerinin eserleri de bulunmaktadır. Merkezde Yunan klasiklerinin eserlerinin Azerbaycan diline, Azerbaycan yazarlarının eserlerinin de yunanca'ya çevrildiğini özellikle kaydedelim. Merkez, Konstantinos Kafavis'in şiirini, Huseyn Cavid'in “Şeyda” adlı drama eserini ve Azerbaycan'ın büyük şairi Mehseti Gencevi'nin eserlerini Azerbaycan diline çevirdi. Merkeze düzenli olarak yeni basılmış kitaplar, dergiler ve ders kitapları Azerbaycan'daki Yunanistan Büyükelçiliği aracılığıyla sağlanmaktadır. Öğrencilerin merkez kütüphanesini kullanma programı ücretsizdir. Anahtar Sözcükler: Yunanistan, Yunanca, Yunan Edebiyatı, kültür, Bakü Slavyan Üniversitesi, eğitim, bilim, kültürel ilişkiler  PhD Candidate; Baku Slavic University International Relations Department, [email protected]. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 201 196 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM Introduction The study of the Greek language in modern times is important relevance for both brotherly Turkey and Azerbaijan, as well as of great strategic importance. This thesis deals with the activities of the Modern Greek Language and Cultural Center, which was opened by the 14th President of the Hellenic Republic Constantinos Stephanopoulos on June 22, 2004 at Baku Slavic University. Reasons for the establishment of Baku Slavic University During the 70 years of the Soviet Union, all relations of Azerbaijan with the peoples of the world, including Slavic and Eastern European countries, were carried out only through the Russian language. At the same time, the people of Azerbaijan, in turn, have benefited from world cultures through the Russian language. National leader Heydar Aliyev always took care of Azerbaijan's education and paid special attention to its development. On his initiative and the decision of the Government of Azerbaijan No. 362 dated November 2, 1972, the Azerbaijan Institute of Russian Language and Literature named after Mirza Fatali Akhundov was restored on the basis of the Azerbaijan Pedagogical Institute of Languages named after Mirza Fatali Akhundov. The Institute provided opportunities for studying, improving the Russian language and other subjects related to it and implementing special programs. However, after Azerbaijan gained independence, the situation changed radically. After that, independent Azerbaijan entered the system of international relations with the countries of the world. Our Republic faced with the need to establish direct relations with the world, including with the Slavic peoples. The creation of the Baku Slavic University (BSU) by great leader Heydar Aliyev was an event born out of the requirements of new conditions. As a result, according to the decree of great leader Heydar Aliyev dated June 13, 2000, Baku Slavic University was established on the basis of the Azerbaijan Pedagogical Institute of Russian Language and Literature named after Mirza Fatali Akhundov. Regarding the establishment of the university, the great leader Heydar Aliyev said: “In 1972, we created a special, high-level institute with all its attributes. Now this is a Slavic University. I think this university has a great future and great prospects. ... the importance of languages for every nation, foreign language in general, the importance of Russian language for Azerbaijanis and Azerbaijani youth did not decrease, on the contrary, it increased. Now it is of great importance to know the Russian language and other European languages. Therefore, we have great hopes for this university (Mərdanov və Şahbazlı, 2005, s. 321). Language factor in modern international relations The importance of the language factor is due to its ability to unite and bring together representatives of different ethnic groups, religions and social groups. Today, changes in the geopolitical map of the world, the intensification of migration flows and the formation of crossborder linguistic communities (Мухарямов и Януш, 2009, c. 39), the expansion of the sphere of influence of world languages lead to the fact that a language in one status or another, as well as linguistic situations (national, subnational, regional, transboundary) become the subject of foreign policy influence (Портнягина, 2008, с. 24). The linguistic dimensions of international political relations create several subdisciplinary analytical perspectives and spaces (Кочетков, 2008, с. 24). In this context, language is becoming an important resource that governmental and 202 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 197 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU non-governmental actors (especially language communities) are beginning to actively use to address their foreign policy issues (Пашаева, 2016, с. 7). The process of starting teaching Greek language at Baku Slavic University For the first time in Azerbaijan, the training of specialists with a wide range of Slavic languages has been implemented at Baku Slavic University. The universality and uniqueness of the university is determined by this. Since 1999, the university has started to accept students in the specialty of “regional studies” and in 2003 it was the first graduation of bachelors in the specialty of Regional Studies. The first graduation of bachelors in Greek studies also took place in 2003. Today, the training of specialists in this specialty continues successfully (Qacar, 2016, s. 10). BSU cooperates with a number of higher education Institutions of Greece, in particular with the Macedonia, National University of Athens and Capodistria. Greek language teachers have been teaching at BSU for several years with the support of the Greek Ministry of Education, and Azerbaijani specialists and students have internships at Greek universities (Azərtac, 2011). Modern Greek Language and Cultural Center (main purpose of creation and directions of activity) The relations between Azerbaijan and Greece go deep into the centuries and cover various areas (Abdullayeva, 2015, s.7). If we look at the depths of history, we can see that there are quite common features that unite the Azerbaijani and Greek peoples. After regaining its state independence, Azerbaijan established direct diplomatic relations with Greece. Mutual visits of the Presidents of the two countries have created favorable conditions for further expansion of these relations. The Modern Greek Language and Cultural Center was established with the support of the Government of Greece, the embassy of Greece in Azerbaijan and Baku Slavic University. The center was opened on June 22, 2004 by the President of the Hellenic Republic Constantinos Stefanopoulos (Modern Greek Language and Cultural Center). Works of Greek thinkers, ancient Greek literature, history and culture are taught at Baku Slavic University. The center was established to play the role of a bridge between the two countries and two peoples, to instill detailed knowledge of the rich history and ethnography of Greece, the history of socio-philosophical thought, Greek culture, economy, geography and international relations. The center promotes the modern Greek language, Greek culture and history. The modern Greek language has been taught at Baku Slavic University since 1999. The Modern Greek Language and Cultural Center for also hosts roundtables on Greek culture, sociopolitical life, Greece-Azerbaijan relations and modern Greek language. Master classes are organized by invited experts from Greece. The center combines three teaching rooms. About 1000 newspapers, magazines, books, textbooks, CDs, DVDs and audio materials on the history, culture, literature of Greece and relations between Greece and Azerbaijan in the modern period are collected in the library of the center. In addition to the Greek classics, there are also works of world classics translated into Greek language. It should be noted that the center translates works of Greek classics into Azerbaijani, and works of Azerbaijani writers into Greek. The center translated Konstantinos Kafavis's poetry into Azerbaijani, Huseyn Javid's drama “Sheyda” and a portrait-essay of the great Azerbaijani poet Mahsati Ganjavi into Greek (Алифли, 2019, c. 79). B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O198 O K 203 The center is regularly provided with newly published books, magazines and textbooks through the Greek Embassy in Azerbaijan. The schedule of students' use of the central library is free. Conclusion The language factor plays a major role in the modern system of international relations. In this regard, the teaching of the Greek language in Azerbaijan is important. The Modern Greek Language and Culture Center at Baku Slavic University also contributes to the development of bilateral relations. It hosts a number of cultural events, meetings with Greek statesmen, scientists, politicians, cultural figures, thematic seminars, lectures, and a Greek language and culture club. The center has a library with materials on Greek history, culture, Azerbaijan-Greece relations in the modern period, and classrooms equipped with technical means. The center's services are used by students of the university specializing in Greece and other European countries, as well as those interested in Azerbaijan-Greece relations. References “Azərtac”, (2011) Yunanıstan Prezidenti Karolos Papulyasa BSU-nun fəxri doktoru diplomu təqdim edilmişdir // 06.04.2011. URL: https://azertag.az/xeber/Yunanistan_Prezidenti_Karolos_Papulyasa_BSU_nun_fexri_do ktoru_diplomu_teqdim_edilmisdir-517777 “Modern Greek Language and Cultural Center” // “Baku Slavic University”. URL: https://bsuuni.edu.az/en/centers/8 Abdullayeva, S. (2015) Azərbaycanla Yunanıstan elm və mədəniyyət işığında // 525-ci qəzet. 12 mart. s. 7. Qacar, M. (2016) Bakı Slavyan Universitetinin tarixindən // “Elmi əsərlər” İctimai-siyasi elmlər seriyası. Birgə nəşr. №1. Bakı-Minsk: Mütərcim s. 4-13. Mərdanov, M., Şahbazlı, F. (2005) Azərbaycanın təhsil siyasəti 1998-2004. I kitab.- Bakı: Çaşıoğlu, 832 s. Алифли, А. (2019) Сотрудничество Азербайджана и Греции в области культуры // Elmi iş. (Humanitar elmlər üzrə aylıq beynəlxalq elmi jurnal) № 2 (3), с. 78-80. Кочетков, В. (2008) Внешняя политика государства в ХХI веке: теория (и), методология, прикладной анализ // Вестник Московского Университета. Серия 18. Социология и политология. № 4. с. 20-34. Мухарямов, Н.М. Януш, О.Б. (2009) Языковые сообщества как форма международнополитического взаимодействия // Вестник Московского Университета. Сер. 12. Политические науки. № 6, с. 37-47. Пашаева, Г. (2016) Мировые языки как составная часть публичной дипломатии. SAM Комментарии. Выпуск XVI, ноябрь 2016. 68 с. Портнягина, И. (2008) Внешняя политика государства в ХХI веке // ОбозревательObserver, № 7, с. 23-35. 199 BURSA IRGANDI ÇARŞILI KÖPRÜSÜ’NDE BİR AHŞAP OYMA USTASI BEKİR USLU Hülya TAŞ Öz Nilüfer nehrinin bir kolu olan Gökdere üzerine 1442 yılında kurulmuş olan Irgandı Köprüsü, Osmanlıların tek arasta köprüsüdür. Tarihi Irgandı köprüsünün 2004 yılında restorasyonunun bitmesiyle burada yer alan dükkânlar çoğunlukla geleneksel el sanatları ile uğraşan ustalara verilmiştir. Bursa’ya gelenlerin ilk olarak ziyaret ettiği yerlerden biri olan bu çarşılı köprü, geleneksel el sanatları ürünlerinin hem icra edildiği hem de sergilendiği yer olması bakımından önemlidir. Önceleri Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından işletilen tarihî köprülü çarşının vakıflara devredilmesiyle birlikte şimdilerde bu çarşıda ahşap oyma, ebru, hat, ney, tezhip, el sanatları ve resim atölyeleri bulunmaktadır. Bu çalışmada Somut Olmayan Kültürel Miras kapsamında yer alan geleneksel el sanatlarından ağaç oyma sanatını icra eden Bekir Uslu’nun çıraklığı, motifleri belirlemesi, eserlerinde kullandığı malzemeler, üretim aşaması, kazanç durumu, sosyal ilişkileri, mesleğinin geleceği ile beklentileri gibi başlıklarda incelenecektir. Bilgilerin elde edilmesinde derleme metotlarından gözlem ve görüşme tekniği kullanılmıştır. Anahtar Sözcükler: Bursa, ahşap oymacısı, geleneksel el sanatları, Irgandı Köprüsü, Bekir Uslu. A WOODEN CARVING MASTER BEKİR USLU IN BURSA IRGANDI ÇARŞILI BRIDGE Abstract Irgandı Bridge, that was built upon Gökdere (a branch of Nilüfer River) in 1442 is the only bazaar-bridge of the Ottoman Empire. After its restoration in 2004, the shops here were given to the traditional handcraft masters. The bridge is one of the most popular sight-seeing locations of tourists. Its importance comes from being a place of both production and sale of the traditional hand-craft items. The ownership of the place once belonged to the Bursa Municipality but now it is transferred to the non-profit organizations. Woodworking, ebru, hat, ney, tezhip, localcraft and painting studios are placed on the bridge. In this study, these will be discussed: Bekir Uslu’s (who is a traditional woodcarving master) apprenticeship, his decision of motifs, the material used by him, process of production, his revenue, his social network, the future of his profession and his expectations. In order to acquire this information, observation and interview methods are used. Keywords: Bursa, woodcarving, traditional handcraft, Irgandı Bridge, Bekir Uslu. Irgandı köprüsü Bursa’da şehrin içinde Yeşil semtini ikiye ayıran Gökdere üzerinde inşa edilmiş erken Osmanlı dönemi mimari eserlerinin en önemlilerinden biridir. Tartışmalı olmakla beraber yazılı belgelere göre 1442 Miladi yılında Irgandî Ali’nin oğlu Hoca Muslihuddin tarafından yaptırıldığı anlaşılan köprü, sonradan Irgandı köprüsü adıyla şöhret bulmuştur.  Prof. Dr.; Bursa Uludağ Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, [email protected]. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 205 200 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM Foto 1: Irgandı Köprüsü Köprü hakkında bize bilgi veren önemli kaynaklardan biri Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesidir. XVII. yüzyılın ünlü Türk seyyahı Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde 640 yılında Bursa’yı ziyaret ettiği zaman Irgandı köprüsünü gördüğünü belirtmiş, köprünün orijinal mimarisinden söz edip köprünün üzerindeki çarşıda 200 kadar hallaç dükkânının olduğunu anlatmıştır. Köprünün orijinal mimarisinden de bahseden Çelebi, köprüye Irgandı adının neden verildiğini de bir efsane ile açıklamıştır (Önge, 1992, s.426). Evliya Çelebi Seyyahatnamesi’nde her ne kadar köprü üzerinde 200 hallaç dükkânının olduğundan bahsetse de gerçekte köprü üzerinde her iki tarafta 16 dükkân olmak kaydıyla 32 dükkân bulunduğu ifade edilmekle birlikte tarihte gerçekleşen çeşitli değişimler sonucu köprü kısalmış dükkân sayısı 22’ ye indirilmek zorunda kalınmıştır (Dostoğlu, 2003, s.9). Foto 2: Evliya Çelebi’nin Irgandı Köprüsü hakkında anlattığı efsanenin bulunduğu pano. Tarihî Irgandı Köprüsü, 1922 yılında Yunanlıların Bursa’yı tahliyesi esnasında dinamitle tahrip edilmiş esaslı bir tamir görmemiş ve çaya düşen taşları kaybolmuştur. 1949 yılında Kazım Baykal’ın girişimleriyle dönemin valisi Haşim İşcan tarafından dükkânsız bir şekilde betonarme olarak onarılan köprü (Kepecioğlu,1992, s.137) yapılan restorasyonlarla aslına uygun bir şekilde bugünkü hâline 2004 yılında Bursa Belediyesi tarafından tamamlanan restorasyonla getirilmiştir. İlk önce Osmangazi Belediyesi tarafından işletilen daha sonra da Vakıflara devredilen bu dükkânlar, geleneksel el sanatları ile uğraşan ustalara sembolik rakamlarla kiraya verilmiştir. 206 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 201 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU Osmanlıların tek arasta taş köprüsü olarak bilinen bu köprünün benzeri dünyada sadece Venedik’te, İtalya’da, Bulgaristan’da bulunmaktadır. Bursa’ya gelen yerli ve yabancı turistlerin ilk olarak ziyaret ettiği yerlerden biri olan tarihî çarşılı köprü, geleneksel el sanatları ürünlerinin hem icra edildiği hem de sergilendiği yer olması bakımından önemlidir. Bu çarşıda ebru, hat, ney, tezhip, el sanatları ve resim, ahşap oyma gibi geleneksel el sanatları atölyeleri bulunmaktadır. Foto 3: Tarihî Irgandı Köprüsü’nün Girişi Bizde bu çalışmada Somut Olmayan Kültürel Miras kapsamında Tarihî Irgandı Köprüsü’nde yer alan geleneksel el sanatlarından ahşap oyma sanatı ve bu sanatı icra eden Bekir Uslu hakkında bilgi vermeye çalışacağız. Ağacın günlük hayatta kullanılmaya başlaması mimarlık, sanat tarihi ve el sanatlarında ahşap işçiliğinin doğmasına yol açmıştır. Pazırık kazılarında ele geçen çeşitli parçalar, Orta Asya Türkleri’nin çok eski tarihlerden beri ahşapla ilgilendiklerini ortaya koymuştur. Radloff’un 1865 yılında Altaylar’daki kurganlarda bulduğu ahşap eşya bu konudaki ilk örnekleri oluşturmaktadır. Leningrad Müzesi’nde muhafaza edilen Hunlar’a ait bu eserler arasında, özellikle içi oyulmuş ağaç gövdesinden yapılmış bir lahit ile bazı at koşumları önem taşımaktadır (Yücel, 1989, s.182). Ahşap oyma sanatı Anadolu’da Selçuklularla gelişmiş ve orijinal üslup yaratmış, beylikler devrinde de aynı gelenek devam etmiş olduğu için bu dönemde büyük ustalıkla işlenmiş birçok eser verilmiştir. Bugüne kalan eserler özellikle cami ve mescitlere ait minberler, rahleler, korkuluklar, pencere ve kapı kanatları, sütun başlıkları, kirişler ve konsollardır. Özellikle ceviz, elma, armut, sedir, abanoz ve gül ağacından yapılan ve büyük zevkle işlenen ahşap malzemede çeşitli teknikler uygulanmıştır. En yaygın teknik oyma ve kabartma olarak adlandırılan işçiliktir. Büyük ustalıkla gerçekleştirilen bu teknikte satıhların işleniş durumuna göre düz satıhlı derin oyma, yuvarlak satıhlı derin oyma, çift katlı kabartma tekniği, eğri kesim tekniği, kafes tekniği ve ajur tekniği olarak adlandırılmaktadır (Öney, 1992, s. 137-139). B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O202 O K 207 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM Foto 4: Ahşap Oyma Ustası Bekir USLU Ahşap Oyma ustası Bekir Uslu Bursa’da Selçuklu ve Osmanlı motiflerini ahşaba işleyen Bekir Uslu, Yozgat’ın Akmadeni ilçesine bağlı Kırlar köyünde nüfus cüzdanındaki tarihe göre 1962 yılında doğmuştur. Yedi kardeşi olan Uslu, ilkokulu bitirene kadar köyden çıkmamıştır. Ortaokul ikiden ayrılan Uslu babasına ve 7 kardeşine yardım etmek için kendisinden iki yaş büyük abisi ve köydeki birkaç arkadaşı ile birlikte 14 yaşında Ankara’ya gidip mobilyacılar sitesinde Ahmet Kılıç ustanın yanında çalışmaya başlamıştır. 1982 yılında askere gitmiş, askerden döndükten sonra da bir müddet ustasının yanında çalışmış, Ustasının da rızasıyla 1984 yılında Ankara’dan ayrılarak Bursa İnegöl’de mobilyacılar çarşısında çalışmaya başlamıştır. Ancak İnegöl’de istediği çalışma ortamını bulamayan Uslu Ankara’ya dönmeye karar vermişken 1985 yılında Bursa’da yaşayan bir arkadaşından ortak dükkân açma teklifi gelince Ankara’ya dönmekten vazgeçer. Bursa’ya gelir ve yerleşir. Uslu, 2004 yılından itibaren Tarihî Irgandı Köprüsü’ndeki atölyesinde çalışmaktadır. Foto 5: Bekir USLU’nun Dükkânın Dıştan Görünümü 208 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 203 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU Foto 6: Bekir USLU’nun Dükkânının İçinden Bir Görüntü Çırak Olarak Çalışma Hayatına Başlaması Ahşap Oyma ustası Uslu işe 14 yaşında mobilya atölyesinde çıraklığa nasıl başladığını şöyle anlatmaktadır: “Güneş doğmadan kalkar kalkmaz kahvaltımızı hazırlardık. Başımızda anne yok, baba yok. Güneş doğmadan 5-6 kişi kahvaltımızı yapardık. Erken gitmemiz lâzım çünkü dükkânı açacağız, sobayı yakacağız. Bizden sonra kalfalar daha sonra da Ahmet usta gelirdi. Kalfalar bir şey yemeden geldilerse parasını verirlerdi. Sen de gider simit, peynir alırsın, sofrasını da kurarsın. Onlar yer, çekilir, başlarlar işe. Sen temizler toparlarsın. Akşam yedide sekizde herkes giderdi. Biz malzemeleri preslerdik. Sonra onları tezgâhlara yerleştirirdik. Bütün dükkânın temizliğini yapar evde sobada yakmak için de talaş alır, evimizin yolunu tutardık. Mobilya atölyesinde başladığında hiçbir işi bilmediğini belirten Usta, zımpara yapmakla işe başladığını zımpara yapmaktan ellerinin hep yara olduğunu ama azmi sayesinde diğer çırakların yapamadığını başarıp bir senenin sonunda oyma kısmında çalışmaya başladığını, mobilya atölyesinde bütün işleri yapabilecek düzeye geldiğinde de kalfa olduğunu belirtmektedir. Usta- Çırak İlişkisi Ustası Ahmet Kılıç’ın kendisinin yetişmesinde önemli etkisi olduğunu belirten Uslu, ustasının mizacının çıraklara yansıdığını ve ustalarını örnek aldıklarını ifade etmektedir. “Ustam da Yozgat’ın Şefaatli köyündendi. Şeker gibi bir insandı. Çalışırken Türk Sanat Müziği’nden şarkılar söylerdi. Ben de çalışırken hep Neşet Ertaş’ın türkülerini dinlerim. Bizim atölyede hiçbir çırağa kötü davranmadı. Başka atölyelerde çalışan arkadaşlarımızla öğle yemeğinde buluşurduk. Top oynardık. O zaman arkadaşlarımız ustalarının kendilerine bağırdığını ve onları tokatladıklarını anlatırlardı. Hatta bu işi ustalar yapmaz daha çok kalfalar yapardı. Benim ustam bu gibi olaylara hoş bakmazdı. Çıraklar arasında da kavga olmasını istemezdi. Ustamızın tabiatı bize de yansıdı.” Uslu, yanında 7-8 çırak çalıştırdığını ama günümüz çırakların kendileri gibi iş yapmadıklarını ve geleneksel el sanatlarına ilgi duymadıklarını belirtmektedir. “Aslında çırak B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O204 O K 209 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM olarak benim yanımda çalışmaya gelenlere benim para vermemem lazım. Çünkü çıraklık eskisi gibi değil. Bizim zamanımızda iş çoktu, biz çok çalışırdık. Gençler sebat etmiyorlar. Çabuk sıkılıyorlar. Ben ona iş yaptırmıyorum ki… Bir sanat öğretiyorum. Devamlı benimle olacak, gelecek, benimle yaşayarak öğrenecek.” Motifin Belirlenmesi Bekir Uslu istediği ahşabı bulunca hangi motifin uygun olacağına karar vermek için uzun uzun düşündüğünü ifade etmektedir. “Bazen ahşaba uzun uzun bakarım. Aklıma yatan, gönlümü tatmin eden münasip bir desen bulamam. Malzememin günlerce beklediği olur. Nihayet ilham gelir ve âdeta ahşabın üzerinde motifi görür gibi olurum. İşte o an tasavvur çemberi tamamlanmış demektir.” (Kiremitçi, 2011, s.84) Kullanılan Malzemeler Ağaç seçimi: Ağaç, kerestecilerden temin edilmektedir. Marangoza kestirilir, biçtirilir ve bir müddet kurutulmaya bırakılır. Çünkü ahşap yaş iken işlenirse çatlamaktadır. Uslu, çalışmalarında genellikle ceviz ağacını tercih ettiğini bu ağacın ince işçiliği kaldırdığını ifade etmektedir. Bununla birlikte gül, kayın, ıhlamur, kestane ağacını da kullanmaktadır. Foto 7: Ceviz Ağacından Yapılmış Sandık ve Kutular 210 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 205 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU Foto 8: Kestane Ağacı Üzerine Yapılan Bir Hat Örneği Foto 9: Kağnı Tekerleği Üzerinde Ahşap Oyma Örneği Tezgâh: Düz tahtadan yapılan tezgâhın üstünde motif çıkarılıp, oyma işlemi yapılır. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O206 O K 211 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM Foto 10: Çalışma Tezgâhı Tokmak: Ağaç tornacısında şekillendirilen tokmağın özellikle sap kısmı ustanın eline uygun bir şekilde yapılır. Meşe ağacından yapılmasının nedeni sert olmasıdır. Tokmak köşeli olmaz. Yuvarlak olmasının nedeni oyma işlemi yapılırken tokmağa bakılmadığı için tokmağın ele değmesini önler. Oyma işleminde metal çekiç kullanılmaz. İskarpinlerin sapı ahşap olduğu için tokmağın sapının da ahşap olması gerekmektedir. Foto 11: Tokmak İskarpela: 20’den fazla çeşidi vardır. Kimi düz kimi olukludur. İskarpela ile dış kesim yapıldığı gibi motiflere kavis vermek için de kullanılır. Motiflerin köşeleri ise V biçiminde olan kalemlerle oyulmaktadır. 212 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 207 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU Foto 12: İskarpela Çeşitleri Tırnak: Keçi tırnağı da denir. Desenin kaba hatlarını almak için kullanılır. Çeşitli ölçülerde vardır. İşkence (Mengene): Malzemenin hareket etmemesi için işkencelerle tezgâha tutturulur. Foto 13: İşkence (mengene) Üretim Aşamaları Ahşap temin edildikten sonra seçilen motifin hangi boyutlarda yapılacağına karar verilir. Episkop makinalarında motif büyültülür ya da küçültülür. Aydıngere kopyası çıkarılır. Motifin altına karbon kağıdı konularak üzerinden kalemle gidilip motif ahşaba geçirilir. Desen ve kabartmaların derinliği tırnakla, iskarpelayla verilir. Motiflerin arasına dolan malzeme temizlendikten sonra pürüzsüz bir görünüm için zımpara yapılır sonra da gomalak denilen bir cila sürülerek işlem tamamlanır. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O208 O K 213 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM Foto14-15: Aydıngere Çizilmiş Desen Örnekleri Foto:16: Hat Deseni Örneği Bekir usta ağacı nasıl işlediğini şöyle anlatmaktadır: “Motifin büyük olması önemli değildir. Ne yapacaksam onu dörde bölüp çeyrek kısmın bir kopyasını çıkarıp ağacın üzerine koyup çizerim. Kağıdı katlayarak birleştiririm. Sonra derinliğini veririm. Bundan sonrası gönül, göz ve el emeğine kalır. Bu işlemleri yaparken de tamamen geleneksel yöntemleri kullanırım”. 214 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 209 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU Foto 17: Bekir USLU’nun Kağıt Üzerine Çizdiği Motif Örneği Uslu yaptığı işlerden bahsetmeyi ve akılda tutmayı sevmemektedir. Muradiye Külliyesi’ndeki ana kapıyı onardığını, Kanada’ya, Danimarka’ya mihrap gönderdiğini, Bursa ve çevresindeki camilerin hatta Akçaabat’ da bir caminin de ahşap oyma işlerini yaptığını atölyeye devamlı gelen arkadaşlarından öğrenebildik. Sosyal İlişkiler Çevresinde yer alan komşularıyla iyi ilişkileri olduğunu ifade eden Uslu, Ramazan ayında orucu beraber açtıklarını, sahura kadar burada kalıp hem çalışıp hem de sohbet ettiklerini belirtmektedir. Ancak son iki senedir çarşıda geleneksel sanatlarla uğraşanların dışındaki kişilere dükkânların kiraya verilmesi ve ticari kaygının devreye girmesiyle şikâyetlerin ve huzursuzlukların olduğunu, eski samimiyetin kalmadığını ifade etmektedir. Görüşmemiz esnasında Uslu’nun atölyesine yanındaki dükkânlarda çalışan arkadaşları, ustayı iş yaparken görmek isteyen meraklı yerli turistler ( Covid 19 salgınına rağmen), ziyarete gelen dostları ile boş kalmamaktadır. Uslu’nun gelen misafirlerine devamlı taze çay ikram etmesi de sohbetlerin derinleşmesine vesile olmaktadır. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O210 O K 215 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM Foto 18: Uslu Gelen Her Misafirine Çay Demleyip İkram Ederken Foto 19: Uslu Atölyesine Devamlı Gelen Dostlarıyla Sohbet Ederken Mesleğin Geleceğine Bakış Uslu, bu sanatı uzun zamandır yapmasına rağmen kendinin talebe olduğunu ifade etmektedir. Bildiklerini öğretmek içinde halk eğitim merkezlerinde ders vermek istemiş ancak kendisinden eğitim belgesi istenince hevesi yarıda kalmış. “Ben çıraklıktan yetişmişim. Şimdi gidip kimden belge alacağım. Meslek lisesi hocası ders verebilir ama yaptığım işi benim gibi anlatamaz, gösteremez. Her şeyden önce kursiyerler atölyenin kokusu alacaklar. İşin derinliğini hissedecekler.” 216 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 211 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU Bekir Uslu’nun Yaptığı Ürünlerden Bazı Örnekler Foto 20: Daire İçi Hatai Kenarları Rumi İşlenmiş Tavan Göbeği Örneği Foto 21-22: Ahşap Oyma Tekniği ile Yapılmış Kavukluk ve Ahşap Üzerine Oyulmuş Hat Yazısı Örneği B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O212 O K 217 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM Foto 23-24: Ahşap Saat ve Kavukluk Foto 25-26: Ahşap Üzerine Yapılmış Bursa Evleri Tasviri ve Bekir Uslu’nun Çırağına Yaptırdığı Rahle 218 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 213 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU Foto 27: Ahşap Cami Penceresi Örneği Sonuç Sonuç olarak Ankara ‘da mobilyacılar sitesinde çalışmaya başlayıp 1985 yılında Bursa’ya gelen ve 2004 yılından itibaren de Tarihî Irgandı Çarşılı Köprü’sünde geleneksel ahşap oyma sanatını icra etmeye çalışan Selçuklu ve Osmanlı motiflerini ahşaba işleyen Bekir Uslu’nun 7-8 çırağı olmuş ancak devam ettiren olmamıştır. İki oğlu olan Uslu’nun da çocukları bu mesleğe ilgi duymamaktadır. Günümüzde geleneksel mesleklere ilgi duyanların daha çok emeklilerin ve kadınların olduğu, hobi olarak başladıkları bu sanatın güç ve kuvvet gerektirdiğini tecrübe edince de bıraktıkları ifade edilmektedir.. UNESCO’nun Somut Olmayan Kültürel Miras kapsamında geleneğin ustaları Yaşayan İnsan Hazineleri olarak tanımlanmaktadır. (Oğuz, 2008,s.9) 14 yaşından beri bu mesleğin içinde olan gerekli mesleki bilgi ve birikime sahip olan, hâlâ öğrenmesi ve geliştirmesi gereken şeyler olduğunu belirten, teknolojinin sağladığı imkânları kullanmayan, tamamen el işçiliğine dayanan eserlerinin devamı ne yazık ki mesleğini kendisinden sonra devam ettirecek bir çırağı olmadığı için şimdilerde bu mesleğin sürdürülebilirliğini sağlayamamaktadır. Mücadeleci bir yapısı olmadığı, bürokratik işlemleri sevmediği ve sanatı değerlendirilmek isteniyorsa kendi atölyesinde uzmanların gelip değerlendirme yapmasını beklediği için de Yaşayan İnsan Hazineleri’ne aday olarak başvuramamaktadır. Kaynaklar Dostoğlu, N.(2003). Irgandı Köprüsünün tarih içindeki gelişimi. Bursa Araştırmaları Dergisi, 1, s. 912Kepecioğlu, K. (1992). Irgandı Köprüsü. Bursa Kütüğü, Cilt II. Bursa: Bursa Büyükşehir Belediyesi Yayınları. Kiremitçi, D. (2011). Cumhuriyet döneminde (2005’ten günümüze) Bursa Irgandı Köprüsü’ndeki geleneksel el sanatları üzerine halk bilimsel bir inceleme. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara: Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Oğuz, Ö.(2008) UNESCO ve geleneğin ustaları. Millî Folklor, 20(77), 5-10 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O214 O K 219 Öney, G.(1992). Anadolu Selçuklu mimari süslemesi ve el sanatları. Ankara: Türkiye İş Bankası Yayınları. Önge, Y. (1992). Bursa'da Irgandı Köprüsünün orijinal mimarisi. Vakıflar Dergisi, 13, 425-447. Yücel, E. (1989). Ahşap. İslam Ansiklopedisi, Cilt 2. İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. 215 KOCAELİ ETNOGRAFYA MÜZESİNDEKİ OSMANLI KUMAŞLARININ YÜZEY TASARIMININ İNCELENMESİ Melek YILDIZ Öz Osmanlı İmparatorluğu’nun gücünü ve görkemini yansıtan kumaşlar 16. yüzyılda teknik, desen ve tasarım açısından en parlak dönemini yaşamıştır. Bir statü sembolü olan saray kumaşları 17. yüzyıldan sonra sanayileşmenin etkisiyle eski değerini yitirmiştir. Çalışmada, Kocaeli Etnografya Müzesi’nde bulunan 19. ve 20. yüzyıla tarihlenen Osmanlı kumaşları, desen, kompozisyon, renk ve teknik açıdan incelenmiştir. Söz konusu kumaşların en önemli özellikleri, ipek kumaş, klaptan, sırma ile dokunmaları ve kendi içinde eşsiz motiflere sahip olmalarıdır. Etnografik eserler içerisinde teşhir salonunda ve depoda bulunan 904 adet tekstil ürünleri arasından sık rastlanılan kumaş çeşitleri olarak Düz Pamuklu, Abani, Şib, İpekli Brokar, Atlas (İpek) ve Kadife örneklerinden giyilebilir kumaş olarak 130 adet yer almaktadır. Bu kumaşlardan Atlas, Şib ve Hereke Brokar İpeklisi örnek olarak alınarak dokuma özelliği, desen ve komposzisyon özelliklerine göre 5 adeti çalışma kapsamına alınmıştır. Kumaşların fotoğrafları çekilerek, kompozisyon şeması çıkartılarak ve motifleri çizilerek katalog çalışması yapılmıştır. Nitel araştırma yöntemi kullanılmıştır. Literatür taramasıyla konunun teorik kısmı desteklenmiştir. Elde edilen bulgular sonuç kısmında paylaşılmıştır. Müze’de daha önce bu konu üzerine akademik çalışmanın yapılmamış olması, araştırmanın önemini arttırmıştır. Bu nedenle, söz konusu kumaşların tasarım özelliklerinin incelenerek, literatüre kazandırılması hedeflenmiştir. Anahtar Sözcükler: Kumaş, Osmanlı Kumaşları, Kocaeli Etnografya Müzesi Kumaşları, Osmanlı Tekstil Ürünleri, Osmanlı Tekstil Ürünleri Yüzey Tasarımı. RESEARCH OF THE SURFACE DESIGN OF OTTOMAN FABRICS AT THE KOCAELİ ARCHAEOLOGY AND ETNOGRAPHY MUSEUM Abstract In the 16th century, it experienced its brightest period in the technique, pattern and design phase. It lost its former value after the 17th century with the effect of industrialization. In the study, Ottoman fabrics, dating back to the 19th and 20th centuries in Kocaeli Ethnography Museum, include patterns, composition, color and technical features. The most important features of these fabrics are that they are woven with silk fabric, lapel, and have unique motifs. There are 130 wearable fabrics from Plain Cotton, Abani, Shib, Silk Brocade, Atlas (Silk) and Velvet samples. Atlas, Shib and Hereke Brocade Silk, for example, according to the woven weaving feature, pattern and composition features, 5 of them according to the scope of the study. It is under catalog work by taking photos of the fabrics, drawing the composition scheme and drawing “19. ve 20. Yüzyıl Osmanlı Kumaşlarındaki Desen Tasarımları: Kocaeli Etnografya Müzesi Örneği” başlıklı tezden üretilmiştir.  Yüksek Lisans Öğrencisi; Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimleri Enstitüsü, [email protected].  B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 221 216 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM the motifs. Under the qualitative research method. The theoretical part of the subject was supported with the literature review. The findings were shared from the results review. In Academic, it has increased the importance of research on this subject before. In this regard, it is aimed to examine the design features of these fabrics and obtain literature. Keywords: Fabric, Ottoman Fabrics, Kocaeli Ethnographic Museum Fabrics, Ottoman Textile Products, Ottoman Textile Products Surface Design. Giriş Tarihi yüzyıllara dayanan dokuma kumaşlar, Türk tekstil sanatı içerisinde önemli bir yer tutmaktadır. Zengin motif çeşitliliğiyle Saray Kumaşları olarak da adlandırılan Osmanlı dokuma kumaşları, teknik ve sanatsal özelliği ile dönemin statü sembolü hâline gelmiştir. Bu kumaşlar, toplumun din, kültür, siyasi ve sosyo-ekonomik durumunu rengiyle, deseniyle, zengin malzemesiyle yansıtarak sözsüz bir dil olmuştur. Kültürel miras olarak günümüze kalan bu kumaşlar, Türkiye’nin farklı illerindeki müzelerde sergilenmektedir. Bu müzelerden birisi de zengin kültürel bir geçmişe sahip Kocaeli Etnografya Müzesi’dir. Müze, 1873’de Kocaeli ili, Merkez İlçesi, Eski Gar alanı ismiyle anılan, 1873 yılında demiryolunun yapımından sonra Alman Mimar Otto Ritter tarafından yapıldığı düşünülen gar binası ve bu alana ilerleyen yıllarda eklenen yapı topluluklarından oluşmaktadır. Tamamı 19 dönüm olan alanın planlama çalışmaları sırasında 11 dönümlük kısmı Arkeoloji ve Etnografya Müzesi’ne ayrılarak Müze fonksiyonu verilmiştir. Müze alanı içerisinde Tamir Atölyesi, Su Deposu, Lojman Binası gibi daha önce işlevine ait yapılar bulunmaktadır. Alanda bulunan iki adet tekel binasının birleştirilerek teşhir salonları, eser deposu ve 131 kişilik konferans salonu oluşturulmuştur. Yeni müzenin tamamlanması ile Saatçi Ali Efendi Konağında hizmet veren müze bu yeni alana taşınmış ve 20 Haziran 2007 tarihinde müze yeni teşhiri ile beraber ziyarete açılmıştır. İdari bina olarak gar alanı içerisinde bulunan yapılar değerlendirilmiştir. Eserlerin teşhir edildiği Müze binası Arkeolojik ve Etnografik eserlerin sergilendiği birbirine geçmeli 2 ayrı salondan oluşmaktadır. Arkeolojik eser salonunda Paleotik Çağdan İslami Döneme kadar olan eserler sergilenmektedir. Etnografik eser salonunda ise, günümüze kadar süre gelen zaman zarfı içerisinde halkın gelenek ve göreneğini yansıtan günlük yaşamda kullanılmış eserler sergilenmektedir. Bölgede yapılan Çukurbağ kazısından gelen yüksek kabartma taş eserlerin teşhirine yönelik ise yine gar alanı içerisinde bulunan Hangar binası değerlendirilmiş ve teşhir çalışmalarına başlanmıştır (Kaya, 2008, s. 104-107). Müzede sergilenen Arkeolojik eserler; 2320, Etnografik eserler; 1951, Sikkeler; 5405 adet olup, toplam eser sayısı; 9676 adettir. Müze pazartesi günleri hariç haftanın diğer günleri mesai saatleri içerisinde ziyarete açık olup, kültür bakanlığı tarafından ücretlendirilmiştir Ö. Titiz (kişisel iletişim, 7 Eylül 2019). Çalışmanın yapıldığı Kocaeli Etnografya Müzesinin deposunda muhafıza edilen ve teşhir salonunda sergilenen işlemeli ve kedinden desenli giyilebilir veya örtülebilir kumaşların desenleri tasarım açısından incelenmiştir. Müzedeki kumaş örnekleri arasında işlemeli uçkurlar, kaftanlar, cepkenler, keseler, oyalı yazmalar, bindallılar, peşkirler, elbiseler, para keseleri yer almaktadır. Ancak çalışma kapsamına elbise, üç etek, şalvar formunda karşımıza çıkan kumaşlar alınmıştır. Kumaşlar incelendiğinde Düz Pamuklu, Abani, Şib, Hereke İpekli Broker, Atlas (Saten) ve Kadife adı verilen Osmanlı Saray kumaşlarını kısmen yansıttıkları görülmüştür. Bu kumaşlar Osmanlı’nın son çeyreğinde kullanılmış olan satın alma veya müzeye hediye edilmiş 222 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 217 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU parçalardır. Desen, motif ve teknikleri incelendiğinde cumhuriyet dönemine daha yakın bir zaman dilimine ait ve Avrupa’dan etkisi görülen örneklerdir. Bu kumaşlarını yorumlayabilmek için öncelikle Osmanlının kumaş tarihinde geçirmiş olduğu süreçlere değinmemiz gerekmektedir. Her ne kadar kumaş ve dokuma tarihi insanlığın varoluşuna dayanmış olsa da, Osmanlı kumaşları başlangıç noktası 15. ve 16. yüzyıllar olarak tarihlendirilmektedir. 15. yüzyıl saray kumaş arşivinin tutulmaması nedeniyle 15. Yy kumaşları ile ilgili yeterli bilgi edinilememektedir. Fakat 16. yüzyılda en parlak dönemini yaşayan kumaşların süreç içerisindeki değişim ve dönüşümü hakkında ki bilgilere dayanarak, araştırma kapsamına alınan örnekleri inceleyebilmek mümkündür. Buna bağlı olarak Müze’de bulunan birçok tekstil ürünü içerisinde 19. ve 20. Yüzyıla tarihlenen Osmanlı kumaşlarını karşılaştırmak mümkün olduğundan, Batı etkisinin yoğun olarak yaşandığı dönemden izler taşıdığını söylemek mümkündür. Çalışmanın amacı, söz konusu müze yetkilileri ile yapılan görüşmeler ve literatür taramaları sonucunda, buradaki kumaşlar üzerine bilimsel araştırma yapılmamış olması çalışmanın önemini arttırmıştır. Bu bakımdan söz konusu kumaşlar arasından kumaş özellikleri açısından 5 adet örnek çalışma kapsamına alınmış ve tasarım özellikleri incelenmiştir. Bu çalışma nitel araştırma yöntemi ile hazırlanmıştır. Bu makalenin konusu Kocaeli İli Etnografya Müzesi deposunda ve teşhirde sergilenen 19. ve 20. yüzyıl Osmanlı kumaşlarıdır. Osmanlı Kumaşları Geleneksel dokumalar en eski medeniyetlerden bugüne gelişimini devam ettirerek gelmiştir. Göktürk, Hun, Uygur gibi göçebe Türk toplulukları dokumacılık geleneğini sürdürmüş, ipekli dokumalar ticarette para yerine kullanmıştır (Akpınarlı, 1996, s. 11). Bilindiği üzere, 15. - 20. yüzyılları arasında Osmanlı İmparatorluğu, coğrafi konumu itibariyle dokumacılık dışında diğer sanat dalları içinde zengin kaynaklara sahiptir. Bu nedenle, birçok sanat ve zanaat kolunun devletlerarası etkileşimine aracı olmuş; kendi sanat ve zanaatlarını onlara da aktarmış; üretimlerine yeni teknik, malzeme, motif ve süsleme araçları ekleyerek tasarım ve dokumacılıkta zenginleşmiştir (İnalcık, 2008, s. 13). Devlet, topraklarını genişletirken, yönetimi altındaki saray, askeri ve sivil halkın giyim kuşamı üzerinde sık sık değişiklikler yapmıştır. Devlet yapısında olan bir değişiklik önce askeri sonra halk giyimine yansımıştır. Bu nedenle, Osmanlı dönem kıyafetlerinde birçok değişim ve düzenlemeler olmuştur (Küçükerman, 1996, s. 13). Dokumacılığın; Osmanlı’nın kültürüne, refah düzeyine, sanat ve tekniğine göre ilerlemesi ve ham maddeye ulaşımını kolaylaştırmış olması, kalite ve çeşitliliği arttırmıştır. Bir bakıma, tüketim ve ticaret arasında denge kurularak dokumacılığın yanı sıra diğer sanat ve zanaat dallarının da gelişimini sağlamıştır (Gürsu, 1988, s. 17). 15. yüzyılda Osmanlı giyim arşivi tutulmamasından dolayı, Kumaşlar ile ilgili bilgiler Avrupalı gezginlerin yazılı kayıtlarından, tablolarından, Türk nakkaş ve ressamlarının eser ve minyatürlerinden yola çıkarak yorumlanmıştır (Hasarlı, Ocakoğlu ve Kıcıroğlu. 2010, s. 1-2). Günümüzde müzelerimizde bulunan pek çok giysi, saray mensuplarına ait giysilerin bir kısmını oluşturmaktadır (Öz, 1946, s. 8). Saray mensuplarının giyime-kuşama önem verdiklerinin ve kalitesi yüksek kumaşları kullandıklarının kanıtı günümüze kadar gelmiş kumaş örneklerinde görülmektedir. 16. yüzyıldan 20.yüzyılın ilk çeyreğine kadar saklanıp, arşivlenmiş ve hâlâ müzelerde etnografik eserler arasında sergilenen Osmanlı padişah ve şehzade kaftan ve elbiseleri bizlere daha somut bilgiler verebilmektedir (Akpınarlı ve Balkanal, 2012, s. 180-181). B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O218 O K 223 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM 19. Yüzyılda Meşrutiyet’in ilanından itibaren Avrupa modası etkisi, kıyafetlerin motif ve modellerinde yansımıştır. İncelenen örneklerdeki 19. yüzyıl kadın kıyafetlerine bakıldığında; üç etek, entari, şalvar, elbise, kaftan, gömlek ve yeleklerden oluşmaktadır. 19. yüzyılın başlarında erkek kıyafetleri, yüzyılın ortasından sonra kadın kıyafetlerinde bu moda etkisiyle değişim görülmektedir. Bu kumaşlar, Osmanlı kültür ve zevkinin ince detaylarını yansıtmaktadır. Günlük hayatın her alanında karşımıza çıkan bu kumaşlar, hassas malzemelerden yapıldığından ötürü, iyi koşullarda saklanamamış veya tadilat görmemiş; bazı kumaşlar ise günümüze ulaşamamıştır (Hasarlı, Ocakoğlu ve Kıcıroğlu. 2010, s. 1-2). 19. yüzyılda Lâle Devri’nin başlamasıyla ve Sultan III. Ahmed’in bir fermanla gümüş sırmalı kumaşların yapımını yasaklamıştır. (Rasim, 1994, s. 163-169). Saray kumaşlarının yanı sıra halk dokumaları daha ucuz fakat yine de işlemelidir. Kendinden desenli (dokuma esnasında oluşturulan desenler ya da baskılı kumaşlar), işlemeli ve yardımcı gereçlerle süslenmiş düğün, tören, günlük giysi örneklerinin bir kısmı çeyiz yoluyla günümüze kadar gelebilmiştir. Müze koleksiyonlarında ve özel koleksiyonlarda muhafaza edilen bu kumaşların bir kısmı onarım ve bakım görmüşken bir kısmı ise restorasyon alanında uzman kişilerin yeterli olmayışı veya orijinalliği bozulur endişesi ile onarım görmemiş, çürümeye yüz tutmuştur. Kumaşlar genel olarak dokuma atölyelerinin bulunduğu şehirlere, renk sayısına, desenine, kullanım alanlarına ve dokuma tekniklerine göre isimlendirilmektedir. Bu kumaşlar dokundukları şehre göre; Halep kumaşı, Bursa kumaşı gibi, kullanıldıkları yere göre; Trablus kuşağı, Konya Sevaisi gibi, şahıs isimlerine göre; Hacı Ali bezi, Bakkaloğlu işi, Selimiye gibi adlar almışlardır. Bu kumaşlar tekniklerine göre Kadife, Çatma, Kemha, Seraser, Atlas, Canfes ve Kutnu olarak adlandırılırlar. Renk sayısına göre adlandırılanlar; Serenk, Heftrenk, desenine göre adlandırılanlar ise; Gülistanî, Çınarlı, Benekli gibi kumaşlardır (Yetkin, 1993, s. 332). Bu dokumaların ortak özellikleri ham ipekten dokunmaları, bazılarında altın ve gümüş iplikler ve kIlaptan kullanılmasıdır (Gümüşer, 2011, s. IV). Dönemin dokumalarına gelindiğinde, sıklıkla yünlü kumaşlar, Bursa ipeklileri, Kutnu, Serenk, İpekli Brokar, Çatma, Zerbaft, Seraser, Atlas, Heftrenk, Gülistanlı, Çınarlı, Benekli, Canfes, Kadifeler ve Hatayi türleri karşımıza çıkmaktadır (Akpınarlı ve Başaran, 2018, s. 28-36). Daha öncede bahsedildiği gibi, Osmanlı kumaşları estetik değerlerinin yanı sıra renkleri ve motifleri bakımından zengin bir çeşitliliğe sahiptir. Kumaşlar üzerindeki her bir motif ve renk, hem estetik hem de anlam bakımından önemli bir değer taşımaktadır. Özellikle saray kumaşlarını süsleyen motifler, rastgele oluşturulmamış; her bir motif onu tasarlayan ve giyen kişiyi ya da bulunduğu dönemin yansıtıldığı görsel bir dil olmuştur. Kocaeli Etnografya Müzesi Osmanlı Kumaş Örnekleri Çalışma kapsamında dönemin Osmanlı kumaş motiflerinden sıklıkla kullanılan Avrupa üslubu bitkisel bezemeler dikkat çekmektedir. Kumaş üzerine motiflerin demet hâlinde, sıralı, sıralı serpme ve birkaç farklı kompozisyonun ve tekniğin bir arada uygulandığı görülmektedir. 224 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 219 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU Fotoğraf 1: (solda). Hereke İpekli Brokar, 19. ve 20.yy, Env. No:2007/348. Kocaeli Etnografya Müzesi. ( Fotoğraf Çekim Tarihi: 06.09.2019) Çizim 1. Hereke İpekli Borakar (Yıldız, 2019) Eserin Adı: Üç Etek Entari Müzeye Geliş Tarihi: Envanter kayıtlarına alınmamıştır. Ölçü: Kol: 56 cm Boy: 131 cm Malzeme ve Gereçler: ipek ve pamuklu iplik, sim sırma, pamuklu dokuma, sırma harç Teknik: Bezayağı dokuma tekniğidir. Çözgü ipliklerinde sarı sırma, atkı ipliklerinde ise açık yeşil, mavi, lacivert, pembe ve mor renkli ipliklerin saten örgüsü, atlas görüntüsü vermektedir. Renkler: Mor, mavi, lacivert, pembe, altın rengi sim sırma, yeşil. Tasarım Özellikleri: Bitkisel bordürlü (Yollu); sıralı renkli ince ve kalın aralıklı dikey şeritler içerisine yerleştirilmiş, birbirini takip eden düzenli sıralı lale motifi, geometrik motif, mine ve yaprak motifleri bulunmaktadır. Örnekte en belirgin motif lale motifidir. Osmanlı sanatında kullanımı hakkındaki tanımlamalarına baktığımızda; Osmanlı’da 18. yüzyıl Lale Devri olarak adlandırılmıştır, Sultan III. Ahmet Döneminde çiçekler stilize edilerek, dönemi simgeleyen Lale ile ilgili birçok kompozisyon ile süsleme sanatımızın pek çok dalında uygulanmaya başlanmış ve döneme damgasını vurmuştur (Duran, 2018, s.186). Lâlenin Osmanlı Devleti tarafından ilgi görmesinin B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O220 O K 225 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM en önemli nedenlerinden biri Arapça yazıldığın da, Allah lafzında bütün harfleri kapsamaktadır. Harflerin karşılığındaki sayıların hesaplanmasına dayanan yönteme göre “Allah” lafzı ile “ lâle” kelimesinin aynı sayılara karşılık gelmesidir. Lâle, Arap harfleri ile yazılıp, tersinden okunursa Hilal =Ay olur; Hilal veya Ay da Osmanlı’nın simgesidir (Türk Ansiklopedisi, 1975, s. 459). Lale motifi bu neden ile Osmanlı sanatında sıklıkla kullanılan bir motif olmuştur. Fotoğraf 2: (solda). Atlas, 19. ve 20.yy, Env. No: 2007/354; Kocaeli Etnografya Müzesi. ( Fotoğraf Çekim Tarihi: 06.09.2019) Çizim 2. Atlas (Yıldız, 2019) Eserin Adı: Üç Etek Entari Müzeye Geliş Tarihi: Envanter kayıtlarına alınmamıştır. Ölçü: Kol: 47 cm Boy: 138 cm Malzeme ve Gereçler: İpek iplik, pamuklu iplik, altın kılaptan, pamuklu dokuma, sırma harç Teknik: Çözgü yüzlü ipekli dokuma Renkler: Mor, kırmızı, açık mavi, altın rengi sim sırma, açık yeşil Tasarım Özellikleri: Kumaş zeminin de kendi mor renginde sıralı küçük mineler ve dallarla dokuma sırasında desenler oluşturulmuştur. Bu desenler kumaşa yakından baktığımızda görülmektedir. Kumaş yüzeyinde, altın rengi tel, kırmızı, yeşil, mavi renk atkı iplikleriyle, iri 226 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 221 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU dal, iri yapraklar, gül motifi ve püsküller ile bezenmiş sıralı desen mevcuttur. Dal ve yapraklarla aynı renkte olan püsküller motife hareket kazandırmıştır. Kumaş üzerindeki motiflerin yorumları incelendiğinde; Osmanlı’da gül motifinin anlamı, İslam felsefesinde Peygamber efendimizi temsil etmesinden dolayı önemi büyüktür ( Açıl, 2015, s. 5-11). İslam inancında ve tasavvuf da gül, ilahi güzelliği, duruluğu, teslimiyeti temsil etmektedir. Tasavvufda gonca gül birliği, açılmış gül birlikte çokluğu temsil etmektedir. Gonca gül ise insanın kendisi ve yaratıcıyla baş başa kalmasını sembolize etmektedir. Ayrıca kuruyan gülün her baharda yeniden canlanmasından dolayı yeniden dirilişi ve ebediyeti simgelemektedir (Çelikdağ, 2017, s.107). Fotoğraf 3: (solda). Atlas, 19. ve 20.yy, Env. No: 2007/360; Kocaeli Etnografya Müzesi. ( Fotoğraf Çekim Tarihi: 06.09.2019) Çizim 3. Atlas (Yıldız, 2019) Eserin Adı: Şalvar Müzeye Geliş Tarihi: Envanter kayıtlarına alınmamıştır. Ölçü: Bel: 92 cm Boy: 107 cm Malzeme ve Gereçler: İpek iplik, pamuklu iplik, altın kılaptan Teknik: Çözgü yüzlü ipekli dokuma Renkler: Mavi, krem rengi Tasarım Özellikleri: Motifler olarak kumaş yüzeyinde, yaban gülü, üzüm salkımı ve asma yaprağı bulunmaktadır. Bu motifler sıralı serpme şeklinde dokunmuştur. Asma yaprakları B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O222 O K 227 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM sonsuzluk, üzüm= bereket ve cennet meyvesi olarak, yaşam ve ölümsüzlük ile ilişkilendirilmiştir (Çal ve İltar, 2011, s. 45). Fotoğraf 4: (solda). Atlas, 19. ve 20.yy, Env. No:508; Kocaeli Etnografya Müzesi. ( Fotoğraf Çekim Tarihi: 06.09.2019) Çizim 4. Şib (Yıldız, 2019) Eserin Adı: İçli-Dışlı cepken Müzeye Geliş Tarihi: 22.10.1982 Ölçü: Kol: 45 cm Boy: 45 Malzeme ve Gereçler: İpek iplik, pamuklu iplik, altın kılaptan, sarı sırma ve pembe harç, içlikte pamuklu dokuma Teknik: ipekten, atlas zemin üzerine kılaptan (telin) kullanılan dokuma iplik Renkler: Mavi, sarı kılaptan, harçta pembe ve sarı sırma , içlikte yeşil ve pembe ipek Tasarım Özellikleri: Mavi zemin üzerinde yaban gülü motifi sarı klaptanlarla dokunmuş, oval formda dikey olarak kaydırılmış tekrarlı desenden oluşmuş kompozisyondur. Cepkenin kol ve yaka kısımları kordon veya sutaşı ile süslenmiştir. Kötü saklama koşulları, onarım görmemiş olması nedeniyle ceket kolları gövdeden ayrılmış, kumaşta tahribatlar oluşmuştur. 228 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 223 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU Fotoğraf 5: (solda). Atlas, 19. ve 20.yy, Env. No: 2007/330; Kocaeli Etnografya Müzesi. ( Fotoğraf Çekim Tarihi: 06.09.2019) Çizim 5. Atlas (Yıldız, 2019) Eserin Adı: Kız Çocuk Elbisesi Müzeye Geliş Tarihi: Envanter kayıtlarına alınmamıştır. Ölçü: Kol: 48 cm Boy: 112 cm Malzeme ve Gereçler: İpek iplik, sarı kılaptan, yakada- kollarda bej renk tül ve harç, yaka kısmında üç adet kumaş çiçek Teknik: Çözgü yüzlü ipekli dokuma Renkler: Bej, pembe, altın rengi sim sırma Tasarım Özellikleri: Bel ve kolları büzgülü, kol manşetleri ve yaka dantel ve harç detaylı atlas kumaştan dikilmiştir. Pembe çözgü iplikleri üzerine altın kılaptan çözgü iplikleri ile papatya, krem rengi pamuklu iplik ile demet gül, başak ve stilize bulut motifleri (Dolantı-çizgi bulut) düzenli sıralı bir şekilde dokunmuştur. Dokuma yüzeyinde klaptanla kabartılmış yaban gülü motifi, bulut ve diğer kompozisyon ögeleriyle birlikte hareket ve ahenk kazandırmıştır. Buğday başağı, yeniden doğuş ve bereketi simgelemektedir (Gümüştekin, 2011, s. 103118). Bulut motifi yüzyıllara dayanan geçmişi ile kendisine özgü üslub ve doğadan stilize edilerek kullanılmıştır. Geleneksel Türk Sanatlarımızda süsleme öğesi olarak kullanılmıştır. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O224 O K 229 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM (Akar ve Keskiner, 1978, s. 13). Çin sanatlarında yaygın olarak kullanılan bulut motifi, mitolojik varlıklar olan Ejderha ve Simurg’un mücadele sahnelerinde öfke-hırs ile burunlarından çıkan ateş ya da buhar olarak sembolize edilmektedir (Birol ve Derman, 1995, s. 153; Birol, 2012, s. 61-62). Bir başka inanışa göre Bulut motifi; geçmiş Türk ve Çin inançlarında yağmur yağdırdığına inanılan Ejderha’nın bulut şeklinde üsluplaştırılmış hâli olarak kabul edilir ve “çiğ” olarak adlandırılır (Özcan, 1990, s. 8). Bulgular Müzede bulunan etnografik eserler içerisinde teşhir ve depoda bulunan 904 adet tekstil ürünleri arasından sık rastlanılan kumaş çeşitleri olarak Düz Pamuklu, Abani, Şib, İpekli Broker, Atlas (Saten) ve Kadife örneklerinden 130 adet yer almaktadır. Bu kumaşlardan 5 adeti dokuma özelliği, desen ve komposzisyon özelliklerine göre seçilmiş; kumaşların desenleri incelenerek çizimleri yapılmış ve desenlerin anlamları açıklanmaya çalışılmıştır. Müzede kapsamında ki Şib, Hereke İpekli Brokar, Atlas dokumları tanımlamak gerekirse; Şîb: İpek iplikten ve kılaptan ile dokuması zenginleştirilmiş bir kumaştır. Telli ya da sade olarak iki çeşidi bulunmaktadır ve İstanbul Şib’i meşhurdur. Anadolu’da dokunanlar ise, ipekten olup, atlas zemin üzerine da kullanıldığı yerel dokumalardır (Tezcan, 1993, s.33). Hereke İpek Brokar: Çözgüsü renkli ipliklerden oluşmakta, saten örgüsü, atlas görüntüsü vermektedir. Motifleri atkı takviyeli iplikler oluşturmaktadır. Zemin dokuma tekniği bezayağıdır. Zemini farklı kalınlıkta ve renkte atkı ipliği ile çözgüler arasından bir alt bir üst gidiş-dönüş yapılarak enine çizgiler oluşturulmaktadır. Çözgüde ikinci bir renk ile boyuna çizgiler oluşturulmaktadır. Kilim dokumalarında olduğu gibi çözgü ipliklerinin arasından renkli atkı ipliklerinin bir desene bağlı kalarak dokunmasıyla oluşturulmaktadır. Bu kumaşlardaki atkı ipliği hem çözgülerle bağlantı kuran temel atkı ipliğidir, hem de motifleri oluşturan desen ipliğidir. Çeşitli renklerde kullanılan bu iplikler motif içindeki renk ayırımına göre kullanılır. Her renk bitiminde ipliğin ucu çözgüler arasına kaynaştırılarak kaybedilir (İmer, 1989, s.196). Atlas: İpek iplikle dokunmuş saten olarak ta adlandırılan bir kumaş çeşididir. Dokuma esnasında atkı iplikleri kumaş yüzeyinde görülmez, dokumanın alt kısmında gizli kalır. Çözgü iplikleri ise, kumaş yüzeyinde sık ve yan yana gelerek parlak bir görünüm vermektedir. Önceleri İran, Şam ve Venedik’ten getirtilen atlaslar daha sonlaları Osmanlı Devleti tarafından İstanbul, Alaşehir, Bursa ve Maraş’ta kurulan dokuma atölyelerin de üretilmeye başlanmıştır. Padişah kaftanlarında kırmızı, mavi ve yeşil renkler kullanılmış olup, desenli, yollu ve taraklı atlas çeşitleri vardır (Gürsu, 1988, s. 25-27). Beş adet giysilik kumaş yukarıda bahsi geçen Şib, İpekli Brokar, Atlas (Saten) müze tekstil örnekleri arasında sık karşımıza çıkan dokumalardır. Bu dokuma motiflerinin Osmanlı geleneğindeki anlamları bakımından incelenmesiyle, her örneğin kısa tanımlaması ele alınacaktır. Sonuç Çalışmada müze kapsamında ki eserler arasında halk dokumaları olan pamukluların yanı sıra, Atlas (ipek), Kadife, Şib, İpekli Hereke Brokar olarak adlandırılan örneklere rastlanmıştır. Bu örnekler incelendiğinde ipek iplik, klaptan, sırma, iç astar için kalın pamuklu tülbent, kullanımının ortak özellikleri olduğu görülmüştür. 19. ve 20. yy. kompozisyon 230 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 225 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU özellikleri olarak doku, gölgelendirme, uyum, düzenli sıralı dikine, sola ya da sağa verevine motif ve düzenli dalgalı birbirini takip eden bitkisel ve geometrik motif kompozisyonları dikkat çekmektedir. Çalışmada ki örneklerin seçiminde dönemin özelliklerini taşıyan, sıklıkla kullanılan malzeme, teknik ve kompozisyon özelliklerini yansıtması açısından önem verilmiştir. Çalışmada envanter kayıtlarına yer verilmesinin yanı sıra, örneklerin fotoğraf çekimi yapılarak malzeme, dokuma tekniği, renk, desen ve kompozisyon özellikleri üzerinde çalışılmıştır. Çalışma kapsamında ki örneklerin envanter kayıtlarında yeterli bilgi bulunmamasından dolayı tarihlendirme, malzeme ve teknik, hakkında ki bilgilerine ulaşılamamıştır. Envanterlerde tarihlendirmelerin işlenmemiş veya yazılan tarihlendirmeler ile birlikte kimden ya da nereden alındığı detaylı bir şekilde not edilmemiştir. Sözel olarak 19. ve 20. yüzyıl olarak tarihlendirilen eserler dışında önceki yüzyıllara ait eserlere rastlanmamıştır. Birçok çalışılmış kaynakta; teknik, malzeme ve desenlerden bahsedilmiş fakat birçoğunda desenin ne anlam taşıdığı, neden uygulandığı hakkında bilgi verici araştırmalara rastlanmamıştır. Müze kapsamında ki eserler üzerinde tahribatlar mevcuttur ve bu eserler üzerindeki tahribatlar tadilat görmemelerinden dolayı desen kayıplarına neden olmaktadır. Müzelerimizde, koleksiyonerlerde ve evde sandıklarda saklanan tarihimize ışık tutacak olan eserlerin hiçbir onarım ve bakım görmediği bilinmektedir. Bu onarımı yapabilecek yeterlilikte ve yeterli sayıda uzmanın bulunmaması, var olan eserlerimiz üzerinde gün geçtikçe oluşan tahribatlarla birlikte desen, renk ve teknik bakımından yok olmaya neden olmaktadır. Bu kapsamda çalışmalar yapılması, kaybolmadan desenlerin kataloglanması, kumaş teknik ve malzemelerinin kayıt altına alınması önemli bir husustur. Bu nedenle, bu konu kültürel değerimizin yok olmaması ve unutulmaması için çalışma kapsamına alınarak belge oluşturulması sürdürülebilirlik açısından önem taşımaktadır. Kaynaklar Açıl, S. (2015). klasik türk şiirinde estetik bir unsur olarak çiçekler. FSM İlmi Araştırmalar İnsan ve Toplum Bilimleri Dergisi, 5, 1-28. Akar, A. ve Keskiner, C. (1978). Türk süsleme sanatlarında desen ve motif. İstanbul: Tercüman Sanat ve Kültür Yayınları. Akpınarlı, H. F. (1996). Şanlıurfa çulha dokumacılığı. Şanlıurfa: Şurkav Yayınları. Akpınarlı, H. F. ve Balkanal, Z. (2012). 16-18. yüzyıllarda İstanbul’da üretilen kumaşlarda bitkisel bezemelerin incelenmesi. Motif Akademi Halkbilimi Dergisi, 1, 180-181. Akpınarlı, H.F. ve Başaran, F.N. (2018). Geleneksel kumaşların özellikleri ve kullanım alanları: Çankırı örneği. Podgorica, Multidisipliner Çalışmalar-4, 28-36. Birol, İ. A. (2012). Tezhip. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C 41, 61-62. Birol, İ. A. ve Derman, Ç. (1995). Türk tezyini sanatlarında motifler. İstanbul: Kubbealtı Neşriyatı/26. 153. Çal, H. ve İltar, G. (2011). Giresun ili mezar taşları. Ankara: Giresun Valiliği Yayınları, 45. Çelikdağ, S. G. (2017). Türk kültüründe değerler simgesi gül. Akra Kültür Sanat ve Edebiyat Dergisi. 13, 107. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O226 O K 231 Duran, G. (2018). Osmanlı tezhip sanatında natüralist üslupta çiçekler. Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 31, 186. Gümüşer, T. (2011). Motifs in contemporary Turkısh textile designs influenced by Ottoman court fabrics in 16th century. Master Thesıs, İzmir: İzmir University Of Economics Social Sciences Institute Gümüştekin, N. (2011). Anadolu ve diğer kültürlerde işaret ve simgelerde anlam. Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 26, 103 – 118. Gürsu, N. (1988). Türk dokumacılık sanatı çağlar boyu desenler. İstanbul: Redhouse Yayınevi. Hasarlı, G. Ocakoğlu, N. Kıcıroğlu, B. (2010, Ekim). XVIII. ve XIX yy. Osmanlı sarayı kadın giysileri ve bir modernizasyon çalışması. Myo-Os 2010- Ulusal Meslek Yüksekokulları Öğrenci Sempozyumu, Düzce. İmer, Z. (1989). Dokuma tekniği II. Ankara: Türkiye. Sistem Ofset Ltd. Şti. İnalcık, H. (2008).Türk kumaş tarihi. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. Kaya, Ş. (2008). Tanzimat’tan Cumhuriyet’e İzmit kenti. Yayımlanmamış doktora tezi, İstanbul: İstanbul Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Küçükerman, Ö. (1996). türk giyim sanayinin tarihi kaynakları. İstanbul: GSD Dış Ticaret, Mayıs. Öz, T. (1946). Türk kumaş ve kadifeleri. İstanbul: Fasikül I, Milli Eğitim Basın Evi. Özcan, Y. (1990). Türk kitap sanatında şemse motifi. Ankara: Kültür Bakanlığı Tanıtma Eserleri/31. Rasim, A. (1994), Osmanlı tarihi. İstanbul: MEB. Tezcan, H. (1993). Atlaslar atlası. İstanbul: Yapı Kredi Koleksiyonları. Türk ansiklopedisi, (1975). Milli Eğitim Basım Evi, Ankara, C.22, s. 459 Yetkin, Ş. (1993). Türk kumaş sanatı, başlangıcından bugüne Türk sanatı. Ankara: İş Bankası Kültür Yayınları. 227 YAŞAR KEMAL’DE BİR HALK ANLATISINDAN YOLA ÇIKARAK DEĞİŞİMİN SOSYOKÜLTÜREL BOYUTUNU DEĞERLENDİRMEK Aziz ŞEKER Öz Yaşar Kemal’in romanlarının sosyolojik temeli, büyük ölçüde Anadolu coğrafyasında yaşayan Türkmenlerin sözlü gelenekleri, anlatımları ve ritüelleriyle yapılandırılırken, onların insana, topluma ve doğaya bakışlarını oluşturan kültürel miraslarıyla yakından ilişkilidir. Hemen hemen bütün romanlarında bu kültürel mirasın değerleri en ince ayrıntısına kadar işlenir. Yazar bu insancıl kültürel birikimin üzerinden hareket edip insan, toplum ve doğa etkileşimini değişme ve yozlaşma açısından işleyerek, yerel ögeleri barındıran evrensel temalı romanlar kaleme almıştır. Bu bağlamda, özellikle yazarın Çukurova’da geçen romanlarında toplumsal değişmenin insani; sosyokültürel ve ekolojik boyutları ile İstanbul’u ve İstanbul’daki değişen sosyal yapıyı ele aldığı romanlarında da toplumsal değişmenin sosyal sonuçları insani bir duyarlılık çerçevesinden ayrıntıyla işlenmiştir. Bu makalede, yazarın “o iyi insanlar, o güzel atlara bindiler çekip gittiler” mottosuna dayalı bir halk anlatısından yola çıkarak, feodal ilişkilerin çözülüşünü, tarımda makineleşmeyi, sermaye birikimiyle yeni ticari ilişkilerin Çukurova’daki Türkmen aşiretlerinde nasıl yozlaşmayı beraberinde getirdiğini, Demirciler Çarşısı Cinayeti ve Yusufçuk Yusuf romanlarında çözümleyeceğiz. Makalede ayrıca toplumun belleğinde halk anlatılarının işlevi göz önünde tutularak, yazarın değişmeyi boylamsal ve bütünsel olarak yansıtan söz konusu romanlarında halk anlatısı boyunca evrensel anlamda da insanın özünü verişi ile değişim ve yozlaşma olgusu irdelenecektir. Toplumsal bellekte yer edinip sonraki kuşaklara aktarılan halk anlatıları her iki romanda göreceğimiz gibi aynı zamanda temsil ettikleri değerler ve eleştirel baktıkları durumlar nedeniyle de bildirim yüklüdürler. Anahtar Sözcükler: Yaşar Kemal, roman, değişim, Çukurova, halk anlatısı. AN EVALUATION OF THE SOCIO-CULTURAL DIMENSION OF CHANGE BY STARTING FROM A FOLK NARRATIVE IN YASAR KEMAL Abstract The sociological basis of Yasar Kemal’s novels is structured with the oral traditions, narratives and rituals of the Turkmens living in Anatolia and they are closely related to their cultural heritage, which constitutes their view of people, society and nature. In almost all of his novels, the values of this cultural heritage are dealt with in the finest detail. Depending on this cultural background, the writer dealt with the society and nature in terms of change and degeneration and wrote novels with universal themes containing local elements. In this context, the writer dealt with in detail the human, sociocultural and ecological dimensions of social change in his novels set in Cukurova as well as the social consequences of social change in his novels set in Istanbul and the changing social structure in Istanbul. Taking as a starting point a folk narrative based on the writer’s statement “those beautiful people mounted their beautiful horses and left”, in this paper, we will analyze  Dr.; Amasya Üniversitesi, [email protected]. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 233 228 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM the dissolution of feudal relations, mechanization in agriculture, and how the new commercial relations with capital accumulation brought about corruption in the Turkmen tribes in Cukurova in the framework of the writer’s Demirciler Çarsısı Cinayeti and Yusufçuk Yusuf novels. Taking into account the function of folk narratives in the memory of society, the paper will examine how the writer dealt with the essence of human beings along with universal themes as well as local ones and the change and corruption in his novels reflecting change longitudinally as well as from a holistic perspective. Folk narratives that take place in social memory and pass on to future generations communicate lots of messages via both the values they represent as well as the situations they view critically, as we will be seeing in both of the novels. Keywords: Yasar Kemal, novel, change, Cukurova, folk narrative. Giriş Yaşar Kemal yirminci yüzyılın ortalarından yirmi birinci yüzyılın ikinci on yılına kadar dünya edebiyatının büyük ustalarından biri olarak kabul edilir. O, Doğu ve Batı medeniyetlerinin binlerce yıllık temellerine katkıda bulunmuş olan kültürel “tortu”nun zengin olduğu modern Türkiye’de kültürel bir güçtür (Tharaud, 2017, s. 39). Aynı zamanda Yaşar Kemal insanoğlunun zengin bilinçdışı içeriğini çok iyi tanıyan, bunları bilinçli duyarlılık içinde yapıtlarına aktarabilen bir romancıdır. Onun yapıtlarında dünyanın bozuk düzenini iyileştirecek özlem yüklü, umut ve sevgiyle beslenen, yaşamı güzelleştiren, Doğu’dan Batı’ya yayılan gökkuşağına benzer büyülü bir ses vardır. Bu kardeşliğin, paylaşmanın en güzel sesidir. Yaşar Kemal’in yapıtlarından insanı, doğayı, hayvanları sevmenin yani özde sevginin kokusu yayılır. Sevginin kokusu, kokuların en mavisi en güzelidir. Sosyolojik bir gözle bakıldığında ise Yaşar Kemal, özellikle Çukurova bölgesinin sosyal-kültürel-ekonomik-tarihsel yapısının biçimlendirdiği insan ilişkilerini ve toplumsal değişmeyi, roman içeriğinde oluşturduğu karakterler yoluyla dokuyarak/yansıtarak işlerken, anlatımındaki özgünlüğüyle de evrensel bir romancı kimliğine ulaşmıştır. Yazarın, toplumsal etkileşimleri çözümlerken, insanların içinde bulunduğu toplumsal gerçeklere ilişkin tartışmalarını ve arayışlarını karakterler aracılığıyla, dar kalıplara girmeden insancıl bir felsefe inşa ederek yerine getirdiğini söylemek mümkündür (Öztürk, 2016, s. 184, Şeker, 2014, s. 193; Şeker, 2020, s. 323). Bu çalışmada Yaşar Kemal’in, üç cilt olarak planladığı Akçasazın Ağaları yapıtının Demirciler Çarşısı Cinayeti ve Yusufçuk Yusuf ciltleri bir halk anlatısından yola çıkarak sosyal kültürel değişme açısından ele alınacaktır. İki cildin incelenmesinin nedeni yazarın Anavarza/Kırmızı Leylek adını vermeyi planladığı üçüncü cildi yazmamış olmasıdır. Öte yandan Yaşar Kemal, Feridun Andaç’a verdiği bir söyleşide yazmayı planladığı bu romandan şöyle söz eder: Günlük değişimler değil benim gerçeğim. Benim gerçeğim doğayla birlikte insanın nasıl değiştiği… Zaten veriyorum temel olarak. Üstelik ilk defa dünya romanında hatta hatta dünya biliminde (bir-iki kişi var) sınıflarla beraber doğanın değiştiğini ve sınıfların suretini aldığını… Bilimsel olarak iki-üç kişi, ama romancı olarak ilk adam benim. Feodal düzenin doğası şudur, kapitalist ilişkilere geçenin doğası böyle olur… Dünya romanında ilk söyleyen adamım bunu ben. Şimdi bu adama gel de sen şaşıracaksın de. Keşke gerçeklerim değişebilseydi. Akçasazın Ağaları’nın üçüncü cildi, Anavarza’da yine yeni bir doğayı ele alacağım. Yeni bir doğa, o değişimle Çukurova’da ne oluyor? Gene de Adana’da olanı yazmıyorum. Benim romanımın dünyasında yazıyorum (Andaç, 2016, s. 75). 234 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 229 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU Yaşar Kemal, Demirciler Çarşısı Cinayeti ve Yusufçuk Yusuf romanlarında Türkiye’de geç olmakla beraber, tarımda makineleşmenin başladığı Çukurova’da, değişen insan doğa ilişkisini, tarımdaki kapitalistleşmenin doğaya ve insan ilişkilerine yansımalarını, kültürel yozlaşmayı, feodal unsurların toplumsal yapı içinde zamanla elenerek yerini kapitalist birikimin yasalarına terk etmeye başlamasını iki kan davalı aşiret üzerinden giderek işler. Akyollu Mustafa Bey ve Sarıoğlu Derviş Bey, iki Türkmen aşiretinin ileri gelenleridir. Çiftliklerinde mensuplarının yaşadığı, kendi yasalarıyla var olmaya çalışan bu aşiretler, aynı zamanda yıllardır kör bir kan davasını sürdürmektedirler. Her iki taraftan sırayla insanların acımasızca öldürüldüğü kirli hesaplaşmaya kuşaklararası feodal hınç da eklenince, her iki aşiret beyi etraflarında olup bitenlerin, değişen dünyanın tam anlamıyla ayırdında olamazlar. Kendi feodal gururları her şeyin üstündedir. Diğer yandan giderek anlamını kaybeden geleneklerine ise son derece bağlıdırlar. Çevrelerindeki aşiretler topraklarını makineli tarıma açarak bir yandan büyük sermaye sahipleri olmaya başlarken diğer yandan yöredeki ekonomiye dayalı sosyal değişmenin getirilerini yakından takip etmektedirler. Bu aşiretlerin beyleri, kan davalı iki aşiretin topraklarını yavaş yavaş satın almayı amaçlamaktadırlar. Bunu büyük oranda başarırlar. Ne var ki roman bütününde, acımasızca süren kan davasının bile kan davalı ailelerin bir kuşak sonraki çocuklarının ticari birlikteliklerinin önüne geçememesi, ekonominin toplum inşasında en az kültür kadar güçlü bir unsur olduğunu bir kez daha kabul etmemizi sağlar. Yaşar Kemal’in bu roman serisinde ekolojik döngü de olağan üstü bir şekilde verilir. Romanların fiziki çevresini oluşturan yöredeki bitki örtüsü ve yaban hayvanlarının; yani makineli tarıma/endüstriyel tarıma geçişte topraktaki hızlı değişimlerle; bataklıkların kurutulup tarıma açılması sürecinde, toprak ıslahının ve kullanılan ilaçların yoğunluğu ile türlerin yok olup gittiği gözlenmektedir. Romanda ayrıca küçük toprak sahiplerinin varlıklarına türlü oyunlarla güçlü ağalar tarafından el konulması, özellikle çeltik ve pamuk yetiştiriciliği, açılan fabrikalar, dağ köylerinden çalışmak için Çukurova’ya ırgatların inmesi, toplumsal yapıdaki değişim ve dönüşümle birlikte verilir. Dolayısıyla Demirciler Çarşısı Cinayeti ve Yusufçuk Yusuf romanları yalnızca iki eski Türkmen beyinin kan davasına odaklanmıyor. Aşiretlerin kendi gerçeklikleri ile etraflarındaki dışsal maddi koşullar birlikte işleniyor. Toplumsal koşullarda, ekonominin yasalarının giderek baskın olduğunu görüyoruz. Kan davasını inatla sürdürürken bazı kültürel geleneklere sahip çıkan roman karakterlerinin davranışları çelişkili gibi görünse dahi feodalitenin kimi özellikleriyle birlikte değerlendirmek gerekir. Örneğin Mustafa Bey’in oğlu, artık makineli tarıma geçişi ve aşiretin emek yoğun çalışan üyelerinin işlerine son vermeyi teklif ettiğinde, Derviş Bey’in oğlunu öldürerek, kan davasını sürdüren Büyükana Karakız Hatun’un tepkisi bir meydan okumaya dönüşür. Yaşadıkça böyle bir uygulamaya izin vermeyeceğini, kendi aşiretinin kalacağını, üyelerinin bakım ve korunmasından kendilerinin sorumlu olduğunu söylemesi, sosyolojik yönüyle aşiret beylerinin sosyal destek ve gözetim açısından işleviyle ilgili değerlendirmeye açık bir konudur. İlk bakışta insani görünebilen kimi feodal tutkular, değişen toplum yasalarının karşısında kültürel olarak varlığını koruyabilmektedir. Ancak kapıyı çalan değişim karşısında nereye kadar dayanabilir? Her iki roman bu sorunun yanıtını da vermektedir. Yusufçuk Yusuf romanının sonlarına doğru, iki aşiretin liderleri birbirlerinin varlığını ortadan kaldıramayınca, yaşamdan kendi iradeleriyle sessizce çekilip gideceklerdir. Yaşasalar, giderek yabancılaşma döngüsüne kendisini kaptıran sosyal çevrelerinin, onları sürükleyeceği açmazlarla, büyük ölçüde baş edemeyeceklerdir. Geride bıraktıkları çocukları ise onlar daha B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O230 O K 235 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM hayattayken ekonomik ortaklıklar kurup değişmekte olan koşullarda yaşamlarını sürdürmeyi seçmişlerdir. Edebiyatta insan aklının alabileceği en derin iki trajik durumu, ilk olarak Shakespeare tasvir etmiştir. Bunlar felaketin sebep olduğu çılgınlık ve felakette yalnız kalıştır (Stael, 1989, s. 205). Akçasazın Ağaları açısından bakıldığında Mustafa ve Derviş Bey’ler için felaket, geçmişe dayanan bir kan davasıdır. Sevdikleri insanların zamansız toprağa gömülmesidir. İki aşiret beyinin sosyal çevrelerinden yalnızlaşarak, ölüme gitmeleri ise değişmeyle gelen felakette yalnız kalışlarıyla sonuçlanırken, geride bıraktıklarının kültür ve değişme anlamında özeti “o iyi insanlar, o güzel atlara bindiler çekip gittiler” mottosunda okurda bir hüzne dönüşmektedir. Bu söylem, her iki roman karakterinden ziyade, içinde yetiştikleri, değişme karşısında birçok özelliğini yitirmeye yüz tutmuş Türkmen kültürünün insancıl değerleriyle birlikte okunduğunda ancak bir anlam örüntüsü kazanmaktadır. Yaşar Kemal, kan davalı iki Türkmen aşiretinin sosyal-ekonomik sürece yaydığı değişen durumunu verirken, bir halk anlatısından yola çıkıyor. Türkmen aşiretlerinin bazı geleneklerinin giderek kaybolması ile özdeşleştirebileceğimiz anlatı, insani yozlaşma noktasında, değişme olgusunun roman sosyolojisindeki yeri bakımından bir tartışma alanı aralarken, Anadolu Türkmenlerinin sözlü kültürünün roman kurgusunda yazıya dökülmesini de amaçlıyor. Buradan hareketle denebilir ki, geçmişte sayısız kere roman yazarları, çağdaşlarının yüzleştiği ve üstesinden gelmekte zorlandığı konuları, yeni rota değişikliklerini veya yeni eğilimleri ilk fark edip inceleyen kişiler oldular. Yazarlar, çoğu sosyoloğun fark etmeyeceği veya umursamayıp marjinal olmaları veya sözde geri dönüşsüz bir biçimde azınlık statüsüne düşürülmeleri nedeniyle ilgilenmedikleri bir aşamada, yeni kopuşları tespit edip yakalayabilmişlerdir. Bu anlamda Yaşar Kemal de roman yazarları arasında en etkili aydınlardan ve sosyologlardan biri olarak kabul edilmektedir. Sosyal konulu edebiyatı var etmenin yanında o da tıpkı Saramago gibi sözcüklerin önemini ölçmeye yarayan standartları çoğumuzun yapmaya cüret edeceği ve uğraşacağından çok daha yukarılara çekmiştir (Bauman ve Mazzeo, 2019, s. 12-138). Bununla birlikte Yaşar Kemal, insanlığımızı yok etme tehdidinde bulunan metalaşmış kültür değerlerine ve davranışlarına karşı duran bir başkaldırandır, çok gerekli bir başkaldıran (Tharaud, 2017, s. 453). 1. Demirciler Çarşısı Cinayeti ve Yusufçuk Yusuf Romanlarında Bir Anlatı Üzerinden Değişimi Okumak: “O İyi İnsanlar” Neden Gitti? Yaşar Kemal’in Akçasazın Ağaları isimli nehir romanının ilk cildi Demirciler Çarşısı Cinayeti anlamlı bir halk anlatısıyla başlar. Kısa anlatı ikinci cilt Yusufçuk Yusuf’ta da her iyi olan şeyin yitip gidişinde okura anımsatılır. Yazar bunu, edebiyatın bellek oluşturma rolünü yerine getirircesine roman karakterleri yolu ile inşa eder. Roman halk anlatısının şu cümlesiyle yola çıkar: “O iyi insanlar, o güzel atlara bindiler çekip gittiler” (Kemal, 1998, s. 7). Neden gitti insanlar? Bu gidişin toplumsal bellekte oluşturduğu sosyolojik imge nasıl değerlendirilmelidir? Elbette bunun nedeni bozulan insan-insan, insan-toplum, insan-çevre ilişkisinin sosyal sonuçlarından başka bir şey değildir. Anlatıyla devam edelim: “Dünyayı dolaşan genç adam güzel bir şehre geldi. Gözleri Emir Sultanın gözlerine benzerdi. Kaşları çatık, rengi yanık sarı, kalın dudakları soluk. İnce, uzun boylu. Erkeğin yakışıklısı dünyadaki en güzel yaratıktır. Dünyada bir Arap atının tayı güzel olur, bir de erkeğin yakışıklısı. Genç adam atından indi, baktı ki bu şehir başka. Öteki şehirlere hiç benzemiyor” (Kemal, 1998, s. 30). Şehir refah içinde, 236 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 231 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU insanlara güven veriyor, insanları mutlu. Genç adamın şaşkınlığı bu kadar iyinin nasıl bir arada yaşanabilmekte olduğundan kaynaklıdır. Öyle ki: Şehrin insanları dünyanın en kanı sıcak, en cana yakın insanları. Konuk için dersen deli divane oluyorlar. Fıkarası yok gibi, zengini de cömert. Bet bereket dersen yedi iklim dört bucaktan taşıyor. Bütün şehrin insanlarının yüzyıllardan beri büyük bir mutluluk içinde oldukları besbelli. Bura halkının hiç mi hiçbir şeyden şikayetleri yok. Bir şikayetleri varsa o da ölümden. Herhal ölüm bile güzel olur bu şehirde. Yolcu böyle düşündü (Kemal, 1998, s. 31). Şehrin henüz ekolojik dengesiyle oynanmamıştır. Şehrin insanları, şehrin yaşayan doğasına sahip çıkmaktadır. Ayrıca: “Bu şehirde bir de çok güzel atlar vardı. Küheylanı, seklavisi, cins cins, don don. Dorusu doruların en parlağı, alı kırı, kulası, abeşi, demirkırı, yağızı da öyle. Burada atların donları da bir başka. Her bir atlar ki tüyleri yıldır yıldır. Her birisi sürmeli gözlü ceren gibi…” (Kemal, 1998, s. 33). Genç adam karşılaştığı güzel manzaradan olağanüstü bir şekilde etkilenmiştir: Adam bu güzel şehre, bu iyi insanlara, bu cins atlara hayran kaldı. Bu şehirde bir süre kaldı. Sonra ayrıldı. Bundan sonra da nereye gittiyse, kimi gördüyse yıllar yılı bu şehri, bu insanları, bu atları söyledi. Dilinden düşürmedi. Hayranlığını bir ömür dile getirip, bütün insanları da bu şehre hayran kıldı (Kemal, 1998, s. 34). Mekâna yayılan zaman değişmeyle birlikte birçok iyi şeyi alıp götürmüştü. İnsan doğaya verdiği zarar ölçüsünde iyi olan şeyleri yitirmişti. Genç adam artık yaşlanmıştı ve o gördüğü şehre özlem duyuyordu: Adam çok yaşlandı. Günlerden bir gün kendi kendine dedi ki, ölmeden, şu güzelim dünyayı terk etmeden varayım da o güzel şehri, o iyi insanları, o soylu atları bir daha göreyim. Göreyim de, hiç olmazsa, şu dünyadan ağız tadıyla ayrılayım. Ora senin, bura benim günlerce yol tepti, bir sabah iyi insanların, güzel atların mutlu şehrine geldi (Kemal, 1998, s. 35). Ancak gördükleri karşısında dehşet bir acı duyar: “Geldi ki ne görsün, şehir ne o eski şehir, insanlar ne o eski insanlar, atlar da yok. Her şey değişmiş, her şey bambaşka” (Kemal, 1998, s. 36). İnsanlar değişmiş, insancıl değerlerini yaşamlarından çıkarmışlardır. Şehir ise doğası tükenmiş bir görünüme bürünmüştür: O eski konuksever, her bir sözleri cana can katan kişiler verdiği selamı bile almıyorlar. Geldi ki ne görsün, yalnız selamını almamak değil, yüzüne bile bakmıyorlar. Yüzleri kara, karanlık, mutsuz. Şehrin büyük çayırları, ovası, tarlaları, ahırlar da bomboş. O ceren gibi atların imi timi yok. Adam şaşkınlığından, kederinden ne edeceğini bilemedi. Beli büküldü. Issız, yıkık, bir örene dönmüş şehri lalü ebkem dolaşırken o eski, mutlu günlerden kalmış yaşlı bir adama rastladı. Adam sırtını bir hanın yıkık duvarına vermiş güneşleniyordu. Ak sakalı kir içinde, kızarmış hastalıklı gözlerine sinekler üşüşmüş (Kemal, 1998, s. 37). sorar: Kötü manzaranın nedenlerini merak eden konuk, duvar dibinde güneşlenen yaşlı adama Bir zamanlar bu şehirde konuksever, sıcak yürekli, dost canlısı iyi insanlar, ceren gibi, kırmızı mercan gözlü, uzun boyunlu, kalem kulaklı, suna gibi cins atlar vardı. Onlara ne oldu? Yaşlı adamdır ki, azıcık doğruldu, ak sakalı kirli, titredi, yüzü eski bir ışıkla parıldadı, derin bir aaah dedi, ciğeri söken. Aaaah! Duvara sırtını iyice B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O232 O K 237 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM verdi. Neden sonra gözlerini açtı: “O iyi insanlar,” dedi, “o güzel atlara bindiler çekip gittiler… Aaaah! Aaaaah! Aaaaaah!” (Kemal, 1998, s. 38). İyi insanlara artık o toplumda rastlanılmıyordu. Geride kalanlar yaşadıkları doğayı, yaşanmaz hâle getirirken, önem verdikleri kültürel değerlerini günlük yaşamlarından çıkarmışlardı. Yazar anlatıyı, Sarıoğlu ve Akyollu aşiretlerinin roman boyunca varoluşsal mücadelesi ekseninde işleyerek, değişimin sosyokültürel ve ekolojik boyutlarının farklı açılardan analiz edilmesine olanak sağlar. Yaşar Kemal, nehir romanın ikinci cildinde işlenen yıkım dolu o gerçekliği aslında ilk ciltte vermeyi ise şöyle ihmal etmez: “Yürekli, temiz, insanca, dostça yaşayan iki hüyükte iki ada. Sarıoğlu konağıyla, Akyollu konağı. İkisi de batmaya mahkumdu. İkisi de son günlerini yaşıyordu” (Kemal, 1998, s. 63). Sonuçta kültür de her canlı varlık alanı gibi değişir. Ancak değişmenin hızı, zamana ve mekâna ya da toplumun özelliklerine bağlıdır. İnsanoğlu bu değişimi yaşar (Güvenç, 1991, s. 289). Romana yukarıdaki halk anlatısından yola çıkılarak bakıldığında, geçmişin güzel günlerinde insanlar için en azından toplumu var eden temel sosyal/ahlaki değerler arasında yer alan; sevgi, saygı, geleneklere bağlılık, konukseverlik, doğa sevgisi gibi unsurların, toplumsal yapıda çözülüşünün oluşturduğu hayal kırıklığıyla karşılaşırız. Değişimin aynı zamanda yozlaştırıcı etkisinin insan ve toplum dokusunda yarattığı tahribatı görmek yönünden değerlendirildiğinde, romancının yaptığı bu yüzleştirme arayışını, distopik bir roman yazımı değil de okur için önemsenmesi gereken iyiyi anımsatma olarak kabul etmek mümkündür. 2. Demirciler Çarşısı Cinayeti ve Yusufçuk Yusuf Romanlarında Değişimin Sosyokültürel Boyutunu Sosyolojik Açıdan Değerlendirmek Demirciler Çarşısı Cinayeti romanında o güzel atların ve insanların çekip gitmesi anlatısı, Çukurova’da yerleşik yaşama geçmiş iki Türkmen aşiretinden Sarıoğlu aşireti beyi Derviş ile başlar. Yazar, Türkmen geleneklerine sıkı sıkıya bağlı Derviş Bey’i anlatırken, üst anlatıcı olarak şu cümleleri örgüler: “…Demirin tuncuna, insanın piçine kaldık. Şu dünyanın yaşaması müşkül hâl ilen. Bin iyiyi bir kötüye kul eden…” (Kemal, 1998, s. 14). Kötü ve güçlü olan kazanacaktır. Ekonominin bölgedeki değişim yasası bunu zorlamaktadır. Derviş Bey’in bu süreç karşısındaki tutumu, yazar tarafından yer yer üst anlatıcı işleviyle kendisini göstermek istediği yerlerde varoluşsal felsefi bir tartışmaya dönüşür. Örneğin şu çözümlemede insanın biricikliği ve hayatının sonlu oluşu aktarılır: Şu dünyada her bir yaratığın tutunacak bir dalı var, insanın yok. Şu dünyada yalnız olan, kimsesiz, çaresiz olan yalnız be yalnız insandır. Herkesin, her şeyin yaşaması, ölümsüzlüğü var, insanın yok. Ağaç, kuş, otlar, böcekler, yılanlar çıyanlar, hiçbirisi yok olmuyor. Ama insan yok oluyor. Çünkü insan kendinde başlayıp kendinde bitiyor (Kemal, 1998, s. 14). Yaşar Kemal, insani gerçekliğin en çıplak duygusu kabul edilen korkuyu ölüm-yaşam diyalektiği açısından ara ara masaya yatırır. Romanın erkek kahramanlarından Sarıoğlu Derviş Bey kendi kendine hep düşünür: “…Evrenin en korkak yaratığı insandır. Onun içindeki korkuyu sök al, o zaman onda elle tutulacak çok az şey kalır” (Kemal, 1998, s. 25). Yazar, romanın iki kavgalı zalim karakterinin içlerindeki tartışmalarda insan varoluşunu arar. Derviş Bey bunları düşünürken, kan davalısı Mustafa’da da aynı arayış ve umursama vardır. Akyollu Mustafa’ya göre: “…Ölümü bilmeyenler yaşıyor da sayılmazlar. Ya ölüm olmasaydı, ya ölüm korkusu olmasaydı? Usandırıcı şey… Ölüm olduğu için biraz daha çok yaşamak istiyoruz. Ölüm olmasaydı…” (Kemal, 1998, s. 69-70). Derviş Bey’e göre ise “…Her kim ki, hangi canlı ki 238 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 233 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU korkuyorsa, o ölümü biliyor. Otlarda, ağaçlar, kelebekler, böcekler de ölümü biliyor. Yalnız ölümün boşluğunu bilmiyorlar, acısını, acısının ötesinde boşluğunu bilmiyorlar. Mutlular, mutlular, mutlular…” (Kemal, 1998, s. 213). Öte yandan “korkan adam kadar tehlikeli bir yaratık gelmemiştir bu dünyaya” teziyle, korkak insanların aslında en tehlikeli işleri yapmaya aday kişiler olduklarını belirtir (Kemal, 1999, s. 132). Yazarın, okuru götürdüğü yer bağlamında çözümlemeler doğayla bütünleşmiş bir yaşam sürdüren, Türkmen kültürüyle hemhal olagelmiş sosyal gerçekliği dışa vurur. Bir bakmışsınız ki yazar, iki kan davalı karakterin söylemlerindeki felsefi derinliğin faili olmuştur. Örneğin Derviş Bey’de özetlenir: “…Demek ki her şey ölecekti… Biraz daha yaşamak neden? Yaşamakta bir büyü var. Sonsuz bir güç, sonsuz, erişilmez bir büyü” (Kemal, 1998, s. 87). Romanda, Derviş Bey’in hayatındaki varoluşsal kaygıları, çatışmaları, doğa ve insan üstüne öngörüsünde önemli bir etki bırakmış olan bir Alevi dedesini öğreniriz. Yaşamının bir döneminde Derviş Bey’in karşısına bir piri fani, yani bu Alevi Dedesi çıkmıştır. Dede, ona, bir sözlü anlatıdan biyo-kültür olayı olan ölümle ilgili şu çıkarsamayı taşımıştır: “…her şey ne kadar ölümse o kadar yaşamdır. Bu tek yönlü olamaz… Sürüp giden ölüm değil, yaşamdır” (Kemal, 1998, s. 112). Yaşam güdüsünün ölüm güdüsüne baskın oluşuna ilişkin psikanalistlerin yaklaşımları, insan için ölüm mutlak olsa bile yaşam duygusunun en güçlü niteliğe sahip olduğu yönündedir. Bir de umut vardır bunu besleyen. Yaşar Kemal, bu minval üzere şu cümleyi kurar: “Umut kesmek insanlığa aykırıdır” (Kemal, 1998, s. 176). Maddi dünyanın ve insan dışındaki koşulların insan yaşamına etkisinin ne kadar belirleyici olduğunu dile getirmesi romanın felsefesiyle ilişkilidir. Şu cümle buna somutluk kazandırır: “İnsanı yürek değil, düşünce yürekli yapar. Koşullar yürekli yapar” (Kemal, 1998, s. 73). Yaşanan dünyayı tahlil biçimi, aslında koşulların önemiyle kristalize olmuş bir düşünce yapısının özelliğidir. Bu, varlık bilinci belirler, cümlesiyle özetlenebilir. Söz konusu temel üzerinde ise roman tek varoluş nedenini, sadece romanın söyleyebileceği şeyleri söyler (Kundera, 2014, s. 44). Romanda felsefi arayışların yanında, kan davası tüm hışmıyla sürerken, Büyükana Karakız Hatun, Derviş’in ölümünü gönülden her gün daha dehşetle ister. Kendi obasına bakışında ise feodal bir duyarlılık gözlemlenir. Bir yandan makineli tarıma geçilmesi için Mustafa’nın oğlu Memet Ali diretince, Mustafa’nın annesi Karakız Hatun, aşiretin işsiz ve evsiz kalacağını düşünerek: “Dünyada hiçbir şeyin gereği olmaz da bir insana, dünyada her şey eskir de, her şeyin gereği geçer de, bir şeyin gereği geçemez. O da insanın. Obanın, aşiretin” diyerek karşı çıkar (Kemal, 1998, s. 264). Kan davasını sürdürdükleri ölçüde, kendi aşiretine bağlı insanların korunması ve gözetlenmesi düşüncesine koşulsuz bir duyguyla bağlıdır. Aynı zamanda bu, geleneksel toplumda kültürün yaşlı bireyler tarafından sürdürüldüğüne bir örnektir. İki aşiretin yıllara yayılmış kan davasının yanında, roman mekânının doğası çok renkli ve çeşitlidir. İlk ciltte sapsarı yağan yağmur, mavi yağmur, zehir yeşili yağmur, nar çiçekleri, bakır çiçekleri, su çiçekleri, zeytin ağacı, dut ağacı, kadife çiçeği, mor çiçekli hayıt çalısı, fesleğen, çiriş çiçekleri, nane, karacan ağaçları, okaliptüs, sakızlık ağacı, nilüfer, mersin, tavşan kulağı, pembe çiçekler, söğüt, hanımeli, salep çiçeği, buğday, çirişsikiler, zıncar, karaçalı, sazlık, nergis, kars ağacı, cilpirti, limon çiçekleri, mor çiçekli hayıt, hünnap ağacı, pabuç inciri, ağınağacı, alıç ağaçları, devedikenleri, böğürtlenler, itburnu çiçeği vb. kokularıyla birlikte yazarın anlattığı doğal bir zenginliktir. Bu ekolojinin içinde yaban hayatı da yerini almıştır: Yılan, kurbağa, ince gagalı sarıasma, sarı kuşlar, ceren, turna, kertenkele, karınca, sivrisinek, Geyikdağda heykiren kaplan, mavi kanatlı kızböceği, yeşil sinekler gibi… (Kemal, 1998) Yaşar Kemal bunları roman kurgusuyla ekososyolojik açıdan sunmayı ihmal etmez: “Çukurova B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O234 O K 239 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM toprağı uyanan insanlar, kişneyen atlar, böğüren sığırlar, heykiren parslarla dolmuş, ötüşen, birbirine değen kanatları gökyüzünü hışırtıyla doldurmuş kuşlar, kuşlarla, kelebekler, böcekler, ceylanlar, geyikler, sansarlarla dolmuş. Ağzına kadar dolmuş çalkanan, zelzeleye uğramışçasına şangırdayan Çukurova toprağı…” (Kemal, 1998, s. 30). İkinci ciltte de doğal çeşitlilik roman içeriğinde verilmeye devam edilir: Nergis, pamuk, karakılçık, buğday, domates, üzüm, incir, çamsakızı, sarı sığırkuyrukları, karacan, dut, çınar, pıtıraklar, şebboy, portakal, nar, limon ağaçları, okaliptüs, sakız sardunyaları, kavak ağacı, ayva, zeytin ağacı, turunç, Osmanlı gülleri, asma, gül, fesleğen, kadife çiçeği, tavus kuşu (genelde tasvirlerde yer alır), ağın ağaçları, şeftaliler, hanımelleri, kamış, böğürtlen, yabanasmaları, çınar, karacan ağaçları, yoğurt çiçeği, susam çiçeği, mersin çalısı, yaban çiçekleri, kengerler, kekikler ve diğer yandan hayvanlar: turaç, kaplumbağa, pembe balıkçıllar, oklu kirpi, uzun kuyruklu tilkiler, çakalların pavlamaları, arılar, kelebekler, üveyik, deldellice, keklik, okyılanı, köpekler, at, eşek, kırlangıç, serçe, sarıca arılar, kurbağalar, su kaplumbağaları, cırlavuk böcekleri, baykuş… (Kemal, 1999). Doğal zenginliğin yanı başında, serinin ikinci cildi Yusufçuk Yusuf romanında, güzel insanların ve güzel atların yitişi mitosu etrafında olaylar devam eder. Ekolojik bir yıkım gelmektedir. Şu olay döngüsü, bozulan doğanın adeta hem kendisinden hem insandan intikam almasını yansıtır. Romanda görüldüğü üzere hastalıktan ölen at leşleri ilaçlanınca bazı hayvanların tükenişi başlar: …Kartal ölüleri ovaya tarlalarca serildi, at ölülerinin yanına. Sonra kurt, çakal, tilki ölüleri görüldü onların yanlarında. Ve Çukurova göğünde bir tek kartal gözükmez oldu, bir tek karakuş, bir tek doğan… Bir kurt, bir tek tilki… Atlarla birlikte, kartallar, çaylaklar, karakuşlar da gittiler. Kurtlar, tilkiler, sırtlanlar, çakallar da… (Kemal, 1999, s. 16). Sonrasında yazar üst anlatıcı kimliğiyle noktayı koyar: “…Çukurovayı ovalıktan çıkardılar. Yakında bir kuru toprak kalacak, bir de bomboş gökyüzü. Ne ot, ne çiçek, ne çalı, ne ağaç, ne kurt kuş, ne börtü böcek” (Kemal, 1999, s. 17). Sözlü halk anlatısındaki ana cümleyle ise insani ve ekolojik yıkımı özetler: “O iyi insanlar, o güzel atlara bindiler çekip gittiler. Kartallar da, kartallar da…” (Kemal, 1999, s. 21). Yazarın, yapısal dönüşümün olumsuzluğunu roman sayfalarında işlemesi, okuru bir umutsuzluk sarmalına sürüklememekte aksine roman karakterlerinin çok derinlerden gelen ve kültürleriyle yoğrulu varoluşsal sorunlarına (yaşam, şiddet, kan davası, adam kullanma, dedikodu, cinayet, yalan vb.), ölümün kol gezdiği karanlık bir dünya içinde dahi yanıt üretirken, ortaya koydukları düşünceler, yüzleşmeler ve arayışlar önemsenmesi gereken konular olarak belirmektedir. Örneğin yazar, Derviş Bey’i anlattığında araya girer: “İnsanlar herşeyi herkesten saklamayı öğrenmişlerdir. Ama kendilerini en az kendilerinden saklayabilirler. İnsanoğlu kötülük saydıklarını, zulüm, işkence, korkaklıklarını kendilerinden bile saklarlar. Saklayamadıklarını da bağışlamanın, olumlulaştırmanın bir yolunu mutlaka bulurlar” (Kemal, 1999, s. 560). Bu, insanın kendisini bilmesiyle ilgilidir. İnsan psikolojisine ilişkindir, insan kendisinden kaçamaz. İnsan insanı bilir: “İnsan insanı yüzünden anlar” (Kemal, 1999, s. 130). Öyle ki, “insan insanın kurdudur. Bu belki doğru, ama eksik bir düşünüştür. İnsan her şeyin kurdudur. Halk olunduğundan bu yana şu insan yaratığı durmadan dört bir yanına ölüm ve rahatsızlık saçıyor. Tek sebebi de başlangıcından ve sonundaki karanlığın, yok olmanın acısına katlanamaması”dır (Kemal, 1999, s. 264). Hâl böyle iken romanda bir öneri sunulur: “İnsan bu dünyada yaşayacaksa, onuruyla yaşamalı…” (Kemal, 1999, s. 250). Kısa ama derin çözümlemelerde görüyoruz ki, Yaşar Kemal insana ve topluma bakışta, inandığı değerler ve 240 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 235 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU düşünce sistematiğinin özünü somutlaştırmıştır. Öte yandan yukarıda sözü edildiği gibi ona göre “koşulları değiştirmeden insanları değiştirmeye kalkmak bir ahmaklıktır, bir boş çabadır” (Kemal, 1999, s. 412). Romanın sonlarına doğru, kan davalı Mustafa, yaşlı bir kadının bakıcılığında kalıp, daha sonra ölümü tercih ederken, yanında ailesinden kimselerin olmaması, bir gelenek bozulmasını akla getirmektedir. Topraklar satılmakta, konak yıkılmakta, Çukurova’daki sosyal, kültürel ve ekonomik dönüşümün nimetlerinin peşinden aile üyeleri koşmaktadır. Derviş Bey’in çocuklarıyla ekonomik ortaklıklar kovalanırken, Derviş Bey de yozlaşmayı artık kabul etmiş olmalı ki ölüme gitmeden önce, ilk ciltte konağına sığınan Emir Sultan’ı, yani Türkmen kültüründeki konukseverliğin önemi kim olursa olsun kendisine sığınanı vermemek üzerine kuruluyken, romanın bitiminde onu bekleyenlerin önüne atar. Emir Sultan oracıkta linç edilir… Böylece bir kültür ögesi daha anlamını kaybeder. Sonuç Yaşar Kemal, yaşadığı çağın ve toplumun koşullarının ona bağışladığı olanakları yaşantısına katan büyük bir sanatçıdır. Yazarın bu anlamda öznelliği, kendi yaşantısının aynı çağda ve koşullardaki öbür insanların yaşantılarından bütün bütüne değişik olmasına değil, daha güçlü, daha bilinçli ve daha yoğun olmasına bağlı olmuştur. Sanatçı kimliğiyle yeni toplumsal ilişkileri öyle bir biçimde ortaya çıkarmaktadır ki, başkaları da adeta bu ilişkileri görebilmektedir. Sanatçının öznelliği burada toplum adına çalışmaktadır. Sanatın kendisinin bir toplum gerçeğine dönüştüğü bilinciyle yazar, kültürel-sosyal arka planı olan eski bir anlatının, halk belleğinde insana duyulan ilginin boyutuyla etkileşimde olarak, somut olmayan bir mirasa evrilmesini aktarır (Fischer, 1993, s. 43). İmgesel yönü güçlü halk anlatısı insan sevgisinin, insanlar arası dayanışmanın ve dostluğun insan ilişkilerindeki duygusal kavranışıdır. Anlatının evrensel bağlamında, özellikle maddi toplumsal değişmenin insan ilişkilerinde oluşturabileceği kimi olumsuzluklar vurgulanırken, yerel bağlamda anlatıya mekân oluşturan yöredeki topluluğun sosyal kültürel değerlerinin yitip gitmesi, bizleri cevabını aradığımız soruya götürür. Diğer bir deyişle, odağında insan ve değişme bulunan yerel halk anlatıları evrensel temalarla örtüşürken toplumsal bellek oluşturmak adına sosyal-kültürel yönleriyle de değerlendirilmeyi hak etmektedirler. Yaşar Kemal, Demirciler Çarşısı Cinayeti ve Yusufçuk Yusuf yapıtlarında değişmenin yozlaştırıcı yanını tartışmaya açarken, sosyal ve kültürel atmosferini siyaset ötesi bir şekilde kurguluyor. Ancak ağaların toplum üzerindeki baskısını besleyen bürokratik oligarşinin soluğunu da duyumsatıyor, bunu estetize ederken ise kaba bir siyasi söylemler arenasına romanını davet etmiyor. Roman aracılığıyla toplumsal olanı inşa ederken sosyolojik çözümleme için bir alan oluşturuyor. Okura açıkçası Stendhal’in, Parma Manastırı romanındaki şu saptamasını anımsatıyor: “Yazınsal bir yapıtta siyaset, bir konserin ortasında atılan bir el tabancaya benzer, kaba bir şeydir…” (Stendhal, 1999, s. 458). Bu sebeple Yaşar Kemal’in roman kurgusundaki biçimsel yetkinliği, sosyal gerçeklikleri aktarışı ve içeriğindeki estetik boyutları, romanda bir aşama olarak kaydetmek gerekir. Çukurova’da geçen bu nehir romanlarda, kan davalı iki feodal ailenin beylerinin, değişmenin kaçınılmazlığı karşısında kültürleriyle ve yaşam tarzlarıyla nasıl bir sonla yüzleştikleri sosyal ilişkilerden gidilerek örgülenirken, Yaşar Kemal’in kendi düşünsel felsefesi de romanların içeriğinde yer yer aktarılmıştır. Türkmen kültürünün sevgiye ve umuda dayalı değerlerinin, öncelikle tarımdaki sanayileşmenin üst yapıya yansımasıyla yavaş yavaş dönüşümünü sosyolojik bir bilgi olarak B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O236 O K 241 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM romandan ediniriz. İyi olan, gitmektedir, diğer yandan denebilir ki, “insan baktığı sürece evrendeki her şey insandır” özünün beslediği insan ilişkileri, ekonomik hırsın, yeni ağaların ve beylerin toprak kavgalarının gölgesinde kalmıştır (Kemal, 1998, s. 446). Dolayısıyla kısmen Çukurova’nın yeni kapitalistleri bile ekonomik bağlamda gitgide daha çok sermaye biriktirme peşinde, ekonomi yaşamının tüm alanlarında; işgücü, üretim, paranın kullanımı, yatırım gibi toplumsal süreçlerin tümünü metalaştırmaya çalışmaktan geri durmamışlardır (Wallerstein, 2012, s. 17). Yaşar Kemal bu süreçte ataerkil değerlerin çözülüşü, mucizelere duyulan ve elbette boşa çıkmaya yazgılı inanç, hükmedenlerin siyasal çıkar ve hesapları, tarımda makineleşme üzerinden umutsuzluk ve umut arasında deneyimlenen değişmenin kaçınılmazlığı, hızlı modernleşmeyle at başı giden ulus devletle dünya sistemi arasında sıkışmış bir anlatı uzamıyla var olur (Sadak, 2017, s. 34). Bu tarihsel kesitte, Yaşar Kemal’e göre, Akyollu Mustafa ile Sarıoğlu Derviş Bey’in karakterlerini büyüten romanın mekânlarından, “Akçasaz bir dönüm toprağı olmayan nice adamları büyük çiftlik sahibi etti, zengin, milyoner etti. Fabrika sahibi etti. Akçasazda yetişen Ağalar politikaya atılıp bir süre koca bir memleketin kaderine hükmedenlerin arasına katılıp, en olumsuz, en korkunç rolleri oynadılar” (Kemal, 1998, s. 123). Topraksız köylüler, ağalar, beyler Akçasaz bataklığını kurutup toprak almanın kavgasındaydılar. “Bereketli topraklar üzerinde” bir toprak kavgası ölümle sürmekteydi. Traktörler toprağa girdikten sonra ölüm kalım savaşı daha hoyrat bir hâl alır. Sazlıklar kurumaya başladığında hayvan türleri de yok olur. Yaşar Kemal, insani ve ekolojik yitişin gerçek öyküsünü yazarken, iyi insanlar ve güzel atların hatırına olsa da kendi biyografisinde rastladığımız hâliyle romanda adaleti savunan Arzuhalci Ali Efendi olmakta, ağaların yalanlarıyla yakalanıp, linç edilmekten son anda kurtulurken, diğer yandan sürekli hareket hâlinde ölümden kaçtığına inanan Yel Veli’ye belki de insancıl felsefenin kaynağına bağlı cümleleri kurma görevini vermektedir: “Ölümün çaresi yok, bir yerde mekan tutup toprağa oturmalı. Ölümün çaresi yoksa, kimseyi öldürmemeli. Ölümün çaresi yoksa, delirmemeli, düşünmemeli, kötülük etmemeli, gönül yıkmamalı, karıncayı incitmemeli…” (Kemal, 1999, s. 158). Ölümün çaresinin olmadığını bilen insanlar, o güzel şehri o güzel atları yaşamlarından çıkardıklarında, nasıl yalnızlaşacaklarının ve yabancılaşacaklarının acısıyla, geri dönüşü olmayan bir sonun onları beklediğini artık umutsuzca kabul etmişlerdi. Yaşar Kemal bu noktada yozlaşanı, kötü olanı, doğaya zarar vereni göstererek, roman karakterleri için açmadığı kapıyı okurlar için son bir kez aydınlığa ve umuda açmayı, somut olmayan kültürel bir mirasın pratiğinden; toplumsal bellekte yer edinmiş bir halk anlatısından yola çıkarak yerine getirmektedir. Sonuçta diğer nehir romanlarında olduğu gibi bu roman serisinde de doğa sevgisi, insanın temel çatışmalarını en yalın hâliyle yakalama isteği ve şiddeti bir kötülükten çok bir mecburiyet olarak görmesiyle Yaşar Kemal, bizlere şehir hayatının efsaneleri öldürdüğünü söylemektedir. Sanki bu kayıp destansı hayatın çok fazla uzaklarda olmadığını bize hatırlatmak için romanlarını yazmıştır (Pamuk, 1999, s. 187). Bu niteliği onu, romanlarını sözlü halk anlatıları ve kültürü üzerine kuran bir toplumsallıktan kaçmayan, insan ve toplum gerçekliğine demokratik bir tutumla eğilen evrensel bir romancı konumuna taşımıştır. Kaynaklar Andaç, F. (2016). Yaşar Kemal bir ömür edebiyat. İstanbul: Eksik Parça Yayınları. Bauman, Z. ve Riccardo M. (2019). Edebiyata övgü. (Akın Emre Pilgir, çev.). İstanbul: Ayrıntı Yayınları. Fischer, E. (1993). Sanatın gerekliliği. (Cevat Çapan, çev.). (7.bs.). Ankara: Verso Yayınları. 242 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 237 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU Güvenç, B. (1991). İnsan ve kültür. (5.bs.). İstanbul: Remzi Kitabevi. Kemal, Y. (1998). Demirciler çarşısı cinayeti, akçasazın ağaları 1. (3.bs.). İstanbul: Adam Yayınları. Kemal, Y. (1999). Yusufçuk yusuf, akçasazın ağaları 2. (3.bs.). İstanbul: Adam Yayınları. Kundera, M. (2014). Roman sanatı. (Aysel Bora, çev.). (5.bs.). İstanbul: Can Yayınları. Öztürk, O. M. (2016). Özerk benlik, kul benlik. “Biat” toplumunun ruhsal kökenleri. (3.bs.). İstanbul: Okuyanus Yayınları. Pamuk, O. (1999). Öteki renkler. İstanbul: İletişim Yayınları. Sadak, Y. (2017). Yaşar Kemal ya da Dionysos’un dönüşü. İstanbul: Öteki Yayınevi. Stael, M. (1989). Edebiyata dair. (Safiye Hatay ve Vahdi Hatay, çev.). İstanbul: MEB Yayınları. Stendhal, (1999). Parma manastırı. (Nesrin Altınova, çev.). (2.bs.). İstanbul: Oda Yayınları. Şeker, A. (2014). Homerostan binboğalara Yaşar Kemal. Ankara: Sabev Yayınları. Şeker, A. (2020). Edebiyat ve toplumsal cinsiyet. Ankara: Gece Yayınları. Tharaud, B. C. (2017). Çukurova Yaşar Kemal edebiyatının temelleri. (Tahsin Çulhaoğlu, çev.). İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. Wallerstein, I. (2012). Tarihsel kapitalizm ve kapitalist uygarlık. (Necmiye Alpay, çev.). (6.bs.). İstanbul: Metis Yayınları. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O238 O K 243 YUSUF ATILGAN’IN “ANAYURT OTELİ”NDE SÖYLEMİN VAROLUŞSAL AÇIDAN BİLİNÇDIŞINA ETKİLERİ Barkın Burak BİNGÖL Öz Modernist Türk Edebiyatı’nda romancılığı modernist seviyeye ulaştıran sayılı isimlerden olan Yusuf Atılgan, kullandığı şiirsel(poetik) dil ve izlekler ile öncü bir yazardır. Atılgan, yaşadığı yüzyılın özelliklerini eserine yansıtan ve bu yansıtmada özgünlüğü yakalayabilen bir yazardır. Yaşadığı dönemde popüler olan “varoluşçuluk”, “sürrealizm” akımlarının etkilerinden hareketle eserlerinde kullandığı izlekler onun hem kendi çevresini çok iyi anlatabilmesini hem de kendi trajiğini yakalayabilmesini sağlamıştır. Bu trajiği özgün bir yaratım alanı olan edebiyat ile ortaya koyması “dil” kavramı sayesindedir. Atılgan kullandığı dil ile oluşturduğu dünyasında özgün semboller ve metaforlar oturtabilmiş ve bu oturtmaları psikanaliz sayesinde izleyebilmekteyiz. Bu çalışmada Yusuf Atılgan’ın “Anayurt Oteli” adlı eseri, Paul Ricoeur’un “Yorum Teorisi” adlı kitabındaki görüşleri göz önüne alınarak incelenecektir. Öncelikle, Yusuf Atılgan’ın kullandığı şiirsel(poetik) dil ve söylemi çözümleyip anlam bakımından çağrışım alanları açıklanacaktır. Daha sonra romanda yazar tarafından kullanılan sembol ve metaforların oluşumu bilinçdışı etmenler çerçevesinde ele alınacaktır. Anahtar Sözcükler: Paul Ricoeur, yorum teorisi, Yusuf Atılgan, Anayurt Oteli, modernist Türk edebiyatı, roman, bilinçdışı, söylem, dil, sembol, metafor. THE EFFECTS OF SPEECH ON YUSUF ATILGAN'S “ANAYURT OTELİ” ON THE UNSCONSCIOUS TERMS OF EXISTING Abstract Yusuf Atılgan is the one of the few names in Modernist Turkish Literature who brought novelism to a modernist level also he is a pioneer writer with his poetic (poetic) language and themes. Atılgan is an author who reflects the characteristics of the century he lived in to his work and can attain originality in this reflection. Based on the effects of "existentialism" and "surrealism" movements that were popular in his lifetime, the themes he used in his works enabled him to both explain his surroundings very well and catch his own tragic. It is thanks to the concept of "language" that he reveals his tragedy with literature, which is a unique field of creation. Atılgan was able to use original symbols and metaphors in the world he created with the language he used. Atılgan was able to use original symbols and metaphors in the world he created and we can follow these situations in his novel thanks to psychoanalysis. In this article, Modern Turkish Novel’s one of the important name Yusuf Atılgan work of Anayurt Oteli will be examined by considering opinions in Paul Ricoeur’s book “Interpretation Theory”. Firstly, we will analyzing Yusuf Atılgan’s poetic language and discourse. Then, the formation of symbol and metaphors used by the author in the novel will be discussed of unconscious factors. Keywords: Paul Ricoeur, interpretation theory, Yusuf Atılgan, Anayurt Oteli, Modernist Turkish Literature, Novel, Discourse, Language, Symbol, Metaphor.  Yüksek Lisans Öğrencisi; Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, [email protected]. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 245 239 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM Giriş Atılgan, yaşadığı döneme modernizmi en iyi uygulayan öncü yazarlardan birisidir. Kullandığı anlatım teknikleri ve kendi trajiğini yakalamaya verdiği özen ona özgün bir söylem kazandırmıştır. Atılgan sadece kendi trajiğini yakalamakla kalmamış eserlerinde kendi özgün motif ve sembolleriyle toplumsal eleştiri yapmayı da başarmıştır. Yazar kullandığı bilinç akışı, iç konuşma, leitmotif gibi analtım tekniklerini kullanarak hem söylem oluşturmakta hem de bilinçdışının izlerini eserlerine yansıtmıştır. Dil, yazar için bir oyun dünyasıdır ve bu oyun dünyası onun biricikliğini veya bireyselliğini bize aktarmaktadır. Dr. Sigmund Freud, bu durumu şu şekilde ifade etmektedir: Sanatçı da oyun oynayan bir çocuk gibi davranır tıpkı; o da kendine bir hayal dünyası yaratarak bu dünyayı pek ciddiye alır, yani zengin bir duygu hazinesiyle donatarak realite'den kesin sınırlarla ayırır onu. Sanatsal yaratıyla çocuk oyunu arasındaki akrabalığın izlerini dilde hâlâ saptayabilmekteyiz; çünkü dil, somut nesnelere yaslanan ve tekrar tekrar sergilenebilme olanağını içeren sanat yapıtlarını oyun sözcüğü içinde toplamakta, bunları eğlendirici oyun (güldürü) ve acıklı oyun (ağlatı) diye nitelendirmekte, söz konusu yaratılan sahnede canlandıran kişiye ise oyuncu demektedir (Freud, 2001, s. 105). 1. Anayurt Oteli’nde Varoluşçu Söylemin Sonuçları “Dil gerçekliği aktarmaz, bir anlamda yaratır. Başka bir deyişle, gerçeklik bizim kurduğumuz bir kurmacadır, çünkü anlam dilden önce varolamaz ve kurmaca gerçekliğin bir kopyası değil BİR GERÇEKLİKTİR.” Ronald SUKENICK, Surfiction. Atılgan 1973 yılında kaleme aldığı ikinci romanı olan “Anayurt Oteli”nde içinde yaşadığı topluma karşı yabancılaşmayı ve bu yabancılaşma sonucunda bireyin çektiği çeşitli psikolojik rahatsızlıklar sonucunda intihar etmesini konu eder. Atılgan 1953’te kaleme aldığı ilk romanı olan “Aylak Adam”da “Bay C.” ile yakaladığı bireyin trajiğini bu romanında “Zebercet” ile yakalamıştır. Bu benzerlik hakkında Moran şu sözleri ifade etmiştir: İki roman arasında öyle benzerlikler göze çarpar ki insan, Atılgan’ın aynı konuyu, farklı roman anlayışlarının getirdiği bir teknikle ikinci kez yazmak istediği sanısına kapılabilir. İki yapıtın da baş kişisi toplumdan kopmuş ve yalnız kişiler; ikisi de tek bir kadınla iletişim kurabilmede görüyor sorunun çözümünü ve ikisinin de çabası başarısızdır (Moran, 1994, s. 219). Zebercet de Bay C. gibi kendi varoluşunu anlamlandırmaya çalışmakta ve içinde yaşadığı topluma bu yüzden yabancılaşmaktadır. Bu arayış roman karakterlerini bireyselleştirmiş ve bu bireyselleşme sonucunda ise toplumdan farklı bir bilinç seviyesine ulaşmışlardır. Bu bilincin farklı ve özgün olmasının en önemli sebebi yaşanılan dönemde ortaya çıkan “varoluşçuluk” ve “sürrealizm” akımlarının etkisidir. Dil bu bilinci ortaya dökmede kullanılan en önemli araçtır ve biz bu bilincin izlerini Atılgan’ın eserlerinde izleyebilmekteyiz. Umberto Eco, kaleme aldığı “Üç Tür Amaç” adlı yazısında metinde aranması gereken özellikleri sıralamıştır. Sıralanan özellikler bu çalışmanın ilk bölümünün izleğini yansıtması bakımından önemlidir: Her ne kadar son zamanlarda okurun girişimine (metnin tanımlanmasının tek ve biricik ölçütü olarak) tanınan ayrıcalık, son derece belirginleşmişse de, gerçekte klasik tartışma her şeyden önce şu iki program arasındaki karşıtlık çerçevesinde eklemleniyordu: 246 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 240 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU - metinde, yazarın ne söylemek istediğini aramak gerekir; - metinde, metnin ne söylediğini (yazarının amaçlarından bağımsız olarak) aramak gerekir. Ve aşağıdaki karşıtlık da ancak bu karşıtlığın ikinci öğesi benimsendiğinde sağlanabilirdi: - metinde, metnin ne söylediğini, metnin kendi bağlamsal tutarlılığına ve gönderdiği anlamlama dizgelerinin durumuna başvurarak araştırmak gerekir; - metinde, alıcının orada ne bulduğunu, alıcının kendi anlamlama dizgilerine ve / ya da arzularına, itkilerine, isteklerine başvurarak araştırmak gerekir (Rifat, 2014, s. 283). Ricoeur, kitabında ele aldığı kavramlardan birisi “mesaj”dır ve bu kavramı şu şekilde ifade etmiştir: Mesaj maksatlıdır; birisi mesajı kastetmiştir. Kod ise anonimdir ve bir kasta, niyete dayanmaz. Bu anlamıyla bilinç dışıdır; güdüler ve dürtülerin Freudcu metapsikolojiye göre bilinç dışı olmaları anlamında değil, libidinal olmayan(nonlibidinal) yapısal ve kültürel bilinç dışı anlamında (Ricoeur, 2019, s. 17). “Anayurt Oteli”nde şüphesiz hem bireysel hem de toplumsal mesajlar vardır. Güngör bu durumu şu şekilde ifade etmiştir: Anayurt Oteli’nde de, bireyin “yabancılaşması”ndan ve bundan dolayı da çevreye duyarsızlaşıp ondan ayrı kalmasından ötürü içinde bulunulan duruma yönelik eleştiriden kaynaklı bir fikir unsurunun varlığını görebiliriz. Ancak buradaki durum da, tıpkı yazarın Aylak Adam romanında olduğu gibi genel bir toplumsal eleştiriyi değil de, bürokratik bir kurum olarak yargının karar mekanizmasındaki eleştiri olarak adlandırılmalıdır (Güngör, 2014, s. 84). Zebercet’in söylemlerinden hareketle toplumsal eleştiri bize romanda şiirsel(poetik) bir biçimde şu şekilde yansıtılmıştır: Af buyurun yabancı mısınız hayır evet yabancı gibiyim gelip geçenlerden bir tanıdığım ara sıra konuşulacak bir yakınım mı var burda damacılar kahvesine gitmeli bir sabah belinde kasap önlüğü elinde satırla sokakta koşarken görenler güler miydi kaçışır mıydı avluya girince ninesi ayakyoluna koymuş yemek tenceresini kaçamak kokmaya başlamıştı kaç gün dayanır Emekli Subay'ın kızının iki haftada çıkmış kokusu apartman katıymış tavanarası serin önümüz kış en azından üç hafta dayanılır mı kütüğün üstünde satırla et doğrarken karısı aklına gelince bir testere almalı kemikler katıdır demir testeresi almalı soğuk demircilerde bulunur belki Ekrem'e ayırmıştım kestaneleri arkasından yaklaşıp beline bir tekme ensesine bir yumruk ensesinden mi kesilir başı yandan kaval kemiğine tekmeyle B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O241 O K 247 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM önce ayakları tabanları karamsı ayaklarını yıkasana yatmadan kalçalarına varınca kimbilir kaç parçada kolları iki hayır üç parça kanı donmuştur bedenindeki etler keskin bir bıçakla sıyrılır her gün birkaç saat arayla bir parçasını kâğıda sararak sundurmanın altına götürüp ocakta çamaşır suyu kaynattığı kazanın altında yakarken kokuyu duyan olsa bile birisi yemeğin dibini tutturmuş (Atılgan, 2013, s. 86). Zebercet içinde bulunduğu topluma karşı kendisini yabancılaştırmasının bir sebebi de Toplumun normlarına ve yaşayış şekline karşı hayıflanmasından gelmektedir. Toplumun kendisini bireysel düzeyde anlamadığını; “hayır evet yabancı gibiyim gelip geçenlerden bir tanıdığım ara sıra konuşulacak bir yakınım mı var(…)” bu sözlerle ifade etmiştir. Baştaki söyleminde yer alan “hayır evet yabancı gibiyim” gibi ikircikli ifade kalıpları bu durumdan ne kadar rahatsız olduğunu bize göstermektedir. Atılgan bu parçada toplumsal boyutta eleştirisi yine söylemlerinde yer alan göstergeler üzerinden imgesel bir dille; “ensesine bir yumruk”, “yandan kaval kemiğine tekmeyle”, “kokuyu duyan olsa bile birisi yemeğin dibini tutturmuş” ifade etmiştir. Güngör’ün de bahsettiği gibi bürokratik bir eleştiri bu parça da söz konusudur ve Zebercet bu durumdan hayıflanmaktadır. Paul Ricoeur bu durumu kelime ve cümle üzerinden yaptığı “gösterge” kavramıyla açıklamaktadır: Yalnızca cümle, aynı konuşma olayı gibi fiilîdir(…) Cümle daha büyük yahut daha kompleks bir kelime değildir, o yeni bir entitedir. O kelimelere ayrıştırılabilir, fakat kelimeler kısa cümlelerden başka bir şeydir. Cümle, parçalarının toplamına indirgenemez bir bütündür. Kelimelerden meydana gelir, ancak kelimelerin türetilmiş bir fonksiyonu değildir. Cümle göstergelerden oluşur, fakat kendisi bir gösterge değildir (Ricoeur, 2019, s. 21). Atılgan ve diğer şiirsel(poetik) dil kullanan romancılar Ricoeur’un “cümlenin bir gösterge olmadığı” düşüncesini yıkmışlardır. İmgesel bir biçimde yukarıda olduğu gibi kurulan bu parçalar tek bir göstergeyi niteleyecek karakterdedirler. Gennadiy Pospelov bu durumu şu şekilde ifade etmiştir: Dilde imgeselliğe kavuşmak, ille de dilin şu veya bu özel biçimlerinin, özellikle de mecazlı ifadelerin kullanılması yoluyla olmaz; aynı zamanda dilin en yalın araçlarıyla belirtilebilen görsel ayrıntıların ustaca seçilmesi yoluyla da olur. Söyleyen ya da yazan kişi, bir-kere’lik bir olguyu yeniden yaratmaya yöneldiğinde, dilin her biçimi de imgesel bir anlam kazanabilir (Pospelov, 2014, s. 86). Zebercet, benliğinin olabildiğince farkındadır ve bu farkındalık onun varoluşunu zedeleyen en temel unsurdur. Bu durum onun benliğinde özyıkıma kadar varmıştır. Atılgan romanda bu farkındalığı genellikle Zebercet’in fiziksel görünüşü üzerinden imlemiştir: Orta boylu denem ez; kısada değil. Askerliğindeki ölçülere göre boyu bir altmış iki, kilosu elli dört. Şimdilerde, otuz üç yaşında, gene don-gömlek kantara çıksa elli altı ya da elli yedi kiloyu bulur. İki yıldır karın kasları gevşemeye başladı. Başı bedenine göre büyükçe, alnı geniş; saçları, kaşları, gözleri, bıyığı koyu kahverengi; yüzü kuru, biraz aşağıya çekik ama gecikmeli Ankara treniyle gelen kadının gittiği sabah aynaya baktığında gördüğü kadar değil. Elleri küçük, tırnakları kısa; omuzları, göğsü dar (Atılgan, 2013, s. 12). 248 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 242 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU Zebercet fiziksel görünüşünden memnun değildir ve bu memnuniyetsizliğe karşı daima hayıflanmaktadır. Bu durum onda “aşağılık kompleksi” yaratmıştır. Uyur “aşağılık kompleksi”ni şu şekilde açıklamaktadır: Sosyal durumlar karşısında korku duyan ve aşağılık hissini motive edici güç olarak kullanan insanlardan farklı tutum sergileyerek, gizli şekilde duyduğu aşağılık hislerini aşağılık kompleksine çeviren ve psikotik belirtiler gösteren insanlar sekonder türler oluşturur. Elde edilemeyecek bir hayat planı doğrultusunda hareket eder, çevrelerine karşı uygunsuz davranışlar sergilerler. Bu kişiler bir yandan çevredeki insanları kendilerinden uzaklaştıran olumsuz tutum ve davranışlar sergilerken diğer taraftan insanların kendilerine yaklaşımına korku ve aşağılık hisleriyle reaksiyon verirler. Sürekli yaşadıkları bu hisleri dengelemek için organize savunma mekanizmaları geliştirirler (Uyur, 2015, s. 55). Zebercet, Uyur’un da bahsettiği gibi “çevredeki insanları kendilerinden uzaklaştıran olumsuz tutum ve davranış”ları sergilediği için kendisi de bu açıdan yabancılaşmaya mahkûm olmuştur. Ayrıca Zebercet içinde bulunduğu durumdan da memnun değildir ve sürekli bunu düşünmektedir. Bu durum söylem bakımından esere sürekli “ben”e yapılan atıflarla görünür kılınmıştır. Riceour bu durumu hem “şimdi”ye hem de “özne” kavramına değinerek şu sözleri ifade etmiştir: Ben,” bir kavram değildir. Onun şu anda konuşan kişi benzeri evrensel bir ifadenin yerine geçmesi mümkün değildir. Onun yegâne fonksiyonu bütün cümleyi konuşma olayının öznesine atıfta bulunduğu her defa yeni bir anlam kazanır. “Ben,” cümlede mantığın gerektirdiği özne olarak ortaya çıkan “ben” kelimesini konuşmada kendine uygulayan kişidir. Başka yerdeğiştiriciler, söylem referansını konuşucusuna atfeden başka gramatik taşıyıcılar da vardır. Bunlar, şimdiki zamanın etrafında toplandıkları ölçüde fiil zamanlarını içerir ve dolayısıyla konuşma olayının ve konuşucunun şimdi”sine atıfta bulunur (Ricoeur, 2019, s. 27). Romanda bu durum sürekli Zebercet’in yüzünde irdelediği “bıyık” ile verilmiştir. “Bıyık” onun benliğini yineleme ve çevresinin onu tanımasına yarayan fiziksel eril bir özelliğini imlemektedir. Romanda bu durum şu şekilde ifade edilmiştir: — Bu sabah var mıydı bıyığım? — Farketmedim, dedi adam; çıkıp gitti. Bu bıyık sorununu kolayca kapayamayacaktı demek. Sorması gereksizdi; adam kesinlikle 'vardı' ya da 'yoktu' dese bile durumu aydmlatmayacaktı bu (Atılgan, 2013, s. 24). Romanın bir başka yerinde: “Kimi ayrıntılar ya da belli bir ayrıntı (28 Kasım gibi) önemsendiğinde, bir kesinlik arandığında (tam bir gün aynaya baktıkça yerinde gördüğü bıyığını bir uzmana götürüşü gibi) dolaylı da olsa başkalarının saptamı, tanıklığı gerekliydi.” (Atılgan, 2013, s. 95). İki alıntı da Zebercet’in “ben”iyle alakalı olan bir durumu başkalarının onayı ve tanıklığı ile kanıtlayabileceğini görüyoruz. Zebercet için “şizoid kişilik bozukluğu” olduğunu söylemek yanlış olmaz. Zebercet daima benliği ile ilgili düşüncelerde ikilik hâlindedir. Dr. Ronald David Laing bu durumun şu şekilde ifade etmektedir: Herkes şu ya da bu zamanda bir ölçüde, böylesi bir yararsızlık, anlamsızlık ve amaçsızlık duygu durumlarına maruz kalır, fakat şizoid bireylerde bu duygu durumu B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O243 O K 249 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM özellikle inatçıdır. Bu duygu durumları algı kapılarının ve/veya eylem yollarının benliğinin kumandasında olmaması, fakat, sahte bir benlik tarafından sürdürülmesi ve yürütülmesi olgusundan doğar. Algıların gerçekdışılığı ve tüm etkinliğin anlamsızlığı ve sahteliği, sahte bir benliğin -“hakiki” benlikten kısmen çözülmüş, dolayısıyla bireyin başka kişilerle ve dünyayla ilişkililiğinde doğrudan katılmaktan dışlanmış bir dizgenin- komutasında olan algı ve etkinliğin zorunlu sonuçlarıdır. Böylece bireyin kendi varlığı içinde sahte bir ikilik yaşantılanır. Birey, dünyayı bütünlüklü bir benlikte karşılamak yerine, dünyadaki kişilerle ve şeylerle olan dolaysız bağını reddederek kendi varlık parçasını reddeder (Laing, 2015, s. 79). Atılgan romanda sürekli Zebercet’in veya diğer karakterlerin “eylem”lerini uzunca tasvir eder. Eylem, söylem için oldukça önemlidir ve kişinin bu dünyadaki işlevlerini imler. Riceour, söylem içindeki eylemin semantik bir varoluş yarattığını ifade etmiştir: Söyleyerek yaptığımız eylem (illocutionary act) bir vaadi bir emir, dilek, yahut iddiadan ayırt eden şeydir. Ve söyleme içindeki eylemin (illocutionary act) “gücü” tam da olay ile anlam diyalektiğini sunar. Her durumda spesifik bir “gramer,” söyleme içindeki eylemin (illocutiınary act) ayırt edici “güç”ünü ifade ettiği belirli bir niyete tekabül eder. İnanmak, istemek, yahut arzulamak gibi psikolojik terimlerle dile getirilebilen şey, bu gramatik aygıtlar ile söyleme içindeki eylem (illocutionary act) arasındaki korelasyon sayesinde semantik bir varoluşla kuşatılır (Ricoeur, 2019, s. 28). Romanda karakterler tarafından yapılan her eylem anlamlı değildir ancak kullanılan şiirsel(poetik) dil bu durumu imgesel bir boyuta taşıdığı için anlam değerleri kazanmaktadır. Atılgan, Ricoeur’un kastettiği “inanma”, “arzulama” vs. gibi isteklerin farkındadır ve roman karakterleri de bu duygu durumlarına göre hareket etmektedirler. Hatta romanda “eylem”in özelliği şu şekilde ifade edilmiştir: Dışarısı serindi. Bankaların önündeki geniş kaldırım da duvar kıyısından yürüyordu. İç cebini yokladı; Tırnak çakısı oradaydı. Bir portakal kabuğuna ya da balgama basmıştı anlaşılan, ayağı kaydı; düşerken duvara sürtündü, elini yere dayayıp doğruldu. Gelip geçenlerden kim se gülmedi. Onu görmüyorlardı mıydı yoksa? Köşeyi dönünce durdu. Kestaneci yerindeydi, elindeki maşayla kestaneleri çeviriyordu. Başını kaldırmadan 'Kebap!' diye bağırdı. Zebercet titredi; yüzü sarardı. Bir eylemin ertesini, sonuçlarım göze alabilirse ya da bunlara kayıtsız kalabilirse, insanın yapmayacağı şey yoktu (Atılgan, 2013, s. 89). Atılgan, “arzu” ve “istek”leri genellikle bastırılmış bir bilincin ışığında bize anlatmaya çalışmıştır ve bunu bilinçli bir biçimde yapmıştır. Atılgan, “psikanaliz”in insanının varoluşuna yaptığı katkıyı bilmektedir ve eserlerinin olay örgüsünün bir kısmını bunun üzerine kurgulamıştır. Güngör’ün deyişiyle ifade edecek olursak: Atılgan, eserlerinde Batı toplumlarının ileri kapitalist döneminde ortaya çıkan varoluşçuluk gibi felsefi akımların kavramlarından yararlanmakla birlikte, modern psikolojinin –özellikle de psikanalizin- verilerinden de sıklıkla yararlanır. Bunun sebebi, toplumların modern dönemlerinde orta-sınıfa mensup aydınların yahut da yazarların büyük çoğunluğunda görülen “bireyci” tutumda aranmalıdır (Güngör, 2014, s. 4). 250 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 244 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU Atılgan’ın ebeveynleri romanın olay örgüsünde yoktur ve onun kişiliğine aktif bir şekilde etkide bulunmazlar. Ancak, Zebercet’in otele bağlılığı ebeveynlerine bağlıdır ve bu sebeple otel onun bağımlı kişiliğini yansıtır. Uğurlu, bu durumu şu şekilde ifade etmektedir: Zebercet'in, otelin hizmetlisi olduğu söylenebilir. Kendi adına çalışmayan, iş yerinin gelirlerini asıl sahibine her ay düzenli olarak gönderen bir emanetçidir. Emanetçisi bulunduğu bu yer, bir yandan onun evidir, dışarı ile ilişkisini ve ilişkisizliğini sağlar, diğer yandan da ve asıl olarak onu dışarının bütün tekinsizliklerinden koruyan faillik bir mekân, bir tür anne karnıdır (Uğurlu, 2007, s. 1736). Atılgan öncelikle babasının otelde yer alan bir oda üzerinden Zebercet’e adeta bir vasiyette bulunmuştur: Eskiden birgün babası bitpazarından alıp getirmiş, buraya asmıştı. 'Oğlum Zebercet, ben ölünce olur olmaz kimselere vermezsin bu odayı. Bir otelde böyle bir oda gerek.' Sırtını kapıdan çekip yürüdü, resmin önünde durdu; bir süre baktı (Atılgan, 2013, s. 9). Daha sonra Atılgan, ebeveynlerin ölümünü şu şekilde yansıtmıştır: İlkokulu bitirdiği yaz sünnet oldu. Gene o yaz anası öldü. Ortaokula göndermedi babası; askere gidinceye değin sekiz yıl birlikte çekip çevirdiler oteli. Askerliğini bitirip geldikten iki ay sonra öldü babası; otel başka ellere düşmesin diye onun dönüşünü bekleyip de Ölmüştü sanki (Atılgan, 2013, s. 14). Son olarak Zebercet, romanın sonlarına doğru kaçma isteği duyar ancak “bağımlı kişiliği” buna izin vermemektedir: Bağımlı kişilik bozukluğu olan bireylerde aşırı ilgilenilme gereksinimi görülür ve bu da kopamayan ve boyun eğen bir davranış örüntüsüne yol açar. Bu kişilerde aynı zamanda ayrılık olasılığına ya da bazen yalnızca tek başına kalma gerekliliğine karşı kendini yetersiz görmeden kaynaklanan akut bir korku gözlemlenir (Bucher, Mineka ve Holey, 2013, s. 664). Atılgan romanda bu durumu şu şekilde yansıtmıştır: Afrika'da bir köye mi öyle sanıyorum çok ağırsınız inin karnımdan lütfen evet gidiyorum kaçmam gerek siz ben kaçamam bağlıyım burada ölülere konağa (Atılgan, 2013, s. 93). Ricoeur dilin tek başına bir dünya olmadığını ve bu dünyayı anlamlı kılanın tecrübeler olduğunu ifade etmiştir: Mânâ ile referans diyalektiği, bağımsız bir kılavuz sayılabilecek kadar orjinaldir. Yalnızca bu diyalektik, dil ile dünyadaki varlığın ontolojik durumu arasındaki ilişki hakkında bir şey söyler. Dil kendi başına bir dünya değildir. O, bir dünya bile değildir. Ancak dünyada olduğumuzdan, durumlardan etkilendiğimizden ve kendimizi bu durumlara bilinçle yönelttiğimizden, söyleyecek bir şeyimiz, yani dile getirilecek tecrübelerimiz vardır (Ricoeur, 2019, s. 35). B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O245 O K 251 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM Romanda Zebercet’in yaşadığı “yalnızlaşma”, “yabancılaşma” gibi duygu durumlarını kendi yaşadığımız tecrübelerden hareketle anlamlandırabiliriz Bu durum söylemin sınırlılıklarının birisidir ve bu sınır aynı zamanda edebî eserlerin varoluşa olan katkısını da belirlemektedir. Ricoeur bu durumu şu şekilde ifade etmektedir: Alımlama estetiğinin iletişim sorununu ele alabilmesi için gönderme [referans] sorununa da bakması gerekir. İletilen şey, son noktada, bir yapıtın anlamı ötesinde, o yapıtın yansıttığı dünya ile orada oluşturacağı ufuktur. Bu açıdan, dinleyici ya da okur söz konusu dünyayı kendi algılama yeteneklerine göre alımlar; bu yetenek de hem sınırlı olan hem de bir dünya ufkuna açılan durumla tanımlanır (Ricoeur, 2007, s. 149). Ricoeur, “dil”i teknik kurallarının bir parçası olarak görmekte ve edebî türleri ise “üretici aygıtlar” olarak nitelendirmektedir. Bu nitelendirme de yazar “yapıcı” konumdadır: Dil, sanat eserleri ve üretiminden, dolayısıyla söylemin eserlerinden bahsetmemizi mümkün kılan bir tür zanaatkârlık kurallarına tâbidir. Şiirler, tahkiyeler ve denemeler, söylemin bu tür eserleridir. Bizim edebî türler diye adlandırdığımız üretici aygıtlar, edebî türlerin üretimini yöneten teknik kurallardır. Dahası bir eserin üslubu, bir ürünün veya eserin bireysel konfigürasyonundan başka bir şey değildir. Burada yazar konuşucu değil, aynı zamanda kendi eseri olan bu eserin yapıcısıdır da (Ricoeur, 2019, s. 47). Atılgan yapıtlarında kullandığı şiirsel(poetik) dili “Anayurt Oteli”nde de kullanmıştır. Bu poetik dil yazarın bilinçaltı ve bilinçdışı etmenlerini göstermekle beraber yazarın kurduğu üslubu da bize göstermesi bakımından oldukça önemlidir. Romanın bir çok yerinde bu üslubun yansımalarını görmekteyiz: kestanelere bir avuç kum atılabilir kumu Domuz Deresinden alırız domuza benziyorsun sen eşeğe öküze ineğe katıra maymuna ayıya su aygırına hamam böceğine sıçana köpeğe çakala çakalın üstüne atılıp boğmuş dayısı söylüyor çakallara yedirmem kısrağımı demiş dayım boğar mıydı bıraksalar bilinir mi sonuna dek gitmekten korkar mıydı korkmamış olanakların sonuncusuna varınca kendini asmasaydı şimdi buruşuk yüzü sırtı eğik bastonuyla parktaki yaşlı adam gibi çok güzelmiş ondokuzunda terziler yalvarırmış giysilerini dikmek için ak ketenden giysileri varmış üstünde merdiven 252 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 246 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU boşluğunda ayakkabılarından birkaç karasinek erkek sinek kondurmamış kızının üstüne de iyi haltetmiş (Atılgan, 2013, s. 85). Atılgan görüldüğü üzere romanda, bilinçdışını etkileyen unsurları “bilinç akışı” tekniğiyle ile biçimsiz bir şekilde yansıtmıştır. Alıntıda yazar insanları çeşitli üstelik mizaç itibarıyla kötü hayvanlara benzettikten sonra yine kullandığı şiirsel(poetik) dil ile olay, mekân ve kişileri imgeselleştirerek eleştiri yapmaktadır. Güngör bu durumu şu şekilde ifade etmiştir: Modern bir romancı olan Atılgan’ın eserlerindeki dil ve üslubun da; basit olduğu kadar söz konusu yazarın sık sık kullandığı “bilinç-akımı” tekniğinin ve işlediği konuların doğrultusunda bir anlamda “modernizmin eleştirel dili” olarak da tanımlanması gerekmektedir (Güngör, 2014, s. 79). 2. Anayurt Oteli’nde Söylemin Sembol ve Metafor Alanının Bilinçdışına Yansımaları İnsan dahil, organik (canlı) tabiatı çizgisel-geometrik şekillere indirgerler ve halis bir çizgiler, şekiller ve renkler dünyası oluşturmak için çoğu zaman organik dünyadan tamamen uzaklaşırlar. Süs burada artık bir süs olmaktan çıkar, … hayatın akışını takip etmeyen, fakat ona katı şekilde karşı çıkan bir şey olur. … Amaç artık bir şeye benzetmek, benzer bir şey meydana getirmek değil, büyü yapmaktır. Süs … Zaman’ın dışına çıkmış bir şeydir; o tamamen oturmuş ve sabit bir uzantıdır. Wilhelm WORRINGER, Abstraktion und Einfühlung. Bilinçdışı kabaca Dr. Sigmund Freud’un psikanaliz öğretisinde bizim karar yetimizi etkileyen dış unsurların depolandığı alandır. Dış dünya ile olan ilişkilerimizin bizde bıraktığı iyi veya kötü etkileri bu sayede yorumlayabilmekteyiz. Atılgan’ın kaleme aldığı “Anayurt Oteli” adlı romanda Zebercet karakteri üzerinden bilinçdışı etmenleri rahatlıkla izleyebilmekteyiz. Zebercet, “bastırma (bilinçdışına itme)” ile arzu ve isteklerini görünür kılmaktadır. Freud’un ifadeleriyle açıklayacak olursak: BASTIRMA (BİLİNÇDIŞINA İTME): (…) Freud’a göre, bilinçdışına itimler yaşantıların kendileri değil, anıları üzerinde gerçekleştirilir. Amaç, söz konusu isteklerin doyuma kavuşturulmasının yol açacağı elem duygusundan kaçmaktır. (…) Bilinçdışına itilmiş yaşantı malzemesi belli bir içgüdüsel enerjiyle yüklüdür ve bu enerji sürekli olarak doyum peşinde koşar. Öte yandan, ben, enerjisinin bir bölümünü harcayarak bilinçdışına itilmiş enerjiyi bulunduğu yerde tutmaya çalışır (Freud, 1979, s. 336). Ricoeur “bilinçdışı” kavramını ele almış ve bu kavramın söylem, eylem ve anılarımızı oluşturduğunu düşünmektedir ve şu sözlerle bu durumu ifade etmiştir: Gerçekten de başlangıçta bilinçdışı olma niteliği hâlâ bilince göre anlaşılmaktaydı; yalnızca yok olmuş, ama yeniden ortaya çıkabilecek olanın temel niteliğine işaretti. Bilinmeyen durumunda olan, bilinçdışı tarafıydı. Bilinçdışını kabul ediyor ve onu bilinçten ödünç aldığımız belirtilerle yeniden kuruyoruz, çünkü anıları yiten de odur, anıların yeniden belirdiği yer de o. Böylesine bir bilinçsiz temsilin varlığını nasıl sürdürdüğünü ve yok oluş durumu içinde nasıl kaldığını bilemesek de, bu ilk bilinçdışı kavramını örtülülük olarak tanımlarken bilince göre bir tanım yapmış oluyoruz (Ricoeur, 2007, s. 113). B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O247 O K 253 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM Anayurt Oteli’nde bilinçdışının izlerini kullanılan dilsel semboller ve metaforlar aracılığıyla görmekteyiz. Ricoeur’un şematize ettiği metafor önermesi bu durumu açıklamak için önemlidir: (1) Metafor bir mecazdır, adlandırmayı ilgilendiren bir söylem figürüdür. (2) O, bir adın anlamının kelimelerin lafzî anlamından saparak genişlemesini temsil eder. (3) Bu sapmanın nedeni benzerliktir. (4) Benzerlik, aynı yerde kullanılmış olabilecek lafzî anlamın yerine bir kelimenin figüratif anlamını koymaya yarar. (5) Bu sebeple vekalet eden anlam herhangi bir semantik yenilik sunmaz. Biz bir metaforu tercüme edebiliriz. Aslında, vekil (figüratif anlam) artı orijinal (lafzî) anlam eşittir sıfır. (6) Semantik bir yenilik sunmadığından, metafor gerçeklik hakkında herhangi bir yeni malûmat sağlayamaz. Metaforun, söylemin hissî fonksiyonlarından biri sayılmasının nedeni budur (Ricoeur, 2019, s. 65). Atılgan’ın üslubunda önemli bir yer kaplayan “bilinç-akımı” tekniğinin özelliklerinden birisi olan metafor, Ricoeur’un bakış açısından ele alındığında anlam katmanlarına pek önemli olmadığı görülür. Ancak, mecazlı ifade veya söyleyiş yazarın çevresinde yer alan etmenlere yüklediği diğer anlamları göstermektedir. Örneğin, Anayurt Oteli’nde yabancılaşma unsuru bir metafor olarak aşk izleği üzerinden verilmeye çalışılmıştır. Zebercet’in, “gecikmeli Ankara treniyle gelen kadın”a aşık olması ve bu sebepten dolayı hayatını değiştirmeye çalışmasından(bıyığını kesmesi ve giyimini değiştirmesi) sonra yaşadığı hayal kırıklığı romana şu şekilde yansımıştır: Yarım saat sonra, erkek giysileri satan bir mağazada yakışıklı, genç bir satıcının biraz alaylı, gülümsemeli yardımıyla seçtiği bir kara pantolonu, yakası kapalı açık mavi kazağı, üç düğmeli kara ceketi paravanayla ayrılmış bir köşede duvara dayalı dar uzun aynanın önünde giymiş, eski ceketinin ceplerindekileri yenisine aktarıyordu. Ankara treniyle gelen kadının kaldığı odanın anahtarını, mendili sağ cebine, dış kapının anahtarını, sigara paketini, kibriti sol cebine, kasanın anahtarını, tırnak çakısını iç cebine koydu (Atılgan, 2013, s. 22). Zebercet, “gecikmeli Ankara treniyle gelen kadın”ın odasında yer alan yastıkla onu hayal ederek cinsel ilişkiye girmiştir: Gece lambasını yaktı; öteki ışığı söndürdü. Ayakkabılarını, çoraplarını çıkardı; terlikleri giydi. Soyundu; giysilerini askıya astı. Ayaklarını yıkadı; otelin havlusuyla kuruladı. Dönüp yatağa girdi, yorganı üstüne çekti. Yastığı çevirdi, yüksek sesle 'Gelmeseydin ölürdüm’ dedi. Yastığı kokladı, öptü. Erkeklik organı dimdikti. Sıcaktı içerisi; avuçları terliyordu. Doğruldu; yorganı ayakucuna itti. Göğsünün kılları seyrekti; yüzü sarıydı, gergindi. Kadının unuttuğu karaları ince, sarıları kırmızıları kalın çizgili havluyu demirden aldı; yatağın ortasına serdi: yastığın bir ucunu havlunun altına çekip abandı; sarıldı. Yüksek sesle bir daha 'Gelmeseydin ölürdüm’ dedi. Kadın bir şey sormuştu anlaşılan; ‘Evet’ dedi. Kolları oldukça ince, bacakları kıllıydı. Kıçı da kıllıydı/sivilceliydi; tekdüze, ağır ağır kalkıp iniyordu. Yüzünü yastıktan ayırıp kadınınkine benzetmeye çalıştığı ince bir sesle ‘Ooh, bırakma sakın; memelerimi ısır’ dedi. Az aşağıya kayıp yastığı ısırdı. İnledi. Bacakları, sırtı gerile 254 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 248 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU gerile, gittikçe hızlanarak uzun süre kalkıp indi kıçı; durdu, ince, yorgun bir sesle, kulağına söyleniyormuş gibi yavaşça 'Ooh, nasıl seninim’ dedi (Atılgan, 2013, s. 41). Atılgan, metaforlu söyleyişi “toplumsal eleştiri” yapmak için kullanmıştır. Toplumun yapısınının yabancılaşmaya müsait olduğunu ve en büyük problemin “iletişimsizlik” olduğu ifade edilmiştir. Moran, Zebercet üzerinden verilen bu eleştiriyi şu şekilde açıklamaktadır: Zebercet yalnızlığı, iletişimsizliği, kendi psikolojik nedenlerinden ötürü daha uç noktalarda yaşar, ama sorunu genel insanlık sorunudur. Ayrıca romanın topluma dönük bir yanının olduğunu da unutmamalıyız. Atılgan haksız düzenden, sömürüden, ezilenlerden söz etmese de Anayurt Oteli bir tür başkaldırı romanıdır, çünkü dolaylı biçimde sergilediği toplum, anlayışsızlığın, acımasızlığın, şiddetin ve ahlaksızlığın yaygın olduğu yozlaşmış bir toplumdur (Moran, 1994, s. 221). Romanda bu durum bize yozlaşmış yargı sistemi üzerinden şu şekilde yansıtılmıştır: (Süngülü iki candarmanın arasında elleri kelepçeli Ağırceza'nın ardına dek açık kapısından girerken kapının yanında duran yaşlı bir adam içeri girmek isteyen sinekleri inceliyor dişileri bırakıyor erkekleri kovuyor kızı içerdeymiş bunun diyor biri tahta parmaklıklı bölmede kelepçeyi çıkarırlarken kürsünün ardında oturan üç yargıçtan ortadaki Emekli Subay gülümsüyor işler tıkırında diyor avukat sandalyesindeki Dişçi Bey dinleyici sıralarında bir örnek giyinmiş kara bıyıklı dört adam gelip elini sıkıyorlar ömrün uzun olsun diyorlar yerlerinize geçin diye bağırıyor Yargıç savunma günü bugün Avukat ayağa kalkıp çantasından birkaç kâğıt çıkarıyor okuyor sayın yargıçlar sonsuz bir boşlukta bir ışık günü öteden iş hanının köşesindeki kestanecinin mangalından sıçrayan bir kıvılcım gibi görünen ateş parçasının çevresinde ağır ağır dönen bir toprak yığını üstünde ne yaptıklarını bilmeden kıpırdayan birbirlerini öldürmeseler de öleceklerini bilen sorular soran varlıklardan Yargıç kürsüye vuruyor savunmanızı öldürme hakkı üstüne kurduğunuz anlaşılıyor bu konu burada tartışılmaz burada bir eylem yasaların bir bölmesine sığdırılır diyor Avukat elindeki kâğıtları çantasına koyup başka kâğıtlar çıkarıyor okuyor sayın yargıçlar durumunu sizin yargınıza getirince savunmasını üstüme aldığım sanığın önce bir erkek olduğunu göz önünde tutarak son iki haftalık kesinti dışında on yıldır çoğu geceler olduğu gibi otuz Ekimi otuz bir Ekim’e bağlayan çarşamba gecesi bu kolayca uyanmayan kadının odasına girerek onu yarı uyur yarı uyanık soyduk tan sonra af buyurun üstüne vardığında Yargıç elini kaldırıyor savunmanız kadının ölümüyle ilgili anlaşılan diyor evet sayın başkan Emekli Subay oysa sanık kadını değil kediyi öldürdüğü için yargılanıyor deyip göz kırpıyor Avukat elindeki kâğıtları çantasına koyup başka birini çıkarıyor bütün olasılıkları olanakları önceden düşünmek yararlıdır deyip okumaya başlarken yeter diye bağırıyor arkalardan biri dayısı bu ayağa kalkmış ak ketenden giysileriyle ince-uzun anası babası da oradalar ne işin var senin buralarda diyor salon karışıyor Savcı atın şunu dışarı diye bağırıyor candarmalar kapıdaki adam dinleyiciler koşuşuyorlar kargaşalıkta gürültüde Yargıç'ın sesini açıkça duyuyor yirmi sekiz Kasıma bırakıldı) (Atılgan, 2013, s. 94). Atılgan, duruşmadan verdiği bu kesit üzerinden toplumun içinde bulunduğu iletişimsizlik ve karar mekanizmasının ne kadar kötü olduğunu metaforlu söyleyiş sayesinde açıklamıştır. Ricoeur bu durumu şu şekilde ifade etmiştir: Gerilim metaforları, kendi anlamlarını yarattığı için tercüme edilebilir değildir. Bu, onların ifade edilemez olduklarını söylemek değil, tam da bu tür bir ifadenin B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O249 O K 255 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM hudutsuz ve yaratıcı anlamın tüketilemez olduğunu söylemektedir. İkinci sonuç, metaforun bir söylem süsü olmadığıdır. O hissî bir değerden fazlasına sahiptir, çünkü yeni enformasyon/ malûmat sunar. Kısacası, metafor bize gerçeklik hakkında yeni bir şeyler söyler (Ricoeur, 2019, s. 69). METAFOR BİLİNÇDIŞI OLAY SEMBOL Atılgan’ın Zebercet’in bilinçdışını oluşturan etmenleri yukarıda verdiğimiz şekille gösterebiliriz. Bu etmenlerden “olay” öncelikle zihinde bir “metafor”a dönüşmüş ve sonrasında “sembol” ile imaj kazanarak Zebercet’in ruhsal çatışmalarını ve vereceği kararlara itki doğuran şeyleri açığa çıkarmıştır. Ricoeur daha sonra metaforlardan sembole geçişin kaynağı olarak rüyaları ele almıştır ve buranın ayrı bir anlam alanı olduğunu vurgulayarak şu sözleri ifade etmiştir: (…) psikanaliz; rüyalarla, başka septomlarla ve sembolik derin ruhsal çatışmalar olarak onlara benzer kültürel nesnelerle ilgilenir. Oysa – bu terimi geniş anlamda anlarsak – poetik; sembolleri, imtiyazlı şiir imajları, ya da bir yazarın eserlerine veya bir edebiyat okuluna hakim imajlar, yahut bütün bir kültürün kendi bilincine vardığı uzun ömürlü figürler, veyahut da – kültürel farklılıkları umursamadan – bir bütün olarak insanlığın yücelttiği büyük arketip imajları olarak anlar (Ricoeur, 2019, s. 70). Psikanaliz öğretisinde Dr. Sigismund Freud, rüyaların bilinçdışına giden kral yolu olduğunu vurgulamıştır. Bastırılmış duygular, arzuların özgün bir biçimde burada ortaya çıkmaktadır. Freud rüya hakkında şu sözleri ifade etmiştir: uyanık durumda kişinin kafasında yaşattığı, içerisinde çeşitli düşüncelerin, isteklerin ve çevresel gerçek olayların birbirine karıştığı canlı hayaller (fantazyalar). Gündüz düşü olarak da nitelenen düşlemde istekler düşteki gibi simgesel kılığa bürünmüş olarak değil, tüm çıplaklığıyla kendilerini açığa vurur. Örneğin, bir kişi düşmanını nasıl bir hançerle öldürdüğünü ya da kalabalık bir insan topluluğunun kendisini alkışladığını hayalinde yaşatabilir. Gelecekte olayları önceleyen düşlemler istekleri 256 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 250 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU özel bir güçle donatabildiğinden, yaşamın şekillendirilmesine olumlu katkıda bulunur (Freud, 2016, s. 339). Dr. Sigmund Freud’un deyişiyle “canlı hayaller (fantazyalar)” kendini rüya aleminde tüm çıplaklığı ile ortaya çıkarmaktadır. Atılgan, psikanaliz kuramının özelliklerini çok iyi bildiğini biliyoruz. Bu sebeple “Anayurt Oteli” adlı romanında bu duruma önem vermiş ve Zebercet’i uyku ve uyanıklık durumu açısından sürekli irdelemiştir. Romanda bu durum şu şekillerde bize yansımıştır: Zebercet yatmaya giderken kadının odası önünde duraksıyor, yatağında döne döne güç uyuyordu. Askerliğini yaptığı uzak kentin genelevindeki o uzun boylu kadını görüyordu düşlerinde; ikisi birbirine karışıyordu. Sabahları onu uyandırmak için girdiği eğri tavanlı küçük odada ağır bir koku olurdu. Pencereyi açar, yatağın yanında durur, omuzlarından tutup sarsarken yanlışlıkla olmuş gibi memelerini ellerdi. Bir gece yatmışken kalktı, bitişik odaya girdi, ışığı yaktı. Sıcaktı, örtüsüz uyuyordu; gömleği sıyrılmış. Kapıyı kapadı, yaklaştı. Düğmelerini çözdü, memelerini avuçlarına aldı; dolgun, gergin. Sarstı. Kadın kıpırdamadı; 'Geldin mi dayı?' dedi uykusunda. Bir daha sarstı; 'Uyansana kız!' Gözlerini açıp doğruldu: 'Kalkıyom ağa/ 'Kalkma, öte git biraz.' Yatağın ötesine kayarken Zebercet'in çıplak göğsüne, kısa donunun önündeki kabarıklığa baktı; arkasını dönüp yattı. Yatağa girdi, sırtüstü çevirdi. Kadın gözlerini kapadı. Donunu güçlükle çıkardı, attı. Kılları gürdü. Üstüne abanıp soluya inleye aldı. Az sonra doğrulduğunda kadın upuzun yatıyordu. Eğilip dinledi: soluğu düzgündü.) (Atılgan, 2013, s. 15, 16). Bu alıntıda görmekteyiz ki Atılgan, düşlerinde genelevdeki uzun boylu kadını görmektedir. O kadına karşı bastırdığı cinsel arzuyu “Ortalıkçı kadın” ile bastırmaktadır. Aynı zamanda bu alıntıda Zebercet’in dışında “Ortalıkçı kadın”ın da uyku ve uyanıklık durumu arasında olduğu “Uyansana kız!” adlı söylemeyle bize yansıtılmıştır. Romanın diğer bir yerinde rüya imajına şu şekilde yansıtılmıştır: Uzunca ufak bardağa rakı koydu; iki yudum içti yüzünü buruşturmamaya çalışarak. Günlerdir kafasında, yüreğinde gittikçe artan ağırlığı biraz olsun azaltır mıydı bu? Arkasındaki iki adamın konuşmalarını kesik kesik duyuyordu; 'İlk üç haftası... dayanılmaz gibi geliyor... günler... alışıyor sonra... düşlerde bile çıkılmıyor dışarı.' '... yararlanmadın mı?' 'Hayır... tutmadı... iki yıl günü gününe...' '... olmadı mı?' ' (Atılgan, 2013, s. 87). Bu alıntıda ise Zebercet konuşmalarını duyduğu arkasındaki iki adamların da kendi durumunda olduğunu görmektedir. Zebercet ve bu adamlar içinde bulunduğu durumdan rahatsızlardır ve bu rahatsızlık onların bilinçdışına da etki ederek düşlerinde bile bu hapis oldukları dünyadan çıkamamaktadırlar. Sonuç Modern Türk Romanı’nın önemli ve özgün şahsiyetlerinden biri olan Yusuf Atılgan’ın “Anayurt Oteli” adlı romanı, Paul Riceour’un “Yorum Teorisi” adlı kitabında yer alan söylem, metafor ve sembol hakkındaki görüşlerinden hareketle tespitlerde bulunulmuştur. Makalenin ilk kısmında, “Anayurt Oteli”nde yazıldığı döneme ait olan “varoluşçuluk” akımının etkisinde kullanılan edebî üslup ve dilin roman karakterlerinin söylemlerine toplumsal ve daha çok bireysel açıdan nasıl etki ettiğini ve nasıl anlam alanları olduğunu açıkladık. Makalenin ikinci kısmında ise psikanaliz öğretisinde yer alan “bilinçdışı” kavramına atıf yapılarak, “bilinçdışı”nın roman karakterlerinin çevresinde gelişen olayları nasıl etkilediğini ortaya B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O251 O K 257 koyduk. Ayrıca, “bilinçdışı”nda olaylardan hareketle ortaya çıkan sembol ve metaforların roman karakterlerinin söylemlerini nasıl etkilediğini açıkladık. Kaynaklar Atılgan, Y. (2013). Anayurt oteli. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. Bucher, J. N., Mineka, S. ve Hooley, J. M. (2013). Anormal psikoloji. Kaknüs Yayınları. Freud, S. (2001). Sanat ve sanatçılar üzerine. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. Güngör, B. (2014). Yusuf Atılgan’ın hayatı, eserleri ve fikirleri (1921-1989). İstanbul: Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü. Laing, R. D. (2015). Bölünmüş benlik. İstanbul: Pinhan Yayıncılık. Moran, B. (1994). Türk romanına eleştirisel bir bakış II Sabahattin Ali’den Yusuf Atılgan’a. İstanbul: İletişim Yayınları. Pospelov, G. (2014). Edebiyat bilimi. İstanbul: Evrensel Basım Yayın. Ricoeur, P. (2019). Yorum teorisi ve artı anlam. İstanbul: Pinhan Yayıncılık. Ricoeur, P. (2007). Yoruma dair- Freud ve felsefe. İstanbul: Metis Yayınları. Ricoeur, P. (2007). Zaman ve anlatı 1. zaman-olayörgüsü-üçlü mimesis. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. Rifat, M. (2014). XX. yüzyılda dilbilim ve göstergebilim kuramları. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. Uğurlu, S. B. (2007). Yusuf Atılgan’da baba imgesi: psikanalitik bir yaklaşım. 38. ICANAS (Uluslararası Asya ve Kuzey Afrika Çalışmaları Kongresi) 10-15 Eylül 2007- Ankara. Bildiriler: Edebiyat Bilimi Sorunları ve Çözümleri. Cilt 4 (Yayına Hazırlayanlar: Zeki Dilek, Mustafa Akbulut, Zeki Cemil Arda, Zeynep Bağlan Özer, Reşide Gürses, Banu Karababa Taşkın). Ankara: Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Başkanlığı. Uyur, A. E. (2015). Din psikoloji açısından ‘Alfred Adler psikoloji’sinin değerlendirilmesi. İstanbul. 252 HURUF-I MUNFASILA FİKRİNİN SAVUNUCUSU DOKTOR MİLASLI İSMAİL HAKKI’NIN “HURÛF-I MUNFASILA NUMÛNESİ VE MENÂFİʿİ HAKKINDA BİRKAÇ SÖZ” ADLI MAKALESİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ Ebubekir ERASLAN Öz Tanzimat’la birlikte başlayan ve II. Meşrutiyet’le birlikte zirveye çıkan konuların başında huruf-ı munfasıla fikri gelmektedir. Hem eserleriyle hem konferanslarıyla hem de kurdurduğu ve kurulmasına vesile olmasını sağladığı cemiyetlerle harflerin ayrı ayrı yazılması gerektiğini savunan ve bir kamuoyu oluşturulmasını amaçlayan kişi Doktor Milaslı İsmail Hakkı’dır. 1912 yılına gelindiğinde Enver Paşa, Doktor Milaslı İsmail Hakkı’nın önerdiği huruf-ı munfasılaya dayalı yeni yazı sistemini değil Tanin gazetesinin öncülüğünü ettiği düzeni orduda uygulamaya koymuştur. Savaş zamanı olması sebebiyle bu sistemin ömrü çok kısa sürmüştür. Doktor Milaslı İsmail Hakkı; 1912’den sonra da huruf-ı munfasılaya dayalı yeni yazı sistemiyle ilgili faaliyetlerinde devam etmiştir. Söz gelimi yazdığı hurûf-ı munfasıla numûnesi ve menâfiʿi hakkında birkaç söz adlı makalesinde huruf-ı munfasıla fikrini çeşitli örnekler vermiştir. Yazar makalesinde; Arap harflerini değiştirmeden harfleri ayrı, biraz daha iri ve harflerin arasına birkaç ünlü harf ekleyerek dünyanın en iyi yazısına sahip olunabileceğini ifade etmektedir. Ayrıca huruf-ı munfasılanın kabulüyle muasır medeniyet seviyesine çıkabileceğimizi, Japonların da böyle yaparak ilerlediklerini ve okuma-yazmayı genele yaydığını; yeni yazının el yazısında da bitişmemesiyle hız ve kolaylık açısından büyük tasarruf edildiğini belirtmektedir. Anahtar Sözcükler: Doktor Milaslı İsmail Hakkı, huruf-ı munfasıla, Arap alfabesi, yazma, harf. EVALUATION OF THE ARTICLE “A FEW WORDS ABOUT THE SAMPLE OF HURUF-I MUNFASILA AND ITS BENEFITS” BY DOCTOR MİLASLI İSMAİL HAKKI, THE DEFENDER OF THE IDEA OF HURUF-I MUNFASILA Abstract One of the discussions that started with Tanzimat and peaked after 1908 was the idea of the reclamation of letters. Dr. Milasli Ismail Hakki is one of the people who advocates this idea. Milasli Ismail Hakki, who was a medical doctor by profession, published newspapers and published books and articles in order to defend the idea of reforming the letters. Thus, a public opinion was formed and this public opinion was instrumental in the establishment of the Islah-ı Huruf Cemiyeti. Dr. Milaslı Ismail Hakkı ensured both the formation of this association and the publication of the newspaper. The efforts of both the society and intellectuals who espoused the idea of reclamation of letters came to fruition during the Balkan war and Enver Pasha implemented the idea of reclamation of letters. But this situation didn’t last long because of the war. Dr. Milasli Ismail Hakki has published many works on the correction of letters before and after the trial. One of the articles he published is his article "ıslah-ı huruf meselesi”. In this article, the author says that the Arabic letters should not be left, but that the letters should be reformed after being reevaluated in a scientific context. Keywords: Doctor Milasli Ismail Hakki, huruf-ı munfasila, alphabet, writing, letter.  Dr. Öğr. Gör.; Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi, Kötekli/Muğla, [email protected]. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 259 253 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM Giriş Yönünü resmî olarak Tanzimat’la birlikte Avrupa’ya çeviren Osmanlı’da aydınların üzerinde en çok durdukları konuların başında dil ve bu dilin nasıl yazılacağı konusu gelmiştir. Ahmet Cevdet Paşa ve Münif Paşa’yla başlayan Arap alfabesinde bir takım değişiklikler, düzeltmeler yapma fikri neredeyse 70 yıl tartışılmış ve 1908 sonrasında daha somut adımlar atılmaya başlanmıştır. 1839-1908 yılları arasında yazıda kullanılan Arap harflerini ayrı ayrı yazma, harflerin arasına harekeler koyma, harflerin arasına sesli harf ilave etme, harfleri noktasız kullanma, harflerin sayısını azaltma veyahut artırma gibi tartışmaların arasında II. Meşrutiyet sonrasında huruf-ı munfasıla (harfleri ayrı ayrı yazma) fikri ön plana çıkmıştır. Huruf-ı munfasıla (alfabede her seslinin harflerin arasına konularak yazılması, daha sonra da harflerin şeklinde değişiklik yapılarak tüm harflerin ayrı ayrı yazılması) fikriniyse hem eserleriyle (kitap, makale) hem konferanslarıyla hem de kurulmasını sağladığı cemiyetlerle kamuoyu oluşturulmasını sağlayan kişi Doktor Milaslı İsmail Hakkı olmuştur. Doktor Milaslı İsmail Hakkı’nın savunduğu huruf-ı munfasıla fikri Dr. Necmettin Arif ve Ali Nusret gibi isimler tarafından da kabul görmüş, Recaizade Mahmut Ekrem’in kaleme aldığı bir davetnameyle dönemin ileri gelen aydınları Darülfünun’da yapılacak toplantıya çağırılmıştır. 3 Şubat 1911 tarihinde Darülfünun’daki toplantıya Muhtar Paşa, Mahmut Esat, Ata Bey, Eski Darülfünun Edebiyat Şubesi Müdürü İsmail Hakkı Bey (Baltacıoğlu), Eski Bursa Mebusu Tahir Bey, devrin Musul Valisi Süleyman Nazif, Sıhhıye Reis-i sanisi Cenap Şehabettin, Celal Nuri, Celal Sahir ve Dava Vekili Celalettin Arif Bey olmak üzere çok sayıda kişi katılmıştır. Bu toplantıda on sekiz maddelik bir nizamnameyle Islah-ı Huruf Cemiyeti kurulmuş ve Yeni Yazı adlı bir gazetenin çıkarılması kararlaştırılmıştır (Akçay, 2007, s. 5). Literatürde Enver Paşa yazısı olarak da anılan huruf-ı munfasılaya dayalı yeni yazı sistemi; Ahmed Cevdet Paşa ve Münif Paşa ile başlayan Tamim-i Maarif ve Islah-ı Huruf Cemiyeti, Islah-ı Huruf Cemiyeti ve Yeni Yazı Öğretme Derneği’nin çabalarıyla Balkan harbi esnasında hayata geçmiştir. Fakat Enver Paşa huruf-ı munfasıla fikrini uygulamaya koyarken Doktor Milaslı İsmail Hakkı’nın önerdiği harfleri değil, Tanin gazetesinde neşredilen Ahmed Hikmet ve Celal Esad’ın önerisini temel almıştır. O dönemde Hatt-ı Cedîd, Hatt-ı Enverî, Ordu Elifbası ve Alman Yazısı gibi isimlerle adlandırılan bu yeni yazının ömrü savaş sebebiyle uzun sürmemiştir. Doktor Milaslı İsmail Hakkı; Tamim-i Maarif ve Islah-ı Huruf Cemiyeti, Islah-ı Huruf Cemiyeti ve Yeni Yazı Öğretme Derneği’nin kurulmasına öncülük etmiş, fikirlerini halka ulaştırmak ve yaygınlaştırmak için Teceddüt ve Yeni Yazı adlı gazetelerin ortaya çıkmasını sağlamış, alfabedeki düşündüğü değişikliklerle ilgili kitaplar ve makaleler neşretmiştir. Neşrettiği makalelerden birisi de huruf-ı munfasıla dayalı yeni yazıyla ilgili yazdığı Hurûf-ı Munfasıla Numûnesi ve Menâfiʿi Hakkında Birkaç Söz adlı makalesidir. 1. Doktor Milaslı İsmail Hakkı’nın Hayatı ve Eserleri 1.1. Hayatı Doktor Milaslı İsmail Hakkı 1869 yılında Muğla’da doğmuştur. Hayatı boyunca dil, tıp, din ve ahlak bahisleriyle ilgili çeşitli kitaplar ve makaleler yayımlamıştır. 260 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 254 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU Muğla’da bulunduğu sırada medrese eğitiminden de geçen yazar; ilk, orta ve lise öğreniminden sonra İstanbul’a gelmiş ve burada tıp eğitimi almıştır. Doktor olduktan sonra görevinin o zamanki Osmanlı coğrafyasının pek çok yerinde farklı unvanlarla sürdürmüş ve 1929 yılında emekli olmuştur. Doktor Milaslı İsmail Hakkı; II. Meşrutiyet öncesinde daha çok tıbbî yazılar neşretmişken 1908 sonrasında yönünü dile, alfabeye ve özellikle de huruf-ı munfasıla yazı sistemine çevirmiştir. Özellikle huruf-ı munfasıla fikrinin geniş kesimlere ulaştırılması için Teceddüt ve Müceddit isimli gazeteler çıkarmıştır (Özcan ve Bulut, 2013, s. 2). 1944-1945 yıllarında Ankara’da çıkan Kutlu Bilgi adlı derginin yazı kadrosunda da yer alan yazarın ölüm tarihi pek çok kaynakta yanlışlıkla 1938 olarak gösterilmektedir. Hâlbuki yazarın hem 1938 sonrasında yayımladığı kitaplar vardır hem de 1940’lı yıllarda çıkan dergide de yazıları mevcuttur (Çatalbaş, 2014, s. 105; Üzüm, 2002, s. 492). Doktor; literatürde İzmirli İsmail Hakkı, Ispartalı İsmail Hakkı ve İsmail Hakkılarla zaman zaman karıştırılmaktadır. Bu karışıklığın önüne geçmek için, eserlerinde de çoğunlukla Doktor Milaslı İsmail Hakkı adını kullanması sebebiyle, adının Doktor Milaslı İsmail Hakkı olarak yaygınlaşması ve literatüre yerleşmesi gerekmektedir. 1.2. Eserleri Hayatı boyunca oldukça velut bir kalem olan yazarın 20 adet telif eseri vardır (Çatalbaş, 2014, s. 102-107; Erat, 1991, s. 236). Bu kitaplardan birisi Arapça, geri kalanları Türkçedir. Doktor Milaslı İsmail Hakkı, 1915 yılına kadar eserlerinde Milaslı İsmail Hakkı adını, 1915 ve sonrasındaki eserlerinde Doktor Milaslı İsmail Hakkı adını kullanmıştır. Yazarın telif tek Arapça kitabındaysa adı İsmail Hakkı el-Milasî olarak geçmektedir. 40 s. 1899-1946 yılları arasında yayımladığı kitapların listesi tarih sırasına göre şöyledir:  Frengi İlleti Hakkında Herkese Elzem Olan Malumat, İstanbul, Asır Matbaası, 1899,  Namazın Tıbben Faydası, İstanbul, Tahir Bey Matbaası, 1899, 24 s.  Frengi İlletinin Tedavi-i Umumîsi ve Bazı Emraz-ı Zühreviye-i Saire, İstanbul, Asır Matbaası, 1901, 328+17 s.  Tamim-i Maarif ve Islah-ı Huruf, İstanbul, A. Asaduryan Matbaası, 1908, 24 s.  Din-i İslam ve Ulum ve Fünun, İstanbul, Numune-i Tıbaat, 1910, 334 s.  Sıtma ve Sıtmalı Yerlerde Çare, İstanbul, İkdam Matbaası, 1911, 16 s.  İçki Beliyyesi ve Kurtulmanın Çareleri, İstanbul, Hilal Matbaası, 1915, 84 s.  Yeni Yazı ve Elifbası, İstanbul, Hürriyet Matbaası, 1915, 20 s.  Yeni Harflerle Elifba, İstanbul, Matbaa-i Hayriye ve Şürekası, 1917, 47 s.  Kuran Tercüme Edilebilir Mi ve Yeni Vadide Fatiha Tercüme ve Tefsiri, İstanbul, Hukuk Matbaası, 1919, 15 s.  Malarya Yani Sıtma Hakkında Kimler Neler Bilmeli?, İstanbul, Hilal Matbaası, 1923, 32 s.  Tezkiyetü’l-Lühum fi’l-İslam1, İstanbul, Matbaatü’l-Adl, 1923, 22 s.  Hakikat-i İslam: Anglikan Kilisesinin Sualleri Münasebetiyle Yazılmıştır, İstanbul, Hilal Matbaası, 1924, 221+3 s. 1 Eserin dili Arapçadır. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O255 O K 261 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM  Latin Hurufu mu Kendi Harflerimizi Islah mı?, İstanbul, Hilal Matbaası2.  İslam Dininde Etlerin Tezkiyesi3, İstanbul, Ahmet Sait Matbaası, 1933, 31 s.  Kuran’a Göre Hazreti İsaʼnın Babası, İstanbul, Ankara Matbaası, 1934, 88 s.  Kuran’ın Mucizeleri ve Müteşabih Ayetlerin Tefsirleri, İstanbul, Türkiye Matbaası, 1935, 165 s.  Hristiyanlık ve Müslümanlık, İstanbul, Türkiye Matbaası, 1935, 133 s.  Kadir Gecesinin Doğru Manası Nedir ve Asıl Sevabı Nereden Geliyor?, İstanbul, Reklam Basımevi, 1936, 15 s.  Dinimizi Bilelim ve Bildirelim, Ankara, Yeni Cezaevi Basımevi, 1946, 47 s. Doktor Milaslı İsmail Hakkı, muhafazakar kesimin o dönem yayın hayatındaki yegane sesi olan Sıratımüstakim/Sebilürreşat dergisinde toplamda 27 adet makale yayımlamıştır (Şen, 2013, s. 265-266). Ayrıca 1918’de Türk Yurdu, Türk Derneği, Yeni Yazı dergi ve gazetelerinde 1’er adet; 1925 yılında Çanakkale Muallimler Birliği Dergisi’nde 3 tane makalesini neşretmiştir. 1944-1945 yılları arasında Kutlu Bilgi adlı dergide de 6 adet makalesi çıkmıştır (Üzüm, 2002, s. 492). Yayın hayatında yazar, şu an için tespit edebildiğimiz kadarıyla, 39 adet makale yazmıştır. Yazarın makalelerinde de başlangıçta kullandığı isim İsmail Hakkı (Milaslı Doktor), Milaslı İsmail Hakkı, İsmail Hakkı (Doktor Milaslı), Milaslı İsmail Hakkı (Doktor)’ken 1919’dan 1934’e kadar sadece Doktor Milaslı İsmail Hakkı adını kullanmıştır. Soyadı kanununu çıktıktan sonra da Milaslı soyadını almış ve yazılarını İsmail Hakkı Milaslı olarak çıkarmaya devam etmiştir. 1910-1945 yılları arasında yayımladığı makaleler kronolojik olarak şöyledir:  Din-i İslam ve Ulum-ı Fünun Namındaki Eser-i Mutebereden, İstanbul, Sırat-ı Müstakim, 14 Temmuz 1910, c. 4, s. 97, ss. 329-330.  Tasvir-i Efkar ve Elifbamız, İstanbul, Türk Derneği, 1911, yıl 1, s. 6, ss. 190-198.  Islah-ı Huruf Meselesi, İstanbul, Sebilürreşat, 26 Haziran 1913, c. 10, s. 250, ss. 262263.  Yeni Yazının El Yazısında Da Bitişmemesi Büyük Meziyettir, İstanbul, Sebilürreşat, 2 Nisan 1914, c. 12, s. 290, ss. 70-71.  İnsafa Davet, İstanbul, Yeni Yazı, 8 Mayıs 1914.  Sebilürreşat Ceride-i İslamiyesine: Müslüman Kardeşlerime, İstanbul, Sebilürreşat, 20 Mayıs 1915, c. 14, s. 339, ss. 5-6.  Türk Ocağı Konferansları: Milliyet ve Terbiye, İstanbul, Türk Yurdu, 16 Şubat 1918, c. 14, s. 3 (153), ss. 86-94.  Kuran-ı Kerim Tercüme Olunabilir mi?, İstanbul, Sebilürreşat, 5 Şubat 1919, c. 15, s. 390, ss. 447-449.  Tefsir, İstanbul, Sebilürreşat, 13 Şubat 1919, c. 16, s. 391, ss. 1-3.  Düello, Şerî Şerife Muvafık Olabilir mi?, İstanbul, Sebilürreşat, 27 Şubat 1919, c. 16, s. 393, ss. 39-40.  Din ve Asrîlik, İstanbul, Sebilürreşat, 17 Nisan 1919, c. 16, s. 408-409, ss. 168-171. 2 3 Esere fiziki olarak ulaşılamadığından kaynaktaki bilgi verilmiştir (Erat, 1991, s. 236). Arapça olan yukarıdaki eserin Türkçe tercümesidir. 262 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 256 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU  İçkilerin Amerika’da Resmî Memnuiyeti: Acaba Hangisi Asrîlik? (Asrîliği Yalnız Kadınları Açmaktan İbaret Bilen Büyük Mecmuacılara), İstanbul, Sebilürreşat, 1 Mayıs 1919, c. 16, s. 410-411, ss. 191-193.  İçkilerin Menine Çalışmak Lüzumu, İstanbul, Sebilürreşat, 8 Mayıs 1919, c. 16, s. 412-413, ss. 206-208.  Hâlâ Eski Yanlış Yollara Gidiyoruz (Rıza Tevfik Bey’in Darülfünun’daki Nutukları Münasebetiyle), İstanbul, Sebilürreşat, 22 Mayıs 1919, c. 16, s. 416, ss. 232-234.  Hukukumuzu Muhafaza için Nasıl Çalışmalıyız?, İstanbul, Sebilürreşat, 29 Mayıs 1919, c. 17, s. 417-418, ss. 10-12.  İşlerini Na-ehil Ellere Tevdi Eden Milletler Yaşayamazlar, İstanbul, Sebilürreşat, 5 Haziran 1919, c. 17, s. 419-420, ss. 22-24.  Verilen Sözü Tutmak, Sıdk-ı Ahd, Sıdk-ı Vaad, İstanbul, Sebilürreşat, 12 Haziran 1919, c. 17, s. 421-422, ss. 40-43.  Müslümanlar Neden Geri Kaldılar ve Niçin İlerleyemiyorlar?, İstanbul, Sebilürreşat, 19 Haziran 1919, c. 17, s. 423-424, ss. 56-59.  Başka Milletler Niçin Terakki Ediyorlar, Biz Niçin Edemiyoruz?, İstanbul, Sebilürreşat, 10 Temmuz 1919, c. 17, s. 427-428, ss. 86-88.  Geri Kalmaklığımızın Sebebi Dinimiz Midir? Usulsüzlüğümüz müdür? Daha Başka Bir Şey Midir?, İstanbul, Sebilürreşat, 17 Temmuz 1919, c. 17, s. 429-430, ss. 102-104.  Milletlerin Terakkisinde Elifbanın Hissesi, İstanbul, Sebilürreşat, 24 Temmuz 1919, c. 17, s. 431-432, ss. 119-122.  Huruf-ı Munfasıla Numunesi ve Menafii Hakkında Birkaç İstanbul, Sebilürreşat, 14 Ağustos 1919, c. 17, s. 435-436, ss. 154-155.4  Milletimiz için Müthiş Tehlike Sıhhatsizliktir. Teşkilat-ı Sıhhiyemiz Nasıl Olmalı?, İstanbul, Sebilürreşat, 21 Ağustos 1919, c. 17, s. 437-438, ss. 167-171.  Aksekili Ahmed Hamdi Efendi’nin “Dini Dersler” Kitabı Mühim Bir Eksiğimizin İtmamına Doğru Bir Hatve, İstanbul, Sebilürreşat, 25 Eylül 1919, c. 17, s. 442, ss. 219-221.  [Hilal-i Ahdar Cemiyeti] Doktor Milaslı İsmail Hakkı Beyefendi’nin Nutku, İstanbul, Sebilürreşat, 1 Nisan 1920, c. 18, s. 462, ss. 236-237.  Ahlak Bahsi: Büyük Millet Meclisinde Fuhşun Meni Hakkında Musib Tedbirler Düşünülmesi, İstanbul, Sebilürreşat, 10 Ocak 1924, c. 23, s. 583, ss. 163-166.  Maarifçilerimize: Akl-ı Salah, Bizde İlm-i Terbiye-i Etfal Niçin Olmuyor? İstanbul, Sebilürreşat, 14 Şubat 1924, c. 23, s. 588, ss. 249-252.  İntihar: İlm-i Ahlak ve Din Nazarında (1): Müslümanlar Arasında İntiharların Çoğalması Münasebetiyle, İstanbul, Sebilürreşat, 24 Ocak 1924, c. 23, s. 585, ss. 199-201.  İntihar: İlm-i Ahlak ve Din Nazarında (2) : Müslümanlar Arasında İntiharların Çoğalması Münasebetiyle, İstanbul, Sebilürreşat, 31 Ocak 1924, c. 23, s. 586, ss. 210-212.  Sıhhî Sütun Sıtma, Çanakkale Muallimler Birliği Dergisi, 24 Temmuz 1925, s. 3, ss. 10.  Sıhhî Sütun Sıtma, Çanakkale Muallimler Birliği Dergisi, 15 Ağustos 1925, s. 4, ss. 12  Sıhhî Sütun Sıtma, Çanakkale Muallimler Birliği Dergisi, 31 Ağustos 1925, s. 5, ss. 8-10. Bu makalenin adı hemen hemen tüm yazılarda Ne, Nasıl, Niçin Yazmalıyız? şeklindedir. Fakat bu bilgi doğru değildir. Çünkü hem Ne, Nasıl, Niçin Yazmalıyız? yazısından sonra N. rumuzuyla makalenin yazarı belirtilmiştir hem de makalenin bittiği metin içi işaretle gösterilmiştir. 4 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O257 O K 263 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM  Düello: İlm-i Ahlak ve Din Nazarında, İstanbul, Sebilürreşat, 31 Ocak 1925, c. 23, s. 586, ss. 212-213.  Ahlak Vazifeleri I, Ankara, Kutlu Bilgi, 01.11.1944, s. 4, ss. 101-103.  Ahlâk Vazifeleri II, Ankara, Kutlu Bilgi, 01.12.1944, s. 5, ss. 133-136.  Ahlâk Vazifeleri III, Ankara, Kutlu Bilgi, 01.01.1945, s. 6, ss. 167-170.  Ahlak Vazifeleri IV, Ankara, Kutlu Bilgi, 01.03.1945, s. 6, ss. 198-201.  Ahlak Vazifeleri V, Ankara, Kutlu Bilgi, 01.04.1945, s. 8, ss. 231-234.  Memleketimizde Tifüse Karşı İlk Fenni Savaş, Ankara, Kutlu Bilgi, 01.05.1945, s. 9, ss. 273275. 2. Sebîlürreşât Dergisi 183. sayısına kadar Sırâtımüstakîm, 183. sayısından itibaren de Sebîlürreşât adıyla 1908-1925 yılları arasında matbuat aleminde yer alan dergi; Mehmet Akif’in desteği ve Eşref Edip’in gayretiyle çıkarılmıştır. İlk sayısından son sayısına kadar döneminin önde gelen pek çok aydını, şairi, yazarı, din âlimi, hatibi derginin yazı kadrosunda yer almıştır. Zaman zaman sansüre, yasaklara, işgale takılan dergi; İstanbul dışında da Milli Mücadele’ye destek olmak amacıyla Kastamonu ve Ankara’da da yayımlanmıştır (Efe, 2009, s. 251). Doktor Milaslı İsmail Hakkı, Sırâtımüstakîm/Sebîlürreşât dergisinde 1910 yılından itibaren yazmaya başlamış ve derginin son yayım yılı olan 1925’e kadar burada makale neşrini sürdürmüştür. Doktor Milaslı İsmail Hakkı burada dinî, fikrî, lisanî, ahlakî ve sıhhî konularda makalelerini çıkarmıştır. 3. Sebîlürreşât’taki “Hurûf-ı Munfasıla Numûnesi ve Menâfiʿi Hakkında Birkaç Söz” Makalesi 3.1. Osmanlı Türkçesiyle Yazılmış Metin Belge 1 : Hurûf-ı Munfasıla Numûnesi ve Menâfiʿi Hakkında Birkaç Söz 264 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 258 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU Belge 2 : Hurûf-ı Munfasıla Numûnesi ve Menâfiʿi Hakkında Birkaç Söz B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O259 O K 265 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM 3.2. Osmanlı Türkçesiyle Yazılmış Metnin Latin Harflerine Aktarılması Bismillâhirrahmânirrahiym Rabbiyessirvelâtüassir rabbitemmimbilhayri Medde Üstün Esre Kalın Ördekteki Üzümdeki Olmaktaki Üçüzdeki esre ötre ötre ötre ötre A E İ Kalın I EU U O OU Ana Ebe İlik Ilık Ödünç Üzüm Odun Uzun 266 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 260 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU Bizim bu derece geri kalmamızın en büyük sebebi yazımızın fennî olmamasıdır; bir kere bu yeni yazıyı kabûl etsek nisbetle pek az bir zamanda selâmet ve saâdetlerimizi Allah’ın inâyetiyle te’mîn edeceğimiz şüphesizdir. Fetha-i sakîleler için yalnız ( ‫) ا‬5 ( ‫) ا ﻞ م ا ﻦ‬6 kullanılıp bu ( harekelerde kullanmak muvâfık olur 7 ) meddesini memdût gibi. Bu yeni yazıyı küçük büyük herkes kolayca öğrenebilir. Hurûf-ı Munfasıla Numûnesi ve Menâfiʿi Hakkında Birkaç Söz ʿÂlem-i İslâm’ın geri kalması başka milletlerin müthiş terakkîleri esbâbının hâlline dâir yazdığım dört makâlenin netîcesinde bütün âlem-i İslâm’a ʿâmm u şâmil olarak yalnız dînimiz ile resm-i hattımız mevcût olup gösterilen diğer esbâbın bütün âlem-i İslâm’a şâmil olamayacağını ve dînimizin her türlü terakkiyât-ı medeniye ve saʿâdât-ı maddiye ve maʿneviye için en büyük bir lutf-ı İlâhî olduğunun yâr u ağyâr nazarında ʿilmen sâbit olmuş bir hakîkat-i bâhire bulunduğunu fakat muttasıl yazımız mukteziyât-ı fenniyeye tevâfuk etmediğinden bütün Elif. Alman. 7 âmâl 5 6 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O261 O K 267 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM geriliklerimizin o yüzden neşʼet ettiğini etrâfıyla ʿarz ve ispât etmiştim. İşte bu defʿa hurûf-ı ʿArabiyemizi hiç değiştirmeksizin gâyet kolay ve basît bir tarzda iri iri yazarak ve aralarına lâzım gelen sâʼitler ʿilâve edilerek dünyânın en mükemmel bir yazısına mâlik olacağımızı irâʼe için bâlâdaki nümûneleri derç ediyoruz. Bu tarzın kabûlü hâlinde Allah’ın ʿinâyetiyle bizim de Japonlar gibi ve belki dahâ kolaylıkla terakkî ederek meʼmûl edilmeyecek kadar az vakitte kendimizi kurtaracağımızda şüphe yoktur. Zîrâ bu sûretle iki üç sene zarfında köylülerin çoğu din ve diyânetlerini ve sıhhat ve servetlerini muhâfaza için lâzım gelen maʿârifi yetecek kadar edinebileceklerdir. Japonlar da ancak Hiragana ismindeki yeni yazılarını yaptıktan sonra ilerleyebilmişler, yazılarını dediğimiz vech ile fennîleştirmezden evvel terakkî edememişlerdir. Yeni yazımız tedkîk edilecek olursa Latin harflerine ve bütün milel-i mevcûde yazılarına sürʿat, sühûlet, vuzûh ve ihtisârca ve’l-hâsıl her cihetçe fâʼik olduğu anlaşılır. Yalnız ezberden hükmetmeyip defaʿât ile yazıp mukâyese buyurulmasını ricâ ederiz. Eski kitaplarımızı ancak bu yeni yazı ile ihyâ edebileceğimiz de muhakkaktır. Çünkü okuryazarlarımızın pek ziyâde azlığı yüzünden kitâp okuyan ve satın alanlarımız o kadar azdır ki zavallı kitapçıklarımız kütüphâne dolaplarında [155] çürümekte olduğu gibi kitâpçılarımız, müʼellif ve muharrirlerimiz, tâbiʿlerimiz işlerini hîç terakkî ettirememektedirler. Basılıp meydâna çıkarılmalarından istifâde edilecek ne kadar kitâplarımız vardır ki tabʿ masrafını çıkaramamak korkusundan metrûk bir hâlde kalmaktalardır. Eğer yeni yazı kabûl edilirse okuryazarlarımız az vakitte çoğalıp kitâp müşterîleri artacağını ve hangi bir kitap basılsa mutlakâ az çok ticâret teʼmîn edeceği cihetle yirmi otuz sene zarfında kütüphânelerimizdeki nâfiʿ kitâpların çoğu yeni yazı ile basılarak zıyâʿ ve hasârdan kurtarılacaklardır. Bâhusûs yeni yazı Latin hurûfu gibi ecnebî bir yazı olmayıp esâs yine eski harflerimizden olduğundan azıcık tahsîl görmüş kimseler eski yazı ile yazılmış kitâpları da pek kolay okuyabilirler. Hele yeni yazının fennî olması sâyesinde dimâğlar yorulmadan, bozulmadan tahsîle devâm edilebileceği cihetle eski kitâpları dahâ mükemmel sûrette tedkîk edebilecek zevât pek çok yetişecektir. Baʿzı kimseler bu yeni yazının tek tek yazılmasını sürʿate mâniʿ zannediyorlar. O cihetle “el yazılarında Latin hurûfu tarzında bitişse iyi olacaktır.” diyorlar. Hâlbûki mesʼele tamâmen ʿaksinedir. Latin hurûfu tarzında bitiştirmenin kelimeyi el kalkmadan bir çırpıda çıkarmasında görülen sürʿat ve sühûlet bir galat-ı histir. Biz bunu ʿamelî ve nazarî sûrette ispâta hâzırız: Meselâ ‫ ى و ﺲ و ﻒ‬8 kelimesi yeni yazıda tek tek yazılabildiği gibi Latin harflerinde olduğu vech ile harfler bozulmaksızın uçları birbirine vasl edilerek birleştirilebilir. Şimdi önümüze bir sâniyeli sâʿat alıp bu kelimeyi bir dakîka tek tek harflerle yazacak olursak otuz ‫ ى و ﺲ و ﻒ‬9 yazabiliriz ve kalemimiz ancak üç kere şaşırır. Fakat Latin harfleri tarzında bitiştirerek yazarsak dakîkada ancak yirmi beş defʿa yazabiliriz. ʿAcaba bunun sebebi nedir? Onu da nazarî olarak ispât edelim: Tek tek yazmaktaki sürʼat ve sühûletin bir sebebi, insanın harfleri munfasıl yazarken gerek ellerinin ve gerek dimâğının basît şeylerle meşgūl olması; bitiştirmekte ise bi’l-ʿakis külfet bulunmasıdır. İkinci sebep de gerek harfler tek tek yazılsın gerek Latin hurûfu gibi bitiştirilsin harekâtın ʿadedi ʿaynıdır. Yalnız fark kalemin kâğıt üzerinde veya havâdan gitmesindedir. Tek 8 9 Yûsuf. Yûsuf. 268 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 262 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU tek yazıldığında kalem havadan gider, el için kolaylık vardır. Bitiştirildiği vakit ise kalem kâğıdın mukâvemetine dûçâr olduğundan el dahâ ziyâde yorulur, yazı daha ağır olur ve zâten biz tek tek harflerle yazı yazmaya alışkınız ve hiç güçlüğü de yoktur. Bu bâpta Türkçeden ve ʿArapçadan intihâp ettiğimiz şu misâllerden mes’ele pek kolay anlaşılır: Türkçe misâl: 10 .‫ا و ر د ى‬ ‫درت اوردك‬ 11 ‫ادم اون‬ .‫و ا ر د ر‬ .‫ا د ا ر ه د ه د ر‬ 12 13 ‫آو‬ ‫درهدن اوچ‬ ‫اوواده‬ ‫اوراق‬ ‫وارد‬ ‫ازون‬ ‫دون‬ ‫دوز‬ ‫اوردودن‬ .‫ا و ر ا د ن آ ل‬ Arapça misâl: 14 Hâsılı kelâm; eğer biz muttasıl yazımızla kalırsak ne kadar taʿdîlât yapılsa ve ne kadar çalışılsa pek büyük sühûlet ve terakkiyâta mazhar olmuş milletlerle hem-hizâ olabilmemizin mümkün olamayacağı artık herkesçe anlaşılmış olduğundan bu bâpta vakit kaybedecek zamanımız yoktur. Bu yeni yazı ile hem ʿâlem-i İslâm’ın önündeki mâniʿa-i ʿazîmeyi kaldırmış hem de Latin hurûfunu kabûl ettirmek için uğraşmakta olan Frenk-perestânın önüne set çekerek ʿâlem-i İslâm arasında te’sîs edilmek istenen vahîm bir tefrika temelini yıkmış olacağız. Şurasını tekrar edelim ki köylüler ve ekseriyet yalnız yeni yazı ile kendilerini kurtardıkları gibi tahsîllerini ilerletenler eski yazıyı da pek kolay okuyup yazabileceklerdir. Nitekim Japonlar da böyle yapmışlardır. Hem yeni yazı ile maârifi taʿmîm etmişler hem de eski yazılarını tahsîl-i ʿâlî erbâbı arasında muhâfaza etmişlerdir. Ve’l-hâsıl bütün Müslümanların ve bâ-husûs vâlide olacak kadınlarımızın az vakit içinde okuyup yazmak öğrenerek dinini, dünyâsını bilir; ʿaklı, vücûdu, ahlâkı sağlam nesil yetiştirebilmeleri ve bu sûretle bi-ʿavnihî teʿâlâ her türlü saʿâdet ve selâmetlere muvaffak olabilmemiz için başka çâre yoktur. Ve bu yeni yazının ʿâlem-i İslâm için en ʿâcil ve en zarûrî bir ihtiyâç olup bir ân evvel tatbîk ve taʿmîmi lüzûmuna dâʼir ʿulemâ-i ʿArap tarafından dahi fetvâlar verilmiştir. 15 Dün Uzun Dere’den üç adam on dört ördek vurdu. Düz ovada av vardır. 12 Ordudan vârid evrâk idârededir. 13 Oradan al. 14 Bu Arapça ibare de huruf-ı munfasılaya göre yazılmıştır. 15 Hud Suresi (11/88) “Fakat başarmam Allah’ın yardımına bağlıdır. Yalnız ona dayanıyor ve ona yöneliyorum. 10 11 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O263 O K 269 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM Gâyet mühim bir ricâ bu yeni yazı bundan sonra öğrenecekler içindir. O cihetle kimsenin hâtırına yeniden ʿacemî olacağız gibi bir mülâhaza gelmemesini ve yalnız milletin istikbâli için çalışılmasını pek ziyâde ricâ ederiz. Bu da mekteplere bu yazının da ʿilâve olunması ve ibtidâʼî mekteplerinde bununla başlanması için hükûmet nezdinde her vâsıta ile teşebbüs etmek ve millet arasında yeni yazının menfaʿatini anlatmak için uğraşmakla olur. Doktor Milaslı İsmail Hakkı 3.3. “Hurûf-ı Munfasıla Numûnesi ve Menâfiʿi Hakkında Birkaç Söz” Makalesinin Değerlendirmesi 1839 sonrası başlayan 1908 sonrasında zirveye çıkan konuların başında alfabe meselesi gelmektedir. Tanzimat’la başlayan bu süreçte pek çok yazar Arap alfabesiyle ilgili çeşitli görüşler ortaya atmışlardır. Bazıları harfleri değiştirmek, bazıları harfleri ayrı ayrı yazmak, bazıları yeniden harekeli yazmak, bazıları harekleri yukarıya ya da aşağıya değil ortaya yazmak gerektiğini savunmuşlardır. Bu ve buna benzer görüşlerin tamamında ortak payda Arap harfleriyle ilgili mutlaka bir değişiklik yapılması fikriydi. Fakat uygulama örneklerinde ayrılıklar bulunmaktaydı. Alfabeyle ilgili fikirlerin en başında gelen ve en çok savunulan ve de kısa da olsa Balkan harbi zamanında hayata geçirilebilen tek sistem huruf-ı munfasıla, yani harflerin birleşmeden ayrı ayrı yazılması, gelmektedir. Huruf-ı munfasıla fikrinin hem eserleriyle hem verdiği konferanslarıyla, hem de çıkardığı veya çıkmasına vesile olduğu gazeterlerle, kurdurduğu veyahut destek çıktığı cemiyetlerle ete kemiğe büründüren ve bunun literatür bilgisini ortaya koyan kişi Doktor Milaslı İsmail Hakkı olmuştur. Doktor Milaslı İsmail Hakkı, makalenin başlığında da bahsedildiği üzere ilk olarak yeni yazı örneklerine yer vermiştir. Sebîlürreşât gibi dergide yazan ve dinî pek çok eseri de olan yazar, klasik geleneğe bağlı kalarak ilk olarak besmeleyle daha sonra işleri kolaylaştırdığı düşünülen rabbi yessir duasıyla yeni yazı örneğine yer vermektedir. 1919 yılında yayınlanan yazarın bu makalesinden önce Balkan harbinde denenen yeni yazı (huruf-ı munfasıla) artık gündemde eski yoğunluğu kadar olmadığı bir vakitte bile yazar, belki de kendi önerisi kabul edilmediği için, fikrini savunmak için yazılarını çıkarmaya devam etmektedir. Nitekim yazarın Balkan harbinden sonra yeni yazı örneklerini ve yeni yazının faydalarını da anlatığı Tamim-i Maarif ve Islah-ı Huruf, Yeni Yazı ve Elifbası, Yeni Harflerle Elifba adlı eserleri de mevcuttur. Yazar daha sonra yeni yazıdaki ünlüleri gösteren bir tabloyu okurlarına sunmaktadır. Tabloya göre ünlülerin seslendirilmesinde harekeler önde gelirken esre/kalın esreyle aslında yazarın kalınlık-incelik uyumunu yakaladığını bir an düşünsek de diğer ünlülerde buna değinmediğini görmekteyiz. Ayrıca eu’yla ö, ou’yla da u harfi bir nevi transkribe etmektedir. Hâlbuki yazar üstte verdiği örneklerden hareket etse ve tek sesi tek bir harfle verse fonetik açısından belki de daha sağlıklı bir yola girmiş olacaktı. Yazar 1908 sonrası kurulan Talim-i Maarif ve Islah-ı Huruf Cemiyeti’nin faaliyetlerine katılmıştır. Bu cemiyet sadece Türkiye’de yazılan Arap harflerini değil, diğer Müslüman coğrafyalarında da kullanılan Arap harflerinin ıslah edilmesini savunmuştur. Nitekim bu amaç 270 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 264 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU için Mısır’da yirmi sayfalık el-Hattu’l-Cedîd16 adında bir risaleyle El-Hilâlü’l-Osmânî Cerîdesi17 adlı bir de gazete çıkarılmıştır. Doktor Milaslı İsmail Hakkı’nın makalesinin öncesinde verdiği örneklerde 1908 sonrasında çokça tartışılan geri kalmışlığı yazıya (alfabeye) sebebiyle olduğu düşüncesine şöyle cevap vermektedir: Bizim bu derece geri kalmamızın en büyük sebebi yazımızın fennî olmamasıdır; bir kere bu yeni yazıyı kabûl etsek nisbetle pek az bir zamanda selâmet ve saâdetlerimizi Allah’ın inâyetiyle te’mîn edeceğimiz şüphesizdir. Yazar hurûf-ı munfasıla numûnesi ve menâfiʿi hakkında birkaç söz adlı makalesinde şunları söylemektedir: İslam âleminin geri kalmasının nedenlerini sıraladığı dört makalesinde18 bizim diğer milletlerin terakkilerinden geride olmamızın İslam diniyle ilgili olmadığını, tam tersi dînimizin her türlü terakkiyât-ı medeniye ve saʿâdât-ı maddiye ve maʿneviye için en büyük bir lutf-ı İlâhî olduğunu dile getirmekte ve bunun ʿilmen sâbit olmuş bir hakikati sağladığını, bizim tek engelimizin birleşik yazdığımız Arap harflerimizi fen dairesine uydurmamamız olduğunu ifade etmektedir. Huruf-ı munfasılayı hayata geçirirken asla ve asla Arap harflerini hiç değiştirmeksizin gâyet kolay ve basît bir tarzda iri iri yazarak ve aralarına lâzım gelen ünlüler ʿilâve edilerek dünyânın en mükemmel bir yazısına mâlik olacağımızı ve bu yeni yazının örneklerini üst tarafta19 verdiğini söylemektedir. Yazar ilk paragrafta fen dairesinde Arap harflerinin revize ettikten sonra biraz daha büyük yazarak ve harflerin arasına ünlü harf koyarak dünyanın en mükemmel yazısı olan huruf-ı munfasılanın elde edileceğini iddia etmektedir. II. Meşrutiyet sonrasında İslamî kesim Japonya’yı moderneleşmede her alanda örnek bir ülke olarak göstermektedir. Nitekim makalenin ikinci paragrafında da bu tarzın kabûlü ile kendimizi kurtaracağımızda şüphe olmadığını, kolaylıkla terakkî edilebileceğimizi söyleyen yazar; iki üç sene zarfında köylülerin çoğunluğunun kendileri için lâzım gelen maʿârifi yetecek kadar edinebileceklerini ifade etmektedir. Burada aslında hem makalenin hem de huruf-ı munfasıla fikrinin en temel amacı ortaya çıkarmaktadır. Hem Tanzimat hem de Meşrutiyet aydınlarının en büyük amacı halka bir an evvel ve çabucak okuma yazma öğretmektir. Aslında Arap alfabesinde uygulamayı düşündükleri değişikliklerinin de ana nedeni budur. Aydınların ve dolayısıyla devlet ricalenin bu amaçları ortak olsa da yöntemleri farklı olmuştur. Kimi okullaşmanın artmasını, kimi dilin sadeleşmesini, kimi alfabenin değişmesini, kimi de Doktor Milaslı İsmail Hakkı gibi harflerin ıslahını savunmuştur. Yazar Japonların terakkilerini Hiragana20 adını verdiklerini yeni yazı sistemiyle gerçekleştirebildiklerini yoksa modernleşemeyeceklerini, bu yüzden Hiragana’nın Türk usulü olan huruf-ı munfasılanın kabulüyle bizim de ilerleme katedebileceğimizi; bu yeni yazının incelendiğinde hem Latin harflerinden hem de diğer tüm milletlerin kullandığı alfabelerden hız, “Yeni Yazı” anlamına gelen bu eser, 20.10.1896 tarihinde el-Muktetaf dergisinin onuncu bölümü olarak Kahire’de olarak yayınlanmıştır. (Özünlü, 2020) 17 Mısır’da Abdülaziz Çaviş tarafından Müslümanlığın ve Osmanlılığın müdafaasını yapmak amacıyla siyâsî, iktisâdî, edebî Türkçe, Arapça günlük bir gazete çıkarmışlardır. (bk. Matbuat, “Sebilürreşat”, c. 8, sayı 185, 21.03.1912, s. 51) 18 Yazarın bahsettiği dört makale şunlardır: İşlerini Na-ehil Ellere Tevdi Eden Milletler Yaşayamazlar, Müslümanlar Neden Geri Kaldırlar ve Niçin İlerleyemiyorlar?, Başka Milletler Niçin Terakki Ediyorlar, Biz Niçin Edemiyoruz?, Geri Kalmaklığımızın Sebebi Dinimiz Midir? Usülsüzlüğümüz Müdür? Daha Başka Bir Şey Midir?, 19 Yazının başlığından önce verilen yeni yazı örnekleri Latin harflerine yapılan aktarımda üstte gösterilmiştir. 20 Japonya’da kullanılan bir yazı sistemi olup Çince kökenli yazı karakterlerinin hızlı yazılmasıyla oluşmuştur. 16 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O265 O K 271 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM kolaylık, açıklık ve sadelik bakımından üstün olduğunun anlaşılabileceğini söylemektedir. Ayrıca kendisi de bir hekim olan yazar, kimsenin öne sürdüğü fikre ezberden hükmetmeden evvel defaʿât ile yazıp karşılaştırma yapmasını herkesten rica etmektedir. Doktor Milaslı İsmail Hakkı; huruf-ı munfasıla ile eski kitapların ihya edilebileceğini söylemektedir. Yine yazar okuryazarlarımızın azlığı yüzünden kitapçıklarımızın kütüphane dolaplarında çürümekte olduğunu; kitapçılarımız, müellif, muharrirlerimiz ve tâbilerimizin işlerinin iyi gitmediğini; aslında basılıp meydâna çıkarılmalarından istifâde edilecek ne kadar kitâplarımız olduğunu fakat basım masrafını çıkaramamak korkusundan eserlerin metrûk bir hâlde kaldığını söylemekte ve eğer yeni yazı kabûl edilirse okuryazarlarımız az vakitte çoğalacak, kitap müşterileri artacak, hangi türde kitap basılırsa basılsın mutlaka eserin alıcısı olacak, yirmi otuz sene zarfında kütüphânelerimizdeki yararlı kitapların çoğu yeni yazılayla basılırak unutulmaktan ve de hasardan kurtarılmış olacağını söylemektedir. Görüldüğü üzere yazarın yeni yazı dediği huruf-ı munfasılanın kabul edilmesiyle okuryazarlık oranın artacağını, eski kitapların yeni basımlarının yapılarak bu kitapların korunacağını, kitap basım masraflarının azalacağını, kitap müşterilerinin de 20-30 sene de artacağını ifade etmektedir. Özellikle huruf-ı munfasılaya dayalı yeni yazının Latin harfleri gibi yabancı bir sistem olmadığını, eski harflerimizin (Arap harfleri) içinden çıktığı için eski usülle okuma yazma bilenler bu yeni yazıyla yazılacak eserleri kolaylıkla okuyabileceklerini iddia etmektedir. Hatta yazar, yeni yazının fennî olması sâyesinde beyinlerin yorulmadan, bozulmadan tahsîle devâm edilebileceğini ve böylece eski kitâpları dahâ mükemmel sûrette incelenip araştırılacağını ve bu alanda pek çok uzman kişilerin yetiştirilebileceğini makalesinde yazmaktadır. Yazar yazısının ilerleyen bölümlerinde yeni yazıyla ilgili eleştirilere cevap vermektedir. Yazar, söz konusu eleştirilerin başında yeni yazının tek tek yazıldığı için yazıda hızı azalttığı ve bu yüzden Latin harflerinde olduğu gibi yeni yazının el yazısında da bitiştirilerek yazılması gerektiğini mesele edinenlere gelmektedir. Yazar hâlbûki mesʼele tamâmen ʿaksine diyerek cevap vermeye başladığı karşı eleştirisinde, yeni yazıyı el yazısında Latin harfleri gibi birleştirmenin kelimeyi el kalkmadan bir çırpıda çıkarmasında görülen hız ve kolaylık duygusunun gerçeği yansıtmadığını ve bu fikrini ʿamelî ve nazarî sûrette ispâta hazır olduğunu beyan etmektedir. Yazar fikrini amelî olarak ispat etmek için önümüze bir saat alarak Arap harfleriyle bir dakikada tek tek yazacağımız Yusuf kelimesiyle toplamda otuz kez Yusuf yazabileceğimizi elimizin ancak üç kez şaşıracağını belirtmektedir. Fakat Latin harflerinde olduğu gibi Arap harflerini de birleşik yazdığımız takdirde Yusuf kelimesini ancak yirmi beş kez yazabileceğimizi söylemekte ve eklemektedir: ʿAcaba bunun sebebi nedir? Yazar, kendi sorduğu soruya bu sefer de nazarî olarak Arap harflerini ayrı ayrı yazarken hız ve kolaylığın sebebinin insanın ellerinin ve zihninin basit şeylerle meşgul olması, bitişirken de bunların külfete dönüşmesinden ileri geldiğini şeklinde ifade etmektedir. Yazarın yeni yazının el yazısında da bitişmemesi için teorik ve pratikte ispatlamaya çalıştığı bir dakikalık Arap harfleriyle yazacağımız Yusuf kelimesini, harfleri hem birleştirip hem de ayrı yazdığı iki örnek arasında fazla yazım konusunda beş sanayilik bir fark vardır ki bu da çok fazla değildir. Üstelik yazar bir de tek tek yazmakta üç kez hata edilebildiğini bizzat kendisi söylemektedir. Dolayısıyla Arap harflerinin birleşik ve ayrı yazmak arasında aslında yazımda bir farkın pek de olmadığına şahitlik edilmektedir. 272 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 266 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU Doktor Milaslı İsmail Hakkı, makalesinin diğer paragrafında harfleri ayrı ayrı yazmanın birleştirerek yazmaya göre avantaj olarak gördüğü ikinci nedeni açıklamaktadır. Ona göre gerek harfler tek tek yazılsın gerek Latin harfleri gibi bitiştirilsin hareketlerin adedi aynıdır. Yalnız fark kalemin kâğıt üzerinde veya havâdan gitmesindedir. Tek tek yazıldığında kalem havadan gider, el için kolaylık vardır. Bitiştirildiği vakit ise kalem kâğıdın direncine uğradığından el dahâ ziyâde yorulur, yazı daha ağır olur. Zâten biz tek tek harflerle yazı yazmaya alışkınız ve hiç güçlüğü de yoktur dedikten sonra pratikte hem Türkçe hem de Arapça olarak verdiği cümlelerle huruf-ı munfasılaya dayalı yeni yazı sisteminin hız ve kolaylığını ispata çalışmaya devam etmektedir. Burada üzerinde önemle durulması gereken noktaysa Doktor Milaslı İsmail Hakkı ve onun huruf-ı munfasılaya dayalı yeni yazı sistemini savunanların ideallerini sadece Türkçede değil Arapça da gerçekleştirmek istemeleridir. Nitekim Tamim-i Maarif ve Islah-ı Huruf Cemiyeti’nin yayın organı olan Yeni Yazı gazetesinin Arap versiyonu El-Hilâlü’l-Osmânî Cerîdesi adıyla Mısır’da çıkmış, yine cemiyetin yayınları arasında çıkan Doktor Milaslı İsmail Hakkı’nın kaleme aldığı Yeni Yazı ve Elifbası ve Yeni Harflerle Elifba adlı eserlerin Arapça muadili de el-Hattu’l-Cedîd ve el-Hattu’l-Cedîd ve Menâfiuhû adlı risaleyle karşılık bulmuştur. Doktor Milaslı İsmail Hakkı; bitişik yazımızla devam edersek istediğimiz kadar çalışalım, çabalayalım muasır medeniyet seviyesine ulaşmamızın mümkün olamayacağının artık herkesçe anlaşılmış olmasından dolayı bu konuda vakit kaybedecek zamanımız olmadığını yazmaktadır. Diğer paragrafta yazar; huruf-ı munfasılaya dayalı yeni yazının kabul edilmesiyle hem İslam âleminin önündeki en büyük engelin kaldırılacağını hem de Latin harflerini kabul ettirmek için uğraşan Frenkseverlerin önüne set çekileceğini ve böylece İslam âlemi arasında yapılmak istenen ayrışmanın da temelden yıkılacağını belirtmektedir. Makalede; Japonların yazılarını değiştirerek eğitimi genele yaymaları ve böylece eski yazılarını yüksek eğitimli kesim arasında muhafaza ettikleri gibi bizde de yeni yazıyı öğrenecekler kendilerini kurtardıkları gibi eğitimlerini ilerletecekler ve eski yazıyla yazılan eserleri kolayca okuyup yazabilecekleri söylenmektedir. Ez-cümle bütün Müslümanların ve kadınların az vakit içinde okuyup yazmak öğrenerek dinini, dünyasını bilen;ʿaklı, vücûdu, ahlâkı sağlam nesil yetiştirebilmeleri ve böylece her türlü saʿâdet ve selâmetlere ulaşabilmeleri için yeni yazıyı öğrenmekten başka bir çareleri olmadığuını yazar beyan etmektedir. Yine yeni yazının halk ve ulema tarafından dinî çekincelerle karşı gelinmesine engel olmak amacıyla pek çok ʿulemâ-i ʿArap tarafından yeni yazının ʿâlem-i İslâm için en ʿâcil ve en zarûrî bir ihtiyâç olduğunu ve bu yönde fetvalar alındığını yazar ifade etmektedir. Makalenin sonuna gelindiğinde Doktor Milaslı İsmail Hakkı; bu yeni yazının bundan sonra okuma-yazma öğreneceklere öğretilmesini, kimsenin aklına acemî olup cahil kalacağını getirmemesi gerektiğini, asıl amacın yalnız ve sadece milletin geleceği olduğunu, hükûmet nezdinde her türlü araç ve imkanla huruf-ı munfasıla dayalı bu yeni yazının okullarda okutulmasını ve yararlarının millet arasında anlatılarak bir kamuoyu oluşturulmasını özellikle herkesten rica etmektedir. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O267 O K 273 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM Sonuç Tazimat’tan sonra Osmanlı aydının tartıştığı konuların başında alfabe meselesi gelmektedir. Ahmet Cevdet Paşa ve Münif Paşa’yla başlayan bu tartışmalar II. Meşrutiyet’ten sonra zirveye çıkmıştır. Doktor Milaslı İsmail Hakkı; harflerin ayrı ayrı yazılmasına dayanan huruf-ı munfasıla fikrinin özellikle II. Meşrutiyet sonrasında hem eserleriyle (kitap, makale) hem verdiği konferansları ve gazeteciliği kimliğiyle hem de kurduğu ve kurulmasına vesile olduğu cemiyetlerle huruf-ı munfasılaya dayalı yeni yazının teorisyeni ve uygulayıcısı durumundadır. Harfleri ayrı ayrı yazılmasına dayanan yeni yazı sistemini yaygınlaştırmak için 1911 yılında Tamim-i Maarif ve Islah-ı Huruf Cemiyeti kurulmuştur. Ardından yazarın hem kuruluşunda hem de yönetiminde yer aldığı Islah-ı Huruf Cemiyeti teşekkül etmiş, son olarak da Yeni Yazı Öğretme Derneği tesis edilmiştir. Doktor Milaslı İsmail Hakkı’nın amacı huruf-ı munfasılanın kabul edilmesi olduğu için amaçları aynı yöntemleri farklı olan bu üç cemiyetin faaliyetlerine katılmış, bu cemiyetlerin yayınları arasında eserleri çıkmış ve faaliyetlerini desteklemiştir. Nitekim bu ve buna benzer çabalar sonucunda huruf-ı munfasılaya dayalı yeni yazı sistemi Balkan harbi zamanında askeriyede kullanılmış fakat savaş zamanı uygulandığı için bu yazı sistemi çok kısa sürede kaldırılmıştır. Enver Paşa uygulamaya koyduğu harfleri ayrı ayrı yazmaya dayalı yeni yazı sisteminde Doktor Milaslı İsmail Hakkı’nın önerdiği uygulamayı değil, Tanin gazetesinde tefrika edilen yine harflerin ayrı ayrı yazılmasına dayanan sistemi kabul etmiştir. Doktor, belki de kendi önerdiği sistemin 1912’de uygulanmamasından olacak huruf-ı munfasılaya dayalı yeni yazı sistemini 1919 yılında dahi yazdığı hurûf-ı munfasıla numûnesi ve menâfiʿi hakkında birkaç söz adlı makalesiyle savunmaya devam edecektir. Doktor Milaslı İsmail Hakkı tıp doktorudur. Tıpla ilgili pek çok kitabı ve makalesi vardır. Fakat tıp dışında da din, ahlak ve lisan konularında da eserler vermesi yazarın çok kimlikli ve kültürlü bir Osmanlı münevveri olduğunu göstermektedir. Doktor Milaslı İsmail Hakkı’nın ölüm tarihi pek çok kaynakta 1938 olarak verilse de yazarın bu tarihten çok sonra da yazdığı eserler olması ve dergilerin yazı kurularında yer alması sebebiyle ilgili tarihin doğru olmadığı görülmektedir. Aynı zamanda yazar diğer İsmail Hakkılarla literatürde zaman zaman karıştırılmaktadır. Bu yüzden eserlerinde daha çok Doktor Milaslı İsmail Hakkı adını kullanılması sebebiyle bu adın yaygınlaştırılması gerekmektedir. Yazar; hurûf-ı munfasıla numûnesi ve menâfiʿi hakkında birkaç söz adlı makalesinde özetle şunları söylemektedir: İslam dini her türlü maddî ve manevî gelişmeye açık bir dindir. Fakat bizim geri kalmamızın nedeni harflerimizi fen dairesinde ıslah etmemizdir. Hâlbuki böyle yapsak, yani Arap harflerini muhafaza ederek harfleri biraz daha büyük yazsak ve harflerin arasında ünlü harfleri eklesek dünyanın en mükemmel yazısına ulaşmış olacağız diyerek makalesinin başına tavsiye ettiği yeni yazı sisteminin örneklerini koymuştur. Japonlar muasır medeniyet seviyesine harflerini ıslah ederek ulaşmışlardır. Biz de harflerimizde ilmî değişiklik yaptığımız takdirde az vakitte Japonlar kadar ilerleme katedebiliriz. Zira bizim huruf-ı munfasılaya yani harfleri ayrı ayrı yazmaya dayalı yeni yazı sistemi tüm alfabelerden hız, kolaylık ve açıklık bakımından oldukça ileri seviyededir. 274 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 268 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU Yeni yazımızla eski kitaplarımız ihya edilecek, okuryazarlık oranı artacak, kitap satış oranları yükselecek, basın âlemiyle ilgilenen herkes ekonomik ve sosyal açıdan gelişecek, basım maliyetleri düşecek, 20-30 sene içerisinde kütüphanelerimizdeki yararlı pek çok eski kitap yeniden basılacak ve böylece bu kitaplar unutulmaktan kurtarılacaktır. Huruf-ı munfasıla dayalı yeni yazının fennî bir yazı olması sebebiyle dimağlar yorulmadan ve bozulmadan eğitime devam edebileceklerdir. Böylelikle eski kitapları daha iyi araştırılıp inceleyeceklerdir. Bazı kimseler bu yeni yazının Latin yazısında olduğu gibi bitişik yazılmasını istese de hız ve kolaylık açısından bu iyi bir düşünce değildir. İsteyenlerin Arap harfleriyle yazılan Yusuf kelimesini 1 dakikalık süre içerisine hem harfleri ayrı ayrı hem de birleşik yazarak karşılaştırabilir. Yine yazar ikinci neden olarak harflerin tek tek yazılmasında kalemin havadan gittiğini bunun el için kolaylık olduğunu; harfler bitiştirildiğindeyse kalem kağıdın emrinde olduğu için elin yorulacağını ve yazının da daha ağır olduğunu ifade etmektedir. Ayrıca yazar, bizim de tek tek yazmaya alışkın olduğumuzu verdiği Türkçe ve Arapça cümle örnekleriyle pratikte ispatlamaya çalışmaktadır. Yazımızı değiştirmediğimiz; daha doğrusu eski yazı sistemimizle devam etmeye kalktığımız takdirde istediğimiz kadar ilerleme katedelim muasır medeniyet seviyesine ulaşamayacağımızı, bu yüzden vakit kaybetmeden bir an evvel harflerin ayrı ayrı yazılmasına dayalı yeni yazı sisteminin kabul edilmesini istediğini söylemektedir. Yazar; eğer huruf-ı munfasılaya dayalı yeni yazıyı kabul edersek hem İslam dünyasının önündeki en büyük engeli kaldırmış olacağız hem de Latin harflerinin kabulünü savunan Avrupa hayranlarının önüne geçerek İslam alemini bölmeye yönelik bu fikri tarümar edebileceğimizi ifade etmektedir. Nitekim Japonlar yazılarını değiştirerek ve eğitimlerini genelleştirip herkese yaygınlaştırarak ilerlemişlerdir. Biz de yeni yazıyı kabul edersek halkın çoğunluğu kendisini kurtaracak ve de eski yazıyı da kolayca okuyup yazacaktır. Böylece özellikle bütün kadınlarımız az zamanda okuma yazma öğrenecek ve zeki, çevik ve ahlaklı nesiller yetiştirip her türlü saadet ve esenliğe yeni yazıyla ulaşabileceklerdir. Yeni yazının tüm İslam dünyası için acil ve elzem olduğunu pek çok ulema kabul etmekte ve bu yönde fetvalar vermektedir. Bütün bunlar düşünüldüğünde yazarın okuyucularından tek istediği şey şudur: Huruf-ı munfasılaya dayalı yeni yazının herkes tarafından öğrenilerek maarifçe kabul edilmesinden sonra okullarımızda okutulması ve bunun için bir kamuoyu oluşturulmasını istemektedir. Kaynaklar Akçay, Y. (2007). Osmanlı dönemi alfabe tartışmaları bağlamında Dr. İsmail Hakkı Bey ve ıslah-ı huruf cemiyeti. Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Kongresi, (1-16). Erzurum: Atatürk Üniversitesi. Çatalbaş, R. (2014). Milaslı Dr. İsmail Hakkı’nın hayatı, eserleri ve İslam ile görüşleri. Artuklu Akademi, 1(1), 99-129. Efe, A. (2009). Sebîlürreşâd. İslam Ansiklopedisi, 36, 251-253. 16 Temmuz 2020, https://islamansiklopedisi.org.tr/sebilurresad B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O269 O K 275 Erat, M. (1991). Türk Basınında Alfabe Meselesi (1862-1918). Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Ertem, R. (1991). Elifbe’den alfabe’ye Türkiye’de harf ve yazı meselesi. İstanbul: Dergâh Yayınları. Kılıç, A. (2007). Çanakkale muallimle birliği dergisinde eğitim ve öğretimde ilgili görüş ve düşünceler. Çanakkale Araştırmaları Türk Birliği, 5(5), 87-101. Milaslı, İ. H. (1913). Islah-ı huruf meselesi. Sebilürreşat, 10(250), 262-263. Özcan, M. ve Bulut, N. (2013). Tıp dışındaki farklı alanlarda da iz bırakan Muğlalı üç hekim. Lokman Hekim Journal, 3(2), 1-10. Özege, M. S. (1971-1977). Eski harflerle basılmış Türkçe eserler kataloğu. 1-5 cilt, İstanbul: Fatih Yayınevi Matbaası. Özünlü M. (2020). Yeni Yazı. http://www.dibace.net/portreler/17715/, 25.07.2020. Sönmez, M. A. (1995). İsmail Hatip Erzen. İslam Ansiklopedisi, 11, 318. 17 Temmuz 2020, https://islamansiklopedisi.org.tr/erzen-ismail-hatip Şen, E. (2013). Milaslı İsmail Hakkı’nın (1870-1938) Kurʼân tercümesine dâir bir risâlesi: “Kurʼân tercüme edilebilir mi? ve yeni vâdîde Fâtiha tercüme ve tefsîri”. Tokat İlmiyat Dergisi, 1(2), 261-286. Üzüm, İ. (2002). Kutlu bilgi. İslam Ansiklopedisi, 26, 492. 18 Temmuz 2020, https://islamansiklopedisi.org.tr/kutlu-bilgi “Matbuat”. Sebilürreşat, 8(185), 21.03.1912. http://ataturkkitapligi.ibb.gov.tr/yordambt13/yordam.php 16.07.2020. http://ktp.isam.org.tr/?url=makaleosm/findrecords.php, 17.07.2020. 270 KLASİK TÜRK ŞİİRİNDE KAYNAK ESERLER: NEV’Î DİVANI ÖRNEĞİ Merve MENTEŞE Öz Muhtevası yönüyle oldukça zengin olan Klasik Türk şiiri, oluşumunu tamamlarken pek çok kaynaktan beslenmiştir. Tarih, sosyal ve kültürel hayat, din, insan, efsanevî ve mitolojik unsurlar, mucizeler vb. bu kaynaklardan bazılarıdır. Sayılan tüm bu ve benzeri kaynakların yanı sıra birçok birikimin neticesi olarak farklı ilim ve bilim dallarında kaleme alınmış eserler de Klasik Türk şiirinin beslendiği kaynaklardandır. Bahsi geçen bu eserler yalnızca ilim ve bilim dallarıyla sınırlı olmayıp, dinî kitaplar, farklı şairlerin yazmış oldukları divanlar hatta şairlerin kendi divanları olarak da genişletilebilmektedir. Şiirlerde yer alan eser isimleri şairin biyografisi, yaşadığı yüzyıl ve özellikle de aldığı eğitimle doğrudan ilgilidir. Yapılan araştırmalarda Klasik Türk şiirinde rastlanılan eser isimlerini, daha çok şairlerin yaşadığı yüzyıllarda medreselerde okutulan ders kitapları oluşturmaktadır. Dolayısıyla bu çalışmada Klasik Türk şiirinde kaynak eserlerin yerine, önemine, daha çok hangilerinin anıldığına değinildikten sonra, Nev’i Divanı örneği üzerinden eserler değerlendirilmeye çalışılacaktır. Öncelikle Nev’î’nin yaşadığı 16. yüzyılın medrese eğitimi ve müfredatı hakkında bilgi verilecektir. Biyografisi hakkında da bilgiler verilecek olan Nev’î, ilk eğitimini tasavvuf konusunda çok iyi yetişmiş bir zât olan babasından almıştır. Daha sonra medrese eğitimine başlayarak çeşitli hocalardan dersler almıştır. Aldığı eğitimler neticesinde mülâzımlıkla başlayan görev hayatına, uzun yıllar çeşitli medreselerde müderrislik yaparak devam etmiştir. Ardından şehzadelere hocalık vazifesinde bulunmuştur. Ömrünü ilim öğrenmeye ve öğretmeye adamış bir şair olan Nev’î, kuşkusuz ki divanında ilmî kaynaklara sıkça yer vermiştir. Nev’î divanında dört büyük kitabın yanı sıra adı geçen fıkıh, tasavvuf, mantık, kelam, belagat, astronomi alanlarındaki eserler belirlenip örnek beyitlerle değerlendirilmeye çalışılacaktır. Anahtar Sözcükler: Klasik Türk şiiri, divan, kaynak eserler, ilim, bilim, Nev’î. SOURCE WORKS IN CLASSICAL TURKISH POETRY: EXAMPLE OF NEV'I DIVAN Abstract Classical Turkish poetry, which is very rich in its content, was fed from many sources while completing its formation. History, social and cultural life, religion, human, mythical and mythological elements, miracles, etc. these are some of the sources. In addition to all these and similar sources, works written in different sciences and sciences as a result of many accumulation are also among the sources of classical Turkish poetry. These works are not limited only to science and science, but can be extended as religious books, divans written by different poets, and even poets ' own divans. The names of works included in the poems directly relate to the poet's biography, the century in which he lived, and especially the education he received. The names of the works found in Classical Turkish poetry in the research are mostly textbooks taught in madrasas during the centuries when  Arş. Gör.; Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, [email protected] B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 277 271 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM poets lived. Therefore, in this study, instead of the source works in Classical Turkish poetry, the importance of, which ones are referred to more after being mentioned, works will be evaluated through the example of Nev'i divan. Firstly, Nev'i lived on the 16th. madrasa education and curriculum of the century will be given information about. Nev'i, whose biography will also be given information about, received his first education from his father, a person who was very well trained in Sufism. Later, he started his madrasa education and took lessons from various teachers. As a result of the education he received, he continued his career as a teacher in various madrasas for many years. Then he served as a teacher to the Princes. Nev'i, a poet who devoted his life to learning and teaching science, has undoubtedly given frequently to scientific sources in his divan. In addition to the four great books mentioned in the divan of Nev'i, works in the fields of fiqh, sufism, logic, kalam, eloquence, astronomy will be determined and evaluated with sample couplets. Keywords: Classical Turkish poetry, divan, source works, learning, science, Nev'i. Giriş Muhtevası yönüyle oldukça zengin olan Klasik Türk şiiri, oluşumunu tamamlarken pek çok kaynaktan beslenmiştir. Tarih, sosyal ve kültürel hayat, din, insan, efsanevî ve mitolojik unsurlar, mucizeler vb. bu kaynaklardan bazılarıdır. Sayılan tüm bu ve benzeri kaynakların yanı sıra birçok birikimin neticesi olarak farklı ilim ve bilim dallarında kaleme alınmış eserler de Klasik Türk şiirinin beslendiği kaynaklardandır. Bahsi geçen bu eserler yalnızca ilim ve bilim dallarıyla sınırlı olmayıp, dinî kitaplar, farklı şairlerin yazmış oldukları divanlar hatta şairlerin kendi divanları olarak da genişletilebilmektedir. Şiirlerde yer alan eser isimleri şairin biyografisi, yaşadığı yüzyıl ve özellikle de aldığı eğitimle doğrudan ilgilidir. Yapılan araştırmalarda Klasik Türk şiirinde rastlanılan eser isimlerini, daha çok şairlerin yaşadığı yüzyıllarda medreselerde okutulan ders kitaplarının oluşturduğu tespit edilmiştir. Dolayısıyla ilk olarak Nev’î’nin yaşadığı 16. Yüzyılda medreselerde okutulan derslere değinmek doğru olacaktır. 1. Yüzyılda Medreselerde Okutulan Dersler XVI. yüzyılın ortalarına kadar Osmanlı medreselerinde müderrisin merkezde olduğu bir sistem hâkimdir. Aslında bu gelenek Osmanlılardan önce de vardır. Eğitim-öğretim faaliyetlerinin devlet tarafından sınırları ve muhtevası tam olarak belirlenmemiştir. Vakıf kurucusunun kısmen tespit ettiği, ama daha çok geleneğin yönlendirdiği bir biçimde yürütülmüştür. Bu süreçte devlet, medreseleri sadece yakından takip etmeye çalışmış, ama müdahale mekanizmasını büyük ölçüde işletmemiştir. Bizzat müderrisin nezaretinde yürütülmekte olan derslerin işlenmesi, seçilen kitabın takip edilmesi tarzında ilerlemiştir. Belli sürede okunması gereken kitap ya da kitapların belirli bölümleri tamamlanmadıkça başka bir derse geçilmesi söz konusu olmamıştır. Bu anlamda medreselerde sınıf geçme yönteminin aksine, ders/kitap geçme yöntemi uygulanmıştır. Dersler, her bir ders için belirlenmiş olan bir veya birkaç ana kitap üzerinde takrir yoluyla yapılmış ve dersler bu kitapların adı ile anılmıştır. Okutulan dersler aşağı dereceli medreselerde muhtasar (özet), yüksek dereceli medreselerde ise mufassal (ayrıntılı) olarak işlenmiştir (Uzunçarşılı, 1988, s. 39). 278 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 272 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU İslâm coğrafyasında olduğu gibi o dönemde medreselerde öğretilen bütün ilimler, “aklî” ve “naklî” olmak üzere iki gruba ayrılmıştır. Osmanlı medreselerinde okunan ilimler farklı bir tasnifle “ulûm-ı âliye” ve “ulûm-ı ‘âliye” olarak da isimlendirilmiştir. İsmail H. Uzunçarşılı’ya göre genel olarak medreselerde okunan ve okutulan kelâm, mantık, belâgat, lügat, nahiv, hendese, hesap, hey’et, felsefe, tarih ve coğrafya ile ilgili dersleri “ulûm-ı âliye”; aralarında Kur’ân, hadis ve fıkıh konuları bulunan diğer dersleri de “ulûm-ı ‘âliye” (yüksek ilimler) olarak iki ana başlık altında değerlendirmiştir (Uzunçarşılı, 1988, s. 20). Fatih döneminde hazırlanmış olduğu ileri sürülen “Kânûnnâme-i Talebe-i Ulûm” veya “Kânûn-ı Örfiye-i Osmâniye” adlı talimatnamede şu ifadeler yer almıştır: “Şüyûh-ı müderrisîn kütüb-i mu‘teberâtdan Şerh-i Adud ve Hidâye ve Keşşâf ve sâir ihtiyâr etdikleri kitâbları ayıdalar. Ve şüyûh-ı mezkûreden derecede aşağı olan kimesneler Telvîh’e dek ayıdalar. Andan bir derece aşağı olanlar Miftâh’a dek ayıdalar ve ol dereceden bâkî sıgâr-ı müderrisîn Şerh-i Tavâli‘ ve Şerh-i Metâli‘ ve Mutavvel ve Hâşiye-i Tecrîd ayıdalar. Ve mütûn-ı fıkhı ve şürûhu dahi her müderris tâkâtı yetdikce ayıdalar... Tetimmelerde Şerh-i Şemsiyye ve mâ-fevkın ayıtdıralar, tâ ki İsfahânî’ye varınca; mülâzim olup kapuma mülâzemete geldikleri vakt ol temessük içün müderrisînden alınan mektûbları bile getüreler” (Baltacı, 1976, s. 36). Osmanlı medreselerinde XV. ve XVI. yüzyıllar gibi erken dönemlerde medreselerde okunan ve okutulan kitaplar veya dersler elbette sadece talimatnamede adı geçen kitaplarla sınırlı değildir. Bunların dışında müderrislerin okuttukları pek çok eser bulunmaktadır. Kanunnâmede yer alan “Şüyûh-ı müderrisîn kütüb-i mu’teberâtdan… ihtiyâr etdikleri kitâbları ayıdalar” ifadesi de, medreselerde okutulan ders kitaplarının belirli kurallara bağlanmadığını, müderris tercihlerinin kitap seçiminde önemli rol oynadığını, belirli dersler ve eserlerin yanında bu dersleri anlamayı kolaylaştıracak başka derslerin ve kitapların da okutulduğunu işaret etmektedir. Fatih döneminde hazırlanmış olan bu ve benzeri kanunnamelerde hangi derecedeki medresenin ne tür dersleri okutacağı belirtilmektedir. Cahit Baltacı, kanunnâme ve müderris biyografilerinden hareketle XV. ve XVI. yüzyıllarda çeşitli derecelerdeki medreselerde okutulan dersleri ve ders kitaplarını listeler hâlinde tespit etmiştir (Baltacı, 1976, s. 37-43). Medrese derecesi Yirmili Ders adı Kelâm Fıkıh Belâgat Okutulan Kitaplar Hâşiye-i Tecrîd Şerh-i Ferâiz Mutavvel Otuzlu Belâgat Fıkıh Kelâm Hadis Şerh-i Miftâh Tenkîh, Tavzîh Hâşiye-i Tecrîd Mesâbih Kırklı Belâgat Fıkıh Hadis Fıkıh Usulü Miftahu’l-Ulûm Sadruşşerîa, Meşârik Mesâbih (Begavî) Tavzîh (Taftazânî) Ellili Hâric Ellili Dâhil Fıkıh Hadis Kelâm Fıkıh Hadis Tefsir Fıkıh Usulü Hidâye Mesâbih Şerh-i Mevâkıf Hidâye Buhârî Keşşâf, Beyzâvî Telvîh Sahn-ı Seman Fıkıh Hidâye B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O273 O K 279 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM Altmışlı Hadis Tefsir Fıkıh Usulü Buhârî Keşşâf, Beyzâvî Telvîh, Şerh-i Adud Fıkıh Hadis Kelâm Tefsir Fıkıh Usulü Hidâye, Şerh-i Buhârî Şerh-i Mevâkıf Keşşâf Telvîh Ferâiz Tüm bu bilgiler doğrultusunda aşağıda ilim dalları kategorileri altında Nev’î Divanı’nda yer alan eser isimlerine ve beyit örneklerine yer verilmiştir. Kuşkusuz ki divanlarda bu eser adlarının anılması, genellikle şairlerin biyografilerine bakıldığında aldıkları eğitimle ve eğitim alanındaki görev hayatlarıyla oldukça ilgilidir. Beyitlerdeki anılış şekillerine geçmeden önce Nev’î’nin biyografisine kısaca değinmek uygun olacaktır. 2. Nev’î’nin Hayatı (d. 940/1533-1534 - ö. 1007/1599) 940 (1533-34) yılında Malkara’da dünyaya gelen ve asıl sdı Yahyâ olan Nev’î’nin babası Pîr Ali, Ankara’dan gelip Malkara’ya yerleşmiş olan Nasuh Halife’nin oğludur. Nev’î’nin annesi ise Muhammediyye müellifi Yazıcıoğlu Mehmed’in soyundan gelmiştir. Bir Halvetî şeyhi olan Pîr Ali önce Şeyh Bâyezîd-i Rûmî’ye, ardından İbrâhim Gülşenî’ye intisap etmiş, Malkara’da Turhan Bey Camii imamlığı ve sıbyan mektebi muallimliği yapmış, 952 (1545) yılında vefat edince ders verdiği mektebin hazîresine gömülmüştür. İlk eğitimini tasavvuf konusunda yetişkin bir zat olan babasından alan Nev‘î, 957’de (1550) İstanbul’a giderek “Ahaveyn” olarak bilinen iki kardeşten Karamanî Ahîzâde Ahmed Efendi’nin Dâvud Paşa Medresesi’nde ve Mehmed Efendi’nin Sahn’daki derslerine devam etmiştir. Bu süreçte aynı zamanda bir taraftan Hoca Sâdeddin, Bâkî, Remzîzâde, Hüsrevzâde, Üsküplü Vâlihî, Edirneli Mehmed Mecdî, Cevrî ve Camcızâde gibi geleceğin tanınmış kişileri arasında yer alacak olan şairlerle arkadaşlık kurmuştur. Bilhassa Ahîzâde Mehmed Efendi’ye büyük saygı ve bağlılık gösteren Nev‘î, hocasının Edirne’deki Beyazıt Medresesi’ne tayini üzerine onunla beraber gitmiştir (962/ 1555). Yine hocasının Süleymaniye Medresesi’ne tayiniyle İstanbul’a dönerek mülâzım olmuştur (970/1563). Daha sonra Gelibolu’daki Balaban Paşa ve Mesih Paşa medreseleri müderrisliğine gönderilen Nev‘î (973/1566), 980’de (1572) İstanbul’da Şahkulu, ardından Murad Paşa, Câfer Ağa, bir yıl sonra da Mihrimah Sultan medreselerinde müderrislik yapmıştır. 993’te (1585) evlendikten iki yıl sonra tayin edildiği Çınarlı Medresesi’ndeki müderrisliği 998’e (1590) kadar sürmüştür. Aynı yıl Bağdat kadılığına gönderilmişse de hiç istemediği bu göreve gitmeden III. Murad tarafından Şehzade Mustafa’nın hocalığına getirilmiştir. Bâyezid, Osman ve Abdullah adlı şehzadelerin de katıldığı bu dersler şehzadelerin öldürüldüğü 1003 (1595) yılına kadar devam etmiştir. Daha sonra almakta olduğu maaşa ilâveten kendisine kazasker emekli maaşı bağlanmış, ayrıca kayınpederi Nişancı Mehmed Bey’in kurduğu medresenin 50 akçelik yevmiyesi de kendisine verilmiştir. 30 Zilkade 1007 (24 Haziran 1599) tarihinde vefat edince Şeyh Vefâ Camii hazîresinde Şeyh Şâban Efendi’nin yanına defnedilmiştir. Yüksek seviyede tasavvuf terbiyesi almış bir şair olan Nev‘î, III. Murad’ın yakın ilgisini görmüş, sultandan başka hiç kimseden armağan kabul etmemiş, dünya nimetlerine değer vermediği için eline geçen bütün servetini ihtiyaç sahiplerine dağıtmış, hatta öldüğünde hiçbir varlığı çıkmadığı için cenaze masrafları padişah tarafından karşılanmıştır. 280 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 274 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU Kaynaklara göre Nev'î, ilim ve fazilet sahibi bir şairdir. Onun rind edalı, dervişmeşrep, tasavvufa, zühd ve takvaya mütemayil bir zat olduğu hakkında bilgiler bulunmaktadır. Daha on yaşında iken babasının tavsiyesi üzerine zikre başlamış, önce Sarhoş Bali Efendi'ye intisap etmiş, ardından Kurt Mehmed Efendi'ye mürid olmuş, daha sonra da Şeyh Şaban Efendi'den feyiz almıştır. Tasavvuf terbiyesinin izleri şiirlerinde görülen Nev'î, Arapça ve Farsça'ya hakim, atasözü ve deyimleri şiirlerinde ustalıkla kullanabilen bir şairdir. Kendisinin de ifade ettiği gibi sanat göstermeye düşkün değildir. Özellikle gazellerinde sade bir dil hakim olmakla beraber akıcı bir söyleyiş görülür. Kasidelerinin nesib bölümleri renkli hayal ve benzetmeler ihtiva etmektedir. Şehzade Mehmed'in sünnet düğünü münasebetiyle yazdığı "Sûriyye"si de çok meşhur olmuştur. Samimi ve aşk dolu bir şair olan Nev'î, divan şiirinin zirveye ulaştığı ve İran şiirini taklitten kurtularak kendi benliğine kavuştuğu XVI. yüzyılın en önemli ve gözde şairlerindendir. Eserleri; Divan, Tercüme-i Hadis-i Erbain, Hasb-i Hâl, Keşfü’l-Hicâb min Vechi’lKitâb, Netâyicü’l-Fünûn ve Mehâsinü’l-Mütûn, Nevâ-yı Uşşâk, Faslun fî Fazîletü’l-Işk, Fezâilü’l-Vüzerâ ve Hasâilü’l-Ümerâ, Risâle-i Şikâyeti-i Rûzigâr, Sinan Paşa’ya Mektup, Tercüme-i Münşeât-ı Hâce-i Cihân, Gül-i Sadberg şeklindedir (Sefercioğlu, 2007, s. 52-54). Ömrünü ilim öğrenmeye ve öğretmeye adayan bir şair olan Nev’î, kuşkusuz ki divanında ilmî kaynaklara sıkça yer vermiştir. Fıkıh, tasavvuf, mantık, kelam, belagat, dört büyük kitap ve astronomi olarak gruplandırabileceğimiz toplam 17 eser ve beyitlerdeki şekillerine değinecek olursak; 3. Fıkıh Fıkıh, dinin füruuna, amelî hayata ait bilgileri ve hükümleri ihtiva eden bir ilim dalıdır. Nev’î Divanı’nda fıkıh ilmine dair iki kaynak esere rastlanmıştır. 3.1. Hidâye: Burhâneddin el-Mergīnânî’nin (ö. 593/1197) Hanefî fıkhına dair eseridir. Hanefî fıkhının en tanınmış ve muteber metinlerinden biridir. Eser on üç yılda kaleme alınmıştır. el-Hidâye’de el-Câmiʿu’s-Sağîr’in tertibi esas alınmakla birlikte el-Câmiʿu’s-Sağîr kırk bölüm olduğu hâlde el-Hidâye’de bölüm sayısı elli altıya çıkmıştır. Konular incelenirken önce el-Muhtasar’da, ardından el-Câmiʿu’s-Sağîr’deki meselelere yer verilmiş, aralarında ihtilâf bulunduğu takdirde el-Câmiʿu’s-Sağîr’den yapılan nakillere işaret edilmiştir. Müellif meseleleri ele alırken önce Ebû Hanîfe’nin, sonra da talebeleri Ebû Yûsuf ve Muhammed b. Hasan eşŞeybânî’nin görüşünü vermiştir. Bazen de Züfer b. Hüzeyl’in görüşüne de yer vermiştir. Bunların delillerini verirken tercih ettiği görüşün delilini diğerlerine cevap olması için en sona bırakmıştır. Genellikle Ebû Hanîfe’nin görüşlerini tercih etmekle birlikte İmâmeyn’in görüşüne yaklaştığı durumlarda ise sıralama değişmiştir. Her meselede kime ait olursa olsun en son kaydettiği delile uygun olan görüşü benimsemiş olan müellif, bu arada muhtemel soru veya itirazlara da cevap vermiştir (Kallek, 1998, s. 471-473). 3.2. Dürer: Şemseddin Konevî’nin (ö. 788/1386) Hanefî fıkhına dair eseri. İbnü’sSââtî’nin Mecmaʿu’l-bahreyn adlı eserinde yer alan Ebû Hanîfe, Ebû Yûsuf, Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî, Züfer b. Hüzeyl, İmam Şâfiî ve Mâlik’in görüşlerine Ahmed b. Hanbel’in görüşleri de ilâve edilmek üzere kaleme alınan bir eserdir. Konular klasik fıkıh kitaplarındaki tasnife uyularak düzenlenmiş, mezhep imamlarının ittifak ve ihtilâf ettikleri meselelere ayrı ayrı işaret edilmiştir (Özcan, 2002, 166-167). B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O275 O K 281 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM Nûr-ı fazlından Hidâye bir çerâg-ı sûhte Nükte-i melfûze tûmâr-ı kelâmından Dürer K. 12 / 811 Örnek beyitte Hidâye olgunluk nurundan yanmış, aydınlanmış bir kandil; Dürer ise söz tomarından okunan güzel manalı söz olarak nitelendirilmiş ve övülmüş iki eser olarak karşımıza çıkmaktadır. 4. Tasavvuf İslâm’ın zâhir ve bâtın hükümleri çerçevesinde yaşanan manevî ve derûnî hayat tarzını ihtiva eden ilim dalıdır. Nev’î Divanı’nda tasavvuf ilmiyle alakalı altı eser adı yer almaktadır. 4.1. Gülistân: Sa‘dî-i Şîrâzî’nin (ö. 691/1292) ünlü Farsça eseridir. Gülistân gerek kendi türü içinde gerek sanat değeri bakımından taklit edilemeyen bir eserdir. Eser münâcât, na‘t ve yazılış sebebini anlatan bir önsözle başladıktan sonra padişahların hâl ve hareketlerini, dervişlerin ahlâkını, kanaatin faziletini, susmanın faydalarını, aşk ve gençliği, güçsüzlük ve ihtiyarlığı, terbiyenin etkisini ve sohbet âdâbını konu alan sekiz bölümden meydana gelmektedir (Yazıcı, 1996, s. 240-241). Her serv-i revân sebzeye bir mışra’-ı mevzun Ebyât-ı Gülistân’a nezâyir didi gülzâr G. 556 / 2 Örnek beyitte yürüyen servi boylu güzeller, Gülistân adlı eserin beyitlerine nazire olacak derecede vezinli bir mısraya benzetilmiş, sevgilinin güzelliğini övme unsuru olarak kullanılması vesilesiyle Gülistan adlı eseri de burada övüldüğü görülmüştür. 4.2. Mantıku’t-Tayr: Ferîdüddin Attâr’ın (ö. 618/1221) tasavvufî mesnevisidir. Bazı nüshalarında adı Maḳâlât-ı Ṭuyûr, Maḳâmât-ı Ṭuyûr, Ṭuyûrnâme şeklinde kayıtlı olan ve nüshalar arasındaki farklılıklar dikkate alındığında 5000 beyti biraz aşan eser otuz bir bölüm (makale) hâlinde remel bahriyle kaleme alınmıştır. Hamd, tevhid, münâcât, na‘t ve dört halife ile ashabın övgüsüne ayrılan bir girişin devamında mesnevi hüdhüde merhaba ile başlar ve 583 yılı Receb ayının 20. günü (25 Eylül 1187) tamamlandığı kaydedilen bir hâtime ile sona erer (Sevgi, 2003, s. 29-30). Mantık-ı 'Attâr okur evrâk-ı gülden 'andelîb 'Arz ider mazmûn-ı şi'r-i Kâsımu'l-Envâr gül K. XXXI / 11 Bülbül gülün yapraklarından Attâr’ın Mantıku’t-Tayr’ını okurken, gül ise Kâsımu’lEnvâr’ın şiirinin anlamlı sözlerini söyler. Beyitte İran’lı mutasavvıf şair Kâsımu’l-Envâr ile Ferîdüddin Attâr’ın Mantıku’t Tayr vesilesiyle karşılaştırılarak bir arada kullanılması söz konusudur. 1 Çalışmamızda yer verilen beyitler, Mertol TULUM tarafından hazırlanmış olan Nev’î Divanı Tenkidli Basım’ından alınmıştır (bk. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul 1977). K., G. vb. harfler şiir kısaltmalarını, bunlardan sonra gelen rakamlar şiir, taksim işaretinden sonra gelenler ise beyit numaralarını göstermektedir. 282 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 276 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU 4.3. Gülşen-i Râz: Şebüsterî’nin (ö. 720/1320) tasavvufî mesnevisidir. Müellif, esere yazdığı yetmiş beyitlik önsözde vahdet-i vücûd görüşünü kısaca anlattıktan sonra eserin telif sebebi hakkında açıklamalarda bulunurmuştur. Eserine Gülşen-i Râz adını vermesini kendisine Allah’ın ilham ettiğini belirtmiştir. Eserin yazma nüshalarında beyit sayısı 999 ile 1008 arasında değişmektedir (Sevgi, 1996, s. 253-254). Gülşen-i râz olmış idi külbe-i ahzânumuz Bülbül-i dil bir güle zar olmış idi dün gice G. 405 / 3 Örnek beyitte gönül bülbülü bir güle ağlayıp inlerken, Gülşen-i râz ise hüzünler kulübesine benzetilerek anılmıştır. 4.4. Mahzenü’l Esrâr: Nizâmî’nin 1502-1510 yılları arasında kaleme aldığı ve Sultan II. Bayezid’e sunduğu mesnevidir. Fars edebiyatında Penc Genc adı verilen Mahzenü'l-esrâr, Husrev ü Şîrîn, Leylâ vü Mecnûn, Heft Peyker, İskendernâme mesnevilerinden oluşan hamseyi meydana getiren ilk mesnevidir. Sırlar Hazinesi anlamına gelen Mahzenü’l-Esrâr’da, diğer dört mesnevîdeki aşk ve kahramanlık konularına değinilmeyip, ahlâkî değerler üzerinde durulmuştur (Kartal, 2013, s. 62). 4.5. Matlau’l-Envâr: Emir Hüsrev Dehlevî’nin ahlakî öğretileri içeren, tasavvufî temelli kaleme aldığı hamsesidir (Kartal, 2013, s. 63). Tulü’ idüp hicâb-ı mahzenü’1-esrâr-ı ma’nâdan Cemâli mihri kıldı matla’u’l-envâr dîvânı G. 522 / 3 Beyitte “mananın sırlarının hazinesinin perdesinden doğan güzellik güneşi, divanı nurların doğuş yeri hâline getirdi”denilirken, aynı zamanda birbiriyle ilintili olan iki esere de yer verilmiştir. 4.6. Fütûhatü’l-Mekkiyye: Muhyiddin İbnü’l-Arabî’nin (ö. 638/1240) tasavvufî görüşlerini en geniş boyutlarıyla açıkladığı eseridir. Peygamberlerin ve velîlerin Allah hakkında akıl ve fikir yoluyla oluşturulan bir bilgiye sahip bulunmadıklarını, Allah’ın onları bundan uzak tuttuğunu ve keşiflerinin açılmasıyla (fütûhu’l-mükâşefe) Hakk’ın bilgisini elde ettiklerini söylediği, ilham ürünü olan bilgilerin kendisine Mekke’de geldiğini ve eseri burada yazmaya başladığı için bu kitaba el-Fütûḥâtü’l-Mekkiyye adını verdiğini belirttiği eserdir (Kılıç, 1996, s. 251-258). 5. Astronomi Gök cisimlerinin uzaydaki durumlarını, hareketlerini, fiziksel ve kimyasal yapılarını inceleyen bilim dalı olan astronomi ile ilgili eserlerden Nev’î Divanı’nda bir tane geçmektedir. 5.1. Minah (Menah): İbnül Benna’nın takvime dair yazdığı eseridir. Takvimle ilgili bu eserin en önemli özelliği “menâh” kelimesini ilk defa takvim anlamında kullanmış olmasıdır. Daha sonra bu kelime Avrupa dillerine “almanak” şeklinde geçmiştir (Fazlıoğlu, 1999, s. 530534). Aşağıda yer alan örnek beyitte Fütûḥâtü’l-Mekkiyye ve Minâh beraber anılmıştır. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O277 O K 283 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM Açılmadı bir kimseye bu kapu Ne miñâh ile ne fütuhat ile G. 68 / 2 Farklı alanlara ait iki eserin kişiye yol gösterici kabul edilmesi yönüyle bir arada kullanıldığı görülmüştür. Biri tasavvuf, diğeri ise astronomi alanına ait olan bu eserler vesilesiyle farklı ilim dallarına ve eserlerine, dönemin eğitim veren ve eğitim gören kişileri tarafından eşit derecede önem verildiği ve güven duyulduğu anlaşılmaktadır. 6. Mantık Bilginin yapısını inceleyen, doğru ile yanlış arasındaki akıl yürütmenin ayrımını yapan disiplin olan mantık ilmine dair Nev’î Divanı’nda toplam üç eser adı geçmektedir. 6.1. Kânûn-ı Şifâ: İbn Sînâ’nın (ö. 428/1037) mantık ve nazarî felsefe disiplinlerine dair ünlü eseridir. Filozofun kendi ilimler tasnifine dayalı olarak kaleme aldığı eser, onun terminolojisinde felsefî ilimler veya aklî ilimler diye geçen çok sayıda disiplini konu edinmiştir. Eserde mantıkla temellenen felsefî araştırma tabiat felsefesi ve matematik ilimleriyle bilimsel boyutlar kazanmış, metafizikle taçlanmış, peygamberliğin ispatı meselesiyle son bulmuştur (Kutluer, 2010, s. 131-134). Yokdur haberüñ gerçi ki Kânûn-ı Şifâ’dan Nutkuñ dem-i ‘İsa gibi her derde devâdur K. XIV / 19 Beyitte “Kânûn-ı Şifâ’dan haberin olmamasına rağmen söyleyişin, İsâ’nın nefesi gibi her derde devâdır” denilirken Kânûn-ı Şifâ adlı eseri okumanın gerekliliği ve okumamış olmanın eksiklik sayıldığı vurgulanmıştır. 6.2. İşârât: İbn Sînâ’nın (ö. 428/1037) mantık, fizik ve metafiziğe dair en son görüşlerini ihtiva eden eseri. İbn Sînâ’nın felsefe konusunda yazdığı en son ve en başarılı kitaptır. Son derece veciz bir üslûpla yazılan, girişinde felsefenin ilke ve önermelerinin ele alınacağı belirtilen eser mantık ilmiyle başlayıp fizikle devam etmekte ve metafizik bölümüyle sona ermektedir (Durusoy, 2001, s. 421-422). Bu nükte bilinmez kinâyât ile Bu hikmet tuyulmaz işârât ile G. 68 / 1 Beyitte kinaye hakkında yazılmış Kinâyât eseri ile, mantık hakkında yazılmış İşârât eserinin bir arada anıldığı görülmektedir. 6.3. Şemsiyye: Ali b. Ömer el-Kâtibî el-Kazvînî’nin (ö. 675/1277) mantığa dair risâlesi. Eser daha önceki mantık kitaplarının sistemine bağlı kalmadan yazılmış ve esere önceki eserlerde bulunmayan bilgiler eklenmiştir. eş-Şemsiyye bir mukaddime, üç bölüm (makale) ve bir hâtimeden meydana gelmektedir (Durusoy, 2010, s. 530-531). 284 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 278 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU 7. Kelam Kelâm, İslam dininin inanç konularını irdeleyen dini-felsefi kuram ve teorilerle ilgilenen ilim dalıdır. Nev’î Divanı’nda kelam ile ilgili üç kaynak eser yer almıştır. 7.1. Metaliu’l-Enzâr: Mahmûd b. Abdurrahman el-İsfahânî (ö. 749/1349) tarafından Beyzâvî’nin Tavâliu’l-envâr adlı kelâm kitabına yazılan şerhtir (Yavuz, 2011, s. 180-181). Aşağıdaki örnek beyitte Şemsiyye ve Metaliu’l-Enzâr eserleri aynı beyitte yer almıştır. Şemsiyye bilüp sen gerek ezberle Metali’ Kılmaz -hüner aşsı kişide olmasa tâli’l G. 212 / 1 Bu beyitte de mantık kaynağı olan Şemsiyye ile kelam kaynağı olan Metali’ eserlerinin okunup bilindiği takdirde kişiye hüner kazandırması beklentisi vurgusuyla iki farklı alandan eserin kişinin olgunluğuna sağlayabileceği katkı vesilesiyle bir arada kullanıldığı görülmektedir. 7.2. Tavâliu’l-Envâr: Kadî Beyzâvî’nin (ö. 685/1286) kelâm ilmine dair eseridir. Dört fasıldan oluşan giriş mahiyetindeki mukaddimede mebâdî (tasavvur, tasdik, nazarın tanımı), tarif (hadd-i tâm, hadd-i nâkıs, müfred ve mürekkeb), kıyas ve çeşitleri (kat‘î, zannî, aklî ve naklî deliller), nazarın hükmü ve değeri gibi mantık konularına yer verilmiştir. Kitabın yarısına yakın bir hacmi kapsayan ilk bölümü “mümkinât” başlığı altında üç bölüme ayrılmıştır. İkinci bölüm ilâhiyyât bahisleriyle ilgili olup üç bölüm hâlinde düzenlenmiştir. Üçüncü bölüm “Nübüvvet Konuları ve Buna İlişkin Hususlar” başlığını taşımakta ve üç bölümden meydana gelmektedir (Yavuz, 2011, s. 180-181). 7.3. Tecrîd: Nasîrüddîn-i Tûsî’nin (ö. 672/1274) kelâma dair eseridir. Otuz sayfalık bir risâle olan eser altı bölüm (maksad) hâlinde düzenlenmiş, bölümler de fasıllara ayrılmıştır. İçeriğinde vücûd ve adem, mahiyet, illet-ma‘lûl bahisleri gibi konular ihtiva etmektedir. (Topaloğlu, 2011, s. 250-251). Aşağıdaki örnek beyitte Tecrîd ve Tavâli’ eserleri birlikte kullanılmıştır. Sineñde tulü’ itmeyicek nûr-ı hakikat Şerh eyleye mi kalbüñi Tecrîd ü Tavâli’ G. 212 / 4 Beyitte gönülde hakikatinin nurunun ancak Tecrîd ve Tavâli’ eserleri şerh edilerek okunursa oluşabileceği dile getirilmiş, aynı alana dair iki eser anlamı güçlendirmek maksadıyla bir arada kullanılmıştır. 8. Belâgat Sözün fasih (güzel, düzgün) olmakla beraber, hâle ve makama uygun olması ile ilgilenen ilim dalıdır. Nev’î Divanı’nda belâgat ilmiyle alakalı bir kaynak eser bulunmaktadır. 8.1. Miftâh: Ebû Ya‘kūb es-Sekkâkî’nin (ö. 626/1229) Arap grameri ve belâgatına dair eseridir. Konunun önemi, kitabın adı ve planı hakkında kısa bilgi verilen bir mukaddimeden sonra üç bölüme ayrılan eserin birinci bölümünde sarfın mahiyeti ve tarifi, harfler ve mahreçleri, kelimelerin teşekkülü, kalıp ve vezinleriyle sarfın tamamlayıcısı niteliğinde kabul edilen iştikak konusu incelenmiştir. İkinci bölümde nahvin tarifi ve faydası, âmil, ma‘mul, i‘rab B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O279 O K 285 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ve i‘rab alâmetleri gibi Arap dilinin söz dizimi kurallarına ve sebeplerine dair mantıkî izahlar yapılmıştır. Üçüncü bölümde meânî ve beyân ilimlerinin tarifleri, isnad, müsnedün ileyh, müsned, fasıl-vasıl, îcâz-ıtnâb ve kasr bahisleriyle inşâî (talebî) cümleler ve söz dizimi içinde fiillerin etkisinde bulunan öğeler (müteallikat) gibi meânî ilminin temel meselelerinden sonra beyân ilminin ana konuları olan teşbih, mecaz, istiare, kinaye ele alınmış, ardından bedî‘ ilmine geçilerek mâna ve lafız sanatları incelenmiştir (Benli, 2005, s. 20-21). Miftâh-ı bâb-ı milk-i fenâdur disem n’ola Meftûh ider neye ki duhûl itse harf-i la G. 1 / 2 Beyitte “Geçici dünya mülkünün kapısı miftahdır desem ne olur. La harfini neye dahil etse açılır.” denilerek, bir gramer kaynağının bile Klasik Türk şiirinde nasıl yer bulabildiği gözler önüne serilmiştir. 9. Dört Büyük Kitap Nev’î Divanı’nda dört kutsal kitaptan sadece Kur’an-ı Kerîm beyitlerde yer almıştır. 9.1. Kur’ân-ı Kerîm: İslâm dininin kutsal kitabıdır. Kur’ân-ı Kerîm âyetlerden ve değişik sayılarda âyetlerin yer aldığı sûrelerden oluşmuştur. Toplam 114 sûre ihtiva etmektedir. Kur’ân-ı Kerîm, Hz. Peygamber’in ilk muhatabı olan toplulukların çeşitli tavır ve davranışlarına, ihtiyaçlarına, olayların gelişimine vb. değişik hâl ve şartlara göre farklı zamanlarda âyet veya sûre şeklinde nâzil olduğundan, konu bütünlüğü oluşturacak şekilde bir sıra izlemediği gibi mevcut mushaflardaki sûrelerin bizzat Resûl-i Ekrem’in tâlimatıyla oluşan içeriğinin yanı sıra dizilişi de sistematik eserlerde alışılageldiği biçimiyle bir yapı arzetmemekte, muhtevayı oluşturan konular mushafın başından sonuna yayılmış bulunmaktadır. Bu tertip şekli, tekrarların da katkısıyla Kur’an’ı okuyan veya dinleyenlerin aynı anda birden çok konuyu gözden geçirmeleri, bir defalık okumayla birçok irşad ve uyarıya muhatap olmaları, ayrıca Kur’an’ın bu örgüsüyle çeşitlilik arzeden kendi hayatları arasında paralellik sezmeleri gibi yönlerden daha etkileyici, eğitici ve yararlıdır (Çağrıcı, 2002, 390-393). İderler mahfilinde cem‘ olup elhân-ı Dâvûdî Bu gün Kur’ân okunmak anda hatm olmış durur mahzâ K. IV / 9 Klasik Türk şiirinde en çok başvurulan kaynaklardan Kur’an-ı Kerîm, tabii ki Nev’î divanında da anılmıştır. Sonuç Sonuç olarak divan şairinin aldığı eğitimin, yaptığı eğitime dair görevlerin kaynak eserlerin divanlardaki kullanım sıklıklarını etkilediği gözlemlenmiştir. Nitekim hayatını ilim öğrenmeye ve öğretmeye adamış Nev’î’nin şiirlerinde belirlenen toplam 17 esere övgülerle, tanık göstermelerle, birbiriyle kıyaslamalarla, anlamda oluşturacağı etkinin güçlenmesi adına birden fazla olarak bir arada kullanımlarıyla, önemlerinin vurgulanmasıyla rastlanmıştır. Bu çalışma vesilesiyle Klasik Türk şiirinin kaynakları olan tarih, insan, kültürel hayat vb. unsurların yanı sıra bir çok alana dair kaynak eserlerin de azımsanamayacak derecede Klasik Türk şiirine kaynaklık ettiği alanın araştırmacılarına gösterilmeye çalışılmıştır. 286 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 280 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU Kaynaklar Benli, M. S. (2005). Miftâhu’l-ulûm. DİA, C 30, 20-21. Çağrıcı, M. (2002). Kur’an-ı Kerîm muhtevâsı, DİA, C 26, 390-393. Durusoy, A. (2001). El işârât ve’t-tenbihât. DİA, C 23, 421-422. Durusoy, A. (2010). Eş-şemsiyye. DİA, C 38, 530-531. Fazlıoğlu, İ. (1999). İbnü’l-bennâ el-merkkâküşî. DİA, C 20, 530-534. Kallek, C. (1998). El-hidâye. DİA, C 17, 471-473. Kartal, A. (2013). Doğunun uzun hikâyesi. İstanbul: Doğu Kütüphanesi Yayınları. Kılıç, M. E. (1996). El-fütühatu’l-mekkiyye. DİA, C 13, 251-258. Kutluer, İ. (2010). Eş-şifâ. DİA, C 39, 131-134. Özcan, T. (2002). Şemseddin konevî. DİA, C 26, 166-167. Sefercioğlu, N. (2007). Nev’î. DİA, C 33, 52-54. Sevgi, H. A. (1996). Gülşen-i râz. DİA, C 14, 253-254. Sevgi, H. A. (2003). Mantıkut’t-tayr. DİA, C 28, 29-30. Topaloğlu, B. (2011). Tecrîdü’l-itikâd. DİA. C 40, 250-251. Tulum, M. (1977). Nev’î divanı tenkidli basım. İstanbul: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları. Yavuz, Y. Ş. (2011). Tavâliu’l-envâr. DİA, C 40, 180-181. Yazıcı, T. (1996). Gülistân. DİA, C 14, 240-241. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O281 O K 287 HAROLD BLOOM’UN “ETKİLENME ENDİŞESİ”NDEN HAREKETLE KİRALIK KONAK VE FATİH HARBİYE ROMANLARININ İNCELEMESİ Orçun AYDOĞDU Öz Harold Bloom’un kaleme aldığı Etkilenme Endişesi adlı teorik çalışma, şiir incelemelerine yeni bir bakış açısı getirmiştir. Çalışma, kendisinden sonra gelen kişiler tarafından beğenilmiş ve günümüzde de önemli bir teori yöntemi olarak kullanılmaktadır. Etkilenme Endişesi, halef ve selef ilişkisine dayanmaktadır. Bu ilişkiyi ortaya çıkarırken, Freud’un Ödipal Kompleksi’nden faydalandığını söyleyebiliriz. Bloom’a göre, halef, selefinden istifade etmekte ve ondan etkilenmektedir. Mamafih, selef sayesinde, kendi özgünlüğünü kazanmaktadır. Bu bağlamda, Etkilenme Endişesi’nde altı bölüm söz konusudur: Clinamen, Tessera, Kenosis, Daimonikleşme, Askesis, Apophrades. Harold Bloom’un ortaya koyduğu görüşler, Türk edebiyatına da uyarlanabilmektedir. Şiir üzerine yazılan teori, romana uyarlanmaya çalışarak, Türk edebiyatının iki önemli eseri, Etkilenme Endişesi’nden hareketle incelenmiştir. Kiralık Konak, Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun kaleme aldığı ilk romandır. 1922 yılında yayımlanmıştır. Konak mefhumu üzerinden, üç neslin çatışmasını konu almaktadır. Naim Efendi, Tanzimat Dönemi aydınını temsil etmektedir. Değişen döneme bağlı olarak, Naim Efendi’nin nesli, eski olarak nitelendirilmektedir. Damadı Servet Bey ise, Doğu medeniyetinden, Batı medeniyetine geçmek isteyen ve şekil mefhumu üzerinde yoğunlaşan biridir. Servet Bey’in Batı hayali, şekilcilik üzerine dayanmaktadır. Beyoğlu‘nda bir apartmana taşınmıştır. Naim Efendi’nin torunu ve Servet Bey’in kızı olan Seniha ise, toplum ile bağları koparmış, Batı hayranı nesli temsil etmektedir. Peyami Safa’nın kaleme aldığı Fatih Harbiye ise, Kiralık Konak’ta anlatılan nesil çatışmasının Cumhuriyet yıllarındaki hâlini aksettirmektedir. Neriman, Seniha’nın karşılığı, Faiz Bey ise Naim Efendi’nin karşılığıdır. Her iki romanda da benzer kahramanlar, benzer biçimlerde işlenmiştir. Bunu da Harold Bloom’un teorisi ile açıklamak mümkündür. Bildiride, Etkilenme Endişesi’nden hareketle, Fatih Harbiye’deki Kiralık Konak etkisini tespit etmeye ve şiir için yazılan bir teorinin gerektiğinde kurgusal metne de uyarlanabildiği gösterilmeye çalışılmıştır. Anahtar Sözcükler: Kiralık Konak, Fatih Harbiye, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Peyami Safa, Etkilenme Endişesi, Harold Bloom. A REVIEW OF KIRALIK KONAK AND FATIH HARBIYE BASED ON THE ANXIETY OF INFLUNCE OF HAROL BLOOM Abstract The theoretical work written by Harold Bloom brought a new perpective to poetry analysis. The study was appreciated by those who come after him and is still used as an important theory method today. It is based on successor and predecessor relation. When revealing this relation it benefits from Oedipus Complex of Freud. According to Bloom the successor benefits and is affected by predecessor. In addition it gains its own originality thanks to its Yüksek Lisans Öğrencisi; Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü [email protected].  B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 289 282 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM predecessor. In this case there are six parts in The Anxiety of Influence: Clinamen, Tessera, Kenosis, Daemonization, Askesis, Apophades. The ideos of Harold Bloom can also be applied to Turkish literature. Trying to adapt the theory written on poetry to the novel, two important Works of Turkish literature have been examined thanks to The Anxiety of Influence. Kiralık Konak is the first novel written by Yakup Kadri Karaosmanoğlu. It published in 1922. It is about the conflict of three genarations through the concept of mansion. Naim Efendi represents the intellectual of the Tanzimat Period. Depending on the changing period, Naim Efendi is considered to be old. In the other hand Servet Bey who is Sekine’s husband has adopted western civilization. Servet Bey’s western dream is based on formalism. He moved to an apartment in Beyoglu. The grandson of Naim Bey and the daughter of Servet Bey ‘Seniha’ who lost ties with society, represents the generation of western follower. Fatih Harbiye written by Peyami Safa and it reflects the generation conflicts like Kiralık Konak but this is in republic years. Neriman with Seniha are similar each other and Faiz Bey with Naim Efendi are similar each other. Similar heros are depicted in similar ways in both novels. İt is possible to explain this with theory of Harold Bloom. In this article, it is tried to Show that a theory written for poetry can be adapted to fictional text. Keywords: Kiralık Konak, Fatih Harbiye, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Peyami Safa, The Anxiety of Influend, Harold Bloom. Giriş “Daha az yetenekli şairler idealize ederler; tahayyülü güçlü olanlar ise kendilerine mal ederler. Ama her şeyin bir bedeli vardır. Kendine mal eden şair müthiş bir borçluluk endişesi duyar, zira hangi güçlü yaratıcı kendisini yaratmayı başaramadığını fark etmek ister ki? Etkilenme endişesini aşacak güce sahip olmadığı için şairliği başaramadığını bilen Oscar Wilde, etkilenmenin karanlık hakikatlerini de biliyordu” (Bloom, 2008, s. 47) Amerikalı yazar ve teorisyen olan Harold Bloom, Etkilenme Endişesi adıyla, şiir teorisi üzerine bir çalışma kaleme almıştır. Etkilenme Endişesi, 1967 yılında yazılmaya başlayıp, 1973 yılında nihayete erdirilmiştir. Mamafih, beş senelik bir emeğin ürünü olarak teşekkül etmektedir. Çalışmanın özeti, halef ile selef ilişkisine dayanmaktadır. Bir şair veyahut yazar, ne kadar kaçmaya çalışsa da selefinden etkilenmektedir. Mühim olan, etkilenmenin özgünlüğe kavuşmasında yatmaktadır. İyi şair veyahut yazar da etkilenme endişesini kabul edip, özgünlüğe kavuşan kişidir. Harold Bloom teorisini, Sigmund Freud’un Ödipal Kompleksi’ne dayandırmaktadır. Yazar, bu etkiyi kabul etmemektedir. Lakin her iki çalışmaya, mukayeseli bir şekilde bakıldığında, bu yargıya varılmaktadır. Bloom’un amacı, bir yazar veyahut şairin, başka bir yazar veya şairden ne şekilde ve hangi yollarla yararlandığını ortaya çıkarmaktır. Bloom, ortaya koyduğu esasların değişebileceğini ve artabileceğini söyleyerek, mutlak kurallara yer vermemiştir. Yazar, halefin selefinden altı aşamada etkilendiğini söylemektedir. İsimlendirme, Bloom’a dayanmaktadır ve kişiseldir. Lakin Batı’nın kültür birikiminde, manası olan isimlerdir. Bu durumu “Verilen adlar keyfi olmakla beraber Batı'nın tahayyül yaşamında merkezi yere sahip çeşitli geleneklerden geliyor ve ben yararlı olabileceklerini umuyorum.”(Bloom, 2008, s. 52) diyerek net bir şekilde ortaya koymuştur. Harold Bloom’un Etkilenme Endişesi’nde ortaya koyduğu altı aşama şunlardır: Clinamen, Tessera, Kenosis, Daimonikleşme, Askesis, Apophrades. Belirtilen aşamalar, şu şekilde açıklanabilir: 290 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 283 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU 1. Clinamen: Şairin veyahut yazarın yanlış okunduğu aşamaya verilen isimdir. Selefin, halefini yarattığı ilk aşama olarak da tanımlanabilir. Güçlü olan seleften etkilenen halef, kendi benliğini oluşturabilmek için selefin eserlerini okur ve okurken, kendince yorum geliştirir. “Ben daha iyisini yapabilirim” diyerek yola çıkar. Mamafih, güçlü ile yeninin veyahut gelenek ile modernin çatışması olarak görebileceğimiz bir adım karşımıza çıkar. Özet olarak, seleften ve güçlü olandan sapmanın ilk aşaması, clinamendir. 2. Tessera: Şair veyahut yazarın, selefe karşı tezini geliştirdiği bölüme verilen isimdir. Halef, selefine benzer konular işlemesine rağmen, derin yüzeyde ondan ayrılmaya başlar. Bundan dolayı da tamamlama veya antitez aşaması olarak nitelendirilir. Tamamlama, seleften bir sapma olarak okunabilir. Çünkü, otoriteden farklılaşmaya başlamaktadır. Bu bölümü yazar, “Ben ol ama ben olma şeklinde özetlemiştir.z 3. Kenosis: Halefin, selefle olan ilişkisini kestiği bölüme verilen isimdir. Selefin halefle olan sürekliliği kesilir. “Bozma hareketi” olarak da nitelendirilen bu bölüm, seleften kopulduğunun ilan edildiği kısımdır. Bu bölümde selef, halefe benzer kısımlarının var olduğunu fark eder ve bir arayışa geçer. Bu arayış, selefin haleften ayrılmak için çabaladığı kısımdır. Roman söz konusu olduğunda, selefin, kurgu bakımından, haleften ayrılma çabası olarak yorumlanabilir. 4. Daimonikleşme: Halefin, yüce olarak görülen selefe karşı tepkisinin doruk noktasına ulaştığı bölüme verilen isimdir. halefin yazdığı şiir veyahut kurguda oluşturduğu kahramanlar, selefe tepki olarak tezahür eder. Bu ortaya çıkış, bir özgünlük olarak karşımıza çıkmaktadır. Yazar bu sayede, seleften etkilenerek, ondan ayrılmaya çalışır. Bu durumu, “yüceye karşı, karşı yücenin oluşturulduğu bölüm” olarak da nitelendirilebilir. Mamafih, halef, selefin ötesinde olduğuna inanmaya başlar. 5. Askesis: Arınma veyahut Tekbencilik olarak adlandırılan bölüme verilen isimdir. Halef, selefinden üstün olduğunu ve onu geçtiğini düşünür. Bundan dolayı da seleften arındığını düşünür. Kendi benliğinin oluştuğuna karar verir. Bunu yaparken müellifin amacı, selefin geride kaldığını ve özgün bir şair veyahut yazar olarak, devrin kendisine ait olduğunu sezdirmektir. 6. Apophrades: “Ölülerin dönüşü” olarak nitelendirilen bölümdür. Yazar veyahut şair, etkilendiği gücü ortadan kaldırmak için çaba sarf eder ve selefin etkisini kırarak, kendisine özgün bir alan açar. Bunu yaptığı vakit, aslında başladığı noktaya geri dönmüş olur. Bunun nedeni ise zikredilen etkilenme sürecinin her zaman var olmasından kaynaklanır. Halef, selefinin yerini aldığı vakit, aslında kendisi de selef olmaya adaydır. Bundan dolayı da ölülerin dönüşü olarak nitelendirilmiştir. Harold Bloom’a göre, kutup olan bir şairin yukarıdaki altı aşamadan geçmesi gerekmektedir. Bu aşamalardan geçtikten sonra, halef, özgünlüğünü ispat etmiş olur. Lakin belirtilmesi gerekiyor ki bu altı aşamanın sırayla yaşanması gerekmemektedir. Sıralama değişebilir, aşamalar artabilir ama isimler değişse de bu aşamalar devam eder. Aşamaların özetini Bloom, “Ben ol ama ben olma” diyerek özetlemiştir. Yakup Kadri Karaosmanoğlu, gençlik yıllarında, Fecr-i Âti topluluğuna katılmıştır. Sanatın bireysel olduğunu benimsemiştir. Balkan Savaşları ve ardından gelen I.Dünya Savaşı ile bu düşüncesinden vazgeçen sanatçı, sanat ile toplum arasındaki ilişkiye yönelmiştir. (Moran, 1998, s.104) Kiralık Konak ile başlayıp, Panorama ile nihayete eren nehir romanlar, bu düşüncenin ürünüdür. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O284 O K 291 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM Kiralık Konak, Yakup Kadri tarafından önce İkdam gazetesinde, 8430 ile 8491 sayıları arasında, 55 sayı tefrika edilmiştir. 1922 yılında ise yayımlanmıştır. Bu eser, Yakup Kadri’nin kitap olarak yayımlanan ilk eseridir. Yazar bu eserde, bir değişim sürecine giren Osmanlı’nın, bu süreçten nasıl etkilendiğini ele almıştır. Zaman olarak da bu etkilenmenin belirgin biçimde yaşandığı 1908 ve sonrası tercih edilmiştir. Yakup Kadri, romanını karşıtlar üzerine kurmuştur. Olayların ve kişilerin geliştirilmesinde çatışma olgusundan yararlanmıştır. Temeldeki çatışma eski-yeni, Doğu-Batı kavramlarıyla açıklanabilir. (Karaosmanoğlu, 1990, s. 15, 19, 20) Kiralık Konak bir çatışma romanıdır. Romanda üç neslin çatışması söz konusudur: a. Eski nesil veya Tanzimat öncesi nesil (Naim Efendi) b. Orta nesil veya geçiş dönemi nesli (Sekine Hanım) c. Alafranga nesil, Yeni nesil veya Tanzimat sonrası nesil (Seniha) Yakup Kadri’nin bu üç nesli seçmesi çok önemlidir. Çünkü bu nesillerin tarihî gerçekliği vardır. Özellikle II. Meşrutiyet döneminde bu üç nesli bir arada görmemiz mümkündür. Romanın da II. Meşrutiyet döneminde geçmesinin başlıca nedeni budur. Fatih Harbiye Peyami Safa tarafından 1931 yılında Semih Lütfü Kütüphanesi tarafından basılmıştır. (Tekin, 1990, s. 6) Romanın yazıldığı sıralarda, Doğu-Batı musikisi tartışmaları şiddetli bir şekilde devam etmektedir. Romanda, Şinasi üzerinden, Alaturka musikisinin değeri ve önemi üzerinde durulmaktadır. Neriman ise Alaturka ile başlayıp, Alafranga’ya geçmeye çalışan, yeni nesli temsil etmektedir. Bu tartışmada, Peyami Safa’nın tuttuğu taraf, Doğu musikisidir. Yusuf Ziya Ortaç kaleme aldığı Portreler’de bu hususu şöyle anlatır: “Peyami, oldukça güzel ud, güzel keman çalardı: Alaturka musikinin bütün ses hünerlerini perde perde bilerek ve hayranlıkla anlatarak…” (Ortaç, s. 199) Roman incelendiğinde de Safa’nın Klasik musiki ile olan ilişkisi görülmektedir. Romanda, Doğu-Batı ve nesil çatışması ağırlık kazanmaktadır. Karşılaşılan çatışmalar, Neriman ile Faiz Bey arasında tezahür eder. Faiz Bey, Klasik musikinin temsilcisidir. Aynı zamanda iyi derecede ney çalmaktadır. Neriman da Klasik musiki eğitimi almasına rağmen, bu musikiden hoşlanmaz. Batı musikisine meyletmeye başlar. Diğer bir çatışma da Neriman ile Şinasi arasında, Macit’ten dolayı teşekkül eder. Bu durumu şu şekilde tablolaştırılabilir:(Tekin, 1990, s. 71) DOĞU BATI Faiz Bey Macit Şinasi Dayı Kızları Fatih Beyoğlu Bu bildiride, Kiralık Konak ile Fatih Harbiye arasındaki benzerlikler ve farklılıklar, Harold Bloom’un Etkilenme Endişesi kuramındaki aşamalarından hareketle incelenmeye çalışılmıştır. 292 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 285 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU 1. Clinamen ya da Şiirin Yanlış Okunması Harold Bloom’un kaleme aldığı Etkilenme Endişesi’nde ilk adım, yanlış okumak üzerine teşekkül etmektedir. Bir şairin, romancının, hikayecinin selefinin eserlerini yanlış okuması, etkilenme endişesinin başlangıcıdır. Yazar veyahut şair, dönemin önde gelen yazarının veya şairinin metinlerini okur ama okuduğu metinde bir eksiklik bulur. Böylece kendisinin daha iyisini yapabileceğini düşünür ve kendi ürününü ortaya çıkarmaya başlar. Bu aşamaya “Clinamen” veyahut şiirin yanlış okunması denir. Bloom, şiirsel etkilenme üzerine şunları söyler: “Şiirsel Etkilenme entelektüel revizyonizm denen daha büyük fenomenin parçasıdır. (…) Şiirsel Etkilenme bir öz bilinç hastalığıdır. (…) Blake gibi bizlerin de bildiği üzere Şiirsel Etkilenme tarih labirentinin sillesini yemiş kazanç ve kayıplardır. (…) Şiirsel Etkilenme bireylerin ya da tikellerin durumlardan geçmesidir. Her revizyonizm gibi Şiirsel Etkilenme de bize ruhun bir hediyesidir ve bu hediye bize yalnızca serinkanlı bir biçimde, ruhun sapkınlığı ya da Blake’in daha doğru tespitiyle, durumların sapkınlığı denen şey sayesinde gelir.” (Bloom, 2008, s. 67-68). Önceden yazılmış olan bir şiir veyahut kurgusal metinden etkilenme, sanatçının tabii bir özelliğidir. Her edebiyatçı bu aşamalardan geçer. Bloom’un “ruhsal bir hediyesidir” diyerek, kastettiği tam olarak budur. Etkilenmenin sadece edebiyatçıya özgü olduğunu söylemek, eksik bir ifadedir. Sanatın her alanında, söz konusudur. Etkilenmenin sonucunda kayıp ve kazanç söz konusudur. Kazanç, sürecin başarıyla gerçekleşmesi sonucunda, özgünlüğün tezahür etmesidir; kayıp ise, süreci başarıyla tamamlayamayanların, sadece etkilenmiş ve otoritenin gerisinde kalmış olmasıdır. Şiirsel etkilenme iki güçlü şair üzerinde olursa, başarının daha etkili olacağı bilinmektedir. Bloom da bundan dolayı, Shakespeare’den örnek verir. Bu hususta yazar şunları söyler: “Şiirsel Etkilenme –iki güçlü, has şair söz konusu olduğunda– her zaman önceki şairin yanlış okunmasıyla, yani gerçekte ve zorunlu olarak bir yanlış yorumlama olan yaratıcı bir düzeltme edimi yoluyla ilerler. Verimli şiirsel etkilenmenin tarihi: Bu da demektir ki Rönesans’tan bu yana Batı şiirinin ana geleneği, bir endişe ve kendi kendini kurtarıcı bir karikatür tarihidir, tahrifat tarihidir, modern şiirin varlığını borçlu olduğu sapkın, bilinçli revizyonizmin tarihidir” (Bloom, 2008, s. 69). Modern sanat, bir etkilenme ürünü olarak karşımıza çıkmaktadır. Rönesans, bu bakımdan, bir dönüm noktası teşkil edebilir. Sanatçılar arasında, etkilenmenin olmadığını söylemek, sadece teorik olarak mümkündür. Uygulamada bu durum söz konusu değildir. Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun kaleme aldığı Kiralık Konak’a bakıldığında, Peyami Safa’nın Fatih Harbiye adlı eserini oldukça etkilediği görülmektedir. Bloom’un teorisinin ilk aşaması, ele alınan iki eser arasındaki benzerlikleri oluşturmaktadır. Fatih Harbiye’ incelendiğinde, benzerliklerin oldukça fazla olduğu görülmektedir. Kiralık Konak’ta yer alan Seniha bir tiptir. Avrupa’yı taklit etmekten hoşlanmakta ve kendi kültüründen hazzetmemektedir Hayatının merkezi Avrupa olmuştur. Mamafih, parayı ve süslenmeyi sevmektedir: “Çölde yürüyene serap neyse Seniha’ya da Avrupa odur. (…) Parayı para için seven kızlardandır; gayesi fazla süslenmek, fazla eğlenmek, geniş yaşamak, çok B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O286 O K 293 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM seyahat etmektir.” (Karaosmanoğlu, 1990, s. 33-35)1 Peyami Safa’nın kaleme aldığı Fatih Harbiye’de de Neriman karşımıza çıkmaktadır. Neriman ile Seniha birbirine çok benzemektedir. O da Seniha gibi Avrupa hayali kurmaktadır ve yegâne hayalinin Avrupa olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumu Peyami Safa şöyle anlatır: “Neriman Beyoğlu’na çıktığı vakit, halis Türk mahallelerinde oturanların çoğu gibi, kendini büyük bir seyahat yapmış sanırdı. Gene Fatih uzakta, çok uzakta kaldı. Tramvayla bir saat bile sürmeyen bu mesafe, Neriman’a Efgan yolu kadar uzun görünürdü ve Kâbil’le New York arasındaki farkların çoğuna İstanbul’un iki semti arasında kolayca tesadüf edilir.” (s. 30) Her iki kahramana da bakıldığında, yukarıdaki alıntılardan da anlaşılacağı üzere, benzer düşüncelere sahip oldukları görülmektedir. Gerek Seniha’nın gerekse de Neriman’ın hayatının odağını Avrupa oluşturmaktadır ve her ikisi de Avrupa’nın şekilciliğine meyletmektedir. Seniha’nın hayatının değişmesi, Faik Bey sayesinde olmuştur. Faik Bey ile Avrupa’ya kaçan Seniha, hayatının kırılma noktasını yaşar ve Yakup Kadri de Seniha’nın bu hatasını cezalandırarak, onu masalara meze yapar. Fatih Harbiye’deyse, Neriman’ın hayatının değişmesi, Macit sayesinde olmuştur. Bu da her iki romanda da benzer bir durumun söz konusu olduğunu göstermektedir. Kiralık Konak’ta yer alan Naim Efendi, Seniha’nın dedesidir ve eski nesli temsil etmektedir. Romanın başkahramanıdır. Esere adını veren konağın ise hem sahibi hem de tek varisidir. Yaşı altmışın üzerinde, temiz ve düzenli giyinen bir adamdır. Dışarıda İstanbulin, ütülü pantolon, beyaz gömlek, siyah kravat, beyaz dik kolalı yakadan meydana gelen bir kıyafetle dolaşır. Evin içinde ise gecelik biçiminde entari giyer, başına takke geçirir. Ne çok zengin ne çok hesapsızdır. Babasından kalmış bir serveti gençliğinden beri oldukça büyük bir ihtimamla idare ve muhafaza eder. Kendisi II.Abdülhamid ricalinden olmakla beraber, bu servete hiçbir şey ilave edememiştir. Gençliğinde, babası gibi Mabeyn-i Humayun’a mensuptur. Sonra birçok defa valilik görevlerinde bulunmuş ve memleketin çeşitli yerlerinde dolaşma imkânı bulmuştur. Şûra-yı Devlet azası, Rüsumat Müdir-i Umumisi olmuş ve sonunda Defter-i Hakanî ve Evkâf Nezaretlerine geçerek çalışmıştır. İnkılaptan iki sene sonra ise tevliyet davası yüzünden istifa ederek, günden güne kötüye giden hükûmet işlerinden tiksinmiş ve bir köşeye çekilmiştir. Naim Efendi bir redingotlu nesle mensup olsa da vücudu henüz körpe iken istanbulin içinde yetişip gelişmiş kimselerdendir. Tanzimat neslini temsil eden ve Tanzimat devrine ait gelenekleri yaşatmayı amaç edinen Naim Efendi, konaktaki diğer kişilerin temsil ettikleri nesle karşı mesafeli durur. Torunlarının, kızı ve damadının yeni olarak nitelendirdiği ve alafrangalıktan başka bir şeye hizmet etmediğini düşündüğü davranışları, kendisine tuhaf gelir. Konakta rastladığı çoğu uygulamaya, kendi zihin ve ruh dünyasına hitap etmediğinden dolayı, uzak durur. Eski terbiyeye göre yetişmiş, bilgili, görgülü ve kültürlü birisidir. Çekingen, içten titiz, iradesi zayıf, eğlenceyi seven; ahbaplar arasındaki sohbet ve ziyafetlere düşkün, zevkleri kırk yıl evveline ait; bir ana kadar müşfik, bir dul kadın kadar titiz biridir. Evdeki garip ve sefih hayatı kabul etmediği hâlde, bir türlü aktif tavır alamaz. Konakta eski otoritesini kaybetmesi ve değişen hayat şartlarına karşı kendi alışkanlıklarını sürdürmeye devam etmesi, romanın sonuna doğru yalnızlaşmasına sebep olur. Seniha ile Naim arasındaki ilişki şu şekilde anlatılır: “Naim Efendi biraz da torunlarını çok sevdiği için sesini çıkaramazdı. Yoksa her şeye rağmen konağın içinde hürmet edilen, korkulan yegâne amir yine o idi. Biraz şiddet gösterecek olsa her şeyin 1 Bundan sonra romanlardan yapılacak alıntılarda, kolaylık sağlaması adına, sadece sayfa numarası verilecektir. 294 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 287 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU yoluna girmesi ihtimali henüz mevcuttu. Fakat ne yazık ki o, zayıf kalpli bir büyükbaba idi. Sonra da aldığı terbiye onun kim olursa olsun, yüksek sesle konuşmasına bile müsait değildi.” (s. 18) Fatih Harbiye’de ise Faiz Bey’le karşılaşılır. Faiz de Naim gibi yalnızdır: Faiz Bey, gene, yalnız gözlerini kaldırarak Şinasi'ye sert sert baktı, sonra derin bir nefes aldı. (s. 17) Olayları anlamasına rağmen, ses etmemektedir. Naim Bey, torunu için üzülürken, Faiz Bey de kızı için üzülmektedir ama olaylara mümkün mertebe dışardan bakmaya çalışır: “Faiz Bey sesini çıkarmıyordu. Bu, mümkün olduğu kadar septik bir adamdı. Etrafında geçen hadiselerin bütün sebeplerine bir anda intikal etmek isteyen ihtiyatkar zekâsı, Neriman'ın bu hâlinde de yeni arniller arıyor ve aldanmıyordu; fakat bir taraftan da Neriman'ın ahlakında salaha doğru yeni bir iman yolu açan bu hareketlerinden korku ile karışık, mütereddit bir sevinç duyuyordu.” (s. 44) Buradan da anlaşılıyor ki Naim ile Faiz birbirine benzeyen ili kahramandır. Yazarların amacı ortaktır. Anlatmak istediklerini daha etkili bir şekilde gösterebilmek için tip yaratmışlardır. Sonuç olarak, benzer olaylara benzer tepkiler vermektedirler. Kiralık Konak’ın mühim kahramanlarından birisi de Şair Hakkı Celis’tir. Hakkı Celis’in dönüşümüne bakıldığında, Yakup Kadri’nin hayat hikayesiyle benzer yönlerinin olduğu tespit edilebilir. Hakkı Celis, Seniha’ya âşıktır. Lakin Seniha, Avrupa’ya kaçar ve yanında da Faik Bey vardır. Fatih Harbiye’ye baktığımız zaman da karşımıza Şinasi akseder. Şinasi, Neriman’a âşıktır. Neriman da Şinasi’ye âşıktır ama bir süre sonra, Batı hayranlığı doruk noktasına ulaşır ve Macit ile ilişki yaşamaya başlar. Şinasi’nin anlatıldığı satırlara bakıldığında, Hakkı Celis’in ikinci dönemi olan, vatanı ve milletine âşık insan profiline benzediği söylenebilir. Kiralık Konak’ta “konak” oldukça önemli bir mekandır. Romandaki üç nesil, başlangıçta bu konaktadır. Ayrıca konak ile Osmanlı Devleti özdeşleştirilmiştir. Romanın sonuna doğru, parasızlıktan, Naim Efendi’nin konağı kiraya verilmek zorunda kalınır. Böylece konak elden gitmiş, devlet de yok olmuş olur. Fatih Harbiye romanı da bu hususta, tam manasıyla, Kiralık Konak’tan etkilenmiştir. Faiz Bey’in Fatih’teki evine ipotek konmuştur ve Faiz Bey emeklilik aylığının bir kısmını borçlarına ayırmaktadır. Bu durum romana şöyle yansır: “Daha bir ay evvel, yeni mantosunu, yeni iskarpinlerini yaptırmak için babasını ne büyük fedakarlıklara sevk etti: Fatih’teki ev rehine konmuştu ve bu ağır faizli borcu ödemek için babası, her ay, tekaüt maaşının bir kısmını ayırmağa mecburdu.” (s. 33) Neriman’dan dolayı gerçekleşen bu olay, adeta Kiralık Konak’tan esinlenerek oluşturulmuştur. Kahramanlar ve olaylar haricinde, iki roman arasındaki çatışmalar da benzerlik teşkil etmektedir. Doğu-Batı münakaşası ve nesil çatışması bu bakımdan mühimdir. Bir tarafta, Naim Efendi ile Seniha varken, diğer tarafta Neriman ile Faiz Bey söz konusudur. Ayrıca her iki romanda da âşıkların çatışması ele alınır. Seniha ile Hakkı Celis Kiralık Konak’ta söz konusuyken, Neriman ile Şinasi Fatih Harbiye’de karşımıza çıkar. Bu hususlar da iki romanın birbirinden etkilendiğini göstermektedir. Yukarıda; kahramanlar, olaylar ve çatışmalar üzerine yapılan karşılaştırma, Harold Bloom’un teorisinde, Clinamen ya da şiirin yanlış okunması aşamasına örnek teşkil etmektedir. Benzer karakterlere yer verilmesi, benzer çatışmaların söz konusu olması ve karakterlerin benzer tepkiler verip, belirli bir kesimi temsil etmiş olmaları iki roman arasındaki benzerliği göstermesi bakımından önemlidir. Mamafih, Peyami Safa’nın Yakup Kadri’den etkilendiğini söylemek yanlış olmasa gerektir. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O288 O K 295 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM 2. Tessera ya da Tamamlama ve Antitez Şair veyahut yazarın, selefe karşı tezini geliştirdiği bölüme verilen isimdir. Halef, selefine benzer konular işlemesine rağmen, derin yüzeyde ondan ayrılmaya başlar. Bundan dolayı da tamamlama veya antitez aşaması olarak nitelendirilir. Tamamlama, seleften bir sapma olarak okunabilir. Çünkü otoriteden farklılaşmaya başlamaktadır. Bu bölümü yazar, “Ben ol ama ben olma şeklinde özetlemiştir.” Antitezin ne olduğu ve etkilenmedeki önemini de Bloom şu cümleler ile okuyucuya aksettirir: “Okur olarak duyduğumuz üzüntüler şairlerin utançlarıyla özdeş olamaz ve hiçbir eleştirmen adil ve ağırbaşlı bir öncelik iddiasında bulunmamıştır. Ben eleştirinin daha zıt daha ‘anti tetik’ olmasını savunarak, onu zaten girmiş olduğu bir yolda daha da ilerlemeye teşvik ediyorum. Bizler şairler karşısında ölülerle boğuşan ephefre’ler olmaktan çok, ölülerin terennümünü duymak için yırtınan ölü falcılarına daha yakınız. Bu güçlü ölüler bizim Sirenlerimizdir, ama bizi hadım etmek için terennüm etmezler. Bu seslere kulak verirken Sirenlerin kendi üzüntülerini -bizler için olmasa da başkaları için endişeler yaratan içlerindeki endişeleri- hatırlamamız gerekir.” (Bloom, 2008, s. 98) Tessera aşamasında mühim olan, benzer olanda farklılıkları ortaya çıkarmaktır. Fatih Harbiye’de bu bakımdan Kiralık Konak’tan etkilenmiştir. Benzer kahramanlar ve benzer çatışmalar olmasına rağmen, benzerde farklılık söz konusudur. Yakup Kadri Karaosmanoğlu ile Peyami Safa söz konusu olduğunda, Peyami Safa’nın Karaosmanoğlu’nu belirli konularda, geri planda bıraktığını söyleyebiliriz. Kiralık Konak, Osmanlı döneminde cereyan eder ve “konak” üzerinden bir devletin yıkılışını ele alır. 1953-54 yıllarında kaleme aldığı Panorama adlı romanda da Atatürk devrinden sonra, inkılabın aleyhinde cereyan eden olayları ve Atatürk’ün yolundan ayrılışı konu edinir. Lakin Atatürk döneminde yapılan hatalar, Yakup Kadri’nin romanlarında yer almaz. Gerek Ankara gerekse de Panorama’da ideal dönem, Atatürk devridir. Olumsuz hiçbir durum söz konusu değildir. Buradan hareketle, yazarın Atatürk devrini bir dönüm noktası olarak aldığı ve olumsuzlukları romanlarına sirayet ettirmediğini söyleyebiliriz. Peyami Safa ise bu yola başvurmaz. Atatürk devrinde olan olumsuz olaylara da romanlarında yer verir. 1920 ile 1930 yıllarının anlatıldığı Fatih Harbiye bu bakımdan mühimdir. Batı musikisine yönelip, Klasik musikinin geri plana atıldığını Peyami Safa romanında işler ve eleştirir. Faiz Bey, Doğu’nun ve Klasik musikinin temsilcisidir. Ney çalıyor olması da bu bakımdan mühimdir. Kızı Neriman ise Klasik musikiden, Batı musikisine geçmeye çalışır. Bu da devirde var olan Doğu-Batı çatışmasının musiki üzerinden yansıtılmasıdır. Romanın sonlarına doğru, Faiz Bey, Şinasi ve Muammer meşk etmek için bir araya toplanır ve o ara Neriman içeriye girer. Aralarında geçen konuşmalar, musiki meselesini aydınlatması bakımından mühimdir: “Sizin Darü’l-elhan'ın alaturka kısmını lağvediyorlarmış. Bunu münakaşa ediyoruz. Siz alaturka kısmındasınız. Fakat siz de orada kalmak istemiyorsunuz, demin bahsiniz geçti. Söyleyin niçin istemiyorsunuz? Neriman gülümsedi. Ferit'in evinde münakaşasız bir meclise hiç tesadüf etmemişti. Gene kendi fikirlerini kabul ettirmek için başlarına kan çıkan ve yüzleri kızaran bu insanların birtakım nazariyeler üzerinde kendilerini harap etmelerini tuhaf buluyordu. -Daha karar vermedim, dedi. Muammer ısrar etti: 296 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 289 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU - Hayır! İster karar verin ister vermeyin ... Alaturka kısmının lağvedilmesine memnun olur musunuz? - Henüz bir fikrim yok, doğrusu ... Bu sefer Ferit sordu: - Alafranga kısmına geçmek arzusu sana nereden geldi? - Bilmiyorum. Bir aralık ut çalmak sinirime dokunuyordu.” (s. 113) Buradan da anlaşıldığı üzere Peyami Safa, Atatürk devrinde tasvip etmediği olayları da romanına yansıtır. Lakin Yakup Kadri’ye bakıldığında, bununla karşılaşılmaz. Bu da benzer konular işlemelerine rağmen, Peyami Safa’nın Yakup Kadri’yi geçtiği kısım olarak, Bloom’un Tessera aşamasına bir örnek teşkil eder. Kiralık Konak’ta Seniha’nın sonu, vurguncuların masalarında, meze olmaktır. Romanın son bölümünde yer alan şu ifadeler bu bakımdan mühimdir: “Hele şuna bak! Hele şuna bak! Nerede ise kızcağızı yiyecek!’ diyordu; sonra hiddetle başını sallayarak (…)” (s. 265) Kaymakam Azmi Bey ile silah arkadaşı Binbaşı Hüsnü arasında geçen bu konuşma, Seniha’nın ne hâle geldiğini göstermektedir. Yakup Kadri, kahramanına acımamıştır ve “zübbe”liğin sonunu, masalarda bulunmakla ödetmiştir. Seniha Avrupa’ya kaçtığında, arkasından söylenen sözler de Seniha’nın kötü duruma düştüğü ve adeta “bir fahişeden” farkı kalmadığı ima edilir. Bu gibi ifadeler, yazarın kahramanına karşı olan tutumunu gayet açık bir şekilde göstermektedir. Fatih Harbiye’ye ele alındığında, Neriman’ın ilk zamanları, Seniha gibidir. Batı’yı merkeze alan ve Fatih Harbiye’den kurtulmaya çalışan bir tiptir. Lakin zamanla, tipten karaktere geçiş söz konusu olur. Neriman’ın, dayı kızlarından dinlediği “Rus kızının hikayesi” onun için bir dönüm noktası olur ve Batı medeniyetine olan yüzeysel bakış açısı ve meyletmesi ortadan kalkar. Neriman’ın dönüşmesindeki ikinci etmen ise Faiz Bey’in, Neriman için yaptıklarının, Neriman tarafından fark edilmesidir. Faiz Bey’in Neriman’ın balosu için para bulmaya çalışması, Neriman’ı oldukça derinden etkiler ve kahraman, dönüşümünü tamamlar. Neriman ile babası arasında geçen satırlar bu bakımdan mühimdir: “Hayır, baba, artık hiç yorulmayacaksınız. İsabet ki aradığınızı bugün bulamadınız. Ben vazgeçtim. Söyledim ya fikrimden dönmüyorum.” (s. 124) Ayrıca, Peyami Safa, psikolojiye yer vererek, Neriman’ın duygularını da romana dahil eder. Aşağıda yer alan ifadeler, Neriman’ın düşüncelerini ortaya koymaktadır. Neriman ile Faiz Bey ve Şinasi arasında geçen diyalogda Neriman, kendisini şöyle ifade eder: “-Siz bir alçaksınız: Sen ve babam ve sizin gibi düşünenlerin hepsi. Hiçbiriniz beni tanımıyorsunuz! Ben de artık sizi tanımıyorum, artık aranızda bulunmayacağım, hiç hiç ... Ve gidiyorum, şimdi gidiyorum, anladınız mı? Şimdi, hemen, karşıya, Beyoğlu'na ... Anladınız mı? Ben züppeyim, sahteyim, cahilim, ben sükût etmişim, anlıyorsunuz değil mi? Ben ... Sustu, oda kapısına baktı, çıkmak için bir hareket yapmak istedi. Fakat bütün kuvvetleri bir anda kesilerek sandalyeye çöktü, ağlamaya başladı.” (s. 120) Yakup Kadri’de, Seniha’nın psikolojisinin romana sirayet etmediği fark edilir. Karşımızda sadece bir tip vardır ve kendisine biçilen rolü oynayarak, sahneyi terk eder. Peyami Safa bunu yapmak yerine, tipten karaktere geçişle, kahramanının psikolojik dünyasına da yer verir. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O290 O K 297 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM Buradan da anlaşıldığı üzere, Peyami Safa, Yakup Kadri’yle benzer konular işlemesine rağmen bazı noktalarda, ondan ayrılmaktadır. Bu da Bloom’un “Ben ol ama ben olma” dediği merhaleye karşılık gelmektedir. 3. Kenosis ya da Tekrar ve Süreksizlik “Selefin şiiri neyse benim şiirim de orada olsun” düşüncesiyle hareket eden halef, kendi özgünlüğünü ispat etmeye çalışır. Bu amaçla, selefini alçaltmaya çalışır. Bunu yaparken amacı, kendisine yer açmaktır. Çünkü bir metin yanlış okunmadan, bunu başarabilmek mümkün değildir: “Tarihsel açıdan sağlıklı bir durum olan şiirin yanlış okunması, bireysel açıdan sürekliliğe, önem arz eden tek otoriteye, yani bir şeyi ilk önce adlandırmış olma mülkiyetine ya da önceliğine karşı işlenmiş bir suçtur.” (Bloom, 2008, s. 110) Selefin amacı, halefi ortadan kaldırmaktır. Çünkü onun bulunduğu konumda yer almak ister. Bunun için de selefini, küçük düşürmeye çalışır. Onu tekrar ettiğinin farkındadır ve bu tekrardan kurtulması gerekmektedir. Tekrardan kurtulma isteği, halefte bir direnç doğurur ve özgünlük teşekkül etmiş olur. Kenosis de tam olarak özgünlüğün başladığı aşamadır. Çünkü yazar veyahut şair, selefine benzediğini fark eder ve ondan kurtulmaya çalışır. Söz konusu Fatih Harbiye romanı olunca da etkilenmenin var olduğunu söylememiz gerekir. Peyami Safa, Kiralık Konak’tan etkilendiğini fark edere ve özgünlüğünü ortaya çıkarmak için bazı adımlar atar. Peyami Safa ve Yakup Kadri’ye göre, roman cemiyete ışık tutmakla yükümlüdür. Safa’nın bu konuda Tasvir-i Efkar’da yazdığı şu satırlar durumu net bir şekilde göstermektedir: “Roman, bize aksettirdiği cemiyetle beraber onu hükmü altında bulunduran nâzım fikrin de emrindedir ve bu müşterek ölçü ile birlikte cemiyet ne ise roman da odur.” (Safa, 1942, s. 2) Karaosmanoğlu’nun Kiralık Konak’tan başlayarak, Panorama’ya kadar giden serisi cemiyetin bir aynası niteliğindedir. Safa, bu hususta Yakup Kadri’yle aynı düşünmektedir. Lakin Kenosis aşamasına gelindiğinde, Safa’nın değiştiği gözlemlenir. Peyami Safa’nın romanında, ilahî olana değer vermek esastır. Ona göre, yazdığı bütün romanlarda ilahî arayış söz konusudur. Bu bakımdan Bir Tereddüttün Romanı’ndaki tereddüt, Matmazel Noraliya’nın Koltuğu’nda ortadan kalkar. Binaenaleyh, Safa’nın romanlarında bir süreklilik söz konusudur. Mana arayışı her zaman karşımıza çıkar. Yakup Kadri’nin romanlarında da bir süreklilik söz konusudur ama onun sürekliliği, konu ve kişiler bazındayken; Safa’nın sürekliliği konu ve arayış bazında olmuştur. Böylece Bloom’un belirttiği Kenosis ortaya çıkar. Safa, Karaosmanoğlu’nu tekrar ettiğinin farkına vararak, kendisine özgü bir alan teşekkül eder. O alanın adı da psikoloji ve arayış olur. Böylece kendisine açtığı özgün alan, onu Türk edebiyatının en mühim edebiyatçılarından birisi yapar. 4. Daimonikleşme ya da Karşı-Yüce Kendisini ispatlamaya çalışan halef, selefine karşı üstünlük göstermeye başlar. Artık kendisinin de üstün olduğu yerler vardır ve selefine karşı bir tez ortaya çıkarabilir. Daimonikleşme süreci tam olarak anti-tez aşamasıdır. Halef, selefinin artık geçmişte kaldığını ispatlamak için kendi tezini ortaya atarak, selefini çürütmeye çalışır. Bu aşamayla ilgili Bloom şunları söyler: “Güçlü şairin Yüce'sinin okurun da Yüce'si olabilmesi için her okurun yaşamının da bir Yüce Alegori olması şarttır. Karşı-Yüce yetkinliğini ispatlayan tahayyüle sınır koymak için ortaya çıkmaz. Bu aktarımda gölgede bırakılan ya da ayrışan tek gözle görülür nesne selefin engin suretidir ve zihin tümüyle içine kapanmaktan mutludur.” (Bloom, 2008, s. 130) 298 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 291 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU Bloom’a göre, bir şairin veyahut yazarın, kendisini ispat ettiği aşama, anti-tezini oluşturduğu Daimonikleşme aşamasıdır. Bunu başaran şair ya da yazar, kendi özgür alanını oluşturmaya başlar. Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Peyami Safa’nın Yirminci Asır gazetesinde “Asrın Hikayeleri” başlığıyla yazdığı metinleri övmektedir. Yahya Kemal ve Yakup Kadri bu aşamada, edebiyatın mühim bir şahsiyet ile karşılaştığını ve Safa’nın geleceğinin parlak olduğunu söylerler. Hatta Yahya Kemal, İsmail Safa’nın en güzel eserinin Peyami Safa olduğunu söyleyerek, müellifin başarısını ortaya koyar. Böylece “üstat” kavramı altında bir Yakup Kadri tezahür etmiş olur. Çünkü Safa’nın eserlerini okuyup, beğenmektedir. Böylece “selef” konumundaki Karaosmanoğlu’nun “halef” olan Peyami Safa tarafından yıkılması gerekmektedir. Bunun farkında olan Safa da kendi karşı-yücesini oluşturmaya çalışır ve bunda da başarılı olur. Fatih Harbiye’de, Neriman’ın başlangıçta, Seniha’ya benzediği söylenebilir. Lakin romanın sonuna doğru Seniha değişmeye ve dönüşmeye başlayarak, kendi kültürünü benimser. Bu da tam olarak Peyami Safa’nın Yakup Kadri’ye karşı anti-tezi veyahut Daimonikleşme’si olarak nitelendirilir. Mamafih, her iki roman da nesil çatışmasını ele almaktadır. Lakin Peyami Safa’nın ele alış biçimi ile Karaosmanoğlu’nun ele alış biçimi farklıdır. Safa, kurtuluş yolunu, kültürel bağlarda bularak, öze dönülmesi gerektiğini söyler; Yakup Kadri ise fikrini belli etmeyerek, durum tespiti yapar. Romanın sonunda Naim Efendi konağını kaybetmiş, Seniha, masalara meze olmuş ve Hakkı Celis de ölmüştür. Buradan hareketle, müellifin sadece durum tespiti yapmakla yetindiği söylenebilir. Safa ise romanın sonunda Neriman’ı dönüştürerek, kültüre verdiği önemi belli eder. O hâlde, Peyami’nin Yakup Kadri’ye karşı bir anti-tez geliştirdiği görülmektedir. Böylece Safa, Daimonikleşme aşamasını başarıyla tamamlayarak, kendisine özgün bir alan açmayı başarır. 5. Askesis ya da Arınma ve Tekbencilik Selefin, halefinden koptuğu ve özgünlüğünü kazandığı aşamadır. Bir önceki aşama olan Daimonikleşmede yazar veyahut şair, özgünlüğüne kavuşur ama Askesis aşamasına gelindiğinde, yerini sağlamlaştırdığı için artık tam olarak özgündür. Halefin, selefinin koltuğunu elinden aldığı söylenebilir. Bu aşamada selef, halefinin koltuğunu geçerek, kendi öz benliğini de bulmuş olur. Bloom bu aşamayı şöyle anlatır: “(…) güçlü şair, arındırıcı Askesis sürecinde, yalnızca kendisini ve en sonunda yok etmek zorunda olduğu Öteki’ni –bu zamana kadar hayalî ya da birleşik bir figüre dönüşmüş olması muhtemel olan; ama kendilerini her zaman hatırlatan geçmişte yazılmış gerçek şiirlerin oluşturduğu bir figür olarak kalan selefini– tanır. Zira Clinamen ve Tessera ölüleri düzeltmek ya da tamamlamak için çabalarken Kenosis ve Daimonikleşme ölülerin hatırasını bastırmak için yaşar; ama Askesis gerçek çekişmedir, ölülerle ölümüne bir kapışmadır.” (Bloom, 2008, s. 148) Böylece çekişmenin nihayete ermesi yaklaşır ve selefin koltuğu, elinden gitmeye başlar. Artık selefin yerini, halef almıştır. Yakup Kadri Karaosmanoğlu ile Peyami Safa arasındaki ilişkiye bakıldığında, selef ile halef ilişkisi açık bir şekilde görülmektedir. Peyami Safa’yı överek, onun gelecekte iyi bir yazar olabileceğini söyleyen Yakup Kadri, haklı çıkar. Peyami Safa iyi bir yazar olur ve selef olarak gördüğü Karaosmanoğlu’nu koltuğundan alaşağı eder. Safa, artık anti-tezini oluşturmuş ve özgünlüğünü ilan etmiş bir yazardır. Yakup Kadri ile Nazım Hikmet arasında gerçekleşen B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O292 O K 299 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM tartışmada, Nazım Hikmet’in yanında saf alan Peyami Safa, Yakup Kadri’ye karşı cephe alır. Böylece selefinin gücünü kırmayı başarır. Artık karşımızda Askesis aşamasını tamamlayıp, zirveye yerleşen bir yazar vardır. Fatih Harbiye’ye bakıldığında, psikolojinin oldukça yer kapladığı görülmektedir. Neriman bu bakımdan önemlidir. Onun duygu değişimleri roman üzerinden takip edilebilir. Fatih Harbiye’deki psikolojik yoğunluk, Yalnızız ve Matmazel Noraliya’nın Koltuğu’nda zirve noktaya ulaşır. Bu da Safa’nın giderek geliştiğine ve Askesis aşamasında başarılı olduğuna kanıttır. Bir diğer husus ise Peyami Safa’nın mistisizm ile olan ilişkisidir. Yalnızız ve Matmazel Noraliya’nın Koltuğu incelendiği vakit Safa’nın mistisizmden faydalandığı görülecektir. Matmazel Noraliya bu yönden Safa’nın hedeflediği noktaya ulaştığı romanıdır. Mistisizm burada doruk noktasındadır. Romanın baş kahramanı olan Ferit üzerinden mistik unsurlar takip edilebilmektedir. Yakup Kadri Karaosmanoğlu’na baktığımız vakit, mistisizm ile ilişkisinin olmadığı ve romanlarının, bu bakımdan, sığ olduğunu söyleyebiliriz. Yakup Kadri, tarihî olaylara ağırlık vererek, dönemin bir panoramasını sunar. Lakin çözüm önerisi sunmadığı gibi çoğunlukla kahramanları da ayrıntılı bir şekilde işlemez. Çünkü ona göre, kahramanlar “ideoloji”yi anlatmak uğruna bir vasıtadır. Peyami Safa’nın roman anlayışında, her türlü unsurdan faydalanmak yer almaktadır. Safa’nın tıp bilgisinin bir doktor kadar var olduğu bilinmektedir. Dokuzuncu Hariciye Koğuşu ele alındığı zaman, bu husus net bir şekilde görülmektedir. İsimsiz kahramanın başına gelenler tahlil edilirse, romanın kurgusunda, tıbbın ne kadar önemli olduğu görülecektir. Ayrıca, Peyami Safa kendi kendisini yetiştiren bir yazardır. Her türlü bilgiyi ve beceriyi okul sıralarında veyahut özel öğretmenler vasıtasıyla değil; kendi okumasıyla edinmiştir. Yakup Kadri’ye baktığımız zaman gerek tıp bilgisinin gerekse de eğitim sürecinin, Safa gibi gerçekleşmediği görülür. Bu da Safa’nın Karaosmanoğlu’ndan ayrıldığı hususlardandır. İsmail Safa’nın oğlunda, köşe yazarlığı mühim bir yer tutar. Dönemin çoğu gazete ve dergisinde yazıları yer almıştır. Yazılarının önemli bir kısmı da hiciv üzerinedir. Yakup Kadri’nin yazıları da dönemde popülerdir ama Safa kadar olmadığı ve onun kadar farklı türlere yönelmediği bilinmektedir. Kadri’nin yazıları daha çok siyasî ve edebî iken, Safa’nınkiler birçok farklı konuda kaleme alınmıştır. Hiciv de bunların başında gelir. Son olarak, iki yazarın eser sayılarına baktığımız vakit, Safa’nın Yakup Kadri’yi geçtiği görülmektedir. Buradan da anlaşıldığı üzere Peyami Safa, Askesis aşamasını geçerek, Karaosmanoğlu’nu “selef”lik koltuğundan alaşağı etmeyi başarmıştır. Sonuç olarak, Peyami Safa ile ilgili yapılan bütün çalışmalar, Safa’nın özgün bir yazar olduğunu ve kendisinden sonra gelenleri de etkilediğini belirtmektedir. Mamafih, selefi olan Yakup Kadri ile girdiği çekişmede, selefini aşarak, özgünlüğünü ve yetkinliğini kazanmıştır. Böylece romana kendi damgasını vurmuş ve Askesis aşamasını başarıyla tamamlamıştır. 6. Apophrades ya da Ölülerin Dönüşü Apophrades aşamasında, selefini yerinden eden yazar, bir şeyi fark eder ki asla selefinden kurtulamamaktadır. Bu da ölülerin dönüşü olarak nitelendirilir. Çünkü etkilenme endişesi her zaman var olacaktır. Bu aşamada, halefine yerini kaptırmış olan selef, yeniden koltuğu ele geçirmeye ve zirve noktaya gelmeye çalışır ama başarılı olamaz. Bunun nedeni ise selefin artık kendisini ispat etmesidir. Daimonikleşme ve Askesis aşamalarından geçen yazar, 300 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 293 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU artık rüştünü ispat etmiştir ve zirve noktaya oturmuştur. O noktada, kendi üslubunu oluşturmuş ve kendisinden sonra gelenleri etkilemeye başlamıştır. Selef için artık tek sıkıntı, onu koltuğundan edecek olan halefin var olmasıdır. Harold Bloom bu aşama ile ilgili şunları söyler: “Bir güçlü şairin eserinin, selefin eserinin kefaretini ödediği de söylenebilir ama sonraki vizyonların öncekiler pahasına kendilerini temizlediklerini söylemek daha doğru olabilir. Fakat güçlü ölüler hayatta olduğu gibi şiirde de geri dönerler ve de yaşayanların hayatını karartmadan geri gitmezler. Tümüyle olgunlaşmış güçlü şair ölülerle revizyonist ilişkisinin bu son aşamasında özellikle savunmasızdır. Bu savunmasızlık en çok da nihai bir netlik arayan şiirlerde, salt güçlü şaire ait olan yeteneğin (ya da bizim onun eşsiz yeteneği olarak hatırlamamızı istediği yeteneğin) kanıtları olmaya, nihai bildirimler olmaya çalışan şiirlerde bariz bir şekilde görülür.” (Bloom, 2008, s. 165). Etkilenme endişesi her zaman var olacak bir kavramdır. Bundan dolayıdır ki halefinin koltuğunu ele geçiren selef de orada kalıcı değildir. Bir süre sonra, yeni halef ile karşılaşılır ve yeni selef yerinden indirilir. Bunu bilen selef de artık eskisi gibi rahat değildir. Harold Bloom’un ortaya koymaya çalıştığı da etkilenmenin her zaman süreceğidir. Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Kiralık Konak romanı ile Peyami Safa’nın Fatih Harbiye romanı okunduğu vakit, iki roman arasındaki müşterek vasıflar düşünülmüyorsa, bu Peyami Safa’nın başarılı olduğunu göstermektedir. Ayrıca bu yargıyı, Safa’nın bütün romanlarına uyarladığımız vakit, Karaosmanoğlu’nun akla gelmiyor olması, yine müellifin bir başarısı olarak değerlendirilmelidir. Her iki romanda da benzer kahramanların ve benzer olayların yer alması, Safa’da Yakup Kadri etkisinin olduğunu düşündürecektir. Lakin Fatih Harbiye okunduğunda, bu görüş aşılacaktır. Safa’nın psikolojiye önem vermesi ve bireyi ön plana çıkarması burada mühim bir yer işgal etmektedir. Peyami Safa’nın roman, hikâye gibi kurgusal metinler haricinde, Türk İnkılabına Bakışlar, Sosyalizm Marksizm Komünizm, Din İnkılap İrtica gibi teorik kitaplar da yazmış olması Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nu geçtiğini göstermektedir. Türk İnkılabına Bakışlar hakkında Safa’nın söylediği “bu alandaki tek kitap” sözü de müellifin, selefini ortadan kaldırıp, selef mertebesine yükseldiğinin bir kanıtı mahiyetindedir. Sonuç Harold Bloom’un Etkilenme Endişesi adlı çalışması, bir şiir teorisi olarak kaleme alınmasına rağmen, kurgusal metinlere de uyarlanabilmektedir. Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Kiralık Konak romanı ile Peyami Safa’nın Fatih Harbiye adlı romanı bu bakımdan kıymetlidir. Böylece kurgusal metinlere farklı bir bakış açısı getirilmiştir. Bloom’a göre, halefler olduğu müddetçe, selefler de olacaktır. Mamafih, halefler de başarılı oldukları vakit, seleflerin yerine geçecek ve bu süreç ömür boyu sürecektir. Ayrıca Bloom, bu aşamaların değişebileceğini söyleyerek, isimlendirmenin şahsi olduğunu belirtmiştir. Lakin şair veyahut yazarın bu süreci bilerek ve isteyerek gerçekleştirmediğini de söylemiştir. Böylece birbirlerinden habersiz olan yazarlar arasında, halef selef ilişkisi doğmaktadır. Bu çalışmada, Modern edebiyatın iki önemli şahsiyeti olan Yakup Kadri Karaosmanoğlu ve Peyami Safa’nın romanları üzerinden, iki müellif arasında etkilenme endişesinin var olup olmadığını ve kurgusal metne şiir teorisi üzerinden bakılıp bakılamayacağını incelemeye çalıştık. Bu bağlamda söyleyebiliriz ki Peyami Safa’nın Fatih Harbiye’si Yakup Kadri’nin Kiralık Konak’ı üzerinden okunabildiği gibi, şiir teorisi de kurgusal B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O294 O K 301 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM eserlere uyarlanabilir. Dolayısıyla, Fatih Harbiye’nin birçok yönünde, Kiralık Konak etkisi görülmüştür. Kahramanlar ve olay örgüsü bu bakımdan önemlidir. Neriman ile Seniha arasındaki ilişki, Faiz Bey ile Naim Bey arasındaki bağlantı bu duruma örnek teşkil eder. Her iki romanda da nesil çatışmalarının var olması da değerlendirilmeye alınmalıdır. Mamafih, Batı şiirine ait olan bir teori kitabı, Türk edebiyatına, hatta kurgusal bir metne, selef-halef ilişkisi üzerinden uygulanabilmektedir. Peyami Safa’nın Yakup Kadri’yi yanlış okuyarak, özgünlüğünü kazanmış olduğu, Bloom’un belirttiği çerçevede, ortaya konmuştur. Kaynaklar Akı, N. (1960). Yakup Kadri Karaosmanoğlu insan-eser-fikir-üslûp. İstanbul: İstanbul Matbaası. Akpınar, S. (2008). Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun romanlarında “alafrangalık” teması. Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, 1(4), 62-76. Ayvazoğlu, B. (1998). Peyami hayatı-sanatı-felsefesi-dramı. İstanbul: Ötüken Neşriyat. Baş, M. (2013). Yakup Kadri’nin romanlarını ‘sosyal kronik’ olarak okumak mümkün müdür? Turkish Studies, 8(1), 1003-1032. Bloom, H. (2008). Etkilenme endişesi bir şiir teorisi. İstanbul: Metis Yayınları. Elkatmış, V. (2018). ‘Etkilenme endişesi’ çerçevesinde Hafız-Fuzuli karşılaştırması. Bayterek Uluslararası Akademik Araştırmalar Dergisi, 2, 190-218. Erzen, M. (2015). Nesil çatışmasının mekâna yansıyan yüzü: ahşap konak’ın katları. Gazi Türkiyat, 17, 39-65. Göze, E. (1993). Peyami Safa. Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları. Göze, E. (1995). Peyami Safa Nazım Hikmet kavgası. İstanbul: Boğaziçi Yayınları. Gülüm, E. (2015). Etkilenme endişesi bağlamında Orhan Pamuk’un benim adım kırmızı romanına bakış denemesi. Turkish Studies, 10(16), 579-592. Gülüm, E. (2015). Harold Bloom etkilenme endişesi – bir şiir teorisi. Uluslararası Türkçe Edebiyat Kültür Eğitim Dergisi, 4(4), 1755-1781. Hayber, A. (1993). Halide Edip, Yakup Kadri ve Reşat Nuri’nin romanlarında nesil çatışması. İstanbul: Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları. İspir, M. (2018). Halef-selef ilişkisi ve etkilenme endişesi boyutuyla klasik Türk şairlerinin değerlendirilmesi. Osmanlı Mirası Araştırmaları Dergisi (OMAD), 11, 71-86. Karaburgu, O. (2013). Etkilenme endişesi’ bağlamında Namık Kemal ve Abdülhak Hâmid Tarhan üzerine bir değerlendirme. Turkish Studies, 8(9), 1745-1750. Karadeniz, H. (2015). Peyami Safa’nın Fatih-Harbiye romanında yapı ve izlek. Pamukkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 22, 55-75. Karaosmanoğlu, Y. K. (1990). Kiralık konak. İstanbul: İletişim Yayınları. Köseoğlu, N. (2002). Peyami Safa. Ankara: Alternatif Yayınları. Moran, B. (2012). Türk romanına eleştirel bir bakış 1. İstanbul: İletişim Yayınları. Safa, P. (1942). Roman cemiyetin aynası. Tasvir-i Efkâr, 5223/866, 2. 302 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 295 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU Safa, P. (2019). Fatih harbiye. İstanbul: Ötüken Neşriyat. Şahin, V. (2010). Peyami Safa’nın ‘fatih-harbiye’ adlı romanında simgesel değerler. Bilig, 55, 147-164. Tekin, M. (1990). Peyami Safa’nın roman sanatı ve romanları üzerinde bir araştırma. Konya: Selçuk Üniversitesi Yayınları. Tüzer, İ. (2007). Kimliklerin çatıştığı mekân: ‘kiralık konak’ ve evini/evrenini arayan nesiller. Bilig, 41, 225-239. Uç, H. (1990). Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun romanlarında şahıslar. Erzurum: Dicle Üniversitesi Eğitim Fakültesi Yayınları. Uludağ, M. E. (2005). Üç devrin yol ayrımında Yakup Kadri Karaosmanoğlu. Ankara: Anı Yayıncılık. Yalçın, A. (2017). Siyasal ve sosyal değişmeler açısından Cumhuriyet devri Türk romanı. Ankara: Akçağ Yayınları. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O296 O K 303 DERVİŞ MUHAMMED YEMÎNÎ'NİN FAZÎLETNÂMESİ’NİN HİCRİ 992 NÜSHASI ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME Gökhan ŞENYURT* Öz XVI. yüzyıl tekke şairlerinden olan Derviş Muhammed Yemînî, AlevîBektaşî sahasındaki “Yedi Ulu Ozan” içerisinde önemli bir yere sahiptir. Hayatıyla ilgili kesin ve detaylı bir bilgi olmamakla birlikte şairin kaleme aldığı Fazîletnâme adlı eser, yaşadığı çevreye ve kendisine ışık tutacak birtakım bilgiler içermektedir. H 925 yılında tamamlanan bu eser, Hz. Ali’nin hayatıyla ve kerametleriyle donatılmış, temel nazım şekli mesnevi olan fakat şairin hicviye, medhiye gibi nazım türleriyle müdahalesi sonucunda 7409 beyite ulaşan hacimli ve didaktik bir yapıt hâline gelmiştir. Yemînî’nin Fazîletnâmesi, XVI. yüzyıldan günümüze kadar olan süreçte sıkça okunan ve bir o kadar da yol gösterici bir eser olarak kabul edilmektedir. Bu görüş, eserin nüsha sayısının fazla olmasıyla desteklenmektedir. Ulaşılan ve incelenen kaynaklardan tespit edildiği kadarıyla Fazîletnâme’nin en az 74 nüshası olduğu sonucuna varılmıştır. Şahsi kütüphanelerde de olma ihtimali düşünüldüğünde, bu sayının artması gayet mümkün görünmektedir. Bu çalışmada, nüshalar içerisinde istinsah tarihi, müellif nüshasına *en yakın olan H 992 nüshasının analizini yapma, nüshadaki sorunları bulma ve gerekli müdahalelerden sonra özgün bir veri oluşturma çabasına girilmiştir. Eser, öncelikle referans kaynaktaki tenkitli metinle kıyaslanmış, nüshanın her sayfası tek tek karşılaştırılarak eksik veya farklı beyitlerin tasnifi yapılmıştır. Bunun yanı sıra sayfa numaralandırması üzerinde durularak, anlam bütünlüğünü koruyucu bir sıralama ve düzenleme yoluna gidilmiştir. Tüm güncellemeler detaylı bir tablo hâline getirilerek çalışmaya eklenmiştir. Böylece, H 992 nüshasını incelemek isteyen/inceleyecek olan araştırıcılara yol gösterici nitelikte bir kılavuz ortaya çıkmıştır. Anahtar Sözcükler: Fazîletnâme, Derviş Muhammed Yemînî, H 992 nüshası, inceleme, tasnif. THE ASSESSMENT ON THE HIJRI 922 COPY OF DERVISH MUHAMMED YEMINI’S ‘FAZILETNAME’ Abstract Being one of the 16th century poet, Dervish Muhammed Yemini has an important place among the ‘Seven Noble Poet’ in the field of Alevi-Bektashi. Although there isn’t certain and detailed information about his life, his work, Faziletname has got some informations about him and where he lived. This work, which was finished in Hijri 925, was filled with Hazrat Ali’s life and miracles. It’s main verse is Mesnevi, but it becomes a didactic composition including 7409 couplet by intervention of the poet using different type of verses like eulogy and satire. Yemini’s Faziletname is accepted as being frequently read from 16th century to nowadays and also as a guiding work. This opinion is supported with having many copy numbers. As fas as getting information from the reached and analyzed sources, it is concluded that Faziletname has got at * Bilim Uzmanı/Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni, Millî Eğitim Bakanlığı, [email protected]. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 305 297 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM least 74 copies. When the possibility of being in personal libraries is considered, it is likely to see the increase of the number. In this work, it is struggled to create peculiar data after analyzing, finding the faulties and necessary intervention of the Hijri 992 copy which is the closest one to the auther’s copy. First of all, the work is compared with criticized copy in referance source, missing and different couplets are classified by comparing each page one by one. Apart from this, by emphasizing on the numbering of the pages, the way of classifying and organizing by maintaining the integrity of meaning is preferred. All the updates are attached to the work by making detailed table. So, it emerges a guide book that shows a way for researchers who want to study the copy of Hijri 992 Keywords: Faziletname, Dervish Muhammed Yemini, H 992 copy, researching, classifying. Giriş Derviş Muhammed, XVI. yüzyıl Alevî-Bektaşî sahası şairlerindendir. Hayatı ile ilgili bilgilere, bugüne kadar hiçbir tezkirede rastlanmamıştır. İncelenen çeşitli kaynaklarda ise, şairin yaşamına yönelik bazı detaylara tesadüf olunmuştur. Bu kaynaklarda, Derviş Muhammed’in asıl adının Ali olduğuna (Özmen, 1995, s. 43), kutbu saydığı Otman Baba’dan ve Otman Baba’nın vefatıyla birlikte posta geçen Akyazılı Sultan’dan sonra Hurufîlik anlayışını yaymaya çalıştığına (Gölpınarlı, 1973, s. 29), XVI. yüzyılın ilk yarısında Manastır dolaylarında şehit edildiğine (Tevfik, 1327, s. 59-60; Noyan, 1999, s. 278-279) dair açıklamalar mevcuttur. Bunun yanında Demir Baba Velâyetnâmesi’nde de Derviş Muhammed’e ve yaşadığı döneme temasıyla ilgili birtakım bilgiler yer almaktadır (Kılıç ve Bülbül, 2011, s. 18-150). Bu muhtelif eserler dışında Derviş Muhammed’le ilgili bazı ayrıntılara, kendi eseri olan Fazîletnâme’de rastlanmaktadır. Öncül kaynak olarak alınan Fazîletnâme’ye göre, şairin mahlası Yemînî’dir. Tosun Baba olarak anılan Semerkantlı hafız bir babanın oğludur (Şahin, 2013, s. 11-12). Eserini H 925 yılında (M 1519) tamamlamıştır. Eserin orijinal metni Şeyh Rükneddin tarafından yazılan Farsça mensur bir eserdir. Yemînî, bu eseri Türkçe nazma çevirmiştir. Eser, hacim itibariyle 7409 beyitten oluşmaktadır.1 İçeriğin asıl teması Hz. Ali’dir. Hz. Ali’nin doğumundan ölümüne kadar olan kısım, yer yer didaktik bir şekilde ve çoğunlukla Hz. Ali’nin kerametleriyle donatılmış tahkiyelerden oluşmaktadır. Bunun yanında eserde, Dört Halife, Ehl-i Beyt, H z. Muhammed, On İki İmam2 gibi İslâm tarihinde önem arz eden şahsiyetler ile din uğruna yapılan savaşlarla ilgili anlatılar da yer almaktadır (Tepeli, 2002, s. 328). Derviş Muhammed Yemînî’nin Fazîletnâmesi, özellikle Alevî-Bektaşî toplumu tarafından sıkça okunan bir eser hâline gelmiştir. Eserdeki öğreticilik unsuru ile Hz. Ali temelli anlatıların varlığı, söz konusu toplum tarafından dikkate alınmış ve asırlardan beri okunup çoğaltılarak, önemini kaybetmeden canlı tutulmaya çalışılmıştır. Bu yaklaşım, Fazîletnâme’nin Bu sayı, Yusuf Tepeli’nin doktora tezi çalışmasında ortaya çıkmıştır (Tepeli, 2002, s. 95). Yusuf Tepeli ayrıca Fazîletnâme ile ilgili nüsha tespiti de yapmış ve bunun sonucunda otuz beş adet nüshanın tasnifini de çalışmasına dahil etmiştir (Tepeli, 2002, s. 16-28). Bunun yanı sıra çalışmasının asıl konusunu meydana getiren ve Londra British Museum 19,805; Erzurum Atatürk Üniversitesi Kütüphanesi 439; Nevşehir Hacı Bektaş İlçe Halk Kütüphanesi Elyazması Eserler Bölümü 263 demirbaş numaralı nüshalarla şekillenen tenkitli metin, sonraki bilimsel çalışmalar için de referans kaynak niteliğinde kullanılmıştır (Kırman, 2004; Kırman, 2013; Şenyurt, 2019; Şenyurt, 2020a; Şenyurt, 2020b; Şenyurt, 2020c). 2 Eserde Hz. Ali dışında On İki İmam’ın da önemli bir yeri vardır. Yemînî, eserinin medhiye, münacat gibi kısımlarına On İki İmam’ı serpiştirerek manevi bir ahenk oluşturmuştur (Şenyurt, 2020b, s. 94-106). 1 306 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 298 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU nüsha sayısının fazla olmasıyla desteklenmektedir. Buradan hareketle, aşağıdaki başlıktan itibaren nüshaların kısa bir değerlendirilmesi yapılacak ve H 992 nüshası üzerinde durulacaktır. Nüshalar Fazîletnâme’nin, Kültür ve Turizm Bakanlığı Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı sitesinde3 yetmiş üç nüshası olduğu tespit edilmiştir (Şenyurt, 2020a, s. 48-55). Bu nüshaların bir kısmı yurt dışı kütüphanelerinde yer almakta ve bazı nüshalara sanal ortamda erişim imkânı verilmemektedir. Bunun dışında bir nüshanın da İbrahim Gökçe adında Tarih öğretmeninin şahsi kütüphanesinde yer aldığına dair bilgiler mevcuttur (Tarama Sözlüğü, 2009, s. XXII). Ayrıca Bedri Noyan, kendisinde 1902 istinsah tarihli ve müstensihi Hattat Derviş Mustafa olan bir nüshanın olduğunu belirtmektedir (Noyan, 1999, s. 278-279). Böylece nüsha sayısının şahsi kütüphanelerdeki yazmalarla birlikte daha da artabileceği kuvvetle muhtemeldir. Nüshalar incelenirken tesadüf olunan H 992 nüshası, müellifin yaşadığı döneme yakın olması sebebiyle dikkatleri üzerine toplamıştır. Aşağıdaki başlıktan itibaren bu nüsha üzerine yapılan değerlendirmelere yer verilecektir. Hicri 992 Nüshası Ankara Millet Kütüphanesi Eskişehir İl Halk Kütüphanesi Koleksiyonu 26 Hk 1110 demirbaş numaralı bu nüsha, Fazîletnâme’nin yazıldığı H 925 yılına çok yakın bir döneme aittir. H 992 yılında istinsah edilen ve müstensihi belli olmayan nüshanın belli başlı özellikleri şunlardır: * 235 varaktan (PDF dosyasından) oluşmaktadır.4 * Sayfalarda 15’er satır olmakla birlikte bazı sayfalarda bu sayı 1-2 beyit azalmakta veya artmaktadır. * Rika, Ta’lik ve Nesih yazı türleri kullanılmıştır. * Okunamayacak harf, sözcük veya sözcük grubu neredeyse yoktur. Bu özelliklerin yanında nüsha ile ilgili detaylı bir inceleme yoluna gidilmiştir. Nüshanın ilk sayfasında tespit edilen bir sorundan hareketle tüm dosyalar beyit beyit, anlam bütünlüğü ve sayfa düzeni korunacak şekilde iki defa taranmıştır. Tespiti yapılan sorunlar aşağıda verilmiştir:5 * Nüshanın bazı sayfalarının sırası hatalıdır. * Nüshadaki bazı beyitlerin sırası hatalıdır. * Nüshada eksik beyitler vardır. * Sorun olmamakla birlikte nüshada yeni beyitler tespit edilmiştir. * Nüshadaki kimi beyitlerde bazı sözcüklerin yanlış yazımından kaynaklı vezin kusurları mevcuttur.6 http://www.yazmalar.gov.tr//basit-arama?q=yemini Nüshanın dijital ortamdan görüntülerini yazmalar.gov.tr sitesinden talep ettikten sonra tarafımıza gönderilen sıkıştırılmış klasördeki dosya sayısı bu şekildeydi. Fakat ilgili kurumun sitesinde, nüshanın 249 yaprak (dosya) olduğuna dair bilgi mevcuttur. İncelemek için bk. (http://www.yazmalar.gov.tr/eser/faz%C3%AElet-name/24694) 5 Nüshayı incelerken Prof. Dr. Yusuf Tepeli’nin doktora tezi referans alınmıştır. İncelemek için bk. (Tepeli, 2002). 6 Çalışmanın amacı nüshanın iskelet kısmındaki sorunları ortaya koymak olduğundan, vezin kusurları, yazım hataları gibi kısımlar tenkitli metin çalışmasına daha uygun olacağı için inceleme dışı bırakılmıştır. 3 4 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O299 O K 307 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM Yukarıda sıralanan sorunların tamamını daha somut ve toplu bir şekilde göstermek amacıyla, tespit edilen tüm çıktılar bir tablo hâline getirilmiştir. Tablonun oluşma düzeni, ilk sütundan başlamak suretiyle şu şekildedir: * 1. sütun, tarafımıza gönderilen nüshanın yeniden düzenlenerek nasıl bir sıralamada olması gerektiğini gösteren PDF sıra numarasını göstermektedir. * 2. sütun, tarafımıza gönderilen nüshanın PDF sıra numarasını göstermektedir. * 3. ve 4. sütunlar, ilgili dosyanın sağ tarafındaki beyitler ile o kısımdaki eksik/fazla beyitleri göstermektedir. Dosyanın sağ tarafı B olarak isimlendirilmiştir. * 5. ve 6. sütunlar, ilgili dosyanın sol tarafındaki beyitler ile o kısımdaki eksik/fazla beyitleri göstermektedir. Dosyanın sol tarafı A olarak isimlendirilmiştir. * Son sütun, ilgili dosyanın genel beyit aralığını göstermektedir. * Eksik beyitler için sadece beyit numarası veya beyit aralığı verilmiş, yeni beyitlerin varlığı ayrıca ifade edilmiştir. Tablo 1: Hicri 992 Nüshasının Detaylandırılması Pdf Sırası (Düzenli) 1 2 3 4 5 6 7 8 9 Pdf Sırası (Nüsha) B Tarafı (Sağ) Eksik/Fazla Beyit (B) 1 17/A 18 19 20 21 22 23 24 BOŞ 29-43 58-72 88-102 118-131 146-160 175-189 205-219 1-14 arası. - Kapak 15-28 44-57 73-87 103-117 132-145 161-174 190-204 220-234 10 25 235-248 - 249-260 11 12 13 14 15 16 17 Pdf Sırası (Düzenli) 18 19 20 26 27 28 29 30 31 32 Pdf Sırası (Nüsha) 261-275 291-305 321-335 351-365 381-395 414-428 444-458 B Tarafı (Sağ) 413 Eksik/Fazla Beyit (B) 276-290 306-320 336-350 366-380 396-412 429-443 459-473 A Tarafı (Sol) 33 34 35 474-487 503-516 532-546 546-871 arası 488-502 517-531 872-886 - 21 22 23 24 25 26 27 36 37 38 39 40 41 42 887-901 917-930 946-960 975-989 1005-1019 1034-1048 1064-1078 - 902-916 931-945 961-974 990-1004 1020-1033 1049-1063 1079-1094 28 43 1095-1108 - 1109-1122 1093. beyit 28B’de. - 308 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K A Tarafı (Sol) Eksik/Fazla Beyit (A) Genel Beyit Aralığı Sayfadaki 10. beyit Yusuf Tepeli neşrinde yok. 340 409 ve 411 15-28 29-57 58-87 88-117 118-145 146-174 175-204 205-234 Eksik/Fazla Beyit (A) 235-260 261-290 291-320 321-350 351-380 381-412 414-443 444-473 Genel Beyit Aralığı 474-502 503-531 532-546 / 872-886 887-916 917-945 946-974 975-1004 1005-1033 1034-1063 1064-1094 1095-1122 300 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU 29 30 44 45 1123-1137 1153-1166 - 1138-1152 1167-1181 - 1123-1152 1153-1181 31 46 1182-1196 - 1191-1215 1182-1215 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 Pdf Sırası (Düzenli) 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 Pdf Sırası (Düzenli) 82 47 48 89 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 Pdf Sırası (Nüsha) 1216-1230 1245-1259 1275-1289 1305-1319 1335-1347 1364-1379 1395-1409 1425-1439 1453-1465 1483-1497 1514-1528 1543-1556 1572-1585 1601-1615 1631-1645 1661-1675 1691-1705 B Tarafı (Sağ) 1367 Eksik/Fazla Beyit (B) 1231-1244 1260-1274 1290-1304 1320-1334 1348-1363 1380-1394 1410-1424 1440-1452 1466-1482 1498-1513 1529-1542 1557-1571 1586-1600 1616-1630 1646-1660 1676-1690 1706-1720 A Tarafı (Sol) 1197, 1200, 1204, 1210, 1211. 1357 1472, 1481. 1505 Eksik/Fazla Beyit (A) 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 Pdf Sırası (Nüsha) 1721-1735 1751-1766 1782-1796 1812-1827 1843-1856 1872-1886 1902-1915 1931-1945 1962-1976 1992-2006 2022-2036 2052-2066 2082-2096 2111-2125 2141-2154 2170-2183 2199-2213 2229-2243 2259-2274 2290-2304 2320-2336 2352-2366 2381-2394 2410-2424 2440-2454 2470-2484 2500-2517 2530-2544 2559-2573 2589-2603 2619-2633 2649-2663 2680-2694 B Tarafı (Sağ) 1761 1873 2266 2330 ve 2333 Eksik/Fazla Beyit (B) 1736-1750 1767-1781 1797-1811 1828-1842 1857-1871 1887-1901 1916-1930 1946-1961 1977-1991 2007-2021 2037-2051 2067-2081 2097-2110 2126-2140 2155-2169 2184-2198 2214-2228 2244-2258 2275-2289 2305-2319 2337-2351 2367-2380 2395-2409 2425-2439 2455-2469 2485-2499 2515-2529 2545-2558 2574-2588 2604-2618 2634-2648 2664-2679 2695-2709 A Tarafı (Sol) 1954 2664 Eksik/Fazla Beyit (A) 97 2710-2724 - 2725-2740 2729 1216-1244 1245-1274 1275-1304 1305-1334 1335-1363 1364-1394 1395-1424 1425-1452 1453-1482 1483-1513 1514-1542 1543-1571 1572-1600 1601-1630 1631-1660 1661-1690 1691-1720 Genel Beyit Aralığı 1721-1750 1751-1781 1782-1811 1812-1842 1843-1871 1872-1901 1902-1930 1931-1961 1962-1991 1992-2021 2022-2051 2052-2081 2082-2110 2111-2140 2141-2169 2170-2198 2199-2228 2229-2258 2259-2289 2290-2319 2320-2351 2352-2380 2381-2409 2410-2439 2440-2469 2470-2499 2500-2529 2530-2558 2559-2588 2589-2618 2619-2648 2649-2679 2680-2709 Genel Beyit Aralığı 2710-2740 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O301 O K 309 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM 83 84 85 98 99 100 2741-2755 2771-2785 2801-2815 - 2756-2770 2786-2800 2816-2830 - 2741-2770 2771-2800 2801-2830 86 101 2831-2844 2845-2858 - 2831-2858 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 Pdf Sırası (Düzenli) 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 Pdf Sırası (Nüsha) 2859-2873 2890-2901 2920-2934 2950-2964 2980-2994 3009-3022 3038-3052 3067-3081 3097-3113 3129-3143 3159-3173 3188-3201 3217-3231 3246-3259 3275-3289 3305-3319 3335-3349 3364-3378 3394-3408 3424-3438 3454-3468 3484-3498 3514-3528 3544-3557 3573-3587 3602-3616 B Tarafı (Sağ) Sayfadaki 7. beyit Yusuf Tepeli neşrinde yok. 3105, 3108. Eksik/Fazla Beyit (B) 2874-2889 2905-2919 2935-2949 2965-2979 2995-3008 3023-3037 3053-3066 3082-3096 3114-3128 3144-3158 3174-3187 3202-3216 3232-3245 3260-3274 3290-3304 3320-3334 3350-3363 3379-3393 3409-3423 3439-3453 3469-3483 3499-3513 3529-3543 3558-3572 3588-3601 3617-3631 A Tarafı (Sol) 2874 - 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147 148 3632-3646 3662-3675 3690-3704 3720-3734 3750-3765 3781-3795 3811-3826 3842-3856 3869-3882 3897-3911 3926-3940 3956-3970 3986-3999 4014-4028 4044-4058 4075-4089 4104-4118 4133-4147 4163-4177 4193-4207 4223-4237 3761 3811 - 3647-3661 3676-3689 3705-3719 3735-3749 3766-3780 3796-3810 3827-3841 3857-3868 3883-3896 3912-3925 3941-3955 3971-3985 4000-4013 4029-4043 4059-4074 4090-4103 4119-4132 4148-4162 4178-4192 4208-4222 4238-4256 2859-2889 2890-2919 2920-2949 2950-2979 2980-3008 3009-3037 3038-3066 3067-3096 3097-3128 3129-3158 3159-3187 3188-3216 3217-3245 3246-3274 3275-3304 3305-3334 3335-3363 3364-3393 3394-3423 3424-3453 3454-3483 3484-3513 3514-3543 3544-3572 3573-3601 3602-3631 Genel Beyit Aralığı 3632-3661 3662-3689 3690-3719 3720-3749 3750-3780 3781-3810 3811-3841 3842-3868 3869-3896 3897-3925 3926-3955 3956-3985 3986-4013 4014-4043 4044-4074 4075-4103 4104-4132 4133-4162 4163-4192 4193-4222 4223-4256 134 135 136 149 150 151 4257-4271 4287-4301 4317-4331 - 4272-4286 4302-4316 4332-4346 310 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K Eksik/Fazla Beyit (A) 4065 4246, 4248, 4251, 4254. - 4257-4286 4287-4316 4317-4346 302 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU 137 138 139 152 153 154 4347-4361 4377-4390 4405-4419 4420-4448 arası 4362-4376 4391-4404 4449-4463 - 140 141 142 143 144 Pdf Sırası (Düzenli) 145 146 147 148 149 150 155 156 157 158 159 Pdf Sırası (Nüsha) 4464-4478 4495-4509 4524-4538 4554-4568 4584-4598 B Tarafı (Sağ) Eksik/Fazla Beyit (B) 4479-4494 4510-4523 4539-4553 4569-4583 4599-4613 A Tarafı (Sol) Eksik/Fazla Beyit (A) 160 161 162 163 164 165 4614-4628 4644-4658 4674-4688 4704-4718 4733-4347 4763-4777 4629-4643 4659-4673 4689-4703 4719-4732 4348-4762 4778-4792 - 151 166 4793-4812 4813-4827 - 4793-4827 152 153 154 155 167 168 169 170 4828-4842 4858-4872 4888-4902 4918-4932 4801, 4802, 4804, 4805, 4806, 4807. * Sayfadaki 10. beyit Yusuf Tepeli neşrinde yok. - 4347-4376 4377-4404 4405-4419 / 44494463 4464-4494 4495-4523 4524-4553 4554-4583 4584-4613 Genel Beyit Aralığı 4614-4643 4644-4673 4674-4703 4704-4732 4733-4762 4763-4792 4843-4857 4873-4887 4903-4917 4933-4947 - 4828-4857 4858-4887 4888-4917 4918-4947 156 171 - 4948-4993 172 173 174 175 176 177 178 179 180 181 182 183 184 185 186 187 188 Pdf Sırası (Nüsha) 4952-4966 arası, 4971. 5035 5416 Eksik/Fazla Beyit (B) 4979-4993 157 158 159 160 161 162 163 164 165 166 167 168 169 170 171 172 173 Pdf Sırası (Düzenli) 174 175 176 177 178 179 180 181 182 4948-4951, 4967-4978 4994-5008 5023-5038 5055-5069 5085-5099 5115-5129 5145-5159 5175-5189 5205-5219 5235-5248 5263-5277 5293-5307 5323-5336 5352-5366 5382-5396 5412-5427 5443-5457 5473-5487 B Tarafı (Sağ) 5009-5022 5038-5054 5070-5084 5100-5114 5130-5144 5160-5174 5190-5204 5220-5234 5249-5262 5278-5292 5308-5322 5337-5351 5367-5381 5397-5411 5428-5442 5458-5472 5488-5502 A Tarafı (Sol) Eksik/Fazla Beyit (A) 189 190 191 192 193 194 195 196 197 5503-5517 5532-5546 5561-5575 5590-5604 5620-5634 5650-5664 5680-5694 5710-5724 5739-5752 - 5518-5531 5547-5560 5576-5589 5605-5619 5635-5649 5665-5679 5695-5709 5725-5738 5753-5766 - 4994-5022 5023-5054 5055-5084 5085-5114 5115-5144 5145-5174 5175-5204 5205-5234 5235-5262 5263-5292 5293-5322 5323-5351 5352-5381 5382-5411 5412-5442 5443-5472 5473-5502 Genel Beyit Aralığı 5503-5531 5532-5560 5561-5589 5590-5619 5620-5649 5650-5679 5680-5709 5710-5738 5739-5766 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O303 O K 311 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM 183 184 185 186 187 188 189 190 191 192 193 194 195 196 197 198 199 200 201 202 203 204 Pdf Sırası (Düzenli) 205 206 207 208 209 210 211 212 213 214 215 216 217 218 219 220 221 222 223 224 225 226 227 228 229 230 231 232 233 234 235 198 199 200 201 202 203 204/B, 4/A 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17/B, 2/A 5767-5781 5796-5810 5826-5840 5856-5870 5886-5900 5916-5930 5946-5959 - 5782-5795 5811-5825 5841-5855 5871-5885 5901-5915 5931-5945 5960-5972 - 5767-5795 5796-5825 5826-5855 5856-5885 5886-5915 5916-5945 5946-5972 5973-5987 6002-6016 6033-6046 6060-6074 6090-6104 6120-6132 6147-6159 6169-6183 6195-6204 6218-6226 6241-6255 6271-6285 6301-6314 6315-6450 arası 5988-6001 6017-6032 6047-6059 6075-6089 6105-6119 6133-6146 6160-6168 6184-6194 6205-6217 6227-6240 6256-6270 6286-6300 6451-6465 6018 - 3 4/B, 204/A Pdf Sırası (Nüsha) 6466-6480 6496-6510 - 6481-6495 6511-6525 - 5973-6001 6002-6032 6033-6059 6060-6089 6090-6119 6120-6146 6147-6168 6169-6194 6195-6217 6218-6240 6241-6270 6271-6300 6301-6314 / 64516465 6466-6495 6496-6525 B Tarafı (Sağ) Eksik/Fazla Beyit (B) A Tarafı (Sol) Eksik/Fazla Beyit (A) 205 206 207 208 209 210 211 212 213 214 215 216 217 6526-6540 6556-6570 6586-6598 6614-6628 6644-6658 6674-6688 6704-6718 6734-6748 6765-6779 6795-6811 6827-6841 6857-6871 6887-6902 6541-6555 6571-6585 6599-6613 6629-6641 6659-6671 6689-6703 6719-6733 6749-6764 6780-6794 6812-6826 6842-6856 6872-6886 6903-6916 218 219 220 221 222 223 224 225 226 227 228 229 230 231 232 233 234 235 6917-6930 6946-6960 6976-6990 7006-7020 7036-7050 7066-7080 7096-7109 7125-7139 7155-7167 7183-7197 7213-7227 7243-7256 7271-7284 7300-7314 7330-7344 7360-7374 7390-7404 6807 ve 6810 6900. beyit 217A’da. 6917 - 6755 6900. beyit sayfanın ilk beyti. 7268 7408 312 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 6931-6945 6961-6975 6991-7005 7021-7035 7051-7065 7081-7095 7110-7124 7140-7154 7168-7182 7198-7212 7228-7242 7257-7270 7285-7299 7315-7329 7345-7359 7375-7389 7405-7409 Kapak Genel Beyit Aralığı 6526-6555 6556-6585 6586-6613 6614-6643 6644-6673 6674-6703 6704-6733 6734-6764 6765-6794 6795-6826 6827-6856 6857-6886 6887-6916 6917-6945 6946-6975 6976-7005 7006-7035 7036-7065 7066-7095 7096-7124 7125-7154 7155-7182 7183-7212 7213-7242 7243-7270 7271-7299 7300-7329 7330-7359 7360-7389 7390-7409 304 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU Sonuç Derviş Muhammed Yemînî’nin H 992 nüshasının incelenmesi sonucunda 550 adet eksik beyitin tespiti yapılmış ve beyit numaraları tabloya eklenmiştir. Aynı şekilde nüshada Yusuf Tepeli’nin neşrinde olmayan 3 adet yeni beyite tesadüf olunarak bu beyitlerin numaraları da tabloya işlenmiştir. Bunların dışında nüsha, anlam bütünlüğü korunacak şekilde düzenlenerek yeniden numaralandırılmıştır. Nüshanın müellif nüshasına yakın tarihli olması, araştırıcıların dikkatini çekmesi bakımından önem arz etmektedir. Fakat bir saha çalışanı, Fazîletnâme’yi bu nüshayı referans alarak tanıyacaksa, içeriği bilmemesinden dolayı birçok sorunu da göremeyecek ve dolayısıyla farkında olmadan hatalı bir çalışma yapmış olacaktır. Yukarıdaki çalışma çıktılarının, bu sorunlara çözüm getirecek ve araştırma sahasına rehberlik edecek bir kılavuz olması bakımından katkı sağlayacağı ümit edilmektedir. Kaynaklar Gölpınarlı, A. (1973). �ur�fîl�k met�nler� kataloğu. Ankara: Türk Tar�h Kurumu Yayınları. Kılıç, F., ve Bülbül, T. (2011). Dem�r baba velâyetnâmes� ��n�eleme-tenk�tl� met�n�. Ankara: Graf�ker Yayınları. Kırman, A. (2004). Yemînî’n�n fazîletnâmes� şek�l ve mu�teva ta�l�l�. Yayımlanmamış Doktora Tez�, İzm�r: �ge �n�vers�tes� Kırman, A. (2013). Yemînî. TDV İslâm Ans�klo�ed�s�. (c. 43, ss. 420-421). İstanbul: Türk D�yanet �akfı Yayınları. Noyan, B. (1999). �ütün yönler�yle �ektâşîl�k ve Alevîl�k. Ankara: Ardıç Yayınları. Özmen, İ. (1995). Alevî-�ektâşî ş��rler� antolo��s�, � �. Ankara: Saypa Yayınları. Şah�n, Ş. H. (2013). Yemînî fazîlet-nâme �İmam Al�’n�n erdemler��. Ankara: Sarıyıldız Matbaacılık. Şenyurt, G. (2019). Yemînî’n�n fazîletnâmes�’n�n on dokuzun�u fazîlet� üzer�ne b�r �n�eleme. Yüksek L�sans Tez�, İstanbul: Arel �n�vers�tes� Sosyal B�l�mler �nst�tüsü. Şenyurt, G. (2020a). Fazîletnâme ışığında Yemînî. Ankara: La Kitap Yayınları. Şenyurt, G. (2020b). Derviş Muhammed Yemînî’nin fazîletnâmesi’nde on iki imam’ın yeri. Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, 71, 94-106. Şenyurt, G. (2020c). Nusayrîliğin Alevî-Bektaşî edebiyatına tesiri ve Nusayr-i Tûsî anlatısı. Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi, 22, 210-232. Tepel�, Y. (2002). Derv�ş �u�ammed Yemînî fazîlet-�âme� g�r�ş-�n�eleme-met�n. Ankara: Türk D�l Kurumu Yayınları. Tevf�k, M. (1327). �anastır v�lâyet� tar���es�. Manastır: Beynelm�lel T�caret Matbaası. Türk Dil Kurumu, (2009). Tarama sözlüğü. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O305 O K 313 NÂBÎ’NİN ‘GÖRMÜŞÜZ’ REDİFLİ GAZELİ İLE TIRSÎ’NİN ‘AYNI’ REDİFLİ GAZELİNİN KARŞILAŞTIRMALI EDEBİYAT BİLİMİ BAĞLAMINDA İNCELENMESİ Ogün PEÇENEK Öz Karşılaştırmalı edebiyat bilimi son yıllarda revaçta olan bir çalışma alanıdır. Bu çalışma alanı, iki veya daha fazla edebî çalışmayı biçim ve içerik, dil ve üslûp, karakter, motif, zaman ve mekân, estetik vs. gibi konularda karşılaştırma yapabilme imkânı sunmaktadır. Bu bilimin amaçlarından biri de edebî çalışmalar arasındaki benzerlikleri, farklılıkları ve bunların nedenlerini ortaya koymaktır. Klasik Türk edebiyatı, zengin birikimi ve kültürüyle karşılaştırmalı edebiyat bilimi alanında çalışmak isteyenler açısından oldukça elverişlidir. Klasik Türk edebiyatı şairleri birbirlerinden etkilenmiş ve bazı şairler birbirlerinin şiirlerine nazire yazmışlardır. Bu nazirelerden biri de İbrahim Tırsî’nin Nâbî’nin meşhur “görmüşüz” redifli gazeline yazmış olduğu aynı redifli naziredir. Ancak Tırsî’nin yazmış olduğu nazire, nazirenin bir benzeri ya da nazirenin bir alt türü olarak değerlendirilen tehzildir. Alaya alma anlamına gelen tehzil, şekil bakımından nazireye benzese de işlenen konu itibariyle asıl şiirden ayrı ve mizahi bir yönü bulunmaktadır. Dolayısıyla çalışmada Tırsî’nin aynı redifle yazmış olduğu gazel, tehzil türü üzerinden incelenip değerlendirilmiştir. Nâbî 17. yüzyıl, Tırsî ise 18. yüzyıl şairidir. Bu iki şairin edebî kişilikleri farklılık göstermektedir. Tırsî’nin Nâbî’nin gazeline tehzil türünde nazire yazması, yaşadıkları yüzyıllar ve edebi kişiliklerinin farklı olması, en az iki farklı şiirin mevcut durumu, iki şairin özgün imajlarla şiirlerini oluşturması, klâsik şiir geleneğinin nasıl bir yol izlediğine dair izler taşıması nedeniyle nazire, karşılaştırmalı edebiyat bilimi açısından incelenmeye oldukça elverişlidir. Bu kapsamda bildiride, karşılaştırmalı edebiyat bilimi bağlamında Nâbî’nin “görmüşüz” redifli gazeliyle, Tırsî’nin aynı redifli gazeli biçim ve içerik, zaman ve mekân, şairlerin yaşadıkları edebî dönem, konu ve sosyal zemin, şahıs kadrosu ve edebî sanatlar bakımından benzerlikleri ve farklılıkları karşılaştırmalı olarak incelenmiştir. Ayrıca bu iki şairimizin gazellerindeki dil ve üslûp farklılıkları değerlendirilmiş ve bunun nedenleri gösterilmiştir. Anahtar Sözcükler: Karşılaştırmalı edebiyat bilimi, klâsik Türk edebiyatı, Nâbî, Tırsî, gazel, nazire, tehzil. EXAMINATION OF NABI'S’ GÖRMÜŞÜZ 'REDIF GAZELLE AND TIRSI'S ‘SAME’ REDIF GAZELLE IN THE CONTEXT OF COMPARATIVE LITERARY SCIENCE Abstract Comparative Literature Science is a field of study that has been popular in recent years. This field of study includes two or more literary works in form Arş. Gör.; Düzce Üniversitesi Eğitim Fakültesi, Türkçe ve Sosyal Bilimler Eğitimi Bölümü Araştırma Görevlisi, [email protected].  B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 315 306 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM and content, language and style, character, motif, time and space, aesthetics, etc. it offers the opportunity to make comparisons on such issues. One of the aims of this science is to identify the similarities, differences between literary works and their causes. Classical Turkish literature, with its rich accumulation and culture, is very favorable for those who want to work in the field of Comparative Literature. Classical Turkish literature poets were influenced by each other, and some poets wrote nazire to each other's poems. One of these nazires is the same redifli Nazire that Ibrahim Tırsi wrote in Nabi's famous “görmüşüz” redifli gazelle. But the nazire, written by Tırsi, is a tehzil, which is considered an analog of the naziren or a subspecies of the naziren. Although tehzil, which means mockery, is similar to nazire in form, it has a separate and humorous aspect from the actual poetry in terms of the subject matter processed. Therefore, in the study, the ghazal, which Tırsi wrote with the same redifle, was examined and evaluated over the type of tehzil. Nabi 17. century, 18. Tırsî is a century poet. The literary personalities of these two poets differ. Nazire is very suitable for study from the point of view of Comparative Literary science due to the fact that Tirsi wrote nazire in the genre of Nabi's gazeline tehzil, the centuries they lived and their literary personalities were different, the current state of at least two different poems, the fact that two poets created their poems with original images, the way the tradition of classical poetry followed. In this context, the statement in the context of Comparative Literary Science Nabi “görmüşüz” redifli gazelle with Gazelle redifli Tirsi the “same” in form and content, time and space, their poets, literary period, subject, and a social floor, party staff, and literary arts in terms of similarities and differences were investigated comparatively. In addition, the differences in language and style in the ghazals of these two poets were evaluated and the reasons for this were shown. Keywords: Comparative literature science, classical Turkish literature, Nâbî, Tırsî, gazelle, nazire, tehzil. Giriş Bir sanatkârın başka bir sanatkârdan etkilenmesi kadar doğal bir şey yoktur. “Etki, bir eserin başka bir eser üzerinde sağladığı ince ve gizemli bir mekanizmadır denilebilir.” (Rousseau ve Pichois, 1994, s.81). Sanatın ve sanatçının gelişmesi hep etki ile olmuştur. Sanatın önemli bir bölümünü oluşturan yazma eylemi de –dolayısıyla yazarlık ve yazar- bu etkilenmeden nasibini almıştır. Bir yazar metnini oluştururken daha önce okuduğu bir metne benzer bir metin ortaya koyması mümkündür. Dahası, bir yazar yazarlık yolunda ilerlerken hayran olduğu bir yazarı kendisine rol-model alabilir. Dolayısıyla rol-model aldığı yazarın metinlerine benzer bir metin oluşturması yüksek bir ihtimaldir. Bir yazarın başka bir yazardan etkilendiğine dair birkaç örnek aktarılabilir1: Ezra Pound, Rene Taupin’e yazdığı önemli mektubunda (1928), kendi üzerinde cereyan eden etkileri daha fazla inkâr edemez. Bu etkileri üçe ayırır: Maruz kalınan; kabul edilen (Flubert’den); boş verme ve tahrik değeri yapmacık etkiler.”(Rousseau ve Pichois, 1994, s.81). Örneklerden de Gide, bugünün en orijinal ruhlarından biri, bütün tesir kaynaklarından içmiş ve hâlâ susuzluğunu giderememiştir. Fakat hiçbir şair tesir altında kaldığını Şeyh Gâlip kadar gururla söylememiştir: ‘Esrarını mesneviden aldım Çaldımsa da miri malı çaldım Fehmetmeğe sen de himmet eyle Ol gevher bul da sirkat eyle’ Aytaç, a.g.e., s,23 1 316 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 307 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU anlaşılacağı üzere bir yazarın başka bir yazardan etkilenmesi gayet tabiî olduğu gibi yazarlar da bunu ifade etmekten çekinmemişlerdir. Sözü edilen ‘etki’ konusu Klâsik Türk şiirinde kendisini net bir şekilde belli eder. Klâsik Türk şiirinde şairler belli bir gelenek çerçevesinde şiirler yazmasına rağmen orijinal hayal ve imajlar ortaya koymaya çalışmışlardır. Bunun yanı sıra şairler şiirlerini oluştururken bazen başka bir şairden etkilenerek onu taklit etmişlerdir. Çünkü bir şairin başka bir şairden etkilenip taklit etmesi onun sanatının gelişmesine katkı sağlamaktadır. Denilebilir ki taklit, sanatın ve sanatçının gelişmesinde önemli bir rol oynamaktadır. Bununla ilgili olarak M. Fatih Köksal eserinde şunu ifade eder: “Eğer sanat, oluşumu itibariyle bir özenme ve taklit duygusuna dayanıyorsa –ki öyledir- sanatkârın üstatların eserlerinin bir benzerini ortaya koymaya çalışması kadar tabiî bir şey yoktur.” (Köksal, 2006, s.9). Türk şiir tarihinde adeta bir mektep gibi şairlerin yetişmesinde önemli bir gelenek olan nazireciliğin temelinde de taklit söz konusudur. “Gerçek sanatkâr, taklitle, öykünmeyle başladığı numunelerin zamanla aslından da üstününü ortaya koyandır ve bu bağlamda nazirecilik, şüphesiz çok önemli ve faydalıdır.” (Köksal, 2006, s.9). Klâsik edebiyat metinleri genellikle klâsik şerh yöntemleriyle anlaşılmaya ve şairin hayal dünyası ve edebî kişiliği bu metinlerle keşfedilmeye çalışılmıştır. Ancak son dönemlerde farklı uygulamalar da ortaya çıkmıştır2. Bunlardan biri de karşılaştırmalı edebiyat bilimidir. Karşılaştırmalı edebiyat bilimi bize aynı edebiyatın veya farklı edebiyatların iki farklı metnini karşılaştırmalı olarak inceleyebilme imkânı sunar. Karşılaştırmalı edebiyat bilimi açısından bakıldığında, klâsik Türk şiiri metinlerinin karşılaştırılmalı olarak incelenmesi oldukça elverişlidir. Çünkü şairlerin birbirlerinden etkilenmesi, birbirlerinin şiirlerine nazire yazmaları, nazirelerde orijinal üslup yakalamaya çalışmaları, aynı konuları farklı hayallerle anlatma gayretleri bizlere bu metinlerin karşılaştırmalı olarak incelenmesi imkânını verir. Dolayısıyla karşılaştırmalı edebiyat biliminin bu geniş imkânlarından faydalanarak farklı yüzyıllarda yaşamış ve farklı kimlikleri olan Nâbî ile onun “görmüşüz” redifli gazeline aynı redifle nazire yazan İbrahim Tırsî’nin gazelini karşılaştırmalı olarak incelenecektir. İki gazeli karşılaştırmalı edebiyat bağlamında incelemenin amacı iki metnin karşılıklı değerini ve güzelliklerini ortaya çıkarmaktır. Çalışmanın da verimliliğini artırması bakımından öncelikle nazire, tehzil ve karşılaştırmalı edebiyat kavramlarına yer vermek yerinde olacaktır. Son bölümde de de iki gazel karşılaştırmalı edebiyat bilimi bağlamında uygulamalı olarak incelenecektir. Nazire ve Tehzil Nazire, Klâsik Türk edebiyatında şairlerin şiirlerinde uygulamış oldukları metotlardan biridir. Nazire ile ilgili farklı tanımlar mevcuttur. F. Köksal eserinde bu tanımlardan bazılarına yer vermiştir: “Karşılık, müsabaka yollu şiir karşılığı.” (Ahmed Vefik Paşa, 1306:2/3421), “Bir şairin bir şiirini takliden söylenilen şiir.” (Şemseddin Sami 1317:1464), “Bir şairin manzum bir 2Sibel Üst, Dilbilimsel İnceleme Yöntemleri ve Klâsik Türk Edebiyatı, Uşak Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2014, 7/2; Yavuz Bayram, Ontolojik Analiz Metodu ve Bir Uygulama, Yom Sanat, S:12, Adana 2003; Cem Dilçin‚ Fuzûlî’nin Bir Gazelinin Şerhi ve Yapısal Yönden İncelenmesi, Türkoloji Dergisi, C.9, Ankara 1991, s.43-98; İlhan Genç, Klâsik Türk Edebiyatı Metinlerini Anlamada Modern Yaklaşımlar, Turkish Studies- International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic-, Volume 2/4 Fall Ankara2007,; TÖKEL Dursun Ali Divan Şiiri'ne Modern Metin Çözümleme Yöntemlerinden Bakmak, Turkish Studies- International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic-, Volume 2/3 Summer Ankara 2007. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O308 O K 317 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM eserine daha ziyade gazeline başka bir şair tarafından aynı vezin ve kafiyede olmak üzere yazılan benzeri hakkında kullanılır bir tabirdir.”(Pakalın 1993: 2/666). “Bir şairin şiirine başka bir şairce aynı ölçü, uyak ve redifte yazılan benzerine denir.” (Dilçin 1983: 269).”, Bir başka şairin eserini geçmek amacıyla yazılan şiir.” (Gibb, 1900:100 krş Gibb 1999? :79). (Köksal, 2006, s.13,14). Tanımlardan da anlaşılacağı üzere nazirede müsabaka, taklit, zemin şiire benzer bir şiir yazma söz konusu olmakla birlikte zemin şiiri geçme amacı da bulunmaktadır. Nazire sadece basit bir taklit olarak görülmemelidir. Çünkü nazirecilik şairlerin yetişmesinde önemli bir vasıta olmuştur. Nazirecilik bir mektep hâlini almış şairlerde bu mektepten yetişmişlerdir. “Nazirecilik geleneği, şairlerin yetişmeleri şiirlerini olgunlaştırmaları ve eksikliklerini tamamlamaları bakımından da önemliydi. Gelenek bu yönüyle “mektep” konumundadır. (Köksal, 2006, s.95). Görüldüğü üzere şairler model şiiri örnek alarak yeni bir şiir oluşturma yoluna gitmişlerdir. Böylece yeni ürünler ortaya çıkmıştır. Aslında sanat tam da bu noktada gelişmektedir. Çünkü bir sanatçıyı beğenip onun sanatına özenmek veya ondan daha iyi sanat eserleri üretmeye çalışmak, sanatın olmazsa olmazlarındandır. Dolayısıyla nazirelere de bu bakış açısıyla bakmak gereklidir. Böylece nazireler Klâsik Türk edebiyatının zenginleşmesinde önemli bir vasıta aracı olmuştur. Yapılan çalışmalar neticesinde şairlerin nazire benzeri şiirler ortaya koyduğu da görülmüştür.3 Bu şiirlerden çalışmayla ilgili olan ve nazireye en çok benzeyen tür “tehzil”dir. Çalışmada incelenen Tırsî’nin şiiri, ilk bakışta nazire gibi görünse de aslında nazirenin bir türü olan tehzil kavramına daha yakındır. Tehzil kavramına bakıldığında “edebiyatta ünlü bir şaire aynı ölçü ve kafiyede şaka ve alay yollu yazılmış benzer şiirdir.” (Pala, 2011, s.445) ifadesi ile karşılaşılmaktadır. Tehzil kavramıyla ilgili biraz daha detaylı bilgi vermek gerekirse, tehzil nazirenin bir türü olup hezl adıyla bilinir. Bu türde nükte esastır ve herhangi bir konu mizahî nitelikler içinde verilebilir. Ayrıca ciddi şiirler de mizahî bir duruma sokularak zarif bir nükte ile anlatılabilir. Daha çok ünlü gazel ve kasideler konu alınır ve günün şartlarına uygun bir eleştiri yapılır. Tehzil bir kişiye ya da bir kurum ve devlet düzeninin eleştirisiyle ilgili yazılabilir. Şair bu türde fikir bakımından özgürce hareket eder. Ayrıca bu türde beyit bağlamında zemin şiire bağlı kalmak söz konusu değildir. Şair vezin ve kafiyeyi esas alarak kendi fikirleriyle hareket edip şiirin özünden ve söyleyiş biçiminden uzaklaşabilir. (Pala, 2011, s.446). Tehzilde şair asıl şiire nükteli bir eleştiri ya da yazıldığı döneme uygun yeni bir söyleyiş getirebilir. Özgürce hareket edebilir ve beyit sayısı olarak zemin şiire bağlı kalmak zorunda değildir. Çalışmanın ‘uygulama’ bölümünde detaylı bir şekilde incelenecek olan Tırsî’nin şiiri de içerik ve konularıyla tehzil kavramının bir örneğini teşkil etmektedir. Nazire ve nazirecilik, Klâsik Türk edebiyatında önemli bir yer teşkil etmektedir. Şairler kendi devrinden önce veya kendi devrinde yaşamış şairlerin şiirlerine benzer ya da farklı şiir yazma yoluna gitmişlerdir. Dolayısıyla nazire yazmak isteyen bir şair model şiiri rastgele seçmez. Nazire yazan şair model şiiri beğenmiş ve bu model şiire benzer bir şiir yazma veya geçme amacıyla yeni bir şiir oluşturmuştur. Bazen de bazı şairler nazireye benzerliği oldukça Bu şiir türleri; tehzil, tazmin, terbi, tahmis, tesdis… (eklemeli nazım şekilleri), selh, muşaare, nakîza, müşterek şiir. Bu türlerle ilgili detaylı bilgi için bk. Köksal, age., s. 49-63. 3 318 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 309 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU yüksek kabul edilen tehzil aracılığıyla şiirlerini oluşturarak yeni bir eda, farklı bir dil, farklı konular ve imajlar kullanmaya çalışmış ve bu şiirlerde mizah yapma yoluna gitmişlerdir. Tırsî’nin Nâbî’nin gazeline tehzil türünde nazire yazması, yaşadıkları yüzyıllar ve edebi kişiliklerinin farklı olması, en az iki farklı şiirin mevcut durumu, iki şairin özgün imajlarla şiirlerini oluşturması, klâsik şiir geleneğinin nasıl bir yol izlediğine dair izler taşıması nedeniyle nazire, karşılaştırmalı edebiyat bilimi açısından incelenmeye oldukça elverişlidir. Karşılaştırmalı Edebiyat Bilimi Bildirinin giriş kısmında da söz edildiği gibi sanatkârların birbirinden etkilenmesi doğal bir durumdur. Bu durum iki eserin karşılaştırmalı olarak incelenmesine imkân verir. Aynı durum edebi metinler açısından da söz konusudur. Bir diğerinden etkilenen iki edebî metni incelemek karşılaştırmalı edebiyat biliminin yolunu açmıştır. Karşılaştırmalı edebiyat bilimi, Goethe’nin çalışmalarıyla ilk tohumlarını atmaya başlar. (Aytaç, 2001, s.3). “Karşılaştırmalı edebiyat bilimi tarihsel olarak da 18.yüzyıl sonu 19. Yüzyıl başlarında arka arkaya yapılan çalışmalarla daha da ilerler4. Karşılaştırmalı edebiyat hâlen gelişmekte olan bir bilim olduğu için farklı tanımlar söz konusu olmuştur. “Karşılaştırmalı edebiyat analoji, akrabalık ve etkileşim bağlarının araştırılması suretiyle, edebiyatı diğer ifade ve bilgi alanlarına ya da zaman ve mekân içerisinde birbirine uzak veya yakın durumdaki olaylarla edebî metinleri birbirine yaklaştırmayı amaçlayan yöntemsel bir sanattır. Yeter ki edebi metinler birçok dile ya da kültüre ait olsunlar: onları daha iyi tanımlayıp anlamak ve onlardan zevk alabilmek için aynı geleneğe ait bulunsunlar. (Rousseau ve Pichois 1994, s.182). Aytaç’ın tanımı ise “Edebiyat eserlerini inceleyen, araştıran edebiyat biliminin bir dalı, karşılaştırmalı edebiyat bilimi’dir. Görevi, işlevi, farklı dillerde yazılmış iki eseri, konu, düşünce ya da biçim bakımından inceleyerek, ortak benzer ve farklı yanlarını tespit etmek, nedenleri üzerine yorumlar getirmektir.” (Aytaç, 2001, s.1). Bu tanımlardan anlaşılacağı üzere karşılaştırmalı edebiyat biliminin temelinde en az iki metni birbiriyle karşılaştırmak söz konusudur. Ayrıca hem farklı edebiyatların hem de aynı geleneğe ait edebiyatların incelenmesi mümkün olmaktadır. Karşılaştırmalı edebiyatın yöntem, amaç ve çalışma alanları zamanla daha net çizgilerle ifade edilmiştir. Sınırlı ve kesin bir alana uygulanan teknik olmadığı vurgulanmış, edebî gelişmelere açık ve sentez zevkine dayanan bir alan olduğu ortaya konulmuştur.(Rousseau ve Pichois, 1994, s.49). Karşılaştırmalı edebiyatın sınırlarının ortadan kalkmaya başlaması, araştırmacıların farklı edebiyat sahalarını merak etmesi karşılaştırmalı edebiyata olan ilgiyi daha da artırmış araştırmacıların da çalışma alanını genişletmiştir. İki metnin karşılaştırmalı olarak incelenebilmesi bazı durumlara bağlıdır. Aynı dilde aynı konuyu işleyen iki eser hangi dönemden olursa farklılık arz etmelidir. Ortak bir konuda bir metin oluşturulsa dahi o konu başka türlü işlemeyle sağlanır. Başka türlüden kasıt ise bakış açısı, anlatım tutumu ve düşünce donanımıdır (Aytaç, 2001, s.14). Görüldüğü üzere, karşılaştırmalı edebiyat bilimi 18.yüzyıl sonlarında ortaya çıkmış, 21.yüzyıla gelindikçe tanımı, amaçları ve yöntemi daha net ortaya konulmuş bir bilimdir. Bu bilim önceleri farklı ulusların edebiyatlarını karşılaştırmayı amaç edinse de zamanla aynı ulusa 1795 yılına Goethe’nin karşılaştırmalı anatomi yazısı (Erster Entwurf einer allgeimenen Einleitung in die Vergleichende Anatomie) yayınlanır. Eser şu sözlerle başlar: “Tabiat tarihi zaten karşılaştırmaya dayanır.” 4 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O310 O K 319 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ait edebiyatları da karşılaştırmayı da kapsamı içine almıştır. Bu edebiyat biliminde amaç, iki farklı edebiyatın güzelliklerini, kendine ait değerlerini ortaya koymaktır. Karşılaştırmalı edebiyat neticesinde edebiyat alanıyla birlikte sosyal ve kültürel alanda da bilgiler elde edebilme imkânı doğmaktadır. Nazireler de etki, taklit, benzerlikler ve farklılıklar söz konusu olduğu için nazirelerin karşılaştırmalı olarak incelenmesine imkân vermektedir. Dolayısıyla bildiride karşılaştırmalı edebiyat biliminin imkânlarından faydalanarak Nâbî’nin görmüşüz redifli gazeli ile ona aynı redifle nazire türünde tehzil yazan Tırsî’nin şiiri karşılaştırmalı edebiyat bilimi bağlamında incelenmeye çalışılmıştır. Yöntem ve Uygulama: Nâbî’nin Görmüşüz Redifli Gazeli ile İbrahim Tırsî’nin “Aynı” Redifli Gazelinin Karşılaştırmalı Edebiyat Bilimi Bağlamında İncelenmesi Yöntem: Bildiride temel kaynak eser olarak kullanılan Gürsel Aytaç’ın “Karşılaştırmalı Edebiyat Bilimi” adlı kitabının, “yöntem” bölümünde karşılaştırmalı edebiyat çalışmasının nasıl yapılmasına gerektiğine dair yol gösterici birtakım bilgiler verilmiştir. Eserin “yöntem” kısmı detaylı olarak incelendiğinde bu bilgiler aşağıda maddeler hâlinde gösterilmiştir:  Karşılaştırmalı edebiyat biliminde asıl beklenti, söz konusu araştırmacının karşılaştıracağı eserlerde o yazarların, ortak konuyu ya da motifleri “nasıl” işlediklerini belirlemesi gerekmektedir.  Eserlerin incelenmesinden önce o eserlerin yazarları hakkında tanıtıcı bilgiler verilmelidir.  Ortak konu, motifler tek tek incelenmeli, işlenişteki farklılıklar, uygulanan inceleme yöntemi çerçevesinde belli bir zemine oturtulmalıdır.  Farklı dönemlere ait eserler incelenirse ortak konu ve motiflerin işlenişindeki edebî ve düşünsel akımla ilgili farklılıklar ortaya çıkarılmalıdır.  Seçilen eserlerin neden seçildiğini göstermek gereklidir.  İki eser arasında benzerlikler ortaya konulmalıdır. Araştırmacı, alıcı yazarın kendi yaratısına yeni olarak neler kattığını bulup göstermelidir. (Aytaç, 2001, s.77-86). Yukarıda aktarılan bu maddeler, çalışmanın yol haritası niteliğinde olmasının yanında bir karşılaştırmalı edebiyat bilimi çalışmasının nasıl olması gerektiğine dair de oldukça önemlidir. Aytaç, eserinde, karşılaştırmalı edebiyat bilimi incelemelerinde yol gösterici bilgiler aktarsa da “karşılaştırmalı edebiyat biliminde yöntem birliğinin olmaması aslında yöntem çeşitliliğine de yol açmaktadır” demektedir. (Aytaç, 2001, s.86). Böylece araştırmacılar, yeni bakış açıları, yeni tasnifler sunmaları bakımından oldukça elverişli bir alan bulmakla birlikte istediği metotta karşılaştırmalı edebiyat çalışması yapabilme imkânı elde etmektedir. Karşılaştırmalı edebiyat çalışmalarıyla ilgili olarak, yapılan taramalarda iki eserin karşılaştırmalı inceleme yönteminde farklı sınıflandırmalar yapıldığı gözlemlenmiştir. 320 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 311 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU Dolayısıyla bu alanda hâlâ net bir sınıflandırma olmamakla birlikte yeni sınıflandırmaların da denenebileceği açıktır. Klâsik edebiyat alanında, özellikle iki gazelin karşılaştırmalı edebiyat çerçevesinde incelemelerin söz konusu olduğu çalışmalarda genellikle biçim ve içerik yönünden karşılaştırmalara gidildiği tespit edilmiştir. Çalışmada bu çerçevenin dışına çıkılmamaya çalışılmıştır. Bu alanda yapılan biçim incelemesinde genel bakış açısına uymakla birlikte içerik kısmında birtakım farklı uygulamalar denenmiştir. Özetle; Gürsel Aytaç’ın da sunduğu metotlardan da yararlanılarak Nâbî’nin “görmüşüz” redifli gazeli ile İbrahim Tırsî’nin “aynı” redifli gazeli şu başlıklar altında karşılaştırmalı olarak incelenecektir: A. Biçim Nazım şekli  A.1. Ahenk Unsurları  Vezin  Kâfiye-Redif  Tekrarlar  Terkipler B. Muhteva  Anlatma problemi ve bakış açısı  Konu ve sosyal zemin  Tür  Şahıs kadrosu  Zaman ve mekân  Edebî sanatlar  Dil ve üslûp İki gazeli karşılaştırmalı olarak incelemeden önce gazelleri ve günümüz Türkçelerine çevirilerini vermek yerinde olacaktır. Şiirlerin Günümüze Türkçelerine Çevirileri Nâbî’nin Görmüşüz Redifli Gazeli 1. 2. Bâğ-ı dehrün hem hazânın hem bahârın görmişüz Biz neşâtun da gamun da rûzgârın görmişüz Çok da mağrûr olma kim mey-hâne-i ikbâlde Günümüz Türkçesine Çevirisi 1. 2. Biz bu dünya bahçesinin hem sonbaharını hem de ilkbaharını görmüşüz. Biz sevincin de üzüntünün de çağını / zamanını görmüşüz. Talih meyhanesinde çok da gururlanma ki biz gururdan sarhoş olan binlercesinin B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O312 O K 321 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM 3. 4. 5. 6. 7. Biz hezârân mest-i mağrûrun humârın görmişüz 3. Tûb-ı âh-ı inkisâra pâydâr olmaz yine Kişver-i câhun nice sengîn hisârın görmişüz 4. Bir hurûşiyla ider bin hâne-i ikbâli pest Ehl-i derdün seyl-i eşk-i inkisârın görmişüz Bir hadeng-i cân-güdâz-ı âhdur sermâyesi Biz bu meydânın nice çâpük-süvârın görmişüz Bir gün eyler dest-beste pâygâhı câygâh Bî-‘adet mağrûr-ı sadr-ı i‘tibârın görmişüz Kâse-i deryûzeye tebdîl olur câm-ı murâd Bu bezmün Nâbiyâ çok bâde-hârın görmişüz 5. 6. 7. İbrahim Tırsî Görmüşüz Redifli Gazeli 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. 9. Biz bu şehrün kış güni yağmurla karın görmişüz Cümle etfâlün kızaklarla kayarın görmişüz Hîç göz açdurmaz dipi kör odabaşıya müdâm Çec gibi esüp savurmanun ne kârun görmişüz Açılup lâle gibi dâg-ı derûn oldı bana Hâsılı soğuklarun vâfir zırârın görmişüz İstesen bir yük kömür dirler bu ne yüz karası Buna kâni‘ olmayup evden kovarın görmişüz Dostluğı hovardagânun cümle buz üstindedür Kaldırım yeniçerisinün vakârın görmişüz Gabgabı kûtehdür av almaz dimek bühtân olur Mîr-i Burnazın bu kış sayd u şikârın görmişüz Rûm ili beygirleri tenbel olur sanma sakın Dobrıca etrâfınun eşkin tavarın görmişüz Bir kapuya varsa bir âdem eli boş hâdimân Nerdübândan yok ağa diyü savarın görmişüz Ardına düşüp zağarlar gibi eyler cüst ü cû Ehl-i sûkun rûz ü şeb kârın ararın görmişüz 322 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K ayıldıktan sonraki baş ağrısını görmüşüz. Biz, yine kalbi kırılmış olanların ah toplarının karşısında makam sahiplerinin ülkesindeki taştan kalelerin ayakta kalamayıp yıkıldıklarını görmüşüz. Bir coşkusuyla bin mutluluk evini yıkar. Dert ehlinin kırılmış gözyaşlarının selini görmüşüz. Sermayemiz olan ah okuyla hızlı at binen, sırtı yere gelmez denilen birçok süvarinin bu meydanda yere serildiklerini görmüşüz. Biz, en yüksek makamlarda olup gururlanan sayısız insan gördük ki, bir gün eşik önünde el bağlayıp durduklarını görmüşüz. Ey Nâbî! İstek kadehi dilenci kadehine döner. Çünkü biz bu mecliste çok şarap içen görmüşüz. Günümüz Türkçesine Çevirisi 1. Biz bu şehirde kış mevsiminde yağmur ve kar görmüşüz. Bütün çocukları da kızaklarla kayarken görmüşüz. 2. Kör olan odabaşıya devamlı hiç göz açtırmaz. Tahıl yığınları gibi esip savurmanın ne zaman kârını görmüşüz. 3. Lale gibi açılıp gönül yarası oldu bana. Sonuçta soğukların çokça zararını görmüşüz. 4. Bir yük kömür istesen bu ne yüz karası derler. Bu kömüre de kanaat getirmeyip evden kovanları görmüşüz. 5. Hovarda olanların hepsinin dostluğu buz üstündedir. Bu hovardalarda kaldırım yeniçerisinin vakarlı duruşunu görmüşüz. 6. Çenesi kısadır avcılık yapmaz demek ona iftira olur. Burnaz’ın bu kış tuzak ve avcılığını görmüşüz. 7. Sakın Rum ili beygirlerinin tembel olduğunu zannetme. Dobruca etrafında eşek ve davarları görmüşüz. 8. Bir insan eli boş bir şekilde bir kapıya vardığında, hizmetçilerin merdivenden ‘ağa yok’ diyerek gönderdiklerini görmüşüz. 9. Köpekler gibi ardına düşerek araştırma yaparlar. Sükun ehlinin (sessiz olanların) gece ve gündüz kârını aradıklarını görmüşüz. 10. Bizim bostanların karpuzu gerçi çok iridir. Mevsiminde Lanka hıyarının çok güzel olduğunu görmüşüz. 313 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU 10. Pek iridür bûstânlarun Mevsiminde görmişüz 11. Tırsîyâ çok râhatde ol Sen kılıklı görmişüz. karpuzı gerçi bizüm Lankanun böyle hıyarın 11. Ey Tırsi çok koşuşturup gezme otur rahatta ol. Sen gibi cezbe ehlinin itibarını görmüşüz. çok yelüp gezme otur ehl-i cerrün i‘tibârın İki şiir karşılaştırılmalı olarak incelenmeden önce şairlerimiz tanıtılmış ve biyografileri ve edebî kişilikleri ile ilgili benzerlikler ve farklılıklar ortaya konulmuştur. Uygulama 1. Şairler Hakkında Tanıtıcı Bilgiler ve Karşılaştırmalı İncelenmesi Nâbî5 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. 9. 10. 11. 12. 13. 14. 15. 1642’de Şanlıurfa’da doğdu. 1712’de İstanbul’da vefat etmiştir. Altı padişah dönemi görmüştür. Bu padişahlar; İbrahim, IV.Mehmed, II.Süleyman, II.Ahmed, II.Mustafa, III.Ahmed. Çocukluğunu ve ilk gençlik yıllarını Urfa’da geçirmiştir. Burada iyi bir eğitim alıp, Arapça ve Farsça öğrenmiştir. 1666 yılında İstanbul’a gelmiştir. İstanbul’da Damat Mustafa Paşa ile tanışmış ve bu vesileyle divan kâtipliğine getirilmiştir. Divan kâtipliğinden sonra Mustafa Paşa’nın kethüdalığını yapmıştır. Mustafa Paşa’nın ölümünden sonra Halep’e yerleşmiş ve burada evlenmiştir. III. Ahmed ve II.Mustafa tahta çıktığı zaman onlara birer tane cülus kasidesi göndermiştir. 1710 yılında Sadrazam Baltacı Mehmet Paşa’nın vesilesiyle İstanbul’a geri dönmüştür. İstanbul’daki son devrinde şiir ve kültür çevrelerince zamanın şeyhü’şşuarâsı olarak kabul edilmiş ve büyük bir takdir görmüştür. İstanbul’daki son devrinde darphane eminliği, başmukabelecilik, mukâbele-i süvari mansıplığına getirilmiştir. Nedim, Seyyid Vehbî, Mustafa Sami Bey gibi şairlerle müşaareleri de son döneme rastlar. Hoşsohbet, kültürlü, zeki, çok güzel konuşan, şiire kazandırdığı hikemî tarz dolayısıyla kendisinden sıkça söz edilen bir sanatkârdır. Anlamı ön planda tuttuğu İbrahim Tırsî6 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. 9. 10. 11. 12. 13. 14. 15. 16. 17. Doğum tarihi hakkında net bir bilgi yoktur. Vefat tarihiyle ilgili olarak 1727, 1754, 1766 gibi tarihler gösterilir. 18.yüzyıl şair ve hattatlarındandır. Hattatlıktan başka kâtiplik ve kâğıt eminliği yapmıştır. Yine manzumelerinden defterdarlık yaptığı, maliyede çalıştığı, hocalık ettiği, tersanede kaptanlık yaptığı, bezistanda Hint malları satan bir dükkânı olduğu bilinmektedir. Doğum yeri ve soyu hakkında bir bilgi bulunmamaktadır. Divanındaki şiirlerden Uşak’ta doğduğu ve gayr-i müslim olduğu tahmin edilmektedir. İstanbul’dayken bulunduğu semtleri şiirlerinde anlatır. Yine şiirlerinden Edirne ve Balkanlar bölgesine gittiği tahmin edilmektedir. İstanbul’da Defterdarlık Mektubî Kalemi Baş Halifesi Sinek Ahmed’ten Divân-ı Hümâyûn’da ferman ve beratların yazımında kullanılan dîvânî ve diğer yazı türlerini öğrenir. Şiirlerinde çok kitap karıştırıp, iyi bir eğitim aldığından söz eder. Tırsî, kendinden önceki şiir geleneğinin parodisini yapmıştır. Orijinalliği az, argo ifadelerle yüklü bir şiir tarzını benimser. Hezel tarzında şiirler yazmıştır. Tırsî için şiirde bir anlam ve amaç yoktur; beklediği, sadece eğlenmek ve eğlendirmektir. Tırsî, kendi muhitinin ve devrinin günlük hayatıyla alâkalı bütün konularla ilgilenmiştir. Mücerret mefhumlar yerine, gerçek ve somut dünya ile ilgilenmeyi yeğler. Nâbî’nin biyograsi ve edebi kişiliğine ait bilgiler Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisinden alınmıştır. Abdulkadir Karahan, (2206), “Nâbî”. İslâm Ansiklopedisi. C. 32. İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yay. s.258-260. 6 İbrahim Tırsî’nin biyograsi ve edebi kişiliğine ait bilgiler Doç. Dr. Kadriye Yılmaz’ın hazırlamış olduğu İbrahim Tırsî divanından alınmıştır. Kadriye Yılmaz, İbrahim Tırsî ve Dîvânı, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğü Yayınları, Ankara 2017 5 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O314 O K 323 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM 16. 17. 18. 19. manzumelerinde hem düşünen hem düşünmeye sevkeden ifadelere sahip bulunduğundan Türk şiirindeki hikemî tarzın temsilcisi olarak görülmüştür. Sosyal meselelere işaret edip onları eleştirirken çözüm yolları da önerir. Mevcut dünya ve hayat görüşü, ondan sonra bu tarzda şiir yazanların çoğalmasına ve Nâbî okulu diye adlandırılabilecek hikemî bir şiir okulunun doğmasına yardımcı olmuştur. Sebk-i Hindî’nin en başarılı mümessillerinden biri olarak kişiliğini ve sanat kudretini koruyabilen şairlerin de önemlilerindendir. Mahallîleşme cereyanı onun manzumelerinde daha açık şekilde görülür. Manzum Eserleri 1. Divan 2. Divançe 3. Hayriyye 4. Tercüme-i Hadîs-i Erbaîn 5. Hayrâbâd 6. Surnâme Mensur Eserleri 1. Tuhfetü’l-Haremeyn 2. Münşeât 3. Fetihnâme-i Kamaniçe 4. Zeyl-i Siyer-i Veysî 18. Divan şiirinin en önde gelen konularından biri olan aşka yer vermez. Eserleri 1. Divan Elde edilen bilgilerden yola çıkarak İbrahim Tırsî’nin gençlik çağı Nâbî’nin vefat etmeden önceki son yıllarına rastladığı düşünülmektedir. Her iki şairde ömrünün büyük bölümünü İstanbul’da geçirmiştir. Nâbî’nin çocukluktan itibaren iyi bir eğitim aldığına kaynaklarda rastlanırken, Tırsî de şiirinde iyi bir eğitim aldığını ifade eder. Nâbî ve Tırsî’de devlet kademesinde çalışmıştır. Her iki şairde kâtiplik yapmıştır. Hem Nâbî hem Tırsî sosyal konulara yer vermiştir. Ancak Tırsî’de gündelik hayat daha ağır basar. Her iki şairde mahallîleşme akımına özgü şiirler oluştururken Tırsî’de mahallî unsurlar çok daha fazladır. Nâbî’nin hangi yılda doğup vefat ettiği bellidir. Ancak Tırsî’de belli değildir. Nâbî 17. yüzyıl şairi iken Tırsî 18. yüzyıl şairi olarak kayıtlarda geçer. Nâbî Arapça ve Farsça bilmektedir. Tırsî’de böyle bir bilgi yoktur. Nâbî’nin Çorlulu Ali Paşa’dan dolayı zarar gördüğü, Tırsî’nin ise Çorlulu Ali Paşa’ya divanını sunduğu bilgisi bulunmaktadır. Nâbi şiir ve kültür çevrelerince zamanın şeyhü’ş-şuarâsı olarak kabul edilmiş, Tırsî ise kendi döneminde usta bir hezel şairi olarak tanınmıştır. Nâbî hikemî tarzıyla klâsik şiir geleneğinin çizgisini korurken Tırsi klâsik şiir geleneğinden uzak bir görüntü sergiler. Nâbî hem mensur hem de düzyazı tarzında çok sayıda eser ortaya koyarken Tırsî’nin elde sadece divanı bulunmaktadır. Nâbî öğüt verme amaçlı şiirler ortaya koyarken Tırsî tam tersine şiirde eğlenmeyi amaç edinir. 324 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 315 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU 2.Şiirlerin Biçim ve Ahenk Unsurları Bakımından Karşılaştırılması Nâbî’nin şiiri Nazım şekli Nazım birimi Ölçü Kafiye örgüsü Uyak-redif Mısra sayısı Kelime tekrarları: Sesgruplarının tekrarları: Terkipler: Tırsî’nin şiiri Gazel Beyit Aruz fâilâtün/ fâilâtün/ fâilâtün/ failün aa/ba/ca/da/ea/fa/ga âr: mürdef kafiye, ın görmüşüz: redif 7 beyit/14 mısra/107 kelime Hem, görmişüz, biz, ikbâl, olma ve olmaz, âh, nice, bu, bezm, inkisâr Dehrün, neşâtun, gamun, câhun, derdün, bezmün, mağrûrun, humârın, hazânın, rûzgârın, meydânın, sengîn, hisârın, itibârın inkisâr, pâydâr, süvâr, mey-hâne, hâne Bâğ-ı dehrün, mest-i mağrûrun, kişver-i câhun, ehl-i derdün, meyhâne-i ikbâl, bin hâne-i ikbâl, tûb-ı âh-ı inkisâr, seyl-i eşk-i inkisâr, mağrûr-ı sadr-ı i‘tibâr Gazel Beyit Aruz fâilâtün/ fâilâtün/ fâilâtün/ failün aa/ba/ca/da/ea/fa/ga… âr: mürdef kafiye, ın görmüşüz: redif 11beyit/22 mısra/ 154 kelime Biz, bu, görmişüz, gibi, kış, bir, çok, ehl şehrün, etfâlün, savurmanun, derûn, soğuklarun, esüp, hovardagânun, yeniçerisinün, etrâfınun, Lankanun, cerrün, kârun, bûstânlarun, açılup, olmayup, düşüp, yelüp, Dostluğı, Hâsılı, karası, Gabgabı, yağmurla, karla, karın, zırârın, kovarın, vakârın, Burnazın, şikârın, eşkin, tavarın, savarın, ararın, hıyarın, i‘tibârın dâg-ı derûn, Mîr-i Burnazın, Ehl-i sûkun, ehl-i cerrün, cüst ü cû, rûz ü şeb A. Ahenk 2.1.2.1.Biçim 2.1. Nazım Şekli ve Nazım Birimi: Nâbî ve Tırsî’nin şiirlerinde (şekil) özelliklerine bakıldığında benzerlikler görülür. Her iki şairde klâsik Türk şiirinin en yaygın kullanılan şekillerinden olan gazel nazım şeklini kullanmıştır. İki şiirde dış yapı olarak farklılık beyit sayılarındadır. Nâbî’nin şiiri 7 beyit 14 mısra iken Tırsî’nin şiiri 11 beyit 22 mısradır. Tırsî’nin şiirinin beyit sayısının fazla olmasından dolayı Nâbî’nin şiirine göre kelime sayısı fazladır. Gazellerinin beyit sayısının 5/11 olması şairlerin geleneğin dışına çıkmadığının bir göstergesi olarak yorumlanabilir. 2.2.Ahenk Unsurları 2.2.1.Vezin: İki şiir de aruzun 15’li klâsik fâilâtün/ fâilâtün/ fâilâtün/ failün kalıbıyla yazılmıştır. Her iki şair klâsik Türk şiirinde en çok kullanılan kalıplardan biri olan bu kalıbı tercih etmiştir. Tırsî zemin şiirdeki aynı kalıbı koruma yoluna gitmiştir. Nazire yazmanın avantajlarından biri de hazır kalıplardır. Tırsî de yazmış olduğu tehzil türündeki nazirede Nâbî’nin şiirindeki hazır kalıbı kullanmıştır. 2.2.2.Kafiye, Redif ve Örgü: Klâsik Türk şiirinde kafiye ve redifin rolü oldukça büyüktür. Şiirin ahengini sağlamada önemli bir rol üstlenirler. Redif hem anlama hem de forma katkı sunar. Redif simetrik tekrarı ile B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O316 O K 325 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM belli kavramları ve konuları bir araya toplar. Böylece şiiri bir atmosfere sokar. (Akün, 1994, s.402). Tanpınar da şiir de asıl temanın kafiye ve redif olduğunu, şairin ilhamının büyük bir bölümünü oluşturduğunu, hayal ve duygunun kafiye ve redif etrafında kurulduğunu söyler. (Tanpınar, 1997, s.20). Şiirlere bakıldığında her iki şiirin kafiye ve redifinde benzerlikler görülür. Her iki şiirde kafiye bir sesli bir sessiz harften oluşan mürdef kafiyedir. Redifler “ın görmüşüz” dür. Tırsî’nin tehzilinde hazır kalıbı kullandığı gibi hazır kafiye ve redifi de kullandığı görülmektedir. Her iki şiirinde kafiye örgüsü aa/ba/ca/da/ea/fa/ga şeklindedir. Tırsî, şiirini aynı redif, aynı kafiye ve aynı vezinde yazmasına rağmen beyit sayısını aynı tutmamasının nedeni zemin şiiri geçme arzusu ya da zemin şiiri çok beğendiği ve bundan dolayı da şiirini uzattığı yorumları yapılabilir. 2.2.3.Tekrarlar: Şiirde kullanılan tekrarlar ahengi ve ritmi artırmada önemli bir rol üstlenirler. Bu tekrarlar sadece kafiye ve redif değil dizeler arasındaki simetrik kelime ve harf tekrarlarıdır. Ayrıca Arapça ve Farsça terkipler de şiirin yapısına ve ritmine katkı sağlar. Bu bağlamda her iki şairin şiirindeki tekrarlara bakıldığında benzerlikler ve farklılıklar mevcuttur. Her iki şairde kelime tekrarının fazla olduğu görülür. Nâbî’nin beyit sayısı Tırsî’nin beyit sayısına göre daha az olmasına rağmen şiirde kullandığı kelime tekrarları daha fazladır. Her iki şairin ortak kullandığı kelime tekrarları; “biz, bu, görmüşüz” kelimeleridir. Ses gruplarının tekrarı her iki şiirde oldukça fazladır. Tırsî’nin tehzilinde ses gruplarının tekrarı Nâbî’nin şiirine oranla daha fazladır. Her iki şairde ortak ses grupları ise “ün, un, ın” sesleridir. Bu ses grupları şiirde oldukça yer kaplamaktadır. Her iki şairin şiirinde ses ve kelime tekrarlarına yoğun bir şekilde yer vermesi şiirin ritmini artırma niyetiyle ilgilidir denilebilir. Böylece ahenk arka plana atılmamış; söyleyiş de ön planda tutulmuştur. 2.2.4.Terkipler: Terkip, Arapça ve Farsça tamlamalarla ilgili kullanılan bir kavramdır. Şiirde kullanılan terkiplere bakıldığında Nâbî’de terkip sayısı Tırsî’ye göre daha fazladır. Nâbî çok sayıda ikili ve üçlü Farsça terkip kullanmasına rağmen Arapça terkip kullanmaması dikkat çekicidir. Tırsî ise az sayıda terkip kullanmasına rağmen hem Arapça hem de Farsça terkipler kullanmıştır. Terkipler de şiirdeki ahenge katkı sağlamıştır. Tırsî’nin daha sade bir Türkçe ile şiirini yazmasına rağmen az sayıda terkip kullanması, klâsik Türk şiir geleneğine hâkim olduğunu ve isterse bu tarzda da şiirler oluşturabileceği yorumları yapılabilmektedir. 3. Şiirlerin Muhteva Bakımından Karşılaştırılması 3.1. Anlatıcı Problemi ve Bakış Açısı: Her iki şiirde kullanılan anlatıcı tipi benzerdir ve “biz” anlatıcısı kullanılmıştır. Nâbî şiirinde ‘ben’ anlatıcısı yerine ‘biz’i tercih etmiştir. Bu tercihinin nedeni onun mütevazı kişiliğiyle ilgili olarak açıklanabilir. Nâbî, hikemî üsluba uygun bir anlatıcıyı seçmiştir. Tırsî de tehzilinde Nâbî ile aynı anlatıcı tipini tercih ederek ‘biz’ anlatıcı tipini kullanmıştır. Tırsî zemin şiirle aynı redifle şiirini oluşturduğundan aynı anlatıcı tipine yönelmiştir. 326 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 317 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU Şairler biz anlatıcısını kullanıp şiirde birinci çoğul şahıs ağzıyla konuşmalarına rağmen arka planda birinci tekil şahıs ağzı söz konusudur. Dolayısıyla şairler şiirde aynı zamanda anlatıcı konumundadırlar ve şiire dâhil olup, anlatılanların içindedirler. Bu hâliyle her iki şiirde “kahraman bakış açısı” ile anlatılmış gibidir. Ancak şiirde “gözlemci bakış açısı” da görülebilmektedir. Çünkü şair şiirde misal verdiği konuları yakından görmüş ama o konulara dâhil olmamış gibidir. Eğer okur şairin şiirdeki olayları da yaşadığına kanaat getirirse kahraman bakış açısı, eğer şairin şiirdeki olayları yaşamadığını düşünürse gözlemci bakış açısı söz konusudur denilebilir. Araştırmacının kanaati ise şair, görmüşüz redifiyle sadece görmekle kalmamış anlattığı konulara dâhil olmuş ve bunları yaşamıştır. 3.2.Konu ve Sosyal Zemin: Klâsik Türk şiirinde şairlerin gazel yazma nedenleri arasında, aşk, şarap, ayrılık, sevgili gibi konular sayılabilir. Dolayısıyla şairin şiirini oluşturmak için bir neden söz konusu olmalıdır. Nâbî’nin şiirine bakıldığında da klâsik gazel konusunun dışında hikemî, ahlakî bir üslup sezilmektedir. Bu durum Nâbî’nin yaşadığı 17. yüzyılın bir özelliğidir. Nâbî bu dönemde hikemî üslupla şiirler yazma yoluna gitmiş adeta bir ekol oluşturmuş ve ondan sonra gelen bazı şairler de bu üslupla şiirler yazmışlardır. Nâbî yaşadığı yıllar itibariyle iki döneme denk gelmiştir. Bunlar; Osmanlı’nın duraklama devri ve Karlofça antlaşması ile gerilemeye başladığı gerileme devridir. Duraklama devri askeri, eğitim ve ekonomi alanında bozulmaların başladığı bir dönemdir. Halkın devlete olan güveni azalmış ve iç isyanlar başlamıştır. Bunun neticesinde ıslahat çalışmalarına ağırlık verilmiştir. Bu dönemlerde Divan şiiri bir önceki yüzyılın sağlam temelleri üzerinde ilerler. Hikmet şairi Nâbî’nin yanında usta kasideci Nef’i, samimi söyleyişiyle Şeyhülislam Yahya ve Sebk-i Hindi’nin ilk temsilcileri Nâilî ve Neşâtî göze çarpar (Pala, 2011, 123). Nâbî’nin şiirini neden yazdığına dair bilgiler mevcuttur. Nâbî İstanbul’dan ayrılıp Halep’e yerleştikten bir süre sonra III. Ahmed’in damadı ve sadrazamı Çorlulu Şehid Ali Paşa Nâbî’nin malikânesini elinden almış ve aylığını kesmiştir. Ancak bu durum uzun sürmemiştir. Bu vakitlerde de Nâbî’nin bu duruma istinaden “görmüşüz” redifli gazelini oluşturduğu söylenmektedir. (Karahan,258-260). Nâbî’nin gazelindeki konular; hüzün ve sevinç, kibre kapılmama, mazlumların ahını almama, kalp kırmama ve adaletin önemi gibi ahlakî konulardır. Nâbî’nin şiiri ele aldığı konular itibariyle yek-ahenk gazel özelliğini göstermektedir. Tırsî ise bir hezel şairi olarak tehzil türünde şiirler yazmasıyla bilinmektedir. Şair yazdığı şiirde zemin şiir olarak Nâbî’nin şiirini seçmiştir. Çünkü tehzilde konu bakımından ciddi şiirler tercih edilir ve amaç ciddi bir şiiri mizahi bir duruma sokmaktır. (Köksal, 2006, s.50). Tırsî de ciddi bir şiir özelliği gösteren Nâbî’nin şiirini tercih etmiştir. Tırsî’nin şiirini yazdığı dönem olan 18.yüzyılda farklı edebî akımlar söz konusu olmuştur. I8. yüzyılda Divan şiiri İran edebiyatından uzaklaşarak bir parça mahallîleşir. Nedim İstanbul Türkçesini kullanarak orijinalliği göze çarpar. Sebk-i Hindi devam eder ve en güçlü temsilcisi Şeyh Galip’tir. Galip dışında Enderunlu Fazıl, Koca Ragıp Paşa, Fıtnat gibi şairler de bu akımla şiirlerini oluşturur. (Pala, 123). Tırsî’nin mahallîleşme akımı çerçevesinde şiirini oluşturduğu ve şiirinde mahallî unsurları kullandığı görülür. Tırsî’nin şiirinde ele aldığı konular; mevsimler, tutumluluk, soğuk havalar, kanaat, dostluk, Burnaz Bey, hayvanlar (beygir, eşek, davar), iyilik görmemek, gıdalar, karpuz ve hıyar gibi gündelik mefhumlardır. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O318 O K 327 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM Görüldüğü üzere iki şiir arasında konu bakımından benzerlikten ziyade farklılıklar göze çarpar. Nâbî’nin şiirlerinde hâkim olan konu iyi insan olmak, adaletli davranmak, mazlumların ahını almamak gibi öğeler üzerine kuruluyken Tırsî’nin şiirlerinde hâkim olan konu gündelik hayatta karşılaşılan durumlar, mevsimler, çevresindeki insanların tavırları, gıdalar ve yiyecekler gibi öğelerin üzerine kuruludur. Ancak Tırsî’nin gazellerinde mahalli unsurlar, gündelik yaşam hâkim olmasına rağmen bazı beyitlerinde hikemî üslubu da yansıtması açısından Nâbî ile benzerlik gösterir. Mesela ikinci beyitte esip savurmanın yani gereksiz yere harcama yapmanın faydasının olmayacağı, dördüncü beyitte kanaatın önemi, sekizinci beyitte insanın başkalarına muhtaç kalabileceği konular nasihat niteliğinde olduğu için Nâbî’nin şiiriyle çok az da olsa benzerlik arz etmektedir. Her iki şiirin benzer bir yönü de yeni arayışların bir sonucu olmasıdır. 17. ve 18. yüzyıl klâsik şiirimizde yeni arayışların olduğu, yeni konuların eklendiği bir dönemdir. Her iki şiirde bu hâliyle kendi dönemlerini yansıtmışlardır. 3.3. Şahıs Kadrosu: Edebî metinde yer alan insan veya insan hüviyetinde aktarılan diğer varlıklar ve kavramlar şahıs kadrosu içinde yer alırlar. (Aktaş, 2005: 133). Klâsik şiirde genellikle âşık, rakip ve sevgili tipi söz konusudur. Yani şahıs yerine tip kullanılır ve genellikle başka şahıslara yer verilmez. Çünkü klâsik şiirde çerçeve genellikle bu üçlü etrafında kurulur. Bu bağlamda her iki şiire bakıldığında klâsik Türk şiiri geleneğinden farklı bir durum söz konusu olmuştur. İki şiirde de âşık, rakip ve sevgili dışında şahıslar yer almıştır. Bu özelliğiyle her iki şiir benzerlik gösterir. Ancak Tırsî’de yer alan şahıs sayısı Nâbî’nin şiirine göre daha fazladır. Nâbî’de yer alan şahıs kadrosu; “biz, ehl-i derd, çapük-süvar şairin kendisidir. Tırsî’nin şiirindeki şahıs kadrosu ise “biz, etfal, odabaşı, hovarda olan insanlar, yeniçeri, Mîr-i Burnaz, bir âdem, hizmetçiler ve şairin kendisidir.” Nâbî’de kullanılan şahıslar istiare olarak kullanılırken, Tırsî’de istiareli değil bizzat günlük hayatta yaşayıp karşılaştığı şahıslardır. 3.4. Zaman ve Mekân: Zaman ve mekân incelemesi klâsik Türk şiiri incelemelerinde üzerinde pek durulmayan bir konudur. Yeni Türk edebiyatı sahasında metin tahlillerinde zaman ve mekân incelemesi geniş bir yer tutmaktadır. Ancak klâsik Türk edebiyatında böyle bir durum pek söz konusu değildir. Disiplinlerarası yapılan çalışmalar klâsik Türk edebiyatı sahasında da böyle incelemeler yapabilme imkânı sunmaktadır. Bu tarz incelemeler yapmak günümüz okurlarının klâsik Türk edebiyatına ilgisini biraz daha artırabileceği kanısı taşınmaktadır. Şiirlere bakıldığında Nâbî’nin şiirinde net bir zamandan söz edilmez. Ancak ‘görmüşüz’ redifinden yola çıkılarak şairin geçmiş zamanı kastetmesiyle birlikte öğüt verici bir üslupla şiirini oluşturduğu için ayrıca gelecek zaman da ima edilmektedir. Tırsî de ise zaman oldukça bellidir ve birden fazla zaman söz konusudur. Şair, 1-6 beyitleri arasında zaman olarak kış mevsimini konu edinirken, 9. Beyitte gece ve gündüzü 10. beyitte ise yaz mevsimini konu edinmektedir. Nâbî’de geçmiş zaman daha baskın iken Tırsî’nin şiirinde kış ve yaz mevsimi baskındır. Nâbî’nin kullandığı zaman dilimi hikemî tarzın bir göstergesi durumundadır. Şiirinde adeta 328 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 319 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU geçmişten ders alıp gelecekte de ona göre hareket edilmesi gereken bir hava sezilmektedir. Tırsî de ise böyle bir durum söz konusu değildir. Tırsî mahallileşmenin bir özelliği olan gündelik dille şiirlerini oluşturmaya çalıştığı için sanki o an yaşadığı mevsimi konu edinmiş gibidir. Özelikle ilk altı beyitte kış mevsimine ağırlık vermesi şiirin kış mevsiminde yazıldığı izlenimi vermekle birlikte kışın yaşadığı durumları da yansıtmış gibidir. Mekân ise şiirde konunun geçtiği yerlerdir. Her iki şairin şiirinde mekân unsuru oldukça fazla kullanılmıştır. Nâbî’nin şiirinde hemen her beyitte ayrı bir mekân söz konusudur. Şiirde sırasıyla geçen mekânlar; dünya, meyhane, ev, meydan, eğlence meclisidir. Ancak bu şiirde geçen mekânlar soyuttur ve metafor olarak kullanılmıştır. Bu mekânlar da dünya kastedilir ve dünyanın geçiciliğine vurgu yapılır. Şairin klâsik şiir çizgisinde hareket edip mekânları istiareli bir şekilde kullandığı yorumları yapılabilir. Tırsî’de de mekân oldukça fazla yer kaplar. Bu mekânlar sırasıyla, şehir, ev, Rum ili, Dobruca ve bostandır. Tırsî’nin kullandığı mekânlar, Nâbî’deki gibi soyut değil somuttur. Bizzat o mekânlarda neler olup bittiğini bilmektedir. O mekânlara gitmiş, yaşamış ve hakkında bilgi edinmiş gibidir. Tırsî şiirinde somut mekânlara yer vermesiyle gelenekten ayrılır ve değişime ayak uydurduğunu göstermektedir. 3.5.Edebî Sanatlar: Edebî sanatlar şiirlerin etkisinin artırması açısından oldukça önemli işleve sahiptirler. Klâsik Türk şiirinde edebî sanatlar yoğun bir şekilde kullanılmaktadır. Her iki şairin şiirine bakıldığında edebi sanatlar söz konusudur. Nâbî’nin gazeline bakıldığında; 1.beyitte, bağ-ı dehrün (dünya bahçesi) tamlamasıyla dünya bahçeye benzetildiği için teşbih-i beliğ, 1. mısrada yer alan hazan ve bahar kelimeleri ile de 2. mısrada yer alan gam ve neşat kelimeleri arasında da leff ü neşir söz konusu olmuştur. Ayrıca rüzgâr kelimesiyle de zaman, dönem kastedildiği için de tevriye sanatı yorumu yapılabilir. 2, 3 ve 4.beyitlerde sırasıyla, meyhane-i ikbâl (mutluluk meyhanesi), mutluluk meyhaneye, tûb-ı âh-ı inkisâr (kırılmış insanların ahının topları) tamlaması ile de top, ah’a, hane- i ikbâl tamlamasında da mutluluk eve, benzetilerek teşbih-i beliğ söz konusu denilebilir. 4.beyitte ehl-i derd ile de sıkıntıda olanlar kast edilerek istiare yapılmıştır. 7.beyitte de bezm yani meclis kelimesiyle dünya istiarelenmiştir. Tırsî’nin gazeline bakıldığında; 2.beyitte, ‘ne kârın görmüşüz’ ifadesiyle tecâhül-ü ârif sanatı yapılmıştır. Şair hiçbir kâr görmediğini ne sorusuyla sorarak bildiği şeyi aslında bilmemiş gibi göstermektedir. 3.beyitte, gönül yarası laleye benzetiliyor. 4.beyitte, kömür ve yüz karası kelimeleri birbirleriyle uyumlu kullanılarak mecaz yapılıyor. 7.beyitte, beygirlerin tembel olduğundan bahsedilerek teşhis sanatı söz konusu olmuştur. Dolayısıyla her iki şiire bakıldığında edebî sanatların yoğun olarak kullanıldığı görülür. Ancak şiirlerde kullanılan sanatlar tamamen birbirinden farklıdır. Nâbî’nin şiirinde teşbih-i B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O320 O K 329 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM beliğ, leff ü neşir, istiare kullanılırken, Tırsî’nin şiirinde tecâhül-ü ârif, teşbih, mecaz, teşhis sanatları kullanılmıştır. 3.6.Dil ve Üslûp: Çalışmanın önemini ve niteliğini ortaya koyması açısından dil ve üslup incelemeleri oldukça önem taşır. Çünkü iki şiirin dil ve üslup açısından karşılaştırılması şairlerin ve şiirlerin aralarındaki etkileşimi ve neden-sonuç ilişkisini, benzerlik ve farklılıklarını ortaya koymaktadır. İki şiirin dil ve üslûp bakımından karşılaştırılmadan önce şiirlerin kısa tahlillerine yer vermek önemlidir. Nâbî’nin gazelinin kısa bir tahlili Nâbî gazelinin girişinde yani matla beytinde bu dünyada hem sevindiğini hem de üzüldüğünü söylemiştir. Talih meyhanesi olan bu dünyada gurura kapılmamak gerekir. Çünkü bu gurur yüzünden hataya düşenlerin sonradan çektikleri sıkıntıları görmüştür. Kimsenin gönlünü kırmamak gerektir. Çünkü bundan dolayı nice makam sahibi makamlarından olmuştur. Şair bu öğüdünü pekiştirmek maksadıyla dertlilerin gözyaşının mutluluk evlerini yıktığından bahseder. Yine üçüncü beyti pekiştirmek maksadıyla, -konunun epey üzerinde duruyormuşçasına- dördüncü ve beşinci beyitte makam sahiplerinin, bana bir şey olmaz diyenlerin meydanda yere düşen süvariler gibi yere serildiklerini anlatır. Altıncı beyit de diğer iki beyti desteklercesine makamından düşenlerin el bağlayıp dilenci durumuna düştüklerini söyler. Son olarak kendisine sanki öğüt verirmişçesine şiirini bitirir. Çok fazla isteklerin insanları dilenci hâline getireceğini anlatır. Tırsî’nin gazelinin kısa bir tahlili Tırsî, tehzil türünü yansıtırcasına şiire daha alaycı bir şekilde başlar. Matla beytinde kış günü yağmur ve karı gördüğünü, çocukların da kızaklarla oynadıklarını aktarır. İkinci beyitte insanın elindekini muhafaza etmesi gerektiğini tahıl yığınlarının savrulması ile anlatır. Tırsî de gönül yarası çekmektedir ancak bu aşktan değil soğuktan kaynaklıdır. İnsanın bazen bir şeylere ihtiyaç duyabileceği ancak bazen o şeylere de kanaat getirmediğini kömür üzerinden anlatır. Hovarda olanların dostluğuna güvenilmez, buz gibi kaygandır. Ayrıca bu hovarda olanlar da yeniçeri gibi bir duruş bulunmaktadır. Şairin Burnaz adında avcı bir tanıdığı vardır. Bu kış mevsiminde yine tuzak ve avcılık yapmıştır. Rum ilinin beygirleri de tembel değildir. Dobruca etrafında eşek ve davarlar da bulunmaktadır. Dördüncü beyte benzer bir mana sekizinci beyitte de verilmiştir. İnsan muhtaç olduğunda çevresindekiler ona yardım etmeyebilir. Ayrıca sessiz olanlar gece ve gündüz çalışmalarına, kazançlarını aramaya devam etmektedirler. Şair yaşadığı bölgede karpuz ve hıyar mevsiminde bu ürünlerin oldukça güzel olduğunu söylemektedir. Son beyitte de çok gezmeyip biraz rahat olması gerektiğinden söz eder. Her iki şiirin dil ve üslup açısından benzerlik ve farklılıkları karşılaştırıldığında pek bir benzerlik olduğu söylenemez. İki şiirde dil açısından benzerlik sadece bazı Farsça terkiplerin kullanılmasında görülür. İki şiirde “biz” şahıs zamiri ile “görmüşüz” redifinin kullanılması, tehzil türünün bir gereği olarak Tırsî’nin aynı ölçü ve redifle şiir yazmasından kaynaklanır. Dil bakımından farklılıklar karşılaştırıldığında ise farklılıkların çok fazla olduğu görülür. Nâbî’nin şiirinde Türkçe kelimeler Tırsî’nin şiirine göre daha az sayıdadır. Bu durum tamamen şairlerin tarzının özeti gibidir. Nâbî, hikemî akım çerçevesinde sanatlı bir söyleyiş yakalama maksadıyla şiirlerini daha çok Arapça ve Farsça kelime ve terkiplerle oluşturmuştur. 330 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 321 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU Bâğ-ı dehrün, tûb-ı âh-ı inkisâr gibi ikili ve üçlü terkipler bulunmaktadır. Böylece Nâbî’nin şiirinde ağır ve sanatlı bir söyleyiş söz konusu olmuştur. Ancak Tırsî de beyit sayısının fazla olmasına rağmen Arapça ve Farsça kelimelerin Nâbî’ye oranla daha az olması Türkçe kelimelerin oldukça fazla kullanılmasının bir neticesi olarak, Tırsî’nin dili daha sade bir görüntü vermektedir. Bu durumda mahallileşmenin ve tehzil türünün bir göstergesi durumundadır. Şiirlerin üslubu açısından bazı benzerlikler söz konusudur. Şairlerin anlattıklarıyla yaşantıları arasında paralellik söz konusudur ve dolayısıyla her iki şairde samimi bir ortam sezilmektedir. Her iki şairde ‘diyalog’ tarzını kullanmıştır. Karşısında bir dinleyen varmış ve onunla konuşuyormuş gibi bir hava sezilir. Özellikle Nâbî örneklendirmelere ağırlık verdiği şiirlerde verdiği örnekleri yaşamış gibidir. Şairler klâsik şiirin hâkim dili olan ben yerine biz dilini kullanır. Nâbî’nin şiiri zemin şiir olduğu için bu şiir üzerinden yorum geliştirmek yerinde olacaktır. Nâbî hikemi tarzda şiirler yazdığı için bu üslubun gereği olarak mütevazı kimliğini öne çıkarır ve biz zamirini tercih eder. Tırsî de şiirin ahengini bozmamak hem de görmüşüz fiilindeki “üz” şahıs ekine uygunluk açısından biz zamirini tercih etmiştir denilebilir. Nâbî’nin ilk beytinde mevsimler üzerinden konuyu anlatması Tırsî’ye de ilham vermiş olacak ki o da ilk beytinde kış mevsimini kullanır. Tırsî ikinci, dördüncü ve sekizinci beyitte Nâbî gibi hikemi üslûbu tercih eder. Bu beyitlerde kanaatın önemine, insanların birbirlerine yardımcı olmayabileceğinden söz eder. Konular farklı olsa da bir nasihat bir uyarı şeklinde bu beyitleri oluşturur. Her iki şiirde üslup açısından farklılıklara bakıldığında; Daha önce de vurguladığımız gibi Nâbî hikemî üslupla şiirini oluşturmuştur. Şiirinde Çorlulu Ali Paşa ile yaşadığı durumdan ötürü onun makamına aldanmaması ve makamın gelip geçici olduğunu anlatır. Ancak Tırsî’de böyle bir amaç yoktur. Tırsî’nin şiirine bakıldığında sanatlı, hikemî bir söyleyiş söz konusu değildir. Aksine o tamamen gündelik ve sokak ağzını kullanır gibi hareket eder. Bu nedenle mahallîleşmenin tam örneğini bizlere sunar. Klâsik şiirde 17.yüzyılda başlayan değişimin tohumlarını yeşertmiş gibidir. Bu nedenle Tırsî’de şairi geçme veya övme amacından ziyade yazdığı tehzilde alaya alma söz konusudur. Dolayısıyla Tırsî şiirinde öğüt vermeyi amaç edinmez tam tersine şiiri eğlence keyif alma aracı olarak görür. Ancak bu yorumların aksine şiirinde ikinci, dördüncü ve sekizince beyitte öğüt verme gibi bir amaç sezilir. Şair bu beyitlerde her ne kadar hikemi üslup kullanıyor gözükse de bunu mahalli bir dil ile gündelik ögeler ile yapar. Adeta bizlere gündelik dil ile de nasihat verilebileceği mesajını aktarır. Nâbî şiirinde tamamen sonuç odaklı hareket ederken Tırsî tam tersine şiirde istediğimi yapabilirim der gibi dağınık bir görüntü verir. Nâbî ilk beyitten son beyte kadar dünyada zenginde fakirde olunabileceği, makam sahibi olanların herhangi bir vakitte o makamın elinden gidebileceği mesajını verir. Tırsî ise İlk beyitte şehirde kış mevsiminde yağmur ve karın yağdığını çocukların kızaklarla oyun oynadığın söylerken ikinci beyitte tahılların savurmanın kârını görmediklerini, soğukların ona zarar verdiğini, kömüre kanaat ettiğini, çevresindeki Burnaz Bey’in iyi bir avcı olduğunu, Rum ili beygirleri gibi farklı farklı konulardan söz eder. Tırsî’nin şiirinde tek ortak olan öğe kış mevsimi gibidir. Ancak son beyitte karpuz ve hıyardan bahsetmesi az da olsa bu imajı kırmaktadır. Her iki gazelde şairlerin üslûbunun farklı olmasında sadece içerik değil söyleyiş de etkilidir. Şairlerin kullandıkları kelimeler, terkipler, cümle yapıları, tekrarlar gibi dilbilgisel birimler üslûbun ortaya çıkmasında başlı başlına bir etkendir. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O322 O K 331 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM Sonuç Bildiride Nâbî’nin ‘görmüşüz’ redifli gazeli ile Tırsî’nin ‘aynı’ redifli gazeli karşılaştırmalı edebiyat bilimi bağlamında incelenmiş ve şu sonuçlar elde edilmiştir: Nâbî ve Tırsî’nin şiiri şekil bakımından benzerlikler taşımaktadır. Bu benzerlikler, biçim, nazım birimi, vezin, kafiye ve redif, kafiye örgüsü, ses ve kelime tekrarları ve terkiplerde görülmüştür. İki şiirin biçim özellikleri incelendiğinde her iki şairin biçim olarak ahenge önem verdiği yorumları yapılabilmektedir. İki şair de şiirinde benzer olarak ‘biz’ anlatıcı tipini kullanmıştır. Ancak farklılık olarak Nâbî’nin ‘biz’ anlatıcı tipini kullanması mütevazı kişiliğinden, Tırsî’nin ise zemin şiiri rolmodel almasından kaynaklanmıştır denilebilir. Şairler şiirde aynı zamanda anlatıcı konumundadırlar ve şiire dâhil olup, anlatılanların içindedirler. Bu hâliyle her iki şiirde “kahraman bakış açısı” ile anlatılmış gibidir. Ancak şairlerin şiirde misal verdiği konuları yakından görmüş ama o konulara dâhil olmadığı izlenimi de uyandığından “gözlemci bakış açısı” da söz konusu olmuştur. Şairlerin şiirlerinde ele aldığı konular farklıdır. Nâbî’nin şiirinde hüzün ve sevinç, kibre kapılmama, mazlumların ahını almama, kalp kırmama ve adaletin önemi gibi ahlakî konulardır. Tırsî’nin şiirinde ele aldığı konular; mevsimler, tutumluluk, soğuk havalar, kanaat, dostluk, Burnaz Bey, hayvanlar (beygir, eşek, davar), iyilik görmemek, gıdalar, karpuz ve hıyar gibi gündelik mefhumlardır. Her iki şairde şiirinde klâsik gazele konu edinen âşık, sevgili, rakipten farklı şahıslara yer vermişlerdir. Nâbî’de yer alan şahıs kadrosu; “biz, ehl-i derd, çapük-süvar şairin kendisidir. Tırsî’nin şiirindeki şahıs kadrosu ise “biz, etfal, odabaşı, hovarda olan insanlar, yeniçeri, Mîr-i Burnaz, bir âdem, hizmetçiler ve şairin kendisidir.” Her iki şiir zaman ve mekân yönünden de farklılık göstermektedir. Nâbî’nin şiirlerinde net bir zamandan söz edilemezken Tırsî’ de zaman daha belirgindir. Ancak Nâbî’de ‘görmüşüz’ redifinden yola çıkılarak şairin geçmiş zamanı kastetmesiyle birlikte öğüt verici bir üslupla şiirini oluşturduğu için ayrıca gelecek zaman da ima edilmektedir. Tırsî de ise zaman oldukça bellidir ve birden fazla zaman söz konusudur. Şair, 1-6 beyitleri arasında zaman olarak kış mevsimini konu edinirken, 9. Beyitte gece ve gündüzü 10. beyitte ise yaz mevsimini konu edinmektedir. Her iki şairin şiirinde mekân unsuru oldukça fazla kullanılmıştır. Şiirde sırasıyla geçen mekânlar; dünya, meyhane, ev, meydan, eğlence meclisidir. Tırsî’de de mekân oldukça fazla yer kaplar. Bu mekânlar sırasıyla, şehir, ev, Rum ili, Dobruca ve bostandır. Her iki şair mekân unsurunu kullanmasına rağmen kullandıkları mekânlar farklıdır. Her iki şiire bakıldığında edebî sanatların yoğun olarak kullanıldığı görülmüştür. Ancak şiirlerde kullanılan sanatlar tamamen birbirinden farklıdır. Nâbî’nin şiirinde teşbih-i beliğ, leff ü neşir, istiare kullanılırken, Tırsî’nin şiirinde tecâhül-ü ârif, teşbih, mecaz, teşhis sanatları kullanılmıştır. Dil bakımından farklılıklar karşılaştırıldığında ise farklılıkların oldukça fazladır. Nâbî’nin şiirinde Türkçe kelimeler Tırsî’nin şiirine göre daha az sayıdadır. 332 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 323 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU Şiirlerin üslûbu açısından bazı benzerlikler söz konusudur. Şairlerin anlattıklarıyla yaşantıları arasında paralellik söz konusudur ve dolayısıyla her iki şairde samimi bir ortam sezilmektedir. Her iki şairde ‘diyalog’ tarzını kullanmıştır. Karşısında bir dinleyen varmış ve onunla konuşuyormuş gibi bir hava sezilir. Her iki şiirde üslup açısından farklılıklara bakıldığında; Daha önce de vurguladığımız gibi Nâbî hikemî üslupla şiirini oluşturmuştur. Aksine Tırsî tamamen gündelik ve sokak ağzını kullanır gibi hareket etmiştir. Tırsî, tehzil yazdığı Nâbî’nin ciddi bir üslûpla yazdığı şiirinden farklı olarak şiirine mizahî bir hava katmış, mahallîleşme akımının etkisiyle de daha sade bir Türkçe kullanarak gazelini oluşturmuştur. Kaynaklar Aktaş, Ş. (2005). Roman sanatı ve roman incelemesine giriş. Ankara: Akçağ Yayınları. Akün, Ö. F. (1994). “Divan Edebiyatı”, TDVİA C. 9. İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yay. ss.389-427. Aytaç, G. (2001). Karşılaştırmalı edebiyat bilimi. Ankara: T.C Kültür Bakanlığı Yayınları. Bayram Y. (2004). Karşılaştırmalı edebiyat bilimi ve bir uygulama. SÜ Türkiyat Araştırmaları Dergisi, 16, 69-93. Bayram, Y. (2003). Ontolojik analiz metodu ve bir uygulama. Yom Sanat, 12-15. Dilçin‚ C. (1991). Fuzûlî’nin bir gazelinin şerhi ve yapısal yönden incelenmesi. Türkoloji Dergisi, 9, 43-98 Durkaya, H. (2013). Metinlerarasılık ve karşılaştırmalı edebiyat bağlamında bülbül mazmunu ve Mehmet Akif Ersoy’un bülbül şiiri. Turkish Studies - International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, 8(13), 847-856. Genç, İ. (2007). Klâsik Türk edebiyatı metinlerini anlamada modern yaklaşımlar. Turkish Studies- International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, 2(4), 393-403. Karahan, A. (2006). “Nâbî”, TDVİA C. 32. İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yay. 258-260. Köksal, M. F. (2006). Sana benzer güzel olmaz divan şiirinde nazire. Ankara: Akçağ Yayınları. Pala, İ. (2011). Ansiklopedik divan şiiri sözlüğü. İstanbul: Kapı Yayınları. Rousseau, A.M- Pichois, CI. (1994). Karşılaştırmalı edebiyat. Ankara: MEB. Tanpınar, A. H. (1997). 19’uncu asır Türk edebiyatı tarihi. İstanbul: Çağlayan Kitabevi. Tökel, D. A. (2007). Divan şiiri'ne modern metin çözümleme yöntemlerinden bakmak. Turkish Studies- International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, 2(3), 535-555. Üst, S. (2014). Dilbilimsel inceleme yöntemleri ve klâsik Türk edebiyatı. Uşak Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 7(2). Yılmaz, K. (2017). İbrahim Tırsî ve dîvânı. Ankara: T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğü Yayınları. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O324 O K 333 KONUŞMA YÖNTEM VE TEKNİKLERİNİN TÜRKÇE DERS KİTAPLARINA SOMUT YANSIMALARI (ALTINCI SINIF ÖRNEKLEMİ) Meltem ÇETİNKAYA Öz İnsan doğası gereği konuşma yetisini doğuştan getiren bir canlıdır. Her ne kadar doğuştan getirilen bir beceri olsa da konuşma, ancak eğitim yoluyla geliştirilip istendik düzeye getirilebilir. Bu becerinin öğretimi de dört temel dil becerisine dayanan Türkçe derslerinde yoğun olarak gerçekleştirilmektedir. Öğretmenler öğrencilerin konuşma becerisinin geliştirilmesinde çeşitli materyallerden yararlanabileceği gibi en başta ders kitaplarından yararlanmaktadırlar. Bu nedenle Türkçe ders kitaplarında öğrencilerin konuşma becerisini geliştirecek konuşma etkinliklerine ve bu etkinliklerde etkili bir biçimde kullanılacak konuşma yöntem ve tekniklerine ihtiyaç duyulmaktadır. Bu çalışmada da Eksen Yayıncılık tarafından hazırlanmış altıncı sınıf Türkçe ders kitabındaki konuşma etkinliklerinin, Türkçe Dersi Öğretim Programındaki konuşma yöntem ve tekniklerini örnekleme açısından incelenmesi amaçlanmıştır. Araştırma, doküman incelemesi yönteminin kullanıldığı nitel bir çalışmadır. İnceleme sonucu elde edilen veriler betimsel analiz yoluyla çözümlenmiştir. İlk olarak araştırmaya konu olan ders kitabının Eğitim Bilişim Ağı (EBA) üzerinden temini gerçekleştirilmiştir. Kitapta okuma ve dinleme metinlerinden sonra konuşma etkinliklerine yer verildiği görülmüştür. Ancak serbest okuma metinleri için etkinlik düzenlenmediğinden bu metinler araştırma kapsamına dâhil edilmemiştir. Konuşma etkinlikleri araştırmacı tarafından araştırmanın amacına ve alt problemlerine uygun olarak taranmıştır. Kitapta yer alan konuşma yöntem ve teknikleri sınıflandırılmış ve her bir tema başlığı altındaki dağılımları ile kullanım sıklıkları tablolar hâlinde sunulmuştur. İnceleme sonucunda konuşma yöntem ve tekniklerinin Türkçe Dersi Öğretim Programının hedeflediği çeşitlilik düzeyinde olmadığı görülmüştür. Kitap genelinde belli başlı yöntem ve teknikler üzerine odaklanıldığı, bazı konuşma yöntem ve tekniklerine ise hiç yer verilmediği tespit edilmiştir. Bu veriler de altıncı sınıf Türkçe ders kitabında yer alan konuşma yöntem ve tekniklerinin kitap genelinde dengeli bir dağılım göstermediği şeklinde yorumlanmıştır. Araştırma sonucunda, belli yöntem ve tekniklere odaklanmak yerine kullanılan konuşma yöntem ve tekniklerinin çeşitlendirilmesinin yerinde bir davranış olacağı fikri öne sürülmüştür. Çeşitli konuşma yöntem ve tekniklerine yer verilebilmesi amacıyla kitaptaki konuşma etkinliklerinin sayısının arttırılması, bu sayının arttırılırken konuşma etkinliklerinin niteliklerinin de iyileştirilmesi gerektiği önerilerine yer verilmiştir. Anahtar Sözcükler: Türkçe ders kitabı, konuşma, konuşma becerisi, yöntem, teknik. Doktora Öğrencisi, İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü Türkçe Eğitimi Ana Bilim Dalı, [email protected].  B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 335 325 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM CONCRETE REFLECTIONS OF SPEECH METHODS AND TECHNIQUES IN TURKISH TEXTBOOKS (SIXTH GRADE SAMPLE) Abstract Human beings are naturally born with the ability to speak. Although it is an innate skill, speaking can only be developed and brought to the desired level through education. Teaching of speaking skill is carried out in Turkish lessons consisting of four basic language skills. For this reason, there is a need for speaking activities that will improve the speaking skills of students in Turkish textbooks and speaking methods and techniques to be used effectively in these activities. In this study, it was aimed to examine the speaking activities in the sixth grade Turkish textbook prepared by Eksen Publishing in terms of sampling the speaking methods and techniques. The research is a qualitative study using the document analysis method. The data obtained as a result of the analysis were analyzed through descriptive analysis. The textbook was taken from Eğitim Bilişim Ağı(EBA). After reading and listening texts, speaking activities are included in the book. However, since activities were not organized for free reading texts, these texts were not included in the study. The speaking methods and techniques in the book are classified, and the distribution and usage frequencies under each theme title are presented in tables. As aresult of the examination, it was seen that the speaking methods and techniques were not at a sufficient level of diversity. It has been observed that certain methods and techniques are included throughout the book and some speech methods and techniques were neglected. These data were interpreted as speaking methods and techniques in the sixth grade Turkish coursebook did not show a balanced distribution throughout the book. In order to include various speaking methods and techniques, suggestions are made that the number of speaking activities in the book should be increased and the qualities of speaking activities should be improved while increasing this number. Keywords: Turkish textbook, speaking, speaking skils, method, technique. 1. Giriş 1.1. Konuşma Geçmişten günümüze kadar konuşma ile ilgili birçok tanım yapılmıştır. Calp (2007, s. 81), Güneş (2014, s. 105), Gürlek ve Aksu (2013, s. 181), Tuncer (2009, s. 37) ve Yangın (1999, s. 106) konuşmanın sözel yönü üzerinde durarak konuşmayı duygu, düşünce ve isteklerin karşı tarafa sözlü olarak aktarılması olarak tanımlamışlardır (aktaran Çetinkaya, 2017, s. 10). Bilindiği gibi konuşmanın meydana gelmesi için birçok organ bir arada çalışır. Bunlar konuşmanın fiziksel ve zihinsel unsurlarını oluşturmaktadır. Konuşmanın fiziksel unsurları; ses, solunum ve çeşitli konuşma organları başlıkları altında toplanabilir. Konuşmanın zihinsel unsurlarını ise beyin ve bellek oluşturmaktadır. Tüm bu organlar ortaklaşa çalışarak bireyin konuşmasını ve böylece karşılıklı iletişim sürecine dâhil olmasını sağlar. Yıldırım (2020) da anlatma becerilerinden olan konuşmanın gerçekleşebilmesi için ilk olarak anlama boyutunun meydana gelmesinden bahsederek aslında konuşmanın fiziksel ve zihinsel olarak bir bütün hâlinde işleyen bir süreç olduğundan bahsetmektedir. İnsanlar arası iletişimin temel ayaklarından birini oluşturan konuşma hem çocuk hem de yetişkinler için geliştirilmesi gereken becerilerin başında gelmektedir; çünkü kendini ifade etme 336 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 326 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU noktasında günlük hayatta sıklıkla başvurulan bir beceri olan konuşma sayesinde insan sosyal yaşama katılabilmektedir. Sosyal bir varlık olan insan çevresindeki diğer bireylerle iletişim kurma, onlara duygu, düşünce ve isteklerini aktarma ihtiyacı duyar. Dünyaya doğuştan dil yetisiyle gelen insan sosyalleşmeyi, günlük ilişkilerini, iş hayatını ve eğitim hayatını konuşma becerisi sayesinde yürütür. Girdiği iletişim ortamlarında duygu, düşünce ve isteklerini karşı tarafa iletirken konuşma ve dinleme becerilerini bir arada kullanır. Dinleme ve konuşma birbirini tamamlayan iki beceri alanıdır. Bilindiği gibi iletişimin oluşması için bir konuşana bir de dinleyene ihtiyaç duyulmaktadır. Kişinin karşısındakiyle/karşısındakilerle sağlıklı bir iletişim kurabilmesi için konuşma becerisinin gelişmiş olması gerekir; çünkü konuşma becerisi gelişmiş, kendini iyi ifade edebilen bireyler iyi birer konuşmacı özelliği göstermeleri hâlinde toplumda kendilerine yer edinebilmektedirler. 1.2. Konuşmanın Eğitimdeki Yeri Bilindiği gibi insan doğası gereği konuşma yetisini doğuştan getiren bir canlıdır. Bu yetisi onu diğer canlı türlerinden ayıran en önemli özelliklerin başında gelmektedir. İşte doğuştan gelen bu yeti nedeniyle okula başladığında belli bir seviyede konuşabilen öğrencinin konuşmayı öğrendiği varsayılarak konuşma becerisi öğretiminin ihmal edildiği görülmektedir. Her ne kadar doğuştan getirilen bir beceri olsa da konuşma, ancak eğitim yoluyla geliştirilip istendik düzeye getirilebilir. Bu nedenle konuşma eğitimi günümüz okullarında dikkatle üzerinde durulması gereken becerilerden birisidir. Konuşma becerisinin öğretimi dört temel dil becerisine dayanan Türkçe derslerinde yoğun olarak gerçekleştirilmektedir. Sever, Kaya ve Aslan (2013, s. 25-27) öğrencilerin anlama ve anlatmada istenilen düzeye gelebilmeleri için Türkçe öğretimine ihtiyaç olduğunu ve ana dili öğretmenine önemli görevler düştüğünü söylemektedir. Okullarda da bu görev öncelikle Türkçe ve sınıf öğretmenlerine düşmektedir. Kurudayıoğlu ve Kiraz (2020) konuşma eğitiminin sil baştan öğretilemeyeceği, öğrencinin var olan konuşma yetisinin çeşitli yöntemlerle zenginleştirilebileceği bahsi üzerinde durmaktadır. Öğrencinin konuşma becerisinin istendik düzeye gelebilmesi için sınıf ortamında yapılacak etkinlikler yoluyla bu becerinin gelişimine katkı sağlanılmalıdır. Öğretmenler, öğrencilerin konuşma becerisinin geliştirilmesinde çeşitli materyallerden yararlanabileceği gibi en başta ders kitaplarından yararlanmaktadırlar. Ders kitapları, öğrencilerin kolayca edinebileceği, her zaman elinin altında olan ve eğitim-öğretim döneminde sürekli faydalandıkları bir ders materyalidir. Günümüz okullarında da Türkçe derslerinin işlenişinde bu ders kitaplarından sıklıkla faydalanılmaktadır. Bu nedenle Türkçe ders kitaplarındaki metin ve etkinlikler öğrenci ihtiyaçlarına cevap verici nitelikte olmalıdır. Bu kitaplarda öğrencilerin konuşma becerisini geliştirecek konuşma etkinliklerine ve bu etkinliklerde etkili bir biçimde kullanılacak konuşma yöntem ve tekniklerine ihtiyaç duyulmaktadır. Bu amaçla ders kitaplarının öğrencinin konuşma becerisini geliştirici nitelikte olması beklenmektedir. İşte bu beklenti çalışmamızın çıkış noktasını oluşturmaktadır. Çalışmamıza konu olan Türkçe ders kitabı, konuşma yöntem ve tekniklerine göre incelenmiştir. Bu konuşma yöntem ve teknikleri: 1. İkna etme, 2. Eleştirel konuşma, B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O327 O K 337 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM 3. Katılımlı konuşma, 4. Tartışma, 5. Kendisini karşısındakinin yerine koyarak konuşma (empati kurma), 6. Güdümlü konuşma, 7. Kelime ve kavram havuzundan seçerek konuşma, 8. Serbest konuşma, 9. Yaratıcı konuşma, 10. Hafızada tutma tekniği olarak ifade edilebilir. 1.3. Problem Cümlesi Araştırmanın problem cümlesi; “Ortaokul altıncı sınıf Türkçe ders kitabındaki konuşma etkinliklerinin konuşma yöntem ve teknikleri açısından dağılımı nasıldır?” şeklinde oluşturulmuştur. 1.4. Alt Problemler a) İncelenen Türkçe ders kitabında Türkçe Dersi Öğretim Programındaki konuşma yöntem ve tekniklerine yer verilmiş midir? b) Kitapta hangi konuşma yöntem ve tekniklerine ne sıklıkta yer verilmiştir? 1.5. Araştırmanın Amacı Bu çalışmada Eksen Yayıncılık tarafından hazırlanmış altıncı sınıf Türkçe ders kitabındaki konuşma etkinliklerinin konuşma yöntem ve tekniklerini örnekleme açısından incelenmesi amaçlanmıştır. 1.6. Araştırmanın Sınırlılıkları Bu araştırma 2018-2019 eğitim öğretim yılında okullara ücretsiz dağıtılan Eksen Yayıncılık’a ait altıncı sınıf Türkçe ders kitabında yer alan konuşma etkinlikleri ile sınırlıdır. 2. Yöntem 2.1. Araştırmanın Deseni Araştırma, doküman incelemesi yönteminin kullanıldığı nitel bir çalışmadır. Yıldırım ve Şimşek’e (2013, s. 217-218) göre doküman incelemesi, araştırılması hedeflenen olgu veya olgular hakkında bilgi içeren yazılı materyallerin analizini kapsamaktadır. Eğitim ile ilgili bir araştırmada ders kitapları, program (müfredat) yönergeleri vb. veri kaynağı olarak kullanılabilir. Çalışmada, araştırmaya konu olan ders kitabı araştırmacı tarafından taranmış ve tarama sonucunda elde edilen veriler betimsel analiz yoluyla çözümlenmiştir. 2.2. İncelenen Doküman Bu araştırmanın incelenen dokümanını 2018-2019 eğitim öğretim yılında okutulmak üzere hazırlanan, Eksen Yayıncılık’a ait altıncı sınıf Türkçe ders kitabı oluşturmaktadır. 338 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 328 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU Türkçe Ders Kitabının Adı Yazarı Yayınevi Basım Yeri Basım Tarihi Tablo 1: İncelenen Türkçe ders kitabının künyesi 6. Sınıf Ortaokul Türkçe Ders Kitabı Yasemin Şekerci Eksen Yayıncılık Ankara 2018 2.3. İşlem Yolu Bu aşamada ilk olarak araştırmaya konu olan ders kitabının Eğitim Bilişim Ağı (EBA) üzerinden temini gerçekleştirilmiştir. Ardından kitapta yer alan konuşma etkinlikleri araştırmacı tarafından araştırmanın amacına ve alt problemlerine uygun olarak taranmıştır. Kitapta yer alan konuşma yöntem ve teknikleri araştırmacı tarafından sınıflandırılmıştır. Sınıflandırılan konuşma yöntem ve tekniklerinin dağılımı ile kullanım sıklıkları tablolar hâlinde sunulmuştur. 3.0. BULGULAR Çalışmanın bu kısmında Eksen Yayıncılık tarafından hazırlanmış altıncı sınıf Türkçe ders kitabındaki konuşma etkinliklerinde yer alan konuşma yöntem ve tekniklerine ait sayısal veriler ile bunların dağılımına yer verilmiş ve elde edilen bulgular yorumlanmıştır. Altıncı sınıf Türkçe ders kitabındaki metinlerin hangi temada yer aldığı, metin adı ve metnin okuma, dinleme veya serbest okuma metinlerinden hangisi olduğuna Tablo 2.’de yer verilmiştir: Temalar Erdemler Tablo 2: Eksen Yayıncılık Türkçe ders kitabında yer alan tema ve metinler Millî Kültürümüz Millî Mücadele Atatürk Çocuk Dünyası Birey ve Toplum İletişim Doğa ve Evren ve Metinler Forsa (Okuma Metni) Kaynatılmış Tohum (Okuma Metni) Ceylana Yardım Edenler (Okuma Metni) Adsız Çeşme (Dinleme Metni) Dostluk (Serbest Okuma Metni) Nevruz (Okuma Metni) Türküler Dolusu (Okuma Metni) Boş Bir Kümes, Birkaç Dolu Kalp (Okuma Metni) Bayrak (Dinleme Metni) Önce İğneyi Kendine Batır, Sonra Çuvaldızı Ele (Serbest Okuma Metni) Atatürk Orman Çiftliği (Okuma Metni) Atatürk Geometri Kitabı Yazmış (Okuma Metni) 30 Ağustos (Okuma Metni) Ankara Türk Odası (Dinleme Metni) Dolunayda Kurtlar (Serbest Okuma Metni) Nasrettin Hoca Fıkraları (Okuma Metni) Ben Kimim? (Okuma Metni) Bilmece (Okuma Metni) Kentlerde Yaşayan Çocuklar da Oyun Oynamak İster (Dinleme Metni) Çocuk ve Resim (Serbest Okuma Metni) Birlikte (Okuma Metni) Geri Kazanım (Okuma Metni) Ömür Törpüsü (Okuma Metni) Sihirli Pasta (Dinleme Metni) Değerlere Uymada Üç Hata (Serbest Okuma Metni) Güler Yüze ve Gülmeye Dair (Okuma Metni) Teknolojik Bayram Kutlamaları (Okuma Metni) Pulsuz Dilekçe (Okuma Metni) Bilgilenirken Medya (Dinleme Metni) Bilinçli Medya Tüketimi (Serbest Okuma Metni) Uzaklar (Okuma Metni) Gezegenimiz Isınıyor (Okuma Metni) B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O329 O K 339 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM Bilim ve Teknoloji Orman (Okuma Metni) Beyaz Diş (Dinleme Metni) Gün Doğuyor (Serbest Okuma Metni) Uçakla Yolculuk (Okuma Metni) Robotik ile Enerji (Okuma Metni) Newton’un (Nivtın’ın) Elması (Okuma Metni) Bilimsel Araştırma Yaparken Nelere Dikkat Etmeliyiz? (Dinleme Metni) Mikrop Savaşları (Serbest Okuma Metni) Tablo 2.’de de görüldüğü gibi altıncı sınıf Türkçe ders kitabında sekiz ayrı tema bulunmakta ve her temanın altında da üçer okuma metni, birer de dinleme ve serbest okuma metni yer almaktadır. Kitap genelinde toplam kırk adet metin yer almaktadır. Okuma ve dinleme metinlerinin ardından konuşma etkinliklerine yer verilmiştir. Ancak serbest okuma metinleri için etkinlik düzenlenmediğinden bu metinler araştırma kapsamına dâhil edilmemiştir. Tablo 3: “Erdemler” temasında yer alan konuşma yöntem ve teknikleri Erdemler Güdümlü Konuşma Eleştirel Konuşma Tartışma Serbest Konuşma Toplam f 2 1 1 1 5 “Erdemler” temasında beş adet konuşma yöntem ve tekniği kullanılmıştır. Bunlardan güdümlü konuşmanın iki kez kullanıldığı eleştirel konuşma, tartışma ve serbest konuşmanın ise birer kez kullanıldığı görülmektedir. Tablo 4: “Millî Kültürümüz” temasında yer alan konuşma yöntem ve teknikleri Millî Kültürümüz Serbest Konuşma Tartışma Güdümlü Konuşma Kelime ve Kavram Havuzundan Seçerek Konuşma Toplam f 2 1 1 1 5 “Millî Kültürümüz” temasında da beş adet konuşma yöntem ve tekniğine yer verilmiştir. Bunlardan iki kez kullanılan serbest konuşma ilk sırada yer alırken tartışma, güdümlü konuşma ile kelime ve kavram havuzundan seçerek konuşmanın ise birer kez kullanıldığı görülmektedir. Tablo 5: “Millî Mücadele ve Atatürk” temasında yer alan konuşma yöntem ve teknikleri Millî Mücadele ve Atatürk Güdümlü Konuşma Katılımlı Konuşma Toplam f 3 1 4 “Millî Mücadele ve Atatürk” temasında dört adet konuşma yöntem ve tekniği kullanılmıştır. Bunlardan üçü güdümlü konuşma, biri ise katılımlı konuşmadır. Tablo 6: “Çocuk Dünyası” temasında yer alan konuşma yöntem ve teknikleri Çocuk Dünyası Güdümlü Konuşma Serbest Konuşma Eleştirel Konuşma Kendisini Karşısındakinin Yerine Koyarak Konuşma Toplam f 2 2 1 1 6 “Çocuk Dünyası” adlı temada kullanılan konuşma yöntem ve tekniklerinden güdümlü konuşma ve serbest konuşmaya ikişer kez, eleştirel konuşma ve kendisinin karşısındakinin 340 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 330 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU yerine koyarak konuşmaya ise birer kez olmak üzere toplam altı konuşma yöntem ve tekniğine yer verildiği görülmektedir. Tablo 7: “Birey ve Toplum” temasında yer alan konuşma yöntem ve teknikleri Birey ve Toplum Eleştirel Konuşma Tartışma Güdümlü Konuşma Yaratıcı Konuşma Toplam f 1 1 1 1 4 “Birey ve Toplum” teması altında dört konuşma yöntem ve tekniğine yer verilmiştir. Bunlar birer kez kullanılan eleştirel konuşma, tartışma, güdümlü konuşma ve yaratıcı konuşmadır. Tablo 8: “İletişim” temasında yer alan konuşma yöntem ve teknikleri İletişim Güdümlü Konuşma Katılımlı Konuşma Serbest Konuşma Toplam f 2 1 1 4 Yine “İletişim” isimli temada dört adet konuşma yöntem ve tekniği karşımıza çıkmaktadır. Bunlardan iki kez kullanılan güdümlü konuşma ilk sırada yer alırken katılımlı konuşma ve serbest konuşma ise birer kez kullanılmıştır. Tablo 9: “Doğa ve Evren” temasında yer alan konuşma yöntem ve teknikleri Doğa ve Evren Güdümlü Konuşma Serbest Konuşma Toplam f 3 1 4 “Doğa ve Evren” temasında dört adet konuşma yöntem ve tekniğine yer verilmiştir. Bunlardan güdümlü konuşma üç kez kullanılırken serbest konuşma bir kez kullanılmıştır. Tablo 10: “Bilim ve Teknoloji” temasında yer alan konuşma yöntem ve teknikleri Bilim ve Teknoloji Serbest Konuşma Katılımlı Konuşma Kendisini Karşısındakinin Yerine Koyarak Konuşma Toplam f 2 1 1 4 “Bilim ve Teknoloji” temasında da dört adet konuşma yöntem ve tekniği kullanılmıştır. Bunlardan serbest konuşmaya iki kez, katılımlı konuşma ve kendisinin karşısındakinin yerine koyarak konuşmaya ise birer kez yer verilmiştir. Türkçe Dersi Öğretim Programında yer alan konuşma yöntem ve teknikleri tablolaştırılarak Tablo 11.’de gösterilmiştir: B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O331 O K 341 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM Tablo 11: Türkçe Dersi Öğretim Programında yer alan konuşma yöntem ve teknikleri Konuşma Yöntem ve Teknikleri İkna Etme Eleştirel Konuşma Katılımlı Konuşma Tartışma Kendisini Karşısındakinin Yerine Koyarak Konuşma (Empati Kurma) Güdümlü Konuşma Kelime ve Kavram Havuzundan Seçerek Konuşma Serbest Konuşma Yaratıcı Konuşma Hafızada Tutma Tekniği Eksen Yayıncılık tarafından hazırlanan altıncı sınıf Türkçe ders kitabında yer alan konuşma yöntem ve tekniklerine Tablo 12.’de yer verilmiştir: Tablo 12: Eksen Yayıncılık altıncı sınıf Türkçe ders kitabında yer alan konuşma yöntem ve teknikleri Altıncı Sınıf Türkçe Ders Kitabında Yer Alan Konuşma Yöntem ve Teknikleri Güdümlü Konuşma Serbest Konuşma Eleştirel Konuşma Katılımlı Konuşma Tartışma Kendisini Karşısındakinin Yerine Koyarak Konuşma Kelime ve Kavram Havuzundan Seçerek Konuşma Yaratıcı Konuşma Toplam f 14 9 3 3 3 2 1 1 36 Altıncı sınıf Türkçe ders kitabında toplamda otuz altı adet konuşma yöntem ve tekniği kullanılmıştır. Bunlardan ilk sırayı alan kitap genelinde on dört kez kullanılan güdümlü konuşmadır. Ardından serbest konuşmanın dokuz kez kullanıldığı görülmektedir. Daha sonra sırasıyla üçer kez eleştirel konuşma, katılımlı konuşma ve tartışmanın, iki kez kendisini karşısındakinin yerine koyarak konuşmanın ve birer kez de kelime ve kavram havuzundan seçerek konuşma ile yaratıcı konuşmanın kullanıldığı görülmektedir. Tablo 13: Eksen Yayıncılık altıncı sınıf Türkçe ders kitabında yer almayan konuşma yöntem ve teknikleri Altıncı Sınıf Türkçe Ders Kitabında Yer Almayan Konuşma Yöntem ve Teknikleri İkna Etme Hafızada Tutma Tekniği Tablo 13.’te de görüleceği üzere kitap genelinde konuşma yöntem ve tekniklerinden ikna etme ve hafızada tutma tekniği Türkçe Dersi Öğretim Programında yer almasına rağmen bu konuşma yöntem ve tekniklerini içeren etkinlik düzenlenmemiştir. Bu konuşma yöntem ve tekniklerine kitap genelinde yer verilmemesi dikkat çekicidir. Sonuç, Tartışma ve Öneriler Konuşma becerisinin Türkçe dersi aracılığıyla geliştirilmesinde kullanılacak yegâne kaynaklardan olan ders kitabı çeşitli araştırmacılar tarafından bu amaca uygun olarak incelenmiştir. Bunlardan Ayaz ve Yenen Avcı (2017), “Türkçe Öğretmen Kılavuz Kitaplarında Konuşma Eğitimi” adlı çalışmalarında 2013-2014 eğitim-öğretim yılında okullarda okutulması karara bağlanan Türkçe dersi öğretmen kılavuz kitaplarını (6, 7 ve 8. Sınıflar) incelemişlerdir. İncelemeleri sonucunda bazı yöntem ve tekniklere sıklıkla bazılarına ise az yer verildiğini tespit etmişlerdir. Bu yöntem ve tekniklerden ikna etme, kendisini karşısındakinin yerine koyarak konuşma, serbest konuşma (7. Sınıf); eleştirel konuşma ve hafızada tutma tekniğinin (8. Sınıf) 342 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 332 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU öğretmen kılavuz kitaplarında bulunmadığını tespit etmişlerdir. Bu durum için kitaplardaki yöntem ve tekniklerin dengeli bir şekilde dağıtılmasını önermişlerdir. Coşkun ve Narinç (2018) ise yaptıkları “2017 Türkçe Öğretim Programı Esas Alınarak Hazırlanan 5. Sınıf Türkçe Ders Kitabında Yer Alan Yazma ve Konuşma Etkinliklerinin İncelenmesi” adlı çalışmalarında konuşma yöntem ve tekniklerinden en çok kendini karşısındakinin yerine koyarak konuşma yöntem ve tekniğine yer verildiğini tespit etmişlerdir. Kitapta bazı kazanımlara ve yöntem-tekniklere fazla yer verilirken bazı kazanımların ve yöntem-tekniklerin ise ihmal edildiğini saptamışlardır. Marangoz (2014) da yapmış olduğu “İlköğretim Türkçe Ders Kitaplarında Konuşma Eğitimi Uygulamaları” adlı yüksek lisans tezinde benzer sonuçlara ulaşmıştır. Birçok konuşma yöntem ve tekniğinin Türkçe ders kitaplarında yer almadığını ve bu nedenle kitapların konuşma becerisini geliştirmede yetersiz kaldığı sonucuna ulaşmıştır. Sözü edilen bu çalışmalar araştırmamızın sonuçlarını destekler niteliktedir. Altıncı sınıf Türkçe ders kitabındaki konuşma etkinlikleri üzerinde yapılan incelemede konuşma yöntem ve tekniklerinin istenilen düzeyde olmadığı görülmüştür. Kitap genelinde belli başlı yöntem ve teknikler üzerine odaklanıldığı bazı konuşma yöntem ve tekniklerinin ötelendiği görülmüştür. Bu da altıncı sınıf Türkçe ders kitabında yer alan konuşma yöntem ve tekniklerinin dengeli bir dağılım göstermediğini ortaya koymaktadır. Kitapta kullanılan otuz altı adet konuşma yöntem ve tekniğinden güdümlü konuşmanın on dört kez kullanılarak kitap genelinde en çok kullanılan yöntem ve teknik olduğu görülmektedir. Ardından serbest konuşma dokuz kez, daha sonra sırasıyla üçer kez eleştirel konuşma, katılımlı konuşma ve tartışma, iki kez kendisini karşısındakinin yerine koyarak konuşma ve bir kez de kelime ve kavram havuzundan seçerek konuşma ve yaratıcı konuşma yöntem ve tekniklerinin kullanıldığı görülmektedir. Türkçe Dersi Öğretim Programında yer almasına rağmen ikna etme ve hafızada tutma tekniğine kitapta hiç yer verilmediği görülmektedir. Bu da dikkate değer bir durum olarak karşımıza çıkmaktadır. Belli konuşma yöntem ve tekniklerine odaklanmak yerine kitap genelinde kullanılan konuşma yöntem ve tekniklerinde çeşitlendirmeye gidilmesi yerinde bir davranış olacaktır. Diğer konuşma yöntem ve tekniklerine de yer verebilmek amacıyla kitap genelinde konuşma etkinliklerinin sayısı arttırılmalıdır. Bu sayı arttırılırken konuşma etkinliklerinin niteliklerinin de iyileştirilmesine dikkat edilmelidir. Konuşma becerisinin gelişimini sağlamak için okullarda konuşmaya ayrı ders saati ayrılmalıdır. Bu ders saati içerisinde zengin konuşma yöntem ve tekniklerini içeren etkinliklerin yer aldığı ders kitapları kullanılarak Türkçe dersleri işlenmelidir. Konuşma becerisi kişinin akademik ve sosyal hayatında, iletişim kurmada en çok kullandığı becerilerden birisi olması sebebiyle bu becerinin kazandırılmasına önem verilmeli ve Türkçe ders programları ve bu derslerin işlenmesinde faydalanılan Türkçe ders kitapları da bu doğrultuda hazırlanmalıdır. Derslerde uygulanacak konuşma etkinliklerinde zengin konuşma yöntem ve teknikleri kullanılarak çocuklar eğitim sürecine dâhil edilmeli, daha zevkli ve eğlenceli dersler işlenilmesi sağlanmalıdır. Çocuğun eğlenerek öğrenmesi, konuşma becerisini geliştirmesi hedeflenmelidir. Araştırmamız altıncı sınıf Türkçe ders kitabıyla sınırlandırılmıştır. Tüm sınıf seviyelerindeki ders kitapları (1-8. sınıf Türkçe) incelenerek konuşma yöntem ve tekniklerinin bu kitaplardaki yansımaları daha ayrıntılı bir çalışmayla değerlendirilmeli ve ilgili kitaplar arası karşılaştırmalara yer verilmelidir. Bu karşılaştırmalar sınıf seviyeleri arasında yapılabileceği B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O333 O K 343 gibi Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları ile özel yayınevleri ya da özel okullar tarafından hazırlanan her bir seviyedeki Türkçe ders kitaplarındaki konuşma etkinliklerinin konuşma yöntem ve tekniklerini içerme durumu bakımından karşılaştırılması şeklinde de gerçekleştirilebilir. Kaynaklar Ayaz, H. ve Yenen Avcı, Y. (2017). Türkçe öğretmen kılavuz kitaplarında konuşma eğitimi. International Journal of Languages’ Education and Teaching, 5(1), 745-760. Coşkun, H. ve Narinç, F. N. (2018). 2017 Türkçe öğretim programı esas alınarak hazırlanan 5. sınıf Türkçe ders kitabında yer alan yazma ve konuşma etkinliklerinin incelenmesi. Iğdır Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 16, 627-645. Çetinkaya, M. (2017). Ortaokul Türkçe ders kitaplarının sözlü iletişim becerilerini geliştirme açısından değerlendirilmesi. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İzmir: Dokuz Eylül Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü. Kurudayıoğlu, M. ve Kiraz, B. (2020). Hazırlıksız konuşma stratejileri. RumeliDE Dil ve Edebiyat Araştırmaları Dergisi, 20, 167-189. Marangoz, M. M. (2014). İlköğretim Türkçe ders kitaplarında konuşma eğitimi uygulamaları. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Uşak: Uşak Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Sever, S., Kaya, Z. ve Aslan, C. (2013). Etkinliklerle Türkçe öğretimi. İzmir: Tudem Yayınları. Şekerci, Y. (2018). 6. sınıf ortaokul Türkçe ders kitabı. Ankara: Eksen Yayıncılık. Yıldırım, A. ve Şimşek, H. (2013). Sosyal bilimlerde nitel araştırma yöntemleri. Ankara: Seçkin Yayıncılık. Yıldırım, N. (2020). Öğretmen görüşlerine göre ortaokul öğrencilerinin konuşma kusurları. Ana Dili Eğitimi Dergisi, 8(2), 597-610. 334 ULUSLARARASI ÖĞRENCİLERİN EĞİTİM SİSTEMİNE VE SOSYAL HAYATA UYUM REHBERİ PROJESİ Harun ŞAHİN Öz Son yıllarda, bilim ve teknoloji alanındaki gelişmeler ile birlikte, bilgiye erişim ve iletişim sistemleri de hızla gelişme göstermektedir. Ülkemizde gerek devlet, gerek vakıf üniversitelerinin sayısındaki artışın devamında eğitimin önde gelen problemlerinden biri de eğitimin niteliği olmuştur. Eğitimde nitelik arayışı yükseköğretimde uluslararasılaşmayı da gündeme getirmiş ve T.C. Yükseköğretim Kurulu ve Yükseköğretim Kurumları tarafından, uluslararasılaşmanın sağlanması için çalışmalara hız verilmiştir. Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı tarafından hazırlanan, 2019 Üniversite İzleme ve Değerlendirme Genel Raporu’nda 2017-2018 eğitim ve öğretim yılında 126.681 yabancı uyruklu öğrenci öğrenim gördüğü bilgisine ver verilmiştir. Diğer taraftan 1929 yılında yapılan 1416 Sayılı Ecnebi Memleketlere Gönderilecek Talebe Hakkında Kanun çerçevesinde ve diğer ülkeler tarafından T.C. Vatandaşlarına sağlanan öğrenci bursları ile birçok araştırmacı / akademisyen ülkemizin sınırları dışında eğitim almaktadır. Bunların haricinde binlerce öğrenci de kendi imkânlarıyla diğer ülkelerin yükseköğretim kurumlarımda öğrenim görmek için yollara düşmektedir. Hem Türkiye’de bulunan uluslararası öğrencilere hem de Türkiye’den diğer ülkelere gitmek isteyen öğrencilerin başvurabileceği derli toplu bir bilgi kaynağının, kullanıcı dostu bir mobil yazılımın bulunmayışı bir ihtiyaç olarak karşımızda durmaktadır. Bu eksikliği telafi etmek için Bursa Uludağ Üniversitesi öncülüğünde, yurt içinden bazı kurum ve kuruluşlar ile ve Avrupa Birliği üye ülkelerinden bazı üniversitelerin katılımı ile bir Avrupa Birliği Projesi hazırlanmıştır. “Uluslararası Öğrencilerin Eğitim Sistemine ve Hayata Uyum Rehberi Projesi” olarak isimlendirilen ve kısa adı SOS (Software of Student) olan projenin özünü, yurtdışında okumayı planlayan / okuyan uluslararası öğrencilere; öğrencilik kabul süreci, eğitim - öğretim süresi, tanınma ve denklik şartları, lisans ve lisans sonrası eğitim, ekonomik süreçler, sosyokültürel süreçler, mezuniyet sonrası süreçlerle vb. ile ilgili mobil yazılım, rehber kitap ve kamu spotları aracılığıyla rehberlik etmektir. Bu bildiride, Bursa Uludağ Üniversitesi öncülüğünde hazırlanan SOS (Software of Student) öğrenci yazılım projesinin amacı, kapsamı, hedefleri ve planlanan fikrî çıktıları hakkında bilgi verilecektir. Anahtar  Sözcükler: Uluslararası öğrenci, yükseköğretimde uluslararasılaşma, öğrenci yazılımı, uluslararası öğrenci rehberi. Dr.; Müfettiş, Yükseköğretim Denetleme Kurulu Başkanlığı, [email protected]. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 345 335 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM PROJECT FOR A GUIDE FOR ADAPTATION TO THE EDUCATION SYSTEM AND SOCIAL LIFE OF INTERNATIONAL STUDENTS Abstract In recent years, together with the developments in science and technology, access to information and communication systems have been developing rapidly. One of the leading problems of education in the continuation of the increase in the number of both state and foundation universities in our country has been the quality of education. The search for qualification in education has brought internationalization in higher education to the agenda and the studies have been accelerated by the T.C. Council of Higher Education and Higher Education Institutions to ensure internationalization. In the 2019 University Monitoring and Evaluation General Report prepared by the Council of Higher Education, it was informed that 126,681 foreign students were educating in the 2017-2018 academic year. On the other hand, many researchers / academicians receive education outside the borders of our country with the student scholarships provided by other countries to Turkish Citizens within the framework of the Law No. 1416 on the Request to be Sent to Foreign Countries in 1929. Apart from these, thousands of students are on their way to educate in higher education institutions of other countries with their own means. The absence of a compact information resource and a user-friendly mobile software that both international students in Turkey and students who want to go to other countries from Turkey can apply is a necessity. In order to compensate for this deficiency, a European Union Project was prepared under the leadership of Bursa Uludağ University, with the participation of some domestic institutions and organizations and some universities from the European Union member countries. The essence of the project called SOS (Software of Student), which is named as the International Students' Adaptation to the Education System and Life Guide Project, is to international students who plan / educate abroad; to guide through mobile software, guidebooks and public spots related to the student admission process, education - training period, recognition and equivalence requirements, undergraduate and postgraduate education, economic processes, socio-cultural processes, post-graduation processes, etc. In this paper, the information will be given about the purpose, scope, goals and planned intellectual outputs of the SOS (Software of Student) student software project prepared under the leadership of Bursa Uludağ University. Keywords: International student, internationalization in higher education, student software, international student directory. 1. Projeye Duyulan İhtiyaç Son yıllarda, bilim ve teknoloji alanındaki gelişmeler ile birlikte, bilgiye erişim ve iletişim sistemleri de hızla gelişme göstermiştir. Yükseköğretim Kurulu Başkanlığının açıkladığı verilere göre Türkiye’de 2019 yılı itibari ile 206 yükseköğretim kurumu faaliyet göstermektedir. Bunların 129’u devlet üniversitesi, 72’si vakıf üniversitesi, 5’i vakıf meslek yüksekokuludur (YÖK, 2019, s. 9). 2547 Sayılı Yükseköğretim Kanunu’na tabi olan gerek devlet, gerek vakıf üniversitelerinin sayısındaki artışın devamında, eğitimin önde gelen problemlerinden biri de 346 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 336 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU eğitimin niteliği olmuştur. Eğitimde nitelik arayışı, yükseköğretimde uluslararasılaşma kavramını da gündeme getirmiş ve T.C. Yükseköğretim Kurulu ve yükseköğretim kurumları tarafından, uluslararasılaşma bir hedef olarak belirlenmeye başlamıştır. Üniversitelerin uluslararasılaşması ile ilgili olarak, 2019-2023 yıllarını kapsayan On Birinci Kalkınma Planı’nda şu hedeflere yer verilmiştir: 563. Ülkemizin yükseköğretim alanında uluslararasılaşma düzeyi artırılacaktır. 563.1. Etkili tanıtım çalışmalarıyla yükseköğretim sistemine uluslararası erişim kolaylaştırılacaktır. 563.2. Yükseköğretim sistemindeki nitelikli uluslararası öğrenci sayısı artırılacaktır. 563.3. Nitelikli yabancı uyruklu akademisyenlerin toplam istihdamı oranı içindeki payı artırılacaktır. 563.4. Yabancı dilde eğitim veren programların sayısı artırılacak, yükseköğretim kurumlarının uluslararası öğrencilere yönelik barınma imkânları geliştirilecek ve uluslararasılaşmada kurumsal kapasite artırılacaktır (On Birinci Kalkınma Planı, s.143). Yükseköğretim Stratejik Planında da “Türkiye yükseköğretim sisteminin uluslararasılaşma düzeyini arttırmak” bir stratejik hedef olarak belirlenmiştir (YÖK: 2016, s. 25). Yükseköğretim sisteminin uluslararasılaşma bağlamında Türkiye’de faaliyet gösteren Yükseköğretim Kurumlarında 2017-2018 eğitim ve öğretim yılında 126.681 yabancı uyruklu öğrencinin öğrenim görmüştür (YÖK, 2019, s.7). Dünya geneline baktığımızda, Türk Yükseköğretim kurum ve kuruluşlarının uluslararasılaşma bağlamında dünyadaki öğrenci sayısına kıyasla önemli bir yere tutmadığı söylenebilir. Zira 1975’te tüm dünyada bir milyonun altında olan uluslararası öğrenci sayısı, 1990’da 1,3 milyona, 2000’de 2,1 milyona ulaşmıştır. 2010’da bu sayı 4,1 milyon olarak gerçekleşmiştir. Yükseköğretim uzmanlarının öngörülerine göre bu artış devam ederek 2025 yılında 8 milyona ulaşacaktır (Çetinsaya, 2014,s.143). 1929 yılında yapılan 1416 Sayılı Ecnebi Memleketlere Gönderilecek Talebe Hakkında Kanun çerçevesinde ve diğer ülkeler tarafından T.C. Vatandaşlarına sağlanan öğrenci bursları ile birçok araştırmacı / akademisyen ülkemizin sınırları dışında eğitim almaktadır. Bunların haricinde çok sayıda öğrenci de kendi imkânlarıyla diğer ülkelerin yükseköğretim kurumlarımda öğrenim görmek için yollara düşmektedir. Hem Türkiye’de bulunan uluslararası öğrencilere hem de Türkiye’den diğer ülkelere gitmek isteyen öğrencilerin başvurabileceği derli toplu bir bilgi kaynağının, kullanıcı dostu bir mobil yazılımın bulunmayışı bir ihtiyaç olarak karşımızda durmaktadır. Bu eksikliği telafi etmek için Bursa Uludağ Üniversitesi öncülüğünde, yurt içinden bazı kurum ve kuruluşların ortaklığı ve Avrupa Birliği üye ülkelerinden bazı üniversitelerin katılımı ile bir Avrupa Birliği Projesi hazırlanmıştır. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O337 O K 347 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM 2.Projenin 2.Projenin Projenin Adı Adı Adı veLogosu veve Logosu Logosu Logosu 2.2.Projenin Adı ve Kısa Kısa Kısa adıadı adı SOS SOS SOS (Software (Software (Software of Student) Student) Student) olan olan olan projenin projenin projenin adıadı adı “The “The “The Adaptation Adaptation Adaptation Guide Guide Guide Kısa adı SOS (Software ofofof Student) olan projenin adı “The Guide totototo Adaptation Educational Educational Educational System System System & & & Social Social Social Life Life Life for for for International International International Students” Students” Students” (Uluslararası (Uluslararası (Uluslararası Öğrenciler Öğrenciler Öğrenciler İçin İçin Educational System & Social Life for International Students” (Uluslararası Öğrenciler İçinİçin Eğitim Eğitim Eğitim Sistemine Sistemine Sistemine veve Sosyal Sosyal Sosyal Hayata Hayata Hayata Uyum Uyum Uyum Rehberi) Rehberi) Rehberi) isimli isimli isimli proje proje proje (2019-1-TR01-KA205-073529) (2019-1-TR01-KA205-073529) (2019-1-TR01-KA205-073529) Eğitim Sistemine veveSosyal Hayata Uyum Rehberi) isimli proje (2019-1-TR01-KA205-073529) nolu, nolu, nolu, Türkiye Türkiye Türkiye Ulusal Ulusal Ulusal Ajansı Ajansı Ajansı tarafından tarafından tarafından finanse finanse finanse edilen edilen edilen Erasmus+ Erasmus+ Erasmus+ Program Program Program –Gençlik –Gençlik Gençlik alanında alanında alanında nolu, Türkiye Ulusal Ajansı tarafından finanse edilen Erasmus+ Program – –Gençlik alanında Stratejik Stratejik Stratejik Ortaklık Ortaklık Ortaklık projesidir. projesidir. projesidir. Proje Proje Proje Logosu Logosu Logosu Mehmet Mehmet Mehmet Fatih Fatih Fatih Kılıç Kılıç Kılıç tarafından tarafından tarafından Öğr. Öğr. Öğr. Gör. Gör. Gör. Stratejik Ortaklık projesidir. Proje Logosu Mehmet Fatih Kılıç tarafından Öğr. Gör. taşarlanmıştır. taşarlanmıştır. taşarlanmıştır. taşarlanmıştır. 2.Projenin 2.Projenin Projenin Koordinatörü Koordinatörü Koordinatörü veProje veProje Proje Ortağı Ortağı Ortağı Kuruluşlar Kuruluşlar Kuruluşlar 2.2.Projenin Koordinatörü veveProje Ortağı Kuruluşlar “SOS” “SOS” “SOS” (Software (Software (Software of Student) Student) Student) isimli isimli isimli projenin projenin projenin koordinatör koordinatör koordinatör kuruluşu kuruluşu kuruluşu Bursa Bursa Bursa Uludağ Uludağ Uludağ “SOS” (Software ofofof Student) isimli projenin koordinatör kuruluşu Bursa Uludağ Üniversitesi Üniversitesi Üniversitesi olup olup olup kurum kurum kurum adına adına adına proje proje proje yürütücü yürütücü yürütücü Prof. Prof. Prof. Dr. Dr. Dr. Cengiz Cengiz Cengiz ALYILMAZ’dır. ALYILMAZ’dır. ALYILMAZ’dır. Projeye Projeye Projeye ortak ortak ortak Üniversitesi olup kurum adına proje yürütücü Prof. Dr. Cengiz ALYILMAZ’dır. Projeye ortak kurumların kurumların kurumların isimleri isimleri isimleri vefaaliyet vefaaliyet faaliyet gösterdiği gösterdiği gösterdiği ülkeler ülkeler ülkeler şöyledir: şöyledir: şöyledir: kurumların isimleri vevefaaliyet gösterdiği ülkeler şöyledir: 1.Polar 1.Polar Polar Tekonoloji Tekonoloji Tekonoloji A.Ş. A.Ş. A.Ş. (Ankara (Ankara (Ankara / Türkiye) / /Türkiye) Türkiye) 1.1.Polar Tekonoloji A.Ş. (Ankara / Türkiye) 2.Kültürlerarası Kültürlerarası Kültürlerarası Araştırma Araştırma Araştırma veDostluk Dostluk Dostluk Vakfı Vakfı Vakfı SIRF-KARVAK SIRF-KARVAK SIRF-KARVAK (Ankara (Ankara (Ankara 2.2.2. Kültürlerarası Araştırma veveve Dostluk Vakfı SIRF-KARVAK (Ankara / / // Türkiye) Türkiye) Türkiye) Türkiye) 3.Ankara 3.Ankara Ankara Student Student Student Youth Youth Youth Group Group Group (Ankara (Ankara (Ankara / Türkiye), / /Türkiye), Türkiye), 3.3.Ankara Student Youth Group (Ankara / Türkiye), 4.Solutıon: 4.Solutıon: Solutıon: Solidarité Solidarité Solidarité &Inclusion &Inclusion Inclusion (Marsilya (Marsilya (Marsilya / Fransa) / /Fransa) Fransa) 4.4.Solutıon: Solidarité &&Inclusion (Marsilya / Fransa) 5.Ovıdıus 5.Ovıdıus Ovıdıus Unıversıty Unıversıty Unıversıty Of Constanta Constanta Constanta (Köstence (Köstence (Köstence / Romanya), / /Romanya), Romanya), 5.5.Ovıdıus Unıversıty OfOfOf Constanta (Köstence / Romanya), 6.Pereyaslav-Khmelnytsky 6.Pereyaslav-Khmelnytsky Pereyaslav-Khmelnytsky State State State Pedagogıcal Pedagogıcal Pedagogıcal Unıversıty Unıversıty Unıversıty (Kiev (Kiev (Kiev / Ukrayna) / /Ukrayna) Ukrayna) 6.6.Pereyaslav-Khmelnytsky State Pedagogıcal Unıversıty (Kiev / Ukrayna) 348 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 338 338 338 338 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU 3. Projesinin Amacı, Projenin amacı, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olup yurtdışında, lisans ve lisansüstü eğitim almayı planlayan öğrenci adaylarına ve Türkiye’de lisans ve lisansüstü eğitimi görmek isteyen yabancı uyruklu öğrenci adaylarına: 1. Öğrenci kabul süreci ile ilgili (kabul sınavı, öğrenci vizesi, ikamet alma işlemleri, örnek formlar vb.), 2. Eğitim süreci ile ilgili (üniversite tanıtımı, dil hazırlığı, öğrenim süresi, akademik zorluk düzeyi, öğrenci-akademisyen ilişkileri, tanıma ve denklik şartları, lisans ve lisans sonrası eğitim ile ilgili şartlar ve süreçler vb.), 3. Ekonomik süreçlerle ilgili (burs imkânları, burs kazanma şartları, burs kaybetme nedenleri, burs başvuru adresleri, ülkelere göre öğrencilerin ekonomik yaşam standartları, çalışma imkânları - lisans ve lisansüstü olarak- öğrencileri destekleyen kuruluşların listesi vb.), 4. Sosyo-kültürel süreçlerle ilgili (yerel öğrenciler tarafından kabullenilme-dışlanma, kültürel bariyerler ve önlemler, hedef ülkenin kültür yapısı, yemek kültürü, kıyafet, tören ve bayramlar, kültürel bilgilenme ofisleri vb.), 5. Mezuniyet sonrası süreçlerle ilgili (hedef ülkede iş bulma imkânları, çalışma izni alma süreci, oturum izni vb.), 6. Hukuk ile ilgili (disiplin mevzuatı, adli suçların oranı ve dikkat edilmesi gereken hususlar, başvurulacak yerler vb.), 7. Sağlık hizmetleri ile ilgili (uluslararası öğrenci sağlık sigortası, genel sağlık sigortasına dâhil olma süreçleri, sağlık hizmetlerinden yararlanma basamakları, başvurulacak yerler vb.), 8. Sunulan fırsatlarla ilgili (öğrenci değişim imkânları, uluslararası öğrenci kartları – ISIC-, uluslararası öğrenci dernekleri-platformları, başvurulacak yerler ve iletişim bilgileri vb.) konularda mobil yazılım, rehber kitap ve kamu spotları aracılığıyla rehberlik etmektedir. 4. Projenin Hedefleri 1. Uluslararası öğrencilerin eğitim hayatını ve sosyal uyumu kolaylaştıracak mobil bir uygulama üretebilmek, 2. Proje çalışmalarını kamuoyuna anlatan ve fikri çıktıların görünürlüğünü / indirilmesini sağlayan bir web sayfasını kullanıma sunabilmek, 3. Mobil uygulamayı anlatan bir kılavuz kitap (kullanıcı rehberi) üretebilmek, 4. Uluslararası öğrencilerin sorunlarını çözmeye yönelik görseller / kısa filmler üretebilmek, 5. Üretilen fikri çıktıları paydaş sivil toplum kuruluşları ve ilgili kurum ve kuruluşlarla birlikte yaygınlaştırabilmek, 6. Uluslararası öğrenci çalıştayları ile uluslararası öğrencilerin yaşadıkları sorunları ve çözüm önerileri toplayarak, projenin sürdürülebilirliğini sağlayabilmek, 7. Proje çıktılarının uluslararası yaygınlaştırma çalışmalarını yapabilmek olarak belirlenmiştir. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O339 O K 349 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM 5. Proje Adımları 1. Proje kapsamında üç adet proje yönetim toplantısı ve üç adet öğrenme, öğretme ve eğitim faaliyet toplantısı gerçekleştirilecektir. Bu faaliyetler sonucunda; SOS Mobil Yazılım, kılavuz kitap ve kısa filmlerden oluşan çıktılar elde edilecektir. 2. Proje çalışmaları kapsamında Aralık 2020 tarihinde SOS Mobil Yazılımın ilk versiyonu deneme amacıyla ortak kurum ve kuruluşlarda test edilecektir. Programın deneme versiyonu uluslararası öğrenci kuruluşlarına ve öğrencilere değerlendirmeleri amacıyla ulaştırılacaktır. Alınan geri bildirimlerle mobil uygulama tamamlanarak herkesin kullanımına açılacaktır. 3. Uluslararası öğrencilerin ve ilgili STK’ların davet edileceği bir çalıştay ile; SOS Mobil Yazılım, ortakların ülkelerindeki yükseköğrenim sistemini anlatan bir rehber kitap ve proje kısa filmleri tanıtılacaktır. 4. Proje çıktıları Türkçe, İngilizce, Arapça, Fransızca, Rumence ve Ukrayna dillerinde üretilecektir. Proje süreci 30 Mayıs 2021 tarihine kadar devam edecektir. Bu süreçte yapılacak çalışmaların işlem basamakları aşağıdaki şekilde kararlaştırılmıştır. 6. SOS Fikri Çıktı İşlem Basamakları 6.1. Veri Toplama: - Uluslararası öğrencilere anket uygulaması, - Uluslararası öğrencilerle ilgili çalışma yapanlarla işbirliği. 6.2. SOS Mobil Yazılım: - İhtiyaç analizlerinde ortaya çıkan sorunları kategorik hâle getirme, - Her ihtiyaç alanına dair literatür ve mevzuat taraması yapma, - Elde edilen verileri yazılım formatına dönüştürme (kodlama). 6.3. Kullanıcı Rehberi Kitabı: - SOS mobil uygulamanın nasıl kullanılacağını gösteren yazılı ve görsel içerikler oluşturma, - Türkiye, Romanya, Ukrayna ve Fransa'daki yükseköğrenim sistemini, üniversiteleri ve kolaylaştırıcı önerileri içeren kitap hazırlama. 6.4. Kısa Film: - Uluslararası öğrencilere yol gösteren kısa filmler oluşturma ve yayınlama. 7. SOS mobil yazılım içerik basamakları 7.1. Öğrenci Kabul İşlemleri - Giriş sınavı için başvuru (şartlar ve gerekli belgeler) - Öğrenci vizesi (şartlar, belgeler ve başvuru yerleri) - Üniversite kaydı (gerekli belgeler) - Öğrenci ikamet izni (başvuru yerleri, belgeler ve şartlar) - Okul ücretleri 350 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 340 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU 7.2. Yükseköğretim Kurumları Tanıtımı - Türkiye, Fransa, Ukrayna, Romanya (Kurumlar, kayıt şartları, ulaşım, öğrenim süreleri, akademik kadrosu vb.) 7.3. Ekonomik Şartlar - Burs (şartlar, gerekli belgeler, bursu kazanma/kaybeme) - Harcamalar (ulaşım, yeme-içme, kitap-kırtasiye vb.) - Çalışma imkânları (çalışma izni, şartları ve tahmini kazançlar - iş çeşitleri) 7.4. Konaklama - Yurt imkânları (kamu ve özel yurt başvuru şartları, belge ler) - Ev kiralama (şartlar ve ücretler, öneriler, kira sözleşme örnekleri vb.) 7.5. Sosyal ve Kültürel Sartlar - Kültürel özellikler (milli, dini törenler, günler; hasssas konular, kıyafet ve yemek çeşitleri, vb.) 7.6. Toplumsal yaşam şartları - Üniversitelerin sosyal çevreleri - Kütüphane hizmetleri 7.7. Eğitim - Dil yeterliliği (kurslar vb.) - Tanıma ve Denklik - Eğitim süreleri (ön lisans, lisans, y.lisans ve doktora) - Akademik süreçler (sınav, disiplin, devam, öğrencilik hakkını kaybetme vb.) - Yükseköğrenim mevzuatı 7.8. Sağlık - Sağlık sigortası (Başvuru, ücreti, kapsamı, geçerliliği, belgeler) - Genel sağlık sigortası (Başvuru, ücreti, geçerliliği) - Yararlanılacak sağlık kuruluşları 7.9. Faydalı Linkler - Uluslararası öğrenci kuruluşları (Örneğin; YTB, YÖK) - Uluslararası öğrencilerle ilgili STK'lar (SIRF, UDEF, VB.). - CİMER - Dışişleri Bakanlığı / Ülkelerin misyon temsilcilikleri B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O341 O K 351 Sonuç Proje sonunda, tablet ve cep telefonları için geliştirilecek IOS / ANDROİD uygulaması geliştirilecektir. Bu yazılım, dünyanın herhangi bir yerinden, yükseköğretim eğitim için yola çıkacak öğrence adaylarına rehberlik yapacaktır. “SOS” (Software of Student) olan projenin fikrî çıktıları ile öğrencilere ve öğrenci adaylarına, başvurusundan, mezuniyete kadar öğrencinin yaşayabileceği her durumda, kendisine rehberlik edecek çok dilli bir uygulamaya kavuşmuş olunacaktır. Kaynaklar Çetinsaya, G. (2014). Büyüme, kalite, uluslararasılaşma: Türkiye yükseköğretimi için bir yol haritası. Ankara: Yükseköğretim Kurulu. On Birinci Kalkınma Planı (2019 23 Temmuz 2019 tarihle ve 30840 sayılı Mükerrer Resmi Gazete), https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2019/07/20190723M1.pdf adresinden 01.10.2020 tarihinde erişim sağlanmıştır. YÖK. (2015). Yükseköğretim Kurulu stratejik planı 2016-2020, https://www.yok.gov.tr/Documents/Kurumsal/strateji_dairesi/YOK_Stratejik_Plan_201 6_2020.pdf adresinden 01.10.2020 tarihinde erişim sağlanmıştır. YÖK. (2019). Üniversite izleme ve değerlendirme genel raporu-2019, https://www.yok.gov.tr/Documents/Yayinlar/Yayinlarimiz/2020/universite-izleme-vedegerlendirme-genel-raporu-2019.pdf adresinden 01.10.2020 tarihinde erişim sağlanmıştır. 342 GÜRCİSTAN'DA İSLAMİYE SIBYAN MEKTEPLERİ (19. YÜZYIL İLE 20. YÜZYILIN BAŞLARI) Gülnara GOCA MEMMEDLİ Öz Gürcistan coğrafyasında Müslümanların asırlar boyu yaşamaları burada İslam eğitiminin de geniş vüsatla devam etmesine vesile olmuştur. Buradan yola çıkarak, sunulan bildiride Gürcistan arazisinde faaliyet göstermiş İslam ruhani mektepleri ele alınır. Amaç, Gürcistan'da İslam dininin, öncelikle de İslamî maarifin hem geçmişte hem de günümüzde gelişmiş olduğunu gözler önüne sermekten ibarettir. Bildiride 19. yüzyıl ile 20. yüzyılın başlarında ülkenin başkenti Tiflis şehrinde ve Ahıska, Borçalı, Kahet kazalarında, Karayazı nahiyesinde faaliyet göstermiş İslamiye Sıbyan mektepleri ayrı ayrılıkta incelenmektedir. Müslüman ruhani mekteplerinden, medreseler bünyesindeki mekteplerden, köylerdeki cami-mescit mekteplerinden bahsedilmektedir. Mekteplerin müfredat içeriğine de değinilmekte, Gürcistan'daki mekteplerde Arap alfabesinin, okuma ve yazma rehberinin, Kuran'dan surelerin ve ayetlerin öğretildiği, hadis, fıkıh, usul, mantık, meani, beyan, edebiyat bilimi, heyet, nücüm, semahat, lisan, kimya, siyer, tababet derslerinin okutulduğu özelinde bilgiler verilmektedir. İlkin kaynaklar olarak Gürcistan Millî Arşivinin ilgili materyalleri temel alınmıştır. Öne çıkarılan hipotez; Gürcistan arazisinde İslam dininin, İslam medeniyetinin zengin mirasının var olduğunun kanıtlanmasıdır. Anahtar Sözcükler: Ahıska, Borçalı, Gürcistan'da İslam, İslam eğitimi, mektep, Tiflis. ISLAMIC SIBYAN MAKTABS IN GEORGIA (19TH CENTURY TO EARLY 20TH CENTURY) Abstract The centuries-long existence of Muslims in the geography of Georgia has led to the continuation of Islamic education here as well. Based on this, the presented paper deals with Islamic spiritual schools operating in Georgia. The aim is to demonstrate that the religion of Islam, primarily Islamic education, has developed in Georgia both in the past and today. In the paper, the schools of Islamiye Sibyan, which operated in Tbilisi, the capital city of the country, and in the districts of Ahiska, Borchali, Kakheti, and Karayazi in the 19th and early 20th centuries, are examined separately. Muslim spiritual schools, schools within the madrasahs, mosque-masjid maktabs in villages are mentioned. The curriculum content of the schools is also mentioned. It is given specific information on which courses and medicine are taught. Firstly, the relevant materials of the Georgian National Archive were taken as the basis. The proposed hypothesis; It is proving that the rich heritage of Islam, Islamic civilization exists in the territory of Georgia. Keywords: Meskhetian Turks, Borchali, Islam in Georgia, Islamic education, maktabs.  Dr. Öğr. Üyesi; Ardahan Üniversitesi İnsani Bilimler ve Edebiyat Fakültesi, [email protected]. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 353 343 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM Giriş Bellidir ki, mektep, Arapça “yazmak” anlamındaki ketb kökünden gelerek, yazılan yer anlamını taşımaktadır. Mektephane sözü de kullanılmıştır. Mekteplerde ders öğretenlere muallim, okuyanlara şakirt denilmiştir. Mektep kelimesi, Azerbaycan Türkçesinde hem ruhani hem de laik (beşeri) eğitim kurumları için söylenir. Hatta üniversitelere de âli mektep denir. Gürcistan'da dini mekteplerin tarihinin zengin olduğunu diyebiliriz. 8. asırdan itibaren İslam âleminin mühim şehirlerinden olmuş, “dar'el İslam” İslam arazisi olarak tanınmış Tiflis'te Araplar “kendi ibadetgâhlarını – mescitler ve mektep-medreseler inşa ettikleri” özelinde bilgiler mevcuttur (Memmedov 2016, s. 55). 9. yüzyılda Tiflis Narınkale'sindeki Şahtahtı istihkâmında Müslümanların rasathane işlettikleri, 9–13. yüzyıllarda Tiflis, Hunan, Dumanis şehir ve kasabalarının İslam intibah kültürünün meşhur ocaklarına dönüştüğü, bu merkezlerde Nizamiye mektepleri açıldığı, kervansaraylar, İslam öncülerinden, sofilerden, şairlerden ötürü saraylar yapıldığı, camiler yanında medrese ve mektepler teşkil edildiği, bu ziya ocaklarının, Tiflis kütüphanesinin meşhurlaştığı bilinmektedir. Safevilerce 1522'de Tiflis Meteh köprüsünün tam kıyısında yapılmış, 1606'da genişletilmiş Aliye Eyvanlı camisinde “birkaç asır zarfında büyük âlimler ders demişler” (İsmailzade 2010, s. 29). 1785'de tertiplenmiş Tiflis kent planında beş mescit olduğu notu düşülmüştür. Kür nehri üzerinde köprünün Narınkale semtinde Aliye camisi, Müslüman hamamlarının yanında Bektaşiye camisi, Gence Kapısı mahallesi camisi, Meydan mahallesinde Soylu mescidi olmuştur ve bu mescitler nezdinde mektepler, medreseler de faaliyet göstermişler. Borçalı bölgesinde de İslam eğitim ocaklarının yaygın tipleri mektepler ve medreseler olmuştur. İlkin kaynaklar, mehazlar Gürcistan Milli Arşivinin Tarih Arşivi'ndeki ilgili malzemelerdir. Adı geçen arşivde korunan belgeler arasında daha çok 1847–1918 yıllarına ait Tiflis Müslüman Mektepleri fonundan (GMATA 1480/1/1), 1849–1892 yıllarına ait Kafkasya Eğitim Dairesi fonundan (GMATA 422/1/7150) (GMATA 422/2/5697), 1862–1919 yıllarına ait Tiflis İstatistik İdaresi fonundan (GMATA 414/2/112) yararlanmış bulunmaktayız. Gürcistan'da İslam kültürü ve eğitimi tarihine dair Hüseyin Ehmedov, Emrulla Paşaev, Osman Mert, Zurab Kiknadze, Nevruz Bayramov, Rizvan İsmailzade, Gela Guniava, Cengiz Alyılmaz, Ali İpek, Zaza Tsurtsumia, Ayşegül Aydıngün, Rasim Memmedov, İkram Çınar ve başkalarının önemli araştırmaları da (Ehmedov, 1985; Paşaev, 1997; Mert 2004; Kiknadze, 2008; Bayramov, 2009; İsmailzade, 2010; Guniava, 2013; Alyılmaz, 2015; İpek, 2015; Tsurtsumia, 2015; Aydıngün, 2016; Memmedov, 2016; Çınar, 2019) kaynak olarak irdelenmiştir. 1. Ülke Çapında İslamiye Mektepleri Hususunda Genel Bilgiler Kaynaklardan görülür ki, 1890'da Tiflis vilayetinde 111, Kutais vilayetinde 258, Batum kazasında belirli sayıda Müslüman mescit mektebi veya ev mektebi faaliyet göstermiştir. 1911'de mescit mekteplerine ilişkin rapora göre, Tiflis vilayetinde Sünni mezhepliler için 123 mektep olmuş ve onlarda 2.020 erkek ve 1.543 kız öğrenci okumuştur, 131 muallim çalışmıştır. Bunlardan Ahıska kazasında 89, Ahılkelek kazasında 11, Borçalı kazasında 10, Tiflis kazasında 5, Sığınak kazasında 3, Telav kazasında 3, Tiflis şehrinde 2 mektep faaliyet göstermiştir (Kafkasya Eğitim Dairesi 1911, s. 202; Kafkasya Eğitim Dairesi 1912, s. 214; Kafkasya Eğitim Dairesi 1915, s. 141). 354 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 344 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU Mekteplerde birer molla ders demiştir. Raporlarda bildirilir ki, bu ruhani mekteplerinin belirli bütçesi olmamış, mektepler ebeveynlerin gönüllü iane-bağışları sayesinde faaliyet göstermişler (GMATA 414/2/112, s. 3–4). İlköğrenimini Ahıska'da mollahanede almış görkemli gazeteci Ömer Faik Nemanzade şöyle hatırlamıştır: “Ahalsıh uyezdindeki Azgur mektebinde diz üstte oturup yırğalana yırğalana: rebb yhurr vela tuassir sehm aleyne yamüyesser ezberliyordum. Diz üstte otura otura bacaklarım ağrımış, ayaklarım ezişmişti” (Nemanzade 1992, s. 370). Gürcistan'daki mescit mektepleri ve şahsi mollahaneler öğrencilerden toplanan eğitim ücretiyle yönetilmiştir; öğrencilerin ekserini emekçi çocukları teşkil etmişlerdi. Mektebdarlar – köy mollaları, muallimler Arap ve Fars dillerini mükemmel biliyorlardı. Onların çoğu mescitler bünyesindeki mektepleri, medreseleri bitirmişlerdi, kimileri İstanbul'da, Horasan'da, Tebriz'de, Erdebil'de, Dağıstan'da medreselerde bilgin ruhanilerin yanında eğitim almışlardı. Mektepler önce müstakil olmuştu, yüzyılın ortalarında ülke mektepler idaresine tabi edilmiş, 1872'den sonra mescit mekteplerine nezareti vilayet ruhani meclisi, onları denetlemeyi kaza kadıları üstlenmişlerdi. 1874 yılında mektep ve medreselere ilişkin hususi yasaya istinaden, Gürcistan'daki mescit mektepleri de halk okulları denetçisinin nezaretine verilmişti, yeni mektepler açılmasına yalnızca halkın vesaitiyle Rus dili öğretmeninin bulunması koşuluyla müsaade edilmişti, yurt dışından ders kitapları getirilmesi yasaklanmıştı (Ehmedov 1985, s 264). Bu şartlarla ilgili Gürcistan'da mescit Sıbyan mekteplerinin sayı azalmış, buna karşılık hükümet okulları meydana çıkmıştı. Müslüman mescit mekteplerinin çoğu eyaletlerde, yani Borçalı ve Ahıska kazalarında olmuştur. Aynı zamanda Müslümanların yaşadıkları diğer bölgelerde – Sığınak, Telav kazalarında, Batum ilinde, Tiflis kazasının Karayazı nahiyesinde de mescit mektepleri teşkil edilmişti. Batum'daki Orta Cami ve Aziziye Camisi nezdinde mektepler açılmıştı. 2. Tiflis Şehrindeki Mektepler 17. yüzyılda Osmanlı-Türk gezgini Evliya Çelebi Gürcistan'ı ziyareti sırasında Tiflis'i mescitleri ve ulemasıyla bir İslam şehri olarak tanıtmıştır (Alyılmaz 2015, s. 81) (Tsurtsumia 2015, s. 24). Gürcistan'ın başkentinde 17. yüzyıla ait “Gök Mescit”, 1723–1735 yıllarına ait “Osmanlı Camisi”, 19. yüzyıl sonlarına ait “Cuma Mescidi” isimleriyle bilinen camiler ibadete açık olmuştur. Bu camiler nezdinde İslamiye mektepleri faaliyet göstermiştir. 19. yüzyılda Tiflis şehrinde Müslüman Ruhani Mektebi, Aliye medresesi bünyesinde İslamiye mektebi, Ömeriyye medresesi nezdinde İslamiye mektebi, Müftüyi İslam Mektebi olarak adlandırılan dini öğretim kurumları önümüze çıkar. 2.1. Müslüman Ruhani Mektebi Şehrin Tatar (Türk) Meydanı mahallesinde yerleşmişti. Bu mekteplerin varlığını onun muallim ve mezunlarının özgeçmiş bilgilerinden öğreniyoruz. Ahund Ahmed Hüseyinzade (1812–1887), Selyanlı Ahund Muhammed Ali Hüseyinzade'nin oğlu olup, Tiflis Müslüman Ruhani Mektebinde okuduktan sonra Irak'ta 345 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 355 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM yüksek din eğitimi almış, 1862'den 1884'e kadar Kafkasya şeyhülislamı görevini icra etmiştir. Dine, ayrıca edebiyata, tarihe, eğitim meselelerine dair önemli ilmi kitapların müellifidir. Hüseyin Efendi Kayıpzade (1830–1917), Azerbaycan'ın Kazah kazasının Salahlı köyünden olup, Tiflis'te ruhani mektebinde, Gori'deki öğretmen semineriyesinde çalışmıştır. 1883 yılından 1917 yılına kadar Kafkasya müftüsü olmuştur. Tiflis'te İslam eğitiminin gelişiminde mühim hizmetleri olmuştur. Ahund Memmed Hasan Mövlazade (1853–1932), Şekilidir. Evvelce Tiflis'teki Müslüman Ruhani mektebinde, sonra İran'da yüksek din eğitimi almış. Tiflis'te Aliyye (Ali talimi) medresesinde şeriat ve fıkıhtan ders demiş, bir süre kadı, 1907'den 1909 yılına kadar şeyhülislam vekili olmuştur. “Kitab'ül Beyan Fitefsir'il Kuran” kitabı bellidir. 2.2. Medreseler Nezdinde Mektepler Tiflis şehrinde 1847 yılından faaliyette olan “Aliyye” ve “Ömeriyye” İslamiye medreseleri bünyesinde 1901 yılında yüksek dereceli iptidai mektep de açılmıştı. Bu mektepte Şeriatın öğretimi güçlendirilmişti (GMATA 422/1/7150, s. 46–51). 2.3. Müftüyi İslam Mektebi Bu mektebi Hüseyin Efendi Molla Yusufoğlu Kayıpzade 1883 yılında Kafkasya müftüsü atandığı zaman kendi hesabına açmıştı. Önce Sıbyan mektebi olarak teşkil edilmiş bu mektep, sonra altı sınıflı “Müftüyi İslam Mektebi”ne dönüştürülmüştür. 3. Köylerde Cami / Mescit Mektepleri 19. yüzyıl sonlarında genelde Gürcistan arazisinde Türklerin meskûn oldukları kaza ve nahiyeler üzere cami-mescit mekteplerinin sayısı aşağıdaki çizelgede ifade edilmektedir. Tablo 1: Tiflis guberniyasında İslam mekteplerinin sayısı (19. yüzyıl sonları) Kazalar, nahiyeler Ahıska-Ahılkelek kazaları Borçalı kazası Kahet kazası Karayazı nahiyesi Mektep sayısı 40 24 9 3 3.1. Borçalı kazasında Gürcistan'da Azerbaycan veya başka deyişle Karapapak Türklerinin en çok yoğun bulundukları bölge Borçalı çevresidir. Kazanın kalabalık köyleri olan Arıklı, Fahralı, Görarkı, Kaş Muğanlı, Kızılhacılı, Sadaklı, Saral, Sarvan ve başka yerlerde mescit evleri var idi, bu ibadethanelerin hepsinde mektepler faaliyet göstermişti. Camileri bulunmayan köylerimizin bazılarında de ev ortamında mescit mektepleri tipinde şahsi mollahaneler var idi. Bölgede İslam dini eğitim kurumları esasen camiler / mescitler nezdinde yaratılmıştı. Bu tip mektepleri bulunmuş aşağıdaki köyleri listeleyebiliriz. Tablo 2: Borçalı bölgesinde köy mescit mektepleri Açılış tarihi 1590 yılı 1739 yılı 1787 yılı 1787 yılı 1794 yılı 18. yüzyıl 18. yüzyıl 356 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K Köyler Görarkı Sarvan Baydar Kurtlar Aşağı Saral Araplı Tekeli Yadigâroğullar 346 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU 19. yüzyıl ilk yarısı 1853 yılı 1854 yılı 1870 yılı 1872 yılı 1881 yılı 1898 yılı 19. yüzyıl sonları 19. yüzyıl sonları 19. yüzyıl sonları 19. yüzyıl sonları 1900 yılı 1907 yılı 1910 yılı 1912 yılı 1916 yılı 20. yüzyıl başları Büyük Muğanlı Kırıklı Ahlımahmudlu Bala Muğanlı Kızılhacılı Sadaklı Candar Lecbeddin Karatehle Sarvan Minasazlı Sarvan Talipli İmirhasan Fahralı Kosalar Kacarlar Arıklı Hasanhocalı Kızılkilise 1905 yılında sadece bir köyde – Arıklı'da beş tane mollahane mektebi bulunmuştur. Şeyh Muhammed Ali Ahund Ağa Hüseyinoğlu (1889–1937), Sarvan mescit mektebini bitirdikten sonra yüksek ruhani öğrenimini Horasan, Bağdad şehirlerinde medreselerde almıştı. Borçalı kadısı, Hayriye meclisi başkanı olmuş, 1930–1935 yıllarında Güney Kafkasya Müslümanları Ali Ruhani İdaresinin başkanı görevini üstlenmiştir. Görarkı mescit mektebinde “Kuran ve din derslerinin tedrisi teşkil olunmuştu” (İsmailzade 2010, s. 149). Lecbeddin mescit mektebinde “20. asrın evvellerinde Anadolu'dan gelmiş Hoca (teessüf ki, adı hatırlanmıyor), Dağıstanlı Molla Abdulkadir, yerli ruhanilerden Derzili Molla Mahmud, Osmanöyü'nden Molla Musa ve başkaları çocuklara yazma, Kuran okuma öğretmişler. Bu mollahaneler Aliyar Karabağlı'nın (sonralar tanınmış profesör) açtığı ilk yeni usullü mektebe kadar faaliyet göstermişler” (İsmailzade 2010, s. 158). Büyük Muğanlı camisi mektebini “muallim ahund Mir Yusuf tesis etmişti. Mektepte ayrıca yaşlılar için Kuran tefsirine ait ders koyulmuştu, bu derste asli bu köyden olan meşhur din hadimi Şeyh Muhammed Ali de iştirak etmişti” (İsmailzade 2010, s. 167). 3.2. Ahıska-Ahılkelek bölgesinde Burası Ahıska Türklerinin dede-baba yurdudur. 1944 yılında buradan sürgün edilene kadar bölgenin köylerinde Ahıska Türkleri yoğun bulunmuşlardı. 1870 yılı bilgilerine göre, Ahıska bölgesinin aşağıdaki köy ve kasabalarında mescit mektepleri var olmuştur: Abastuman, Adıgün, Ahılkelek, Ahaşen, Aspinza, Azgur, Çeçla, Entel, Georgisminda, Hevaşen, Heyot, Hırtız, Horcam, İdumala, İndusa, Kikinet, Klde, Koltahev, Laşihev, Mugaret, Niyala, Ongora, Oşora, Persa, Pğero, Sağunet, Sinis, Sinuban, Svir, Şolaver, Şurdo, Toloş, Ude, Vale, Varhan, Varnet, Yeniköy, Zahan, Zikilia (Tiflis Vilayeti 1870, s. 357–388). 1905 bilgisine göre, Ahıska kazasında 64, Ahılkelek kazasında 15 mescit mektebi kayda alınmıştı. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O347 O K 357 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM 3.3. Kahet kazasında Bölge, Gürcistan'ın doğu kısmındadır. Burada Türkler, yoğun olmasa da, on kadar köyde toplu şekilde meskûndur. Bu köylerin ekserinde cami-mescit mektepleri teşkil edilmişti. Tablo 3: Kahet bölgesinde köy mescit mektepleri Açılış tarihi 19. yüzyıl başları 19. yüzyıl 1860 yılı 1868 yılı 1870'li yıllar 1895 yılı 1900'lü yılları başları 1900'lü yılları başları 1900'lü yılları başları Köyler Genceli Karaçöp Keşeli Telav Karacala Karaçöp Lembeli Tüller Kabal Düzeyrem Yor Muğanlı Karacalar 3.4. Karayazı nahiyesinde Söz konusu dönemde Karayazı, Tiflis guberniyasına bağlı bir nahiye konumunda bulunmuştu. Buradaki köy cami-mescitlerinde de mektepler, çocukların İslami değerlerle aydınlanmasına katkıda bulunmuştu. Tablo 4: Karayazı nahiyesinde köy mescit mektepleri Açılış tarihi 1825 yılı 1894 yılı 19. yüzyıl sonları 19. yüzyıl başları 19. yüzyıl başları Köyler Karatepe Karayazı Kosalı Karatehle Hacılar Nazarlı Karayazı Kosalı camisi mektebinde 1894 yılında “Hacı Veli çok insanlara Arapça dersler vermiştir” (İsmailzade 2010, s. 256). Karatehle mescit mektebinde Meşhedi Asker, molla Esed, molla Hüseyin, molla Muhammed Bağır vaazlar okumuş, din dersleri geçmişler (İsmailzade 2010, s. 262). 4. Sıbyan Mekteplerinin Şakirt Kontenjanı Bu mekteplerin bazılarında öğrenci kontenjanı kısmen çok, bazılarında az olmuş, hatta bazı mekteplerde toplam 2 veya 3 öğrenci okumuştur. Gürcistan'ın Müslümanlar yaşayan kazalarında ruhani mekteplerin, bu mekteplerde okuyan şakirtlerin sayısı açısından istatistik şöyle olmuştur: Tablo 5: Gürcistan'da mekteplerin ve öğrencilerin sayısı (Paşaev, 1997) Yıllar 1877 1887 1888 1898 1905 Mektep sayısı 98 133 24 112 103 Öğrenci sayısı 1465 3110 460 574 2404 Mescit mekteplerinde kızlar da okumuşlardı; nitekim 1887'de şakirtlerin 383'ü, 1888'de 121'i, 1898'de 90'ı kızlar olmuştur. 358 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 348 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU 1901'de Tiflis vilayetinde 92 Müslüman mescit mektebine 1.326 erkek, 752 kız olmakla toplamda 2.078 öğrenci devam etmiştir. Aynı yıl Tiflis'te bu tipten olan 2 mektepte 14 erkek ve 7 kız olmakla toplam 21 öğrenci olmuştur (Gocaeva 2000, s. 16). Karacala mescit mektebinde 40, Nazarlı'da 30, Muğanlı-Keşeli'de 20, Lembeli'de 18, Arıklı'da 11, Karacalar'da 10, Demircihasanlı'da 9, Lecbeddin'de 9, Sadaklı'da 8, Baydar'da 7, Bolus Kepenekçi'de 6, Şindiler'de 6, Hasanhocalı'da 5, Kurtlar'da 5, Kamerli'de 4, Saraclı'da 3 öğrenci okumuştu. 1910 yılına ait rapora göre, Tiflis vilayetinde 123 ruhani mektebinde 3.563 öğrenci okumuştur. 1911'de bu rakamlar muvafık olarak 138 ve 4.343, sonra 1914'te 34 ve 490 olmuştur (Kafkasya Eğitim Dairesi 1911, s. 202; Kafkasya Eğitim Dairesi 1912, s. 214; Kafkasya Eğitim Dairesi 1915, s. 141). 1914 yılında Batum Orta Cami'sindeki mektepte şakirtlerinin sayısı 68 olmuştur. Sonuç Önceki dönemlerde izlenilmiş gelenekler devam ettirilerek, 19. yüzyılda ve 20. yüzyılın başlarında da Gürcistan'da Tiflis şehrindeki, Borçalı, Ahıska, Kahet kazaları, Karayazı nahiyesi merkezlerindeki, Türklerin kalabalık olarak yaşadıkları köylerdeki camimescitler bünyesinde Sıbyan mektepleri açılmıştı. Bazı yerlerde yerli mollaların evlerinde, ya da köylerin merkez hissesindeki evlerin birinde de bu tip mektepler faaliyet göstermişti. Çocuklar mollahanelerde okuma yazma öğrendikten sonra ruhani mektebine devam etmiş, Kuran'ı burada hatmetmişlerdi. Gürcistan'ın Müslümanlar yaşayan yerleşim yerlerinden camisi bulunan yaşayış meskenlerinde camiler nezdinde Sıbyan mektepleri teşkil olunmuştu. Bu cami ve mescitlerde din ayinleri düzenlenmesinin yanı sıra, din dersleri de geçilmişti. Camileri bulunmayan köylerin bazılarında ev ortamında mescit mektepleri tipinde şahsi mollahaneler var idi. Gürcistan'daki Sıbyan iptidai mektepleri için mektebdarlar esas itibarıyla yerli mollalar, imamlar arasından atanırlardı. Muallimler ruhani tahsilli olmuşlar, Tiflis'teki ve kaza, nahiye merkezlerindeki medreselerde eğitim almışlar, sonra mekteplerde çalışmışlar. Bu mekteplerde en çok Kuran öğretilmiş, aynı zamanda okuma yazma, serf nehv, hadis, şiir, hesap dersleri de geçilmişti. Önce Arap alfabesi, okuma ve yazma kılavuzu, sonra Kuran'dan sureler ve ayetler öğretilmişti, hadis, fıkıh, usul, mantık, meani, beyan, edebiyat bilimi, heyet, nücüm, semahat, lisan, kimya, siyer, tababet geçilmişti. Alfabe, Kuran tilaveti, Fars dili ve edebiyatı, Arap dilinin serf-nahvi öğretilmişti. Sıbyan mekteplerinin mezunları mollalıkla meşgul olmuşlardı, ağa-beyler yanında arzuhalcilik yapmışlardı, az bir kısmı ruhanilikte mansaba ulaşmışlardı. Şakirtlerin bazıları medreselerde öğrenimini devam ettirmişlerdi, bazıları daha eğitimli ruhani şahısların yanında özel olarak bilgilerini artırmışlardı. Dolayısıyla, Türk töresinin ve medeniyetinin de önemli bir ocağı olan Gürcistan'da İslam eğitimi, Müslüman ahalinin aydınlanmasını sistem düzeninde nitelik ve nicelik itibarıyla sağlamaktadır. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O349 O K 359 Kaynaklar Alyılmaz, C. (2015). Gürcistan'da Türkler ve Türk eserleri. Yeni Türkiye, 78/8: 72–84. Aydıngün, A.; Asker, A.; Şir, A. Y. (2016). Gürcistan'daki Müslüman topluluklar (azınlık hakları, kimlik, siyaset). Ankara: Terazi yay. Bayramov, N. E. (2009). Gürcistan'da Azerbaycan mektepleri tarihi. Tiflis: Stamba. Çınar, İ. (2019). Sürgün ve eğitim: Ahıska Türkleri. Uluslararası Türk Toplulukları Bilgi Şöleni: Ahıska Türkleri Bildiriler Kitabı. Bursa. Ehmedov, H. M. (1985). 19. asır Azerbaycan mektebi. Bakü: Maarif neşriyatı. GMATA (414/2/112). Gürcistan Milli Arşivi'nin Tarih Arşivi, Tiflis İstatistik İdaresi fonu (1862– 1919). GMATA (422/1/7150). Gürcistan Milli Arşivi'nin Tarih Arşivi, Kafkasya Eğitim Dairesi Mütevellisi fonu (1849–1892). GMATA (422/2/5697). Gürcistan Milli Arşivi'nin Tarih Arşivi, Kafkasya Eğitim Dairesi Mütevellisi fonu (1849–1892). Gocaeva, G. N. (2000). Gürcistan Demokratik Cumhuriyeti'nde Azerbaycanlıların tahsili. Yayınlanmamış Doktora Tezi. Bakü: Bakü Devlet Üniversitesi. Guniava, G. (2013). 1800–1917 yılları Gürcistan arşivleri belgelerine göre Kafkas İslam camiası. Гуниава, Г. Исламская община Кавказа по документам грузинских архивов 1800– 1917 гг. Tiflis: Alul Beyt yay. İpek, A. (2015). Gürcistan'da İslam kültür ve medeniyeti. Yeni Türkiye, 78/8: 7–23. İsmailzade, R. (2010). Gürcistan'da İslam abideleri. Marneuli: Ehli Beyt yay. Kafkasya Eğitim Dairesi (1911, 1912, 1915). Kafkasya Eğitim Dairesi Eğitim Kurumlarının 1910, 1911, 1014 Yılları Durumuna İlişkin Raporlar. Отчеты о состоянии учебных заведений Кавказскаго учебного округа. Tiflis. Kiknadze, Z. (2008). Gürcistan'da dinler. კიკნაძე, ზ. რელიგიები საქართველოში. Tiflis: Tolerantoba yay. Memmedli, Ş. B. (2018). Gürcistan'da Türk edebiyatı. Erzurum: Fenomen yay. Memmedov, R. M. (2016). Gürcistan'da İslam tarihi: Tiflisî nispeli muhaddisler. Tiflis. Mert, O. (2004). Gürcistan (Borçalı) Karapapaklarının / Terekemelerinin eğitim tarihine dair. Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, 11/24: 233–251. Nemanzade, Ö. F. (1992). Seçilmiş eserleri. Bakü: Yazıcı neşriyatı. Paşaev, E. H. (1997). 19. yüzyılda ve 20. yüzyılın evvellerinde Gürcistan'da Azerbaycan okullarının tarihi. Пашаев, А. Х. Очерки истории азербайджанской школы в Грузии в ХIХ – начале ХХ веков. Bakü: ADPU neşriyatı. Tiflis Vilayeti (1870). Tiflis Vilayeti Tasviri Materyaller Mecmuası. Сборникъ материаловъ для описания Тифлисской губернии. Tiflis. (Gürcistan Milli Kütüphanesi arşivi, R2353.486/3). Tsurtsumia, Z. (2015). Gürcistan'da İslam: tarih ve bugün. Yeni Türkiye, 78/8: 24–33. http://givargi.blogspot.com/2012/02/blog-post_527. Kantaria, K. Tiflis şehir mescitleri. Кантариа, К. Мечети города Тбилиси. (2.9.2020). http://qafqazislam.com/indeh.php?lang=az&=77. Kafkas Müslümanları İdaresi. (2.9.2020). http://www.census.ge/en/results/census. National statistics office of Georgia. Ethnic groups by major administrative territorial units. (2.9.2020). http://www.nplg.gov.ge/wikidict/indeh.php/ისლამი_საქართველოში (2.9.2020). 350 SOSYAL BİLGİLER ÖĞRETMENLERİ İÇİN HİZMET İÇİ EĞİTİM PROGRAMI GELİŞTİRME Hüseyin BAYRAM Öz Türkiye’deki okullarda eğitimin zaman zaman istenilen düzeye ulaşamamasının nedenlerinden biri, eğitimcilerin öğretim programlarına yönelik bilgilerinin eksik kalmasıdır. Ders kitaplarının öğretim programları kapsamında hazırlanıyor olması, söz konusu programların öğretmenler tarafından incelenmesini ve öğrenilmesini zorunlu kılmaktadır. Alanyazında öğretmenlerin öğretim programlarına yönelik sorunlar yaşadığına ilişkin araştırmalar yer almaktadır. Söz konusu araştırmalardan sağlanan bilgiler ışığında gerçekleştirilen bu çalışmada; Sosyal Bilgiler öğretmenlerine yönelik bir hizmet içi eğitim programının geliştirilmesi amaçlanmıştır. Herhangi bir uygulamaya tabi tutulmayan ancak program geliştirme kriterleri gözetilerek yürütülen bu çalışmanın, özellikle eğitimde hizmet içi program geliştirmek amacıyla çalışma yürüten araştırmacılara kaynak oluşturacağı düşünülmektedir. Çalışma, derleme türünde gerçekleştirilmiştir. Çalışmada program geliştirmenin unsurları olan ‘’hedef, içerik, eğitim durumları ve değerlendirme’’ temel alınarak bir program geliştirilmiştir. Söz konusu programa neden gereksinim duyulduğu ise ihtiyaç saptama aşamasında ifade edilmiştir. Programda yer alan hedefler şöyle ifade edilmiştir: ‘’Sosyal Bilgiler Dersi Öğretim Programının özel amaçlarını sıralayabilecek’’, ’’Sosyal Bilgiler Dersi Öğretim Programındaki temel becerileri öğrencilere kazandırmanın gereğini kavrayabilecek’’, ‘’Sosyal Bilgiler Dersi Öğretim Programında yer alan değer eğitimini uygulayabilecek’’, ‘’Sosyal Bilgiler Dersi Öğretim Programının uygulanmasında dikkat edilecek hususları kavrayabilecek’’, ‘’Sosyal Bilgiler Dersi Öğretim Programının yapısını ve önemini kavrayabilecek’’, ‘’öğrencilerin Sosyal Bilgiler 4, 5, 6 ve 7. sınıf derslerindeki kazanımları edinmesini sağlayabilecek’’. Bu çalışmada teorik bir yapı biçiminde ortaya konan tasarımın geliştirilmesi durumunda Sosyal Bilgiler öğretmenlerine yönelik hizmet içi eğitimde yararlı olabileceği düşünülmektedir. Anahtar Sözcükler: Sosyal Bilgiler, öğretmenler, hizmet içi eğitim, program geliştirme. DEVELOPING IN-SERVICE TRAINING PROGRAM FOR SOCIAL STUDIES TEACHERS Abstract One of the reasons that education in schools in Turkey does not reach the desired level from time to time is that the information of the educators about the teaching programs is lacking. The preparation of textbooks within the scope of instructional programs requires that these programs be examined and learned by teachers. There are studies in the literature that show that teachers have problems with teaching programs. In this study, which was carried out in the light of the information obtained from these researches; It is aimed to develop an in-service training program for Social Studies teachers. This study has not been subjected to any application. However, it is thought Arş. Gör.; Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Sosyal Bilgiler Eğitimi Anabilim Dalı, [email protected]  B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 361 351 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM that this study, which is carried out by adhering to the program development criteria, will create a resource for researchers who want to develop in-service programs in education. This study was conducted as a review study. In the study, a program was developed based on ‘target, content, educational situations and evaluation’, which are elements of program development. The reason for the need for Program design has been stated in the need determination phase. The goals expressed in the program are: "To list the special aims of the Social Studies Lesson Teaching Program", "to understand the importance of teaching students the basic skills in the Social Studies Curriculum", "to be able to apply the value education included in the Social Studies Curriculum", "to understand the issues to be considered in the implementation of the Social Studies Lesson Curriculum", "to understand the structure and importance of the Social Studies Lesson Curriculum", "to provide students with the gains of 4th, 5th, 6th and 7th grades ''. It is thought that if the design created theoretically in this study is improved, it may be useful in in-service training for Social Studies teachers. Keywords: Social Studies, teachers, in-service training, program development. Giriş Öğrenme, olay ve durumlar aracılığıyla gerçekleşen yaşantıların ürünüdür. Öğrenmenin doğru ve yararlı biçimde olabilmesi için sistemli süreçler gereklidir. Söz konusu süreçlerin temel değişkenleri ise bilgi kaynağı ve iletim kanalının doğru organize olmasıdır. Bu da bilgi kaynağının donanımlı olması ve iletim kanalını doğru biçimlendirmesi ile mümkün olabilmektedir. Eğitimde bilgi kaynağı olma ya da bilgiye ulaşmada rehberlik etme işlevi öğretmene aittir. Öğretmen, sahip olduğu bilgiyi öğretim sürecinde uygun yöntem ve teknikler aracılığıyla öğrencilere aktararak öğrenmenin gerçekleşmesini sağlar. Öğretmenin donanımsızlığı veya öğreteceği içeriğe ilişkin eksik bilgisi, öğrenmenin gerçekleşmesini zorlaştırdığı gibi öğrenci-öğretmen arasındaki iletişimin de çarpık bir hâl almasına neden olur. Öğretmenlik mesleğini yapan kişilere, ilgili kurumlarca zaman zaman hizmet içi eğitim programları uygulanarak mesleğe yönelik eksikliklerin giderilmesi amaçlanır. Hizmet içi eğitim programları, diğer tüm programlar gibi kapsamlı bir süreç sonunda ortaya konulurlar. Bu sürece, eğitimde program geliştirme süreci denir. Program geliştirme, birçok aşamadan oluşmaktadır. Demirel (2017, s. 5)’e göre eğitimde program geliştirme, ‘’eğitim programının hedef, içerik, öğrenme-öğretme süreci ve değerlendirme öğeleri arasındaki dinamik ilişkiler bütünü’’dür. Bu öğeler, alanyazında şöyle ifade edilmektedirler:  Hedef: ‘’Planlanmış ve düzenlenmiş yaşantılar yoluyla kazandırılması kararlaştırılan, davranış değişikliği ya da davranış olarak ifade edilmeye uygun olan bir özelliktir’’ (Ertürk, 1972, s. 24).  İçerik: Programa dahil edilen ve aktarılması amaçlanan bilgiler bütünü (Yüksel, 1998, s. 518).  Öğrenme-öğretme Süreci: Kazandırılmak istenen davranışların düzenlenmesi (Demirel, 1998, s. 160).  Değerlendirme: Süreç boyunca gerçekleşen faaliyetlerin amaca hangi oranda hizmet ettiğinin sınanması (Demirtaş, 2017, s. 758). 362 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 352 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU Yukarıda ifade edilen 4 temel aşamaya ek olarak program geliştirme sürecinin başlangıcında ‘’ihtiyaç saptama’’, yer almaktadır (Tutkun ve Aksoyalp, 2010, s.158). İhtiyaç saptama, programın hangi ihtiyaçlar kapsamında geliştirileceğine ilişkindir (Demirel, 2017, s.85). Türkiye’deki okullarda eğitimin zaman zaman istenilen düzeye ulaşamamasının nedenlerinden biri, eğitimcilerin öğretim programlarına yönelik bilgilerinin eksik kalmasıdır. Yapılan alanyazın taramasında; öğretmenlerin öğretim programlarına ilişkin bilgi, görüş ve algılarını araştıran çalışmalara (Tekbıyık ve Akdeniz, 2008; Dinç ve Doğan, 2010; Orbeyi ve Güven, 2008; Korkmaz, 2006; Çiftçi vd., 2013) ulaşılmıştır. Söz konusu çalışmaların öğretmenlerin öğretim programlarını genel olarak yeterli düzeyde bilmedikleri sonucuna ulaştıkları görülmüştür. Ders kitaplarının öğretim programları kapsamında hazırlanıyor olması, söz konusu programların incelenmesini ve öğrenilmesini zorunlu kılmaktadır. Alanyazında yer alan ‘’öğretmenlerin öğretim programlarını yeterince önemsemediği ve öğrenmediği’’ bilgisinden (Epçaçan ve Erzen, 2008; Çiftçi ve Tatar, 2015; Yangın ve Dindar, 2007) hareketle gerçekleştirilen bu çalışmada Sosyal Bilgiler öğretmenlerine yönelik bir hizmet içi eğitim programının geliştirilmesi amaçlanmıştır. Herhangi bir uygulamaya tabi tutulmayan ancak program geliştirme kriterleri gözetilerek ortaya konan bu çalışmanın, özellikle eğitimde hizmet içi program geliştirmek amacıyla çalışma yürüten araştırmacılara kaynak oluşturacağı düşünülmektedir. Sosyal Bilgiler öğretmenlerine yönelik hizmet içi eğitim programı tasarlamaya yönelik bu çalışma, bir alanyazın derlemesidir. Alanyazından çalışmanın konusuna uygun bilgiler derlenerek örnek bir program tasarlanmıştır. Tasarlanan programın içeriği ve aşamaları şöyledir: Programın gerekçesi Güncellenen Sosyal Bilgiler Öğretim Programının tanıtılması. Programın süresi Program, yaz tatilinin sonunda 1-6 Eylül 2020 tarihleri arasında uygulanmak üzere tasarlanmıştır. Eğitim süresi, hizmet içi eğitim programı 6 konudan oluşacağı için her güne bir konu düşecek şekilde düzenlenmiştir. Bu tarihlerde uygulanacak program, normal eğitimöğretim sürecinin aksamasına neden olmayacaktır. Diğer taraftan öğretmenlerin hem zihnen hem de bedenen dinlenmiş olarak programa katılabilmeleri için uygun bir zaman aralığıdır. Ayrıca okulların açılmasına yakın bir tarih olduğundan; öğretmenler edindikleri bilgi ve becerileri doğrudan uygulayabileceklerdir. Program düzenleme yaklaşımı ’’Sosyal Bilgiler Öğretim Programının Tanıtılması Programı’’nın düzenlenmesinde; sorun merkezli program düzenleme yaklaşımlarından çekirdek (core) kullanılacaktır. Bu yaklaşımın kullanılmasının nedeni; hizmet içi eğitim programının içeriğini oluşturan çekirdek konuların sıralı modüller hâlinde sunulacak biçimde tasarlanmış olmasıdır. Modüllerin belli bir sıraya göre oluşturulduğu programlara en uygun yaklaşım, çekirdek yaklaşımıdır. Söz konusu yaklaşım, programa konu olan sorunların merkeze alınmasına ilişkindir. Bu yaklaşım ile tasarlanan programlarda amaç sorunlara yönelik farkındalık yaratmaktır. Hedef kitle, söz konusu soruna çözüm arayışında denek olarak ele alınırlar ve işteş çalışarak sorunun çözümüne katkıda bulunmaya yöneltilirler. Çekirdek yaklaşımında hedef kitlenin bilgiyle donatılması B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O353 O K 363 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM temele alınır. Öğretilecek konular, sıralı bir şekilde organize edilir ve tüm kitleye sunulur (Baykal, 2003, s.4-5). Aşama 1. İhtiyaç Saptama İhtiyaç saptama aşamasında alanyazın taramasından yararlanılmıştır. Alanyazında yer alan bilgiler ışığında Sosyal Bilgiler öğretmenlerine Sosyal Bilgiler öğretim programının tanıtılmasının gerekliliğine karar verilmiştir. Aşama 2. Hedef Bu hizmet içi eğitimden sonra öğretmenler; 1. Sosyal Bilgiler Dersi Öğretim programının özel amaçlarını sıralayabilecek, 2. Sosyal Bilgiler Dersi Öğretim programındaki temel becerilerin öğrencilere kazandırmanın gereğini kavrayabilecek, 3. Sosyal uygulayabilecek, Bilgiler Dersi Öğretim programında yer alan değer eğitimini 4. Sosyal Bilgiler Dersi Öğretim programının uygulanmasındaki dikkat edilecek hususları kavrayabilecek, 5. Sosyal Bilgiler Dersi Öğretim programının yapısını ve önemini kavrayabilecek, 6. Sosyal Bilgiler Dersi 4, 5, 6 ve 7. Sınıfların kazanımlarını derslerinde etkili bir şekilde uygulayabileceklerdir. Bu program, eğitim-öğretimde yeni Sosyal Bilgiler Programına bağlı karşılaşılan sorunların en aza indirilmesini sağlamaya yöneliktir. Aşama 3. İçerik 3.1. İçerik Seçme Ölçütleri Program geliştirmede hedefler saptandıktan sonra içeriğin belirlenmesi gerekmektedir. Program içeriği, hedeflere ilişkin tüm değişkenleri (bilgi, beceri, tutum vb.) kapsar. Bu aşamada hedefe ulaşmak için “ne öğretelim?” sorusu yanıtlanmaya çalışılır. Program tasarım sürecinde içerik belirlenirken bazı ölçütler kullanılmaktadır. Sosyal Bilgiler Öğretim Programının Tanıtılması Programının içeriği belirlenirken de bu ölçütler temel alınmıştır. Çünkü; programın amaca hizmet etmesi bu ölçütlerin uygulanmasına bağlıdır. Söz konusu ölçütler ve bu programa ilişkin içerikleri, şöyledir:  Bireysel fayda: Öğretmenlere uygulanacak hizmet içi öğretim programı, öğretim sürecinde öğretmenlerin işini kolaylaştırmayı amaçlamaktadır.  Toplumsal fayda: Hizmet içi eğitim programı, toplumun ulusal ve uluslararası çıkarlarına hizmet etmeye yöneliktir.  Öğrenme öğretme: Programın içeriği, öğretim sürecinin ihtiyaçlarına yanıt vermeye ilişkindir.  Bilginin yapısında anlamın yeri: Hizmet içi öğretim programının, bütün katılımcılar tarafından hangi ölçüde öğrenileceği üzerinde durulacaktır. 364 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 354 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU 3.2. İçerik Düzenleme Yaklaşımı Sosyal Bilgiler Öğretim Programının Tanıtılması Programının içeriği, modüler programlama yaklaşımına göre düzenlenecektir. Bu yaklaşımda öğretilecek içerik, modüllere ayrılır. Her modülde, farklı içerik düzenleme yaklaşımı işe koşulabilir. Bu yaklaşımda esas olan, modüller arası bağ değil, her modülün kendi içerisinde tutarlı olmasıdır (Demirel, 2017, s. 144). Bu yaklaşımın tercih edilmesine bağlı olarak aşağıda listelenmiş program konularının her birinin yer aldığı modüller, ‘’modüler programlama yaklaşımı’’na uygun olarak ardışık biçimde düzenlenerek katılımcılara sunulacaktır. Bu konular birbiriyle bağlantılı biçimde yapılandırılmıştır. Fakat katılımcılar her bir modülü bağımsız şekilde de anlayabileceklerdir. 3.3. Programda Yer Alan Konular: 1. Sosyal Bilgiler Dersi Öğretim Programı’nda Özel Amaçlar, 2. Sosyal Bilgiler Dersi Öğretim Programı’nda Temel Beceriler, 3. Sosyal Bilgiler Dersi Öğretim Programı’nda Değerler Eğitimi, 4. Sosyal Bilgiler Dersi Öğretim Programı’nın Uygulanmasında Dikkat Edilecek Hususlar, 5. Sosyal Bilgiler Dersi Öğretim Programı’nın Yapısı, 6. Sosyal Bilgiler Dersi 4, 5, 6 ve 7. sınıfların kazanımları. Aşama 4. Eğitim Durumları 4.1. Öğretim İlkeleri Öğretim ilkeleri, öğretmenlerin hazırbulunuşluğu göz önünde bulundurularak belirlenmiştir. Eğitim durumlarının tasarımında benimsenen ilkeler şunlardır.  Bilinenden Bilinmeyene: Program içeriğini hazırlama ve sunma sürecinde, hizmet içi eğitime katılan öğretmenlerin sahip oldukları muhtemel bilgiler değerlendirilmiştir. Katılımcılara kazandırılması hedeflenen yeni bilgi ve becerilerin mevcut olanların geliştirilmesi kapsamında sunulması amaçlanmaktadır. Böylelikle katılımcıların sahip oldukları bilgi ve becerilerden hareketle yeni yaşantılar edinmeleri hedeflenmiştir.  Güncellik: Hizmet içi eğitim programları, güncel bilgilerin sunulması amacını taşır. Bu temelden hareketle Sosyal Bilgiler öğretmenlerine hâlen yürürlükte olan 2018 Sosyal Bilgiler dersi öğretim programının tanıtılması amaçlanmıştır.  Ekonomiklik: Eğitim-öğretim faaliyetlerinde zaman, emek ve harcama gibi girdilerin minimalize edilerek en yüksek çıktının alınması hedeflenmektedir. Bu açıdan söz konusu faaliyetler planlı bir biçimde yürütülmelidir. Bu programın tasarımında ekonomiklik ilkesi göz önünde bulundurularak gereksiz sarfiyattan kaçınılmıştır.  Açıklık: Geliştirilen tüm programların sunum aşamasında katılımcıların tüm içeriği net bir biçimde görmesi, duyması gerekmektedir. Kullanılan video, ses kaydı, grafik vb. eğitim unsurları, katılımcıya somut bir biçimimde ulaşmalıdır. Sosyal Bilgiler öğretmenlerine yönelik olan bu programda da açıklık ilkesi göz önünde bulundurularak ses, görüntü ve oturma düzeni B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O355 O K 365 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM gibi durumlar, tüm yapılandırılmıştır. katılımcıların sunumu net şekilde algılayabilecekleri biçimde  Etkin Katılım: Eğitim-öğretim etkinliklerinde yapılandırmacı eğitim yaklaşımın etkisiyle aktif katılım ön plana çıkmıştır. Süreçte aktif olarak yer alan katılımcılar, hem kazandırılmak istenen bilgileri daha iyi özümserler hem de araştırma ve girişimcilik gibi becerilerini geliştirirler. Bu nedenle programın uygulama sürecinde katılımcılarla sürekli olarak aktif iletişim kapsamında çok çeşitli öğretim teknikleri kullanılarak sunum yapılması hedeflenmektedir. 4.2. Öğretim Yaklaşımı Programda sunuş yoluyla öğretim yaklaşımı uygulanacaktır. Bu yaklaşımın tercih edilmesinin nedeni, hizmet içi öğretim programlarında yetişkinlere yönelik en uygun yaklaşım olmasıdır. 4.3. Teknikler Programın sunum aşamasında kullanılacak öğretim tekniklerinin sunuş yoluyla öğretime uygun biçimde; anlatım, tartışma ve soru-cevap olması uygun görülmüştür.  Anlatım: Bu tekniğin işe koşulmasındaki neden, sunumun ilk aşamasında katılımcıları konuya ilişkin bilgilendirmek amacının güdülmesidir.  Soru-Cevap: Katılımcıların öğrenmelerini, sunum sırasında kontrol etmek amacıyla kullanılması planlanmıştır.  Tartışma: Programın zayıf ve güçlü yönlerinin katılımcılar tarafından değerlendirilmesi ve konuyla ilgili fikirleri zenginleştirme açısından hizmet içi eğitim programı için kullanışlı bir teknik olarak düşünülmüştür. 4.4. Araç-Gereç Sosyal Bilgiler Öğretim Programının Tanıtımı programında kullanılacak öğretim yaklaşımıyla uyum sağlanması amacıyla; bilgisayar, projektör, video, fotoğraf, grafik, kitap, ansiklopedi, dergi, broşür, karatahta ve beyaz tahta araçlarının kullanılması uygun görülmüştür. Aşama 5. Değerlendirme Programın değerlendirme aşamasında Stufflebeam tarafından geliştirilen bağlam-girdisüreç-ürün modelinin kullanılması planlanmıştır. Bu model, Stufflebeam’in yöneticilere doğru kararlar almada yardımcı olmak amacıyla tasarlanan yönetim yönelimli değerlendirme yaklaşımı olduğu için tercih edilmiştir. Stufllebeam’in Modeli; değerlendirme aşamasını, uygulama sürecinin bir parçası olarak değerlendirmektedir (Gözütok, 1999, s. 165). Bu modele göre program değerlendirmedeki amaç, program üzerinde tasarruf yetkisi olan kişi ve kurumların programın etkililiği konusunda bilgilendirilmesidir. Stufflebeam Modeli’nde 4 aşamalı karar verme süreci söz konusudur. Bu aşamalar (Ornstein ve Hunkins, 1998’den akt. Akdemir, 2012, s. 32);  Planlamaya ilişkin karar verme  Yapılanmaya ilişkin karar verme 366 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 356 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU  Uygulamaya ilişkin karar verme  Yeniden düzenlemeye ilişkin karar verme Sonuç ve Öneriler Öğretmenlerin öğretim programlarına yönelik bilgilerinin az olması, derslerin etkili biçimde öğretilmesini zorlaştırmaktadır. Hizmet içi eğitim programları aracılığıyla öğretmenlerin bu eksikliklerinin giderilmesi mümkün olabilmektedir. Alanyazında yer alan benzer çalışmalarda da (Gültekin ve Çubukçu, 2008; Günbayı ve Taşdöğen, 2012; Demirtaş, 2010) bu konuya değinildiği görülmüştür. Örneğin; Demirel ve Budak (2003), öğretmenlerin hizmet içi eğitim ihtiyacını araştırdıkları çalışmada öğretimin belli bir program kapsamında yürütülmemesinin sorunlara neden olduğu sonucuna ulaşmışlardır. Benzer bir çalışma Ergin, Akseki ve Deniz (2012) tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu çalışmada da öğretmenlerin hizmet içi eğitim ihtiyacı üzerinde durularak bunun başlıca gereksinimlerden biri olduğunu saptamışlardır. Sosyal Bilgiler öğretmenlerine Sosyal Bilgiler dersi öğretim programını tanıtmaya yönelik örnek bir hizmet içi program tasarımı yapmak amacıyla gerçekleştirilen bu çalışmada ihtiyaç saptamadan değerlendirme aşamasına kadar varsayımsal bir tasarım yapılmıştır. Herhangi bir uygulamaya tabi tutulmadan teorik bir yapı biçiminde ortaya konan tasarımın geliştirilmesi durumunda Sosyal Bilgiler öğretmenlerine yönelik hizmet içi eğitimde yararlı olabileceği düşünülmektedir. Yapılan alanyazın incelemesi sonucunda Sosyal Bilgiler öğretmenlerine yönelik hizmetiçi eğitim programlarına ağırlık verilmesi gerektiği görülmüştür. Kaynaklar Akdemir, E. (2012). Aday öğretmenlere yönelik hizmet içi eğitim değerlendirilmesi. Eğitim Teknolojisi Kuram ve Uygulama, 2(2), 25-41. programının Baykal, A. (2003). Program geliştirme yaklaşımlarında alansal bağlam. Boğaziçi Üniversitesi Eğitim Dergisi, 20(2), 1-11. Çiftci, O. ve Tatar, E. (2015). Güncellenen ortaöğretim matematik öğretim programı hakkında öğretmen görüşleri. Türk Bilgisayar ve Matematik Eğitimi Dergisi, 6(2), 285-298. Çiftçi, Z. B., Akgün, L. ve Deniz, D. (2013). Dokuzuncu sınıf matematik öğretim programı ile ilgili uygulamada karşılaşılan sorunlara yönelik öğretmen görüşleri ve çözüm önerileri. Anadolu Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü Dergisi, 3(1), 1-21. Demirel, Ö. (1998). Eğitimde Program Geliştirme. Ankara: Pegem Akademi Yayıncılık. Demirel, Ö. (2017). Eğitimde Program Geliştirme: Kuramdan uygulamaya. Ankara: Pegem Akademi Yayıncılık. Demirel, Ö. ve Budak, Y. (2003). Öğretmenlerin hizmetiçi eğitim ihtiyacı. Kuram ve Uygulamada Eğitim Yönetimi Dergisi, 9(1), 62-81. Demirtaş, Z. (2010). Öğretmeni hizmet içinde yetiştirmenin bir aracı olarak denetim. Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi, 9(31), 41-52. Demirtaş, Z. (2017). Eğitimde program değerlendirme yaklaşımlarına genel bir bakış. Sakarya University Journal of Education, 7(4), 756-768. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O357 O K 367 Dinç, E. ve Doğan, Y. (2010). İlköğretim ikinci kademe sosyal bilgiler öğretim programı ve uygulanması hakkında öğretmen görüşleri. Sosyal Bilgiler Eğitimi Araştırmaları Dergisi, 1(1), 17-49. Epçaçan, C. ve Erzen, M. (2008). İlköğretim Türkçe dersi öğretim programının değerlendirilmesi. Journal of International Social Research, 1(4), 182-202. Ertürk, S. (1972). Eğitimde Program Geliştirme. Ankara: Yelkentepe Yayın. Gözütok, F. D. (1999). Cumhuriyet Döneminde Eğitim. Program Değerlendirme. Ankara: MEB Yayınları. Gültekin, M. ve Çubukçu, Z. (2008). İlköğretim öğretmenlerinin hizmetiçi eğitime ilişkin görüşleri. Manas Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 10(19), 185-201. Günbayı, İ. ve Taşdöğen, B. (2012). İlköğretim okullarında çalışan öğretmenlerin hizmet içi eğitim programları üzerine görüşleri: bir durum çalışması. İnsan ve Toplum Bilimleri Araştırmaları Dergisi, 1(3), 87-117. Korkmaz, İ. (2006). Yeni ilköğretim birinci sınıf programının öğretmenler tarafından değerlendirilmesi. Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, (16), 419-431. Orbeyi, S. ve Güven, B. (2008). Yeni ilköğretim matematik dersi öğretim programının değerlendirme öğesine ilişkin öğretmen görüşleri. Eğitimde Kuram ve Uygulama, 4(1), 133-147. Tekbıyık, A. ve Akdeniz, A. R. (2008). İlköğretim fen ve teknoloji dersi öğretim programını kabullenmeye ve uygulamaya yönelik öğretmen görüşleri. Necatibey Eğitim Fakültesi Elektronik Fen ve Matematik Eğitimi Dergisi, 2(2), 23-37. Tutkun, Ö. ve Aksoyalp, Y. (2010). 21. yüzyılda eğitimde program geliştirmede yönelim, kavram ve anlayışlar. Sakarya Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, (19), 156-169. Yangın, S. ve Dindar, H. (2007). İlköğretim fen ve teknoloji programındaki değişimin öğretmenlere yansımaları. Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, 33(33), 240-252. Yüksel, A. G. S. (1998). Okula dayalı program geliştirme. Kuram ve Uygulamada Eğitim Yönetimi, 16(16), 513-525. 358 OKUL-ÇEVRE İLİŞKİLERİ BAĞLAMINDA ETNOPEDAGOJİNİN ROLÜ İkram ÇINAR Öz Okul, bireyi toplumsal hayata hazırlayan eğitim kuruluşudur. Okul belli bir çevre içinde yer alır. Çevre, okulu etkileyen kişi, kurum, kuruluş, olay, olgu ve düşüncelerdir. Okul ve onu kuşatan çevre çeşitli boyutlarda ve yoğunluklarda birbiri ile ilişki içindedir. Bu ilişkilerin niteliği okulun başarısı üzerinde olumlu ya da olumsuz yönde etki yapar. Okul, içinde bulunduğu topluma hizmet sunan bir kuruluştur. Öğretmenler bu hizmetleri yaparken toplumu tanımalı ve beklentilerini bilmelidir. Aynı zamanda eğitimin ulusal ve bilimsel amaçlarıyla toplumun beklentileri arasında sağlıklı ilişkiler kurmak zorundadır. Bunu eğitimin ulusal ve bilimsel amaçlarından ödün vermeden yapılabilmesi toplumla rasyonel ve yakın bir ilişki kurmasına bağlıdır. Bütün ulus-devletler içlerinde birden çok toplumu (kavmi, etnik grubu) barındırır. Bu toplumlar büyük ortaklık noktalarının yanı sıra küçük farklılıklara da sahiptir. Bu farklılıklar genellikle değer ve davranış sistemine dair farklılıklardır. Öğretmenlerin hizmet sunduğu toplumlardaki bu farklılıkları bilmeleri onlarla iyi bir iletişim kurmalarına, onlara eğitimin amaçlarını daha incelikli biçimde aktarmasına ve sonuçta okul-çevre ilişkilerinin gelişmesine hizmet eder. Bu bağlamda etnopedagojinin ortaya koyduğu bakış açısı öğretmenlere büyük kolaylıklar sağlayacaktır. Etnopedagoji, bir toplumun çocuklarını kendi deneyim birikimiyle yetiştirerek ülküsel insanını elde etme çabasının araştırılmasıdır. Bu bilgiyle donanmış öğretmenler hem bu deneyim birikiminden yararlanmış hem de okulun aktardığı değerlerle toplumun geleneksel değerlerini karşı karşıya getirmemiş olur. Bu bildiride ülkemizde yeni bir çalışma alanı olarak ortaya çıkan etnopedagojinin ne olduğundan hareketle, okullarda öğrenciler arasındaki kültür ve davranış farklılıklarından kaynaklanan hususlara ve öğretmenlerin yaklaşım biçimleri üzerinde durulmuştur. Anahtar Sözcükler: Etnopedagoji, okul yönetimi, okul-çevre ilişkileri, etnodidaktik, değerler eğitimi. THE ROLE OF ETHNOPEDAGOGY IN THE CONTEXT OF SCHOOL-ENVIRONMENT RELATIONSHIPS Abstract The school is an education institution that prepares the individual for life in society. The school is part of a certain environment. This environment is made up of people, organisations, institutions, events, phenomena and ideas that affect the school. The school and the environment that surrounds it have relationships with each other in various dimensions and with different intensities. Depending on their quality, these relationships can have positive or negative effects on the success of the school. The school is an organisation that serves the community where it is located. While providing these services, teachers must be acquainted with the community and be aware of its  Dr.; Kafkas Üniversitesi, Dede Korkut Eğitim Fakültesi, Eğitim Bilimleri Bölümü, [email protected]. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 369 359 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM expectations. At the same time, among the expectations of society is the need for teachers to establish healthy relationships for the national and scientific purposes of education. The ability to do this without compromising the national and scientific aims of education depends on the establishment of a close and rational relationship with the community. All nation-states harbour more than one community (clan, ethnic group) within them. As well as many points in common, these communities have small differences between each other. These differences are generally related to their values and behaviour systems. Teachers’ awareness of these differences in the communities they serve will contribute to establishing better communication with them, transferring the aims of education to them in a more refined way, and as a result, improving the relations between the school and environment. In this context, the perspective presented by ethnopedagogy will be of great convenience for teachers. Ethnopedagogy examines the effort to bring up ideal people by raising children in a community through the accumulation of its own experience. Teachers who are equipped with this knowledge will both utilise this accumulation of experience and will not place the values transferred by the school in opposition to the traditional values of society. Based on an explanation of ethnopedagogy, which has emerged as a new area of study in our country, this paper discusses the issues arising from differences in culture and behaviour among students in schools and teachers’ types of approach to this. Keywords: Ethnopedagogy, school administration, school-environment relationships, ethnodidactics, values education. Giriş Günümüzde okul, ilk bakışta, çocuğun eğitilmesinde aileye yardımcı olmaya çalışan, akranların birlikte büyümesine ortam sağlayan ve ebeveynler çalışırken çocuklara bakım yapılan bir yer olarak anlaşılmaktadır. Okul bu işleri yaparken toplumsal açık sistem olmanın bütün özelliklerini gösterir. Girdilerini çevreden alır ve çıktılarını çevreye verir, dolayısıyla çevre ile sürekli etkileşim hâlindedir (Yalçınkaya, 2002). Okul, bu özelliği ile toplumun ilgi ve gözetimi alanında bulunur. Okulun kullandığı kaynakların topluma ait olması da toplumun okulu “sahiplenmesine” yol açmaktadır. Sahiplenme, sahibi bulunulan nesneyi istediği şekilde kullanma hakkı da vermektedir. Bu durum okul ile çevre ilişkilerini etkilemektedir. Ayrıca toplum ve çevre sürekli değiştiğinden yapılan bilimsel açıklamalar kısa sürede eskimektedir. Bütün bunlar okul ve çevre ilişkilerinin tekrar tekrar incelenmesini gerekli kılmaktadır. Okul ve Çevre Okul, yazının icadı ile başlayıp yüzlerce yıl çok dar bir alanda varlığını sürdüren bir eğitim kurumudur. Aslında okul, Sümer saraylarında devletin kayıtlarını tutabilecek, ticarî sözleşmeleri yapabilecek ve ülkede sosyal adaleti sağlamak için vergi toplamak, ihtiyaç sahiplerine dağıtmakla ilgili kayıtları tutan memurları yetiştirmek amacıyla kurulmuştu (Kramer, 2002, s. 21). Keza Eski Mısır, Asur ve Babil’de okuma yazma öğretiminin ötesinde bilimsel ve felsefî amaçlarla da okuldan yararlanıldı. Orta çağda en önemli okul medresedir. Bu okul, Selçuklu veziri Nizamülmülk’ün düzenlemesinden sonra dünya yüksek öğrenim sistemine örneklik etmiştir (Starr, 2019, s. 505). Medrese, halkı Müslüman olan toplumlarda zamanla yüksek bilim kurumu olmaktan çıksa da Avrupa toplumları medrese modelini “üniversite” adıyla özümseyip okul sistemlerini kurdular. 370 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 360 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU Avrupa, üniversitede üretilen bilim kültürüyle Rönesans, Aydınlanma Felsefesi ve Reform çalışmalarıyla Sanayi Devrimi’ni yaptı. Sanayi Devrimi okuryazar insan tipini zorunlu kılıyordu. Böylece Sanayi Devrimi’nden sonra dünyaya yayılan okul, 1800’lü yıllarında başında kitleselleşip 20. yüzyılda zorunlu hâle gelen modern bir eğitim kuruluşu hâline geldi. Okul, zaman içinde sadece okuma yazma ve temel dinî bilgileri öğreten yer olmaktan çıkıp çocuğu hayata hazırlayan bir öğretim kuruluşu hâline gelmiştir. Okul sadece bir bina, öğretmen ve öğrencilerden ibaret değildir. Okul, boşlukta, bağsız, bağımsız değil, bir çevrenin içindedir. Çevre, okulu etkileyen kişi, kurum, kuruluş, olay, olgu ve düşüncelerdir. Okul ve çevre çeşitli boyutlarda ve yoğunluklarda birbiri ile ilişki ve dolayısıyla etkileşim içindedir. Bu etkileşimin niteliği okulun başarısı üzerinde olumlu ya da olumsuz yönde etki yapar. Okulun çevresinde veliler, eğitimin üst yönetimi, baskı grupları, bölgenin sosyo-kültürel yapısı, nüfuzlu kişiler, kurum ve kuruluşlar, olaylar, moda düşünce akımları ve bölgenin fizikî-coğrafî özellikleri gibi birçok dış etkenin etkisindedir. Bunlar okula karışır; çalışmalara destek de olabilir, engelleyici etkide de bulunabilirler. Okul, bu farklı eğilim ve beklentilere sahip olan toplumsal güçlerle diyalog kurmalı ancak okulun amaçlarından ödün vermemelidir (Aydın, 2005, s. 181). Okul-çevre ilişkilerinin okulun, öğrencilerin ve öğretmenlerin başarısı üzerinde etkide bulunduğu Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren konuşulmuş ve yazılmıştır. Bu konuda birçok bilimsel araştırma da bulunmaktadır (Çalık, 2007; Akbaşlı ve Kavak, 2008; Yıldırım ve Dönmez, 2008; Çalışkan ve Ayık, 2015). Araştırmalar, okul-çevre ilişkisinin olumlu olması hâlinde okulun amaçlarına ulaşması doğrultusunda başarısını artırırken, olumsuz olması hâlinde başarısızlığa yol açtığını göstermiştir. Okulun başarısızlığı, okulun toplum tarafından kabul görmemesiyle sonuçlanmaktadır (Çelenk, 2003; Öztürk, 2009; Özdemir, 2018). Devlet ve toplum açısından masraflı ve zahmetli olan bir etkinliğin başarısız olmasını kabullenmek zor bir durumdur. Okul, ülkenin kaynaklarını kullanarak içinde bulunduğu topluma hizmet sunan bir kuruluştur. Bu hizmetlerin başında çocuk bakımı gelmektedir. Veliler işlerinde çalışırken çocuklarının güvenli ellerde olduğunu ve bilgi yönünden yetiştiğini bilmeleri rahatlatıcı bir durumdur. Okul, öğrencileri yaşıtlarıyla bir araya getirip etkileşime sokarak toplumsallaştırır. Millî kültürü yeni kuşağa aktarmak, onları dünya milletleriyle yapılan uygarlık yarışında önde olmalarını sağlamak için gereken zihinsel, entelektüel, toplumsal ve teknolojik bilgileri aktarmak, kullanım becerilerini geliştirmek gibi hizmetler de yapar. Öğretmenlerin bu hizmetleri yaparken toplumu tanıması ve beklentilerini bilmesi işinin bir gereğidir. Öğretmenler, eğitimin ulusal ve bilimsel amaçlarıyla toplumun beklentileri arasında sağlıklı ilişkiler kurmak zorundadır. Bunu eğitimin millî ve bilimsel amaçlarından ödün vermeden yapılabilmesi toplumla rasyonel ve yakın bir ilişki kurmasına bağlıdır. Eğitim yönetimi başta olmak üzere eğitim bilimlerinin birçok alanındaki araştırmaların önemli bir kısmı okul-çevre, veli-öğretmen, okul-aile ilişkisi ve iş birliği üzerine yapılmıştır. Araştırmalar bu ilişkide aile boyutunun sorunlu olduğunu göstermektedir: Veliler okuldan uzak durmaktadırlar. Araştırmaları inceleyince bir soru kendisini hissettirir: Veliler, öğretmene, çocuğunu istemeyerek emanet etmek zorunda kaldıkları bir yabancı gözüyle mi bakmaktadır? Bu soruyu ortada bırakmamak gerekir. Zira, okul toplumun kaynaklarını kullanarak topluma, özellikle belirtmek gerekirse, velilere hizmet etmek için vardır. Çocuk ya da öğrenci B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O361 O K 371 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM velilerindir. Çocuğun eğitiminden birinci derecede ailesi sorumludur ve okul aileye yardım etmek için kurulan bir örgüttür. Velilerin okulun bu yardımını içtenlikle istememeleri düşündürücüdür. Araştırmalar velilerle okul arasındaki kısmî soğukluğun nedenlerinden bazılarını ortaya çıkarmıştır. Örneğin ev ve okul kültürünün farklılığının aile ve öğretmenin farklı kültürel yapılara sahip olması, sağlıklı okul-aile iş birliğinin önemli engellerinden biri olduğu gösterilmiştir (Çalık, 2007, s. 129). Önlemler alınmasına rağmen sonuç fazlaca değişmemektedir. Toplum ile okul arasındaki bu cam duvar neden vardır? Devletin ve Velilerin Okuldan Beklentileri Her toplumsal etkinlik bir amaca yöneliktir. Eğitim de amaçlı bir çabadır. Ailenin çocuğuna yaptığı eğitim sonuncul (nihai) amacı, geleneksel ifade ile, çocuğunun “hayırlı evlat” olmasını sağlamaktır. Mahallelinin de eğitimden beklentisi vardır; iyi komşu ve yurttaş olacak insanların yetişmesi. Okuldaki eğitimin amacı ise yasal olarak belirlenmiştir. 1739 sayılı Türk Millî Eğitim Temel Kanun’u (TMETK) okullardaki eğitimin genel amaçlarını belirler. Bu amaçlar sadece okullar için değil, devletin eğitim adı altında yapılan her etkinliğin sonucunda bireylerin ulaşması gereken nitelikleri belirler. Yine bu genel amaçlar, okul öncesi eğitimden yükseköğretime, resmî okullardan özel eğitim kurumlarına kadar geniş bir alandaki etkinliklerin çerçevesini çizer. TMETK’in 2. maddesinde belirtilen eğitimin genel amaçları sıralandıktan sonra, eğer bu amaçlara ulaşılırsa sonuncul hedefe ulaşılacağı vurgulanır. Sonuncul hedefi ise şöyle ifade edilir (MEB, 2020): “Türk milletini çağdaş uygarlığın yapıcı, yaratıcı ve seçkin ortağı yapmak.” Devletin elde etmek istediği yurttaş için belirlediği eğitim amaçları ile yurttaşın kendi çocuğu için talep ettiği eğitimin amaçları örtüşüyor mu? Bir araştırmada (Çınar, 2020, s. 191) Kuzeydoğu Anadolu Bölgesinde yaşayan “Yerli/Atabekli” yurttaşların ülküselleştirdiği insan tipinin “şerefi için şerefli olarak yaşayan insan” olduğu gösterilmiştir. Bu kültürdeki insanların çocukları için belirlediği eğitimin sonuncul amacı budur. Bu durumda devletin elde etmeyi hedeflediği insan tipi ile Atabekli velilerin istediği ülküsel insan tipi farklıdır. Bu iki insan tipi birbiriyle çelişmez ama aynı insan tipi de değildir! Okul ve toplumun birbirine nasıl ters düştükleri örnek bir durumla açıklanabilir: Kültür tarihçileri, Türk kültürünün ataerkil nitelikler taşıdığını belirtirler. Ataerkillik hiyerarşik bir kültür örüntüsü ortaya çıkarır. Bu hiyerarşide büyükler ve erkekler hiyerarşinin üstünde bulunurlar. Lider (aile reisi) onlardır ve son söz de onlarındır. Bu olumlu ya da olumsuz değildir, sadece öyledir. Kültür kendi sistematiği içinde kurduğu örüntülerle ortaya bir kompozisyon koyar. Böylece topluma bir kimlik kazandırır. Bunlar çocuğunu toplumla uyum içinde yaşaması için büyüten ailenin eğitim biçiminde de kendini gösterir. Yaşlıların saygıdeğer olmaları ve aile liderliğini elinde tutmalarının bu kültürel durumla ilişkisi olmalıdır. Bilgi, tarihin her döneminde önemlidir. Bilgiyi elinde tutanlar güçlü olur. Zira bilgiyle karar verenlerin isabetli karar verme oranları daha yüksektir. Ancak sorun çözmede kullanılan bilgi her dönemde kıt bir bilgidir. Sözlü kültürlerde bilgi deneyimle elde edilen bir nitelikti. Çok yaşamış olmak deneyim kazanmak için iyi fırsatlar yaratıyordu. Uzun yıllarını gezerek, bilge insanlarla konuşarak, ariflere danışarak ve kendi yaşam deneyiminden sonuçlar çıkararak yaşayan insanlar, cahil gençler karşısında ellerinde tuttukları bilgi ile güçlü hâle geliyorlardı. 372 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 362 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU Bilgi sahibi oldukları için ona danışan aileler daha doğru kararlar vermiş oluyordu. Yine, erkekler sözlü kültürün yaşandığı tarım toplumunda evden çıkıp uzaklara gidebilen, topraktan üretim yapan kişilerdi ve kadınlar karşısında güçlü konuma geçiyorlardı. Böylece Türk kültürü yaşça büyük olanların ve erkeklerin üstünlüğüne dayalı hiyerarşik bir toplum hâline geliyordu. Büyüklerin küçüklerden sorumlu olduğu ve yaşça küçük olanların büyük olanlara hesap vermesine dayalı bir sosyo-kültürel ilişkiler ağı. Bunun sonucunda doğal olarak “asker millet” niteliği de kendiliğinden ortaya çıkıyordu. Türk toplumu, çocuklarını bu geleneksel pedagojiyle yetiştirmektedir. Çocuklar arasında da bu hiyerarşi geçerlidir. Büyük kardeşler küçüklerinden sorumludur. Küçük kardeşler büyüklere hesap vermek zorundadırlar. Bu hiyerarşiye rağmen büyüklerin ve erkeklerin söz ve kararlarının geçerliği her durumda mutlak değildi. Kararlar maslahat/müşavere ile alınmaktadır. Bu, birbirine danışarak, birlikte tartışarak, birbirinin onayını, rızasını alarak karar almak demektir. Kendi mantığı içinde tutarlı bir süreçtir. Yine de son söz hiyerarşide üstte olanındır. Okulda demokrasi ilkeleri gereği (ya da aktarma demokrasi kültürü gereği) evde sürdürülen geleneksel büyük-küçük, kız-oğlan ilişkisi ve hiyerarşisi okulda ortadan kalkmaktadır. Bu ise veli ile okul arasında eğitim anlayışında ve uygulamalarında farklılığa yol açmaktadır. Etnopedagojinin Rolü Bütün ulus-devletler içlerinde birden çok toplumu (kavmi, etnik grubu) barındırır. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’ndaki “Türk milleti” ifadesi Türkiye vatandaşlığını anlatır ve etnik grubuna bakılmaksızın Türk vatandaşı olan herkesi Türk milletinin unsuru olarak görür. Bu gruplar büyük ortaklık noktalarının yanı sıra küçük farklılıklara da sahiptir. Bu farklılıklar genellikle değer ve davranış sistemine dair farklılıklardır. Öğretmenlerin hizmet sunduğu toplumları tanımaları ve farklılıklarını bilmeleri görevlerini daha yapmalarını sağlar. Eğitim amaçlı olarak toplumu tanıma ve onun nasıl bir insan tipi istediğini öğrenme gayreti etnopedagoji bilimini ortaya çıkarmıştır. Etnopedagoji, Volkov (1927-2010) adında bir Çuvaş Türk’ü tarafından tanımlanıp ortaya konmuştur. Volkov’a (1974) göre, toplumların ülküselleştirdiği (idealize ettiği) bir insan tipi vardır ve toplum çocuklarını o tip insan olması doğrultusunda yetiştirmeye gayret eder. Bu amaçla kullanacağı bilgi, geleneğindeki empirik birikimde vardır. Empirik bilgi tecrübe ile edinilmiş, denenmiş, kulaktan kulağa, kuşaktan kuşağa aktarılarak geliştirilmiş bilgidir. Bu bilginin çocuk yetiştirmekle ilgili kısmı etnopedagojiyi ortaya çıkarır. Toplum ülküselleştirdiği insanı, geleneksel çocuk yetiştirme bilgisiyle ve onu elde etmek için kullandığı folklor materyali ve etnodidaktik yöntemleriyle elde eder. Kurucusu Volkov (2004, s. 56) etnopedagojiyi şöyle tanımlamaktadır: Etnopedagoji, etnik grupların empirik bilgilerinin çocukların eğitimi ve yetiştirilmesi; bir halkın, etnik grubun veya kavmin, boyun, bir ailenin geçmişten beri var olan değerlerin manevî-etik, estetik görünümü; görgünün kontrolü ve değerlendirilmesi, etnik grubun içerisindeki görgü motifleri, etnik gruplar arasındaki değerlendirme ve kontrolü ile tabiata karşı tutumlarıyla ilgilenen bir bilim dalıdır. Etnopedagoji, bir toplumun tarihinin derinliklerinden getirdiği kendi deneyim birikimiyle çocuklarını kendi ülküsel insanını elde etme doğrultusunda yetiştirme çabasının araştırılmasıdır. Etnopedagoji bilgisiyle donanmış öğretmenler hem toplumun yüzlerce yıllık bu B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O363 O K 373 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM deneyim birikiminden yararlanır hem de okulun aktardığı değerlerle toplumun geleneksel değerlerini karşı karşıya getirmemiş olur. Okula verilen görev MEB’in genel ve özel amaçlarında belirtilen hedeflere ulaşmaktır. Ancak bu amaçlar toplumun ideal insan modelini dikkate almasına engel değildir. Etnopedagojik bilgi de bilimsel pedagoji gibi öğrenmede yakından uzağa, basitten karmaşığa gibi ilkelere göre öğretim verilmesini önerir. Öğretmenlerin konu anlatırken öğrencilerinin bildiği, yakın çevreden örnekler vererek, durumları ortaya koyarak ve yerine göre atasözü ve efsaneleri kullanarak dersini işlemesi öğrenmenin kalitesini daha da artıracaktır. Bu öğrenme biçimi etnodidaktiğe (bir toplumun geleneksel öğretim yöntemlerine) de uygundur. Öğretmenler etnopedagojik bilgilerle de yetiştirilirse okul-çevre ilişkilerindeki mesafe biraz daha ortadan kalkabilir (Khairullin vd., 2017; Arsaliev, 2018). Başta Azerbaycan, Kazakistan ve Rusya Federasyonu olmak üzere birçok ülkede Etnopedagoji dersi öğretmen yetiştiren yüksek öğretim kurumlarında zorunlu bir derstir. Türkiye’de de bu dersin Eğitim Fakültesi programlarına alınması öğretmenlerin toplumu ve geleneksel eğitim sistemini daha iyi tanımasını sağlayacaktır. Sonuç Okul, çevre ile olan ilişkilerinde rivayet ile bilim, töre ile modern, yerellik ile evrensellik, köylülükle şehirlilik arasında kalmaktadır. Öğretmenlerin etnopedagoji bilmeleri bu sorunların bir kısmını ortadan kaldırabilir. Etnopedagojinin ortaya koyduğu bakış açısı öğretmenlere büyük kolaylıklar sağlamaktadır. Etnopedagoji toplumun yüzlerce yıllık deneme yanılma yoluyla elde edilmiş çocuk yetiştirme bilgisidir ve bu bilginin kalitesi hiç de yabana atılamaz. Bazı durumlarda akademik pedagoji biliminin daha ilerisinde olduğu bile söylenebilir! Etnopedagoji bilgisiyle yetiştirilen öğretmenler hem eğitimi daha doğru anlamakta hem de toplumla daha sağlıklı iletişim kurup, eğitim için velilerle işbirliği yapabilmektedirler. Empirik etnopedagoji kaynaklarına vakıf olan bir öğretmen geleneksel pedagoji ile bilimsel pedagoji arasında birbirini destekleyen bağlar kurabilecek, velilerle gerçekten çocuğunun eğitimini destekleyen işbirliği kurabilirler. Öğretmenlerin etnopedagoji bilgisiyle kazanacakları folklorik bakış ve dil kullanımı, onların iletişim ve ikna yeteneklerinde etkililiğini de artıracaktır. Okul (öğretmen), okul çevresinin ülküsel insan modelini ortaya çıkarıp millî eğitimin amaçları ve demokrasinin ölçütleriyle bütünleştirebilir. Etnopedagojik birikim sahibi olan öğretmenler değer ve davranış farklılıklarına daha duyarlı olur. Görgü, değer ve davranış farklılıklarını dışlama değil, doğal bir durum olarak kabul edip toplumla bütünleştirebilirler. Kaynaklar Akbaşlı, S. ve Kavak, Y. (2008). Ortaöğretim okullarındaki okul aile birliklerinin görevlerini gerçekleştirme düzeyleri. Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi. 19, 121. Arsaliev, S. (2018). Ethno culture as an element of the teacher’s professional culture. Future Academy: The European Proceedings of Social & Behavioural Science. Aydın, M. (2005). Eğitim yönetimi. 7. baskı. Ankara: Hatiboğlu Yayınları. 374 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 364 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU Çalık, C. (2007). Okul-çevre ilişkisinin okul geliştirmedeki rolü: kavramsal bir çözümleme. G.Ü. Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi. 27(3), 123-139. Çalışkan, N., Ayık, A. (2015). Okul-aile birliği ve velilerle iletişim. Ahi Evran Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi. 1(2), 69-82. Çelenk, S. (2003). Okul başarısının ön koşulu: okul aile dayanışması. İlköğretim-Online. 2(2), 28-34. Çınar, İ. (2020). Etnopedagoji: Atabek yurdu. 2. Baskı, Ankara: Pegem Akademi. Khairullin, I. T., Talant, D. B., Meyrambek, K. M. (2017). Ethno-pedagogical training as a tool of patriotic education of pre-service teachers. Future Academy: The European Proceedings of Social & Behavioural Sciences. Kramer, S. N. (2002). Tarih Sümer’de başlar. 2. baskı. (çev. H. Koyukan), İstanbul: Kabalcı Yayınevi. MEB (Millî Eğitim Bakanlığı) (2020). 1739 sayılı Türk Millî Eğitim Temel Kanunu. Resmî Gazete (24.06.1973 tarih ve 14574 sayılı) Açık erişim: https://www.mevzuat.gov.tr/MevzuatMetin/1.5.1739.pdf Özdemir, Y. (2018). Okul-aile işbirliğinin geliştirilmesine yönelik yönetici görüşleri. Yüksek lisans tezi. İstanbul Kültür Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü. Öztürk, M. K. (2009). Sosyal bilgiler öğretmenlerinin okul, aile ve toplum ilişkileri yeterlik alanına ilişkin görüşleri ve öz değerlendirmeleri. Bilig. Bahar, 49, 113-126. Starr, S. F. (2019) Kayıp aydınlanma. Arap fetihlerinden Timur’a Orta Asya’nın altın çağı. Üçüncü baskı (çev. Y. S. İnanç), İstanbul: Kronik Kitap. Volkov, G. N. (1974). Etnopedagogika. Çeboksarı: Çeboksarı. Yalçınkaya, M. (2002). Açık sistem teorisi ve okula uygulanması. G.Ü. Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi, 22(2), 103-116. Yıldırım, C. ve Dönmez, B. (2008). Okul-aile işbirliğine ilişkin bir araştırma (İstiklâl ilköğretim okulu örneği). Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi, 7(3), 98-115. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O365 O K 375 31 MART 1918-Cİ İL: AZƏRBAYCAN ALOVLAR İÇİNDƏ Tural VƏLİZADƏ Xülasə Bu məqalə 1918-ci ildə ermənilərin Azərbaycanda törətdikləri soyqırıma həsr olunub. Azərbaycan Xalq Cümhuriyyəti hökuməti 15 iyul 1918-ci il tarixli həmin iclasında bu məsələni geniş və ətraflı müzakirə edərək, “Avropa müharibəsi başlandığı vaxtdan bütün Cənubi Qafqaz hüdudlarında müsəlmanlara və onların əmlakına qarşı törədilmiş zorakılıq hallarının təhqiq olunması üçün Fövqəladə Təhqiqat Komissiyasının” (FTK) yaradılması haqqında qərar qəbul etdi. Həmin il avqust ayının 31-də AXC hökumətinin başçısı, eyni zamanda xarici işlər naziri F.X.Xoyskinin imzaladığı qərara əsasən 7 nəfərdən ibarət Fövqəladə Təhqiqat Komissiyası yaradıldı. FTK-nın 1919-cu ilin avqust ayına qədər topladığı materiallar 36 cild və 3500 səhifə təşkil edirdi ki, bunların 6 cildi (740 səhifə) Bakı şəhəri və onun ətraf kəndlərinin müsəlman əhalisinə qarşı törədilmiş zorakılıq aktlarını əhatə edirdi. İstintaq materialının digər cildləri ermənilər tərəfindən Bakı quberniyasının Şamaxı, Quba, Göyçay, Cavad qəzalarında, Gəncədə, Nuxada, Qarabağda, Zəngəzurda və Azərbaycanın digər rayonlarında törədilmiş dəhşətli cinayətləri əks etdirirdi. Son dərəcə mürəkkəb və ağır şəraitdə fəaliyyətə başlayan gənc Azərbaycan Respublikasının hökumətinin böyük uzaqgörənlik və operativlik nümayiş etdirərək həmin hadisələrə ən yüksək və ciddi şəkildə münasibət bildirmək və konkret tədbirlər görmək niyyəti, sözsüz ki, böyük təqdirə layiq idi və zaman özü görülmüş bu işin əsl qiymətini verdi. Açar sözlər: soyqırım, ermənilər, arxiv sənədləri, Fövqəladə Təhqiqat Komissiyası, Bakı, Azərbaycan. Abstract This article deals with the massacres commited by armenians in Azerbaijan in 1918. On July 15, 1918 the Council of Ministers of Azerbaijan Republic adopted a decree on the establishment of the Extraordinary Investigation Commission, “for the investigation of violence made against Muslims and their property within the entire South Caucasus since the beginning of the European war”. It was the first attempt for giving political value to carrying genocide against Azerbaijanis and the processes of occupation Azerbaijan territories more than a century in history. According to the decision signed on the 31 August, 1918 by the head of Democratic Republic, at the same time the minister of Foreign Affairs Fataly Khan Khoysky the Extraordinary Investigation Commission consisting of 7 members was organized. The materials of Extraordinary Investigation Commission is the unique source for investigating the genocide against Azerbaijani population in Azerbaijan from March till September in 1918. Extraordinary Investigation Commission materials collected by August 1919 was 36 volumes and 35000 pages, 6 volumes (740 pages) of them  BDU-nun Tarix fakültəsinin doktorantı, Qərbi Kaspi Universitetinin müəllimi, [email protected]. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 377 366 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM reflected violent acts, performed on the Muslim population of the city of Baku and its environs. Azerbaijanis underwent attacks and lootings in Shamakhi, Goychay, Ganja, Nukha, Gazakh, Lankaran, Salyan, Javad, Garabagh, Zangezur, Irevan - in short, in all provinces of Azerbaijan. These documents are proved arguments show that the genocide against Azerbaijanis is one of the horrible tragedies had been rarely met in the history of humanity. We must give due to the young Government of the Republic of Azerbaijan, in the most complicated and hardest conditions of its existence and activities as quickly and discreetly reacted to these events and had taken concrete steps. Keywords: genocide, armenians, archive documents, Extraordinary Investigation Commission, Baku, Azerbaijan. 1918-ci ildə Bakı şəhəri və digər bölgələrdə bolşevik-daşnak alyansı tərəfindən azərbaycanlılara qarşı törədilən Mart soyqırımından 102 il keçir. Mart soyqırımı son iki əsrdə xalqımıza qarşı erməni millətçiləri tərəfindən məqsədyönlü şəkildə həyata keçirilən etnik təmizləmə, soyqırımı və təcavüzkarlıq siyasətin ən qanlı nümunələrindən biridir. Bu millətçişovinist siyasətin əsas məqsədi azərbaycanlıları öz tarixi torpaqlarından qovmaqla əzəli Azərbaycan ərazilərində ermənilərin uydurduqları “böyük Ermənistan” dövləti yaratmaq olub. 1905-1907-ci il qırğınları ilə məqsədlərinə nail ola bilməyən erməni daşnakları Birinci Dünya müharibəsinin yaratdığı “imkanlardan”, böyük dövlətlərin himayəsindən və köməyindən istifadə edərək 1918-1920-ci illərdə məqsədlərinə nail olmağa çalışmışlar. Bakıda Mart soyqırımı hələ 1917-ci ilin sonlarında “Daşnaksütyun” partiyası və Erməni Milli Şurası tərəfindən hazırlanmışdı. Onlar dəfələrlə müsəlmanları bolşeviklərə qarşı silahlı çıxışa təhrik etməyə cəhd göstərmişdilər. Ermənilərin məqsədi bolşeviklərin əli ilə müsəlman əhalisini məhv etmək idi. Adamların qətlə yetirilməsi və müsəlman məhəllələrinin darmadağın edilməsi planlı surətdə mütəşəkkil erməni hərbi hissələri tərəfindən şəhərin hər yerində qabaqcadan müəyyənləşdirilmiş sistem üzrə həyata keçirilirdi [8, s. 65]. Təbii ki, Bakı Xalq Komissarları Soveti tərəfindən, xüsusən onun sədri S.Şaumyanın şəxsi istəyi nəticəsində istər Bakıda, istərsə də Azərbaycanın digər bölgələrində həyata keçirilən bu qətl və talanlar milli istiqlalımıza qarşı yönəlmişdi və xüsusi qəddarlıq, görünməmiş amansızlıqla icra edilirdi. N.Nərimanovun təbirincə desək: “Müsəlman hətta bolşevik olsaydı belə, ona aman vermirdilər. Daşnaklar deyirdilər: “Biz heç bir bolşevik tanımırıq, təkcə elə müsəlman olmağın kifayətdir. Onlar keyfi istədikləri adamı öldürür, evləri dağıdır, xaraba qoyurdular”” [10, s. 123]. 1918-ci il martın ayının 15-də çıxış edərkən “Bakı Soveti Zaqafqaziya vətəndaş müharibəsinin mərkəzinə və istehkamına çevrilməlidir”, - deyə St.Şaumyan yazırdı: “Bizim siyasətimiz – vətəndaş müharibəsidir. Kim bu siyasətin əleyhinə gedir, həmin adamlar düşmənlərimizdir”. Ümumiyyətlə, Bakı Sovetinin silahlı qüvvəsi 6 min nəfərdən ibarət idi. Bundan 3-4 minə qədəri olan daşnak qoşun hissələri də Bakı Sovetinin ixtiyarına verilmişdi. N.Nərimanov daşnakların məkrli siyasətini özünün “Qafqazı işğalına baxış” adlı məqaləsində açıb göstərmişdi. N.Nərimanov yazırdı: “… daşnaklar özlərinin otuzillik siyasi həyatları ərzində göstərdilər ki, onlar Böyük Ermənistan haqqındakı arzularını həyata keçirmək üçün istənilən halda sifətlərini dəyişə bilərlər. Daşnaklar Qolitsinin dövründə (Rusiya imperiyasında Nazirlər Sovetinin sədri olmuşdur) inqilabi partiya hesab olunurdular, Vorontsov – Daşkovun dövründə onun ayaqlarını öpürdülər və ən qatı əksinqilabçı idilər. Bunun səbəbi onda ki, Vorontsov müharibədən sonra Böyük Ermənistan yaratmağa söz vermişdi. Əgər indi Qafqazda Sovet 378 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 367 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU hakimiyyəti qurularsa, onda daşnaklar o saat sifətlərini dəyişib, bu dəfə kommunist olacaqlar. Yenidən Azərbaycanda və Gürcüstanda iş başında duracaqlar. Daşnaklar əllərində Böyük Ermənistan xəritəsi və dəqiq proqramla Peterburqda oturmuşdular. Onlar Böyük Ermənistan yaratmaqla məşğul idilər. Hətta, gürcü millətçiləri daşnakların bu həyasız və utanmaz hərəkətlərindən həyacanlanmışdılar. Tam əminliklə elan edirəm ki, o vaxtlar Rusiyada mövcud olan heç bir milli partiya daşnaklar kimi bu qədər xəyanət və satqınlıq etməmişdir”. St.Şaumyan öz çıxışlarında bildirirdi ki, Müsəlman millətçiləri Bakını Azərbaycanın paytaxtı etməyi arzulayırdılar. Onlar Zaqafqaziyadan tamamilə ayrılmaq üçün mübarizə aparırdılar ki, Bakı Azərbaycanın paytaxtı olsun; Əgər onlar Bakıda üstünlük əldə etsəydilər, şəhər Azərbaycanın paytaxtı elan edilərdi. 1918-ci il mayın 16-da fəhlələr qarşısında çıxış edən St.Şaumyan bildirmişdi ki, müsavatçıların Bakını Muxtar Azərbaycanın paytaxtı elan etmək planı vardır. St.Şaumyan heç cür razılaşa bilmirdi ki, Azərbaycan müstəqil olsun. Bakıda daşnaklarla belə əməkdaşlıq edən və bütün dünya müllətlərinin qurtuluşundan bəhs edən bolşeviklər türkmüsəlman əhalinin muxtariyyətini burjuaziyanın muxtariyyəti hesab edirdi. Bakı və civarlarının bolşevikləşdiyini zənn edən St.Şaumyan erməniləri və rus əsgərlərini, xüsusilə, Xəzər hərbi dəniz donanması matroslarını türk-müsəlman əhaliyə qarşı təhrik etməyə başladı. Erməni əhalisinin bütün siniflərinin nümayəndələri bu müharibədə iştirak etməyi özlərinə “borc” bilirdi. Bütün bunlar azmış kimi, St.Şaumyan Moskvadan hərbi kömək almaq üçün müraciət etmişdi. St.Şaumyan Stalinə məktub yazaraq, xahiş edirdi ki, Qafqaz qırmızı ordusunu (erməni ordusunu) təşkil etmək üçün təcili olaraq on milyon manat (rubl) ayırsınlar. Ermənilərdən fərqli olaraq Bakıda türk-müsəlman əhalinin hərbi təşkilatı və sursatı kifayət qədər deyildi, hətta, demək olar ki, yox dərəcəsində idi. Belə olan halda, təbiidir ki, mübarizədə müsəlmanların qalib gəlməsi mümkün deyildi. Bunu yaxşı başa düşən St.Şaumyan, “Daşnaksütyun” və Erməni milli şurası Bakı şəhərində qabaqcadan planlaşdırılan və xüsusi hazırlıq görülmüş dəhşətli qırğınlara, qarətlərə başladılar. Bütün faciələr türk-müsəlmanların yaşadığı məhəllələrdə baş verirdi. Məlum hadisələrə öz münasibətini bildirən H.Baykara yazır: “Bakıda özünün rəhbərliyi altında sovet hökuməti quran Şaumyan azəri türklərinə “sizə Azərbaycan istiqlaliyyəti yerinə bir məzarlıq bəxşiş edəcəyəm” - deyə, açıqcasına söyləyirdi” [7, s. 226]. Burada görkəmli alim T.Svyatoxovskini xatırlamamaq olmaz: “Belə bir şəraitdə bolşeviklərin yeni, lakin bu dəfə daşnaklarla taktiki ittifaqı formalaşırdı. Hər yerdə və həmişə millətçiliyin hər cür təzahürünə qarşı çıxan Şaumyan Bakını Azərbaycanın paytaxtı etmək xülyasına düşən müsəlmanlara tamamilə başqa münasibət bəsləyirdi: Azərbaycan kəlməsi onun dilində həmişə məsxərə ilə səslənirdi” [11, s. 122]. Tarixi faktlar göstərir ki, Bakı Kommunası heç bir milli kökləri olmayan, yerli əhalidən, müsəlman kütləsindən təcrid olunmuş Rusiyanın, erməni millətçilərinin mənafeyinə xidmət edən anti-demokratik, anti-Azərbaycan siyasəti yeridən, xüsusən Bakını Sovet Rusiyası hakimiyyətinə tabe etdirməyə çalışan və Azərbaycanın istiqlalına qarşı inadla mübarizə aparan qondarma hökumət idi. Xalq Komissarları Sovetində əsas həlledici rəhbər mövqelər ermənilərin əlində cəmləşmişdi. S.Şaumyan Xalq Komissarları Sovetinin sədri və Xarici İşlər komissarı, Q.Korqanov Hərbi-Dəniz İşləri komissarı, A.Karinyan (Qabrielyan) Ədliyyə komissarı kimi aparıcı vəzifələri tutmuşdular. Bakı kommunasının rəhbər eşelonuna Avetisyan, Kostandyan, Osipyan, Əmiryan, Ter-Saakyan, Nuricanyan, Mikoyan və digər daşnakpərəst ermənilər də daxil idilər. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O368 O K 379 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM İstər Bakıda və Şamaxıda, istərsə də Qubada və Quba qəzasında Bakı XKS-nin siyasi kursu ilə həyata keçirilən bu soyqırımında bolşeviklərin nə üçün məhz daşnaklardan istifadə etməsi məsələsi, fikrimizcə, bəhs edilən problemin ən aktual məsələsidir. T.Svyatoxovski: “Şaumyan əmin idi ki, azərbaycanlılarla açıq ixtilafda Bakı daşnakları bolşeviklər üçün heç bir qorxu törətməyəcək, əksinə, xeyli dərəcədə ikincilərin mövqeyini müdafiə edəcəklər. Buna görə də o, qətiyyəti diplomatiyadan üstün tuturdu” - deyə yazanda nə qədər də haqlıdır [11, s. 123]. Bakıda Azərbaycanın muxtariyyətini tələb edən musavatçıların sosial bazasını məhv etmək, türk-müsəlman əhalisinin soyunu tükətmək düşüncəsində olan bolşevik-daşnak alyansı bu məqsədlə mart ayının son günlərində əməli fəaliyyətə keçdi. 1918-ci il martın 30-da axşam başlanan azərbaycanlı qırğınları faktiki olaraq bir həftə davam etdi, lakin onun üç günü görünməmiş amansızlıqla qəddarlıq və azğınlıq edən daşnak dəstələri tərəfindən şəhərin türkmüsəlman əhalisinin qırılmasının və qarət edilməsinin xüsusilə kütləvi xarakteri ilə səciyyələnirdi. Bakının tarixi məhəllələrini və küçələrini, şəhər kənarındakı müsəlman qəsəbələrini bürüyən azərbaycanlı qırğınları yalnız şəhərin hüdudları ilə məhdudlaşmırdı. Həmin günlər erməni quldur dəstələri Bakının yaxınlığındakı ətraf kəndlərə də basqın edərək müsəlmanların evlərinə soxulur, yoldan keçən müsəlmanları qarət edir və qətlə yetirir, şəhər kənarı yollarda pusqular qururdular. 1918-ci ilin martında Bakı kəndlərinin – Məhəmmədi, Əhmədli, Balaxanı, Binəqədi, Bibi-Heybət, Hökməli, Zabrat, Sabunçu, Ramana, Xırdalan və digər kəndlərin sakinləri erməni silahlı dəstələrinin vəhşiliklərinin qurbanı olmuşlar. 1918-ci ilin mayında Azərbaycan Xalq Cümhuriyyətinin yaradılması və Azərbaycan xalqının öz milli hüquqları və müstəqilliyi uğrunda ölüm-dirim mübarizəsinə qalxması ölkədə siyasi vəziyyəti kökündən dəyişdi. Azərbaycan Hökuməti Gəncədə keçirdiyi 15 iyul 1918-ci il tarixli iclasında ermənilərin həyata keçirdiyi soyqırımı aktını geniş və ətraflı müzakirə edərək, “Avropa müharibəsi başlandığı vaxtdan bütün Cənubi Qafqaz hüdudlarında müsəlmanlara və onların əmlakına qarşı törədilmiş zorakılıq hallarının təhqiq olunması üçün Fövqəladə Təhqiqat Komissiyasının təşkili haqqında” qərar qəbul etdi [1]. Bu azərbaycanlılara qarşı yürüdülən soyqırımı və bir əsrdən artıq davam edən torpaqlarımızın işğalı proseslərinə tarixdə ilk dəfə siyasi qiymət vermək cəhdi idi. Cümhuriyyət hökumətinin başçısı, eyni zamanda xarici işlər naziri Fətəli Xan Xoyskinin imzaladığı 31 avqust 1918-ci il tarixli qərara əsasən 7 nəfərdən ibarət Fövqəladə Təhqiqat Komissiyası yaradıldı. Həmin qərarda deyilirdi: “Hökumətin 15 iyul 1918-ci il tarixli Qərarının icra olunması üçün sədr - andlı iclasçı Ələkbər bəy Xasməmmədovdan və aşağıdakı üzvlərdən ibarət olan tərkibdə Fövqəladə Təhqiqat Komissiyası yaradılsın: Gəncə Dairə Məhkəməsinin üzvləri İsmayıl bəy Şahmalıyev və Andrey Fomiç Novatski, həmin dairə məhkəməsinin prokurorunun müavini Nəsrəddin bəy Səfikürdski, Gəncə Köçürmə idarəsinin üzvü Nikolay Mixayloviç Mixaylov və Barışdırıcı hakimlər qurultayının keçmiş sədri, həqiqi mülki müşavir V.V.Qubvillo və müəllim Məmməd Cavad Axundzadə.” [2]. Sonradan Bakı və Gəncə şəhərlərinin istintaq-prokurorluq və məhkəmə orqanlarının bir sıra əməkdaşları da komissiyanın işinə cəlb edildilər. Komissiyanın işində A.Novatski, N.Mixaylov, A.Kluge, M.Təkinski, A.Aleksandroviç (Litovskiy) və digər peşəkar hüquqşünaslar və ictimai-siyasi xadimlər daha fəal iştirak etmişlər. 380 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 369 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU 1918-ci ilin sentyabr ayının əvvəlindən müstəntiqlər artıq Bakı və Yelizavetpol quberniyalarının müxtəlif qəzalarında fəal şəkildə işləyirdilər. Bakı azad edildikdən və Azərbaycan Hökuməti Gəncədən Bakıya köçdükdən sonra isə Fövqəladə Təhqiqat Komissiyası da öz fəaliyyətini Gəncədən Bakıya keçirdi və dərhal Bakı şəhərində və onun ətraflarında baş vermiş mart hadisələrinin araşdırılmasına başladı [6, s. 42]. Fövqəladə Təhqiqat Komissiyasının Bakı qrupuna Bakı dairə prokurorunun müavini A.Y.Kluge, andlı iclasçı M.Təkinski, andlı iclasçı A.Aleksandroviç (Litovski), hüquqşünas A. Hacı İrzayev, Gəncə Dairə Məhkəməsi prokurorunun müavini Ç.B.Klossovski daxil idi. Komissiyanın üzvlərinin əksəriyyətini azərbaycanlılar deyil, digər millətlərin nümayəndələri – rus, polyak, yəhudi, alman və başqaları təşkil edirdi. Bu da cümhuriyyətin hadisələrə ədalətli, vicdanlı, qərəzsiz və tərəfsiz yanaşmasının bir təzahürü idi. 1919-cu ilin avqustunun ortalarınadək Bakıda 24 şəxs müttəhim qismində Fövqəladə Təhqiqat Komissiyası tərəfindən həbs edilmişdi. Beləliklə, 1920-ci ilin aprelinə kimi Fövqəladə Təhqiqat Komissiyası bolşevik-daşnak quldur dəstələrinin qanlı əməllərinin təhqiqi sahəsində böyük iş gördü. Zərərçəkmiş yüzlərlə vətəndaş və şahid dindirilmiş, çoxlu material, maddi dəlilsübut, fotosənəd toplandı. Fövqəladə Təhqiqat Komissiyasının sənədləri bolşevik-daşnak birləşmələri tərəfindən bir neçə gün ərzində böyük əksəriyyəti azərbaycanlılardan ibarət olan 12 mindən çox dinc sakinin qətlə yetirildiyi mart soyqırımına bilavasitə həmin hadisələri yaşamış insanların gözü ilə baxmağa imkan verir. Fövqəladə Təhqiqat Komissiyasının 1919-cu ilin avqust ayına qədər topladığı materiallar 36 cild və 3500 səhifə təşkil edirdi ki, bunların da 6 cildi (740 səhifə) Bakı şəhəri və onun ətraf kəndlərinin müsəlman əhalisinə qarşı törədilmiş zorakılıq aktlarını əhatə edirdi. İstintaq materialının digər cildləri ermənilər tərəfindən Bakı quberniyasının Şamaxı, Quba, Göyçay, Cavad qəzalarında, Gəncədə, Nuxada, Qarabağda, Zəngəzurda və Azərbaycanın digər bölgələrində törədilmiş dəhşətli cinayətləri əks etdirirdi. Sənədlərdən aydın olur ki, mart hadisələri azərbaycanlıların əksəriyyəti üçün gözlənilməz olmuşdur və müsəlman ictimaiyyətinin müxtəlif zümrələrindən olan insanlar bolşeviklərin deyil, məhz ermənilərin xəyanətindən sarsılmışdılar, çünki onlar “sonuncuları düşmən kimi görmürdülər”. Bununla bərabər, şahid ifadələri göstərir ki, azərbaycanlıların əksəriyyəti talanlardan bir neçə gün qabaq “ermənilərin şəhərin müsəlman hissəsindən erməni hissəsinə köçdüyünü” müşahidə etmiş, şəhərin “Ermənikənd” məhəllələrində “ermənilər tərəfindən qazılmış səngərləri” görmüş, ermənilərin “1905-ci ili təkrarlamaq, yəni müsəlman qırğınlarını başlamaq” niyyətləri və “ermənilərin müsəlmanlara qarşı çıxışlara hazırlaşdıqları barədə şəhərdə gəzən şayiələri” eşitmişdilər. [3]. Fövqəladə Təhqiqat Komissiyasının sənədlərinə müxtəlif millətlərdən olan bakılıların və xarici vətəndaşların Bakıda 1918-ci ilin mart hadisələrinin qiymətləndirilməsi baxımından xüsusi əhəmiyyəti olan ifadələri də daxil edilmişdir. Bu baxımdan Bakı sakini A.N.Kvasnikin ifadəsi xüsusi maraq doğurur. Şəhərin kübar və işgüzar dairələrinə mənsub olan, “bir çox erməni evlərinə girib-çıxan”, ifadəsindən hörmətli və ünsiyyətcil bir insan təsəvvürü yaradan A.N.Kvasnik özünün son dərəcə ətraflı ifadəsində mart hadisələri ərəfəsində və günlərində Bakı cəmiyyətində hökm sürən vəziyyətin ümumi mənzərəsini yaratmağa çalışır. A.N.Kvasnik ifadəsində deyir: “Bu ilin 17-21 mart tarixlərində B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O370 O K 381 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM Bakı şəhərində baş vermiş hadisələrə təmiz vicdanla belə ad vermək lazımdır: “Müsəlmanların fiziki olaraq məhv edilməsi, bütün əmlakının mənimsənilməsi və onların bütün rifahının və siyasi üstünlüyünün ermənilərin əlinə keçməsi məqsədilə, əvvəlcə Bakı şəhərində, sonra isə ucqarlarda erməni əhalisinin müsəlman əhalisinə qarşı təşkil edilmiş qanlı sui-qəsdi”” [4]. Fövqəladə Təhqiqat Komissiyasının sənədlərində həmçinin Bakıda mart hadisələri zamanı şəhərin müsəlman əhalisinə – iri sənayeçilərə, zavod, liman, neft mədənləri sahibkarlarından başlayaraq çoxsaylı mülki, sosial və ticarət obyektlərinin: ev, idarə, mehmanxana, məktəb, restoran, bərbərxana, emalatxana, mağaza, anbar, dükan, tövlə və s. sahiblərinə vurulan maddi ziyanın miqyası və əhəmiyyəti də çox aydın göstərilir. Zərər dəymiş obyektlər içərisində mühüm əhəmiyyət daşıyan “Təzəpir” məscidini, “Şah məscidi”ni, “Kaspi” qəzetinin redaksiya binasını, “İsmailiyyə” Müsəlman Xeyriyyə Cəmiyyətinin binasını, “Dağıstan”, “İsgəndəriyyə”, “İslamiyyə” mehmanxanalarını xüsusi vurğulamaq lazımdır. Bu binaları azərbaycanlıların mədəni-ictimai və dini mərkəzlərini təcəssüm etdirən mühüm obyektlər sırasına aid etmək olar. Bütövlükdə Fövqəladə Təhqiqat Komissiyasının fəaliyyəti, həmçinin, ermənilərin vəhşiliklərini öz üzərində hiss etmiş respublika əhalisi arasında da böyük ictimai və əxlaqipsixoloji məna kəsb edirdi. Fövqəladə Təhqiqat Komissiyasının özünün mövcud olması və onun üzvlərinin cəmiyyətin ayrı-ayrı təbəqələri ilə, azərbaycanlılarla sıx əməkdaşlıq etməsi artıq özlüyündə geniş əhali kütlələri arasında ədalətin bərpa olunmasına inamı artırır və yeganə qanuni hakimiyyət kimi Azərbaycan hökumətinə xalqın etimadını və etibarını möhkəmlədirdi. 1918-ci ildə erməni daşnaklarının Azərbaycan torpaqlarını zəbt etmək, soydaşlarımıza qarşı kütləvi və sistemli bir surətdə soyqırımı təşkil etmək nöqteyi-nəzərindən onların xüsusi bir şəkildə fəallıqlarının artması diqqəti cəlb edir. Daşnaksütyun partiyasının Bakıda dərc edilən “Aren” qəzeti 1918-ci il martın 1-də “böyük Ermənistan” yaratmaq uğrunda 35 yaşadək bütün vətəndaşların səfərbər edilməsi barədə çağırışlarla dolu idi. Bu mətbu orqanı çağırışdan boyun qaçıran erməniləri ölümlə hədələyərək yazırdı: “Kimin vicdanı varsa, elə indi öz borcunu yerinə yetirsin – könüllü olaraq orduya yazılıb, cəbhəyə yola düşsünlər” [5, s. 104]. Təbii ki, ordu dedikdə erməni milli hissələri, cəbhə dedikdə isə Azərbaycanda törədilən qanlı olaylar – qətl və qarətlər nəzərdə tutulurdu. Bu müraciətdən bir daha aydın olur ki, əslində “Danaksütyun” elə erməni xalqı tərəfindən hərtərəfli dəstəklənən, erməni xalqının çox hissəsi, bəlkə də özü deməkdir. Erməni korpusunun komandiri Nəzərbəyov 1918-ci ilin iyununda “erməni xalqına” müraciət edərək deyirdi: “Erməni xalqı, əgər siz öz ailənizi azad etmək isətyirsinizsə, o zaman sizin hamınız, əli silah tutan hər biriniz gəlin. Öz silahınız və patronunuz, beş günlük ərzaq ehtiyyatınızla gəlin. Ordu üçün çörək, kartof və digər ərzaqlarınızı əsirgəməyin” [5, s. 104]. Öz səadətini türk-müsəlman əhalisinin faciəsi üzərində qurmağa can atan bu müdhiş təşkilatın əlindən hətta onların özləri belə əlhəzər deyir: “Daşnaksütyun”un yeritdiyi siyasətin sayəsində erməni xalqının yarısı məhv edilmiş, yarısı da ölümün astanasındadır” [5, s. 105]. Əhalisi soyqırım və deportasiyalara məruz qalmış tarixi Azərbaycan ərazilərindən biri də qədim Zəngəzur torpağıdır. Bu soyqırımları sübut edən qiymətli sənədlər bu gün Azərbaycan Respublikası Milli Arxiv İdarəsində qorunan Fövqəladə Təhqiqat Komissiyasının sənədlərində, 382 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 371 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU Türkiyə Cumhuriyyətinin “Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Arşivi”, “Başbakanlık Osmanlı Arşivi” və Almaniya Federativ Respublikasının Berlin şəhərindəki “Almaniya Xarici İşlər Nazirliyinin Siyasi arxivi”nin (Politischen Archiv den Auswätrigen) müxtəlif fondlarında qorunub saxlanılır. Həmin arxiv sənədlərindəki faktiki materiallar sübut edir ki, 1918-ci ilin mayından 1920-ci ilin aprelinə qədər ermənilər Azərbaycanın Zəngəzur qəzasında on minlərlə dinc, silahsız türk-müsəlman əhalini etnik mənsubiyyətinə görə amansızcasına qətlə yetirmişdir. Andronik və digər erməni-daşnak quldur başçılarının vəhşiliyi nəticəsində Zəngəzur qəzasının türk-müsəlman kəndlərində 3257 kişi, 2276 qadın və 2196 uşaq öldürülmüş, 1060 kişi, 794 qadın və 485 uşaq yaralanmışdı. Beləliklə, Zəngəzur qəzasında hər iki cinsdən olan 10.068 nəfər öldürülmüş və ya şikəst edilmişdi. Lakin bu rəqəmlər də faciəvi vəziyyəti tam əks etdirmirdi, reallıqda erməni vəhşiliklərinin sayı daha çox idi, çünki müsəlmanlar qəzadan qaçqın düşdüklərindən qurbanların sayını dəqiq müəyyənləşdirmək mümkün olmamışdı. 1917-ci ildə Zəngəzur qəzasında 123.085 nəfər təşkil edən türk-müsəlman əhali 1926-cı il siyahıyaalınma göstəricilərinə görə say baxımdan heç 5000 nəfər deyildi. FTK üzvü N.Mixaylov 1918-ci il ərzində Zəngəzur qəzasında törədilmiş vəhşiliklərin təhqiqatı əsasında hazırladığı məruzədə dağıdılmış və məhv edilmiş 115 kəndin adı göstərilmişdi [9, s.115-124]. Erməni quldur dəstələrinin başçısı Andranik Azərbaycanın əzəli torpağı olan Zəngəzuru erməni qubernatorluğu elan etdikdən sonra Şuşanı işğal etmək istiqamətində cəhdlər göstərməyə başladı. 1918-ci il dekabrın 19-da Azərbaycan parlamentinin üzvü Qarabəy Əliverdiyev Şuşadan xəbər verirdi: “Mən Qarabağın nümayəndəsi olaraq buradakı vəziyyət barədə məlumatlandırıram ki, Andranik Zəngəzuru atəşə məruz qoyduqdan sonra təhlükəli vəziyyət Qarabağda, Ordubadda, Cavanşirdə də yaranmışdır. Andranik saysız-hesabsız müsəlman kəndlərini məhv edərək dinc əhalini qırmış, sağ qalanları isə doğma yerlərindən qovmuşdur. O, Qarabağın mərkəzi olan Şuşaya hücum edərək onun sakinlərini qarət etmiş və onların əmlakını öz əsgərlərinə paylamışdır”. 1918-ci ilin noyabrında İstanbulda Osmanlı dövləti ilə danışıqlar aparan Əli Mərdan bəy Topçubaşov Azərbaycan rəhbərliyinin mövqeyini belə ifadə edirdi: “Ermənilər tərəfindən qaldırılan Qarabağ məsələsi beş-on kəndin məsələsi deyil. Bu dörd qəzanın – Şuşanın, Cavanşirin, Cəbrayılın və Zəngəzurun mənsubiyyəti ətrafında baş verən mübahisədir. Bu isə sanki bir xanlığın ərazisidir. Bu ərazidə yaşayanlar içində ermənilər heç də çoxluq təşkil etmirlər. Üstəlik, onlar bu bölgənin yerli sakinləri deyillər. Ermənilər Azərbaycana Türkiyə və İrandan Rusiya ilə müharibələrdən sonra köçürülmüşlər. Buna baxmayaraq, biz problemin sülh yolu ilə tənzimlənməsinin tərəfdarıyıq”. Andranikin quldur dəstələrinin cinayətlərindən şahidlərin dilindən danışan “Аzərbaycan” qəzeti 10 dekabr 1918-ci il tarixli nömrəsində qeyd edirdi ki, Qarabağda ermənilər müsəlman kəndlərini darmadağın edir. Lehvazçay, Əldərə, Nüvədi, Oxçu, Şəbədin, Meydan, Qaragöl, Qıraq Çimən, Şahidli, Burunlu, Əsgərlər, Tey, Vardanəzir və başqaları bütünlüklə yerlə yeksan olunmuşdur. Bu yerlərin əhalisi hücumlardan xilas olmaq üçün qismən Ordubada və İrana qaçmışdır. Hal-hazırda bütün məscidlər və küçələr dul qadınlarla və yetim uşaqlarla doludur. Hər gün onlarla bədbəxt insan aclıqdan və soyuqdan həlak olurlar. İrəvandan Şuşaya qədər bir milyonluq müsəlman əhalisi qarət olunur və həlak olur. Ermənilər İrəvan bölgəsində də öz vəhşiliklərindən qalmamışlar. Daşnak hökümətinin təxminən 30 aylıq hakimiyyəti dövründə (28 may 1918 - 29 noyabr 1920-ci illər) İrəvan quberniyasının yerli müsəlman əhalisinə qarşı həyata keçirdiyi soyqırım siyasəti nəticəsində B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O372 O K 383 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM quberniyanın Ermənistanın nəzarətində olan sərhədlərində cəmi 10 min nəfər müsəlman qalmışdı. Erməni müəllifi A.Lalayanın qeyd etdiyi kimi Ermənistanda müsəlmanların sayı 77 % azalmışdı. “Azərbaycan” qəzetinin 14 mart 1919-cu il tarixli nömrəsində bu dövrdəki Lənkəran qəzasının ümumi vəziyyəti şərh edilərək qeyd olunur ki, “Mart hadisələrindən sonra (1918-ci il mart soyqırımı nəzərdə tutulur – red.) Lənkərana bolşeviklərlə bərabər erməni daşnakları da gəldilər. Bundan sonra erməni Avetisovun başçılığı ilə daşnak hərbi hissələri müsəlman kəndlərinin axırına çıxdılar. Olmazın zülmlər, əziyyətlər verdilər. Yollar kəsildi. Əhali şikayət etməyə bir yer tapmadı. Türklər Bakıya gəldikləri zaman Muğan ətrafının bolşevikləri ilə əlaqələri kəsildi. Buradakı sərsərilər “Muğan hökuməti” adı ilə dağıdıcı bir qurum düzəltməklə, müsəlmanları soymağa və qırmağa başladılar”. “Azərbaycan” qəzetinin 18 may 1919-cu il tarixli 103-cü sayında “Lənkəranlıların fəryadı” adlı məqalədə qeyd edilir ki, “Artıq bir ildən çoxdur ki, Lənkəranın əsasən müsəlmanlardan ibarət olan əhalisi hakimiyyət uğrunda mübarizə aparanların əlində yanır. Son günlərdə hakimiyyət bolşeviklərin əlinə keçmişdir. Ərazidə həbslər və Denikinin havadarlarına qarşı təqiblər başlanmışdır. Lənkəranda bolşeviklər partiyası ilə denikinçilər arasında böyük toqquşmalar baş verdiyindən, bazarda alış-veriş dayandırılmış, yerli tacirlərin – müsəlmanların malları yandırılmışdır”. Beləliklə, iki ilə yaxın bir müddət ərzində Lənkəran qəzasında ermənilərin törətdikləri qırğınlara 1919-cu ilin yayında - Camal Paşanın komandanlığı ilə türk ordusunun və Azərbaycan Milli Ordusunun Lənkəran qəzasına daxil olduğu vaxtdan son qoyuldu. Nəticədə, qəzanın milli qüvvələrin əlinə keçməsi ilə, əhali qırğından, talanlardan xilas olmuş və Azərbaycanın ərazi bütövlüyü bərpa edilmişdir. Lənkəran qəzasında soyqırıma məruz qalan əhalinin sayı ilə bağlı dəqiq rəqəm təəsüf ki, yoxdur. Fövqəladə Təhqiqat Komissiyasının materiallarının bir hissəsi 1918-ci ilin aprel-may aylarında Quba şəhəri və Quba qəzasında ermənilərin Azərbaycan əhalisinə qarşı törətdikləri cinayətlərlə bağlıdır. Ermənilərin Qubadakı azğınlığı 9-10 gün davam etmişdir. Mayın 1-də şəhərə daxil olan erməni silahlı dəstələri həmin günü şəhərin aşağı hissəsində 713 müsəlmanı qətlə yetirmişdilər. Onların çoxu qadın və uşaqlar idi. Böyük şosse və Bazar küçələrindəki evlər qarət edilir. Hamazaspın silahlı dəstələri şəhəri dörd hissəyə bölərək hər bir hissədə ayrıca qərargah yaradırlar. Ermənilərin özbaşınalıqları 2-ci gün də davam etmiş və onlar daha 1012 adamı öldürmüşdülər. Hamazaspın “Cəza dəstəsi” Quba şəhərini və Quba qəzasının 122 kəndini darmadağın etmişdi. Quba şəhərində iki mindən çox adamı – kişi, qadın və uşağı qətlə yetirilmişdir və həmin kəndlərin əhalisinə, ümumi dəyəri 58.121.059 manatlıq (rubl) ziyan vurulmuşdu. Quba şəhər sakini Hacı İsmayıl Orucov isə öz izahatında yazırdı ki, ölüləri dəfn edən mollanın dediyinə görə o, 2800 nəfərin cənazəsinin torpağa tapşırıldığını saymışdır. 2007-ci ilin aprel ayının 1-də Quba şəhərində, Qudyalçayın ətrafında torpaq işləri görülərkən, ermənilərin azərbaycanlılara qarşı 1918-ci ilin qanlı cinayətlərindən xəbər verən kütləvi məzarlıq aşkarlanıb. Məzarlıqda təxminən, 400-dən artıq insan cəsədi aşkar edilib. Hesablamalara görə, onlardan 50-dən çoxu uşaq, 100-dən çoxu qadın, qalanları isə yaşlı kişilərdir. Ermənilərin azərbaycanlılara qarşı törətdikləri qanlı qırğınlar və onların hər cür özbaşınalıqları tutarlı faktlarla üzə çıxdıqca, 1918-ci illərin bütün dövrü ərzində, ermənilərin Şimali Azərbaycan torpaqlarında, o cümlədən Quba qəzasında apardıqları soyqırımı siyasətinin əsl mahiyyəti arxiv sənədləri, arxeoloji və elmi-tədqiqat materiallarından istifadə etməklə aydınlaşmış olur. 384 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 373 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU 1918-ci ilin martında Bakıda, onun ardınca isə Şamaxıda, Qubada, Lənkəranda və vətənimizin digər guşələrində bolşevik daşnak tandemi tərəfindən törədilən qətl və talanlar bir məqsədə - xalqımızın milli istiqlal hərəkatını beşikdəcə boğmaq, xalqımızın fiziki varlığına son qoymaq, geostrateji baxımdan son dərəcə əlverişli, təbii sərvətlərlə zəngin vətənimizin bir qismini və bəlkə də böyük bir hissəsini “böyük Ermənistan” arzusu ilə qovrulan erməni daşnaklarına “pay” verməklə, bütövlükdə Azərbaycanı Rusiya imperiyasının təsir dairəsindən heç bir vəchlə buraxmamaq məqsədinə xidmət edirdi. Sovet dövründə bolşevik tarixçiləri vətən tarixinin bu dövrünü təhrif edərək qanlı hadisələrin əsl mahiyyətini gizlətdilər, ən yaxşı halda isə “vətəndaş müharibəsi” kimi təqdim etdilər. Bu proses 70 il ərzində davam etdirildi. Yalnız Azərbaycan Respubilikası istiqlaliyyətini yenidən bərpa etdikdən sonra bu qanlı olay öz siyasi-hüquqi qiymətini aldı. Belə ki, ümummilli lider Heydər Əliyevin 1998-ci il martın 26-da imzaladığı fərmanla 31 mart azərbaycanlıların soyqırımı günü kimi təsbit olundu. Fərmanda deyilir: “Azərbaycan Xalq Cümhuriyyətinin varisi kimi, Azərbaycan Respublikası bu gün onun axıra qədər həyata keçirə bilmədiyi qərarların məntiqi davamı olaraq soyqırım hadisələrinə siyasi qiymət vermək borcunu tarixin hökmü kimi qəbul edir”. Ümummilli lider Heydər Əliyev 1999-cu ildə “31 mart – Azərbaycanlıların soyqırımı günü münasibətilə Azərbaycan xalqına müraciəti”ndə deyirdi: “Qarşımızda duran əsas vəzifələrdən biri son əsrdə xalqımıza qarşı həyata keçirilən soyqırımı haqqında indiki və gələcək nəsillərdə möhkəm milli yaddaş formalaşdırmaq, bu faciələrə bütün dünyada siaysi və hüquqi qiymət verilməsinə nail olmaq, onun ağır nəticələrinin aradan qaldırılmasına və bir daha belə halların təkrar olunmamasına çalışmaqdır. Bunun üçün isə yalnız möhkəm və yenilməz milli birlik nümayiş etdirməliyik. Xalqımıza qarşı törədilə biləcək hər cür xəyanətin və təcavüzün qarşısını hamımız üçün ali məqsəd olan müstəqil Azərbaycan dövləti uğrunda dönməz mübarizə əzmi və iradəsi ilə almaq olar. Sizi birliyə, xalqımızın milli maraqlarının və hüquqlarının qorunması uğrunda yenilməz mübarizəyə səsləyirəm”. Müstəqil Azərbaycan dövləti istər XX əsrin əvvəlləri, istərsə də sonlarında əvəzedilməz qurbanlar verməsinə baxmayaraq, iftixar edə bilər ki, o ağır sınaq günlərində müstəsna iradə və cəsurluq, milli ruhun sarsılmazlığını və mətinliyini nümayiş etdirdi. Həm ötən əsrin əvvəlində, həm də sonlarında min illərdən bəri malik olduğu qədim dövlətçilik ənənələrini bərpa etdi. Azərbaycanlıların soyqırımı baş vermiş adi bir qanlı hadisə deyil, gələcəkdə ondan nəticə çıxarmaq üçün öyrənilməli, təhlil edilməli tarixi faciədir. Nəhayət, Ü.Hacıbəylinin bu gün üçün də aktuallığını saxlayan bir fikri xatırlatmaqla məqaləni yekunlaşdırmaq istərdim: “Bu günkü vəzifəmiz isə o qara günləri yaddan çıxarmamaq və buna görə də həmişə və hər an hazır olmaqdır. Borcumuz bu müqəddəratı gələcəkdə hər cür təcavüzdən qorumaq və məmləkətimizi şərəflə yaşatmağa çalışmaqdır”. İstifadə edilmiş ədəbiyyat siyahısı ARDA, f. 1061, siy. 1, iş 95, v. 2. ARDA, f. 1061, siy. 1, iş 105, v. 2. AR Pİİ SSA, f. 277, siy. 2, iş 13, v. 148. AR Pİİ SSA, f. 277, siy. 2, iş 26, v. 1. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O374 O K 385 Azərbaycan tarixi sənədlər və nəşrlər üzrə. Bakı: Elm, 1990. Bakı. Mart 1918-ci il. Azərbaycan qırğınları sənədlərdə. Tərtib edən: Solmaz RüstəmovaTohidi. Bakı, 2013. Baykara H. Azərbaycan istiqlal mübarizəsi tarixi. Bakı: Azərnəşr, 1992. İsgəndərli A. Azərbaycan həqiqətləri: 1917-1920. Bakı, 2012. İsmayılov K. Zəngəzur bölgəsində azərbaycanlıların soyqırımı (1918-1920-ci illər)//Azərbaycan xalqına qarşı 1918-ci il soyqırımları. Bakı, 2016. Rəhimov K. Məqalələr... məktublar. Bakı, Təhsil, 1998. Svyatoxovski T. Rusiya Azərbaycanı. 1905-1920-ci illər // Azərbaycan, Bakı, 1989, № 11 (117). 375 TARIM SAYIMLARINA GÖRE OSMANLI DEVLETİ’NİN SON DÖNEMİNDE ANADOLU’DA TÜTÜN TARIMI VE COĞRAFİ DAĞILIMI (1909-1913-1914) Yusuf YILMAZ Öz Tütün, Güney Amerika orjinli bir bitki olup, 16. yy sonlarında Coğrafi Keşifler neticesinde Avrupa’ya yayılmıştır. Avrupa üzerinden bütün dünyaya yayılan tütünün Osmanlı topraklarına ilk olarak tam ne zaman girdiği hakkında net bir bilgi bulunmasa da, 17. yüzyıl başında girdiğine dair görüşler mevcuttur. İlkin Avrupalı tüccarlar tarafından ticari bir ürün olarak Osmanlı topraklarına sokulan tütün, kısa bir süre sonra yetiştirilmeye başlanmıştır. Tütün tarımının 17. yüzyılda Balkanlar ve Aydın-Saruhan civarında başladığı, daha sonra Anadolu’da muhtelif alanlara yayıldığı bilinmektedir. Bazı dönemler devlet eliyle uygulanan yasaklara rağmen, ticari değerinin yüksek olması ve keyif verici özellikleri nedeniyle ekim alanı giderek yaygınlaşmış ve üretim 19. yüzyılda zirveye çıkmıştır. Çalışmada, 1909, 1913 ve 1914 yıllarında Osmanlı İmparatorluğu’nun Anadolu topraklarında tütün tarımının yapıldığı alanlar ile tütün üretim miktarı ve üretim değeri ele alınmıştır. Bunun için, literatür araştırması yapılmış ve bu kapsamda yayınlanan resmi istatistikler başta olmak üzere, akademik tez, makale ve kitaplar incelenmiş, elde edilen veriler istatistiksel veri analizi yöntemiyle yorumlanmıştır. Anahtar Sözcükler: Tütün, Osmanlı İmparatorluğu, tarım, coğrafi keşifler. TOBACCO FARMING AND GEOGRAPHICAL DISTRIBUTION IN ANATOLIA IN THE LAST PERIOD OF THE OTTOMAN STATE ACCORDING TO THE AGRICULTURAL CENSUS (1909-1913-1914) Abstract Tobacco is a plant originating in South America and spread to Europe as a result of Geographical Discoveries in the late 16th century. Although there is no clear information about when the tobacco, which spread all over Europe, first entered the Ottoman lands, there are opinions that it entered the beginning of the 17th century. Tobacco, which was first introduced into the Ottoman territory as a commercial product by European traders, started to be grown shortly after. It is known that tobacco farming started in the 17th century around the Balkans and Aydın-Saruhan and then spread to various areas in Anatolia. Despite the prohibitions implemented by the state in some periods, the cultivation area became increasingly widespread due to its high commercial value and enjoyable properties, and production peaked in the 19th century. In the study, the areas where tobacco farming was carried out in the Anatolian lands of the Ottoman Empire in 1909, 1913 and 1914, and the amount and production value of tobacco were discussed. In this context, academic theses, articles and books, especially the official statistics published within the scope of the literature research, were examined, and the data obtained were interpreted by statistical data analysis method. Keywords:  Tobacco, Ottoman Empire, discoveries. agriculture, geographical Dr.; Erbaa Fatih Anadolu Lisesi, [email protected]. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 387 376 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM Giriş Anavatanı Peru ya da Antiller olan tütün, Coğrafi Keşifler ile birlikte İspanyol gemiciler tarafından Avrupa’ya getirilmiştir (Bulut, 2006, s. 207). Kızılderililerin, Avrupalılar kıtaya gelmeden çok önceleri tütün kullandıkları bilinmektedir. Kızılderililer arasında genellikle deneyimli şamanlar tarafından ayinlerde kullanılan tütünü, Avrupalılar eğlence ve vakit geçirme amaçlı kullanmışlardır (URL1). Bilimsel adı kısaca Nicotiana olan tütün, patlıcangiller familyasındandır (Yılmaz, 2005, s. 1). Tek yıllık bir bitki olan tütün kısa bir sürede yetişir. Dünyada en çok rağbet gören ve ticari değeri fazla olan türü Nicotina Tabacum’dur (Bulut, 2006, s. 207). Kimyasal olarak % 90 oranında su ve % 10 oranında organik ve mineral maddeler içerir (Yılmaz, 2005, s. 1). Genel anlamda bir subtropikal iklim bitkisi olan tütün tohumunun çimlenme süresi arazinin iklim yapısına göre değişiklik gösterir. Bu süre sıcak bölgelerde ortalama 80-90 günü bulurken, soğuk bölgelerde 200 günü bulabilir (Bulut, 2006, s. 208). Çiçekleri yazın açan, 1-1,5 m boylarında bir yıllık kültür bitkisidir (Şekil 1). Şekil 1: Tütün bitkisi (Kaynak: Anonim). Yetişmesi için yıllık ortalama 500-600 mm. yağış yeterli olup, yazın kuraklık ister. Şiddetli rüzgârlar tütün yapraklarının yırtılmasına neden olabileceği için zararlıdır (Taşlıgil, 1992, s. 130). Don olayından olumsuz etkilendiği için, dikim işleri daha çok mayıs ayında gerçekleştirilir. Tütün yetiştiriciliği makineli tarımdan ziyade, el işçiliğiyle ve aile işletmeciliği şeklinde yapılır. Temmuz ayından itibaren sabahın erken saatlerinde hasat edilmeye başlanır. Hasat edilen tütünler bir ipe dizilerek aran ya da salaç adı verilen (Şekil 2) yerlerde kurumaya bırakılır. Aşırı yaz sıcaklıklarından pek hoşlanmayan tütün bitkisinin optimum yetişme sıcaklığı 18-27 °C arasındadır (Taşlıgil, 1992, s. 130). Yıllık ortalama sıcaklığı 13 °C’den daha yüksek yerlerde yetişebilmesine karşın, kalitesinin düşmemesi için genellikle devlet eliyle üretimi sınırlandırılır. Kalitesi üzerinde iklim ve toprak şartlarının belirgin etkisi vardır. Özellikle su tutmayan, humuslu ve kumlu-tınlı topraklarda kalitesi yükselir. 388 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 377 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU Şekil 2: Tütün Kurutulan Salaç Örneği (Yusuf Yılmaz Arşivi). Tütün genellikle kurutulmuş yapraklarının yakılarak çıkan dumanın içe çekilmesi ya da tozlarının buruna çekilmesi (enfiye) şeklinde kullanılır. Dünyada en çok sigara ya da puro üretiminde kullanılan tütün, tohumlarındaki yüksek yağ (% 35-45 arası) oranı nedeniyle sabun ve boya üretiminde de değerlendirilmektedir. Ayrıca verem hastalığının tedavisinde kullanılan phytin maddesi de tütün bitkisinden elde edilir (Bulut, 2006, s. 208). Sigarada bulunan nikotin (C₁₀ H₁₄ N₂) bir tür zehir olup, içildiğinde doğrudan kana karışır ve bu yüzden sağlığa zararlıdır (Bulut, 2006, s. 208). Bu sebepten dolayı sigara içilmesi ya da tütün mamulleri kullanılması tarih boyunca pek çok ülkede zaman zaman yasaklanmıştır. Ülkemizde Osmanlı’dan beri aroması güzel, küçük ve ince yapraklı şark tipi adı verilen tütünler üretilmektedir. Bu tip tütünler kuraklığa alışkın oldukları için sulamadan da yetiştirilebilir (URL1). Materyal ve Yöntem Bu araştırmanın temel amacı, Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde çeşitli yıllarda (1909, 1913 ve 1914) yapılan tarım sayımlarına göre Anadolu topraklarında tütün tarımının yapısını, üretim miktarını ve dağılımını coğrafi bakışla ele almaktır. Bu kapsamda, öncelikle geniş bir literatür taraması yapılarak, konuyla ilgili resmi istatistik, akademik tez, makale ve kitaplar incelenmiştir. Çalışmada nitel araştırma yöntemi kullanılmıştır. Bir konuyu derinlemesine incelemesinden dolayı alan araştırması adı da verilen nitel araştırmalarda genellikle gözlem, görüşme, doküman ve söylev analizi gibi nitel veri toplama teknikleri kullanılır (Baltacı, 2019, s. 369-370; Altunışık, 2007, s. 91-96). Bu bağlamda çalışmada nitel veri toplama tekniklerinden doküman incelemesinden yararlanılmıştır. Bu hususta elde edilen ve incelenen en önemli kaynak, Başbakanlığa bağlı Devlet İstatistik Enstitüsü’nün (DİE)1 yayınladığı Osmanlı Dönemi Tarım İstatistikleri 1909, 1913 ve 1914 adlı çalışmadır. Bundan başka konuyla ilgili 1 Bu kurumun adı daha sonra Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) olarak değiştirilmiştir. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O378 O K 389 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM yayımlanmış akademik tezler, makaleler ve bildiriler de ayrıntılı bir şekilde incelenerek yorumlanmıştır. Çalışmada tütün yetiştirilen yerleşim alanlarının isimleri, resmi istatistik yayınında olduğu gibi bugünkü adlarıyla aktarılmıştır. Çalışmanın yazım aşamasında, derlenen bu veriler coğrafi bir bakış açısıyla kaleme alınmıştır. Ayrıca çalışma, coğrafya çalışmalarda oldukça yaygın kullanılan tablo, harita ve grafiklerle desteklenmiştir. Bulgular 1. Osmanlı Tarım Politikası ve Tütünün Osmanlı Topraklarına Girişi Osmanlı ekonomisi büyük oranda tarıma dayandığı için, tarımdan çeşitli vergiler alınmıştır (Ünal, 2012, s. 45). İaşe meselesi, yani şehirlerin, payitahtın ve ordunun gıda ihtiyacını karşılamak devletin birinci önceliği olduğu için, özellikle hububat (tahıl) maddelerinin ihracatı uzun süre yasaklanmıştır (Ünal, 2012, s. 45). Osmanlı tarım politikası çiftçileri korumaktan ziyade, halkın ve ordunun gıda ihtiyacını sağlamaya yönelik olduğundan, narh ve tavan fiyat uygulamalarıyla piyasa sürekli kontrol edilmiştir (Ünal, 2012, s. 46). 1913/1914 mali yılında tarımın Osmanlı ekonomisindeki yeri şu şekildeydi: Milyon krş.  Tarımsal üretim değeri 11.757  Tarımsal ihracat 2.057  Tarımsal ithalat 1.357  Tarımın bütün sektörler içindeki üretim payı % 6,1 (Eldem, 1994, s. 7). Büyük vilayetlerde tarım topraklarının büyük bir kısmı tahıllara ayrılmıştır (Güran, 1998, s. 75). Genel anlamda üretimde ilk sırada buğday gelirken, ikinci sırayı Anadolu’da arpa, Rumeli’de ise mısır almaktaydı (Güran, 1998, 75-76). Ancak 1913/14 döneminde en çok yetiştirilen tarım ürünü zeytin iken, buğday üçüncü sırayı almıştır (Tablo 1). 1914/15 döneminde ise buğday üretimi bir önceki döneme göre % 39’luk bir artışla ilk sıraya yükselmiştir. Konumuzla doğrudan alakalı olan tütün üretimi ise 1913/14 döneminde 53 milyon kıyye iken, 1914/15 döneminde % 19’luk azalışla 43 milyon kıyye olarak gerçekleşmiştir. Tablo 1: Osmanlı İmparatorluğu’nda Tarım Ürünlerinin Üretim Miktarları. Ürün 1913/14 1914/15 Fark % Buğday (milyon kile) 163 225 +39 Diğer hububatlar (milyon kile) Bakliyat (milyon kıyye) 156 164 +5 157 182 +16 Köklü gıda maddeleri (Milyon kıyye) Zeytin (Milyon kıyye) 185 181 -2 255 138 -85 Tütün (Milyon kıyye) 53 43 -19 Pamuk (Bin balya) 120 135 +12 Kaynak: Eldem, 1994, s. 37 390 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 379 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU Hezarfen Hüseyin Efendi’ye göre, tütün bitkisi H. 1007 (1598) yılı başında İngilizler tarafından Osmanlı topraklarına getirilmiş ve bazı hastalıklara şifa verdiği belirtilerek satılmıştır (H. Efendi’den aktaran Yılmaz, 2005, s. 16)2. Tütünün Osmanlı topraklarına girmesiyle beraber, yine Avrupalı tüccarlar tarafından başta İstanbul olmak üzere büyük şehirlerde tüketimi yaygınlaşmıştır. Osmanlı’da tütün yetiştiriciliği 17. yy başlarında ilkin bağ ve bahçelerle, evlek adı verilen 1/4 dönümden daha küçük alanlarda deneme şeklinde başlamıştır (Yılmaz, 2005, s. 37). Kullanımı, üretimi ve ticaretinin yasaklandığı 1609-1649 yılları arasında tütün yetiştirilen toprakların alanı aynı kalmışken, yasak kalktıktan sonra giderek artmıştır (Yılmaz, 2005, s. 37). Osmanlı’da ilk tütün sayımının yapıldığı 1691 yılına ait tütün tahririnde, tütün yetiştirilen 41 kaza yerleşmesine bağlı 819 köyde, 10.487 çiftçinin, 10.177 dönümlük bir alanda ekim yaptığı tespit edilmiştir (Yılmaz, 2005, s. 37). Tütün kullanımı veya yetiştiriciliği pek çok devlette olduğu gibi, Osmanlı yönetimi tarafından da zaman zaman yasaklanmıştır. Tütünü ilk yasaklayan Osmanlı padişahı Sultan 1. Ahmet (1609) olmuştur (Yılmaz, 2005, s. 17). Daha sonra 2. Osman (1618-1622) ve 4. Murat (1623-1640) dönemlerinde de yasaklanmıştır. 2. 1909 Yılı Tarım Sayımına Göre Osmanlı’da Tütün Üretimi ve Dağılışı Osmanlı İmparatorluğu’ndaki ilk ciddi tarım sayımı 1909 yılında gerçekleştirilmiştir. Bu sayımlarda imparatorluk genelinde ekonomik amaçlı ekimi yapılan bütün tarım ürünleriyle, yetiştirilen bütün hayvanların sayımı yapılmıştır. Osmanlı topraklarının büyük çoğunluğu başta buğday olmak üzere, tahıllara ayrılmıştır. Bunun nedeni nüfusun temel gıda ihtiyacının karşılanmak istenmesidir. Tahıllar dışında, baklagiller, yumrulu (köklü) bitkiler, zeytin, tütün ve pamuk da önemli miktarda yetiştirilen diğer tarımsal ürünlerdir. Çalışma konumuzu oluşturan tütün üretimi ve dağılımı incelenecek olursa; 1909 yılında Anadolu’da toplam 71334,8 ha (713.348 dönüm) alanda, 31.237 ton tütün üretimi yapılmıştır (Tablo 2). Tablo 2: Osmanlı İmparatorluğu’nda Tütün Ekim Alanları ve Üretim Miktarları (1909). Üretim Yeri Ekim alanı (ha) Adana Amasya Ankara Antalya Aydın Balıkesir Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çorum Denizli Diyarbakır Edirne Elazığ Gaziantep 264,8 397,4 92,4 31,5 468,4 4605 218,3 55,5 83,2 135 12,5 567,5 88 4,2 240,8 314 220 500 100 Üretim Miktarı (Ton) 257 31 61 28 410 1992 149 7 46 40 3 189 31 3 100 226 70 38 321 Üretim Yeri Ekim alanı (ha) İzmir Kastamonu Kırklareli Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Muğla Muş Niğde Rize Samsun Siirt Sinop Siverek Şebinkarahisar Tekirdağ 2071,1 2,6 120 2243,8 416,4 126,5 6550 1087,3 1154,8 3002,2 190,6 10 250 8828 367,5 272,2 2000 33,6 24 Üretim Miktarı (Ton) 1958 2 64 2129 276 35 1161 359 229 953 141 3 2 5744 35 264 96 19 3 Detaylı bilgi için bk. H Hüseyin Efendi, Telhisü’l-Beyan Fi Kavânin-i Al-i Osman (haz.) Sevim İlgürel, 1998, s.274-275. 2 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O380 O K 391 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM Gelibolu Hakkari Isparta İçel İstanbul 5329,5 1437,8 140 23,5 753,4 6229 580 62 13 306 Tokat Trabzon Tunceli Van TOPLAM 3921,5 3019,9 875 45,1 71334,8 3516 2855 148 37 31.237 Kaynak: Güran, 1997, s. 50-51. Tablo 2 incelendiğinde; o dönem Osmanlı’nın Anadolu topraklarında tütün üretilen yerleşme sayısı 47 olup, en çok tütün üretilen yerler sırasıyla İstanbul (7534 ton), Gelibolu (6229 ton) ve Samsun (5744 ton)’dur. Ekim alanlarına bakıldığında ilk sırada Samsun (8828 ha) gelirken, bu yerleşmeyi Malatya (6550 ha) ve Gelibolu (5329,5 ha) izlemektedir. 3. 1913 Yılı Tarım Sayımına Göre Osmanlı’da Tütün Üretimi ve Dağılışı Osmanlı’da ikinci tarım sayımı olan 1913 yılı tütün tarımıyla ilgili veriler incelendiğinde, Anadolu’da 45 yerleşmede toplam 59410,1 ha.’lık bir alanda, 41.692 ton tütün üretilmiştir (Tablo 3). Bu 45 yerleşme içinde Elazığ ve Şanlıurfa’da ekim yapılmasına rağmen, üretim gerçekleşmemiştir. Üretim 43 yerleşmeyi kapsamaktadır. Bir önceki sayım dönemi olan 1909 yılı verileriyle karşılaştırıldığında, 1913 yılında tütün ekim alanında yaklaşık 11.925 dönüm (% 16,7) azalma olmasına karşın, üretim miktarında 10,455 ton’luk (% 33,5) bir artış gerçekleşmiştir. Tablo 3: Osmanlı İmparatorluğu’nda Tütün Ekim Alanları ve Üretim Miktarları (1913). Üretim Yeri Ekim alanı (ha) Adana Afyon Amasya Ankara Antalya Aydın Balıkesir Bilecik Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çorum Denizli Diyarbakır Edirne Elazığ Gaziantep Gelibolu Isparta İçel İstanbul İzmir 272,9 45 123 330 25 178,7 2032,8 777,7 1214,4 17 2212,7 332,7 20 333,2 556 43,8 0,8 50 28,2 150 11 540,1 13660,2 Üretim Miktarı (Ton) 152 85 117 46 27 153 1687 842 1836 8 1542 88 2 271 241 9 128 24 92 10 867 6579 Üretim Yeri Ekim alanı (ha) Kayseri Kırklareli Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa K. Maraş Mardin Muğla Rize Samsun Sinop Siverek Şebinkarahisar Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Şanlıurfa Van Yozgat TOPLAM 500 43,5 2436,8 195 60 2014,7 1859,4 100 3042 3612 2 8626,2 3660 3005 115 268,7 4139,5 2475,6 200 10 34,4 55,1 59410,1 Üretim Miktarı (Ton) 96 49 2830 250 62 2964 1908 128 2066 2294 3 8417 480 393 34 110 4111 492 123 24 49 41692 Kaynak: Güran, 1997, s. 117-120. Yukarıdaki tablo incelendiğinde, 1913 yılında Osmanlı döneminde Anadolu’da en çok tütün ekiminin yapıldığı yer İzmir (13660,2 ha) iken, onu sırasıyla Samsun (8626,2 ha) ve Tokat (4139,5 ha) takip etmiştir. Üretim miktarına göre dağılış incelendiğinde ise, aynı yıl en çok 392 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 381 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU tütün üretilen yerlerin sırasıyla Samsun (8417 ton), İzmir (6579 ton) ve Tokat (4111 ton) olduğu göze çarpmaktadır. 4. 1914 Yılı Tarım Sayımına Göre Osmanlı’da Tütün Üretimi ve Dağılışı Osmanlı’da üçüncü tarım sayımı olan 1914 yılı tütün tarımıyla ilgili veriler incelendiğinde, Anadolu’da 41 yerleşmede toplam 55042,1 ha’lık bir alanda, 35.824 ton tütün üretilmiştir (Tablo 4). Bu yerleşmeler içinde Hatay’da ekim yapılmasına rağmen üretim gerçekleşmemiştir. Üretim 40 yerleşmeyi kapsamaktadır. Bir önceki sayım dönemi olan 1913 yılı verileriyle karşılaştırıldığında, 1914 yılında, bir önceki yıla göre hem tütün ekim alanında, hem de üretim miktarında azalma yaşanmıştır. Ekiliş alanında bir önceki yıla göre 4368 ha’lık (% 7,4), üretim miktarında ise 5868 ton’luk (% 14) bir azalma yaşanmıştır. Bu durum üzerinde 1. Dünya Savaşı’nın başlamış olmasının etkisinden bahsedilebilir. Tablo 4: Osmanlı İmparatorluğu’nda Tütün Ekim Alanları ve Üretim Miktarları (1914). Üretim Yeri Ekim Alanı (ha) Afyon Amasya Ankara Antalya Aydın Balıkesir Bilecik Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çorum Denizli Diyarbakır Edirne Elazığ Eskişehir Gelibolu Hatay Isparta İstanbul 11 287,4 3 139,5 256,3 2941,9 1409,9 3213,9 17 1792 178 10 284,2 965 84,5 400 300 89,7 60 681 681 Üretim Miktarı (Ton) 11 214 1 79 137 1321 286 1295 8 1611 65 1 348 162 53 28 128 21 50 532 Üretim Yeri Ekim Alanı (ha) İzmir Kırklareli Kırşehir Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Maraş Mardin Muğla Samsun Sinop Siverek Şebinkarahisar Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Yozgat TOPLAM 6607 125,9 20 1970,4 90 60 629,7 2003,1 920 2519 3320,5 8875,7 1850 1511 30 516,1 3762,3 6776 275 56,1 55042,1 Üretim Miktarı (Ton) 4884 188 3 2395 58 38 373 1592 40 1804 1476 8551 391 199 13 491 3341 3510 74 49 35.824 Kaynak: Güran, 1997, s. 190-191. Tablo incelendiğinde; 1914 yılında Anadolu’da en çok tütün ekim alanının en çok olduğu yerler sırasıyla Samsun (8875,7 ha), Trabzon (6776 ha) ve İzmir (6607 ha)’dir. En çok tütün üretilen yerler ise, Samsun (8551 ton), İzmir (4884 ton) ve Trabzon (3510 ton)’dur. Tarım sayımlarında önemli olan verilerden biri de, yetiştirilen ürünün hektar başına düşen üretim miktarıdır. Bu veri ha/kg olarak ifade edilmektedir. Sayım dönemlerine ait tarımsal veriler hesaplandığında, önemli bir veride hektar başına verimdir. Üç sayım döneminde de Anadolu’da tütün ekim alanlarında hektar başına verim ele alındığında; 1909 yılında 649 kg/ha iken, 1913 yılında 764 kg/ha, 1914 yılında ise 708 kg/ha olarak gerçekleşmiştir (Tablo 5). Buna göre tütün üretiminde en yüksek verim 1913 yılında gerçekleşmiştir. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O382 O K 393 Tablo 5: Tarım Sayımlarına Göre Osmanlı Devleti’nin Anadolu Topraklarında Tütün Verimi (19091913-1914). Ürün Tütün Ekim Alanı (Ha) 71334,8 1909 Üretim Miktarı (Ton) 31.237 Verim (ha/kg) 649 Ekim Alanı (Ha) 59410,1 1913 Üretim Miktarı (Ton) 41.692 Verim (ha/kg) 764 Ekim Alanı (Ha) 55042,1 1914 Üretim Miktarı (Ton) 35.824 Verim (ha/kg) 708 Kaynak: Güran, 1997, s. 19. Kaynaklar Bulut, İ. (2006). Genel tarım bilgileri ve tarımın coğrafi esasları (Ziraat Coğrafyası). Ankara: Gündüz Eğitim ve Yayıncılık. Çağlar K. ve Faruk T. (ed.) (1998). Osmanlı’da toprak mülkiyeti ve ticari tarım. Zeynep Altok (çev.), İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları. Doğanay, H. (2011). Türkiye ekonomik coğrafyası. Ankara: Pegem Akademi Yayınları. Eldem, V. (1994). Harp ve mütareke yıllarında Osmanlı İmparatorluğu’nun ekonomisi. Ankara: TTK Yayınları. Genç, M. (2014). Osmanlı İmparatorluğu’nda devlet ve ekonomi. İstanbul: Ötüken Yayınları. Güran, T. (1997). Osmanlı dönemi tarım istatistikleri 1909, 1913 ve 1914. Tarihi istatistikler dizisi. 3. Cilt, Ankara: T.C. Başbakanlık Devlet İstatistik Enstitüsü Yayınları. Güran, T. (1998). Osmanlı tarımı üzerine araştırmalar. İstanbul: Eren Yayınları. Kasaba, R. (1993). Osmanlı İmparatorluğu ve dünya ekonomisi-ondokuzuncu yüzyıl. Kudret Emiroğlu (çev.), İstanbul: Belge Yayınları. Kepenek, Y. ve Yentürk, N. (2001). Türkiye ekonomisi. İstanbul: Remzi Kitabevi. Pamuk, Ş. (2007). Osmanlı-Türkiye iktisadi tarihi 1500-1914. İstanbul: İletişim Yayınları. Pamuk, Ş. (2009). Türkiye’de tarım ve iktisadi gelişme (1880-2000). Mülkiye Dergisi, XXXIII(262), 63-77. Pamuk, Ş. (2016). Osmanlı ekonomisi ve kurumları. İstanbul: İş Bankası Yayınları. Taşlıgil, N. (1992). Türkiye’de tütün ziraati. Türk Coğrafya Dergisi, 27, 129-138. Ünal, M. A. (2012). Osmanlı sosyal ve ekonomik tarihi. İstanbul: Paradigma Yayınları. Yılmaz, F. (2005). Osmanlı İmparatorluğu’nda tütün: sosyal, siyasi ve ekonomik tahlili (16001883). Yayınlanmamış Doktora Tezi, İstanbul: Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü. tr.wikipedia.org./wiki/Tütün. Erişim Tarihi: 13/05/2020. 383 ABD’DE ORTA-İÇ ASYA TÜRK TARİHİ ÇALIŞMALARININ GELİŞİMİ VE BU ALANDA HİZMET VEREN BAZI KURULUŞLAR İzzet Gökhan ŞİMŞEK Öz Dünya tarihi genel olarak ele alındığında, Türk tarihi de dünya tarihinin önemli bir parçası olarak kabul edilmekte ve Asya’dan Güney Amerika’ya uzanan, hemen her kıtanın her bölgesinde süregelmiş bir tarihsel birliktelik görülmektedir. Tarih bilimi de, bu tarihsel birlikteliği sosyal, kültürel, politik vb. alanlar içerisinde incelemekle birlikte, Türk tarihi alanı da birçok ülkede varlık gösterebilen bir bilim dalı olmuştur. Amerika Birleşik Devletleri özelinde bakıldığında, Türkoloji çalışmalarının derli toplu olarak başlatılması 20. yüzyılın ortalarına denk gelmektedir. 1920-1945 yılları arasında Osmanlı tarihi ve modern Türkiye tarihine ait çalışmaların var olduğu bilinse de, 1946’dan önce sistematik bir çalışmalar bütününden söz edilemez. Türk tarihi alanında profesörlük payesini alan ilk bilim insanı Walter L. Wright Jr. olmuş, Türk incelemeleri alanında en eski bölüm ise 1949 yılında University of Washington çatısı altında kurulan “Near Eastern Languages & Civilization” olmuştur. Orta ve İç Asya çalışmalarına gelindiğinde ise; bölgeye olan ilginin Soğuk Savaş döneminde SSCB ile rekabet edilebilmesi adına geliştiği görülmektedir. Bu duruma binaen, Amerikan Kongresi tarafından 2 Eylül 1958 tarihinde “Ulusal Savunma Eğitim Kanunu” nun (NDEA) çıkartılması ve yürürlüğe konulması Orta Asya çalışmalarına açılan bir kapı olmuştur. Hemen ardından, 30 Eylül 1958 tarihinde Ford Vakfı ve ACLS’ye “UralAltay Çalışmaları Raporu” sunulmuştur. Takip eden süreçte, 1962 yılında Indiana University Bloomington’da göreve başlayan Denis Sinor, İç Asya çalışmalarının ABD’de yaygınlaşması adına önemli bir basamak olmuştur. 1962’de Indiana University bünyesinde misafir öğretim üyeliği yapmış, daha sonra Ural-Altay Çalışmaları Bölümü’nü kurarak başkanlığını yapmış ve yine burada 1981 yılına kadar görev almıştır. 1991 yılında ABD tarafından çıkartılan “Ulusal Güvenlik Eğitim Programı” çerçevesinde; Amerikan ulusal güvenliği için önemli olan diller ve kültürleri kapsayan alanlara gidecek lisans ve lisansüstü derecesinde öğrencileri desteklemenin yanı sıra, bu alanlarda ABD’de programlar oluşturmak isteyen yüksek öğrenim kurumlarını desteklemek amacı güdülmüştür. Anahtar Sözcükler: İç Asya, Orta Asya, ABD, Indiana Üniversitesi, Türkoloji, Türk tarihi. THE DEVELOPMENT OF CENTRAL-INNER ASIA TURKISH HISTORY STUDIES IN THE USA AND SOME ORGANIZATIONS SERVING IN THIS FIELD Abstract When world history is taken into consideration in general, Turkish history is accepted as an important part of world history and a historical unity is seen in almost every region of every continent extending from Asia to South America. In the science of history, this historical partnership is social, cultural, political, etc. although it has been studied within the fields, the Turkish historical field has also been a branch of science that can exist in  Yüksek Lisans Öğrencisi; Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tarih Anabilim Dalı, [email protected]. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 395 384 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM many countries. Specific to United States of America, Turcology studies started orderly in the middle of the 20th century. Although it is known that there are studies of Ottoman history and modern history of Turkey between the years of 1920-1945, there cannot be the bunch of systematic studies before 1946. The first scientist to receive a professorship in the field of Turkish history who is called Walter L. Wright Jr. and the oldest department in the field of Turkish studies was "Near Eastern Languages & Civilization", which was established led by University of Washington in 1949. As for Central and Inner Asian studies, it is seen that interest in the region developed in order to compete with the USSR during the Cold War. Based on this situation the adoption and enactment of the “National Defense Education Act” (NDEA) by the American Congress on September 2, 1958 was a gateway to Central Asian Studies. Immediately after, "Ural-Altay Studies Report" was submitted to Ford Foundation and ACLS on September 30, 1958. In the following period, Denis Sinor, who started to work at Indiana University Bloomington in 1962, became an important step for the dissemination of Inner Asia studies in the USA. In 1962, he worked as a visiting lecturer at Indiana University, later founded and chaired the Department of Ural-Altaic Studies, where he also served until 1981. As part of the “National Security Education Program” issued by the United States in 1991, it was aimed to support undergraduate and graduate students who will go to areas covering languages and cultures that are important to American national security, as well as to support higher education institutions that want to create programs in these areas in the United States. Keywords: Inner Asia, Central Asia, USA, Indiana University, Turcology, Turkish history. Dünya tarihine genel bir bakış atıldığında, Türkler ve Türk soylu toplulukların da tarih bilimi içerisinde kendine yer edindiği görülmektedir. Orta Asya’dan Avrupa’ya kadar geniş bir coğrafya içerisinde varlık göstermiş ve göstermekte olan Türkler, Türklerin yaşayışları, tarihleri, kültürleri vb. alanları kapsayan “Türkoloji” alt bilim dalı özelinde incelenilmektedirler. Avrupa’da Türkoloji çalışmalarının temellerinin atılması, Haçlı Seferleri (1096-1291) dönemine dayandırılabilir (Soysal ve Eren, 1977, s. 3). Orta ve İç Asya ile ilgili bilgiler ise; 1246 yılında Papa IV. Innocentus’un elçisi olarak Karakurum’da Kubilay Han’ı ziyaret eden Plano de Carpini1, 1253-55 yılları arasında Volga Tatarları ve Karakurum’u ziyaret eden Felemenkli Vilhelm von Ruysbroek2, 1275’te Kubilay Han’ı ziyaret eden Venedikli Marco Polo3’nun eserlerinden edinilmiştir. Bizans’ın yıkılışından sonraki dönemde, Türkler hakkındaki bilgiler genel olarak Osmanlı Devleti’ne sınır olan İtalya’dan Avrupa’ya giriş yapmıştır. (Karakaş, 2006, s. 258) Türkoloji alanında sistematik çalışmalar ilk olarak 1795 yılında Fransa’da kurulan “Ecole Spéciale des Langues Orientales Vivantes” (Modern Doğu Dilleri Okulu) bünyesinde başlamış ve böylece Fransa Avrupa’daki Türkoloji ekolü yaratabilen ilk ülke konumuna sahip olmuştur (Soysal ve Eren, 1977, s. 3; Karakaş, 2006, s. 262). Avrupa’da Birleşik Krallık ve Kuzey Amerika’da ABD ise Türkoloji araştırmaları yapan devletler arasında en geç kalan ülkeler olmuş, fakat 20. yüzyıl ile birlikte bu alanda ivme yakalayan bir ülke konumuna ulaşmışlardır (Soysal ve Eren, 1977, s. 4). ABD’nin Orta Asya bölgesiyle ilgili çalışmalara Ystoria Mongolarum De Moribu Tartarorum: Itinerarum Orientis 3 Il Milione 1 2 396 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 385 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU verdiği destek, sınırlar ötesi savunma hattı ve bu bölgelerde ABD’yi destekleyen lobiler oluşturma amacını gütmüştür. Türkoloji biliminin içerisinde yer alan ve tarih, halkbilim, coğrafya, sosyoloji vb. bilimsel dallardan beslenen “İç Asya” teriminin ortaya çıkışı ise ilk defa Macar Oryantal Bülteni “Turán” dergisi ile birlikte olmuş ve Macar Louis Ligeti tarafından 1940 yılında Budapeşte Üniversitesi çatısı altında İç Asya Kürsüsü kurulmuştur (Sakallı, 2011, s. 4). Amerika Birleşik Devletleri özelinde bakıldığında, Türkoloji çalışmalarının derli toplu olarak başlatılması II. Dünya Savaşı sonrasına denk gelmiştir. ABD genelinde 1920-1945 yılları arasında Osmanlı ve modern Türkiye tarihine ait çalışmalar olsa da, 1946’dan önce sistematik bir çalışmalar bütününden söz edilemez. Bunun yanında, Türk tarihi alanında profesörlük payesini alan ilk bilim insanı Walter L. Wright Jr. olmuştur. Ayrıca, 1962 yılında Indiana University Bloomington’da göreve başlayan Denis Sinor, İç Asya çalışmalarının ABD’de yaygınlaşması adına önemli bir basamak olmuştur (Reed, 1997, s. 15-18). 17 Nisan 1916 doğumlu olan Sinor, 1938 yılında Budapeşte Üniversitesi’ni birincilikle bitirerek 1948 yılında Cambridge Üniversitesi’nde yüksek lisans yapmıştır. 1955-1962 yılları arasında Royal Asiatic Society’nin sekreterliği görevini yürütmüş ve adına “Denis Sinor Medal for Inner Asian Studies” madalyası verilmeye başlanmıştır. 1962’de Indiana University bünyesinde misafir öğretim üyeliği yapmış, daha sonra Ural-Altay Çalışmaları Bölümü’nü kurarak başkanlığını yapmış ve yine burada 1981 yılına kadar görev almıştır. Bölüm, Sinor’un çalışmaları sayesinde dünya çapında ün kazanmış ve ismi Central Eurasian Studies (CEUS) olarak değiştirilmiştir (Coşkun, 2016, s. 516). Halil İnalcık ve Şinasi Tekin gibi değerli akademisyenlerin de ABD’de bulunan üniversitelerde görev yapmalarıyla Türkoloji ve Türk tarihi alanlarındaki gelişme evresi devam etmiştir. Bunun yanında, Richard N. Frye Princeton University Near East Program (Princeton Üniversitesi Yakın Doğu Programı) bünyesinde İran ve Orta Asya Türk tarihi çalışmalarını yürütmüştür. Kemal H. Karpat ise “Association for Central Asian Studies” (İç Asya Çalışmaları Kurumu-ACAS) başkanlığını yürütmüştür. Bunun yanında, Fransa’dan ABD’ye gelen Fransız Alexandre Benningsen Rusya ve İç Asya Müslümanları uzmanı olarak University of Chicago’da görev yapmıştır (Reed, 1997, s. 18-21; Kaya, 2014, s. 142). Orta Asya çalışmalarına gelindiğinde ise, bölgeye olan ilginin Soğuk Savaş döneminde SSCB ile rekabet edilebilmesi açısından, dönemin devlet başkanı Dwight D. Einshower tarafından ulusal eğitimin güçlendirilebilmesi, yabancı diller alanında çalışan bilim insanlarına kaynak sağlanabilmesi ve öğrencilere maddî kaynak sağlanabilmesi amacıyla Amerikan Kongresi’ne talepte bulunulmuştur. Buna binaen, 2 Eylül 1958 tarihinde “Ulusal Savunma Eğitim Kanunu ” (NDEA) çıkartılmış ve yürürlüğe konulmuştur. Alanın gelişmesi için politik desteğin yanında, Batı Avrupa ve Türkiye’den ABD’ye giden alanında uzman bilim insanlarının katkıları da yadsınamaz bir yer kaplamaktadır (Sakallı, 2011, s. 5; Reed, 1997, s. 23). Bu gelişmeleri takip eden süreçte, 1960’lı yıllardan başlayarak SSCB sınırları içerisinde yaşayan Türk halkları hakkında ayrıntılı birtakım çalışmalar yapılmaya başlanılmıştır. Sürece bir başka destek de, Amerikan Bilim Toplulukları Konseyi’nin (ACLS) “Ural ve Altay Dilleri Araştırmaları” programı da, Ford Vakfı destekli Columbia University in the City of New York’un yeni kurulmuş olan Ural-Altay Dilleri bölümü ve vakıf üyesi Dr. Cleon O. Swayzee’nin katkılarıyla Ural-Altay alanında çalışan bilim adamlarının konferansa çağırmasını B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O386 O K 397 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM takip eden süreçte, 30 Eylül 1958’de Ford Vakfı ve ACLS’ye “Ural-Altay Çalışmaları Raporu” sunulmuştur. 1960’lı yıllarda Denis Sinor’un Indiana University Bloomington’a gelişiyle birlikte, Altayistik çalışmaları da hız kazanmaya başlamıştır. Ayrıca, üç yılda bir toplanan Oryantalistler Kongresi’nin yetersiz görülmesi üzerine, yıllık konferanslar verilmesi gayesi üzerine Uluslararası Daimi Altayistik Konferansı (PIAC) kurulması kararlaştırılmıştır (Sakallı, 2011, s. 6-9). 1991 yılında çıkarılan “Ulusal Güvenlik Eğitim Programı” çerçevesinde, Amerikan ulusal güvenliği için önemli olan diller ve kültürleri kapsayan alanlara gidecek lisans ve lisansüstü derecesinde öğrencileri desteklemenin yanı sıra bu alanlarda ABD’de programlar oluşturmak isteyen yüksek öğrenim kurumlarını desteklemek amacı güdülmüştür. Bu programlar, federal bir nitelik taşıyan National Security Education Program (NSEP) tarafından desteklenmiş ve yakinen takip edilmiştir (Sakallı, 2011, s. 9-10). ABD’nin II. Dünya Savaşı sonrası itibarıyla yaptığı bu politik ve bilimsel hamlelerin asıl amacı, SSCB’ye karşı Orta Asya’da kendine hamle alanı yaratabilmek ve bölgede lobiler oluşturarak kalıcılığını sağlayabilmektir. Türk incelemeleri alanında en eski bölüm 1949 yılında University of Washington çatısı altında kurulan “Near Eastern Languages & Civilization” olmuştur. Bölümde genel olarak Orta Asya dilleri çalışılsa da, Orta Asya ile ilgili disiplinler arası çalışmalara da yer verilmektedir (Erişim Adresi : https://nelc.washington.edu/programs/turkic). İç Asya araştırmaları alanında tanınan ve birçok eser ile alana katkıda bulunan kurumlardan birkaçı da Indiana University Bloomington çatısı altında faaliyet göstermektedir. Bu kurumlardan bir tanesi, 1962 yılında “Ural-Altay Dilleri ve Bölgesi Merkezi” adıyla kurulmuş, 1981 yılında ise hâli hazırda ABD Eğitim Bakanlığı tarafından desteklenmekte olan “Inner Asian and Ural National Resource Center (İç Asya ve Ural Ulusal Kaynak MerkeziIAUNRC)’dir. Kurumun amacı, İç Asya-Ural bölgeleri ve halklarının araştırılması için yüksek öğrenim kurumlarına az bilinen yabancı dillerin öğretimi, disiplinler arası çalışmaların desteklenmesi, orta öğretim kurumları için ders materyalleri geliştirilmesi gibi konularda kaynak yaratmaktır. Merkez, bölge araştırmalarıyla ilgili yüz binden fazla elektronik ve basılı kaynağa sahiptir (Sakallı, 2011, s. 11-12). Indiana University Bloomington bünyesinde bulunan başka bir kurum ise “Department of Central Eurasian Studies” (Orta Avrasya Çalışmaları Bölümü-CEUS) adı ile hizmet vermektedir. 1943 yılında “Orta Avrasya Dilleri Ordu Özel Eğitim Programı” adıyla kurulan kurum, 1956-1965 yılları arasında Ural-Altay Araştırmaları Programı olarak faaliyet göstermiş ve 1993 yılına gelindiğinde ise günümüzdeki ismi olan “Orta Avrasya Çalışmaları Bölümü” ne evrilmiştir. Çeşitli bilim dallarında lisans ve lisansüstü programlara sahip olan bölümde öğrenciler, bir bölge ve bir dil seçerek alanda uzmanlaşma yolunu takip etmektedirler (Sakallı, 2011, s 12). Bu kuruluşların yanında, İç Asya ile ilgili önemli tarihsel ve kültürel çalışmalar yapmakta olan “Sinor Research Institute for Inner Asian Studies-SRIFIAS) ise üniversite çatısı altında faaliyet gösteren başka bir enstitüdür. İçerisinde nadir eserlerin de bulunduğu 12.000 ciltlik bir kütüphanenin yanı sıra, kütüphane içerisinde “Central Asian Archive” (Orta Asya Arşivi), “Turkish Folklore Archive” (Türkçe Folklor Arşivi) ve “Xinjiang Police Dossier from the Cultural Revolution (Kültürel Devrimden Kalma Sincan Polis Dosyaları) gibi özel arşivler 398 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 387 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU de bulunmaktadır. Ayrca enstitünün olanaklarından faydalanmak isteyen akademisyenler de desteklenmektedir (Sakallı, 2011, s. 14). Materyal basımı konusunda ise 172 kitaplık “Uralic & Altaic Books” (Ural ve Altay Kitapları) serisi, 20-100 sayfa arası makalelerden meydana gelen ve Genel, Eski İç Asya, Orta Asya, Moğolistan ve Tibet, Altayistik Çalışmaları adlı 40 adet kitapçıktan oluşan“Papers on Inner Asia” (İç Asya Üzerine Makaleler) ve son olarak “Reprint Series” (Tekrar Basım Dizisi) adı altında 44 adet kitapçık öne çıkmaktadır (Sakallı, 2011, s. 14). Üniversite bünyesinde Orta ve İç Asya ile ilgili diller hakkında eğitim veren bölümler ise, 1950’den beri faaliyette olan “Slavic, East European and Central Asian Languages” (Slav, Doğu Avrupa ve Orta Asya Dilleri Yaz Atölyesi-SWSEEL) ve 2002 yılında kurulmuş olan “Center for the Languages of the Central Asian Regions” (Orta Asya Dilleri MerkeziCeLCAR)’dır (Sakallı, 2011, s. 12-15). ABD’de varlık gösteren “Orta Asya Araştırmaları İlerleme Birliği” ve “Orta Asya Çalışmaları Birliği” bilimsel dünya içerisinde kendilerine yeterli bir alan yaratamamışlardır. Bu durum da, kendi içerisinde Orta Avrasya Araştırmaları Topluluğu (CESS) adlı yeni bir topluluğun doğmasına olanak sağlamıştır. 1990’ların sonunda Wisconsin Üniversitesi’nde gerçekleştirilen yıllık atölyeler üzerinden gelişip ortaya çıkan bu topluluk, ilk toplantısını 2001 sonbaharında yapmış ve “Central Asian Studies Review” adlı yayın organını bilim dünyasına kazandırmıştır (Cutler, 2002, s. 32). Kaynaklar Coşkun, V. S. (2016). Sinor, Denis.. (Cilt: EK-2, 516). TDV Yayınları. Cutler, R. M. Amerika Birleşik Devletleri’nde Orta Avrasya çalışmaları. Yeni Türkiye, 46, 3032. Karakaş, M. (2006) XX. Yüzyıl Türkoloji çalışmalarında batılı merkezler: Türkolojinin coğrafyası. Sosyoloji ve Coğrafya içinde (258-271). İstanbul: Kızılelma. Kaya, M. (2014) Amerika Birleşik Devletleri’nde Türk varlığı ve Türkçe öğretimi. Uluslararası Türkçe Edebiyat Kültür Eğitim Dergisi, 3(4), 135-147. Reed, H. A. (1997). Perspectives on the evolution of Turkish studies in North America since 1946. Middle East Journal, 51(1), 15-31. Sakallı, E. (2011). Amerikan bilim dünyası’nın Türk dünyasına bakışı: Indiana üniversitesinde Türk kültürü üzerine yayımlanan eserlerin analizi. Yayımlanmamış Doktora Tezi. İzmir: Ege Üniversitesi. Soysal, İ. ve Eren, M. (1977). Türk incelemeleri yapan kuruluşlar. Ankara: TTK. Basımevi. University of Washington. (2020, 20 https://nelc.washington.edu/programs/turkic Ağustos) Erişim Adresi: B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O388 O K 399 TÜRKÇE DERS KİTAPLARINDA YER ALAN YAZMA ETKİNLİKLERİNİN YARATICI YAZMA BECERİSİNE GÖRE ANALİZİ Dilara KESKİN Öz Temel amacı dinleme, okuma, konuşma ve yazma olmak üzere dört temel dil becerisi ve diğer zihinsel becerilerin geliştirilmesi olan Türkçe öğretiminde; iletişim becerisi kazanımı önem arz etmektedir. Bu doğrultuda ders kitaplarındaki metinler, anlama ve anlatma becerileri için kılavuz niteliğindedir. Zihinsel becerilerin gelişimiyle birlikte temel dil becerilerin gelişiminin desteklenmesi çeşitli araçlar ile sağlanır. Dört temel dil becerilerinden olan “yazma becerisi”, yapılandırmacı yaklaşım ilkelerinden hareketle çoğulculuk anlayışıyla yaratıcı düşünme ve yazma etkinlikleri ile bağdaşarak öğrencilerin hem zihinsel hem de temel dil becerilerinin aktarımında kılavuz niteliğindedir. Bu nedenle çalışmada, Türkçe ders kitaplarındaki yazma etkinliklerinin yaratıcılık bağlamında değerlendirilmesi ve bu doğrultuda öğretmen görüşlerinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Araştırmanın çalışma grubunu, özel ve devlet okullarında görev yapan 6 öğretmen oluşturmaktadır. Doküman analiz yöntemiyle ders kitaplarındaki yazma etkinlikleri incelenmiş ve veriler elde edilmiştir. Yarı yapılandırılmış görüşme tekniği ile elde edilen veri de mevcut veriyi destekler niteliktedir. Bu bağlamda araştırma sonuçlarının, ilgili alan yazını ile uyumlu olduğu görülmüş ve buradan hareketle çeşitli önerilerde bulunulmuştur. Anahtar Sözcükler: Yazma becerisi, yaratıcı yazma, çağdaş yaklaşım, öğretim programı. ANALYSIS OF WRITING ACTIVITIES IN TURKISH TEXTBOOKS ACCORDING TO CREATIVE WRITING SKILLS Abstract In Turkish teaching, the main purpose of which is to develop four basic language skills including listening, reading, speaking and writing, and other mental skills; communication skills gain is important. In this respect, the texts in the textbooks are a guide for those who understand and explain. Supporting the development of basic language skills together with the development of mental skills is provided by various tools. "Writing skill", one of the four basic language skills, is a guide in the transfer of both mental and basic language skills of students in accordance with creative thinking and writing activities with the understanding of pluralism, which is one of the principles of constructivist approach. Therefore, in the study, it was aimed to evaluate the writing activities in Turkish textbooks in the context of creativity and to determine the teachers' views in this direction. The working group of the researcher consists of 6 teachers working in private and public schools. Writing activities in the textbooks were examined using the document analysis method and the data were obtained. The data obtained with the semistructured interview technique also supports the existing data. In this context, research results. It has been observed that it is compatible with the related literature and various suggestions have been made based on this. Keywords: Writing skill, creative writing, contemporary approach, curriculum.  Öğr.Gör.; Başkent Üniversitesi - BÜDAM, [email protected]. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O389 O K 401 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM Giriş İnsanlar, doğası gereği sürekli etkileşim ve iletişim hâlindedir. İletişim, belirli zaman diliminde ve belirli araçlarla sağlanır. Sağlıklı, doğru iletişimin temel aracı sözel dildir. İletişim aracı olan dilin iyi kavranması, doğru anlaşılması ve anlatılması da dilin kurallarının kavranması ve belirli becerilerin içselleştirilmesi ile doğrudan ilişkilidir. Dil öğretimi bu nedenle iletişimde büyük rol oynar. Dil öğretiminin amacı, bireylerin anlama ve anlatma temel becerilerinden oluşan iletişim becerilerini geliştirmektir. Bu doğrultuda Türk eğitim sisteminde, bireylerin zihinsel gelişimlerine ve toplumsal gereksinimlerine dayalı olarak gerekli dilsel becerilerin kazandırılması görevi, ana dilini temel alan Türkçe öğretimine verilmiştir. Maltepe (2006a), dil becerilerinin bireylerin dinlediklerini, gördüklerini okuduklarını tam ve doğru olarak anlaması ve aktarması şeklinde özetlemiştir. Türkçe öğretiminde, anlama ve anlatma temel becerileri oluşturan alt beceri alanları okuma, dinleme; konuşma ve yazma olarak değerlendirilir. Okuma ve dinleme temel beceriler bireyin anlama becerilerinin geliştirilmesinde rol oynamaktadır. Konuşma ve yazma becerileri ise anlatma becerileri boyutunda değerlendirilir. Dört temel dil becerisi, (okuma, dinleme, konuşma ve yazma) birbirinden bağımsız değildir. Her biri birbirini destekler nitelikte olup iletişim boyutuyla beraber farklı becerilerin kazandırılmasında işlevsel hâle bürünürler. Yapılandırmacı yaklaşımın desteklediği beceriler programlarda yer almaktadır. Hedeflenen kazanıma göre de programlar işlevselleştirilir. Yapılandırmacılık, bilginin birey tarafından duyular vasıtasıyla edilgin olarak alınmadığını, tam tersine öğrenenler tarafından yapılandırıldığını, üretildiğini öne süren bir öğrenme kuramıdır (Ün Açıkgöz,2005a, s.60-61). Bu kuramın en önemli özelliği öğrenmenin bilgiyi yapılandırmasına, oluşturmasına, yorumlamasına ve geliştirilmesine fırsat vermesidir (Erdem,2001,s.6). Geleneksel yaklaşımın aksine yapılandırmacı yaklaşımda, öğrenci merkezlilik ön plandadır. Öğrenciyi merkeze alan bu yaklaşım, öğrencinin bilgiye kendisinin ulaşmasını hedeflemektedir. Bununla birlikte çoğulculuk ilkesinden hareketle her bireyin bakış açısının farklı olduğu ve her birinin farklı, özgün ifadelerinin bulunduğu bunların köreltilmemesi gerektiği savunulur. Bu durum, her beceride ele alındığı gibi yazma eğitiminde de ele alınmaktadır. Yazmak;" Duyduklarımızı, düşündüklerimizi, tasarladıklarımızı, görüp yaşadıklarımızı yazı ile anlatmaktır. Konuşma gibi, başkaları ile iletişim kurmanın, kendimizi anlatmanın bir yoludur." (Sever,2004,s.24). Göçer (2010), yazma becerisinin yazı yazmakla öğrenildiğini, yazma eğitiminin temel ilkesinin "yazdırmak" olduğunu ifade eder. İfadelerden hareketle, yazma eylemi için duygu, düşüncelerin zihinde yapılandırılıp aktarılma hâlidir ve yazma becerisinin geliştirilmesi için sık sık yazma eylemi gerçekleşmelidir. Yapılandırmacı yaklaşıma göre, öğrenenin dış dünya ile bağlantı kurması, yaratıcılığın kullanılması, eleştirel bakabilmesi önem arz eder. Yaklaşımda, tümel, özgün, performans değerlendirme gibi değerlendirme teknikleri kullanılır. Tek doğru ya da yanlış bulunmamaktadır. Yazma etkinliklerinde verilen görseller, karikatürler sezdirmeye dayalı parçadan bir bütün belki bir hikaye yazmalarını bekler. Bu doğrultuda yaklaşımın desteklediği, çoğulculuk ilkesi tek bir doğrunun olmadığı dikte ile bir şeylerin yapılamaması gerektiğini savunur. Bu doğrultuda, öğrenci merkezlilik ele alınır. 402 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 390 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU Yaratıcı yazmanın da anahtar kelimesi özgünlüktür ve öğrencinin merkeze alındığı etkinliklerden oluşmaktadır. Programlara göre oluşturulan ders kitaplarındaki etkinlikler belirlenen hedef ve kazanımlara göre bu doğrultuda değerlendirilmelidir. TDK (2005) programı, belirli şartlara ve düzene göre yapılması öngörülen işlemler bütünü olarak tanımlanmıştır. Öğretim programları ise eğitim-öğretim çalışmaları içerisinde bir dersle ilgili faaliyetlerin öğrenme ve öğretme süreci içerisinde, nelerin, niçin ve nasıl yer alacağına ışık tutan bir süreç olarak tanımlamıştır (Girgin, 2011). Bu nedenle programlar, eğitim ve öğretimin temelini oluşturması ve bu faaliyetlerin hangi çerçevede yürütüleceğini göstermesi bakımından önemlidir (Melanlıoğlu, 2008). Bu amaçla okullarda uygulanan eğitim programları Türk Milli Eğitimi’nin bütün amaçlarını gerçekleştirecek şekilde yapılandırılmalı ve dünyada eğitim alanında meydana gelen gelişmeler ışığında kendi kültür ve medeniyetimizle birleştirilerek geliştirilmelidir (Altunkaya, 2010). Öğretim programlarının kazanımlarına uygun şekilde yer alan ders kitaplarındaki etkinlikler, hazırlanan programlara göre şekillendirilir. Etkinliklerin amacı belirlenen tema ya da kavramın daha iyi öğrenilmesine yardımcı olmaktır. Yaratıcı yazma etkinlikleri esnek, özgün, hayal dünyası kapsamında yaklaşımın öngördüğü ilkeler ile değerlendirilir. Çünkü yaratıcılık (Topçuoğlu Ünal ve Sever 2012)' e göre; var olan kalıpları yıkma, alışılagelmişin dışına çıkma, bilinmeyenlere doğru bir adım atma, dayatılan düşünce kalıplarını kırma ve yeni bir düşünce çizgisi ortaya koyma, bir problem için değişik çözümler getirme, başkalarının izlediği yoldan çıkma, başka şeylere yol açan yeni bir şeyler bulma, yeni bir ilişki kurma, yeni bir düşünce ortaya koyma ve insanlığa faydalı yeni bir aracı veya formülü bulma becerisidir. Yaratıcı yazma, süreç odaklıdır. Temel öge, merkeze alınan şey ile ilgilidir. Örneğin; yaratıcı yazmada öğrenci kendini merkeze alır. Asıl önemli noktası, düşünme sürecinde ürün ortaya koymaktır ve bu ürün bireye özgüdür. Bilişsel ve üst bilişsel düşünme düzeylerinin artırılması için birtakım etkinlikler yaptırılmaktadır. Yaratıcı yazma da bu süreçler ile doğrudan ilintilidir. Yazma becerisi, davranışçı modelin getirdiği; yaratıcı yazma becerisi ise, süreç odaklı modelin getirdiği öğrenmeyi yansıtır. Dil, düşünmeden bağımsız değildir. Anlama ve anlatma boyutlarında da düşünmeden bağımsız hiçbir şey ele alınamaz. Bu bağlamda, düşünme türlerinin ve işlevlerinin kavranması ve buna uygun etkinlikler oluşturulması gerekir. İnsanlar, ne kadar çok özgünlüğe ulaşırlarsa, farklı boyutta bakabilirse o kadar güzellik ortaya çıkacaktır. Tek tip insanda hep aynı yanıtları duymak muhtemeldir. Ders kitaplarında da sıkça karşılaşılan, resimler ya da fotoğraflar, öğrencileri güdümlü düşünmeye itmektedir. Herhangi bir resme ya da fotoğrafa bakıldığında kalıplaşmış ifadeler ile karşılaşılıyorsa, tek tiplileşme durumundan söz edilebilir. Oysaki, ıraksak düşünme yaptırmayı amaçlayan örnekler sunulması gerekmektedir. Aksi hâlde öğrenciler, yazma etkinliklerinde güdümlü yazma ile sık karşılaşacak ve alışılmış ifadeler ile etkinlikleri tamamlayacaktır. Türkçe ders kitaplarında yer alan yazma etkinliklerinin ıraksak düşünme ve yazmaya yönelik oluşturulması önem arz eder. Bu bağlamda, Türkçe ders kitaplarında yer alan yazma etkinliklerinin analiz edilmesi, yaratıcılık bağlamında öneri sunulması amacıyla ele alınan çalışmanın, alana katkı sağlayacağı düşünülmektedir. 391 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 403 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM 1.1. Problem Durumu Türkçe eğitiminin temel kazanımlarından biri iletişim becerisi kazandırmaktır. Bu beceriyi kazandırmak dil becerilerinden bağımsız düşünülemez, çünkü anlama ve anlatma dil becerilerinin doğru anlaşılıp kullanılması iletişim boyutunu desteklemektedir. Dil becerilerinden dinleme ve okuma “anlama”yı, konuşma ve yazma da “anlatma”yı oluşturmaktadır. Anlatma becerilerinden yazma en son kazanılan beceri olarak nitelendirilir. Geçmiş yıllardan günümüze kadar uzanan öğrenim sürecinde öğrencilerde yazma eğiliminin kısıtlı olduğu görülmektedir. Türkçe eğitiminin temel amacı olan iletişim noktasında Türkçe ders kitaplarında da yazma etkinlikleri bağlamında yaratıcı düşünme / eleştirel düşünme ve yazma noktasında incelenmesi gerekmektedir. Bu nedenle, Türkçe ders kitaplarında yer alan yazma etkinliklerinin yapılandırmacı yaklaşım noktasında değerlendirilmesi, öğrencilerin bilişsel anlamda gelişecekleri yazma becerilerinin geliştirilmesi ve öğrencilerin yazma kaygı düzeyinin en aza indirgenmesi için çalışmaların yapılması ve öneri sunulması gerekmektedir. 1.2. Çalışmanın Amacı Çalışmanın amacı, Türkçe ders kitaplarındaki yazma etkinliklerinin yaratıcılık bağlamında değerlendirilmesi ve bu doğrultuda öğretmen görüşlerinin belirlenmesidir. 1.3. Çalışmanın Önemi Öğrencilerin kendi dünyalarından hareketle ifade yeteneğini geliştirmesi önem arz eder. Aynı zamanda bilişsel düşünme becerilerinin geliştirilmesi bireyin hem zihinsel hem duygusal bağlamda gelişiminde yardımcıdır. Öğrencilerin kendilerini ifade ettikleri yazma etkinlikleri, beceri gelişiminde kılavuz niteliğindedir. Bu nedenle etkinliklerin yeterli olup olmadığı, çağrışımsal nitelik taşıyıp taşımadığı analiz edilmiştir. Çalışmanın bu nedenle alana katkı sağlayacağı öngörülmektedir. 1.4. Araştırma Sorusu Türkçe ders kitaplarındaki yazma etkinlikleri, yaratıcılığı destekler nitelikte midir? Araştırma şu alt problemler çerçevesinde ele alınmıştır: 1) 2009 ve 2019 Türkçe ders kitaplarında yer alan yazma etkinlikleri arasında benzerlik veya farklılık var mıdır? 2)2009 ve 2019 yıllarındaki Türkçe ders kitaplarında yer alan yaratıcı yazma, diğer yazma etkinlikleri bağlamında yoğunlukta mıdır ? 3) Türkçe ders kitaplarındaki yazma etkinliklerinin, yaratıcı yazma boyutuna göre değerlendirilmesinde öğretmen görüşleri ne yöndedir ? 1.5. Araştırmanın Sınırlılığı 7. sınıf (2009- 2019) Türkçe ders kitapları karşılaştırma için uygun görülmüştür. Karşılaştırma için yarı yapılandırılmış görüşme tekniği uygulanmış ve Türkçe öğretmenlerinin görüşleri alınmıştır. 404 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 392 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU 2. Yöntem 2.1. Model/ Yöntem Çalışma, verilerin analiz edilmesi ve bulguların yorumlanması maksadı ile uygulanan betimsel yöntemden oluşmaktadır. Veri toplama doğrultusunda yarı yapılandırılmış görüşme tekniği ile Türkçe öğretmen görüşleri alınmıştır. 2.2. Çalışma Grubu Çalışma grubu, özel ve devlet okullarında görev yapan 6 Türkçe öğretmeninden oluşmaktadır. 2.3. Veri Toplama Araçları 7. sınıf Türkçe Ders Kitaplarındaki yazma etkinlikleri incelenmiş ve doküman analizi yapılmıştır. Yazma etkinlikleri, çalışmanın amacı doğrultusunda soru ve alt sorular ile incelenmiştir. 7. sınıf Türkçe Ders Kitaplarındaki yazma etkinliklerine ilişkin görüşlerini belirlemek için özel ve devlet okullarda görev yapan Türkçe öğretmenleri ile yarı yapılandırılmış görüşme yapılmıştır. Doküman analizi ve yarı yapılandırılmış görüşme tekniği ile veriler toplanmış ve bulgulara ulaşılmıştır. Yarı yapılandırılmış görüşme tekniği için öğretmenlere yönlendirilen sorular şunlardır: S1) 7.Sınıf Türkçe ders kitaplarındaki yaratıcı yazma etkinliklerinin ağırlığı konusunda neler düşünüyorsunuz? S2) 7.Sınıf Türkçe ders kitaplarındaki yazma etkinliği uygulama sonuçları hakkında neler söylersiniz ? Öğrencileriniz uygulamalarda zorlanmakta mıdır ? S3) 7.Sınıf Türkçe ders kitaplarındaki yazma etkinlikleri, yaratıcı düşünmeyi destekler nitelikte midir? 3. Bulgular ve Yorumlar 3.1. 2009 ve 2019 7. sınıf Türkçe ders kitaplarında yer alan yazma etkinliklerine yönelik analiz Araştırmada, dört temel dil becerilerinden biri olan yazma etkinliklerine yönelik veriler elde edilmiştir. Bu veriler, yazma etkinliklerinin türüne, yoğunluğuna, yıllar arasındaki benzerlik ve farklılıklara göre değerlendirilmiştir. Etkinliklerin, yapılandırmacı yaklaşımın desteklediği hedefler doğrultusunda oluşup oluşmadığı yaratıcı ve eleştirel düşünmeye sevk eden ve etkinlik üreten birtakım uygulamalara yer verilip verilmediği tespit edilmiştir. Bu başlık altında; 2009 ve 2019 Türkçe ders kitaplarındaki yazma etkinlikleri karşılaştırmalı olarak verilmiştir. 2009 Türkçe ders kitabında yer alan yazma etkinlikleri incelendiğinde, bir metinden hareketle başka bir metin yazdırma çalışmalarına rastlanmıştır. Güdümlü yazma etkinliklerinin sık olduğu söylenebilir. Metin tamamlama çalışmalarında; girişin yazılması, sonuç bölümünün yazılması gibi çalışmalara yer verilmiştir. Öğrencinin yorumuna bırakılan çalışmalar, yaratıcılığı destekler nitelikte görünse de güdümlü bir çalışma olarak değerlendirilir. Belirli bir yer, kahraman, olay örgüsü bulunan etkinliklerin benzer nitelikte oluşturulduğu ve öğrencilerin hemen hemen aynı şeyleri yazma olasılığının bulunduğu söylenebilir. Çünkü güdümlü yazma etkinliklerinde belirli bir sınırlandırmanın ötesinde yönlendirme söz konusudur. Bu nedenle B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O393 O K 405 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM etkinlikler yönlendirme ile öğrencilerden yazmalarını bekledikleri sona doğru tasarlanmış durumdadır. Kavramların yarattığı çağrışımlardan hikaye oluşturmaları yaratıcılık bağlamında değerlendirilebilir. Doğrudan çıkarım çalışmalarının olduğunu da söylemek mümkündür. Hedefler farklı olsa da benzer uygulamalara yer verildiği de söylenebilir. 2019 yılı Türkçe ders kitabında da benzer etkinlikler görülmektedir. Öğrencilerin gelecekte olduğunu düşünmeleri istenmiş yaratıcı yazma çalışması yapılmıştır. Ancak daha çok bilgilendirici metin kapsamında yazma çalışmalarının ele alındığı söylenebilir. 2018-2019 ders kitabında da sık tekrarlanan uygulamalar yer almaktadır. 2009 ve 2018-2019 yıllarındaki Türkçe ders kitaplarındaki yazma etkinleri karşılaştırıldığında; 3.1.1. 2009 ve 2018-19 yıllarındaki Türkçe ders kitaplarındaki yazma etkinleri Benzerlikler 2009 Farklılıklar 2019 2009 Güdümlü yazma 2019 Geleceğe yönelik metin Metin tamamlama Bilgilendirici metin Yok Metinden hareketle farklı metin oluşturma/ Görselden hareketle hikaye yazma Bilgilendirici metin fazla Yönerge ve edebi 2019 yılında yazma etkinliklerine e-posta ile yazma çalışması ve geleceğe yönelik yaratıcı yazma çalışmasının eklendiği söylenebilir. 2018-19 da daha çok bilgilendirici metine rastlanılmıştır. Örneğin; günlük, anı, mektup vb. hedeflenen kazanım doğrultusunda etkinlikler hazırlanmıştır. Ancak etkinlikler benzer niteliktedir. Bu benzerlik, kitabın kendi içerisindeki yazma etkinliklerinde ve kitapların yıllar içerisindeki yazma etkinliklerinde de görülmektedir. 3.2. 2009 ve 2018-2019 yıllarındaki 7. sınıf Türkçe ders kitaplarında yer alan yaratıcı yazma etkinliklerinin yoğunluğu 3.2.1. 2009 7. Sınıf Türkçe Ders Kitabı Yazma Etkinlikleri Tema 1- İletişim Yazma Etkinlikleri Yaratıcı Yazma *Yanlış kelimeleri düzeltme, cümle kurma G.1 - *Görselden hareketle şiir yazma G.2 *Görselden hareketle hikaye yazma G.3 2- Atatürkçülük 3- Kavramlar ve Çağrışımlar *Görselin ne anlattığını yazma G.4 *Kutlama mesajı yazma( e-posta) G.1 + + - *Metin tamamlama (güdümlü) G.2 - *Metin tamamlama (güdümlü) G.3 - *Kendi ifadeleri ile tekrar metin oluşturma (doğrudan) G.4 - *Kavramlardan hareketle metin yazma G.1 + 406 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 394 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU 4- Milli Kültür 5- Doğa ve Evren 6- Toplum Hayatı *Yazım yanlışı, noktalama işaretleri kullanma G.2 - *Metnin ana fikrini, yardımcı fikrini bulup yazma G.3 - *Metinlerin benzer ve farklı yönlerini yazma ve şiirin başlığının ne olması gerektiğine dair fikir yazma G.4 - * Bilgilendirici metin yazma (mektup) G.1 - * Metinden hareketle farklı metin yazma G.2 - *Bilgilerden hareketle metin üretme G.3 - *Okunan metinden hareketle farklı metin üretme G.4 - * Metin tamamlama G.1 - *Ana fikirden yola çıkarak farklı metin yazma G.2 - *Metinden hareketle farklı metin üretme G.3 * Şiirden hareketle hikaye yazma G.4 * Anı yazma G.1 - * Metinden hareketle farklı metin yazma G.2 * Verilenden hareketle tekrar metin oluşturma G.3 - *Görselden hareketle hikaye yazdırma + Toplam yazma etkinliği (24) (4) 7. sınıf Türkçe Ders Kitabı (2009) nda; 24 yazma etkinliğine rastlanılmıştır. Etkinliklerin yoğunluğu; metinden hareketle farklı metin yazdırma (12) ile oluşturulmuştur. Metinden hareketle farkı metin yazdırma uygulamaları; güdümlü yazma duyudan hareketle yazma ve yaratıcı yazma olarak kazanımlarda ele alınmıştır. Görselden ya da kavramdan hareketle şiir veya hikaye oluşturma etkinlikleri, öğrencilerin çağrışımlarına hitap ederek yaratıcılığı destekler niteliktedir. Diğer yazma etkinlikleri; metin tamamlama (3), doğrudan çıkarım çalışmaları (6), edebi tür ile ilgili yazma etkinlikleri (3) dir. Yazma etkinliklerinin amacı farklı olsa da genellikle benzer yazma etkinliklerine rastlanılmıştır. Etkinliklerde yaratıcı yazma uygulamalarının (24/4) benzer nitelikte olduğu gözlemlenmiştir. 3.2.2. 2018-2019 7. Sınıf Türkçe Ders Kitabı Yazma Etkinlikleri Tema Yazma Etkinlikleri 1- Erdemler 2- Milli Mücadele ve Atatürk 3-Kişisel Gelişim 4-Milli Kültür * Kavramdan hareketle şiir yazma G.1 Yaratıcı Yazma + * Kelime havuzundan hareketle hikaye yazma G.2 *Metin tamamlama G.3 + - *Kavramdan hareketle metin oluşturma G.4 * Yönerge doğrultusunda mektup yazma G.1 *Konuyla ilgili bilgilendirici metin oluşturma G.2 *Konferans konuşma metni hazırlama G.3 *Kavramdan hareketle şiir yazdırma G.4 + + *Metinden hareketle hayatın aktarılması G.1 *Metinden hareketle tanıtım metni oluşturma G.2 - *Verilen kavramlar ile röportaj metni hazırlama G.3 *Verilen konu ile ilgili metin tamamlama G.4 *Kavramlardan hareketle şiir yazma G.1 + B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O395 O K 407 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM 5-Bilim ve Teknoloji 6-Okuma Kültürü 7-Doğa ve Evren 8-Zaman ve Evren Toplam yazma etkinliği *Bilgilendirici metin oluşturma( Türk kahvesinin yapılışı) G.2 - *Bilgilendirici metin oluşturma(e posta) G.3 *Metin özetleme G.4 *Başvuru metni yazma G.1 *Görsellerden hareketle metin oluşturma G.2 + + *Metin tamamlama G.3 *İşlenen metnin özetini yazma G.4 *Metinle ilgili bilgileri doldurma G.1 *Metin tamamlama G.2 *Düşünce yazma G.3 (Yaratıcı düşünme ile ilgili değil) *Anı yazma G.4 *Kavramdan hareketle şiir yazma G.1 *Bir günü yazma(günlük şeklinde) G.2 *Gezilen yeri tanıtan metin G.3 *Proje tasarımı G.4 yaratıcı yönlendirmeler olabilir. *Yaşanılan şehrin özelliklerini yazma G.1 + +/- *Okulun tanıtılması G.2 *Dinlenilen metnin özetlenmesi G.3 *Yönergelerden hareketle hikaye oluşturma G.4 (32) - (8) 7. sınıf Türkçe Ders Kitabı (2018-19) nda; 32 yazma etkinliğine rastlanılmıştır. Etkinliklerin yoğunluğu; bilgilendirici ve edebi metin oluşturma (13) ile oluşturulmuştur. Okuma ya da dinleme metninden hareketle kişilere dair bilgilendirici metin yazdırma, bulundukları şehri tanıtan bilgilendirici metin oluşturma etkinliklerine sık rastlanılmıştır. Etkinlikler kazanım bağlamında oluşturulsa da tekrar eden benzer etkinlikler vardır. Yoğunluk metinden hareketle farklı metin yazdırma (11) ile devam etmektedir. Metinden hareketle farkı metin yazdırma uygulamaları; güdümlü yazma, duygudan hareketle yazma, bilgilendirici metin üretme, edebi metin yazma ve yaratıcı yazma olarak kazanımlarda ele alınmıştır. Görselden ya da kavramdan hareketle şiir veya hikaye oluşturma etkinlikleri, yaratıcı yazma kapsamında değerlendirilir. Diğer yazma etkinlikleri; metin tamamlama (4), doğrudan çıkarım (4) çalışmalarıdır. 2018-2019 ders kitabında, yazma etkinliklerinin kazanım noktasında amacı farklı olsa da benzer yazma etkinliklerine rastlanılmıştır. Etkinliklerde yaratıcı yazma uygulamalarının (32/8) fazla olmadığı söylenebilir. 2009 a göre ders kitabındaki temaların arttığı söylenebilir. Bu bağlamda tema ile ilintili olarak yazma etkinlik sayısının da arttığı gözlemlenmiştir. 2009 ve 2018-19 ders kitaplarındaki yazma etkinlikleri, temalar bağlamında da yıl bağlamında da benzerdir. 3.3.1. Türkçe ders kitaplarındaki yaratıcı yazma etkinliklerinin ağırlığı konusunda neler düşünüyorsunuz ? Öğretmen Ö1 Ö2 Ö3 Ö4 Ö5 Görüş Türkçe ders kitaplarında yaratıcı yazma etkinlikleri geçmiş yıllara oranla şimdi daha da kapsamlı diye düşünüyorum.Ancak düzenlemeler yapılmasına rağmen yaratıcılığın ön plana çıkarıldığı etkinlik sayısı çok az. Kitaplarda daha çok metin tamamlamaya yönelik sorular sorulmaktadır. Türkçe ders kitaplarındaki yazma etkinlikleri kesinlikle güdümlü yazmaya yönelik oluşturulmuş sorulardır. Yaratıcı yazma veya eleştirel yazma etkinlikleri çok az sayıdadır. Yapılandırmacı yaklaşımla birlikte düzenlemelere gidilse de geliştirilmesi gereken çok şey bulunmaktadır. Yaratıcı yazma etkinliklerinin olmadığını düşünüyorum. Hazırlanan sorular yaratıcı yazma niyetinde bile olsa yönlendirme durumundan ötürü öğrencilerden aynı ifadeleri görmek mümkün oluyor. Yoğunluğun metin tamamlama ve farklı metin üretmede olduğunu söyleyebilirim. Yaratıcı yazma etkinliklerinin ağırlığı diğer etkinliklere göre daha azdır. Öğrenciler yaratıcı yazma etkinliklerinde öğretmenlerinden yönlendirme beklemekte. Farklı etkinlikler ile öğrencilerin hazırlık düzeyini artırmak gerekmektedir. Yeterli değildir. Öğrencilerden hep aynı etkinlikler istenmektedir. Öğrencilerin düşüneceği, eleştiri yapabileceği soruların olmadığını söyleyebilirim. Bununla birlikte yaratıcı düşünme ve yazmaya dair etkinlik bence yok. 408 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 396 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU Ö6 Yaratıcı yazma etkinliklerinin çok sınırlı sayıda olduğunu söylemek mümkün. Öğrencilere genellikle eğlenebilecekleri ve yaratıcı düşünecekleri uygulamalar getirmekteyim. Aksi hâlde öğrenciler derste sıkılıyor ve verim alamıyorlar. Türkçe ders kitaplarındaki yaratıcı yazma etkinliklerinin ağırlığı konusunda öğretmen görüşleri; yaratıcı düşünme ve yazma etkinliklerinin çok sınırlı olduğu, öğrencilerin etkinliklerde sıkıldıkları, öğretmenlerin farklı alternatiflerle uygulamalar yaptırdığı doğrultudadır. 3.3.2. Türkçe ders kitaplarındaki yazma etkinliği uygulama sonuçları hakkında neler söylersiniz ? Öğrencileriniz yazma etkinliklerinde zorlanmakta mıdır? Öğretmen Ö1 Ö2 Ö3 Ö4 Ö5 Ö6 Görüş Öğrenciler yazma etkinliklerine korkarak yaklaşmaktadır. Her paragraf sonunda oluyor mu, kötü mü yazdım diye metinlerini gösteriyorlar. Genellikle çalışmalarda aynı ifadelerin yer aldığını söyleyebilirim. Yaratıcı yazma kapsamında hazırladığım etkinlikleri götürmekteyim. Öğrenciler çok eğlenerek yapıyorlar bazı çalışmaları. Ölçme ve değerlendirme kapsamında becerinin ölçülmesi zaman almaktadır. Genel olarak, uygulamalarda öğrenciler özellikle yazma etkinliklerinde sıkılmakta ve kısa cümleler kurmaktadır. Sonuçlarda ise basma kalıp ifadelerin yer aldığı cümleler ile karşılaşmaktayım. Yazma konusunda öğrenciler sıkıntı çekmekteler. Ancak yaratıcı yazma etkinliklerinde kendi duygu ve düşüncelerini dile getirdikleri için daha rahat ifadeler kullanmaktadırlar. Diğer yazma etkinliklerine göre daha keyifli zaman geçirmektedirler. Öğrenciler yazarken sıkılmakta, yazdıktan sonra da yazdıklarını okumaktan çekinmektedir. İsteksiz yazılan bu metinler nihayetinde de işlevsel hâle gelmemektedir. Öğrencilerden doğrudan çıkarım soru yanıtları istendiği için yazılacak şeyler de aynı olmakta. Bu nedenle etkinliklerin daha düşündürücü, alışılmamış bağdaştırmaları destekleyen ifadelerden oluşması taraftarıyım. Yazma becerisi en zor kazanılan beceridir. Çünkü diğer becerileri kapsamaktadır. Bu nedenle etkinliklerin oluşturulmasında da dikkat edilmesi gereken hususlar yer alır. Öğrenciler genellikle, kitap etkinliklerinden sıkılmakta ancak materyal olarak götürülen diğer etkinliklerden keyif almaktadır. Türkçe ders kitaplarındaki yazma etkinliği uygulama sonuçları, öğrencilerin uygulamalarda zorlanıp zorlanmadığına yönelik öğretmen görüşleri; genellikle öğrencilerin alışılmış bağdaştırmaları kullandıkları, uygulamaların genellikle doğrudan çıkarım soruları içerdiği, öğrencilerin etkinlikleri yaparken sıkıldıkları ancak farklı materyaller ile yapılan çalışmalarda eğlendiklerini destekler niteliktedir. 3.3.3. Türkçe ders kitaplarındaki yazma etkinlikleri, yaratıcı düşünmeyi destekler nitelikte midir? Öğretmen Ö1 Ö2 Ö3 Ö4 Ö5 Ö6 Görüş Türkçe ders kitaplarındaki yazma etkinlikleri maalesef yaratıcı düşünmeyi destekler nitelikte değildir. Etkinlikler genellikle doğrudan çıkarım sorularından oluşmaktadır. Sınırlamanın ötesinde, güdümlü yönlendirmenin sık olduğu söylenir. Bu yazma çalışmalarının yerine öğrencilerin eleştirel düşünme yetisini de harekete geçirecek uygulamaların yer alması gerektiğini söyleyebilirim. Hayır kesinlikle değildir. Doğrudan çıkarım soruları yöneltildiğinden öğrenciler rahatlıkla yazma çalışmasını yapmaktadır. Genellikle meslektaşlarım yazma etkinliklerini ödev olarak vermekte. Öğrenciler evde internetten ödevlerini yapıp getirmektedir.Öğrencilerin hayal dünyasını geliştirecek metinlere rastlanılmamaktadır. Öğrencilerin kendi dünyasını aktardıkları ve düşündükleri metinler bulunmamaktadır. Yazma etkinliklerinin bazıları yaratıcı ve eleştirel düşünmeyi desteklemektedir. Ancak çoğu bilgilendirici metin kapsamında hazırlanmıştır. Öğrencilerin düşünmelerini destekleyen ve onlara özgür ortam sunan etkinlikler bulunmamaktadır. Bu nedenle alternatif etkinlikler vererek öğrencilerin gelişimini desteklemeye çalışmaktayım. Kesinlikle yaratıcı düşünmeyi destekleyen uygulama yoktur. Ne yazık ki öğretmenlerin de bu konuda farkındalıkları oluşmamıştır. Bu doğrultuda öğretmenler bilinçlendirilse belki daha farklı uygulamalar ile olumsuz durumların önüne geçilebilir. Türkçe ders kitaplarındaki yazma etkinlikleri, yaratıcı düşünmeyi destekler mi sorusuna öğretmen yanıtları şu şekildedir: Ders kitaplarındaki yazma etkinlikleri güdümlü yazmaya sevk B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O397 O K 409 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM etmektedir . Bununla birlikte yaratıcı- eleştirel düşünme ve yazmayı desteklememektedir. Yazma etkinlikleri genellikle ödev olarak verilmektedir.Çalışmalar, internet aracılığı ile yapıldığından işlevselliğini yitirmektedir. Etkinliklerin çoğu, bilgilendirici metin kapsamında hazırlanmıştır. Öğretmen görüşlerinden hareketle, yazma etkinliklerinin yaratıcı düşünmeyi desteklemediği çoğu etkinlikte güdümlü yazmaya yönlendirildiği görülmektedir. Bu durumda öğrencilerden doğrudan çıkarım soruları kapsamında verilen ana metinden hareketle farklı metin üretmeleri ya da verilen metni özetlemelerine yönelik yazma çalışması istenmektedir. Bu çalışmalar öğrencilerin ufkunu geliştirecek, farklı çerçeveden bakmalarını sağlayacak, metafor oluşturacak nitelikte değildir. Yazma çalışmaları, öğrencilerin çekindikleri ya da doğrudan çıkarım soruları ile hemen bitirdikleri uygulamalar olması nedeniyle sorunsal teşkil etmektedir. Bu nedenle öğretmenlere büyük görevler düşmektedir. Öğrenciye yazmayı sevdirme, düşüncelerinin önemini gösterme, duyguları açığa çıkarma vb. durumlarda öğretmenler rol oynarlar. Öğrenciyi destekleyecek, öğrenciyi merkeze alacak, onların duygu ve düşüncelerine saygı gösterecek öğretmenlerin olması eleştirel düşünme ve yaratıcı düşünme bağlamında önem arz eder. Yazma, düşünmeyle başlar. Bu nedenle öncelikle, öğretmenlerin farkındalığının artırılması gerekmektedir. Öğrencileri yönlendirecek olan öğretmenlerdir. Bu nedenle çalışmada, öğretmenlerin etkinlikler hakkında görüşlerinin alınması ve yazmaya dair düşüncelerinin ne olduğunun saptanması amacıyla uygulanan yarı yapılandırılmış görüşme yöntemi uygulanmıştır. Sonuç ve Öneriler Türkçe öğretiminin amaçları doğrultusunda ele alınan yapılandırmacı yaklaşım ilkeleri öğrenciyi merkeze alan, esneklik sunan niteliktedir. Yapılandırmacılık, katı öğretim programları yerine öğrencinin gereksinimlerine yönelik ve esnek öğretim programlarını gerekli kılar. Ders kitaplarındaki etkinlikler, öğretim programlarına göre hazırlanmaktadır. Bu nedenle, yazma becerilerinin kazanımları doğrultusunda programlar ve yaklaşım önem arz eder. Çalışmada nicel ve nitel verilerden elde edilen bulgular değerlendirildiğinde; Türkçe ders kitaplarındaki yazma etkinliklerinin daha çok güdümlü düşünme ve yazmaya yönelik olduğu söylenebilir. İncelenen kitaplarda, yıl farkına göre benzer etkinlikler ile karşılaşılmıştır. Genellikle metin tamamlama, metinden hareketle farklı metin oluşturma çalışmaları ön plandadır. Karikatür yorumlama, hikaye oluşturma çalışmaları az sayıdadır. Bu doğrultuda öğrencilere doğrudan çıkarım sorularını içinde barındıran etkinliklerin verildiği ve bu nedenle de öğretmen görüşlerinde de ifade edilen sıkılma durumu ile karşılaşılmaktadır. Bu durumun önüne geçilmesi için öğretmenlerde farkındalığın oluşması ve kitaplara eleştirel- yaratıcı düşündürme ile ilgili birtakım etkinliklerin aktarılması gerekmektedir. Yazma eylemi, düşünmeyle doğrudan ilintilidir. Özellikle, yaratıcı yazmanın temelini düşünme eylemi oluşturmaktadır. Bu düşünce, anımsama olarak değil, ıraksak düşünmeyle desteklenirse yazma etkinlikleri hem öğretmenlerin hedefleri doğrultusunda hem de öğrencilerin verim almaları doğrultusunda işlevsel hâle bürünecektir. Öğretmen görüşleri de doküman analizinden elde edilen bilgileri destekler niteliktedir. 2018-2019 yılındaki Türkçe ders kitabında yapılandırmacı yaklaşım doğrultusunda yaratıcı ve eleştirel düşünmeye dair etkinliklere yer verilse de sayısının çok az olması nedeniyle istenilen sonuca ulaşılamamıştır. Yaratıcı yazma için “şimdi yaratıcılığını konuştur” ifadesi yanlış olur. Öncelikle yaratıcı düşünme bağlamında; stratejiler, yöntemler, etkinlikler üretilmelidir. Yapılandırmacı yaklaşım bağlamında ele alınan esneklik, tek doğrunun olmaması, bireysel farklılıkların ele alınması vb. ilkeler doğrultusunda programlar geliştirilmeli ve etkinliklerde yaratıcılığı ön plana çıkaran nitelikler aranmalıdır. 410 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 398 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU Hikayeye insan tasviriyle başlangıç yapma, kahramana iç dünya yaratma, diyalog yazdırma, sonuç değiştirme, mekan değiştirme, kronolojik zaman değiştirme, verilen konunun/kavramının tersini yazdırma, bir metni kendi kelimeleriyle tekrar oluşturma (yönlendirme olmadan), metaforlar, mizah, görsel okuma, karikatür vb. birçok etkinlik yaptırılabilir. Etkinlikler öğrenci merkezliliği ve yaratıcı sıfatını doğru anlamlandırma ile ilintilidir. Yaratmak için bilgi birikimi gerekmektedir. Esas olan bilgi aşamasında kalmamaktır. Bu nedenle öğretmenlerin farkındalığının yüksek olması gerekmekte ve düşünme boyutunda öğrencilerin üst bilişsel düzeylerini geliştirmek adına etkinlikler yaptırmalıdır. Hepsinin amacı, öğrencide bilişsel ve üst bilişsel düşünme düzeylerini üst seviyeye taşımak ve özgün ifadelerin dışavurumunu gerçekleştirmektir. Öğrencilere yaratıcılık empoze edilmeli ve tek tip bireyler yetiştirilmemelidir. Doğadaki unsurlar, yaşamımızdaki farklılıklar gibi düşünceler de farklılık gösterir. Farklılıkların yok edilmemesi için yaratıcılığı ön planda tutacak etkinlikler hazırlanmalıdır. Türkçe eğitimcileri, farkındalığı yüksek bireyler olmalı ve öğrencilerin gelişimi için kolları sıvamalıdır. Kaynaklar Altunkaya, H. (2010). Eski ve yeni II. kademe Türkçe dersi öğretim programları ve ders kitaplarında dil bilgisi öğretiminin karşılaştırılması. Yayımlanmamış yüksek lisans tezi, Selçuk Üniversitesi. Erdem, E. (2001). Program geliştirmede yapılandırmacı yaklaşım. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara: Hacettepe Üniversitesi. Girgin, Y. (2011). Cumhuriyet dönemi (1929-1930, 1949, 1981) ortaokul Türkçe öğretimi programlarının içerik, genel ve özel amaçlarıyla karşılaştırmalı gelişim düzeyi. Adnan Menderes Üniversitesi Eğitim Fakültesi, Eğitim Bilimleri Dergisi, 2 (1), s. 11-26. Göçer, A. (2010). Türkçe öğretiminde yazma eğitimi. Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi,3(12),178-195. Maltepe, S. (2006a). Yaratıcı yazma yaklaşımı açısından Türkçe derslerindeki yazma süreçlerinin ve ürünlerinin değerlendirilmesi .Yayımlanmamış Doktora Tezi, Ankara: Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Maltepe, S.(2006b). Türkçe öğretiminde yazılı anlatım uygulamaları için bir seçenek: Yaratıcı yazma yaklaşımı. Ankara Üniversitesi Dil Dergisi, 132, 56-66. Melanlıoğlu, D. (2008). Kültür aktarımı açısından Türkçe öğretim programları. Education & Science/Eğitim ve Bilim, 33(150), s. 64-73. MEB Türkçe Ders Kitabı (2009) MEB Türkçe Öğretmen Kılavuz Kitabı (2009) MEB Türkçe Ders Kitabı (2018) Sever, S.(2004).Türkçe Öğretimi ve tam öğrenme. Ankara: Anı Yayıncılık TDK (2005). Türkçe sözlük (10. Baskı), Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O399 O K 411 Yangın, B. (2005). İlköğretim Türkçe dersi öğretim programı ve kılavuzunun değerlendirilmesi. Kuram ve Uygulamada Eğitim Bilimleri, 5(2), s. 477-516. Topçuoğlu Ünal, F. ve Sever, A. (2012). Yaratıcı yazmada müziğin etkisi.Turkish Studies, 7(411),2907-2918. Ün Açıkgöz, K. (2005a). Aktif öğrenme, İzmir: Eğitim Dünyası Yay. 400 GAZİ YABANCILAR İÇİN TÜRKÇE VE ALTAY TÜRKÇE ÖĞRENİYORUM DERS KİTAPLARINDA BULUNAN TEMEL SEVİYEDEKİ YAZMA GÖREVLERİNİN KARŞILAŞTIRILMASI Erdem HAMARATLI İsmail AYDOĞDU Öz Bu çalışmada Türkçenin yabancı dil olarak öğretiminde kullanılan Gazi Yabancılar için Türkçe seti ile Altay Türkçe Öğreniyorum setinde bulunan A1 ve A2 seviyesindeki yazma görevlerinin farklı değişkenler açısından tespit edilip karşılaştırılması amaçlanmıştır. Bilindiği üzere dört temel dil becerisinden biri olan yazma, yabancı dil öğretimde en çok zorlanılan ve ihmal edilen alandır. Ders kitapları dil öğretiminde kritik bir öneme sahip olduğundan ders kitaplarında tüm becerilere yeterli oranda yer verilmeli, farklı görev ve yönteme dayalı etkinliklerle öğrencilerin hedef dilde yazma becerisini geliştirmeye dönük hazırlanmalıdır. Bu çalışma ile resmi ve özel kurumlarda yaygın olarak kullanılan iki öğretim setinde (A1-A2 seviyelerinde) yer alan yazma etkinliklerine diğer becerilere kıyasla ne kadar yer verildiği, bu etkinliklerin hangi yöntem ve görevlere yönelik hazırlandıkları incelenecektir. Bu şekilde, söz konusu öğretim setlerinin temel seviyede yazma becerisi kazandırmada ne kadar etkili oldukları ortaya çıkarılacaktır. Ayrıca farklı Türkçe öğretim setlerine yönelik yapılan akademik çalışmaların sonuçları ile karşılaştırılacaktır. Çalışmada, ders kitaplarında yer alan yazma etkinlikleri nitel araştırma yaklaşımlarından doküman analizi yöntemi ile ele alınacaktır. Anahtar Sözcükler: Türkçenin yabancı dil olarak öğretimi, ders kitabı, yazma becerisi, yazma görevleri, dil öğretim becerileri. COMPARISON OF BEGINNER LEVEL WRITING TASKS FOUND IN TEXTBOOKS GAZI TURKISH FOR FOREIGNERS AND ALTAY I AM LEARNING TURKISH Abstract In this study, it was aimed to determine and compare writing tasks at A1 and A2 levels in Gazi Turkish For Foreigners textbook, which is used in teaching Turkish as a foreign language, and Altay I Am Learning Turkish textbook in terms of different variables. As it is known, writing, one of the four basic language skills, is the most difficult and neglected field in foreign language teaching. Since textbooks have a critical importance in language teaching, all skills should be included in textbooks at a sufficient rate, and they should be prepared to develop students' writing skills in the target language with activities based on different tasks and methods. With this study, it will be examined how much writing activities in two teaching textbooks (A1-A2 levels), which are widely used in public and private institutions, are included compared to other skills, and what methods and tasks these activities are prepared for. In this way, it will be revealed how effective these teaching sets are in teaching writing at basic level. In addition,  Doktora Öğrencisi, Bursa Uludağ Üniversitesi, [email protected]. Doktora Öğrencisi, Bursa Uludağ Üniversitesi, [email protected].  B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 413 401 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM it will be compared with the results of academic studies on different Turkish teaching sets. In the study, the writing activities in the textbooks will be handled with the document analysis method, one of the qualitative research approaches. Keywords: Teaching Turkish as a foreign language, textbook, writing skills, writing tasks, language teaching skills. Giriş Türkçenin Yabancı Dil Olarak Öğretimi Köklü bir dil olan Türkçenin yabancılara öğretimi de oldukça eskilere dayanmaktadır. Devletlerarası siyasi ve askeri ilişkiler yabancı dil öğrenimi ihtiyacını ortaya çıkarmıştır. Bu bağlamda, hâkimiyet gösterdiği coğrafyalarda büyük ve gelişmiş devletler kuran Türklerin dili başka topluluklar tarafından her dönemde öğrenilmek istenmiştir. Sistemli olarak Türkçenin yabancı dil olarak öğretimine dair ilk çalışmaları Kâşgarlı Mahmud’a dayandırmak gerekir. Kâşgarlı, engin entelektüel bilgisi ile kaleme aldığı Divân-ı Lügati’t-Türk adlı eseri, izlediği yöntem ve bakış açısı ile modern dil öğretim yöntemlerine ışık tutmuş nadide bir eserdir. Türkçenin öğretimi açısından tarihsel olarak daha birçok eseri saymak mümkündür. Günümüzde de iletişim imkânlarının genişlemesi ve çeşitlenmesi, Türkiye’nin ekonomik anlamda gelişmesi Türkçenin öğretimini de olumlu etkilemektedir. Özellikle eğitim alma amacıyla Türkçe öğrenmek isteyenlerin sayısında büyük bir artış olduğu gözlenmektedir. Bu sebeple, Türkçenin yabancı dil olarak öğretimi giderek önem kazanmakta, yapılan öğretim faaliyetlerinin ve kullanılan materyallerin kalitesinin artırılması gerekmektedir. Yabancı Dilde Yazma Nedir ve Neden Zordur? Yabancı dil öğretiminde amaç hedef dilde iletişim kurmak olduğundan dil öğrenen bireylerin dört temel dil becerisinde yeterli seviyeye ulaşması hedeflenir. Bu becerilerden okuma ve dinleme becerileri anlama; konuşma ve yazma becerileri anlatma becerileri olarak ele alınır. Yapılan akademik çalışmalar anlatma becerilerinin daha geç edinildiğini ortaya koymaktadır. Yabancı dil öğretiminde yazma becerisi diğer becerilere göre daha zor kazanılır (Çakır, 2010; Durmuş, 2013, Çetin, 2017). Yazmanın çok boyutlu bir beceri olduğu hem zihinsel hem fiziksel hem de psikolojik etkenleri içerdiği bilinmektedir. Bu da yazmayı birçok açıdan hem zor hem de çaba isteyen bir alan hâline getirmektedir. Yazma aynı zamanda bir değerlendirme aracıdır. Yazma ile kişilerin becerilerinin ne düzeyde olduğu somut bir biçimde gözlenmektedir. Planlı yazma alışkanlığı kazanan bireyler, duygu ve düşüncelerini bir sıra ve mantık çerçevesinde aktarma becerisi kazanabileceklerdir (Tiryaki, 2013, s. 43). Bireyler yabancı bir dilde yazmadan önce hedef dilin yapısını kavramalıdır. Yazma esnasında da edindiği bu beceriyi sergileme imkânı bulabilmektedir. Dil öğretimine katkısı göz ardı edilemeyecek olan yazma becerisinin soyutlamayı ve eleştirel düşünmeyi canlandırdığı, bilişsel olduğu kadar etkileşim süreci olduğu hep akılda tutularak yazma öğretimine sınıf içinde yeterince yer verilmelidir. Yazma çalışmalarında yapılan yanlışlar biçimsel olduğu kadar içeriksel olarak da düzeltilerek kalıcılık sağlanmalı ve öğrenenler yazma çalışmalarına daha fazla teşvik edilmelidir (Ünsal, 2008, s. 60). Çakır, yaptığı anket araştırması sonucunda, öğrencilere yöneltilen, yazmanın neden bu 414 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 402 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU kadar zor olduğu konusundaki açık uçlu soruya verilen yanıtları değerlendirmiş ve şu sonuçlara ulaşmıştır:  “İyi bir dilbilgisine ihtiyaç vardır.  Düşüncelerin yazılı olarak anlatılması zordur.  Yazmanın kendine özgü uyulması gereken birçok kuralı vardır.  Yazılacak konu hakkında yazan kişi yeterince bilgi sahibi olmalıdır.  Etkili bir yazılı anlatım için hedef dilin iyi bilinmesi gerekir.  Noktalama işaretlerini gerektiği gibi uygulamak zordur.  Anlamlı cümleler kurmak gerekir” (2010, s. 171). Yukarıda ele alındığı gibi yazma çok katmanlı bir alandır. Ana dilde öğrencilerin zorlandığı bir alan olduğu gibi yabancılara Türkçe öğretiminde de oldukça güçlükler yaşanmaktadır. Yazma becerisi belli bir program dâhilinde ve bir mantıksal sıra ile ders kitaplarında ele alınmalıdır. Ders kitapları, öğrencilerin yazma becerisini geliştirebilmek için, bu becerinin karmaşıklığına koşut olarak farklı görevlerle zenginleştirilmektedir. Bu bağlamda yabancı dil öğretimi alanındaki ders kitapları incelendiğinde, yazma görevleri üç ana başlık altında toplanabilir: 1. Kaynak tabanlı yazma görevleri, 2. Bağımsız yazma görevleri ve 3. Dilbilgisine dayalı yazma görevleri (Çekici, 2018, s. 2-3). Dil Öğretiminde Ders Kitaplarının Önemi Ders kitapları kanunlar çerçevesinde ilgili derse ait kazanımların, bilgi ve becerilerin en kısa yoldan aktarılmasını ve ilgililere kazandırılmasını sağlayan ders araç gerecidir. Ders kitabı bir dersin öğretimiyle ilişkili olarak hazırlanan veya seçilen kitaptır (Oğuzkan, 1993, s. 83). Ders kitapları öğretici ve öğrenici için bir program olmasının yanı sıra hem kolay bulunabilmesi hem de fiyatının makul olması sebebiyle en çok kullanılan ders materyalidir. Dil öğretiminde esas olan dört temel beceriyi geliştirerek iletişim kurmak becerilerini geliştirmek olduğundan metinlere dolayısıyla da ders kitaplarına (Özbay, 2012, s. 170) daha çok ihtiyaç duyulmaktadır. Bu nedenle ders kitaplarının hazırlanması ve seçimi önemlidir. Araştırmanın Yöntemi Araştırma her iki kitap setindeki A1 ve A2 kitaplarında bulunan beceriler ve altı basamağı olarak bu becerilerin görevlerinin tespitine yönelik nitel bir araştırmadır. Her iki kitap setinden ikişer kitabın incelenmesiyle araştırma yapılacağı için veri toplama aracı olarak doküman analizi yöntemi seçilmiştir. Doküman incelemesi, araştırılacak konular hakkında bilgi içeren yazılı materyallerin analizini kapsar (Yıldırım ve Şimşek, 2006). Bu yöntem ile belge ve bilgilerin toplanıp sistemli bir şekilde kaydının tutulması gerekir. Başarılı bir doküman incelemesinin temel şartı, konuya ilişkin belgelerin bulunması, incelenmesi ve belli durum ya da görüşleri ortaya çıkartacak bir senteze varılabilmesi için gerekli düzenlemelerin yapılabilmesidir B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O403 O K 415 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM (Karasar, 2007). Bunun için kitaplar önce teker teker incelenmiş sonrasında da hem seviye seviye hem de setlerdeki kitaplar birbirleriyle mukayese edilmiştir. Bulgular Türkçeyi yabancı dil olarak öğrenen bireyler hedef dilde yazma becerilerini geliştirmek için aşamalı ve mantıksal bir sıradüzen içeren yazma programı takip etmek zorundadır. Ancak Türkçenin yabancı dil öğretiminde takip edilecek bir program olmayışı bu görevi büyük oranda ders kitaplarına yüklemiş durumdadır. Hazırlanan ders kitaplarında yazma becerisine yeterli oranda verilmesi yer ve temelden başlayarak ileri seviyelere doğru farklı görevlerde yazma becerisini geliştirecek etkinliklerin bulunması gerekmektedir. Bu etkinlikler hem öğrenilen dilbilgisi yapılarının kullanımına hem de işlenen okuma ve dinleme metinlerinin kavranması, kelime öğrenimi, özetleme becerisi kazandırma, yeni bir metin kurmaya dönük kurgulanmalıdır. Gazi Yabancılar İçin Türkçe Ders Kitabına Ait Bulgular Gazi Yabancılar İçin Türkçe A1 kitabında dört temel dil becerisi bağlamında ders görevleri ayrı ayrı incelendiğinde okuma ve yazma becerilerine ait görevlerin daha fazla olduğu dikkatleri çekmektedir. Dil öğreniminin başlangıç seviyesinde anlama için okuma beceresi, anlatma için de yazma becerisi seçilmesi makul karışılabilir. Çünkü okuma dinlemeye göre, yazma da konuşmaya göre daha fazla üzerinde düşünme fırsatı vermektedir. Tablo 1: Gazi Yabancılar İçin Türkçe A1 Ders Kitabı Temel Beceri Görevleri Beceri Dinleme Konuşma Okuma Yazma Toplam Görev Sayısı 30 59 118 114 321 % 10 18 37 35 100 Tablo incelendiğinde A1 seviyesinde 118 görev ile okuma becerisi görevleri en fazlayken 114 görevle yazma becerisi onu takip etmektedir. Daha sonra ile konuşma beceresi 59 görevle yazma ve okuma becerisini takip etmektedir. Araştırmada dikkati çeken önemli hususlardan biri de A1 kitabında ilerleyen sayfalarda konuşma becerisi ile dinleme becerisi kademeli olarak arttığı gözlemlenmiştir. Son olarak da dinleme becerisi 30 görevle kitapta en az görevin verildiği beceridir. Oranlarında bakıldığında dinleme becerisinin yüzde %10’da kalması yetersizdir. Yazma becerisine ait görevler incelendiğinde ise kaynak tabanlı yazma ön plana çıkmaktadır. Tablo 2: Gazi Yabancılar İçin Türkçe A1 Ders Kitabı Görev Türü f % Kaynak Tabanlı Yazma 87 73 Dilbilgisi Tabanlı Yazma 20 17 416 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 404 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU Bağımsız Yazma 12 10 Toplam 119 100 Tabloda görüldüğü üzere yüzde yetmiş üçlük oranla kaynak tabanlı yazma çok fazla kullanılmıştır. Bunun nedenini A1 kitabı olması dolayısıyla da kaynağa doğrudan bağlı etkinliklerin çok daha fazla kullanılması ile açıklanabilir. Gerek resimlerle gerek fotoğraflarla gerekse de metinlere ait sorularla belirli sorularla destekli yazma çalışmaları tercih edilmiştir. Dilbilgisi kurallarının verildiği bölümlerde kimi boşluk doldurma çalışmaları yapılmıştır. Yine az sayıda da kaynaktan ve dilbilgisinden bağımsız olarak yazma çalışmaları verilmiştir. Kaynak tabanlı yazma çalışmalarının A1 seviyesinde daha çok olması makul karşılanabilir. A2 kitabına bakıldığında okuma becerisine ait görevlerin ağırlıklı olduğu gözlenmektedir. 5 ünitede toplam okuma görevleri 111 iken yazma becerisine ait görevlerin sayısı ise 86’dır. A2 seviyesinde de bu iki beceriye ait görevler daha fazladır. Fakat A2 kitabında yazma becerilerinin sayısında bir azalış olduğu gözlemlenmektedir. Bunun iki nedeni olduğunu düşünmekteyiz. Birincisi kitap hacimce azalmıştır. A1 seviyesi kitabında 111 sayfadan oluşan 6 ünite ve her ünitede dört metin varken A2 seviyesi kitabında ise her ünitede yine dört metin olmak üzere 5 ünite ve toplam 91 sayfa bulunmaktadır. Yani A2 kitabı hacimce küçülmüştür. İkinci sebebi ise A1 seviyesinde sorulara istenen tüm yanıtlar yazma becerisi ile istenirken A2 seviyesinde bu yavaş yavaş değişmeye başlamıştır. Tablo 3: Gazi Yabancılar İçin Türkçe A2 Ders Kitabı Temel Beceri Görevleri Ünite Dinleme Konuşma Okuma Yazma Toplam 1. Ünite 5 13 25 19 62 2. Ünite 4 11 21 19 55 3. Ünite 8 12 22 18 60 4. Ünite 9 10 22 14 55 5. Ünite 4 10 21 16 51 Toplam 30 56 111 86 283 Dört beceriye ait toplam 283 görev bulunurken en az görev A1seviyesinde olduğu gibi dinleme becerisinde yer almaktadır. Daha sonra 56 görevle konuşma becerisi onu takip etmektedir. Gazi Yabancılar İçin Türkçe A2 ders kitabı yazma becerisi yönünden ünite bazında incelendiğinde çok büyük bir farklılık olmadığı gözlemlenmiştir. Tablo 4: Gazi Yabancılar İçin Türkçe A2 Ders Kitabı Ünite f % 1. Ünite 19 22 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O405 O K 417 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM 2. Ünite 19 22 3. Ünite 18 20 4. Ünite 14 16 5. Ünite 16 19 Görüldüğü üzere sadece üçüncü ünite ile birlikte yazma becerisi görevlerinde bir azalma başlamış dördüncü ünite en az yüzde altı ile görmüş daha sonra da tekrar yüzde on dokuzluk seviyelere çıkmıştır. Tablo 5: Gazi Yabancılar İçin Türkçe A2 Ders Kitabı Görev Türü f % Kaynak Tabanlı Yazma 63 72 Dilbilgisi Tabanlı Yazma 17 20 Bağımsız Yazma 7 8 Toplam 87 100 Yazma becerisine ait görevler incelendiğinde dilbilgisi tabanlı yazma becerisine ait görevlerin arttığı gözlemlenmekle birlikte A1 kitabına kıyasla çok büyük bir değişikliğin olmadığı görülmektedir. Altay Türkçe Öğreniyorum Ders Kitabına Ait Bulgular Aşağıdaki tabloda Altay Türkçe Öğreniyorum A1 ders kitabında dört temel beceriye yönelik etkinlik sayılarına yer verilmiştir. Tablo 6: Altay Türkçe Öğreniyorum A1 Ders Kitabı Ünite Dinleme Konuşma Okuma Yazma Toplam 1. Ünite 11 3 12 24 50 2. Ünite 7 9 15 35 66 3. Ünite 4 4 17 19 44 4. Ünite 4 3 10 16 33 5. Ünite 5 5 23 19 52 6. Ünite 4 4 20 24 52 7. Ünite 4 1 16 15 36 8. Ünite 3 3 13 17 36 Toplam 42 32 126 169 369 Tabloda aktarılan bulgular aşağıda yorumlanmıştır. 418 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 406 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU  Altay Türkçe Öğreniyorum A1 ders kitabında dört temel beceriyi içeren toplam 369 adet görev tespit edilmiştir. A1 seviyesinde toplam görev sayısının diğer seviyelere kıyasla daha çok olduğu gözlenmiştir. Bu da etkinlik içeriklerinin ve hacimlerinin çok dar olması ile açıklanabilir.  Tespit edilen verilere göre A1 seviyesinde 32 adet görev ile konuşma en az; 169 adet görev ile yazma en çok yer almaktadır. A1 seviyesinde yazma görevlerinin bu kadar çok olması diğer becerilerin de bir şekilde yazma ile ilişkilendirilmesi ile ilgilidir. Altay A1-A2 ders kitaplarında okuma ve dinleme etkinlikleri de yazma ile desteklenmiştir.  A1 seviyesinde 169 adet yazma görevinin bulunması yazma becerisini geliştirmeye yönelik bir amaçla tercih edilmiş olabilir ancak diğer becerilere yönelik görevler ile orantısızlık oluşturmaktadır. Özellikle anlama becerilerinden olan dinleme becerisinde ciddi oranda yetersizlik bulunmaktadır. Aşağıdaki tabloda yazma görevlerinin toplam görevler içerisinde frekansı ve kapsadığı yüzdelik alan verilmiştir. Tablo 7: Altay Türkçe Öğreniyorum A1 Ders Kitabı Ünite f % 1. Ünite 24 48 2. Ünite 35 53 3. Ünite 19 43 4. Ünite 16 48 5. Ünite 19 36 6. Ünite 24 46 7. Ünite 15 41 8. Ünite 17 47 Yukarıdaki tabloda her ünitede yazma görevlerinin diğer becerilere oranla daha çok yer kapladığı görülebilmektedir. Bu durum yazmanın geliştirilmesine dönük olumlu anlamda bir ayrıcalık olarak kurgulanmışsa bile diğer alanlardaki görevlerin sayısında azalmaya ve o alanlarda öğrenciyi geliştirmeye engel olabilir. Ayrıca, A1 seviyesinde bu kadar çok yazma görevinin olması öğrencide bir bıkkınlığa sebep oluşturabileceği düşünülmektedir. Aşağıdaki tabloda Altay Türkçe Öğreniyorum A1 ders kitabında yer alan yazma etkinliklerinin hangi yazma görevine dâhil oldukları frekans ve yüzdelik değer olarak verilmiştir. Tablo 8: Altay Türkçe Öğreniyorum A1 Ders Kitabı Görev Türü f % Kaynak Tabanlı Yazma 102 60 Dilbilgisi Tabanlı Yazma 47 28 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O407 O K 419 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM Bağımsız Yazma 20 12 Toplam 169 100 Yukarıdaki tablo incelendiğinde;  Altay Türkçe Öğreniyorum A1 ders kitabında yer alan yazma görevlerinin %60’ının kaynak tabanlı; %28’inin dilbilgisi tabanlı; %12’sinin de bağımsız yazma kategorisinde olduğu görülmektedir.  Bu anlamda, Altay A1 ders kitabında yer alan yazma görevlerinin daha çok kaynak tabanlı olduğu anlaşılmaktadır. Temel seviyede öğrencilerin Türkçe bilgilerinin çok yetersiz olacağı göz önüne alındığında yazma görevlerinin bir metinden hareketle kurgulanması olağan görülmektedir.  Altay A1 ders kitabında bağımsız yazmaların diğer yazma görevlerine kıyasla düşük oranda olması da yapılan diğer akademik çalışmalarla (Çekici, 2018) da paralel bir sonuç ortaya koymaktadır. Aşağıdaki tabloda Altay Türkçe Öğreniyorum A2 ders kitabında dört temel beceriye yönelik etkinlik sayılarına yer verilmiştir. Tablo 9: Altay Türkçe Öğreniyorum A2 Ders Kitabı Ünite Dinleme Konuşma Okuma Yazma Toplam 1. Ünite 3 3 9 19 34 2. Ünite 5 4 14 24 47 3. Ünite 8 3 20 24 55 4. Ünite 12 5 22 23 62 5. Ünite 7 4 19 12 42 6. Ünite 5 4 15 15 39 7. Ünite 3 9 11 22 45 8. Ünite 9 3 10 21 43 Toplam 52 35 120 160 367 Tablo incelendiğinde;  Altay Türkçe Öğreniyorum A2 ders kitabında dört temel beceriyi içeren toplam 367 adet görev tespit edilmiştir.  Tespit edilen verilere göre A2 seviyesinde 35 adet görev ile konuşma en az; 160 adet görev ile yazma en çok yer almaktadır. A2 seviyesinde yazma görevlerinin bu kadar çok olması diğer becerilerin de bir şekilde yazma ile ilişkilendirilmesi ile ilgilidir. Altay A1-A2 ders kitaplarında okuma ve dinleme etkinlikleri de yazma ile desteklenmiştir. Ayrıca bu veriler Altay A1 ders kitabı ile de benzerlik göstermektedir.  A2 seviyesinde 160 adet yazma görevinin bulunması Altay A1 seviyesinde olduğu gibi yazma becerisini geliştirmeye yönelik bir amaçla tercih edilmiş olabilir ancak diğer 420 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 408 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU becerilere yönelik görevler ile orantısızlık oluşturmaktadır. Özellikle anlama becerilerinden olan dinleme becerisinde ciddi oranda yetersizlik bulunmaktadır. Aşağıdaki tabloda yazma görevlerinin toplam görevler içerisinde frekans ve kapsadığı yüzdelik alan verilmiştir. Tablo 10: Altay Türkçe Öğreniyorum A2 Ders Kitabı Ünite f % 1. Ünite 19 56 2. Ünite 24 51 3. Ünite 24 43 4. Ünite 23 37 5. Ünite 12 28 6. Ünite 15 38 7. Ünite 22 49 8. Ünite 21 49 Yukarıdaki tablodan her ünitede yazma görevlerinin daha çok yer kapladığı görülebilmektedir. Bu durum Altay A1 ders kitabı ile paralellik göstermektedir Aşağıdaki tabloda Altay Türkçe Öğreniyorum A2 ders kitabında yer alan yazma etkinliklerinin hangi yazma görevine dâhil oldukları frekans ve yüzdelik değer olarak verilmiştir. Tablo 11: Altay Türkçe Öğreniyorum A2 Ders Kitabı Görev Türü f % Kaynak Tabanlı Yazma 105 61 Dilbilgisi Tabanlı Yazma 43 25 Bağımsız Yazma 25 14 Toplam 173 100 Tablo incelendiğinde;  Altay Türkçe Öğreniyorum A2 ders kitabında yer alan yazma görevlerinin %61’inin kaynak tabanlı; %25’inin dilbilgisi tabanlı; %14’ünün de bağımsız yazma kategorisinde olduğu görülmektedir.  Bu anlamda, Altay A1 ders kitabında olduğu gibi Altay A2 ders kitabında yer alan yazma görevlerinin de daha çok kaynak tabanlı olduğu anlaşılmaktadır. Temel seviyede öğrencilerin Türkçe bilgilerinin çok yetersiz olacağı göz önüne alındığında yazma görevlerinin bir metinden hareketle kurgulanması olağan görülmektedir. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O409 O K 421 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM  Bağımsız yazma görevlerinin oranı %14 olarak tespit edilmiştir. Altay A1 ders kitabı ve yapılan diğer akademik çalışmalarla (Çekici, 2018) da paralel bir sonuç ortaya koymaktadır. Gazi Yabancılar İçin Türkçe ve Altay Türkçe Öğreniyorum Ders Kitaplarındaki Yazma Görevlerinin Karşılaştırılmasına Ait Bulgular Aşağıdaki tabloda Gazi Yabancılar İçin Türkçe A1-A2 Ders Kitaplarında ve Altay Türkçe Öğreniyorum A1-A2 Ders Kitaplarında yer alan yazma görevlerinin diğer becerilere göre hangi oranda ve sayıda yer aldığı verilmiştir. Tablo 12: Yazma Görevlerinin Tüm Beceriler Arasındaki Yeri Gazi A1 Gazi A2 Altay A1 Altay A2 f 114 86 169 160 % 35 31 46 43 Tablo incelendiğinde Gazi Yabancılar İçin Türkçe A1 Ders Kitabında 114 adet, Gazi Yabancılar İçin Türkçe A2 Ders Kitabında 86 adet yazma görevi olduğu görülürken; Altay Türkçe Öğreniyorum A1 Ders Kitabında 169 adet, Altay Türkçe Öğreniyorum A2 Ders Kitabında ise 160 adet yazma görevi görülmektedir. Her iki Türkçe öğretim setinde A1’den A2’ye geçişte yazma görevlerinde bir azalma gözlenmekle birlikte bu durum Altay Türkçe Öğreniyorum setinde oldukça düşük seviyededir. Gazi Yabancılar İçin Türkçe setine göre Altay Türkçe Öğreniyorum setinde A1 ve A2 seviyelerinde yazma görevlerine daha yüksek bir oranda yer verildiği anlaşılmaktadır. Ancak bu durum Altay Türkçe Öğreniyorum setinde diğer beceri alanlarıyla bir orantısızlık oluşturduğundan A1 ve A2 seviyelerinde okuma, dinleme ve konuşmaya daha az yer verildiği şeklinde anlaşılmaktadır. Aşağıdaki tabloda ise Gazi Yabancılar İçin Türkçe A1-A2 Ders Kitaplarında ve Altay Türkçe Öğreniyorum A1-A2 Ders Kitaplarında yer alan yazma görevlerine hangi türlerde yer verildiğine dair istatistiksel veriler verilmiştir. Gazi A1 % Gazi A2 % Altay A1 % Altay A2 % Kaynak Tabanlı Yazma 73 72 60 61 Dilbilgisi Tabanlı Yazma 17 20 28 25 Bağımsız Yazma 10 8 12 14 Tablo incelendiğinde yazma görevleri içerisinde her iki öğretim setinde de kaynak tabanlı yazma görevlerinin daha çok yer aldığı görülmektedir. Temel seviyede öğrenciler henüz dilin yapısını öğrenme aşamasında olduğundan ve kelime dağarcıklarının yeni yeni gelişmekte olduğundan bu türün daha çok tercih edilmesi olağan karşılanabilir. Kaynak tabanlı yazmalar ile 422 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 410 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ayrıca anlamanın ne kadar gerçekleştiği ölçülebilmektedir. Bu sebeple kaynak tabanlı yazmalar temel seviyede diğer yazma türlerine göre daha fazla tercih edilmektedir. Her iki sette A1 seviyesinden A2 seviyesine geçişlerde yazma görevleri açısından büyük farklar görülmemektedir. Örneğin; Gazi Yabancılar İçin Türkçe A1 Ders Kitabında kaynak tabanlı yazma görevleri 73 adetken A2 kitabında ise kaynak tabanlı yazma görevleri 72 adet olarak karşımıza çıkmaktadır. Diğer yazma görevleri de sayısal olarak birbirlerine yakındır. Çalışmada ele alınan Türkçe öğretim setlerinin temel seviye kitapları incelendiği için bağımsız yazma görevleri diğer görevlerine göre daha az kullanıldığı tespit edilmiştir. Yabancı dil öğrenen bir bireyin bağımsız yazma türünde yazma yapabilmesi için temel seviyedeki bazı yapılara, kelime bilgisine, metin kurma becerisine sahip olması gerekir. Bu sebeple, bağımsız yazma görevleri orta ve ileri seviyelere doğru daha çok tercih edilmektedir. Bu seviyelerde de ses ve kelime tamamlama, metinle ilgili sorulara cevap verme, görselden hareketle yazma, kontrollü ve güdümlü yazma gibi kaynak tabanlı yazma görevleri daha çok tercih edilmektedir. Sonuç ve Tartışma Her iki setin A1 ve A2 seviyelerindeki yazma görevleri incelendiğinde kaynak tabanlı yazma görevlerinin daha fazla tercih edildiği, bağımsız yazma görevlerinin daha az tercih edildiği görülmektedir. Her iki kitap seti incelendiğinde yazma görevleri en çok tercih edilenden başlayarak sırayla kaynak tabanlı, dilbilgisi tabanlı ve bağımsız yazma görevleri olarak karşımıza çıkmaktadır. Öğrencilerin temel düzeyde özellikle A1 seviyesinde yapabilecekleri yazma etkinlikleri çok sınırlıdır. Bu düzeylerde öğrencilerin öğrenilen dilbilgisi kalıplarını ve kelimelerin kullanımlarını sergilemelerine yönelik boşluk doldurma, cümle yapılarını öğrenme şeklinde yapılan kontrollü yazma çalışmaları yer almaktadır (Tok, 2013, s. 257). Öğrencilerin dil seviyesi ilerledikçe yazma becerilerinde de farklılaşma ve gelişmeler olacaktır. Böylelikle öğrencilerin bağımsız yazma becerisi de temel seviyeden orta ve ileri seviyeye doğru bir gelişme gösterecektir. Bu durum ders kitaplarında yer verilen yazma görevlerinin tercihinde de karşımıza çıkmaktadır. Çekici’nin (2018, s. 7) yaptığı çalışmada Yedi İklim ve İstanbul Türkçe öğretim setleri yazma görevleri açısından incelenmiş ve karşılaştırılmıştır. Söz konusu çalışmada, Yedi İklim setinde kaynak tabanlı yazma görevlerine ağırlık verildiği açıklanırken İstanbul setinde ise dilbilgisine dayalı yazma görevlerine daha çok yer verildiği ifade edilmektedir. Buna göre çalışmada incelenen Gazi ve Altay Türkçe setlerinin Yedi İklim Türkçe seti ile benzerlik gösterdiği görülmektedir. Kaynaklar Çakır, İ. (2010). Yazma becerisinin kazanılması yabancı dil öğretiminde neden zordur? Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı: 28. Yıl: 2010/1, 165-176. Çekı̇ cı̇ , Y. E. (2018). Türkçenin yabancı dil olarak öğretiminde kullanılan ders kitaplarında yazma görevleri: Yedi İklim ve İstanbul üzerine karşılaştırmalı bir inceleme. Gaziantep Üniversitesi Eğitim Bilimleri Dergisi, 2(1), 1-10 Çetin, D. (2017). Dil becerileri-anlatma (konuşma ve yazma becerileri). Editör: Hayati Develi ve ark., Uygulamalı Türkçenin Yabancı Dil Olarak Öğretimi El Kitabı 1. Cilt, 359-424, İstanbul: Kesit Yayınları. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O411 O K 423 Durmuş, M. (2013). Yabancılara Türkçe öğretimi. (2. Baskı). Ankara: Grafiker Yayınları. Karasar, N. (2007). Bilimsel araştırma yöntemleri. (17.baskı). Ankara: Nobel Yayıncılık Oğuzkan, F. (1993). Eğitim terimleri sözlüğü. Ankara: Emel Matbaacılık. Özbay, M: (2012). Türkçe özel öğretim yöntemleri. Ankara: Öncü Kitap Tiryaki, E. N. (2013). Yabancı dil olarak Türkçe öğretiminde yazma eğitimi. Ana Dili Eğitimi Dergisi, 1(1), 38-44. Tok, M. (2013). Yabancılara Türkçe öğretimi ders kitaplarındaki yazma çalışmalarının değerlendirilmesi. Uşak Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi. 2013/Kış, 6(1), 249-279. Ünsal, G. (2008). Yazma öğretimi, Dil Dergisi, 142. Yıldırım, A., ve Şimşek. H. (2006). Sosyal bilimlerde nitel araştırma yöntemleri. Ankara: Seçkin Yayıncılık. 412 TÜRKÇENİN YABANCI DİL OLARAK ÇEVRİMİÇİ ÖĞRETİMİNE YÖNELİK ÖĞRETİM ELEMANI GÖRÜŞLERİ Yakup ALAN Öz 2019 yılında ortaya çıkan ve tüm dünyayı etkisi altına alan Covid-19, birçok sektörün olumsuz etkiler yaşamasına neden olmuştur. Virüsün geniş kitlelere yayılması veya yayılmasının engellenmeye çalışılması sonucunda süreçten etkilenen faaliyet alanlarından biri de şüphesiz ki eğitim sektörü olmuştur. Virüsün ülkemizde görülmeye başlanmasıyla birlikte uzaktan eğitime geçilmiş ve öğrencilerin eğitim süreçlerinin devam ettirilmesi hedeflenmiştir. Bu süreçte yabancılara Türkçe öğretimi faaliyetleri de çevrimiçi yapılmaya başlanmıştır. Uzaktan yabancılara Türkçe öğretimi faaliyetlerinin öğretmen görüşlerine göre değerlendirilmesi amacıyla hazırlanan bu araştırmada nitel araştırma desenlerinden olgubilim kullanılmıştır. Araştırma Kilis 7 Aralık Üniversitesi Türkçe ve Yabancı Diller Öğretimi Uygulama ve Araştırma Merkezinde çevrimiçi derslere giren 3 öğretim görevlisi ile yürütülmüştür. Çalışmanın verileri araştırmacı tarafından hazırlanan ve uzman görüşü alınarak son hâli verilen yarı yapılandırılmış görüşme formu ile toplanmıştır. Elde edilen veriler üzerinden kodlamalar yapılmış ve veriler içerik analizine tabi tutulmuştur. Öğretim elemanlarından elde edilen görüşlerden hareketle Türkçenin yabancı dil olarak çevrimiçi öğretiminde olumlu ve olumsuz deneyimlerin yaşandığı tespit edilmiştir. Çevrimiçi öğretimin zamandan ve emekten tasarruf sağlaması, kayıtlardan dersi tekrar izleme imkânı vermesi ve zaman-mekân sınırlaması yapmaması gibi olumlu; yazma ve konuşma becerilerinde istenilen sonuca ulaştırmaması, devamsızlık sorunlarına neden olması, sınırlı bir etkileşim imkânı sunması, internet kesintisi nedeniyle kopmaların yaşanması ve sınırlı yöntem-teknik kullanımına olanak tanıması gibi olumsuz özelliklere sahip olduğu tespit edilmiştir. Anahtar Sözcükler: Türkçe öğretimi, Yabancı dil olarak Türkçe, çevrimiçi eğitim, Covid-19, görüş. LECTURER OPINIONS ON THE ONLINE TEACHING OF TURKISH AS A FOREIGN LANGUAGE Abstract Covid-19, which emerged in 2019 and affected the whole world, caused many industries to experience negative effects. Undoubtedly, one of the fields of activity affected by the process as a result of trying to prevent the spread or spread of the virus to large masses was the education sector. With the onset of the virus in our country, distance education was started and it was aimed to continue the education processes of the students. In this process, Turkish teaching activities for foreigners started to be held online. Phenomenology, one of the qualitative research designs, was used in this study, which was prepared in order to evaluate the activities of teaching Turkish to foreigners at a distance according to teachers' opinions. The research was conducted with 3 lecturers who attended online classes at Kilis 7 Aralık University Turkish and Foreign Language Teaching Application and Dr. Öğr. Üyesi, Kilis 7 Aralık Üniversitesi, Muallim Rıfat Eğitim Fakültesi, Türkçe Eğitimi Ana Bilim Dalı, [email protected]  B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 425 413 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM Research Center. The data of the study were collected with a semi-structured interview form prepared by the researcher and given its final form by obtaining expert opinion. Coding was made on the data obtained and the data were subjected to content analysis. Based on the opinions obtained from the instructors, it was determined that there are positive and negative experiences in teaching Turkish as a foreign language online. It is positive that online teaching saves time and effort, allows you to watch the course again from the records, and does not limit time-space; It has been determined that it has negative features such as not reaching the desired result in writing and speaking skills, causing absenteeism problems, providing a limited opportunity for interaction, experiencing interruptions due to internet interruptions and allowing limited method-technique use. Keywords: Teaching Turkish, Turkish as a foreign language, online education, Covid-19, opinion. 1. Giriş Eğitim hakkı, devlet tarafından tüm vatandaşlarına eşit olarak sunulan bir hizmet ve kesintisiz olarak devam ettirilmesi gereken önemli bir süreçtir. Özellikle zorunlu eğitimde, eğitim kurumlarının açılamayacağı yerlerde veya bireylerin eğitim kurumuna gidemeyeceği zamanlarda taşımalı eğitim, yatılı okul gibi farklı yöntemler kullanılabilir (Kahraman, 2020: 45). Bu tür durumlarda kullanılabilecek yöntemlerden biri de uzaktan eğitimdir. İnternet teknolojisinin hayatın vazgeçilmezi hâline geldiği günümüzde, daha önce imkânsız görünen birçok uygulama mümkün hâle gelmiş ve teknoloji, eğitim faaliyetlerinin önemli bir parçası olmuştur. Teknolojik gelişmelere bağlı olarak yürütülen uzaktan eğitim, zaman ve mekân sınırlaması olmadan farklı ortamlarda bulunan öğrenci ve öğretim elemanlarının öğrenme öğretme faaliyetlerini, iletişim teknolojileri ile gerçekleştirdiği bir eğitim sistemidir (İşman, 1998:18). Diğer bir tanımla da uzaktan eğitim; belirli merkezlerden yürütülen, bireylerin bağımsız öğrenmesini amaç edinen ve bireylerin öğrenmesi gereken içeriklerin uzaktan eğitim için tasarlanmış araçlarla bireylere sunulduğu yöntemdir (Banar ve Fırat, 2015: 17). Günümüzde ilkokuldan yükseköğretime kadar eğitimin her kademesinde, uzaktan eğitim ile bireylerin eğitim süreçlerinin devam ettirilmesi mümkün hâle gelmiştir (Enfiyeci ve Büyükalan Filiz, 2019: 21). Uzaktan eğitimin bireylere sunmuş olduğu birçok fayda vardır. Bu faydalardan en önemlisi uzaktan eğitimde bireylerin kendi hızlarına göre öğrenmesidir. Bilgiye hızlı ve kolay ulaşma olanağı sunması, mekân ve zaman sınırlamasının olmaması, ulaşım, barınma, beslenme gibi ek harcama gerektiren durumları ortadan kaldırması da diğer yararlarından bazılarıdır (Çiftçi, 2015: 44; Demir, 2014: 207). Böylece zaman ve mekân sınırı olmadan bilgiye ulaşmayı sağlayan, öğrenme sürecini sınırları çizilmiş duvarların içine hapsetmeyen, bireylerin bağımsız ve esnek öğrenmesine imkân veren uzaktan eğitim (Bakioğlu ve Can, 2014: 16), özellikle eğitim sürecinin sekteye uğramasının önüne geçilmesinde büyük fayda sağlar hâle gelmiştir. Tarihsel süreci incelendiğinde, uzaktan eğitim teriminin ilk olarak Wisconsin Üniversitesi’nin 1892 yılı kataloğunda geçtiği, daha sonra ise bu terimin 1960 ve 1970’lerde Almanya ve Fransa’da kullanıldığı, ayrıca kurumlara isim olarak verildiği görülmektedir (Verduin ve Clark, 1994). Türkiye’de ise uzaktan eğitim çalışmalarının temellerinin Cumhuriyet’in ilk yılarında atıldığı görülmektedir. Bozkurt’a (2017) göre Türkiye’de uzaktan eğitim çalışmalarını dört dönemde incelemek mümkündür: 1. Dönem: Tartışma ve öneriler: Kavramsal (1923-1955) 2. Dönem: Yazışarak: Mektupla (1956-1975) 426 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 414 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU 3. Dönem: Görsel-işitsel araçlarla: Radyo-Televizyon (1976-1995) 4. Dönem: Bilişim tabanlı: İnternet-Web (1996-…) (Bozkurt, 2017: 87-88). Cumhuriyet’in ilk yılarında başlayan uzaktan eğitim faaliyetleri 1982 yılında Anadolu Üniversitesi bünyesinde kurulan Açıköğretim Fakültesiyle gelişimine devam etmiştir. Sonraki süreçte Atatürk ve İstanbul Üniversitelerinin kurmuş olduğu fakülteler de bu gelişim sürecine katkı sağlamıştır. 2019 yılına gelindiğinde ise hafif ve orta derecede şiddetli solunum yolu hastalıkların yanı sıra MERS (Orta Doğu Solunum Sendromu), SARS (Şiddetli Akut Solunum Sendromu) gibi daha ciddi hastalıklara neden olan Koronavirüs (CoV) ailesinden biri olan ve Covid-19 ismi verilen bir virüs ortaya çıkmıştır (Sağlık Bakanlığı, 2020). Aralık 2019’da görülen ve tüm dünyayı etkisi altına alan Covid-19 ile uzaktan eğitim süreci farklı bir boyut kazanmıştır. Virüsün ülkemizde de görülmeye başlanmasıyla birlikte önce Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı, Koronavirüs Hastalığına (Covid-19) karşı alınacak tedbirlerin görüşüldüğü toplantıda alınan karar gereğince ülkemizdeki bütün yükseköğretim kurumlarında 16 Mart 2020 tarihinden itibaren 3 hafta süreyle eğitime ara verilmesine karar vermiştir (YÖK, 2020). Daha sonra da Yine YÖK tarafından 23 Mart Pazartesi günü uzaktan eğitim kapasitesine sahip olan bütün üniversitelerimizde dijital imkânlar ile uzaktan öğretim süreci başlamasına karar verilmiştir. Alınan kararlar neticesinde üniversitelerde uzaktan eğitime geçilmiş ve öğrencilerin eğitim süreçlerinin devam ettirilmesi hedeflenmiştir. Bu süreçte yabancılara Türkçe öğretimi faaliyetleri de çevrimiçi yapılmaya başlanmıştır. Türkçe öğretim merkezlerinde başlayan uzaktan eğitimler üniversitelerin sahip olduğu imkanlar neticesinde yürütülmeye başlanmıştır. Bu süreçte üniversitelerin sahip olduğu donanımlar (internet alt yapısı, kullanılan uzaktan eğitim sistemi vs.), öğretim elemanlarının uzaktan eğitimle ilgili donanımları ve öğrencilerin donanımları (bilgisayar, tablet, internet vs.) süreçte oldukça önemli roller üstlenmişlerdir. Öğrencilerin Türkçe öğrenme faaliyetlerinin sekteye uğramaması için ivedi bir şekilde geçilen çevrimiçi eğitim süreci hem öğretim elemanları hem de öğrenciler için çeşitli kolaylıklar ve sorunlar ortaya çıkarmıştır. 1.1. Çalışmanın Amacı Türkçenin yabancı dil olarak çevrimiçi öğretimine yönelik öğretim elemanı görüşlerinin alınması amacıyla hazırlanan bu araştırmada aşağıdaki sorulara cevap aranmıştır: 1. Çevrimiçi Türkçe öğretiminin öğretim elemanlarına sağladığı yararlar nelerdir? 2. Çevrimiçi Türkçe öğretimi faaliyetleri, öğretim elemanlarının hangi sorunları yaşamasına neden olmuştur? 3. Çevrimiçi Türkçe öğretiminin öğrencilere sağladığı yararlar nelerdir? 4. Çevrimiçi Türkçe öğretimi faaliyetleri, öğrencilerin hangi sorunları yaşamasına neden olmuştur? 2. Yöntem 2.1. Araştırmanın Modeli Türkçenin yabancı dil olarak çevrimiçi öğretimine yönelik öğretim elemanı görüşlerinin alındığı bu çalışmada, nitel araştırma yöntemlerinden olgubilim kullanılmıştır. “Olgubilim çalışmalarında veri kaynakları, çalışmanın odaklandığı olguyu yaşayan ve bunları dışa B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O415 O K 427 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM vurabilecek bireyler ya da gruplardır. Olgulara yönelik yaşantıları ve anlamları belirleyebilmek amacıyla görüşmeler yapılır.” (Yıldırım ve Şimşek, 2016, s. 22). 2.2. Araştırma Grubu Araştırma, Kilis 7 Aralık Üniversitesi Türkçe ve Yabancı Diller Öğretimi Uygulama ve Araştırma Merkezinde çevrimiçi derslere katılan 3 öğretim görevlisiyle yürütülmüştür. Örneklemin seçiminde kolay ulaşılabilir durum örneklemesi kullanılmıştır. Bu örnekleme yönteminde araştırmacı yakın olan ve erişilmesi kolay olan bir durumu seçer. Böylece araştırmaya hız ve pratiklik kazandırılmış olur (Yıldırım ve Şimşek, 2016, s. 123). Araştırma kapsamında görüşü alınan öğretim elemanlarının daha önceden uzaktan eğitimle ilgili bir tecrübeleri yoktur. 2.3. Veri Toplama Araçları Araştırmada, öğretim elemanlarının çevrimiçi yabancılara Türkçe öğretimi faaliyetlerine yönelik görüşlerini almak amacıyla araştırmacı tarafından yarı yapılandırılmış görüşme formu hazırlanmıştır. Görüşmeler aracılığıyla görüşülen kişilerin anlam dünyaları, duyguları ve düşüncelerine yönelik veriler elde edilerek daha derin bilgiler edinilir (Kuş, 2012). Uzman görüşü alınarak son hâli verilen görüşme formu araştırmacılara uygulanmış ve görüşleri alınmıştır. 2.4. Verilerin Analizi Öğretim elemanları tarafından doldurulan yarı yapılandırılmış görüşme formu üzerinde kodlamalar yapılmış ve veriler içerik analizine tabi tutulmuştur. “İçerik analizinde asıl amaç, elde edilen verilerin açıklanabilmesini sağlayacak kavram ve ilişkilere ulaşmaktır. İçerik analizinde veriler, derinlemesine bir işleme tabi tutulur.” (Yıldırım ve Şimşek, 2016, s. 242). 3. Bulgular Araştırmanın bu bölümünde, çevrimiçi yabancılara Türkçe öğretimi faaliyetlerinin değerlendirilmesine yönelik öğretim elamanlarının görüşlerine ilişkin veriler sunulmuştur. Öğretim elemanlarından elde edilen görüşlerden hareketle veriler yorumlanmış ve bu görüşlerden bazıları verilmiştir. Öğretim elemanlarından elde edilen veriler çevrimiçi yabancılara Türkçe öğretimi faaliyetlerinin “öğretim elemanlarına sağladığı yararlar”, “öğrencilere sağladığı yararlar”, “öğretim elemanları açısından ortaya çıkardığı sorunlar” ve “öğrenciler açısından ortaya çıkardığı sorunlar” başlıkları altında sunulmuştur. Çevrimiçi yabancılara Türkçe öğretimi faaliyetlerinin öğretim elemanlarına sağladığı yararlara ilişkin veriler Tablo 1’de sunulmuştur. Tablo 1: Çevrimiçi Yabancılara Türkçe Öğretiminin Öğretim Elemanlarına Sağladığı Yararlar Enerji tasarrufu sağlaması Zamandan tasarruf sağlaması Materyal paylaşımında kolaylık sağlaması Materyallere ulaşımda kolaylık sağlaması Örneklere anında ulaşma kolaylığı sağlaması İnteraktif uygulamaları kullanma imkânı vermesi Mekânın olumsuz etkilerinden uzak olması Öğretim elemanlarından elde edilen veriler neticesinde çevrimiçi öğretim faaliyetlerinin öğretim elemanları açısından sağladığı önemli yararlardan birinin “enerji tasarrufu sağlaması” olduğu görülmektedir. Öğretim elemanlarına göre öğreticinin sınıf ortamında sürekli ayakta durması, sınıfta hareket hâlinde olması veya tahtayı kullanması enerji harcamasına neden 428 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 416 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU olmaktadır. Ancak çevrimiçi Türkçe öğretimi faaliyetleri bu durumun önüne geçmektedir ve öğretim elemanının daha az enerji harcayarak dersi anlatmasına olanak vermektedir. Bununla ilgili görüşlerden biri şöyledir: Uzaktan öğretim sırasında öğretmen, sınıftaki ders anlatımına kıyasla daha az enerji harcayarak dersini anlatabilmektedir. Sınıfta tahtaya örnek yazma, tahtayı silme, sürekli ayakta ve hareket hâlinde olma gibi enerji tüketen eylemlere ihtiyaç duymadan oturduğu yerden dersini anlatabilmektedir. Öğretim elemanının normal süreç içinde sınıfta harcayacağı enerjinin farklı yerlerde değerlendirilmesi imkânı çevrimiçi öğretim faaliyetleriyle mümkün olabilmektedir. Öğretici, enerjisini öğrencilere farklı açılardan fayda sağlayabilecek alternatiflere yönlendirebilir. Örneğin; materyal hazırlama veya etkinlik oluşturma amacıyla enerjisini kullanabilir. Böylece sürecin daha etkili olmasını sağlayabilir. Çevrimiçi Türkçe öğretiminin öğretim elemanlarına sağlamış olduğu bir diğer faydanın da “zamandan tasarruf sağlama” olduğu görülmektedir. Bununla ilgili bir görüş şöyledir: Dijital ortamdaki ders materyaline anında ulaşılması gibi olanaklar zamanın verimli kullanılmasını da sağlamaktadır. Yüz yüze derste araya giren ders dışı konuşma, bekleme gibi durumlar yaşanmadan öğretmen zamanını tamamen öğretimi gerçekleştirmeye harcar. Bu durum, yani öğretimin dışına çıkmama, sürekli motive edilmek isteyen ilköğretim ve ortaöğretim öğrencileri için sorun olabilir. Ancak kendi isteğiyle öğretime katılan yetişkinler için sorun teşkil etmeyecektir. Öğretim elemanının sunmuş olduğu görüş incelendiğinde, çevrimiçi öğretim faaliyetlerinde sadece derse odaklanılması, ders dışı unsurların devreye girmemesi veya materyallere anında ulaşılması ve bunların paylaşılması zamanın daha iyi kullanılmasını sağlamaktadır. Yüz yüze derslerde daha çok görülen zaman kaybı böylelikle ortadan kaldırılmış olur ve öğrenciler için faydalı olabilecek daha fazla örnek veya etkinlik ders ortamına dahil edilebilir. Çevrimiçi Türkçe öğretimi faaliyetlerinin öğretim elemanlarına sağladığı diğer üç yarar ise “materyallere ulaşımda kolaylık sağlama”, “örneklere anında ulaşma kolaylığı sağlama” ve “interaktif uygulamaları kullanma imkânı verme” olarak karşımıza çıkmaktadır. Çevrimiçi öğretimde bilgisayar ve internetin kullanılması bu yararların ortaya çıkmasındaki en önemli unsurdur. Öğretim elemanı, öğrencilerle paylaşmak istediği materyal ya da etkinliklere anında ulaşma ve bunları ek maliyet olmadan paylaşma imkânı elde eder. Bununla ilgili öğretim elemanı görüşlerinden biri şu şekildedir: Yüz yüze derste öğretmenin aklına dersle ilgili bir örnek gelmediğinde, kitaptan ya da internetten bakmaya çekinebilir veya bunlara bakıp bulması oldukça fazla zaman alabilir. Ancak uzaktan eğitimde, internet öğretmenin hemen elinin altında olacağından ve onun neye baktığını öğrenci görmeyeceğinden rahat bir şekilde bakılabilir. Çekinme durumu olmasa bile çok kısa sürede onlarca örnek veya materyale ulaşabilir. Bu durum ayrıca zamandan tasarruf da sağlamış olur. Bu durumun da öğretmene rahatlık sağladığı söylenebilir. Ders kitabı tüm öğretim faaliyetlerinde olduğu gibi yabancılara Türkçe öğretiminde de en temel araçlardan biridir. Ancak çoğu zaman öğreticiler ek kaynağa ihtiyaç duymaktadır. Ders kitaplarının yetersiz olması, etkinlik veya örneklerin seviyeye uygun olmaması, etkinliklerin yetersiz olması vs. bu durumun nedenlerinden bazıları olarak sayılabilir. Ders esnasında ders kitabındaki eksiklikleri hisseden öğreticinin ise farklı kaynaklara ulaşma imkânı oldukça kısıtlıdır. Ancak öğretim elemanının görüşünde de yer aldığı gibi çevrimiçi öğretimde bu B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O417 O K 429 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM sınırlama ortadan kaldırılabilir. Bilgisayardaki materyaller/örnekler veya internetteki materyaller/örnekler öğrencilerle anında paylaşılabilir. Benzer şekilde sınıfta uygulama imkânı olmayan interaktif uygulamalar/oyunlar da öğrencilerin hizmetine sunulabilir. Özellikle anlatılan konuyu pekiştirmesi ve kalıcı öğrenmelerin sağlanması amacıyla kullanılabilecek bu tür uygulamalar ile hem öğrencilerin ders sürecinden zevk almaları sağlanabilir hem de bu uygulamaların kullanılma amaçlarına ulaşılabilir. Çevrimiçi Türkçe öğretimi faaliyetlerinin öğretim elemanlarına sağlamış olduğu son yarar ise “mekânın olumsuz etkilerinden uzak olma” olarak karşımıza çıkmaktadır. Öğretim elemanlarından birinin bununla ilgili görüşü şöyledir: Sınıfların fiziki durumları veya bölgenin iklim özellikleri yüz yüze eğitimi çok etkilemektedir. Sınıfların büyük ya da küçük olması, sıraların uzun süre oturunca rahatsız etmesi, aydınlatmanın yetersiz olması gibi nedenler ders sürecini olumsuz etkileyebiliyor. Aynı şekilde iklim özellikleri de çok etkili. Havaların sıcak olması veya soğuk olması, sınıfların çok fazla güneş alması veya çok az güneş alması da derslerin olumsuz etkilenmesine neden olabilir. Örneğin Kilis’in çok sıcak olması sınıfların da sıcak olmasına neden oluyor. Klima olan sınıflarda bu olumsuz etki kısmen de olsa giderilebiliyor ama klima yoksa sıcaktan ders işlenmiyor. Fakat online eğitimde bu olumsuz etkilerin hiçbiri olmuyor. Öğrenci kendi istediği yerde derse katılabiliyor. Kendi rahat ortamını kendisi sağlayabiliyor. Yüz yüze yapılan eğitimlerde ders ortamının öğretim sürecine birçok etkisi vardır. Bu etkiler olumlu olabileceği gibi olumsuz da olabilir. Öğretim elemanı da görüşünde sınıf ortamının olumsuz etkilerine değinmiş ve çevrimiçi öğretim faaliyetleriyle bu olumsuzlukların ortadan kaldırılabileceğinden bahsetmiştir. Çevrimiçi yabancılara Türkçe öğretim faaliyetlerinde ortaya çıkan bir diğer durum da bu faaliyetlerin öğrencilere sağladığı yararlardır. Bu yararlar Tablo 2’de sunulmuştur: Tablo 2: Çevrimiçi Yabancılara Türkçe Öğretiminin Öğrencilere Sağladığı Yararlar Zaman mekân sınırlaması olmaması Kayda alınan dersleri tekrar izleme imkânı vermesi Ekonomik olması Öğrencilerin çekinmeden derse katılmalarını sağlaması Zaman kaybını önlemesi Çevrimiçi yabancılara Türkçe öğretimi faaliyetlerinin öğrencilere sunmuş olduğu yararlar incelendiğinde, öğretim elemanlarının görüşüne göre en önemli yararların zaman ve mekân sınırlaması olmadan öğrencilerin istediği yer veya zamanda derslere katılabilmesi ve dersleri tekrar izleyebilmesi/dinleyebilmesi olduğu görülmektedir. Bu durumlarla ilgili, öğretim elemanlarının görüşlerinden bazıları şu şekildedir: Online eğitim öğrencilere özellikle yer konusunda çok büyük avantaj sağlıyor. Öğrenciler okula gelmek zorunda olmadıkları için istedikleri yerden derse katılabiliyor. Ailevi nedenlerden dolayı farklı bir şehre gitmek zorunda olan bir öğrenci oradan da derse katılabiliyor. En büyük avantajı bu zaten. İstediğin yerde eğitim imkanına ulaşabilmek. Öğrenciler anlatılan derslerin kaydedilmesinden dolayı işlenen dersi daha sonra istediği kadar izleyebilmektedir. Her iki görüş de incelendiğinde, çevrimiçi öğretim faaliyetlerinde zaman ve mekân sınırlaması olmamasına yönelik olumlu etkilerden bahsedildiği görülmektedir. Öğretim elemanlarına göre öğrencinin okula gelmek zorunda kalmaması önemli bir unsurdur. Çünkü öğrenci farklı nedenlerden dolayı okula gelemeyebilir ve yüz yüze eğitimde böyle bir durum 430 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 418 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU yaşandığında o dersleri kaçırmış olacaktır. Fakat eğitimin çevrimiçi olması öğrencinin gittiği her yerden derslere katılabilmesine olanak tanımaktadır. Ayrıca derslerin kaydedilmesi ve öğrencilerin sonradan istedikleri kadar bu dersleri izleyebilmeleri de önemli görülmektedir. Derse katılamayan veya katılsa bile konuları anlayamayan öğrenciler bu kayıtlar sayesinde dersleri tekrar tekrar izleme imkanına sahiptirler. Çevrimiçi yabancılara Türkçe öğretiminin öğrencilere sunmuş olduğu bir diğer yarar da ekonomikliktir. Öğretim elemanlarına göre yol, yemek, çay, kahve gibi para gerektiren unsurların devre dışı bırakılmasıyla bu yarar ortaya çıkmaktadır. Öğretim elemanlarından birinin bununla ilgili görüşü şu şekildedir: Öğrencilerin çoğu şehir içi ulaşım araçlarını kullanarak Tömer’e geliyor. Böylece günde en az 5 lira ulaşıma harcamış oluyorlar. Bazıları parası olmadığı için yürümek zorunda kalıyor. Ayrıca öğlen yemeği de yemek zorundalar. Teneffüslerde içilen çay veya kahve paraları da hesaplanınca günde en az bunlara 15-20 lira harcıyorlar. Ama evde ders yapıldığında bu paranın çok büyük kısmı ceplerinde kalıyor. Öğretim elemanı görüşünde, öğrencilerin yüz yüze eğitimde harcayacakları paranın büyük kısmının çevrimiçi öğretim faaliyetlerinde harcanmadığından bahsetmektedir. Öğrenciler için bir eğitim faaliyetinin ekonomik olması en önemli unsurlardan biridir demek yanlış olmayacaktır. Özellikle yurt dışından (Somali vb.) gelmiş olan veya yurt içinde yaşayan ama maddi yönden geniş imkanlara sahip olmayan (Suriyeli) öğrenciler için harcayacakları her miktar önemlidir. Çevrimiçi öğretim faaliyetleri ise bu öğrenciler için bu açıdan önemli bir katkı sunmaktadır. Çevrimiçi öğretim faaliyetlerinin sunmuş olduğu bir diğer yarar da öğrencilerin çekinmeden derse katılmalarını sağlamasıdır. Bununla ilgili görüşlerden biri şu şekildedir: Sınıf ortamında soru sormaktan ya da örnek vermekten çekinen öğrenciler uzaktan öğretimde derse katılım sağlayabilmektedir. Eğitim faaliyetlerinde öğrencilerin anlamadıkları yerlerle ilgili soru sormaları veya konu hakkında yorum yapmaları/örnek vermeleri beklenen bir durumdur. Ancak bazı öğrencilerin (özellikle Suriyeli kadın öğrenciler) çekindikleri için konuşmaktan kaçtıkları görülmektedir. Bu öğrenciler konuyu anlamasa bile soru soramadıkları için eksik/yanlış öğrenmeler gerçekleştirmektedir. Fakat çevrimiçi eğitimde öğrencilere yazarak soru sorma imkanının verilmesi ile bu tür öğrencilerin de ders sürecine katılabildikleri öğretim elemanı tarafından dile getirilmiştir. Çevrimiçi öğretim faaliyetlerinin öğrencilere sağladığı son katkı da zaman kaybını önlemesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Öğretim elemanlarına göre öğrenciler özellikle ulaşım için harcadıkları sürenin ortadan kaldırılması ile bu yarardan faydalanmaktadırlar. Bununla ilgili görüşlerden biri şöyledir: Öğrenciler derse gelebilmek, ders bitiminde eve gidebilmek için yaklaşık bir saatlerini harcıyorlar. Ayrıca özellikle dersten sonra arkadaşlarıyla biraz takıldıklarında bu süre çok daha fazla olabiliyor. Bir de sınıfta derslerde konu dışı çok fazla şey devreye girebiliyor. 40 dakikalık dersin belki 20 dakikası verimli geçiyor. Ama online eğitimde bu zaman kaybının önüne geçilebiliyor. Öğrencilerin ulaşım için zaman harcamaları, derslerden sonra arkadaşlarıyla bir yerlere gitmeleri veya derslerde konu dışı konuşmaların olması öğretim elemanlarına göre önemli bir zamanın kaybına neden olmaktadır. Telafisi olamayacak veya zor olacak bu kayıp, çevrimiçi öğretim aracılığıyla ortadan kaldırılabilmektedir. Çevrimiçi yabancılar Türkçe öğretim faaliyetleri hem öğretim elemanları hem de öğrenciler için sadece olumlu katkılar sunmamaktadır. Öğretim elemanlarının görüşleri B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O419 O K 431 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM incelendiğinde bazı sorunların da ortaya çıktığı görülmektedir. Çevrimiçi öğretim faaliyetlerinin öğretim elemanları açısından ortaya çıkardığı sorunlar Tablo 3’te sunulmuştur: Tablo 3: Çevrimiçi Yabancılara Türkçe Öğretimi Faaliyetlerinin Öğretim Elemanları Açısından Ortaya Çıkardığı Sorunlar Dijital okuryazarlığın olmaması Sınırlı yöntem-teknik kullanımı Öğrenci kontrolünün zayıf olması Basılı materyallerin paylaşılamaması Teknolojik alt yapı eksikliği Dönüt düzeltme imkanının sınırlı olması Sınırlı iletişim imkânı olması Etkileşimin zayıf olması Yetersizlik hissi uyandırması Öğretim elemanlarından alınan çevrimiçi yabancılara Türkçe öğretimiyle ilgili görüşler incelendiğinde; çevrimiçi öğretim faaliyetlerinin öğretim elemanlarına sunduğu yararlardan daha fazla soruna neden olduğu görülmektedir. Bu faaliyetlerle ortaya çıkan sorunlardan biri öğreticilerin dijital okuryazarlığının olmaması olarak ifade edilmiştir. Çevrimiçi öğretim faaliyetlerinin bilişim teknolojilerine hakimiyet gerektirmesi ve özellikle de yaşı ilerlemiş öğretim elemanlarının bilişim teknolojileri konusunda zayıf kalmaları bu durumun ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Bu hususta görüş bildiren öğretim elemanlarından biri şunları söylemiştir: Sadece bilgisayar kullanabilmek uzaktan eğitim için yeterli değildir. Ders anlatımı için kullanılan programı ve bilgisayardaki diğer donanımları da bilmek gerekmektedir. Ekran nasıl paylaşılır, dosya nasıl paylaşılır, interaktif uygulamalar nasıl kullanılır öğretmen bunları bilmiyorsa oldukça zorlanacaktır. Sadece kamerayı açıp karşısında ders anlatacaktır. Ayrıca kullanılan uzaktan eğitim sisteminin özelliklerini de iyi bilmek gerekir. Mesela bir öğretmenin dersinde öğrenciler sürekli birbirlerini dersten atıyor. Öğretmen sistemi kullanmayı bilmediğinden hepsini yönetici yapmış ve öğrenciler istedikleri gibi hareket edebiliyorlar. Maalesef öğretmenlerin bu konuda büyük eksikleri var. Çevrimiçi öğretim faaliyetleriyle ortaya çıkan bir diğer sorun da çevrimiçi öğretimin sınırlı yöntem ve teknik kullanımına neden olmasıdır. Özellikle uygulama gerektiren yöntem/teknikler bu araçlarla mümkün olmamaktadır. Öğreticiler genellikle sunuş stratejisi ve anlatım yöntemiyle derslerini işlemek zorunda kalmaktadırlar. Bu durum da öğrencilerin derslerden sıkılmalarına ve süreçten kopmalarına neden olabilmektedir. Bununla ilgili görüşlerden biri şu şekildedir: Yüz yüze öğretimde çok sayıda materyal kullanılabilirken ve birçok öğretim tekniğini sınıfta uygulamak mümkünken uzaktan eğitimde anlatım yöntemi esas alınmakta, öğretmen kullanmak istediği teknikleri kullanamamaktadır. Çevrimiçi yabancılara Türkçe öğretimi faaliyetleriyle ortaya çıkan diğer iki sorun da sınırlı iletişim imkânı tanıması ve etkileşimin zayıf olmasıdır. Uzaktan eğitim için kullanılan sistemlerde genellikle kamerası ve mikrofonu açık olan tek kişi öğretici olmaktadır. Öğrencilerin hem kameralarının hem de mikrofonlarının kapalı olması onların sadece yazarak iletişime geçmesine neden olmakta bu da zayıf bir iletişim ve etkileşim ortaya çıkarmaktadır. Öğrencilerin kamera ve mikrofonlarının açılması da farklı sorunları ortaya çıkarmaktadır. Ya 432 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 420 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU sistemin yavaşlamasına ve donmalara/kopmalara neden olmakta ya da çok gürültülü ve söylenen hiçbir şeyin anlaşılmadığı bir ortam oluşturmaktadır. Bunlarla ilgili görüşlerden bazıları şöyledir: Seslerin birbirine karışmaması, dış seslerin ders ortamına girmemesi gibi nedenlerden dolayı öğretmenin mikrofonunun haricindeki mikrofonlar kapalı tutulmaktadır. Bu durum karşısında sadece kendi sesini duyan öğretmen bazen kendi kendine anlatıyormuş hissine kapılabilmekte ve yeterli iletişimi kuramamaktadır. Öğrenciler sadece yazarak derse katıldıkları için onlarla doğru dürüst iletişim kuramıyoruz. İletişim zayıf olduğu için de öğrenci bizi anlıyor mu anlamıyor mu bilemiyoruz. Hatta dinleyip dinlemediğinden bile haberimiz olmuyor. Öğretim elemanlarına göre çevrimiçi yabancılara Türkçe öğretimi faaliyetleriyle ortaya çıkan diğer sorunları da “öğrenci kontrolünün zayıf olması”, “basılı materyallerin paylaşılamaması”, “teknolojik alt yapı eksikliği”, “dönüt düzeltme imkanının sınırlı olması” ve “yetersizlik hissi uyandırması” şeklinde sıralamak mümkündür. Çevrimiçi yabancılara Türkçe öğretimi çalışmalarının öğrenciler açısından da ortaya çıkardığı bazı sorunlar vardır. Bu sorunlar Tablo 4’te sunulmuştur: Tablo 4: Çevrimiçi Yabancılara Türkçe Öğretimi Faaliyetlerinin Öğrenciler Açısından Ortaya Çıkardığı Sorunlar Pasif konumda olma Teknolojik donanım eksikliği Dijital okuryazarlığın olmaması Sosyal bir öğrenme ortamı sunmaması Devamsızlık sorunları İletişim eksikliği Etkileşim eksikliği Dikkatin çok çabuk dağılması Motivasyon sorunlarının ortaya çıkması Uygulama gerektiren etkinliklerin yapılamaması Dil becerilerini kullanamama Çevrimiçi öğretim faaliyetleriyle birlikte öğrenciler açısından ortaya çıkan sorunlara bakıldığında, bazı sorunların öğretim elemanlarının sorunlarıyla aynı olduğu görülmektedir. Öğretim elamanlarının yaşamış oldukları dijital okuryazarlığın olmaması, iletişim eksikliği ve etkileşim eksikliği sorunlarını öğrencilerin de yaşadığı görülmektedir. Bu sorunların ortak olması beklenen bir durumdur. Çünkü iletişim de etkileşim de karşılıklıdır. Öğretici bunlarda sorun yaşıyorsa öğrencinin yaşaması da kaçınılmazdır. Öğrencilerin yaşadıkları sorunlardan biri de pasif konumda kalmalarıdır. Mikrofon ve kameranın kapalı olması ve sadece yazarak derse katılabilmeleri öğrencilerin pasif kalmalarına neden olmaktadır. Bununla ilgili görüşlerden biri şöyledir: Öğrenci aktif olarak derse katılamamaktadır. Sadece bir dinleyen olarak pasif duruma düşmektedir. Yabancılara Türkçe öğretiminin temel amaçlarından biri, öğrencilerin kendilerini yazılı ve sözlü olarak Türkçe ifade edebilmelerini ve karşıdakini anlayabilmelerini sağlamaktır. Bunun gerçekleşebilmesi için de tüm dil becerilerinin eksiksiz bir şekilde öğrenciye kazandırılması gerekmektedir. Ancak çevrimiçi öğretim faaliyetleriyle ortaya çıkan “dil becerilerini tam olarak kullanamama” ve “uygulama gerektiren etkinliklerin yapılamaması” sorunları bu temel amaca ulaşmayı zorlaştırmaktadır. Özellikle yazma ve konuşma becerilerinde ortaya çıkan bu sorunlar, B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O421 O K 433 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM öğrencilerin bu iki beceride gelişmelerini önlemektedir. Bu durumla ilgili görüşlerden biri şöyledir: Özellikle dil öğretiminde kimi durumlarda öğrencinin de aktif olarak kullanılması gerekir. Ancak bu uzaktan eğitimde mümkün değildir. Canlandırmanın kullanılamaması, öğretmenin öğretim alanını daraltmaktadır. Ayrıca konuşma etkinliklerinde öğrencilerle istenilen şekilde çalışma yapılamıyor. Bu da öğrencilerin konuşma becerisinde gelişmelerinin önüne geçmektedir. Yazma becerisinde ise öğrencilere ödev vererek etkinlik yapmaya çalışıyoruz. Çünkü ders esnasında yazı yazdırmak çok zor oluyor. İster ders esnasında olsun ister ödev olsun öğrenciler çalışma esnasında öğretmen tarafından kontrol edilmedikleri için başka yerlerden bakarak yazıyorlar. Bu durumda öğrencinin yazmasının gelişmesi ne kadar beklenebilir? Çevrimiçi yabancılara Türkçe öğretimi faaliyetleriyle öğrenciler açısından ortaya çıkan diğer sorunları da “teknolojik donanım eksikliği”, “sosyal bir öğrenme ortamı sunmaması”, “devamsızlık sorunları”, “dikkatin çok çabuk dağılması”, “motivasyon sorunlarının ortaya çıkması” olarak sıralamak mümkündür. Sonuç Öğretim elemanlarının çevrimiçi yabancılara Türkçe öğretimi faaliyetlerine yönelik görüşleri incelendiğinde, çevrimiçi öğretim faaliyetlerinin hem öğrenci hem de öğretim elemanları açısından çeşitli olumlu nitelikler barındırdığı ancak bununla birlikte bazı sorunların da yaşanmasına neden olduğu tespit edilmiştir. Çevrimiçi öğretim faaliyetlerinin sunmuş olduğu emekten ve zamandan tasarruf, mekânın olumsuz etkilerinin devreden çıkarılması, ekonomik olması, materyal paylaşımında kolaylık sağlaması gibi özellikler aslında yüz yüze eğitim faaliyetlerinde de ulaşılabilecek imkanlardır. Ancak öğretim elemanının yeteri dönüt alamaması, öğrencinin ders sırasındaki durumunu gözlemleyememesi, kullanması gereken öğretim yöntem ve tekniklerini kullanamaması, sınırlı iletişim ve etkileşim imkânı olması, dil becerilerinin tam anlamıyla kullanılmasına olanak tanımaması gibi durumlar, öğretimin verimini düşürmektedir. Bu durumda yabancılara Türkçe öğretimi faaliyetlerinin temel amacı olan “bireylerin kendilerini Türkçe kullanarak tam ve doğru bir şekilde ifade edebilmeleri” hedefine ulaşmak mümkün olmayacaktır. Uzaktan öğretimin zorunlu durumlarda bir alternatif olarak kullanılması gerekebilir ancak yüz yüze öğretimin yerini tutamayacağı da unutulmamalıdır. Kaynaklar Bakioğlu, A. ve Can, E (2014). Uzaktan eğitimde kalite ve akreditasyon. Ankara: Vize Yayıncılık. Banar, K. ve Fırat, M. (2015). Bütüncül bir bakıştan açık ve uzaktan eğitim: Türkiye özeli. Yeğitek Uzaktan Eğitim Özel Sayısı (18-23). Ankara: MEB Yenilik ve Eğitim Teknolojileri Genel Müdürlüğü. Bozkurt, A. (2017). Türkiye'de uzaktan eğitimin dünü, bugünü ve yarını. Açık Öğretim Uygulamaları ve Araştırmaları Dergisi, 3(2), 85-124. Çiftçi, A. (2015). Örgün eğitim-öğretim ile yaygın eğitim-öğretim ikilemi üzerine. Yeğitek Uzaktan Eğitim Özel Sayısı (ss, 42-45). Ankara: MEB Yenilik ve Eğitim Teknolojileri Genel Müdürlüğü. 434 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 422 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU Demir, E. (2014). Uzaktan eğitime genel bir bakış. Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 39, 203-212. Enfiyeci,T.ve Büyükalan Filiz, S. (2019). Uzaktan eğitim yüksek lisans öğrencilerinin topluluk hissinin çeşitli değişkenler açısından incelenmesi. TÜBAV Bilim Dergisi, 12(1), 20-32. İşman, A. (1998). Uzaktan eğitim. Sakarya: Değişim Yayınları. Kahraman, M. (2020). COVID-19 salgınının uygulamalı derslere etkisi ve bu derslerin uzaktan eğitimle yürütülmesi: temel tasarım dersi örneği. Medeniyet Sanat Dergisi, 6(1), 44-56. DOI: 10.46641/medeniyetsanat.741737 Kuş, E. (2012). Nicel-nitel araştırma teknikleri (4. bs.). Ankara: Anı Yayıncılık. Özyürek, A., Begde, Z., Yavuz, N., ve Özkan, İ. (2016). Uzaktan eğitim uygulamasının öğrenci bakış açısına göre değerlendirilmesi. Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 6(2), 595-605 Sağlık Bakanlığı (2020). Koronavirüs. https://covid19.saglik.gov.tr/TR-66439/c.html adresinden edinilmiştir. Verduin, J. R. ve Clark, Jr. T. A. (1994) Uzaktan eğitim: etkin uygulama esasları (çev. İ. Maviş), Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Basımevi. Yıldırım, A. ve Şimşek, H. (2016). Sosyal bilimlerde nitel araştırma yöntemleri (10. bs.). Ankara: Seçkin Yayıncılık. YÖK (2020). Koronavirüs (Covıd-19) Bilgilendirme Notu: https://www.yok.gov.tr/Sayfalar/Haberler/2020/coronavirus_bilgilendirme_1.aspx adresinden edinilmiştir. 1. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O423 O K 435 TÜRKÇE ÖĞRETİMİNE SÖYLEM ÇÖZÜMLEMESİ AÇISINDAN BİR BAKIŞ Meltem Merve KONU Öz Dil öğretiminde/öğreniminde her zaman önemli bir yeri olan edebi metinler bireyin başarılı bir iletişim kurabilmesi için gerekli olan temel becerilerin geliştirilmesi amacıyla üzerine farklı etkinlikler hazırlanarak ders kitaplarında kullanılagelmiştir. Bu kullanmalık metinlerde yazar ve şairler dili bireyselleştirerek kendi söylemlerini oluşturmaktadırlar. F. de Saussure’ün dil-söz karşıtlığı içerisinde söz (parole) diğer bir deyişle bireydil (idiolect) kullanımına dayanan özgün anlatım biçemleri edebi metinlerde çokça tercih edilmektedir ve buradaki örtük anlamları açığa çıkarmak vericinin derin yapıda kodladığı dilsel göstergeleri belirli zihinsel aşamalardan geçerek bağlam bağımlı bir çözümlemeyi gerektirmektedir. Bu anlamlandırma sürecinde sözce/tümce kadar sözceleme durumu da önemlidir. Verici sözcük birimlerini duygu ve düşüncelerini en iyi yansıtacak olanlar arasından seçerken söz dizimini de amacına uygun olarak bu doğrultuda oluşturmakta, daha çok dikkat çekmek istediği ögeleri tümceye buna uygun biçimde yerleştirmektedir. Dil öğretiminde/öğreniminde de öğreticinin/öğrenicinin bu noktaları bilerek dile buna göre yaklaşması hedef dilde yetkinliğin daha üst düzeyde sağlanması adına önem arz etmektedir. “Söylem çözümlemesi” bilgi aktarımında ve alımlamasında bu tür etmenlerin de göz önünde bulundurulup değerlendirilerek ilgili bütüncenin anlamlandırılması gerektiğini savunan ve bunun üzerine çalışmalar yapılan bir alandır. Dil öğretiminin/öğreniminin temel amacı duygu ve düşünceleri etkili bir şekilde ifade ederek başarılı bir iletişim edimi gerçekleştirmek olduğu için dil öğretiminde/öğreniminde söylem çözümlemesi göz ardı edilmemesi ve yapılacak etkinliklere dahil edilerek verilerinden yararlanılması gereken bir alandır. Bu çalışma ile Türkçe öğretiminde/öğreniminde temel becerilerin kazandırılmasında söylem çözümlemesi alanından nasıl yararlanıldığına dair farkındalık oluşturulmak amaçlanmıştır. Bu amaç doğrultusunda nitel araştırma yöntemlerinden betimsel analiz kullanılarak çalışmada Anıttepe Yayıncılık’a ait 5. Sınıf Türkçe ders kitabındaki “Yaşama Sevinci(Muzaffer İZGÜ)” adlı kısa öykü ve etkinlikleri örnekleminde yer alan söylemlerdeki sözceleme öznesinin seçimleri irdelenerek sözce kişilerinin amaçları, alıcıda ulaşmak istediği etkiler, iletilmek istenen duygular/düşünceler ve tüm bu durumların dil kullanımı ile nasıl sağlandığı yorumlanarak söylem çözümlemesi açısından değerlendirilmiştir. Anahtar Sözcükler: Bireydil, dil öğretimi, söylem çözümlemesi, sözceleme, Türkçe öğretimi. AN OVERVIEW OF TURKISH TEACHING IN TERMS OF DISCOURSE ANALYSIS Abstract Literary texts, which have always an important place in language teaching / learning, have been used in textbooks by preparing different activities in order to develop the basic skills necessary for an individual to communicate successfully. In these usable texts, writers and poets create their own Arş. Gör.,;Bursa Uludağ [email protected].  Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türkçe Eğitimi Ana Bilim Dalı. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 437 424 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM discourses by individualizing the language. F. de Saussure's original expression styles based on the use of words (parole), in other words individual language (idiolect) in the language-word opposition, are highly preferred in literary texts, and revealing the implicit meanings here is the linguistic signs encoded by the giver in a deep structure and are contextdependent. it requires an analysis. In this interpretation process, enunciation is as important as word / sentence. While the transmitter chooses the word units among the ones that best reflect his feelings and thoughts, he creates the syntax in accordance with his purpose and places the items he wants to attract more attention to the sentence accordingly. In language teaching / learning, it is important for the teacher/learner to know these points and approach the language accordingly in order to achieve a higher level of competence in the target language. "Discourse analysis" is a field that defends that such factors should be taken into consideration and evaluated in the transfer and reception of information and that the relevant sentence should be interpreted and studies are made on this. Since the main purpose of language teaching / learning is to achieve a successful act of communication by expressing emotions and thoughts effectively, discourse analysis in language teaching / learning is an area that should not be overlooked and its data should be used by including it in the activities to be carried out. With this study, it is aimed to raise awareness about how to use the field of discourse analysis in teaching / learning Turkish in basic skills. In line with this purpose, by using descriptive analysis, one of the qualitative research methods, the choices of the subject of utterance in the discourses included in the short story and activities named "Yaşama Sevinci (Muzaffer İZGÜ)" in Anıttepe Publishing's 5th grade Turkish textbook are examined and the aims of the spokespeople and the effects they want to achieve in the recipient the feelings / thoughts to be conveyed and how all these situations are achieved through the use of language are interpreted and evaluated in terms of discourse analysis. Keywords: Individual language, language teaching, discourse analysis, enunciation, teaching Turkish. 1. Giriş 1.1. Söylem Nedir? Söylem, dilin bireysel kullanımı üzerine kurulu anlatım biçemi olarak tanımlanabilir. Söylemlerde sözcelerin ne aktardığından çok düşüncelerin nasıl aktarıldığı, dilin nasıl kullanıldığı önemlidir. Saussure’ün dil-söz karşıtlığı içerisinde söz ögesinin yoğun biçimde kullanıldığı edebi metinlerde dilin estetik diğer bir deyişle sanatsal işlevinden çokça yararlanılır. Dolayısıyla edebi metinlerde vericinin kasıtlı olarak seçtiği sözcelerden oluşan sanatsal bir söylemin hakim oldu görülür. Bilimsel metinlere kıyasla edebi metinlerde söylemsel farklılıklar daha yoğundur. Fakat yine de bilimsel metinler söylem çalışmalarından tamamen soyutlanmamalıdır. Çünkü burada da bireysel tercihlerden doğan söylemsel yapılar bulunmaktadır. Söz gelimi, bir edebiyat hocası ile dil bilimi hocasının aynı konu üzerine çalışmış olsalar da bilimsel bir makale için seçeceği sözcükler ve ifade biçemleri farklı olacaktır. Dolayısıyla nesnel konuşmalarda/yazılarda da söylemsel farklılıklardan bahsedilebilir. Bu yönüyle söylem parmak izine benzetilebilir, ne kadar birey varsa o kadar farklı söylem vardır. Ülkemizde ve dünyada bir dilbilim terimi olan “söylem” sözcüğünün günden güne toplumun değişik katmanlarınca anlam genişlemesi sonucunda yeni anlamlar kazanarak kullanımını sürdürdüğü görülmektedir. Terimin anlamı kullananlar tarafından tam olarak 438 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 425 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU bilinmese de gündelik dilde yaygın olarak kullanılmaya başlanmıştır. Gündelik dilde belirli konuda hazırlanmış yazılar ve konuşmalar için kullanılmaktadır. Konuşmacılar, yazarlar, araştırmacılar, çizerler konuşmalarında söylem terimini “anlatı”, “sözce”, “tümce”, “söz”, “düşünbilim”, “uran”, “öğreti”, “görüş”, “anlatım biçimi”, “dil” yerine kullanmaktadır. Söylem yerine göre tek bir söz, tümce, sözlü bir anlatım, yazılı bir metin ya da bir romanın tamamı olabilir (Günay, 2018). Bu nedenle söylemin boyutu hakkında net bir şey söylemek olası değildir. Bu durum alıcının da bilgisi ve birikimi ile doğru orantılıdır. Kimi zaman bir sözcükten sayfalarca çıkarımda bulunabilen bir birey için o sözcük bir söylem niteliği taşırken kimi zaman bir romanın tamamı da bir söylemdir. Söylem, konuşucunun kendi sözceleme durumları içinde belirli amaçla, belirli bir uzamda ve zamanda iletişim ve etkileşimi sağlamak için ürettiği dilsel-dil dışı yapılardır. Söylem kavramının kökeni çok eskilere dayandırılabilir. Dilin bireysel kullanımı diğer bir deyişle özne ve dil arasındaki ilişki birçok araştırmacının ilgisini çekmiştir. Antik Yunan’da geleneksel sözbilim açısından siyasal amaçlı inandırıcılığı olan konuşmalar yapmak önemli olmuştur. İkna etmek de sözlü dili en etkileyici ve doğru biçimde kullanmayı gerektirdiği için bu tür çalışmalar söylem çözümlemesini de ilgilendirmektedir. Nitekim Aristo’nun Poetika’sında öznenin kullandığı dil ile varlık buluşu anlatılmaktadır. Antik Yunan ve Roma’daki bu retorik çalışmalar ilk söylem çalışmaları olarak kabul edilmektedir. Buradan da hareketle insanlığın tüm dönemlerinde dil ile ilgilenen araştırmacıların dilin öznel kullanımları ile ilgili görüşler öne sürdükleri sonucuna varılabilir (Günay, 2018). Woods (2006) eğitim söylemi diye bir alanın varlığından bahseder. Ona göre, öğretmen sürekli konuşmak demektir ve sessiz bir öğretmeni hayal etmek imkansızdır. Öğretmen ve öğrenciler doğru yanıtlara ulaşabilmek ve eğitimi sürdürebilmek için buna uygun dilsel yöntemler kullanırlar. Öğretmen derste bu şekilde sorular yöneltir, yönergeler verir ve dersi kontrol altında tutarak öğrencileri değerlendirir; öğrenciler de yanıtlarını buna uygun olarak seçerler. Beşikten mezara kadar kendini inşa eden bireyi içinde bulunduğu söylem şekillendirir. Bu nedenle doğmadan önce de söylemden bir ölçüde etkilenilir (Woods, 2006). Söylemlerin ayrı sınırları yoktur, çünkü insanlar tarihte her zaman eskilerini değiştirerek yeni söylemler üretmişlerdir. Bireyler söylemlerin sınırlarını zorlayarak yeni söylemler ortaya çıkarırlar ve eski söylemler yok olur. Bu yüzden söylemler; insanların, yerlerin, zamanların, eylemlerin, etkileşimlerin, sözlü ve sözlü olmayan ifadelerin, sembollerin, nesnelerin, araçların, belirli kimlikler ve etkinliklerin eşgüdümleri olarak tarih boyunca tüm dünyada var olmuştur (Gee, 1999). Söylemin oluşması için dilsel birimler, konu, alıcı-verici ögeleri gereklidir. Söylem vericinin değer yargılarını (tutum, davranış, yargı, biçem vb.) içinde barındırır. Vericiye ait değerleri yansıtırken her söylemde verici kendisini tekrar oluşturur, bu yönüyle söylem iç ve dış bağlama gönderimde bulunan tutarlı bir dizgedir, metinlerarasılığı-söylemlerarasılığı da içerir ve tümceleri aşan tümceötesi bir yapıdır (Günay, 2018). Özetle, iletişimde ve enformasyonda kullanılan anlamlı her yapı söylem olarak değerlendirilir. Köşe yazıları, reklam metinleri, anı, çizgi film, bilimsel makaleler, telefon konuşmaları, mektuplar, kullanma kılavuzları, duvar yazıları, levhalar, sloganlar, dua etme, teşekkür etme, niyet etme, emir verme, yorumlar, raporlar, kurumiçi yazılar/yazışmalar kısacası dilin gerçekleştiği her yerde söylemin varlığından söz edilebilir. Bireyler ortak olan dilin genel dizgesinden yararlanarak bireysel söylemler oluştururlar. Bu söylemler kişiye özgü olarak bir kerelik oluşturulur. Söylemlerin anlaşılması için de ortak dizge kullanımı gereklidir. Böyle olmazsa alıcı ve verici arasında iletişim engeli oluşur. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O426 O K 439 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM Örneğin, öğretmen sınavda kopya çeken öğrenciyi bu özellik sayesinde yakalayabilir. Çünkü aynı soruya aynı yanıtlar da verilse söylemler farklı olur, aksi bir durum varsa kopyadan şüphelenilir (Erkman Akerson, 2016). Söylemlerin anlamlandırılması sürecinde önceki söylemler de önemli olduğu için burada söylemlerarasılığının öneminde de bahsetmek gerekir. Vericinin daha önceki söylemi hakkında bilgisi olmayan bir alıcı için bilginin yorumlanma aşaması başarılı biçimde gerçekleşmeyecektir. Örneğin, öğreticiler sık sık önceki derste söylediklerine gönderme yaparlar. İlgili derste bulunmayan öğrenici için bu kısım zihninde boş kalacak ve arkadaşlarına sorarak tamamlamaya çalışacaktır. Ne kadar sorsa da orada bulunmayarak iletişim ortamına dahil olmamış olması mutlaka birtakım eksiklikleri beraberinde getirecek ve iletişim süreci sekteye uğrayacaktır. 1.2. Söylem Çözümlemesi Nedir? Ne İle Uğraşır? Söylem çözümlemesinde dil kullanımının farklı dünya görüşlerini ve farklı anlayışları sunma yolları, katılımcılar arasındaki ilişkilerden nasıl etkilendiği, sosyal kimlikler ve ilişkiler üzerindeki etkileri, dünya görüşlerinin ve kimliklerin nasıl inşa edildiği incelenir. Söylem çözümlemesi terimi ilk olarak Zellig Harris (1952) tarafından bağlantılı konuşma ve yazmayı analiz etmenin bir yolu olarak tanıtılmıştır (Paltridge, 2012). “Söylem çözümlemesi”nin inceleme alanı ve yöntemi olması 1960’lı yıllarda mümkün olmuştur. Söylem çözümleme çalışmalarının ortaya çıkışı yapısal dilbilim ile gerçekleşse de ruhçözümleme, bilişsel-toplumsal ruhbilim, ruhdilbilim, budunbilim, toplumbilim, toplumdilbilim, sözbilim, edimbilim, göstergebilim, yorumbilgisi, insanbilim, metindilbilim, budunsal yöntembilim, tarih, istatistik vb. alanlarla da ilişkisi bulunmaktadır (Günay, 2018). Son 20 yıldır edebi metinlerin dil ve biçemine yönelik olarak sıklıkla kullanılan bu inceleme biçimi metnin sözdizimsel, anlambilimsel, sosyokültürel, toplumsal ilişkiler, grup üyeliği ve cinsiyet boyutları çerçevesinde değerlendirmelerini yapar (Solak, 2012). Söylem çözümlemesi metnin anlam ve yapısını anlamayı ve açıklamayı sağlayan bir yöntemdir. Metnin gerçek anlamı yüzeyinden çok derininde yoğun bir çözümleme yöntemi ile elde edilir. Yapılan söylem çalışmalarında önemli olan yazılma sürecine diğer bir deyişle sözceleme durumuna, sözcelerin hangi çağrışım değerleriyle ve hangi bağlamda kullanıldığına, alıcıda uyandırılmak istenen niyete, etkiye ve anlama ulaşmaktır (Ünveren, 2016). Söylem çözümlemesi birey iletişimini biçimlendiren söylem sözcüklerini yansıttığı için dil öğrenimi ve öğretimiyle de yakından ilgilidir. Çünkü dil öğretimi de iletişim amacının öğrenici tarafından üretimini sağlamak için ileti yapılanmasını ve konuşucu/yazarın amacını çıkarımsal olarak işlemleme sürecinde öğrenicinin bazı becerilerini sağlayabilmek için yorumlama yöntemlerini bilmesini gerektirir (Olshtaın & Celce-Murcıa, 2005). Söylem çözümleyenler insanların günlük dil deneyimlerinde içgüdüsel olarak ve büyük ölçüde bilinçsizce yaptıkları kullanımdaki dil kalıplarını ve bunların ilişkili olduğu koşulları (katılımcılar, durumlar, amaçlar, sonuçlar) fark ederler ve bunun üzerine çalışırlar. Söylem çözümlemelerinin çoğu, kendilerini uygulamalı olarak adlandırmayan dilbilimciler tarafından ve başka disiplinlerdeki- örneğin sosyoloji, psikoloji, psikoterapi - kendilerine dilbilimci demeyen akademisyenler tarafından yapılır. Söylem çözümlemesi uygulamalı dilbilimin bir parçasıdır, ancak yalnızca ona ait değildir; çok disiplinli bir alandır ve ilgi alanları açısından oldukça çeşitlidir (Trappes-Lomax, 2004). Yapılan çalışmalara bakıldığında yazın, felsefe ve dil alanında yapılmış söylem çözümlemesi çalışmalarının sayıca az olduğu görülmektedir. Bu alanda daha çok basın ve politikaya yönelinmiştir (Duman, 2018). Bu noktada Türkçe eğitimi alanında da söylem çözümlemesi çalışmalarının eksik olduğu görülmüştür ve üzerine daha çok çalışmalar yapılmasının alana zenginlik katarak farklı bakış açıları getireceği düşünülmektedir. 440 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 427 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU Söylem çözümleyenler sohbetten yüksek düzeyde kurumsallaşmış konuşma biçimlerine kadar her türden yazılı metin ve sözlü veriyi içeren kullanımdaki dili inceler. Van Dijk (1972), De Beaugrande (1980), Halliday ve Hasan (1976) gibi dilbilimciler bu alanda önemli araştırmacılardır. Prag Dilbilim Okulu da söylemdeki bilginin yapılandırılmasına olan ilgisiyle etkili olmuştur. En çok dil bilgisi ve söylem arasındaki bağları göstermeye katkı sağlanmıştır. Aynı zamanda, giderek artan şekilde Uygulamalı Dilbilim ve özellikle ikinci dil öğrenimi ve öğretimi alanında araştırma yapmak için bir zemin oluşturmaktadır. Söylem çözümlemesi yalnızca sözlü etkileşimin tanımı ve analizi ile ilgilenmez. Sözlü bütüncelere ek olarak gazete makaleleri, mektuplar, hikayeler, tarifler, talimatlar, bildirimler, çizgi romanlar, reklam panoları, broşürler vb. her gün yüzlerce yazılı ve basılı sözcük tüketilir. Tüm bunlar da söylem çözümlemesi çalışmalarına dahildir (McCarthy, 1991). Sözlü ve yazılı söyleme ek olarak görsel söylemin varlığından da bahsedilebilir. Göstergebilimin dahil olduğu bu alanda da dil dışı göstergeler kullanılarak duygu ve düşünceler aktarılmaktadır ve bunu yaparken birey kendisine en uygun olan, düşüncelerini en iyi aktarabilecek olan görselleri tercih etmektedir. Dolayısıyla görsellerde de söylemsel farklılıklar söz konusudur. Örneğin, çocukluğun görsellerle anlatılmasında her bireyin seçtiği ögeler farklı olacaktır. Aynı konu anlatılsa bile seçilen nesnelerin farklılığı bireylerin bilgi, birikim, yaşanmışlık, hayata bakış açıları, yaşı, cinsiyeti, eğitim durumu vb. etmenlerin katkısıyla şekillenecektir. Konuştuğumuzda veya yazdığımızda, kim olduğumuzu ve insanların bizi nasıl görmesini istediğimizi göstermek için dilden daha fazlasını kullanırız. Giyinme şeklimiz, kullandığımız jestler ve davranış ve etkileşim şeklimiz de sosyal kimliği nasıl sergilediğimizi etkiler. Bunu etkileyen diğer faktörler arasında düşünme biçimlerimiz, sergilediğimiz tutumlar ve değer verdiğimiz, hissettiğimiz ve inandığımız şeyler yer alır. O hâlde söylem çözümlemesi, insanların söyledikleriyle neyi kastettiğini, insanların ne demek istediğini nasıl çözdüklerini ve dilin farklı dünya görüşlerini ve farklı anlayışları sunma şeklini ele alır. Bu durum söylemin katılımcılar arasındaki ilişkiler tarafından nasıl şekillendirildiğinin ve söylemin sosyal kimlikler ve ilişkiler üzerindeki etkilerinin incelenmesini de içerir (Paltridge, 2012). Söylem çözümleyenler verilerini bir konuşmacı/yazar tarafından anlamları ifade etmek ve niyetleri elde etmek (söylem) için bir bağlamda bir iletişim aracı olarak dilin kullanıldığı dinamik bir sürecin kaydı (metni) olarak ele alır. Bu verilerden hareketle çözümleyenler tarafından bu anlamları ve niyetleri iletmek için kullanılan dilsel gerçekliklerdeki durumları tanımlamaya çalışır. Yorumlanmaları için bağlamsal bilgi gerektiren dilsel unsurlardan bazıları “burada, şimdi, ben, sen, bu ve şu” gibi gösterimsel biçimlerdir. Bu unsurları bir söylem içinde yorumlayabilmek için (en azından) vericinin ve alıcının kim olduğunu, söylemin üretim zamanını ve yerini bilmek gerekir. Çözümleyen; bir konuşmacı / yazar tarafından bağlam içinde dil kullanımını araştırdığı için kullanımından bağımsız olarak, bir tümcenin diğeriyle potansiyel ilişkisinden çok, konuşmacı ile ifade arasındaki ilişkiyle, özel kullanım durumuyla ilgilenir. Bu noktada gönderme, ön varsayım, ima ve çıkarım gibi terimleri kullanırken, söylem çözümleyen bir tümce veya önerme ile diğeri arasında var olan ilişkiyi değil konuşmacıların ve dinleyicilerin ne yaptığını açıklar (Brown &Yule, 1983). Söylem çözümlemesi anlamsal yapılara yoğunlaşmıştır, çünkü tümce dilbilgisi ile ilgili önceki çalışmalar yüzey yapılara odaklanma eğilimindedir. Örneğin, bir söylemin genel konusu veya teması, tek tek sözcükler veya tümceler düzeyinde değil, yalnızca bir bütün olarak söylemin anlamsal düzeyinde incelenebilir (Van Dijk, 1983). Söylem çözümlemesi genellikle konuşma veya yazılı metinler gibi dil materyalinin ve bazen de diğer materyallerin tek tek incelendiği bir araştırma yaklaşımını ifade eder. Bunu B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O428 O K 441 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM anlamak için yüzyıllar önce yazılmış bazı eski mektuplara baktığınızı hayal edin. Her mektup, yazarın durumu, düşünceleri ve duyguları hakkında aktardığı şeyler açısından elbette ilginç olacaktır. Çözümleme konuşmacıların etkileşiminin, anlık konuşma etkileşiminden, yerin, zamanın, ulusun durumunun vb. daha geniş durumuna kadar, sosyal bağlamlar tarafından nasıl şekillendirildiğine ve sınırlandırıldığına odaklanır. Dilbilgisi de dahil olmak üzere konuşmanın nasıl inşa edildiğinin ayrıntılarını ve bir alternatife göre olası bir sözcük veya yapının seçiminin sonuçlarını değerlendirir. Konuşmanın işlevlerini değerlendirir ve söylenenlerin altında yatan varsayımları inceler (Taylor, 2013). Söylem çözümlemesi okuma-sınıflandırma-yorumlama (değerlendirme)-yapılandırma aşamalarının yapılmasını gerektirir. Bireyin kendine özgü dil kodlamaları söylem çözümlemesi ile çözümlenir. Özetle, söylem çözümlemesi verici tarafından kodlanan bilgiyi çözme işlemidir. Söylem çözümlemesi dilbilimcilerin ekollerine ve söylem kavramından anladıklarına göre değişmektedir. Çözümleme yapan dilbilimciler farklı ülkelerden ve farklı geleneklerden gelmektedirler. Hollandalı edebiyatçı Van Dijk kendi metindilbilimi geliştirerek yaptığı çözümlemelere söylem çözümlemesi adını vermiştir. Fransız dilbiliminde Maingueneau’nun geliştirdiği söylem çözümlemesi kavramı söylem olaylarının dilbilimsel çözümlemesi olarak kullanılmıştır. Fransızların geliştirmiş olduğu söylem taslağı Almanya’da da Mass ve Jager gibi dilbilimciler tarafından kullanılmıştır. Link de Fransız kuramına bağlı kalmıştır. Avusturya’daki çalışmalar da Wodak ile bilinmektedir (Duman, 2018). Fairhurst/Uhl-Bien (2012 akt. Duman, 2018) eleştirel söylem çözümlemesi, etkileşimsel söylem çözümlemesi, konuşma çözümlemesi, anlatı çözümlemesi olmak üzere 4 türde söylem çözümlemesi olduğundan bahsetmektedir. Yaklaşım olarak ise eleştirel olan ve olmayan olmak üzere iki açıdan çalışmaların yapıldığı söylenebilir. 1.3. Bağlam Göstergeler diğer göstergelerle birlikte bütünleşerek bir kavramı yansıtmaktadır. Göstergelerin bağlı bulunduğu ögelerin oluşturduğu bütüne bağlam adı verilmektedir. Diğer deyişle, bir kavramın kesinleşmesi sözcüğün birlikte yer aldığı diğer ögelere göre değil göstergenin yer aldığı sözce ve konuya bağlıdır. Örneğin, “dil” terimi anatomide, coğrafyada, müzikte veya dil biliminde farklı bağlamlarda kullanılarak farklı içeriklere gönderimde bulunur (Aksan, 2007). Bir ifadenin bağlamı ifadenin yapıldığı maddi, zihinsel, kişisel, etkileşimsel, sosyal, kurumsal, kültürel ve tarihsel durumdaki soruların herhangi birinin cevabını etkileyebilecek her şeydir. Dolayısıyla bağlam sınırsızdır. Vericiler ve alıcılar, bu yerleşik anlamların yalnızca bazılarını bilebilir ve kullanabilir. Bunları etkinleştirmeyebilirler veya kısmen etkinleştirebilirler (Gee, 1999). Dil her zaman bir başkası tarafından, belirli bir zamanda ve yerde, bir amaç vb. ile üretilir ve bağlama uygun olarak üretildiği takdirde anlam üretilir ve anlaşılır. Bağlam sonsuzluğa giden bir yolda çeşitli şekillere sahiptir ve akla gelebilecek her şeydir. Sonsuz derecede küçük olan, insanlar tarafından üretilen her tümcenin, önceki ve sonraki tümcelerden oluşan benzersiz bir ortamda ortaya çıkması ve sonuç olarak anlamının bir kısmının bu diğer tümcelerden türemesi gerçeğidir. Sonsuz küçük olan tek bir sesin çok anlamlı bir şeye dönüşmesiyle de ilgili olabilir - düşen bir tonlama ile telaffuz edilen "evet" açıklayıcı ve olumludur; artan bir tonlama ile konuşulduğunda, bir soru, şaşkınlık ya da inanmama ifadesi hâline gelir (Blommaert, 2005). Bağlam, iletişimin gerçekleştiği fiziksel ortamı ve içindeki her şeyi içerir; orada bulunanların bedenleri, bakışları, jestleri ve hareketleri; iletişime dahil olanlar 442 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 429 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU tarafından önceden söylenenler ve yapılanlar; paylaşılan kültürel bilgiler dahil olmak üzere ilgili kişilerin sahip olduğu bilgiler bağlamı oluşturur. Konuşucunun söyledikleri ve bağlam bir araya gelerek anlamı oluşturur. Bir ifadenin bağlamı hakkında fiziksel çevre, ilgili kişilerin önceki ifadeleri ve etkileşimleri, paylaşılan kültürel bilgiler dahil olmak üzere her zaman daha fazla şey öğrenilebilir (Gee, 2011). Özetle, dil söylem aracılığıyla ifade edilirken söylem de bağlam içerisinde gerçekleşir ve bu noktada bağlamı oluşturan da metindir. Vericinin bağlamı ile alıcının bağlamı birbirini tutmayabilir ve bu da yanlış anlamalara/anlaşılmalara neden olabilir. Bu nedenle söylemin yorumlanmasında bağlam yadsınamayacak bir öneme sahiptir. Bağlam denilince iki durum akla gelmektedir. Sözcük ve tümcelerin diğer ögelerle olan ilişkisi ve vericialıcının içinde bulunduğu ortam (psikolojik ve fiziksel etmenler). Bu çalışma metin ve etkinlikler odaklı gerçekleştirildiği için metnin bağlamı diğer bir deyişle dil içi/dilsel bağlam üzerinde değerlendirme yapılmıştır. 1.4. Sözce ve Tümce İlişkisi İletişim; sözcükler, dil bilgisi kuralları veya tümce yapılarının toplamından daha fazlasıdır. Çünkü bireyler bu sözcelerin ne anlama geldiğinden daha fazlasını ifade etme eğilimindedirler. Dolayısıyla her zaman ifadenin arkasında gizli bir anlam vardır. Bu iletişim, yazar bu etkileşim sırasında bulunmadığından konuşmanın aksine oldukça karmaşıktır. Okurların, olası herhangi bir yanlış anlamadan kaçınmak için söylemin edimsel anlamını anlaması beklenir. Pasif değil, etkileşimli bu süreçte okuyucuların, sözcüklerin anlamını çözerek ifadenin merkezi olan söylemin içeriğine ulaşması gerekir (Tang, 2013). Enformasyon ve iletişim bağlamında anlatılmak istenen her zaman kullanılan sözcenin aktardığı ile örtüşmemektedir. Vericinin kodladığı göstergeler çoğunlukla alıcının farklı bilgilere ihtiyaç duyularak çözümlemesini gerektirmektedir. Bu noktada alıcı derin yapıdaki örtük anlamı bağlama uygun biçimde çözümleyerek açığa çıkarmak durumundadır. Bu aşamada dinleyici/okuyucunun amaç iletiye ulaşması için konuşucunun/yazarın söyleminde kullandığı göstergelerin düz anlamları dışında yan anlam ve çağrışım anlamlarını da değerlendirmesi gerekmektedir. Sözce sessel ve fiziksel bir eylemdir. “Yardım” diye bağırmak bir sözcedir (Doğan, 2014). Sözce ve tümce birbirinden farklı 2 dilsel ögedir. Tümce sözün çözümlenmesi ile elde edilen belli bir duruma bağlı olmayan bir birim; sözce ise belli bir durumda üretilen, bağlam içinde değeri olan bir birimdir. Tümcede alıcı ve vericiye ait öznel durumlar önemli değilken sözcede önemlidir. Sözce belirli bir bağlamda sözceleme öznesi tarafından üretilen sözcük, tümce, paragraf, bölüm, kitap vb. her türlü dilsel birimdir. Sözce bir tümcenin sözcelenmesidir (Günay, 2018). Dil öğretiminde dilbilimsel yaklaşımla tümce uzun yıllar temel birim aracı olarak kullanılmıştır. Fakat bu bağlamdan soyutlanmış bir yaklaşımdır. Tümceler ilginç, sıradışı veya gizemli olabilir; ancak bağlamdan ayrıldıklarında gerçek anlamlarından yoksundurlar. Dil öğrenimi ve öğretiminde yeni yaklaşımlarla birlikte, söylem veya metin analizin temel birimi hâline gelmiştir. Bu nedenle öğreniciler herhangi bir dil etkinliği gerçekleştirirken çeşitli söylem özelliklerine odaklanmaları gerekmektedir. Yetkin dil öğreticisi de söylem analizinin çeşitli yönlerinin farkında olmalı ve bunlarla ilgilenmelidir (Olshtaın & Celce-Murcıa, 2005). Özetle, tümce dilbilimin; sözce edimbilimin konusudur. Tümce sözceleme durumuna bağlı değildir ve doğrudan dilbilgisini ilgilendirir. Önemli olan sözdizimi kurallarına uygun tümceler üretmektir. Tümceler sözceleme durumundan bağımsız oldukları için tek anlam içerirler. Sözce, belirli yerde ve zamanda belirli kişi tarafından söylenen ya da yazılan dilsel olgudur. Anlamlandırma B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O430 O K 443 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM sürecinde sözcenin üretildiği koşulları, diğer bir ifade ile kimin kiminle, ne zaman, nerede, nasıl iletişime geçtiğini bilmek önemlidir. Günay (2018) söylem ve sözce arasındaki ilişkiyi şu şekilde tablolaştırmıştır: Sözce + iletişim durumu ============ Söylem Kullanım + uzlaşma Anlam Özgüllük Anlamlandırma Şekil 1: Söylem ve sözce ilişkisi (Günay, 2018:37) Şekle göre, söylem sözce ve bağlamın birleşmesi ile ortaya çıkar. Özgün bir ürün olan söylem anlamlandırma sürecinin de temel ögesidir. Anlamı oluşturan sözce ise uzlaşım sonucu olarak kullanılır. Aynı verici tarafından üretilmiş aynı sözce hedef kitlenin ve bağlamın değişmesiyle farklı anlamlar kazanabilmektedir. Bu nedenle söylemi bağlamı ve alıcısı dışında yorumlamak yanılgıya ve yanlış çıkarımlara neden olur. Bu da iletinin gerekli yere doğru biçimde ulaşmaması diğer bir deyişle sözcenin üretiliş amacına uygun biçimde alımlanmaması demektir. Bu durumda yapılması gereken alıcı ve vericinin konumları, birbirleriyle olan ilişkileri, kimlikleri gibi dil dışı etmenlerin de iletişim ve enformasyon sürecine dahil edilmesidir. Aksi takdirde verici ve alıcı arasındaki bilgi aktarımı kuru bir ses birimi-yazı birimi olmaktan öteye geçemez. 1.5. Söylem ve Metin İlişkisi Metin soyut, söylem somut yanları ile belirginleşir. Metin zihinde düzenlendikten sonra sözlü ya da yazılı olarak kullanılır. Soyut olan metin söylemle somutlaşır. Bu açıdan metin söylemin oluşumundan sonra ortaya çıkan dilsel yapılardır (Günay, 2018). Metin alıcı ve verici arasında bilgi aktarımını sağlayan bir araçtır. Metin niyetleri karşı tarafa aktarma işlevi görür ve tek başına bir anlamı yoktur. Alıcı metni yorumlayamazsa bu metin söyleme dönüşmez ve bildirişim sağlanamaz (Çakır, 2014). Söylem ve metin ilişkisini Günay (2018) şu şekilde tablolaştırmıştır: Söylem = Metin+ üretim koşulları Metin = Söylem- üretim koşulları Şekil 2: Söylem ve metin ilişkisi (Günay, 2018:44) Şekle göre, söylem metnin üretim koşulları diğer bir deyişle bağlam ile birleşmesi sonucunda ortaya çıkmaktadır. Söylemi bağlam bağımsız değerlendirme sonucunda ise metin elde edilecektir. Özetle; metin, söylemin bağlam gözetilmeden ortaya çıkan biçimidir. Aynı ilişki tümcenin bağlam bağımlı değerlendirilmesi ile oluşan sözce ve tümce arasında da bulunmaktadır. 444 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 431 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU 1.6. Sözce ve Sözceleme Durumları Dilin bireysel kullanımını incelemek, kişilerin sözlü ve yazılı dil kullanımlarının iletişim açısından işlevlerini betimleyerek değerlendirmeyi gerektirir. Sözcenin veya anlam sağlamaya yönelik üretilen her şeyin anlamı kullanım sürecinde oluşur. Bu gerçekleşme sürecinde dilsel yapının anlaşılması ilgili sözcenin uygun sözceleme durumu içerisine yerleştirilmesini gerektirir. Dili üretim koşulları içerisinde incelemek de söylem çözümlemesi alanında yapılmaktadır (Günay, 2018). Bireyin sözceleri belirli bağlam ve durum içinde kullanmaları sözceleme olarak adlandırılır. Sözce de sözceleme edimi sonrası ortaya çıkan söylemdir. Gönderen ile alıcının varlığı sözcede kendini değişik biçimlerde gösterir. Bir sözcenin sadece sözlüksel anlamı ile yorumlanması yanlış anlaşılmalara sebep olabilir. Bu nedenle sözcenin gerçek amacını belirlemede sözceleme durumunun bilinmesi önemlidir. Çünkü alıcı sözceyi deneyim ve birikimlerine uygun biçimde yorumlar. Göndericinin edimleri de sözcenin yeniden üretilip kullanılmasında rehberdir, çünkü hiçbir sözce ilk kez kullanılıyor değildir. Sözceleme durumu, sözcenin üretildiği somut durumdur ve sözceleme anını, uzamını, gönderici-alıcıyı ve algılanabilecek tüm nesneleri kapsar (Kıran ve Eziler Kıran, 2011). Sözceleme kuramına göre dil sadece bilgi aktarım aracı değil alıcı ve verici arasında bir etkinliktir. Sözceleme sürecindeki tüm etkinlikler sözceyi biçimlendirerek anlama yön verir ve alıcıdan da bu etkinlikleri çözümlemesi beklenir. Çözümleme ve anlamlandırma sürecinde söylenen kadar söyleme biçimi de önemlidir. Çünkü duygu ve düşünceleri ilgili sözce ile ifade etmek bir seçimdir ve bu noktada okuyucuyu anlama götüren her seçimin bir önemi vardır. Bu noktada seçimler üzerinde kurulu söylemin ürünü olan metin de bir seçimin ürünüdür. Aynı sözce farklı sözceleme durumları içerisinde farklı anlamlara gelebilir. Bu nedenle sözceyi anlamlandırabilmek için üretildiği koşulları bilmek gerekir (Ünveren, 2016). Verici kendi sözceleme kipliğinde uzama bağlı olarak metni üretir. Diğer bir deyişle metin uzama göre üretilir ya da uzam söylemi (konuşma metnini) belirler. Kişi metin aracılığıyla bilgi edinse de metnin üretildiği sözceleme durumu göz önünde bulundurulmadan metin tam olarak anlaşılamaz (Günay, 2018). Kıran ve Eziler Kıran (2011) sözceleme ögelerini şu şekilde belirtmiştir: Gönderge Gönderici ileti Alıcı Belirli bir uzam ve zaman Şekil 3: Sözceleme durumu ögeleri (Kıran ve Eziler Kıran, 2011: 124) Şekle göre, sözceleme durumunun gerçekleşmesi için vericinin belirli bir uzam ve zamanda bir ileti göndermesi alıcının da bunu belirli bir uzam ve zamana göre alımlayıp değerlendirmesi gerekir. 2. Amaç ve Önem Bu çalışma ile Türkçe öğretiminde/öğreniminde temel becerilerin kazandırılmasında söylem çözümlemesi alanından nasıl yararlanıldığına dair farkındalık oluşturmak, Türkçe eğitimi alanında söylem çözümlemesi çalışmalarının artmasına katkı sağlamak, Türkçe eğitimi lisans ve lisansüstü derslerinde söylem çözümlemesi dersinin de yer alması gerektiğine dair B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O432 O K 445 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM hedef kitleye dilbilimsel bir bakış açısı kazandırmak amaçlanmıştır. Dil öğretiminde/öğreniminde de öğreticinin/öğrenicinin bu noktaları bilerek dile buna göre yaklaşması hedef dilde yetkinliğin daha üst düzeyde sağlanması adına önem arz etmektedir. Bu nedenle çalışmanın alanyazın için önemli olduğu düşünülmektedir. 3. Yöntem Çalışmada nitel araştırma yöntemlerinden betimsel analiz yaklaşımı kullanılmıştır. Betimsel analiz, var olan bir durumu çalışmanın amacı dahilinde belirlenen ölçütler çerçevesinde veriler üzerinden yorumlayarak değerlendirmedir (Miles&Huberman, 1994). Bu doğrultuda bulgular söylem çözümlemesi alanında kullanılan terimlerle söylem çözümlemesi açısından yorumlanmıştır. 4. Bulgular “Yaşama Sevinci” öyküsü ve etkinliklerinin söylem çözümlemesi açısından incelenmesi sonucunda elde edilen bulgular şu şekildedir: Derse hazırlık aşaması bölümünde konuşma eğitimine yönelik etkinlikler yer almaktadır. Öğreticinin isteği ile tüm konuşma etkinlikleri gibi bu da bir yazma etkinliğine de dönüştürülebilir. 1. Soruda öğrencilerin duygu ve düşüncelerini aktarmasında kendilerine ait sözcükleri seçerek biçemlerini buna göre oluşturmaları bir söylem örneğidir. 2. Soruda ezberlenen şiirde şairin bakış açısını görmek onun kendine özgü dil kullanımı ile ilgilidir. Burada da bir söylemin varlığı söz konusudur. Okuma sırası etkinlerde öğrenciler kendi yanıtlayacakları için söylem içerikli bir etkinliktir. biçemleri doğrultusunda soruları Yazar hakkındaki bilgi bile nesnel görünse de olumlu bir bakış açısıyla sunulmuştur. Bu da bir söylem tercihidir. Yazarı sevmeyen ve başarılı bulmayan başka biri olsaydı sözcüklerini bu doğrultuda seçerek olumsuz bir söylem oluşturabilirdi. 446 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 433 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU Metnin ilk görselinde ders kitabını oluşturan tasarımcıların bakış açılarını görmek mümkündür. Onlara göre yazarın çocukluğunda komşu teyzenin evinde bu eşyalar olabilir. Seçilen koltuk, sürahi, halı, duvardaki vefat eden eş fotoğrafı, çiçekler vb. ögeler tamamen bu kişilerin tercihleri doğrultusunda onların söylemlerini oluşturmuştur. Yaşlanınca insanların çiçeklerle ilgilenmesi, gözlük takması, eşarplı ve bastonlu genel olarak biraz da kilolu olması bakış açısıyla yansıtılmıştır. Daha genç ve bu özelliklere sahip olmayan bir birey bu metin için bu göstergeleri kullanmayacaktır. O da kendi yaşanmışlığına göre seçimlerini yaparak görsel söylemini oluşturacaktır. Metnin ikinci görselinde tasarımcılar yine eski zamana gönderimde bulunmak amacıyla postacıyı bisiklet ile ve evi müstakil olarak resmetmiştir. Fakat bir başkası aynı durumu anlatmak için farklı göstergeler de kullanabilirdi. Metnin görsellerinden de anlaşıldığı üzere görseller üzerinde de söylem tercihlerinden bahsedilebilir. Bu noktada söylemi sadece sözlü, yazılı bütüncelere indirgememek ve görsel söylemlerin varlığından da bahsetmek yanlış olmayacaktır. Çünkü görseller de enformasyon-iletişim amacı güderek bireysel tercihlerden doğan çeşitli iletileri içerisinde barındırır. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O434 O K 447 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM Metinde “Münevver Teyze” sözcesi yazarın bu kişiyle kurduğu yakın bağın bir göstergesidir. “Yakın komşumuzdu” ifadesi de teyzenin sıradan bir komşu olmadığını göstermektedir. “Cıngıl mıngıl pencere” ile bu teyzenin hareketli bir kişiliğe sahip olduğu çıkarımı yapılabilir. “Postacı evladım, Postacı oğlum” seslenmeleri de postacıya duyulan yakınlığın bir yansımasıdır. Bunun yerine “Postacı ya da Postacı Bey” de tercih edilebilirdi. “Mektup” sözcük birimi eski zamanlara gönderme yapılması için özellikle seçilmiştir. Yoksa aynı metin şu anda yazılmış olsaydı kuşkusuz mektup aracılığıyla gerçekleşme olasılığı çok düşük olacaktı. “Mmmmnın” ifadesi postacının Münevver Teyzeden usandığı belirtmek için tercih edilmiştir. “Altı kuruş pul parası” olayın eski zamanlarda yaşandığına dair bir göstergedir. Postacının “Münevver Hanım” diye seslenmesi ise aradaki resmi ilişkiyi yansıtmaktadır. “Münevver Hanım bahar geldi, otlar yeşerdi, papatyalar çıktı, çiçekler açtı, kediler miyavlıyor, köpekler havlıyor, kuşlar cıvıldıyor, hepsinin sana selamı var…” ifadesi de yazarın baharı kendi söylemiyle betimlemesidir. Oysaki baharın gelişi herkes için farklı anlamlar demektir. “Sağ ol Muzaffer!” yerine “teşekkür ederim, teşekkürler” ifadeleri de kullanılabilirdi, fakat bu ifadeler kuşkusuz “sağ ol” kadar samimi olmayacaktı. Ya da bu iyilik karşısında hiçbir şey de söylenmemiş olabilirdi. “Yılllar sonra öldüğünde koynundan bu mektubun çıktığını söyledi annem.” sözcesi de özellikle yalnız kalan yaşlıların kendilerini önemli ve yalnız değilmiş gibi hissetmelerini sağlayan bu gibi şeylere ne kadar önem verdiğini göstermek amacıyla yazar tarafından kasıtlı olarak seçilmiştir. Metnin tamamında yer alan tüm sözceler yazarın yansıtmak istediği ileti doğrultusunda özenle seçtiği bireysel tercihlerinin bir sonucudur. Bu nedenle özellikle edebi metinlerdeki sözcelerin oluşturduğu söylemler metnin çok anlamlı doğasını yansıtacak biçimde amaca uygun olarak bilinçlice seçilmektedir. Bu söylemlerin değerlendirilerek yorumlanması diğer bir ifade ile alımlanması sürecinde de sözceleme özneleri gibi alıcılar da kendi özelliklerine göre farklı çıkarımlarda bulunacaklardır. Dolayısıyla burada yapılan yorumlar da özneldir, bir başka araştırmacı bu verileri farklı şekillerde de yorumlayabilecektir. Bu nedenle tamamıyla nesnel olan bir söylem çözümlemesi çalışmasından bahsetmek olanaksızdır. Sözceleme öznesi => Muzaffer İzgü Sözce kişileri => Münevver Teyze, postacı, anlatıcı (çocuk) Hedef etki/ Sözceleme öznesinin amacı => Alıcıda yaşama sevinci ve yardımseverlik duygusu uyandırmak, onu geçmişe götürmek Sözceleme Alanları ve karşıtlıkları=> Mutsuzluk(X)sevinç, umutsuzluk(X)umut, yardımseverlik(X)umursamazlık, geçmiş(X)şimdi, yaşam(X)ölüm 448 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 435 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU Metin/Söylem Türü=> Düz yazı (öykü) Zaman belirteci=> Geçmiş Uzam belirteci=> Eski mahalle, komşu teyzenin evi Tablo 1:”Yaşama Sevinci” Öyküsünde Sözceleme Durumları 1. Etkinlik bağlam odaklı dil kullanımı değerlendirmesi yapılmasını gerektiriyor. Tüm becerileri kapsayan bu etkinlikte de verilen anlam karşılıkları ve metinde kullanılan sözcüksözcük grupları söylemsel tercihlerin sonucudur. 2. Etkinlikte de konuşma ve yazma becerileri kazandırılması amacıyla öğrenciler kendi söylemleri doğrultusunda seçtiği sözcüklerle soruları cevaplayacaktır. 3. Etkinlik yazma üzerinedir. Yazarın söyleminden hareketle öğrenciler kendi söylemlerini oluşturacaklardır. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O436 O K 449 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM 4. Etkinlik yazma kazanımı amacı ile oluşturulmuştur. Öğrenciler yazarın söylemi doğrultusunda kendi söylemleri ile soruları yanıtlayacaklardır. 5. Etkinlik yazma becerisi ile ilgilidir ve burada öznel-nesnel tümceler öğrencilerin kendi söylemleri ile oluşturulacaktır. 6. Etkinlik tüm becerileri kapsamaktadır. Öğrenciler bu soruları kendi söylemleri ile yanıtlayacaklardır. 7. Etkinlik konuşma-dinleme üzerinedir. Öğrenciler yazarın söyleminden yola çıkarak kendi söylemlerini oluşturacaktır. 450 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 437 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU 8. Etkinlik tüm beceriler üzerinedir. Öğrenciler bu soruları yanıtlarken söylemsel farklılıkları ortaya çıkacaktır. 9. Etkinlik yazma-okuma kazanımı ile ilgilidir. Burada da seçilecek sözcükler ile oluşacak tümceler-sözceler öğrencinin kendi tercihi olacaktır. 10. Etkinlik yazma üzerinedir. Bu sorular yanıtlanırken farklı söylemler ortaya çıkacaktır. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O438 O K 451 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM 11. Etkinlik yazma kazanımı ile ilgilidir. Bu hikayenin tamamlanmasında öğrenciler farklı söylemler kullanacaklardır. Ders sonrası etkinlik tüm kazanımlar ile ilgilidir. Atasözleri ve deyimler bireysel söylemlerden oluşarak kullanılagelmiştir. Yardımlaşma konusu ile ilgili hazırlanacak olan konuşma da bireysel söylemlere dayalı olacaktır. Sonuç ve Öneriler Dil öğretiminin/öğreniminin temel amacı duygu ve düşünceleri etkili bir şekilde ifade ederek başarılı bir iletişim edimi gerçekleştirmek olduğu için dil öğretiminde/öğreniminde söylem çözümlemesi göz ardı edilmemesi ve yapılacak etkinliklere dahil edilerek verilerinden yararlanılması gereken bir alandır. Bu noktada verici ve alıcının amaçları, konumları, dil yetkinlikleri, artalan bilgileri, iletişim bağlamı gibi dil dışı durumların da dilsel göstergelerle birlikte ele alınarak değerlendirilmesi gerekmektedir. İncelenen metin ve etkinliklerde de görüldüğü üzere söylem hayatımızın her alanında yer alan önemli bir ögedir. Öğrenci ve öğretmen etkinlikleri gerçekleştirirken ilgili kazanımın edinilmesi sürecinde yazar, öğretmen, 452 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 439 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU öğrenci, kitabı hazırlayanlar, tasarımcılar, çizerler vb. olmak üzere ders kitabının hazırlanmasında emeği geçen ve dersin işlenmesinde etkin olan kişilerin de söylemlerinden yararlanılmaktadır. Bu nedenle Türkçe derslerinde uygulama örnekleminden de anlaşılacağı üzere söylem çözümlemesi önemli bir yere sahiptir. Fakat ne yazık ki Türkçe öğretmenliği lisans ve Türkçe eğitimi lisans üstü derslerinde söylem çözümlemesi dersi yer almamakta ve öğretmen adayları-öğretmenler bu konuda bilinçlendirilememektedir. Söylemin değerlendirilmesi süreci ile ilgili bilgi sahibi olamayan öğretmenler de bu durumu öğrencilerine yansıtamamakta ve bu konuda farklı bakış açısına sahip olamamaktadır. Bu nedenle ilgili dersin bu programlara yerleştirilmesi lisans ve lisansüstü öğrencilerin daha donanımlı olmalarını sağlayarak, daha başarılı bir iletişim eylemi gerçekleştirmelerine katkı sağlayacaktır. Böyle bir bakış açısıyla yetişen öğretmen ya da öğretim elemanı da öğrencilerinin bu yönde gelişmesine katkı sağlayacaktır. Kaynaklar Aksan, D. (2007). Her yönüyle dil ana çizgileriyle dilbilim. Ankara: TDK. Blommaert, J. (2005). Discourse. UK: Cambridge. Brown, G. & Yule, G. (1983). Discourse analysis. New York: Cambridge. Çakır, A. (2014). Söylem analizi. Ne demek istiyorsun? Konya: Palet. Doğan, A. (2014). Sözlü ve yazılı çeviri odaklı söylem çözümlemesi. Ankara: Siyasal Kitabevi. Duman, S. (2018). Söylem araştırması. Ankara: Dorlion Yayınları. Erkman Akerson, F. (2016). Türkçe örneklerle dile genel bir bakış. İstanbul: Bilge Sanat. Gee, P. (1999). An introduction to discourse analysis, London: Routledge. Gee, J. P. (2011). How to do discourse analysis a toolkit. Newyork: Routledge. Günay, V.D. (2018). Söylem çözümlemesi. İstanbul: Papatya Yayıncılık. Kıran, Z. & Eziler Kıran, A.(2011). Yazınsal okuma süreçleri. Ankara: Seçkin. McCarthy, M. (1991). Discourse analysis for language teachers, UK: Cambridge. Miles, M. B., Huberman, M. (1994). Qualitative Data Analysis (2nd Edition). Sage Publication: London. Olshtaın, E.& Celce-Murcıa, M. (2005). Discourse analysis and language teaching, (ed. Deborah Schiffrin, Deborah Tannen ve Heidi E. Hamilton). In the handbook of discourse analysis pp. 707-724. Oxford: Blackwell. Paltridge, B. (2012). Discourse analysis. UK: Bloomsbury. Solak, Ö. (2012). Ali Ekecik’in Göçüyor Kalbim Adlı Kitabındaki Şiirlere Yönelik Bir Söylem Çözümleme Denemesi, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 27, 245251. Tang, T. (2013). Discourse and pragmatics in language teaching, Proceedings of International Conference on Educational Research and Sports Education (ERSE 2013), 105-109. Taylor, S. (2013). What is discourse analysis? London: Bloomsbury. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O440 O K 453 Trappes-Lomax, H. (2004). Discourse analysis. (Eds. Alan Davies and Catherine Elder) in the handbook of applied linguistics. pp.133-164. USA: Blackwell Publishing. Ünveren, D. (2016). Muc’un ucuz evinde mucizenin ölümü: Didem Madak’ın annemle ilgili şeyler adlı şiiri üzerine söylem çözümlemesi, Turkish Studies, 11(15), 609-632. Van Dijk, T. A. (1983). Discourse analysis: Its development and application to the structure of news. Journal of Communication 33 (2), 20-43. Woods, N. (2006). Describing discourse a practical guide to discourse analysis. London: Hodder Education. 441 ŞİNASİ’NİN MÜNÂCÂT ŞİİRİ VE TERCÜMAN-I AHVAL MUKADDİMESİ BAĞLAMINDA YENİ İNSAN TİPİ Elif ÖKSÜZ GÜNEŞ Öz Tanzimat Fermanı’nın ilan edilmesi ile Osmanlı Devleti askerlik, ekonomi, eğitim ve bireysel haklar hususlarında değişim ve dönüşüm sürecine geçiş yapar. Fermanda can emniyeti; ırz, namus, malın korunması; vergi tayini; askerlerin nasıl çağrılacağı ve askerliğin süresi olmak üzere dört temel aşama yer alır. Rütbelerine ya da makamlarına bakılmaksızın herkesin işlediği suçun gereğine uygun olarak cezalandırılacağı, suç sabitlenene kadar kişinin suçsuz olacağı, kişinin işlediği suçtan akraba ve mirasçıların sorumlu tutulmamaları gerektiği gibi konular ise bireysel hakların öncelendiğinin göstergesidir. Bu süreçte gazetenin ve edebiyatın gücünden yararlanılarak politik katılımın önem kazanması ile dilek ve şikâyetleri belirten mektupların artması en önemli hususlardır. Tanzimat Dönemi aydınlarından ve sanatkârlarından İbrahim Şinasi, yazınsal faaliyetlerin ve gazete yayımcılığının halkı bilinçlendirme ve kamuoyu oluşturmadaki işlevinin farkında bir aydındır. Düşüncelerin aktarımı, paylaşımı, kitleyi uyandırma ve yönlendirme maksadıyla gazetenin olanaklarından yararlanırken; hürriyet, hak, sorumluluk, adalet, eşitlik, akıl, vatanseverlik gibi kavramlar çerçevesinde oluşturduğu düşünsel ve duyusal eserlerini de bu çerçevede düzenler. “Münâcât” başlıklı şiirinde insanın yaratıcıya karşı sorumluluklarının yanı sıra insan olmanın gereği olarak haklara sahip olduğunu dile getirerek insan ve Yaratıcı arasındaki ilişkiye yeni boyut kazandırır. Tercüman-ı Ahval gazetesinin mukaddimesinde ise insan/vatandaş-devlet arasındaki hak ve sorumluluk ilişkisi hakkında değerlendirmelerde bulunur. Böylece sorumluluk bilinci kazanan, kulluktan birey olmaya geçiş yapan, haklarının farkına varan yeni insan tipinin doğumuna zemin hazırlar. Bu çalışmada Tanzimat Fermanı’nın bireysel hakları vurgulayan maddeleri bağlamında Şinasi’nin “Münâcât” şiiri ve “Tercüman-ı Ahval Mukaddimesi” çözümlenerek iki metin, insan hakları ve sorumluluk bilinci ekseninde değerlendirilecektir. Anahtar Sözcükler: Şinasi, Tanzimat Fermanı, Münâcât, Tercüman-ı Ahval Mukaddimesi, yeni insan tipi. NEW HUMAN TYPE REGARDING ŞINASI’S POEM, MÜNACAT, AND TERCÜMAN-I AHVAL PREAMBLE Abstract Ottoman Empire goes through a process of change and transformation in terms of military, economy, education and individual rights with the declaration of the Imperial Rescript of Gülhane. The rescript includes four basic regulations on security of life; protection of honour, virtue and property; taxation; levying troops and their duration. The regulations such as punishment of everybody corresponding to his crime without considering his rank and position, the presumption of innocence until his guilt has been Dr. Öğr. Üyesi; Karadeniz Teknik Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü [email protected]  B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 455 442 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM proven and not holding one’s relatives and heirs responsible for his crime show that individual rights are prioritized. The most important issues are the significance of political participation by means of the power of newspaper and literature, and the increase in the number of letters concerning wishes and complaints. İbrahim Şinasi, one of the intellectuals and poets during the Tanzimat era, is aware of the function of literary activities and newspaper publishing in raising awareness among the people and forming public opinion. Making use of the opportunities of newspaper with the aim of transferring and sharing thoughts, awakening and directing the crowds, Şinasi organizes his intellectual and sensual works within the framework of concepts such as independence, rights, responsibility, justice, equality, wisdom and patriotism. In his poem, “Münâcât”, he brings a new perspective to the relationship between human and the Creator by means of reflecting that human has rights as a result of being human along with his responsibilities towards the Creator. In the preamble of the newspaper, Tercüman-ı Ahval, he discusses the relationship of rights and responsibility between human/citizen and state. Thus, he paves the way for the birth of new human type who has gained sense of responsibility, has become an individual rather than a servitude and has become aware of his rights. This study analyses these two texts, “Münâcât” and “Tercüman-ı Ahval Preamble”, in terms of the articles of the Imperial Rescript of Gülhane emphasizing the individual rights and within the framework of human rights and responsibility. Keywords: Şinasi, the Imperial Rescript of Gülhane, Münâcât, Tercüman-ı Ahval Preamble, new human type. Giriş Osmanlı Devleti özellikle Karlofça Antlaşması’ndan sonra uğradığı büyük toprak kayıplarını önlemek amacıyla çeşitli adımlar atar. Bu süreç askerlikte, ekonomide, eğitimde ve bireysel haklar hususunda düzenlemelerin yer aldığı Tanzimat Fermanı’nın ilanı ile devam eder. Fermanda belirtilen temel maddeler canın, malın, namusun korunması; vergi tayini; askerlerin nasıl çağrılacağı ve askerliğin süresi hakkındadır. Ancak bunların yanı sıra suç sabitlenene kadar kişinin suçsuzluğu; işlenilen suçtan mirasçıların sorumlu tutulmamaları gerektiği, herkesin kendi malı üzerinde tasarruf hakkının olduğu ve buna müdahale edilemeyeceğine dair bireysel haklar öne çıkarılır. Tanzimat’la başlayan süreçteki ön önemli hususlar politik katılımın önem kazanması; dilek ve şikâyet mektuplarının artmasıdır. Yeni bir medeniyetin etki alanına girmeye başlayan devletin siyasi bir atılımı olan fermanla vatandaşa verilen hakların; hürriyet, hukuk, adalet, eşitlik, akıl, medeniyet gibi kavramların halka yayılması için gazetenin eğitici ve edebiyatın dönüştürücü gücünden yararlanılır. Tanzimat Dönemi “Türk edebiyatında yeniliklerin ve değişimlerin miladı[dır]” (Eliuz, 2009, s. 23). Bu süreçte gazeteci kimliği yazarlık ve şairliğinin önüne geçen sanatkârlardan İbrahim Şinasi, hem edebi metinlerinde hem de fikir yazılarında Tanzimat Fermanı’nın tanıdığı hakları halka daha sade bir dille aktarmanın yollarını arar. Bu bağlamda kendi dönemindeki yazar ve şairlere, tüm aydınlara yol gösterici işlevi yüklenir. Metinlerini Osmanlı Devleti’nin yüzünü Batı’ya çevirdiği yenileşme süreci ile gelen akıl, medeniyet, adalet, kanun, millet, vatan ve devlet gibi kavramlar çerçevesinde kurgular. Fikrî ve sanatsal düzlemi saran bu kavramlar, Türk sosyal ve siyasi hayatında daha önce de bulunmakla beraber Şinasi’nin şiirlerinde ve yazılarında yeni anlam kategorileri kazanır. Akıl, Divan Edebiyatı metinlerinde gönül-akıl diyalektiğinde daima kalpten/ gönülden sonraya yerleştirilen bir kavramdır. Allah’a, 456 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 443 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU peygamberlere ve sevgiliye olan aşkın ölçüsü gönüldür. Şinasi’nin metinlerinde Allah’ı kavrama, bilme ve sevme edimi ancak akıl ile gerçekleşebilir. Akıl ancak ‘bilme’ işini gerçekleştirdikten sonra sevgiliye mantıklı sözler söylenebilir ve içten davranışlar sergilenebilir. Çünkü ona göre iradeye düzen veren şey akıldır. Bir kasidesinde bu durumu “Dilin iradesini başta akl eder tedbir” mısraıyla dile getirir. Akıl gibi adalet ve kanun kelimeleri de Divan edebiyatında Allah’ın ve sevgilinin insiyatifi çerçevesinde anlamlandırılan ve kullanılan kelimelerdir. Şinasi, bunları hukuki bir terim biçiminde edebî dünyaya dâhil eder. “Şinasi’nin düşünce dünyasının temelinde yatan adalet kavramı özünü Tanzimat’ın ruhundan al[ır]. İnsanın insanca yaşaması için tek ve vazgeçilmez değerdir” (Parlatır, 2006, s.87). Türk Devlet ve İslam anlayışının da önem verdiği adalet kavramı, Osmanlı Devleti’nin ‘düzeni ve devamlılığı’ açısından zorunlu ve gereklidir ki geleneksel süreç dikkate alındığında ‘daire-i adliye’nin yönetim sisteminin esasını oluşturduğu görülür. Şinasi ise, geleneksel adalet anlayışını modern/ yeni tarzda yeniden üretmeye çalışır. Tanzimat Fermanı’nın can, mal, namus emniyeti; vergi tayini ve askerlikle ilgili hükümlerinin yanı sıra diğer sosyal ve kişisel haklarının, herkesi kapsayıcı, eşit bir uygulama şekilde olduğuna ve aynı hukuki kapsamı içerdiğine dikkat çekmeyi amaçlar. Şinasi, eşitliğin işlerlik kazanması için kanunlara ihtiyaç duyulduğundan hareketle var olan şer’i kanunlara ek olarak ferman ile verilen hakların şekillendirdiği yeni bir sosyal düzenin ve yeni kanunların oluşturulmasının gerekliliğini vurgular. Fransız İhtilali ile etki alanı belirginleşerek hem Avrupa’nın hem de Osmanlı Devleti’nin parçalanmasına zemin hazırlayan vatan, milliyetçilik ve millet kavramlarına Şinasi, şiirlerini bir araya Müntehabat-ı Eş’ar’da yer alan “Milletim nev’i beşerdir vatanım rûy-ı zemin” mısraı ile yeni bir bakış açısı kazandırır. Ayrılmaların ve parçalanmaların yaşandığı dönemde bütünleyici ve birleştirici söylem geliştirmeye çalışır. Onun bu çabasını parçalanma sürecini durdurma; çok uluslu yapıya sahip olan Osmanlı Devleti’nin bünyesindeki milletleri bir arada tutma gayreti şeklinde yorumlamak mümkündür. Sanatkârın ‘devlet’ kavramına yaklaşımı ise ‘millet’ten ayrı değildir; devlet ve milletin birbirini besleyen tamamlayıcı unsurlar olduğu kanısındadır. Devlet halkı korumak, kollamak, bütün tebaasına eşit muamele etmekle sorumludur; halk da devlete karşı yükümlülüklerini yerine getirmek ile yükümlüdür. Onun devlet-halk bağıntısında istek, talep, hak ve sorumluluk ilişkisinin sağlıklı işlemesi ve sürekli bir iletişim sağlanabilmesi için en gerekli araç gazetedir. “Batılı anlamda gazetenin gerçek kimliğini ve gazetecilik mesleğinin temel ilkelerini ve değerlerini Paris’te tanı[r]ve onun geniş okuyucu kitlesi üzerindeki nüfuzunu yakından yaşa[r]” (Parlatır, 2006, s.80). Paris’te edindiği bilgi ve tecrübeyi yurduna taşımak arzusu doğrultusunda özel gazetecilik alanında ilk adımları atar. Zira Osmanlı Devleti’nde modernleşmenin önemli araçlarından olan Takvim-i Vekayi resmi bir hüviyete sahiptir. Yöneticilerin ve halkın kişisel görüşlerinden ziyade padişahın ziyaretleri “nişan törenleri, Asakir-i Mansure-i Muhammediye’deki ilerlemeler, askerlik eğitimi, iç isyanların bastırılması ve Avrupa’daki bilimsel gelişmelerle ilgili haberlere daha öncelikli yer veril[ir]” (Korkmaz, 2009, s. 27). İlk özel gazete şeklinde tanımlanan William Churchill’in çıkardığı Ceride-i Havadis ise ilmî ve edebî gibi görünmesine rağmen “İngilizlerin ekonomik ve siyasi çıkarlarına yönelik bir kamuoyu oluşturmak” (Korkmaz, 2009, s. 27) amacına hizmet etmektir. Şinasi ve Agâh Efendi’nin yayın hayatına birlikte girdirdikleri Tercüman-ı Ahval, bu nedenle Türklerin çıkardığı ilk özel gazete niteliği taşır. Bu gazetenin mukaddimesinde azınlıkların kendi dilleri ile çıkardıkları gazetelerin olduğunu belirtilerek “Osmanlı gazetelerinin bahsine gelince, gayr-i resmi bir varakanın devam üzre çıkarılmasında her nasılsa şimdiye kadar millet-i hakimeden hiç kimse ihtiyar-ı zahmet etmemiştir” (“Tercüman-ı Ahval” Sazyek B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O444 O K 457 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ve Sazyek, 2008, s. 373) tespiti ile daha önce ‘millet-i hâkime’ sıfatıyla bahsedilen Müslümanların gazete çıkarma girişimlerinde bulunmamalarını eleştirir. Şinasi, Tanzimat Fermanı’nın sağlamış olduğu adalet sayesinde kendilerinin bu gazeteyi çıkardıklarını söyler ve izin veren tüm kurumlara teşekkürünü ifade eder; halkla devlet arasındaki karşılıklı görev ve sorumlulukları dile getirir. Devletin ve milletin siyasi, sosyal olaylar hakkındaki düşüncelerini aktarma aracı, hür fikirlerin ifade mecrası olarak gördüğü gazeteye gençlerin/ yeni neslin eğitilmesi açısından ‘okul’ nitelemesini yapar. İnsanı dünyevi bir varlık şeklinde değerlendirir, onu çevreleyen evreni tanımasını ister, evrenin parçası olduğu gerçeğini insana hatırlatır. Şinasi’nin insana ontolojik varlığını kavratma aşamasında ilk girişimi, yeni bir yönetilen tipinin doğuşuna yöneliktir. Çünkü “bireyin toplumdaki özerk bir unsur olarak anlam ve önemi belirmeye başladıkça fırsat yapısındaki önemi[n] art[acağını]” (Kalaycıoğlu ve Sarıbay, s. 32) ileri sürer. Bu yönetilen tipinin Münâcât’ta Yaratıcı ve Tercüman-ı Ahval’de devlet-vatandaş şeklinde gösterilen kulluk ile ilintili mekanizmayı düzenleyerek varlığını inşa etme çabası içine girdiğine dikkat çeker. İnşa içerikli bu yönelim Tanzimat Dönemi’nin “kendi kendini yetiştiren, eleştiren ve yeni ufuklar aramaya başlayan insanın ilk örneği[ni]” (Ortaylı, 2017, s. 18) yaratır. Ona göre aydın/lar kulluk, itaat ve korku geleneğini değiştirmeye çalışırlar. Tercüman-ı Ahval’den sonra tek başına çıkardığı Tasvir-i Efkâr gazetesinde de aynı tutumu devam ettirir. Tasvir-i Efkar’da “o zamana değin, değil basılı malzemelerde, şifahen bile söylenmesinden çekinilen meşrutiyet ve hürriyet kelimeleri[ni]” (Ulusoy Nalcıoğlu, 2005, s. 257) kullanır. Mukaddimede gazeteyi, halkın kendi yaraları hakkında düşünme fırsatı veren, halka hizmet eden, bu hizmeti yalın bir dille gerçekleştirmesi gereken bir vasıta olarak değerlendirir. İlk cümleden itibaren devlet ve vatandaş/ millet arasındaki etkileşime dikkat çeker: “Her bir devlet, idaresine müvekkel olduğu bir hey’et-i mecmua-i milliyenin bekasıyla payidar ve hayr u menafiine muvafık surette tedbir-i meham eylemekle, kaviü’l-iktidar olmak kaziyesi, manend-i bedihi-i ûlâ bürhandan müstağnidir” (“Tasvir-i Efkâr” Sazyek ve Sazyek, 2008, s. 376). Millet eksenli bir devlet tarifi yaparken devleti “milletin işlerini üstlenmiş bir vekil olarak kabul ed[er]” (Yanardağ, 2010, s. 11) ve vekili olduğu milletin iyiliğine, yararına önlemler alarak iktidarını güçlendirebileceğini ileri sürer. Şinasi’nin şiirlerinde ve düzyazılarında yeni bir yöneten ve yönetilen profili belirlemeye yönelik söylemler geliştirmesinde dönemin siyasi ve sosyal anlamdaki düzenlemelerin belirleyici rol oynadığı görülür. Şinasi’nin Münâcât Şiiri ve Tercüman-ı Ahval Mukaddimesi Bağlamında Yeni İnsan Tipi İnsanın duygularının ve düşüncelerinin estetik biçimde aktarımı olan yazma edimi, Tanzimat Dönemi’nde yeni bir medeniyete yönelmenin en etkili eyleyenleri hâline gelir. Dönemin aydınları Batı’dan edindikleri bilgiyi, tecrübeyi ve dünyaya yeni bakış açısıyla yaklaşmayı yazı aracılığı ile toplumun her kesimine yaymak; Osmanlı Devleti’nin hâlihazırdaki gerilemesini durdurmak isterler. Bunun için de yeni bir zaman ve zeminde yaşadıklarının bilincinde olan aydınlar toplumun tabanından başlayarak farkındalık yaratmayı kendilerine görev addederler. Halka ulaşmada ulak olarak gördükleri gazetede, bilgilendirici yazılarını edebi formdaki eserlerinin mesajlarıyla aynı düzlemde birleştiren metinler kurarlar. Özünde geçmişten kopmadan “insanın köleleştirildiği monarşiler zamanının son kalıntılarına hücum ede[n]” (Durmuş, 2014, s. 241) yeni bir yönetilen tipine zemin hazırlamaya çalıştıkları yazılarında ‘güç ve otorite’ eksenli değerlendirmelerde bulunurlar. Yönetilenin hem Allah’la hem de “İslam toplumunun sosyolojik bir mensubiyet ve bilinç parametresi olan ‘kul/’kulluk’ kavramlarıyla olan bağı” (Durmuş, 2014, s. 241) irdelenir. İnsanın Yaratıcı ile ilişkisindeki konumu 458 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 445 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU sorgulanarak Allah’a yabancılaşma ve iletişim kopukluğuna işaret eden pasifliği eleştirilir. Sağlıklı etkileşimin kurulabilmesini hadlerinin ve haklarının farkında, kendine gönderilen kılavuzları okumuş, kavramış, eylemlerine yansıtmış kişilerin/kulların çoğalmasına bağlarlar. Sosyolojik mensubiyette ise toplumsal iktidarın kaynağının insan olduğu vurgulanır. Bilinçli bir kul ve bilinçli bir vatandaşın hakları, sorumlulukları; adalet, eşitlik talebi; devlet, vatan kavramına yaklaşımı ele alınır, birey ön plana çıkarılarak ona önem atfedilir. Devletin siyasi, ekonomik, askeri vs. alanlardaki düzenlemeleri, yenilikleri ve yönelimleri edebiyatın/yazı hayatının şekillenmesine yol açarken yazı da siyasete yön tayin eder. Böylece çift taraflı bir etkileşim kurularak toplumsal, siyasi değişimleri gerçekleştirmede, halka kabullendirmede edebiyatın insanı ve toplumu dönüştürücü gücünden yararlanılır. Tanzimat Dönemi’nde de bu gücün farkında olan aydınlar aynı zamanda dönemin edebî faaliyetlerini yürütürler. Yetiştikleri ortam, aile, eğitim gibi etmenlerle ilk aşamada eski şiir geleneğinden biçim bakımından ayrılamazlar. Ancak Divan Edebiyatı geleneğinin formlarını korumakla birlikte içerik düzleminde zamanın ruhundan bağımsız metinler kurmazlar. Tanzimat Dönemi’nde öncü bir kişilik olan Şinasi’nin, Münâcât başlıklı şiiri bu durumu örnekler niteliktedir. Klasik münâcâtlar günahkârlık ve pişmanlık duygularının yer verildiği şiirlerdir. Allah’ın bağışlayıcılığı ifade edilir. Kâinatın yegâne hâkimi Allah’tır. Her varlık onun kudretini haber verir. Ancak Şinasi’nin bu şiiri klasik münâcâttan ayrılan nitelikler taşır. Eser temelde Yaratıcı ile kâinat ve Yaratıcı ile insan arasındaki ilişkiye dayalı olarak iki bölüme ayrılır. İlk bölümde evren ve onun içinde var olan nesneler fenomenolojik açıdan betimlenir. Küçük büyük bütün nesnelere önem, görev ve anlam atfedilir. Evrenin işleyişindeki düzen ve bu düzeni kuran Allah, ululuk âleminin padişahıdır. Klasik münâcâtlarda olduğu gibi varlık, onun eseridir ve emrindedir; varlıkların her biri, onun mevcudiyetini ispat eden delillerdir. Fakat deliller Şinasi’nin şiirinde çoğunlukla bilimsel biçimde ve astronomik varlıklardan örneklenir. “Aklî bir tip olan Şinasi’nin Tanrı’yı ispat için ‘objektif bir delil olarak kainatı göstermesi eskilerden ayrı bir davranış tarzını ifade eder” (Kaplan, 2000, s. 35). Verilen örneklerde Allah’ın varlığı kalp ile hissedilmekten ziyade akıl aracılığıyla ispatlanmaya çalışılır. Bu bağlamda “iman-akıl meselesinde İslâm geleneğinde en serbest anlayışın temsilcisi olan İbn Rüşd uzmanı olarak bilinen Renan’ın Şinasi üzerinde” (Kacıroğlu, 2009, s. 2137) kuvvetli tesiri kendini gösterir. Şinasi, “Münâcât” başlıklı şiirinin ikinci kısmında insan ve Yaratıcı arasındaki ilişkiyi aktarırken insanın yaratıcıya karşı sorumluluklarıyla beraber ‘yaratılmış’ olmanın verdiği hakların da bilinmesini dile getirir. Çünkü “bilme dünya içinde-var-olmanın bir varlık minvalidir” (Heidegger, 2005, s. 63). İç dünyadan dış dünyaya yönelme, dünyayı ve yaşamı anlamlandırma ediminin ilk aşamasıdır. Dünyadaki varlığını, anlam değerlerini sorgulayan; kendini uhrevi ve dünyevi bağlamda garanti altına almak isteyen yeni insan tipinin sesinin duyulduğu şiirde, dünya içinde varolma bilincinin yansımaları söz konusudur. Bu kısımda günahlarından bahseden şiir öznesi klasik münâcâttaki yalvarmadan farklı tutum takınır. Varlığının farkına varmış, kulluk sorumluluklarının yanı sıra ‘yaratılmış’ olmanın verdiği haklarını da dillendirir. Yani ‘talep eden’, yaratıcının insana verdiği nimet olan aklıyla deliller arayan, neden-sonuç ilişkisini, akıl-kalp diyalektiğini önemseyen yeni insan profili söz konusudur. Metinde bu hususta standart söylemin dışına çıkılarak Allah-insan-doğa üçlemesinde ‘akıl’ sayesinde yeni ilişkiler ağı kurma çabası gözlenir: B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O446 O K 459 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM Vahdet-i zâtına ‘aklımca şehâdet lâzım Cân ü gönlümle münâcât ü ‘ibâdet lâzım Şiir öznesi içten ibadet edebilmek için ‘verili’ düşünce dünyasına bilimsel şüphelerle yaklaşarak içsel ve dışsal gerçekliği bütünleştirme arzusu duyar. Böylece geleneksel bilgilerin bilimsel açıklama yoluyla doğrulanmasının insan-Allah ilişkisinde daha güçlü bağlar kurabileceğini vurgular. Şüphenin üstesinden gelmenin, beklentiler ve sonuçların aynı paradigmada buluşmasının tek yolunun akıl olduğunu dile getirir. Çünkü insandan beklenilen samimi bir kulluktur. Bunun sağlanabilmesi için de şüpheden arınmış ve iç huzura kavuşmuş kalp gereklidir. Ancak şiir öznesi her ne kadar insanın ‘aşkın’ ile olan ilişkisinde yeni bir tavır geliştirse de geleneksel inancın etkisinden kurtulamaz. Duyduğu şüpheden dolayı kendini ‘kötü’ ve ‘günahkâr’ sayar. Allah’ın varlığına aklı ile şehadet etmek gerektiğini, ancak o zaman şevkle ayetlere yöneleceğini belirttiği için pişmanlık duyan şiir öznesi, bir sonraki beyitte ondan af talep etmeye yüzü olmadığını söyler. Daha sonra af talep edememek de “fi’l-i şer” sayıldığından bunun daha günah olduğunu aydınlanmış bir bilinçle dile getirir. Çünkü Allah’ın bağışlayıcılığı şiir öznesinin günahlarından daha fazladır ve o, yarattıklarına karşı sonsuz kerem sahibidir. Nur-ı rahmet niye güldürmeye rûy-ı siyehim Tanrı’nın mağfiretinden de mi büyük günehim Allah, kullarına karşı çok bağışlayıcı olduğunu çeşitli ayetlerinde ve peygamberleri aracılığı ile bildirir. Dolayısıyla şiir öznesine göre af talep eden herkesin bağışlanması bir haktır: Bî-nihâye keremi ‘âleme şâmil mi değil Yoksa ‘âlemde kulu ‘âleme dâhil mi değil Şiir öznesine göre insan Allah’ın yarattıkları arasında bir varlık olduğu için onun rahmeti kendisini de kuşatmalıdır. Yaratıcıya karşı sorumlulukları ve yükümlülükleri olan kul, artık ‘mademki beni yarattın, mağrifetim her şeyi kuşatır, sonsuz keremim var’ diye söz veriyorsun beni de bağışlarsın diye bağışlanma hakkını dile getirerek adeta kendini ayetlerin ve hadislerin yasal güvencesi altına alır. Ama bu hak talebi Allah’a karşı tavır alış ya da isyan değil; insanî bir eylemin ve kendini dünyada konumlandırma, varlığını anlamlandırma çabasının sonucudur. Evrenle/ âlemle olan ilişkisini kuvvetlendirip mevcut düzende ‘salt şüphe’ nedeniyle yargılanmadan yaşama hakkını korumak ister. İtaatsiz ve otoriter yapıyı sorgular mahiyetteki söylemlerden ziyade otoritenin kendisine vermiş olduğu güvencenin bilincinde bir kimlikle yerini muhafaza etmeye çalışır. Suçluluk duygusundan kurtulmak için bilinç süreçlerini işleten şiir öznesi, günah işlemenin kulluğun gereği ve tabi acziyet olduğu sonucuna varır. Çünkü Allah insana nefs ve günah işleme yeteneğini vermeseydi o da günahsız olabilir. Onun günah işlemeye meyilli olma durumu şiirde suçun bağışlanmasına ‘şefaatçi’ gösterilir: Sehvine oldu sebeb acz-i tabiî kulunun Hem O’dur âlem-i ma’nîde şefî’i kulunun Şiirde olumlu ya da olumsuz yönleri ile bir bütün hâlindeki insanın, varlık imkânlarının ve sınırlarının bilincindeki sesi duyulur. Kendi yoksunluklarından utanç duymaya, Allah’a ulaşmadaki araçların amaç şeklinde algılanmasına karşı çıkan şiir öznesi, ‘eksiklik ve hatalarını’ bedel ödeme aracı değil Allah’ın lütfuna birer sebep olarak görür. Böylece yaratıcıdan kopma endişesinden uzaklaşarak onunla bağlarını kuvvetlendirir. 460 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 447 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU “Münâcât” şiirinde bireysel varlığının ve sınırlarının farkına varan insan “Tercüman-ı Ahval Mukaddimesi”nde toplumsal varlığının bilincine eriştirilmeye çalışılır. “Tanzimat Fermanı’nın ilanı ile Batı kültür ve medeniyetine yönelme [gerçekleşir], daha doğrusu devletin önderliğinde batılılaşma yolu açıl[ır]. İşte bu dönem içinde gerek Tercüman-ı Ahval gerekse Tasvir-i Efkâr gazetelerinde yayımladığı yazılarında Şinasi, Batı’nın ‘meşruti’ yönetimini ve ‘Parlemento’ sistemini benimsemiş bir Tanzimat aydını olarak görünür” (Çalışkan, 2016, s. 89). Düşünce dünyasına kazandırdığı değer yargıları ile Osmanlı Devleti içerisinde yaşayan insanlara yeni ufuklar açma gayretiyle hareket eder. Tercüman-ı Ahval Mukaddimesi’nde Meclis-i Âlî-i Tanzimat’ın/Tanzimat Yüksek Meclisi’nin kuruluşu sırasında kanunlara ve düzenlemelere bağlı tasarıların yazılı sunulması için halka resmi izin verildiğini belirten Şinasi, devlet yönetiminin ve devletin daha iyi olması için vatandaşların fikir beyan etme gerekliliğini bir hak ve sorumluluk şeklinde değerlendirir. Bunu gerçekleştirebilecekleri alan olarak gazeteyi gösteren aydın/Şinasi Mukaddime’de ‘yeni’ bir yönetilen rolü belirlemeye yönelik söylemlerde bulunur: “Mâdam ki sosyal bir yapıda yaşayan halk bunca yasal görevler ile yükümlüdür, elbette sözle ve yazı ile kendi vatanının çıkarlarına dair düşüncelerini belirtmeyi kazanılmış haklarının bütünü sayar. Eğer şu iddiaya bir belge aranılacak olsa, eğitim kuvveti ile zihni açılmış olan medenî milletlerin yalnız politika gazetelerini göstermek yetebilir.” (“Tercüman-ı Ahval” Sazyek ve Sazyek, 2008, s. 375) Tanzimat döneminde hem yöneten hem de yönetilen kesime yeni bir kimlik kazandırma çabası dikkat çeker. Kimlik bir insanın ya da toplumun ne’liğinin ve niteliklerinin bütünü; kişiyi veya grubu diğerlerinden ayıran vasıflardır. Dolayısıyla ‘kim’ ve ‘ne’ olduğunun bilincine varma sürecidir. Mukaddime’de yönetilenin ve yönetenin ‘ne’ olduğu hakkında bilgi verilirken vatandaş, millet ve devlet arasındaki bağdan bahsedilir; yeni neslin topluma dönük yanı vurgulanır. Halkın yönetimde çeşitli şekillerde söz sahibi olması gerekliliği üzerinde duran mukaddime toplumu uyaran ve uyandıran bir işlevdedir. Mukaddimede devlete ve millete kanuni görevlerle yükümlü olan halk devletin ve vatanın gelişmesi için fikir beyan etmeyi de hakkı görmelidir. Dolayısıyla gazete aracılığı ile eleştiren, sorgulayan, varlığının bilincinde kimlikler oluşturulmaya çalışılır. Böylece zaten sorumluluk bilinci bulunan bireylere, hakları da hatırlatılarak evrensel değerlerin ışığında kendi milli menfaatlerini önceleyen, sorumluluk duygusuyla beraber geleceğin kaygısını duyan, vatanı koruma ve milleti medeni milletler seviyesine taşıma vazifesini üstlenen, sorunlara çözüm öneren ve üreten yeni tipin doğuşuna zemin hazırlanır. Milletin düşüncelerinin merkeze yerleştirildiği iktidar vurgulanır. Bu da ancak kalp-akıl ikileminde aklı öncelemekle/ ‘düşünmek’le mümkündür. Metinde akıl, kalp ve dil Tanrı’nın insana birer ihsanı olarak nitelenir. Münâcât şiirinde “Vahdet-i zâtına aklımca şehâdet lâzım” diyen şiir öznesinin söylemiyle benzer tavır bu mukaddimede devam ettirilir. İnsan Allah’ın hediye ettiği akılla düşünmeli, şükretmeli ve şükrünü ifade etmeli/konuşmalı düşüncesi vurgulanır: Değil mi Tanrı’nın ihsânı akl ü kalb ü lisan, Bu lûtfu etmelidir fikr ü şükr ü zikr insan. Söz, insanı çevreleyen dünya ile ilişki kurmasını sağlayan eylemdir. Bir şeyler hakkında söz söylemek varlığı, zamanı ve mekânı çözümleme; onunla bağ kurma çabasından ileri gelir. Çünkü dünya ile ‘ilgi hâlinde olma’, çevredeki gelişmelere kayıtsız kalmama, verili dünyayı yapılandırma isteği ‘söz’ sayesinde anlam bulur. Bu sayede yaşadığı toplumu şekillendirme B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O448 O K 461 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM gücünü kendinde bulan insan, bireysel varoluşuna kamusal güvence sağlar. Tercüman-ı Ahval Mukaddimesi’nde toplum içinde edilgen yapıda bir kul değil, aktif, söz söyleme gücüne sahip, toplumsal yaşamını düzenleyen etmenlere müdahale edebileceğinin bilincinde vatandaşlar yetiştirmek amacındaki bireyin söze verdiği anlam, önem arz eder. Bunu için de gazete fikirlerin yayılmasında ve politik katılımın sağlanmasında, demokrasi kültürünü kurma yolunda araç olarak değerlendirilir. Halk “dış ve iç durumdan seçilmiş olayları ve çeşitli bilgilerle diğer yararlı maddelere ilişkin konuları yayma ve açıklamaya araç olaca[k]” (“Tercüman-ı Ahval” Sazyek ve Sazyek, 2008, s. 375) gazete sayesinde bilgilenecek, ürettiği bilgileri ilgili mercilerle paylaşabilecek, böylece yaşadığı dünya ile ilintili/ilişkili hâle gelecektir. Dolayısıyla Şinasi gazete sayesinde bu ilişkide planlayan, tedbir alan, düşünen, farkına varan ve bunları dile getirebilen; dünyada nesne konumundan çıkararak eyleyen, yön tayin eden düzeyine yükselen bireylerin doğumuna zemin hazırlamaya çalışır. Sonuç Fikirleri ve çalışmaları ile Türk Edebiyatında yeni bir çığır açan; insanın sorumlulukları olduğu kadar hakları da olduğunu vurgular mahiyette yazılar yazan; gazetenin halkı bilinçlendirme, kamuoyu oluşturmadaki işlevine dikkat çeken Şinasi, biri nesir diğeri nazım türündeki Münâcât ve Tercüman-ı Ahval Mukaddimesi başlıklı metinlerinde birey-iktidar ilişiklilerini sorgulayıcı tavırla ele alır. Şinasi, Münâcât şiirinde ve Tercüman-ı Ahval gazetesinin mukaddimesinde insanın Yaratıcı’dan ve devletten kopma endişesiyle bireysel varlığını tehdit eden unsurlara ‘sırf boyun eğmeye ve itaate’ dayalı yaşama zorunluluğunun bulunmadığını hatırlatır. Hem dinî hem de beşerî kanunların sadece korku, tedirginlik yaymadığını; insandan daimî ve karşılıksız hizmet beklemediğini vurgular. Her iki merciin de insana sorumluluklarının yanı sıra haklar verdiğini ilgili alanlardaki kurallar dizgesi ile açıklar. Bu haklar ancak ‘düşünme ve bilme’ yoluyla fark edilebilir. Metinlerde altı çizilen husus insanın Allah’ın, kâinatın ve devletin dilini anlayıp iman ettikten sonra kendi varlığını kurabildiği; kişinin ancak o zaman yaratanla, devletle gerçek/sağlıklı iletişimi sağlayabildiğidir. Münâcât’ta yaratılmış olmanın getirdiği hakların bilincine varmayı önceleyen şiir öznesi söz konusudur. Metnin esasını oluşturan unsurlar, kendi kendisini sorgulayan kuldan ziyade, günahlarıyla sevaplarıyla bir bütün olduğunu, bunun doğallığını kabullenmiş ‘insan’ ve bu insanın haklarıdır. Şiir öznesine göre öte dünyayı güzelleştirme endişesinin şekillendirdiği kulluk, sadece yalvarma ve acizlik ile sınırlandırılmamalıdır. Münâcât’ta insan-Allah arasındaki bağıntı Tercüman-ı Ahval Mukaddimesinde yönetenler ile yönetilenler arasındaki ilişkiyle doğru orantılıdır. Metinde sosyolojik göndermeler çerçevesinde kulluk kavramı sorgulanır, vatandaşlığın sadece yükümlülükleri içermediği, vatanın güzelleşmesi için fikir beyan etmenin en önemli sorumluluk ve hak olduğu belirtilir. Bu bağlamda Osmanlı’da tebanın Allah’ın yeryüzündeki gölgesi olan padişahın da kulu olduğu dikkate alındığında Münâcât’taki asıl meselenin sadece Allah’a kulluğun boyutları olmadığı anlaşılır. Allah’a yaklaşma biçiminin bile sorgulandığı bu söylemde eleştirilen husus kulluk kavramına yüklenen anlamdır. Mukaddimede bu durum daha netleştirilir. Hem Mücat’ta hem de Tercüman-ı Ahval Mukaddimesi’nde birey ön plana çıkarılarak ona dinî ve hukukî yasal güvencesi hatırlatılır. Her iki metinde de insanın yaşam evrenine yönelik bireysel ve toplumsal manada yeni bir insanın inşası söz konusudur. 462 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 449 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU Kaynaklar Çalışkan, A. (2016). Bir tür olarak münacat ve İbrahim Şinasi Efendi’nin Münacaat’ının tahlili. Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, 43, 88-139. Durmuş, M. (2014). Şiirsel tavrın öncülüğünde insanı yeniden düşünmek: Namık Kemal ve Hürriyet Kasidesi. Uluslararası Türkçe Edebiyat Kültür Eğitim Dergisi, 3(1), 240- 250. Eliuz, Ü. (2009). Tanzimat dönemi anlatılarında feminist söylem. Trabzon: Serander Yayınları. Heidegger, M. (2005). Varlık ve zaman, (çev. Kaan H. Ökten), İstanbul: Agora Kitaplığı. Kacıroğlu, M. (2009). Bir bunalımın anatomisi: Tanzimat şiirinde inanç krizleri. Turkısh Studies, 4(1), 2127-2156. Kalaycıoğlu, E. ve Sarıbay, A.Y. Tanzimat: modernleşme arayışı ve politik değişme, s. 9-38. Kaplan, M. (2000). Şiir tahlilleri 1 Tanzimat’tan Cumhuriyete. İstanbul: Dergâh Yayınları. Korkmaz, R. (2009). Yeni Türk edebiyatına giriş. Yeni Türk Edebiyatı El Kitabı (ed. Ramazan Korkmaz), Ankara: Grafiker Yayınları, 13-42. Ortaylı, İ. (2017). Tanzimat adamı ve Tanzimat toplumu, Batılılaşma yolunda. İstanbul: İnkılap Kitabevi, 11-36. Parlatır, İ. (2006). Şinasi. Tanzimat Edebiyatı (Hazırlayanlar İsmail Parlatır, İnci Enginün, Ahmet B. Ercilasun, Zeynep Kerman, Abdullah Uçman, Nurullah Çetin). Ankara: Akçağ Yayınları, 71-126. Sazyek H. ve Sazyek E. (2008). Yeni Türk edebiyatında önsözler. Ankara: Akçağ Yayınları. Ulusoy Nalcıoğlu, B. (2005). Tanzimat dönemi Türk gazeteciliği ve Türk basınının ilkeleri. Manas Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 7(14), 253-267. Yanardağ, M. F. (2010). Tanzimat dönemi fikir gazeteciliğinin önemli ismi Tasvir-i Efkâr ve toplumsal değişime katkısı. Tercüman-ı Ahval’in 150. yılında İstanbul’da fikir gazeteciliği sempozyumu (21-22 Ekim 2010), İstanbul: Emirler Matbaası, 1-15. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O450 O K 463 SOVET DАVRIDА TUZUMGА QАRShI АSАR E’LON QILISh (SHUHRATNING “OLTIN ZANGLAMAS” ROMANI MISOLIDA) Mehribon YODGOROVA Öz Geçen Sovyetler Birligindeki Türk Cümhüriyetlerinde yaşıyan edipler her zamandada kendi istek ve arzularını eserlerinde yansıta alamamışlar. Belli olan polıtıka yontemi ve takıblara göre bedii eserler sovyet dönemini sadece iyi ve güzel açıdan göstermesi zorunlu idi. Bu hususlar XX. yüzyıl Özbek romanındada o yada bu derecede yansımıştır. Örneğin geçen yüzyılın altmışıncı yıllarında Özbek edebiyatında en ünlü olan eserlerinden biri Altın Zenklemes romanının tekdiride aynen öyle geçmiştir. Romanın müellifi Şühret (1918-1993) çok zorlukları yaşamış, hatta hakikatı söylediği için KGB takıbına öğreyerek 1951-1956 de sovyet hapishanelerine atılmıştır. O Sovyet polıtıkasını kabul etmeyen, çetin iradeli bir yazar idi. Altın Zenklemes romanı 1963-1964 de yazılmış. Ama o kitab hâlinde yayın oluna (1967) kadar Yazarlar Birliği ve başka sovyet idarelerinde çok kere muhakameler olmuştur. Roman konusu: Özbekistan’da sovyet döneminde geçen bir çok hadiseler, komyü ve maarif hayatı, savaş ve sovyet hapishanelerindeki müdhişlikler. Eser baş kahramanı Sadık aynen yazarın kendi yaşamını ve sıkıntılarını gösterici obraz. Romandakı sovyet katağan (terror) siyaseti ile bağlı vakıaların kaleme alındığı eser metnine göre çeşitli görüş ve değiştirmelere sebeb olmuştur. Onun yayın olan nüsheleri ve Özbekistan İlimler Akademisi Alişir Nevai Devlet Edebiyat Müzesi arhivindeki elyazması ile karşılıklı araştırma yapıldığinde romanda çokça mecbüri değiştirmeleri görmek mümkündür. Bildiride Altın Zenklemes romanının tekdiri ve metni belirtildiği elyazmaya göre tedkik edilmiş. Anahtar Sözcükler: Şühret, Altın Zenklemes, Roman, Metin, Arhiv, Sovyet Dönemi. Mustabid sovet davrida yashab ijod qilgan adiblar doim ham o`z orzu istaklarini badiiy asarlarida eks ettira olishmagan. Ma`lum mafkuraviy to`siq va tazyiqlarga ko`ra badiiy asarlar sovet davri voqeligini faqat yaxshi jihatdangina ko`rsatishi kerak edi. Bu xususiyatlar XX asr o`zbek romanida ham u yoki bu darajada sezilmay qolmagan. Misol uchun o`tgan asrning oltmishinchi yillarida o`zbek adabiyotida eng shovshuvli asarlardan biri “Oltin zanglamas” romanining taqdiri ham aynan shunday kechdi. Roman muallifi Shuhrat (1918-1993) juda ko`p qiyinchiliklarni boshidan kechirgan hatto o`z haqiqatgo`yligi uchun KGB taqibiga uchrab bir necha yil (1951-1956) sovet turmalarida o`tirib chiqqan. Irodasi bukilmas, sovet tuzumi bilan chiqishmagan adib edi. Uning “Oltin zanglamas” romani 1963-64 yillarda yozilgan, lekin to nashr etilgunga qadar (1967) Yozuvchilar uyushmasi va boshqa sovet idoralarida ko`plab muhokamalarni boshidan kechirgan. Аsar O`zbekistonda sovet davrida bo`lib o`tgan ko`plab hodisalar, ijtimoiy-ma’rifiy hayot, urush va sovet qamoqxonalaridagi qiyinchiliklar haqida edi. Аsarning bosh qahramoni Sodiq aynan yozuvchi Shuhrat hayoti va qiyinchiliklarini ko`rsatib beruvchi yetakchi obrazdir. Аynan sovet tuzumidagi qatag`on siyosati bilan bog`liq  O`zR FА O`zbek tili, adabiyoti va folklori instituti tayanch doktoranti, [email protected]. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 465 451 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM voqealarning qalamga olinganligi asar matniga nisbatan turli xil fikrlar va o`zgartirishlarga sabab bo`lgan. Romanning chop etilgan nashrlari va O`zR FА Аlisher Navoiy nomidagi Davlat adabiyot muzeyi arxivida saqlanayotgan qo`lyozma nusxasi (yozuvchi avtografi) o`zaro qiyoslanganda asar matnidagi juda ko`p majburiy o`zgartirishlarni ko`rish mumkin. Ushbu ma`ruzada “Oltin zanglamas” romanining taqdiri va matni mazkur qo`lyozma asosida tahlil etilgan. Kalit so`zlar: Shuhrat, “Oltin zanglamas”, roman, matn, arxiv, sovet davri. Badiiy asar yaratish – sirli jarayon. Haqiqiy ijodkor hech qachon ko`ngil nolalarini o`z qalbining kishi bilmas puchmoqlarida qoldirib ketmaydi, mavridi bilan hissiy kechinmalarini bayon qilish yo`lini topadi. Bunga ijtimoiy sharoit yetilishini kutadi. Buyuk shoirlar Oybek va Mirtemirlarning g`aladonida yotgan ba`zi she`rlarining keyinchalik e`lon qilishi ham fikrimizni tasdiqlaydi. XX asr milliy adabiyotimiz o`rta avlodiga mansub yozuvchilarning ijod qilishi birmuncha murakkab kechdi. Negaki, katta avlod qurbon berib bo`lsa-da o`z so`zini ayta olgan bo`lsa, o`rta avlod ko`z o`ngida sodir bo`lgan xunrezliklar hamda adabiyotda yakkahokimligini o`rnatgan sotsialistik realizm metodi qobig`ini yorib chiqishga imkon topa olmadi, to`g`rirog`i, ular qaysi tamoyillar asosida ijod qilish, kimni yoki nimani madh etish lozimligini, yoki, aksincha, qaysi mavzuda qalam tebratmaslik kerakligini bilmasdan bir joyda depsinib turib qolishdi. (O`rta avlod deganda Shuhrat, Hamid G`ulom, Аsqad Muxtor, Said Аhmad, Shukrullo, Turob To`la, Mirmuhsinlar nazarda tutiladi). Ular adabiyotga katta avlodga ergashib kirib kelgan edilar. Ijtimoiy silsilalar baribir o`z ta`sirini ko`rsatdi. Ijodkorlar zamonga qarab moslashdi: asarlarida o`ta nekbin kayfiyat, inqilobiy-optimistik ruh hukmronlik qila boshladi. Аslida, ijodkorning nimani va qanday yozish kerakligini tevarak atrofiga qarab belgilashi badiiy ijod tabiatiga mos kelmaydi. Аmmo “qizil adabiyot”da sotsialistik realizm metodi o`zining yakranglik da’vosini o`rnatishi yozuvchi shaxsiyatining parchalanishiga olib keldi. Biroq ijodkor ruhini sindirish oson emas. Cho`g`ni qog`ozga o`rashning imkoni bo`lmaganidek, yozuvchi qalbidagi dardni yashirish ham amalda imkonsiz ishdir. Oltmishinchi yillarga kelib ijtimoiy-siyosiy hayot iqlimining biroz yumshashi natijasida ijodkorlar, garchand, bor ovozi bilan baralla hayqira olishmasa ham ko`ngil kechinmalarini imkon darajasida ifoda qila boshlashdi. Bu paytga kelib ijodining ikkinchi davri boshlangan Shuhrat ham shunday yozuvchilar sirasiga kiradi. U adabiyotga o`tgan asrning o`ttizinchi yillarida kirib kelgan bo`lsa-da, asarlari asosan urushdan keyingina chop etila boshladi. Ijodining ilk davrida unda Usmon Nosir ijodiga havas kuchli edi. Shu sababli uning dastlabki asarlari Usmon Nosirning she`rlariga ergashib yozilgan bo`lsa-da, ular mashhur shoirning qatag`on qilinishi hamda yosh Shuhratning Usmon Nosirga “dum”likda ayblanishi natijasida yozuvchining shaxsiy arxivida qolib ketdi. (Shaxsiy arxivida qolib ketgan asarlari haqida yozuvining o`zi “Ularni bostirishga hozir ham yuragim dov bermaydi. Аxir shoirning arxivida ham uncha-muncha narsa turishi kerak-ku!”, - deb yozgan.) Tabiiyki, hayotidagi tahlikali sinov davri hamda jahon muhorabasini boshidan o`tkazgan shoir bu paytga kelib, qatiqni ham puflab ichadigan ehtiyotkor qalamkashga aylangan edi. Urushdan keyin bir qator she`riy to`plamlarini e’lon qilgan yozuvchi kutilmaganda nasrga 466 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 452 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU murojaat qildi. Bu haqda shoir kundaligida shunday yozadi: “Ochig`ini aytsam, qachon prozaga havas uyg`onganligini bilmayman. Lekin frontdan qaytgach, front xotiralarini o`ylab, boshimdan kechirganlarim, ko`rgan-bilgan va eshitganlarimni she`r bilan ifodalab bo`lmasligini his etardim. Bu orada juda ko`p harbiy davr haqidagi suhbatlar turtki bo`ldimi, xullas, prozada yozgim kelib qoldi. Bu mahalda na birorta hikoya, na birorta ocherk yozgan edim”[5]. Shu tariqa Shuhrat “nasriy” tajribalarsiz roman janriga qo`l urdi. Yozuvchining ijodiy rejasiga ko`ra, roman “hajmi 40-45 bosma toboqqa mo`ljallandi”[5]. Baxtga qarshi, yozuvchining nohaq tuhmatga uchrab, “xalq dushmani” degan ayblov bilan 25 yilga qamoqqa olinishi sababli adib romanni tugallashga ulgurmadi. Bu haqda yozuvchining o`zi “Tanlangan asarlar”ining 3 jildligiga yozgan “O`zim haqimda ikki og`iz so`z” deb nomlangan so`zboshisida shunday deb yozadi: “Birinchi kitob tugallanib, bosmaga tayyorlanayotgan vaqtda baxtsiz tasodif ro`y berdi. Hayotimizda lenincha normaning barqaror topishi bilan yana ijodga kirishdim... endilikda “Shinelli yillar”ni avvalgi holatida bostirolmasdim, qayta ko`rib chiqdim, ko`p narsalarini olib tashladim...” [6.9] Shu tariqa “Shinelli yillar” romani davr siyosatiga moslanib, qayta ishlangan holda nashr etilgan. Bu ma’lumot bilan tanishganimizdan keyin bizda, “urush mavzusida yozilgan asarni ham siyosatga moslab qayta ishlash zarurati paydo bo`libdimi, shaxsga sig`inish qoralangan roman boshidan qanday kunlarni o`tkazgan ekan”, - degan fikr paydo bo`ldi. Bu savolga javob topish maqsadida O`zbekiston Respublikasi Fanlar akademiyasi Аlisher Navoiy nomidagi Davlat adabiyot muzeyi arxivida F.16.37-38 inventar raqami ostida saqanayotgan “Oltin zanglamas” romanining asl qo`lyozmasi bilan tanishishga jazm qildik. Kutganimizdek, romanning qo`lyozma varianti bilan kitob variantlari orasidagi farqlar anchagina bo`lib chiqdi. Romanning ba`zi joylar o`zgartirilib, ayrim epizodlar roman matniga majburlab “tiqishtirilgan”, bundan tashqari romanning deyarli barcha boblari ayovsiz qaychilangan. Qisqasi, roman “mayib qilingan”. Pirovardida romandagi asosiy obrazlar: Sodiq, Mirsalim, Musharraf, Dilovarxo`ja, Chuxanov Pushkaryov obrazlariga zaha yetgan. (Boshqa obrazlarda ham o`zgarishlar mavjud, lekin ular obraz mohiyatini buzib yuboradigan darajada emas.) Ma’lumki, dialog va monologlar personajlar xarakterini ochishda, davr ruhiyatini aks ettirishda, qahramon ruhiy kechinmalari, fikr-mulohazalarini ifodalashda, shuningdek, yozuvchi kontseptsiyasini yuzaga chiqarishda muhim ahamiyat kasb etadi. Yozuvchi personajlarning dialogik hamda monologik nutqini yaratar ekan, masalaga, avvalo, obrazning xarakter mantiqi, voqelikka bo`lgan munosabati, qolaversa, romanda ko`tarilgan asosiy muammodan kelib chiqib yondashadi. “Oltin zanglamas”dagi dialog va monologlarning “qaychilanish”i asardagi ba`zi obrazlarni xiralashtirgan. Jumladan, “Mirsalim ko`ngliga tugib qo`ydi”, “Kek”, “Tirnoq ostidan kir qidirib”, “Ko`ngilsizliklar”, “Sodiqning qamalishi”, “Аybsiz aybdor”, “Tergov”, “O`lganning ustiga tepgan”, “Musharrafning hirsi”, “Haq joyiga qaror topadi” deb nomlangan boblardagi dialoglar hamda monologlarning “qaychilanishi” voqelik ustiga xira parda tortishi bilan birgalikda ayrim obrazlarning xarakter mantiqiga putur yetkazgan. Natijada ba`zi obrazlarning mohiyati ochilmagan. (Nomlari sanalgan boblarning ayrimlarida bobning nomi o`zgarishga uchragan.) Badiiy asarda ekspozitsiya ham g`oyatda muhim g`oyaviy-kompozitsion rol o`ynaydi. “Ekspozitsiyani asar voqealarining yuz berishini aks ettiruvchi passiv fon deb tushunmaslik B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O453 O K 467 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM kerak. Ekspozitsiya ijodkor g`oyasini yuzaga chiqaruvchi, asar mazmunini yorqinlashtiruvchi, xarakterlarning o`sishini asoslovchi syujetning muhim tarkibiy qismidir. [4. 350]” “Oltin zanglamas”ning qo`lyozmasida ekspozitsiya butun asar davomida uchraydi. Bu tasvirlar romanda ko`tarilgan bosh mavzu shaxsga sig`inish yillari qurbonlarining yashash sharoiti, to`g`rirog`i, kun kechirish sharoiti bilan o`quvchilarni tanishtirsa, boshqa tomondan asar g`oyasini yuzaga chiqarishda muhim detalь vazifasini bajaradi. Qo`lyozmadagi Sodiqning qamoqqa olinishi bilan bog`liq voqealar yuz bergan joy tasviri bilan tanishamiz: “...Chindan ham unga joy tayyorlab qo`yilgan ekan. Uni tergovchi oldidan olib tushgan askar to`g`ri o`sha kameraga olib bordi. Bu kamera kunduzi ham chiroq yonib turadigan koridorning oxirida o`ng tarafda edi. Sodiq to “o`z kamerasi”ga borguncha ikki tomondagi qoraga yaqin bo`yoqqa bo`yalgan, ko`ndalangiga belidan qalin temir o`tqizilgan, ichki va tashqi qo`sh qulfli eshiklarga qarab bordi. Bular kameralar edi. Buncha ko`p, deb qo`ydi, ichida. Koridor mozor sokinligida jim-jit. Unda-bunda kuzatuvchilar bor. Ular harbiy formada, belbog`ida bir quchoq kalit ... Sodiq askarning oldiga tushib borar ekan, ularning hech biri, hazar qilgandek, Sodiqning betiga qarashmadi, xuddi hech kim o`tib bormayotgandek tutishardi o`zini” [1. 229-230] Qo`lyozmada tasvirlangan bu bino Mustaqillik maydoni yaqinidagi hozirgi “Sharq” kontserni joylashgan binoning yerto`lasidir (qo`lyozmaning “O`lganning ustiga tepgan” deb nomlanuvchi bobida bunga ishora qilingan). Аynan shu yerto`la millatimizning gullari А.Qodiriy, Cho`lpon, Tavallolar so`roq qilingan joy edi. Elliginchi yillarda “xalq dushmani” deb badnom qilingan M.Shayxzoda, H.Sulaymon, Shuhrat singari xalqning asl farzandlari ham huddi shu joyda saqlangan. Bu haqda 1950–1953 aynan MGB (Ministerstvo gosudarstvennoy bezopasnosti, ya`ni Davlat xavfsizligi vazirligi) tashkilotda xizmat qilgan Аripov Tal’at Zokirovich (Tal’at Muhammad Said o`g`li) degan shaxs shunday xotirlaydi: “Ikki yarim yilcha tergovda bo`lib, ko`p voqealarning guvohi bo`ldim. O`sha paytlarda o`zbek ziyolilarining guliga qirg`in kelgan edi: Said Аhmad, Maqsud Shayxzoda, Hamid Sulaymon, Shukrullo, Mirzakalon Ismoiliy, Yong`in Mirzo, Qori Yoqubov, Shuhrat, aka-uka Аlimuhamedovlar, Shirvoniy va boshqalar shular jumlasidan edi. Ular 1936-1937 yillari qamalib otilgan Cho`lpon, Аbdulla Qodiriy, Qayyum Ramazon, Tavallo, Elbek o`tirgan kameralarda o`tirar edilar. [3.51]” T.Z.Аripov o`z xotiralarida davom etib, bu yerto`ladagi shart-sharoitlar, tergov jarayoni, siyosiy mahbuslarga qilingan munosabatlar haqida ham so`z yuritadi. Аsosiysi, uning guvohligidagi gaplari “Oltin zanglamas” qo`lyozmasida yozuvchi Shuhrat tomonidan tasvirlanib, kitob nashridan tushirib qoldirilgan tasvirlarga mos kelib, qo`lyozmadagi tasvirlarning ayni haqiqatga asoslanganligini tasdiqlaydi. “Ijod – ermak emas, badiiy asar ham bekorchilikning yoki tantiq xayolning mahsuli emas; u san’atkordan mehnat talab qiladi, ya`ni yangi asarning homilasi qanday qilib tushib qolganini uning o`zi bilmaydi, ona bolasini 9 oy qornida ko`tarib yurganidek, san`atkor ham poetik fikr javharini o`z yuragida olib yuradi, ijod jarayoni onalarning ko`z yorishiga o`xshab ketadi va o`z-o`zidan ayonki, shu jismoniy aktning ruhiy azoblari, to`lg`oqlari san`atkorga ham begona emas. Shuning uchun ham, modomiki, shoir ijod mehnati va jasoratiga bel bog`lagan ekan, demak, qandaydir ehtiros uni shunga undaydi, yo`naltiradi. [2. 569]” 468 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 454 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU Shuhratni ham ana shunday ichki dard “boshini zo`r ish”ga (Cho`lpon iborasi) urishiga undagan bo`lsa ajab emas. Romanda nohaq tuhmatga uchragan yozuvchining shaxsiy dardi xalq dardi bilan uyg`unlashib, davr ruhining to`laqonli aks etishiga imkon bergan. “...Sodiqning xayolidan yaqinda Moskvada bo`lib o`tgan Buxarin, Fayzulla Xo`jaev, Аkmal Ikromovlarning sud protsessi o`tdi. Ularni-ku otib tashlashdi, otilmasdan qolgan kichikroqlarining ishlari ko`rilgan ekan-da. Xalq dushmanlari qanaqa odam bo`larkan? Tirnog`igacha zahar bo`lsa kerak. Nahot shunday tuzumni yomon ko`rishsa!... ... Sodiq o`sha “yovuz niyatli kishilar”ning taqdiriga qanchalik loqayd bo`lmasin, baribir, na ko`nglining g`ashligi, na yuragining siqilishi yozildi. Аksincha battarroq bo`ldi. Kechasi bilan uxlolmadi. Аllaqanday mudhish tushlar ko`rdi: o`sha sovuq niyatli kishilar orasida yuribdimi-ey, tog`da bora turib jarga sirg`alib ketibdimi-ey!” [1. 212-213]. Sobiq Sho`rolar davlati qo`rquv va yolg`on hukmronlik qilgan saltanat edi. Jon saqlash maqsadida chaqimchilik, sotqinlik qilish, ota-bobosidan, do`stu yoridan tonish odat tusiga aylandi, vijdon juda arzon bahoga sotildi. Ch.Аytmatov ta`biri bilan aytganda, odamlar manqurtga aylantirildi. Xalq shunday tahlika va qo`rquvda ushlandi-ki, omma ongiga singdirilgan qullik falsafasining asoratlari bugungi kunimizda ham seziladi. Parchada tog`asining janozasidan qaytayotgan Sodiqning qalbini o`rtagan xayollari tasvirlangan. Voqeaning davomida Sodiq shaharga yetib kelgach, vahimani biroz yengish uchun restoranga kirib bir stakan aroq ichadi. Shundan keyingi voqealar shiddatli tus olib, Sodiq uyiga yetib bormasdan yo`lda qamoqqa olinadi. Bu epizod beixtiyor А.Kamyuning “Begona” romanidagi bosh qahramon Mersoning onasi vafot etgan kunning ertasiga sevgilisi bilan ko`ngilxushlik qilib o`tirishini eslatadi. “Ichkilik ichish” epizodi “Begona”da insonning jamiyatdan, tevarak atrofda ro`y berayotgan hodisalardan begonanalashishining natijasi sifatida berilsa, “Oltin zanglamas”da bu epizod personaj ruhiyatidagi avvalroq bo`y ko`rsa boshlagan kechinmalarning portlash nuqtasi bo`lib, to bungacha bo`lgan jarayonning tizimli va murakkabligini tasvirlashda vosita rolini bajaradi. Sodiqning aroq ichishini o`qigan kitobxon birdan sergak tortadi. Аxir Sodiq kommunist bo`lsa-da, u, avvalo, musulmon farzandi-da. Musulmonchilikda ichkilik ichish umuman taqiqlangan, motam kunlaridagisini esa aqlga sig`dirib bo`lmaydi. Аslida insonning qaysi dinga e`tiqod qilishdan qat`iy nazar, bu ish umuminsoniy axloq me`yorlariga ham to`g`ri kelmaydi. Boz ustiga, Sodiq yerga tuz ko`mib kelmadi, “besh tog`asi ichida eng sevikli tog`asi”ni yerga topshirdi [1. 208]. Bu epizod bilan adib o`quvchini Sodiqning kelgusi hayotida “azador kishining aroq ichishi”dan ham fojeali voqealar ro`y berishidan ogoh etadi. Voqealarning dramatik oqimi kitobxonni ortidan ergashtiradi. Аytdikki, Shuhrat adabiyotga she’r bilan kirib keldi va umrining oxiriga qadar she’rdan uzilmadi. Ganchand Shuhrat nomi tilga olinganda eng avval uning romanlari qayd qilinsa-da, u, avvalo, shoir edi. Shuhratning o`zi ham bu haqda kundaligida “o`zimni hanuz shoir deb hisoblayman”[5], deb yozgan. Аgar shoir “Shinelli yillarni”ni nasriy tajribalarsiz yozishga jazm etgan bo`lsa, “Oltin zanglamas”ga qadar esa, bir roman, bir qancha nasriy asarlar, dostonlar bilan tajriba orttirgan edi. Аsosiysi, yozuvchi hayotida ro`y bergan “katta drama” romanning tug`ilishida masalliq vazifasini bajardi. “Oltin zanglamas” – shoir nasri. Unda yozuvchi lirik kechinmalarni epik ko`lamdorlik hamda dramatik ziddiyatlar bilan uyg`unlashtira olgan. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O455 O K 469 Romanda adib qatag`on voqeligiga adabiy yuksaklikdan nazar tashlab, mustabid tuzumning manfur siyosati, aldamchi qiyofasi ustidan o`z poetik hukmini chiqardi. Xulosa qilib aytadigan bo`lsak, “Oltin zanglamas” romanining asl nusxasining ba`zi bir sayqaltalab o`rinlarini tahrir qilib, uni kitobxonlarga asl holida taqdim qilish o`zbek adabiyotshunosligi oldidagi vazifalardan biridir. Fikrimizcha qayta tiklangan nashr, birinchidan, adabiyotimizdagi yaxshi bir asarning “qayta tug`ilishi” bo`lishi mumkin. Ikkinchidan, bu nashr (agar amalga oshsa) yanada qiziqarli, mutoalabob asarga aylanadi. Uchinchidan, asarning biografik xarakterga ega ekanligi sababli romanda tasvirlangan shaxsga sig`inish yillari voqealari haqida ishonchli manba vazifasini o`taydi. To`rtinchidan, bu asar to`laqonli, asl holida chop qilinsa, adibning bezovta ruhi ham biroz taskin topadi. Foydalanilgan adabiyotlar Alisher Navoiy nomidagi Davlat adabiyot muzeyi. “Oltin zanglamas” romanining qo`lyozmasi. F.16.37-38 raqamli hujjat. Belinskiy V.G. Sochineneniya Аleksandra Pushkina. – M.: Xudojestvennaya literatura, 1949. Kenjabek M. Ozod qalb. Yozuvchi Shuhratning hibsdagi hayoti. // Mahalla gazetasi. 2003 № 51 Xotamov N, Sarimsoqov B. Аdabiyotshunoslik terminlarining ruscha-o`zbekcha izohli lug`ati. – T.: O`qituvchi. 1979. Yozuvchi Shuhratning shaxsiy kundaligidan. Bu kundalik yozuvchining shaxsiy uyida saqlangani uchun inventar raqamiga ega emas. Shuhrat. Tanlangan asarlar. 3 jildlik. 1 jild. T .: G`afur. G`ulom. 1969. 456 AHISKA AĞZINDA KIPÇAK TÜRKÇESİNİN İZLERİ Minara ALİYEVA ÇINAR Öz Kafkasya, tarihin ilk devirlerinden itibaren çeşitli kavimlere ev sahipliği yapan bir coğrafya bölgesidir. Bu bölgenin sosyo-kültürel katmanların oluşmasında Türk toplulukları önemli bir rol oynamışlardır. Özellikle de Türklerin en kalabalık boylarından birini oluşturan Kıpçaklar, yakın tarihte Kafkasya bölgesinde siyasî ve kültürel açıdan önemli etkiler ve derin izler bırakmışlardır. Bölgenin sosyo-kültürel yapılanmasında kavimler arasında ortak iletişim dili olan Türkçenin de önemli etkileri olmuştur. Türkçe, bu bölgede geniş bir şekilde yayılmış ve yakın tarihe kadar lingua franca olarak kullanılmıştır. Bu durum, Gürcistan’ın Ahıska bölgesinde yaşayan halklar için de geçerlidir. Bu bölgede 1944 yılına kadar farklı milletlere mensup olan insanların konuştuğu dil, Anadolu’nun bir parçası olan ve Atabek Yurdu topraklarında konuşulan Ahıska Türk ağzıdır. Bu ağız, Oğuz etno-kültürel sistemine dâhil edilen bir ağız olmasına rağmen Kıpçakların varlığından etkilenerek yapısına Kıpçak Türkçesinin özellikleri de nüfuz etmiştir. Dildeki bu etkiler hem ses hem yapı hem de sözcük düzeyinde görülmektedir. Bu bildiride 1944 yılına kadar Ahıska bölgesinde konuşulan Türkçenin yapısında yer alan Kıpçak Türkçesinin izleri üzerinde durulmuştur. Anahtar Sözcükler: Atabek Yurdu, Ahıska, Ahıska Türkçesi, Kıpçak Türkçesi, dil etkileşimi. IMPRINTS OF KIPCHAK TURKIC ON THE AHISKA TURKISH DIALECT Abstract The Caucasus is a geographic area that has hosted numerous peoples since the dawn of history. Turkic communities have played an important role in forming the socio-cultural strata of this region. Especially the Kipchaks, who constitute one of the most populous Turkic peoples, have left significant impressions and deep imprints on the Caucasian region in recent times, from both a political and cultural perspective. Turkish, which was the common language of communication among peoples, also had important effects on the socio-cultural structuring of the region. The Turkish language spread widely in this area and was used as the lingua franca there until recent times. This was also the case for the peoples living in the Ahiska region of Georgia. Until the year 1944, the language spoken by people belonging to different nationalities was the Ahiska Turkish dialect, which belongs to Anatolia and was spoken in the lands of the Atabegate. Although this dialect is included in the Oghuz ethno-cultural system, it was affected by the presence of the Kipchaks and its structure was influenced by features of Kipchak Turkic. These influences are seen at the phonological, syntactic and lexical levels of the language. This paper discusses the imprints of Kipchak Turkic found in the structure of Turkish spoken in the Ahiska region until the year 1944. Keywords: Atabegate, Ahiska, Ahiska Turkish, Kipchak Turkic, language interaction.  Dr.; Uludağ Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türkçe ve Sosyal Eğitimi Bölümü, [email protected]. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 471 457 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM Giriş Kafkasya, tarihin ilk devirlerinden itibaren çeşitli kavimlere ev sahipliği yapan, Asya ve Avrupa’nın önemli bir kesişme alanını oluşturan, ekonomik, siyasî ve kültürel bakımından kaynaşma alanı durumunda olan bir coğrafya bölgesidir. Tarih boyunca pek çok kez işgallere maruz kalan bu bölge, geçiş alanı olması ve coğrafî özelliklerinden dolayı etnik ve kültürel bakımından karmaşık, bir o kadar da zengin bir yapıya sahiptir. İslam tarihçileri ve coğrafyacılarının Cebelü’l-Elsân (Diller Dağı) olarak adlandırdıkları Kafkasya’da çok fazla dilsel-etnik çeşitlilik bulunmakta, 60’tan fazla dil ve lehçe konuşulmaktadır (Bilge. 2015, s. 9; Akar. 2015, s. 21). Bu bölgede yaşayan etnik grupların konuştukları diller Altay dilleri (Azerbaycan Türkçesi, Karaçay Türkçesi, Balkar Türkçesi, Kumuk Türkçesi, Nogay Türkçesi, Türkmen Türkçesi; Moğol dili grubundan Kalmuk Moğolcası), Kafkas dilleri (Adıgece, Kabartayca, Abhazaca, Çeçence, Ubihce, Gürcüce, Lazca, Çeçence, İnguşça, Avarca, Lezgice vd.) ve Hint-Avrupa dilleri (Ermenice, İran dilleri Osetçe ve Talişçe) olmak üzere üç gruba ayrılır (Bilge. 2015, s. 12; Akar. 2015, s. 21). Söz konusu olan bu etnik gruplar arasında sayı itibarıyla en kalabalık grubunu oluşturanlar Türk kökenli halklardır: Kafkasya’nın güneyinde daha çok Hazar kıyısında, orta bölgelerde ve bir miktar da batıda yaşayan Azerbaycan Türkleri, kuzeyinde Kıpçak boyundan olan Kumuk, Nogay, Karaçay, Balkar Türkleridir (Yalçınkaya, 2006, s. 13). Bu Türk boyları, eski dönemlerden Kafkasya’da iskân etmiş Kimmer-İskit-Saka-Hun-Bulgar-Hazar-OğuzKıpçak boylarının soyundan gelen Türk topluluklarıdır (Latifova. 2017, s. 371). Tarihî süreç içerisinde Kafkasya’da büyük devletler kuran bu Türk halkları da, bu bölgede siyasî ve kültürel açıdan önemli etkiler ve derin izler bırakmışlardır. Bu kadar kalabalık bir kitleyi oluşturan Türk halklarının konuştukları dil de doğal olarak yaygınlık kazanmıştır. Bu bölgede Türkçe eski dönemlerden itibaren yayılmaya başlamıştır. Özellikle de Erken Orta Çağ döneminde Türk boyları Kafkasya’da lider konumuna gelmişlerdir. Bu döneme ait Türk yer isimleri bunun göstergelerinden biridir (Latifova. 2017, s. 373). Bölgede Türkçe, geniş bir şekilde yayılmış ve ortak iletişim dili statüsünü de kazanmıştır. XVI. yüzyıldan itibaren de Osmanlı ve Safevi imparatorluklarının Kafkasya siyasetinin aktifleşmesi sonucunda hâkimiyet kurdukları bölgelerde Türkçe devlet dili hâline gelmiştir. Bu dönemde tüm yazışmalar Türkçe yapılmaktaydı. Bölgede yaşayan Türk etnik boylarının ve tarihte siyasî bakımından kurulan hâkimiyetlerin durumuna bakılırsa bölgede konuşulan Türkçe, Oğuz-Kıpçak özelliklerine dayanmaktadır. Modern çağa kadar birkaç asır boyunca bölgenin ağırlığı Osmanlı ve Safevi’lerin elinde olunca yazı dilinin ve hâliyle konuşma dilinin Oğuz Türkçesinin özelliklerini taşıması doğaldır. Ancak Kafkasya’da yaşayan ve Anadolu bölgelerine yayılan Kıpçak boylarının bölgede konuşulan dile etkisi de çoktur. 1. Kıpçaklar ve Ahıska Türkleri Kıpçak kavim adı, ilk kez İl İtmiş Bilge Kağan’ın (747-759) mezarının bir parçası olduğu tahmin edilen Şine-Usu Yazıtı’ndaki “türük kıbçak elig yıl olurmış” ibaresinde yer almaktadır (İA. 2002, s. 421). Tarihin hemen her döneminde Kıpçak-Kuman adıyla anılmış olan bu kavim, İslâm kaynaklarında Kıpçak veya Kıfçak, Bizans kaynaklarında Kuman veya Koman adıyla anılmıştır. Rus literatüründe Polovets olarak isimlendirilen bu kavmin yaşadıkları bölgeye de Deşt-i Kıpçak (Kıpçak Bozkırı) denilmiştir. Doğuda Kıpçak, batıda Kuman adıyla 472 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 458 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU tanınan bu Türk kavmi, aslında sonradan birleşen iki ayrı Türk kavmidir (Akar. 2015, s. 221222; Öner. 1998, s. XVI; Vural, Toparlı. 2004, s. 1). Kaynaklarda çoğunlukla Kumanlar adı altında zikredilen Kıpçaklar, tarih sahnesine IXXI. asırlar arasında, İrtiş boylarında Kimeklerle iç içe çıkmışlardır. XI. yüzyılın son yarısında ikili federasyon hâlinde yaşayan Kimeklerde idarecilik görevi Kıpçak kolundaydı. Balkaş’tan İrtiş’e kadar hükmeden Kıpçaklar daha sonra Batı’ya yönelmiş ve 1061 yılından itibaren Rus bozkırlarını ele geçirmeye başlamışlardır. Kıpçaklar, Moğol istilasından önce Sırderya, İdil ve Don arasında, Kafkas ve Kırım dağlarında, Hazar’ın kuzey düzlüğü ile bugünkü Kazakistan’ın orta ve kuzey-batı kısmında yaşayıp pek çok Türk kavimle karışmış ve İran, Suriye, Rusya, Doğu Avrupa ve Bizans askerî, ticarî ve iktisadî ilişkiler kurmuşlardır (Öner. 1998, s. XVII). XIII. yüzyılda Moğol akınlarının artması, Kıpçakların daha da yayılıp dağılmalarına sebep olmuştur. Böylece Kıpçakların önemli bir kısmı Macaristan, Bulgaristan, Romanya ve Rusya’ya yayılmıştır. Moğol istilasından başka kavimlerle kaçan Kıpçaklar Anadolu’ya da yerleşmiştir. Kafkasya’da Gürcistan’a yerleşen Kıpçaklar ise burada paralı asker olarak görev yapmışlardır (Vural, Toparlı. 2004, s. 1). Gürcü tarihlerinde geçen Buntürkler bir yana, Kıpçakların Gürcistan’daki varlığıyla ilgili birçok kaynak bulunmaktadır (GNAS. 2014; Kurat. 2019, s. 83-84; Kırzıoğlu. 1992, s. 150; Tellioğlu. 2019, s. 56, 92) A. B. Ercilasun, bu kaynaklara paralel olarak 1989 yılında kaleme aldığı “Mesket Türkleri” adlı makalesinde şu bilgilere yer vermektedir: 2. David, Kıpçaklardan, hanları Atrak idaresinde 40.000 kişilik ücretli ordu getirtmiş ve onları Ahıska, Ahılkelek, Posof, Ardahan, Çoruh boylarına yerleştirmiştir.12. yüzyılın sonlarına doğru Sevinç komutasında büyük bir Kıpçak ordusu yine Gürcistan Krallığı’na yardıma gelmişti. Kafkasların Daryal Geçidi’nden geçerek Gürcistan’a inen ve Gürcistan’da yerleşip kalan bu Ortodoks Kıpçak Türkleri 1177’de Orbelyanlar Sülalesi’ni yıkıp Kubasar sülalesini kurdular. Kubasar, Kıpçak soylu bir kumandandı. Gürcistan Krallığı’nın en parlak devri olan Kraliçe Tamara çağında (1184-1213) Kıpçak Türkleri, devletin askerî, mali ve iktisadi işlerini ellerinde tutuyorlardı. Gürcistan Krallığı’nın zayıflamasından sonra çeşitli beylikler hâlinde buralarda hüküm sürdüler. 16. yüzyılın sonlarında Osmanlı idaresine girdiler. 1625 yılına kadar Ortodoks olarak yaşadılar, bu tarihte Müslüman oldular… Osmanlı idaresine geçtikten ve Müslüman olduktan sonra, kısmen Oğuzlarla da karışan bu Kıpçaklar, işte bu günlerde adları çok geçen Mesket (Ahıska) Türklerinin atalarıdır (s. 389-390). Literatürde Ahıska Türklerinin etnik kökeni konusunda farklı görüşler bulunmasına rağmen en kuvvetli ihtimal Ahıska Türklerinin Kıpçakların torunları olduğudur. Aslında Ahıska Türkleri, Gürcülerin Sa-Atabago diye adlandırdıkları Ahıska, Ardahan, Artvin, Kars, Bayburt il ve ilçeleriyle, Erzurum’un bir kısmını kapsayan Atabek Yurdu’nda ikamet etmiş olan bir Türk boyudur. Ahıska’dan Erzurum’a kadar olan bu bölgede Kıpçaklarla birlikte Oğuzların da yoğun olarak yaşadıkları kaydedilmektedir. Atabek Yurdu adlı bu bölgenin yönetimi Caklı Kıpçak Beyi Korkora’ya verilmişti. Ölümünden sonra 1267 tarihinde yerine oğlunun geçtiği de bilinmektedir. Atabek Yurtlular veya bir başka deyişle “Yerli Türkler” bu tarihten itibaren kendi devletini kurmuş ve yaklaşık olarak 310 yıl varlığını sürdürmüştür. 1578 tarihinde ise Çıldır Savaşı ile Safevilerden Osmanlı Devleti’nin yönetimine katılmıştır. Osmanlı Devleti de Ahıska merkezli bir eyalet kurmuş ve Çıldır eyaleti adını vermiştir (Kırzıoğlu. 1992; Buntürk. 2007; Çınar. 2019: 9). B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O459 O K 473 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM Anadolu topraklarıyla bütünleşen bu bölgede Oğuzlarla Kıpçakların bir arada yaşamaları doğaldır. Bundan dolayı da bölgede konuşulan Türkçenin Oğuz Türkçesine dayalı olması Ahıska Türklerinin de konuştukları dilin şekillenmesine vesile olmuştur. Ayrıca Atabek Yurdu bölgesi, Dede Korkut hikâyelerinin anlatıldığı bir yerdir (Aliyeva Çınar. 2020, s. 21). Ahıska Türklerinin dili de Dede Korkut hikâyelerindeki dile paralellik gösterir. Fakat günümüzde Anadolu ve Gürcistan’ın güney-batısında yer alan Ahıska coğrafyasında genel olarak konuşulan Oğuz Türkçesinin yanı sıra Kıpçak Türkçesinin özelliklerini görmek mümkündür. Bu yazıda 1944 yılına kadar Ahıska bölgesinde konuşulan ağızda Kıpçak Türkçesinin dilsel özellikleri üzerinde durulmuştur. 2. Ahıska Türkçesinde Kıpçak Türkçesinin İzleri Ahıska Türkleri, 1944 tarihinde ata topraklarından koparılıp Orta Asya’ya sürgün edilmiştir. Sıkıyönetim altında kalan bu insanlar, 1956 yılına kadar yerleştirildikleri köylerden komşu köylere dahi gitmeleri yasaklanmıştı. 1957 yılında sıkıyönetim uygulamasının kaldırılmasıyla her ne kadar ana vatanlarına dönme talebinde bulundularsa da Ahıska’ya dönememişler. Ancak ana vatana daha yakın olabilme arzusuyla kendi imkânlarıyla Ahıska Türklerinin bir kısmı Kafkasya’ya göç etmişlerdir. İsteğe bağlı yaşanan bu göçün ardından 1989’da yaşanan Fergana olayları neticesinde Özbekistan’da yaşayan Ahıska Türklerinin büyük bir kısmı Rusya’nın değişik bölgelerine yerleştirilmiştir. Ardından Amerika birleşik Devletleri’ne ve Sovyetler Birliği’nin yıkılmasıyla Türkiye’ye açılan kapıların ardından yeni göçler yaşanmıştır. Son dönemlerde ata topraklarına dönmeyi başaran sayılı aileleri de göz önünde bulundurursak günümüzde Ahıska Türklerinin yaşadıkları bölgeler hayli renklidir. Ahıska Türkleri, 1944 yılından bu yana yaşadıkları bölgelerde kendi ana dilini ve kültürünü yaşatmayı başarmışlardır. Fakat yaşanan bunca olayın ardından ikamet ettikleri coğrafyalarda başka kavim ve milletlerle bir arada yaşayarak onlardan etkilenmemeleri de kaçınılmazdı. Bundan dolayı günümüzde bu ağzı kullanan Ahıska Türklerinin dilinde farklılaşmalar görülmektedir. 1944 yılına kadar Ahıska Türk ağzının özelliklerini tespit ederken hataya düşmemek için burada değerlendirilecek olan ağız, Ahıska’da kalan ve günümüze kadar kendini muhafaza eden Gürcülerin hafızalarındaki Ahıska Türk ağzıdır. Yukarıda bahsedildiği gibi Ahıska Türklerinin ağzı, Dede Korkut hikâyelerinde kullanılan dilin günümüzdeki uzantısıdır. Anadolu topraklarında kullanılan ve Atabek Yurdu’nun sınır ötesinde kalan bu ağız Oğuz Türkçesinin özelliklerini taşımaktadır. Ancak Anadolu ağızlarında görüldüğü gibi (Akar. 2011), Kıpçakların konuştuğu lehçenin tesiriyle bu ağızda da Kıpçak Türkçesinin özelliklerine rastlamak mümkündür. Kazımov (2012. s. 121), Ahıska Türkleri: Dil, Tarih ve Folklor adlı çalışmasında Ahıska Türklerinin konuştuğu ağzın dilsel bakımından Dede Korkut hikâyelerindeki dilin birçok özelliğini barındırdığını dile getirmektedir. “Ahıska Türklerinin Dili ve Menşei” adlı makalesinde (2019, s. 168) ise Ahıska ağzının temelde Kıpçak Türkçesine dayandığını ifade etmektedir. Alyılmaz’ın (2016. s. 38) Gobustan’ın Gizemi adlı eserinde de belirtildiği gibi Ahıska Türklerinin mensubu olduğu Anadolu coğrafyası, Kıpçak, Oğuz ve Karluk grubundan birçok Türk boyuna ve onların geçmişten günümüze naklettikleri zengin diyalektolojik malzemeye ev sahipliği yapmış, yapmaya da devam etmektedir. Bundan dolayı bu coğrafyada yaşayan Türkler arasında keskin bir ayırım yapmak imkânsızdır. Bu bölgede yüzyıllar öncesine dayanan bir birliktelik ve kaynaşma söz konusudur. Yine de Kıpçak Türkçesinin belirgin 474 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 460 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU özellikleri göz önünde tutularak Ahıska ağzındaki Kıpçak Türkçesinin bazı özelliklerinden söz etmek mümkündür. Tespit edilen özellikler şöyledir: Düz Ünlülerin Yuvarlaklaşması ı > u, ü, ú Ahıska Türk ağzında arkaik bir özellik olarak görülen bu yuvarlaklaşma olayı kelime kök ve gövdelerinde Eski Anadolu Türkçesinde kullanım şekliyle günümüze kadar gelmiştir. Bölge ağzında düz ünlülerin yuvarlaklaşması en çok ı > u değişmesinde görülür. Kelime kök ve gövdelerinde, ayrıca eklerde düz, dar ünlülerin yuvarlak, dar ünlülere dönüşmesi Ahıska Türk ağzı için karakteristik bir özelliktir. Ercilasun Kars İli Ağızları adlı eserinde (1983, s. 88), bazı eklerde ı > u yönündeki yuvarlaklaşma olayını Kıpçak Türkçesinin kalıntıları olarak değerlendirmektedir. Örneğin, altun “altın”, açuḫ “açık”, kaşuḫ “kaşık”, artuḫ “artık”, arturmaḫ “artırmak”, çaruḫ “çarık”, furun “fırın”, paluḫ “balık”, yastuḫ “yastık”, vardur “vardır” vb. Ahıska Türk ağzında i > ü değişmesi, düz, dar, kalın ünlünün yuvarlak, dar ünlülere dönüşmesi olayı kadar yaygın bir değişmedir. Örneğin, degül “değil”, delüg “delik”, temüz “temiz”, demür “demir”, emzürmaḫ “emzirmek”, erüg “erik”, ėylüg “iyilik” vb. i > ú değişmesine ise örnekler sınırlıdır. Az görülen bu yuvarlaklaşma olayı sadece c±vúz “ceviz” kelimesinde görülür. İnce Ünlülerin Kalınlaşması ö > o, ó Değişmesi Bölge ağzında genellikle ö > ó şeklinde gerçekleşen bu değişmenin epey örneğine rastlamak mümkündür. Ercilasun’a göre (1983, s. 87) bu değişme, bu bölgeye yerleşmiş olan Kıpçaklardan kalma arkaik dil kalıntılarıdır. Örneğin, ḳor “kör”, ġórdi “gördü”, ġórsátmadi “göstermedi”, sóktilár “soktular”, gótúrdílar “götürdüler”, ġórúnmíyėrdi “görünmüyordu”, óli “ölü”, sóylámaḫ “söylemek”, ógrádácáḫti “öğretecekti”, tókėllár “döküyorlar”, sóz “söz” vb. İlk Hecede Daralma Akar’ın (2011, s. 29) verdiği bilgiye göre, Oğuz Türkçesi ile Kıpçak Türkçesi arasındaki önemli ses farklılıklarından birisi ilk hecede ünlülerin daralma durumudur. Oğuz Türkçesi geniş-yuvarlak ünlüleri, Kıpçak Türkçesi ise dar-yuvarlak ünlüleri tercih etmektedir. Örneğin, Eski Türkçede kullanılan ögü- “ezmek, çiğnemek, un hâline getirmek” fiili, Oğuz Türkçesinde öğüt- olarak varlığını sürdürürken Ahıska ağzında kelime başı ünsüz türemesiyle birlikte yügüt- “öğütmek, un hâline getirmek” şeklinde kullanılır. Genel Türkçe K-’nın korunması Genel Türkçedeki kelime başı K- sesleri, Oğuz Türkçesinde genellikle tonlulaşarak G’ya dönüşmüş, Kıpçak grubu lehçelerinde ise bu tonlulaşma gerçekleşmemiştir. Bu tonlulaşma dışında kalan bazı kelimeler Anadolu ağızlarında görüldüğü gibi Ahıska Türk ağzında da karşımıza çıkmaktadır. Örneğin; B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O461 O K 475 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM kölge “gölge”, köç ėylemiş “(kız için) evlenmiş”, köçmaḫ “evlenmek”, köçürmaḫ “evlendirmek”, kimi “gibi”, köynek “gömlek”. Genel Türkçe t-’nin Korunması Eski Türkçede kelime başındaki t’ler Oğuz yazı dilinde tarihî süreç içerisinde umumiyetle tonlulaşarak d-’ye dönüşür. Kıpçak lehçelerinde Genel Türkçedeki bu ses korunmuştur. Ahıska ağzında da bazı kelimelerde t-’nin korunduğu görülür. Örneğin, toğmaḫ “doğmak”, toḫumaḫ “dokumak”, tut “dut”, tuymaḫ “duymak”, tikán “diken”, tikilmaḫ “dikilmek”, tikiş “dikiş”, tağılmaḫ “dağılmak”, tamar “damar”. K > ḫ Değişikliği Ahıska Türk ağzının en karakteristik olaylarından biri süreklileşme olayıdır. K > ḫ değişikliği, Kıpçak Türkçesinin karakteristik özelliği olarak öne çıkan ses olaylarından biridir. Ahıska ağzında genellikle alıntı ve Türkçe kelimelerin içinde ve kelimelerin sonunda bütün ḳ’lar ḫ’ya dönüşmüştür. Örneğin; yastuḫ “yastık”, ancaḫ “ancak”, arḫaTaş “arkadaş”, doḫḫuz “dokuz”, uşaḫ “çocuk”, çocuḫ “çocuk”, iḫtiyarluḫ “ihtiyarlık”, işıḫ “ışık”, gėyinuḫ “giyinik”, ayaḫḲabi “ayakkabı”, fuḫaraluḫ “fakirlik”, ḫaḫıl “akıl”, ḳaḫardım “kalkardım”, saḫalli “sakallı”, sarsaḫ “aptal”, sicaḫ “sıcak”, doḫtor “doktor”, soḫulacaḳ “sokulacak”, āşuḫ “âşık” vb. Bu değişmenin neticesinde ünlü uyumunun bozulduğu da görülmektedir. Ünsüz Türemesi Kıpçak Türkçesinde kelime başında ünsüz türemesine verilen örneklerin bazıları, Ahıska ağzında da görülmektedir. Kelime başında y türemesiyle ilgili yüzüm “üzüm”, aldat- > yaldat- “aldatmak”, yügüt- “öğütmek”; h türemesiyle ilgili ḫaḫıl “akıl” örnekleri mevcuttur. Sonuç Akar’ın da belirttiği gibi (2011, 35) Türkiye Türkçesi ağızları esas itibarıyla Oğuzca ses, yapı ve sözcük özellikleri üzerine kurulmuştur. Ancak yaşanan tarihî olaylardan, ekonomik ve sosyolojik sebeplerden dolayı Selçuklu ve özellikle Osmanlı coğrafyasına Kıpçak unsurlarının da girildiği görülmektedir. Bu unsurlar, genel itibarıyla Ahıska’nın da aralarında yer aldığı Kuzey-doğu Anadolu ağızlarında karşımıza çıkmaktadır. Türkiye sınırları dışında kalan Ahıska ağzı, Anadolu ağızlarının bir uzantısı olması sebebiyle Anadolu ağızları arasında yerini almalı, Atabek Yurdu ağızlarının arasında gösterilmelidir. Bu bildiride Atabek Yurdu ağızlarında görüldüğü gibi Kıpçakların etkisi altında kalan Ahıska ağzında da çok çeşitli ses ve yapı ögelerinde Kıpçak etkisi gösterilmiştir. Örneğin, ı ünlüsünün yuvarlaklaşarak u, ü, ú’ye, ö ünlüsünün kalınlaşarak o veya ó’ya dönüşmesi; genel Türkçe K-’nın ve t-’nin korunması; k ünsüzünün süreklileşerek ḫ’ya dönüşmesi; kelime başında y ve h ünsüzlerinin türemesidir. Günümüzde konuşulan Ahıska ağzında çağdaş Kıpçak Türk lehçelerinin etkisi hissedilmektedir. Ahıska ağzında yukarıda tespit edilen ve daha da edilebilecek Kıpçak Türkçesinin unsurlarının tespiti daha derinlikli incelemelerin yapılmasını gerektirmektedir. Bunun yollarından biri de dil yadigârlarının karşılaştırmalı dil inceleme yöntemleriyle irdelenmesi sonucunda ortaya konulabilir. 476 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 462 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU Kaynaklar Akar, A. (2011). ICANAS 38, Uluslararası Asya ve Kuzey Afrika çalışmaları kongresi bildiri kitabı: dil bilimi, dil bilgisi ve dil eğitimi, I. Cilt içinde “Türkiye Türkçesi ağızlarında Oğuzca dışı dil unsurları”, Ankara: Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yayınları, s. 23-38. Akar, A. (2015). Türk dili tarihi. İstanbul: Ötüken Yayınları. Aliyeva Çınar, M. (2020). Ahıska bölgesindeki Gürcülerin konuştuğu Türk ağzı, Ankara: Astana Yayınları. Alyılmaz, C. (2016). “Gobu”stan’ın gizemi (“Kıpçaklar”a giden yol). Ankara: Bitlis Eren Üniversitesi Yayınevi. Argunşah, M ve Güner, G. (haz.) (2015). Codex Cumanicus. İstanbul: Kesit Yayınları. Bilge, S. M. (2015). Osmanlı Çağı’nda Kafkasya 1454-1829 (tarih-toplum-ekonomi). 2. Baskı. İstanbul: Kitabevi. Buntürk, S. (2007). Rus-Türk mücadelesinde Ahıska Türkleri. Ankara: Berikan Yayınları. Çınar, İ. (2019). Etnopedagoji: Atabek Yurdu. Ankara: Pegem Akademi Yayınları. Ercilasun, A. B. (1983). Kars ili ağızları: ses bilgisi. Ankara: Gazi Üniversitesi yayınları. Ercilasun, A. B. (1989). Meshet Türkleri hakkında. Türk Kültürü Aylık Dergisi, Sayı 315, Yıl XXVII, Temmuz 1989, s. 389-390. GNAS (Georgian National Academy of Sciences). (2014). Kartlis tskhovreba: A history of Georgia. Tbilisi: Artanuji Publishing. İA (İslam Ansiklopedisi). (2002). “Kıpçaklar”, (Yazar: A. Bilgin ve N. Hacıeminoğlu), C. 25, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, s. 421-424. Kazımov, İ. (2012). Ahıska Türklerinin dili. Bakü: Elm yayınları. Kazımov, İ. (2019). 2. Uluslararası Türk toplulukları bilgi şöleni: Ahıska Türkleri içinde “Ahıska Türklerinin dili ve menşei”. Bursa: Türk Ocakları Bursa Şubesi Yayınları, s. 162-169. Kırzıoğlu, F. (1992). Yukarı Kür ve Çoruk boylarında Kıpçaklar. 2. Baskı. Ankara: Türk Tarih Kurumu. Kurat, A. N. (2019). IV-XVIII. Yüzyıllarda Karadeniz kuzeyindeki Türk kavimleri ve devletleri. Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları. (İlk baskısı 1971) Latifova, E. (2017). Uluslararası yaşayan Türkçe bilgi şöleni bildirileri. Vefatının 30. yılında Prof. Dr. Faruk Kadri Timurtaş’ın hatırasına içinde “Tarih boyunca Türkçenin Kafkasya halkları arasında iletişim aracı olarak rolü”, Ankara: Türk Dil Kurumu yayınları, s. 371-382. Öner, M. (1998). Bugünkü Kıpçak Türkçesi. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. Tellioğlu, İ. (2019). Orta Çağ’da Türkler Ermeniler Gürcüler. İstanbul: Bilge Kültür Sanat. Vural, H.; Toparlı. R. (2004). Kıpçak Türkçesi, Sivas: Dilek Ofset Matbaacılık. Yalçınkaya, A. (2006). Kafkasya’da siyasi gelişmeler: etnik düğümden küresel kördüğüme. Ankara: Lalezar Kitabevi. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O463 O K 477 NECİP FAZIL KISAKÜREK’İN KAFA KÂĞIDI ESERİNİN SÖZ DİZİMİ BAKIMINDAN İNCELENMESİ Tolgahan ARIK Öz Türk Dili ile ilgili araştırmaların önemli bir bölümünü de söz dizimi çalışmaları oluşturmaktadır. Söz diziminin konusu yargısız anlatım birimi olan kelime grupları ile yargılı anlatım birimi olan cümlelerin yapısı, işleyişi ve görevleridir. Necip Fazıl Kısakürek Türk edebiyatının özellikle metafizik anlayışla yazılan eserler açısından gözde şahsiyetidir. Akademi dünyasında Necip Fazıl Kısakürek ile ilgili birçok çalışma bulunmasına rağmen söz dizimi ile ilgili bir çalışmanın bulunmaması bize bu konuda çalışmaya ihtiyacı duyurmuştur. Söz dizimi Türkoloji dünyasında son zamanlarda akademik çalışma çalışmalar açısından bu çalışmalar gerek tez, makale vb. akademik çalışmalarla ilgi duyulan bir alandır. Bildirimizde Necip Fazıl'ın Kafa Kâğıdı adlı eserini Leyla Karahan'ın cümle çeşitleri tasnifinden yola çıkarak cümle çeşitleri açısından inceleyeceğiz. Anahtar Sözcükler: Cümle, sentaks, söz dizimi, tümce, Türk dili. AN EXAMINATION OF NECİP FAZIL KISAKÜREK’S KAFA KÂĞIDI WORK IN TERMS OF THE WORD Abstract Syntax studies constitute an important part of the researches on Turkish Language. The subject of syntax is the structure, functioning and duties of the word groups which are the unit of non-judgmental expression and the sentences which are the judicial expression unit. Necip Fazıl Kısakürek is a favorite personality of Turkish literature, especially in terms of works written with a metaphysical understanding. Although there are many studies on Necip Fazıl Kısakürek in the academy world, the absence of a study on syntax has made us aware of the need to work on this issue. Syntax In terms of academic studies in the world of Turcology, these studies are both thesis, article and so on. is an area of interest for academic studies. In our paper, we will examine Necip Fazıl's work named Kafa Paper in terms of sentence types, based on Leyla Karahan's classification of sentence types. Keywords: Sentence, Syntax, Syntax, Sentence, Turkish Language. Giriş Dilin en küçük anlatım birimi olan cümle terimini karşılamak için akademisyenler tümce, tümsöz vb. terimler kullanmışlardır. Cümle ile ilgili akademisyenler tarafından birçok tanım yapılmıştır. Yapılan tanımlamalardan birkaçına değinmenin faydalı olacağı kanaatindeyiz. Muharrem Ergin, cümleyi “Cümle, bir fikri, bir düşünceyi, bir hareketi, bir duyguyu bir hadiseyi tam olarak bir hüküm hâlinde ifade eden kelime grubudur.”(Ergin, 1983 s. 398) şeklinde tanımlamıştır.  Yüksek Lisans Öğrencisi, Kırşehir Ahi Evran Üniversitesi, [email protected]. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 479 464 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM Vecihe Hatipoğlu, cümle terimi yerine tümce terimini kullanarak “Bir yargıyı bildirmek üzere tek başına kullanılan çekimli bir eyleme veya çekimli bir eylemle birlikte kullanılan sözcükler dizisine tümce denir.”(Hatipoğlu, 1982, s. 99) şeklinde tanımlamıştır. M. Kaya Bilgegil, cümleyi “İki unsur arasındaki olumlu veya olumsuz ilgili sözü dinleyende soruya yer bırakmayacak şekilde tam olarak haber veya dilek yoluyla ifade eden kelimeler dizisine cümle denir.”(Bilgegil, 1984, s. 12) şeklinde tanımlamıştır. Metin Karaörs, “Cümle, bir hüküm bildirmek için kullanılan en geniş ve en büyük kelime grubudur.”(Karaörs, 1993, s. 36) şeklinde tanımlamıştır. Cümlelerin dilin en küçük anlatım birimi olduğunu belirten Leyla Karahan, cümleyi “Bir düşünceyi, bir duyguyu, bir durumu, bir olayı yargı bildirerek anlatan kelime veya kelime dizisine cümle denir.”(Karahan, 2013, s. 9) şeklinde tanımlamıştır. Akademisyenlerin yukarı belirtmiş olduğumuz tanımlamalarından yola çıkacak olursak çeşitli cümle tanımlamalarının yapılmasına karşın akademisyenlerin cümlenin meydana gelmesiyle ilgili ortak görüşleri “yargı”dır. Sözdizimi çalışmalarının önemli bir kısmını oluşturan cümle çeşitlerinin tasnifi konusunda akademisyenler arasında farklı tasnifler ve alt başlıklar bulunmaktadır. Bildiri metninde daha önce yapılmış tasnif ve alt başlıklara değinmek bildirinin hacmi açısından uygun olmayacağı için Leyla Karahan’ın tasnifine yer vereceğiz. Kafa Kâğıdı adlı eserin içerisinde toplamda 16 bölümden oluşmaktadır. Bu çalışmada eserde yer alan üç bölüm üzerinden cümle incelememizi yapacağız. Bu bölümler: “İlk Yıllar, Çocukluğum v ve Sirkeli Bezler”dir. Bildirimizin hacmi gereği cümlenin ögeleri ve kelime grupları hususlarına değinmeyeceğiz. Kafa Kâğıdı, Necip Fazıl’ın kaleme aldığı son eseridir. Otobiyografik bir özellik taşıyan Kafa Kâğıdı yazarın ruh dünyası hakkında önemli bilgiler içermektedir. Vefatından bir ay önce oğluna teslim ettiği eserin ilk baskısı, Necip Fazıl vefat ettikten sonra 1984 yılında neşredilmiştir. Biz de eserin ilk baskısından faydalanacağız.(Kısakürek, 1984) Ayrıca bildirinin hacmi gereği eserde cümle çeşitlerine örnek olarak her cümle çeşidi için belirli sayıda cümleyi örnek olarak vereceğiz. Grafikler yardımıyla eserde cümle çeşitlerinin örnek sayılarına tam olarak ulaşabiliriz. Leyla Karahan’ın yapmış olduğu cümle çeşitleri tasnifi şu şekildedir: “1. Cümlelerin Bağlanma Şekilleri 1.1. Bağlama Edatlarıyla Bağlanan Cümleler 1.2. Ortak Cümle Ögeleriyle Bağlanan Cümleler 1.3. Ortak Kip / Şahıs Ekleriyle Bağlanan Cümleler 1.4. Anlam İlişkisiyle Bağlanan Cümleler 2. Yüklemin Türüne Göre Cümleler 2.1. Fiil Cümleleri 2.2. İsim Cümleleri 3. Yüklemin Yerine Göre Cümleler 3.1. Kurallı (Düz) Cümleler 480 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 465 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU 3.2. Devrik Cümleler 4. Cümlelerin Anlam Özellikleri 4.1. Olumlu ve Olumsuz Cümleler 4.2. Soru Cümleleri”(Karahan, 2013, s.6) 1. Cümlelerin Bağlanma Şekilleri Karahan tek bir cümlenin anlamı tam manasıyla yansıtmada yeterli olmadığı durumlarda yan yana gelen cümlelerin dört alt başlıkta incelenebileceğini belirtmiştir: 1.1. Bağlama Edatlarıyla Bağlanan Cümleler “ki, ve” gibi bağlama edatları veya bağlama görevi yapan diğer edatlar ile anlam ilişkisi olan iki veya daha fazla cümleyi birbirine bağlanmasıyla oluşan cümlelerdir. Eserde bu cümle türü ile ilgili yer alan örnekler şunlardır: İlk Yıllar İlk alacalığından sonra, akıl abajuru içinde yarı sönük kalacak ve ışığını gizleyecek olan ruh, gerçek pırıltısını ölümünden ötede gösterecektir. 52/7 Büyük babam, demire kösele sarılı bastoniyle babamın üstüne yürüyor ve araba hemen defediliyor. 53/11 Hemen parmağımı daldırdım ve beyaz şeyi tadmaya davrandım. 54/7 Oğlunda inkisara uğrayan irsiyet ideali, artık torununda mihrakını bulmuş ve gerisini kıymetten düşürmüştür. 55/2 Parmak mafsallarımdaki çizgileri babasınınkilere benzetir ve sağ kolumun üzerindeki mercimek tanesi büyüklüğünde beni, aynen babasının mühürü bilerek öper, koklar, hayran hayran seyreder. 55/4 Çocukluğum Büyük babam emekliye ayrılmış ve ümitsiz bir dünyadan el etek çekercesine evine yerleşmiştir. 59/2 Bunların arasında “Matmazel” diye anılan bir Tatlısu frengi vardır ki, tipi bakımından zengin bir portre çizer. 60/1 Babama Fransızca öğretsin, bana da mürebbiyelik etsin diye konağa alınmış, derken hiçbir şeye yaramaz olmuş ve hizmetçiler arasına katılmış bu bâkire, önceleri konak sahiplerinin masasına oturtulunca nihayet beklediği ve özlediği şövalyeyi bulmuştur. 60/6 Gel zaman, git zaman, Yahudi işi tahrip kalıbından çıkma hürriyet bombası patlıyor ve Menyasî zade Refik Bey Adliye Nâzırlığına getiriliyor. 63/6 Mahmut Esat unutuyordu ki, aynı fark, “Mecelle” ile “Medeni Kanun” arasında da mevcuttur. 65/4 Sirkeli Bezler Büyük babam, bu sedire bağdaş kurup makamla Fuzulî divanını mırıldanır ve hisli mısraların hakkını vermeyi ihmal etmez. 69/8 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O466 O K 481 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM Bağlanma Edatlarıyla Bağlanan Cümleler - 18 İlk Yıllar - 7 Çocukluğum - 9 Sirkeli Bezler - 2 1.2. Ortak Cümle Ögeleriyle Bağlanan Cümleler “Art arda sıralanan cümleler arasındaki anlam ilişkisi, ortak cümle ögeleri ile de sağlanabilir.”(Karahan, 2013, s.91) şeklinde tanımlayan Karahan, anlam ilişkisi sağlayan ortak ögelerin “yüklem, özne, nesne, yer tamlayıcısı ve zarf” olabileceğini örneklerle göstermiştir. Eserde bu cümle türü ile ilgili yer alan örnekler şunlardır: İlk Yıllar O, zaman üstü bir keyfiyettir; ve ayakları zaman prangasına vurulunca, yine zaman, mekân, düşünce ve kelime üstü mahiyetini yaş haddi tanımadan muhafaza etmekte… 52/8 Ölüm, mutlak unutmak, kendi kendini unutmak şeklinde akla hitap ettiğine göre, benim de beşikteki hâlimle kendimi; nebati hayatım içinde ruhumu görebildiğimi göstermez mi? 53/1 Çocukluğum Konaktan başka, Beykoz’la Şile arası bir çiftliğimiz, Sarıyer’de malûm köşkümüz, Büyükdere’de yeni alınma bir yalımız, Kocamustafapaşa taraflarında han ve evlerimiz, Kapalıçarşı’da dükkânlarımız vardır. 59/3 Bedri bana saldırdı, sarılmak, beni öpmek istedi. 60/10 Ben hemen koşarım, mutemedin elindeki altın dolu torbayı ve imza kağıdını alırım, büyük babama sunarım. 62/4 Büyük babam torbayı açar, içinden pırıl pırıl bir altın çıkarır ve bana uzatır. 62/6 482 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 467 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU Ortak Cümle Ögeleriyle Bağlanan Cümleler -6 İlk Yıllar - 2 Çocukluğum - 4 1.3. Ortak Kip / Şahıs Ekleriyle Bağlanan Cümleler Cümleler arasındaki anlam ilişkisinin ortak kip veya şahıs ekiyle pekiştirildiği cümlelerdir. Eserde bu cümle türü ile ilgili yer alan örnekler şunlardır: İlk yıllar Lâstiğin üstünde pünez başları gibi küçük demir pullar bulunan tekerlek alnıma çarpıyor ve ben kanlar içinde yere seriliyorum. 53/10 Armonikli piyanodan yırtıcı sesler çıkarırken üzerime yürüyen Ciciannemden kaçar gibi yapıyor eve onu kudurtacak yeni yaramazlık buluşları peşinde geziyorum. 54/15 Babasının ısrarı yüzünden nihayet razı oluyor, onu Bursa’da bir mahkemenin “âza mülâzımı” yapıyorlar. 61/5 1.4. Anlam İlişkisiyle Bağlanan Cümleler Karahan metin içerisinde art arada sıralanan ve aralarında “ karşılaştırma, büyüklükküçüklük, azlık-çokluk vb.” özellikler bakımından anlam ilişkisi olan cümlelerin bu sınıfa dâhil edilebileceğini belirtmiştir.(Karahan, 2013, s.94) Eserin ilgili bölümlerinde bu cümle çeşidi ile ilgili örneklere rastlanmamıştır. 2. Yüklemin Türüne Göre Cümleler ayrılır. Cümlenin yargısını bildiren yüklemin türüne göre isim veya fiil cümlesi olarak ikiye 2.1. Fiil Cümleleri denir. Yargıyı bildiren unsur yüklemin çekimli fiil ya da birleşik fiilden oluşan cümlelere Eserde bu cümle türü ile ilgili yer alan örnekler şunlardır: İlk Yıllar B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O468 O K 483 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM Umumiyetle kuvvetli, fakat silik vâkıalara karşı lâkayt hafızam, bazen nüfus cüzdanımın nerede olduğunu seçemezken, devamlı olarak yakıcı ışığını muhafaza etmiştir. 51/1 Diyebilirsiniz ki: Sen onu sonraki kendinle hatırlıyorsun! Bunda, o zamanki kendini müdrik olduğuna ne delâlet bulunabilir? 51/5 Ben de derim ki: Ondan sonraki kendim, o günkü kendimden kelimeler üstü bir mâna sirayetine sahip olmak özünü nasıl hatırlatabilir, yaşatabilir? 51/6 İlim değil, sanat tefekkürü üzerinde olduğum için, bu kitaplık meselenin ilme verdiği ipucunu fazla çekmiyorum. 52/5 Ruh, kendisini, maddesine yerleşme içindeki alaca karanlıkta bile hassas antenli yaratılışlara ifşa eder. 52/6 İlk alacalığından sonra, akıl abajuru içinde yarı sönük kalacak ve ışığını gizleyecek olan ruh, gerçek pırıltısını ölümünden ötede gösterecektir. 52/7 Ölüm, mutlak unutmak, kendi kendini unutmak şeklinde akla hitap ettiğine göre, benim de beşikteki hâlimle kendimi; nebati hayatım içinde ruhumu görebildiğimi göstermez mi? 53/1 Sadece hatıra ve gideni tekrar getirme cehdi ruhu ispata yeter. 53/2 53/3 Benden, yürümeye başlayınca müthiş bir haşarı türeyeceği zannı doğmaktadır ve içinde. İki yaşında mıyım, üç yaşında mıyım, bilemiyorum; orada kimsenin bulunmadığı bir ân arabaya yaklaşıp tekerleği çevirmeye başlıyorum. 53/9 Lâstiğin üstünde pünez başları gibi küçük demir pullar bulunan tekerlek alnıma çarpıyor ve ben kanlar içinde yere seriliyorum. 53/10 Büyük babam, demire kösele sarılı bastoniyle babamın üstüne yürüyor ve araba hemen defediliyor. 53/11 Köşkün çamaşırhanesindeki yüksekçe rafta teneke bir kutu gördüm. 54/3 İçinde ne var acaba? 54/4 İskemleye çıkıp rafa uzandım. 54/5 Bu ilâçlara bir göz atan, Zafer Hanım’ın tipini hayal etmekte güçlük çekmez. 54/14 Her kovalamasında tek sığınağım büyük babam. 54/16 Hürriyet ilân edilmiştir. 55/5 Daha doğrusu lâfı getirilmiş. 55/6 Yalnız kulaklarımda bazı ev homurtuları var: “31 Mar Vakasında sokaktan atılan bir kurşun, işte, camı delerek şu levhaya yapıştı.” 55/9 Beyefendiyi, Adliyeye giderken, Ayasofya Meydanında arabasını durdurup suale çekmişler. 55/10 Çocukluğum Bebeklikten sonra, çocukluğum Meşrutiyet çağlarında başlar ve 1918 Mütareke yıllarına kadar sürer. 59/1 484 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 469 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU Büyük babam emekliye ayrılmış ve ümitsiz bir dünyadan el etek çekercesine evine yerleşmiştir. 59/2 Bunların arasında “Matmazel” diye anılan bir Tatlısu frengi vardır ki, tipi bakımından zengin bir portre çizer. 60/1 Bir gün konağı müthiş bir çığlık sarstı. 60/7 Koşanlar Matmazeli, karşısında zenci uşak haykırırken buldular. 60/8 Bu kadın rüya görüyor. 60/12 Bir işe girmiyor, bir baltaya sap olmayı istemiyor diye. 61/4 Babasının ısrarı yüzünden nihayet razı oluyor, onu Bursa’da bir mahkemenin “âza mülâzımı” yapıyorlar. 61/5 Her ayın başında, Adliye mutemedi Büyük babamın tekaüdiyesini ayağına getirir. 62/1 Öbür torunlar da peşimden gelir. 62/5 Kapı vuruluyor, içeriye yeni Nazır girip öpmek üzere Büyük babamın eline sarılmak istiyor. 64/2 Sirkeli Bezler Bir yerden sirke kokusu alsam, hatırıma çocukluk hastalıklarım gelir. 69/1 Arada küçük bir holle o tarafa ve bu tarafa yol bulan bu oda Büyük babama kütüphane vazifesini görür. 69/4 Odanın bir köşesinde de benim yazıp çizmeme mahsus bir masacık oturtulmuştur. 69/7 Büyük babam, bu sedire bağdaş kurup makamla Fuzulî divanını mırıldanır ve hisli mısraların hakkını vermeyi ihmal etmez. 69/8 Büyük babamın emriyle beni kaba şilteler üzerinde bu sedire yatırmışlardır. 69/10 Biri alınıp öbürü konuluyor. 70/4 Bezler değiştirilirken, sirke tasına düşen damlalardan çıkan ses kulağıma garip bir musiki gibi geliyor. 70/5 Sineklerin havada ayak seslerini duyabilirsiniz. 70/8 Demek ki, bizim küt bir hassasiyet içinde gezip dolaştığımız bu dünya, hassasiyet tellerimiz gerilip de yeni bir akorda bağlanınca değişiveriyor. 70/10 Çocukluğumu düşündükçe burnuma keskin bir sirke kokusu gelir. 71/1 71/17 Lâzımlığa kaldırıldığım zaman da kulağıma gelen şırıltı, içime garip bir his verirdi. Konuşmalarına ve bazı suallerine verdiğim cevaplar onda bu intibaı doğurmuştu: Büyük küçük… 72/4 Bir şey söylemek istiyor ama ne? 73/4 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O470 O K 485 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM Fiil Cümlesi - 98 İlk Yıllar - 34 Çocukluğum - 36 Sirkeli Bezler - 28 2.2. İsim Cümleleri Yargıyı bildiren unsur yüklemin isim ya da isim grubu olan cümlelere denir. Eserde bu cümle türü ile ilgili yer alan örnekler şunlardır: İlk Yıllar Henüz dili çözülmemiş bir zamanıma ait bu hadiseyi, kelimeleri öğrendikten sonra hatırlayabilmem için, o hadiseden bana kelime üstü sâf bir mana sızması gerekir. 51/4 Hatırlayan ben miyim, hatırlatan o mu?.. 52/1 Onun içindir ki, kundaktaki çocukla yataktaki ihtiyara ait ruh aynı yaşta… 52/9 “Bu çocuk babasını da geçebilir!” diyenler vardır. 53/4 Kaymak gibi bembeyaz bir şey. 54/6 Çemberlitaştaki konakta en musallat olduğum eşya Ciciannemin öteberisidir! 54/11 Babam kendi havasında ve ortada yok. 54/17 Ben dört yaşındayım. 55/7 Evimin ve çevremin dışındaki bu hadiseden, çocukluk intibalarım üzerinde hiçbir iz mevcut değil. 55/8 Her neyse; ben dört yaşındayım ve zaman bunları düşünmekten uzağım. 56/6 Çocukluğum Zenci uşak Bedri’nin cevabı kısa ve emin. 60/11 1 lira çeyreğiyle o devirde, bir çocuk için satın alınamaz bir şey bulunmadığı için herkes mesut. 62/8 Hâlbuki buna, bizzat İttihatçıların Nâzırı Menyasî zâde Refik Bey karşıdır. 63/4 Mahmut Esat unutuyordu ki, aynı fark, “Mecelle” ile “Medeni Kanun” arasında da mevcuttur. 65/4 486 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 471 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU Sirkeli Bezler 69/3 Konağın ikinci katında, harem bölümünü selâmlık tarafına bağlayan bitişik odadayım. Orta yerinde üstü halı kaplı geniş bir sedir vardır. 69/5 Bu sedire uzanıp kitap okumak ne tatlı şey! 69/6 Hastayım. 69/9 Bir mısram: “Gördüğüm, değildi bildiğim dünya” 70/11 Demek ki, yaşadığımızı sandığımız hayatın üstünde bir hayat var; ama onun bestesini zaptetmeye mahsus akort bizde eksik. 70/12 Hastayım. 71/9 Doktorum, devrin çocuk hastalıkları mütehassıs meşhur Kadri Reşit Paşa. 72/2 O zamanlar Payitahtın sokakları köpek dolu. 73/2 Ah bu “ne?”ler yok mu, bu “ne?”ler!.. 73/5 İsim Cümlesi - 28 İlk Yıllar - 10 Çocukluğum - 7 Sirkeli Bezler - 11 3. Yüklemin Yerine Göre Cümleler 3.1. Kurallı (Düz) Cümleler Yüklemi cümlenin sonunda yer alan cümlelere kurallı cümle denir. Eserde bu cümle türü ile ilgili yer alan örnekler şunlardır: İlk Yıllar Diyebilirsiniz ki: Sen onu sonraki kendinle hatırlıyorsun! Bunda, o zamanki kendini müdrik olduğuna ne delâlet bulunabilir? 51/5 İlim değil, sanat tefekkürü üzerinde olduğum için, bu kitaplık meselenin ilme verdiği ipucunu fazla çekmiyorum. 52/5 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O472 O K 487 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM Ruh, kendisini, maddesine yerleşme içindeki alaca karanlıkta bile hassas antenli yaratılışlara ifşa eder. 52/6 İlk alacalığından sonra, akıl abajuru içinde yarı sönük kalacak ve ışığını gizleyecek olan ruh, gerçek pırıltısını ölümünden ötede gösterecektir. 52/7 Sadece hatıra ve gideni tekrar getirme cehdi ruhu ispata yeter. 53/2 “Bu çocuk babasını da geçebilir!” diyenler vardır. 53/4 İstanbul’a gelen ilk otomobillerden birini babama aldılar. 53/6 Ön tekerlekleri (kriko) üzerinde havaya kalkık. 53/8 İki yaşında mıyım, üç yaşında mıyım, bilemiyorum; orada kimsenin bulunmadığı bir ân arabaya yaklaşıp tekerleği çevirmeye başlıyorum. 53/9 Lâstiğin üstünde pünez başları gibi küçük demir pullar bulunan tekerlek alnıma çarpıyor ve ben kanlar içinde yere seriliyorum. 53/10 Büyük babam, demire kösele sarılı bastoniyle babamın üstüne yürüyor ve araba hemen defediliyor. 53/11 Köşkün çamaşırhanesindeki yüksekçe rafta teneke bir kutu gördüm. 54/3 İskemleye çıkıp rafa uzandım. 54/5 Kaymak gibi bembeyaz bir şey. 54/6 Hemen parmağımı daldırdım ve beyaz şeyi tadmaya davrandım. 54/7 Ciğerim yandı. 54/9 Bir çığlık koptu: “Koşun, çocuk kireç kaymağını yiyor!” 54/10 Çemberlitaştaki konakta en musallat olduğum eşya Ciciannemin öteberisidir! 54/11 Bu ilâçlara bir göz atan, Zafer Hanım’ın tipini hayal etmekte güçlük çekmez. 54/14 Hürriyet ilân edilmiştir. 55/5 Daha doğrusu lâfı getirilmiş. 55/6 Ben dört yaşındayım. 55/7 Evimin ve çevremin dışındaki bu hadiseden, çocukluk intibalarım üzerinde hiçbir iz mevcut değil. 55/8 Her neyse; ben dört yaşındayım ve zaman bunları düşünmekten uzağım. 56/6 Çocukluğum Büyük babam emekliye ayrılmış ve ümitsiz bir dünyadan el etek çekercesine evine yerleşmiştir. 59/2 Bunların arasında “Matmazel” diye anılan bir Tatlısu frengi vardır ki, tipi bakımından zengin bir portre çizer. 60/1 Bir gün konağı müthiş bir çığlık sarstı. 60/7 Koşanlar Matmazeli, karşısında zenci uşak haykırırken buldular. 60/8 488 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 473 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU Bedri bana saldırdı, sarılmak, beni öpmek istedi. 60/10 Zenci uşak Bedri’nin cevabı kısa ve emin. 60/11 Bu kadın rüya görüyor. 60/12 Benimle şakalaşmaya kalktı. 60/13 Her ayın başında, Adliye mutemedi Büyük babamın tekaüdiyesini ayağına getirir. 62/1 Ben hemen koşarım, mutemedin elindeki altın dolu torbayı ve imza kâğıdını alırım, büyük babama sunarım. 62/4 Öbür torunlar da peşimden gelir. 62/5 Büyük babam torbayı açar, içinden pırıl pırıl bir altın çıkarır ve bana uzatır. 62/6 Sirkeli Bezler Bir yerden sirke kokusu alsam, hatırıma çocukluk hastalıklarım gelir. 69/1 69/3 Konağın ikinci katında, harem bölümünü selâmlık tarafına bağlayan bitişik odadayım. Bu sedire uzanıp kitap okumak ne tatlı şey! 69/6 Odanın bir köşesinde de benim yazıp çizmeme mahsus bir masacık oturtulmuştur. 69/7 Büyük babam, bu sedire bağdaş kurup makamla Fuzulî divanını mırıldanır ve hisli mısraların hakkını vermeyi ihmal etmez. 69/8 Büyük babamın emriyle beni kaba şilteler üzerinde bu sedire yatırmışlardır. 69/10 Biri alınıp öbürü konuluyor. 70/4 Bezler değiştirilirken, sirke tasına düşen damlalardan çıkan ses kulağıma garip bir musiki gibi geliyor. 70/5 Hastayım. 71/9 Müthiş tiksindiğim Hind yağını burnumu tıkayarak içmem için, her defa elime bir altın lira tokuştururlardı. 71/16 71/17 Lâzımlığa kaldırıldığım zaman da kulağıma gelen şırıltı, içime garip bir his verirdi. O zamanlar Payitahtın sokakları köpek dolu. 73/2 Mükemmel birer Maratoncu olan tulumbacıların arasına bazen “Kâtibim” tipli kalem efendileri de katılırmış. 74/1 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O474 O K 489 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM Kurallı Cümle - 109 İlk Yıllar - 35 Çocukluğum - 41 Sirkeli Bezler- 33 3.2. Devrik Cümleler Yüklemi sonda olmayan cümlelere devrik cümle denir. Eserde bu cümle türü ile ilgili yer alan örnekler şunlardır: İlk Yıllar 53/3 Benden, yürümeye başlayınca müthiş bir haşarı türeyeceği zannı doğmaktadır ve içinde. Her kovalamasında tek sığınağım büyük babam. 54/16 Çocukluğum Kahkahayla güldüğümü görünce de hiç yoktan bastı çığlığı. 60/14 Bir işe girmiyor, bir baltaya sap olmayı istemiyor diye. 61/4 Düşünün 10-15 yıla mahkûm bir câninin üstelik nasihat dinlemesini!.. 64/7 Sirkeli Bezler Doktorum, devrin çocuk hastalıkları mütehassıs meşhur Kadri Reşit Paşa. 72/2 Ah bu “ne?”ler yok mu, bu “ne?”ler!.. 73/5 490 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 475 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU Devrik Cümle - 7 İlk Yıllar - 2 Çocukluğum - 3 Sirkeli Bezler - 2 4. Cümlelerin Anlam Özellikleri 4.1. Olumlu ve Olumsuz Cümleler “Yargının gerçekleştiğini anlatan cümleler, olumlu cümlelerdir.”(Karahan, 2013, s.103) şeklinde olumlu cümleleri tanımlayan Karahan, bu cümlelerin yapma, yapılma ve olma bildirdiğini belirtmiştir. Eserde bu cümle türü ile ilgili yer alan örnekler şunlardır: İlk Yıllar Umumiyetle kuvvetli, fakat silik vâkıalara karşı lâkayt hafızam, bazen nüfus cüzdanımın nerede olduğunu seçemezken, devamlı olarak yakıcı ışığını muhafaza etmiştir. 51/1 Henüz dili çözülmemiş bir zamanıma ait bu hadiseyi, kelimeleri öğrendikten sonra hatırlayabilmem için, o hadiseden bana kelime üstü sâf bir mana sızması gerekir. 51/4 Diyebilirsiniz ki: Sen onu sonraki kendinle hatırlıyorsun! Bunda, o zamanki kendini müdrik olduğuna ne delâlet bulunabilir? 51/5 Ruh, kendisini, maddesine yerleşme içindeki alaca karanlıkta bile hassas antenli yaratılışlara ifşa eder. 52/6 İlk alacalığından sonra, akıl abajuru içinde yarı sönük kalacak ve ışığını gizleyecek olan ruh, gerçek pırıltısını ölümünden ötede gösterecektir. 52/7 Onun içindir ki, kundaktaki çocukla yataktaki ihtiyara ait ruh aynı yaşta… 52/9 Sadece hatıra ve gideni tekrar getirme cehdi ruhu ispata yeter. 53/2 53/3 Benden, yürümeye başlayınca müthiş bir haşarı türeyeceği zannı doğmaktadır ve içinde. “Bu çocuk babasını da geçebilir!” diyenler vardır. 53/4 İstanbul’a gelen ilk otomobillerden birini babama aldılar. 53/6 Ön tekerlekleri (kriko) üzerinde havaya kalkık. 53/8 İki yaşında mıyım, üç yaşında mıyım, bilemiyorum; orada kimsenin bulunmadığı bir ân arabaya yaklaşıp tekerleği çevirmeye başlıyorum. 53/9 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O476 O K 491 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM Lâstiğin üstünde pünez başları gibi küçük demir pullar bulunan tekerlek alnıma çarpıyor ve ben kanlar içinde yere seriliyorum. 53/10 Büyük babam, demire kösele sarılı bastoniyle babamın üstüne yürüyor ve araba hemen defediliyor. 53/11 Köşkün çamaşırhanesindeki yüksekçe rafta teneke bir kutu gördüm. 54/3 İskemleye çıkıp rafa uzandım. 54/5 Ciğerim yandı. 54/9 Bir çığlık koptu: “Koşun, çocuk kireç kaymağını yiyor!” 54/10 Her kovalamasında tek sığınağım büyük babam. 54/16 Daha doğrusu lâfı getirilmiş. 55/6 Ben dört yaşındayım. 55/7 Çocukluğum Büyük babam emekliye ayrılmış ve ümitsiz bir dünyadan el etek çekercesine evine yerleşmiştir. 59/2 Konaktan başka, Beykoz’la Şile arası bir çiftliğimiz, Sarıyer’de malûm köşkümüz, Büyükdere’de yeni alınma bir yalımız, Kocamustafapaşa taraflarında han ve evlerimiz, Kapalıçarşı’da dükkânlarımız vardır. 59/3 Bir gün konağı müthiş bir çığlık sarstı. 60/7 Koşanlar Matmazeli, karşısında zenci uşak haykırırken buldular. 60/8 Bedri bana saldırdı, sarılmak, beni öpmek istedi. 60/10 Zenci uşak Bedri’nin cevabı kısa ve emin. 60/11 Bu kadın rüya görüyor. 60/12 Benimle şakalaşmaya kalktı. 60/13 Kahkahayla güldüğümü görünce de hiç yoktan bastı çığlığı. 60/14 Bir işe girmiyor, bir baltaya sap olmayı istemiyor diye. 61/4 Öbür torunlar da peşimden gelir. 62/5 1 lira çeyreğiyle o devirde, bir çocuk için satın alınamaz bir şey bulunmadığı için herkes mesut. 62/8 Gel zaman, git zaman, Yahudi işi tahrip kalıbından çıkma hürriyet bombası patlıyor ve Menyasî zade Refik Bey Adliye Nâzırlığına getiriliyor. 63/6 Sirkeli Bezler Bir yerden sirke kokusu alsam, hatırıma çocukluk hastalıklarım gelir. 69/1 69/3 Konağın ikinci katında, harem bölümünü selâmlık tarafına bağlayan bitişik odadayım. Orta yerinde üstü halı kaplı geniş bir sedir vardır. 69/5 492 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 477 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU Odanın bir köşesinde de benim yazıp çizmeme mahsus bir masacık oturtulmuştur. 69/7 Büyük babam, bu sedire bağdaş kurup makamla Fuzulî divanını mırıldanır ve hisli mısraların hakkını vermeyi ihmal etmez. 69/8 Büyük babamın emriyle beni kaba şilteler üzerinde bu sedire yatırmışlardır. 69/10 Bezler değiştirilirken, sirke tasına düşen damlalardan çıkan ses kulağıma garip bir musiki gibi geliyor. 70/5 Hastayım. 71/9 Müthiş tiksindiğim Hind yağını burnumu tıkayarak içmem için, her defa elime bir altın lira tokuştururlardı. 71/16 71/17 Lâzımlığa kaldırıldığım zaman da kulağıma gelen şırıltı, içime garip bir his verirdi. Konuşmalarına ve bazı suallerine verdiğim cevaplar onda bu intibaı doğurmuştu: Büyük küçük… 72/4 O zamanlar Payitahtın sokakları köpek dolu. 73/2 Mükemmel birer Maratoncu olan tulumbacıların arasına bazen “Kâtibim” tipli kalem efendileri de katılırmış. 74/1 Bu sesler, hususiyetle hastalıklar devrimde ve birtakım kitaplar üzerine eğilmemden sonra, 8-10 yaş arası, beni ağlatır ve bir türlü cevabını veremeyen içimi kurcalardı. 74/6 Olumlu Cümle - 112 İlk Yıllar - 35 Çocukluğum - 42 Sirkeli Bezler - 35 “Yargının gerçekleşmediğini anlatan cümleler, olumsuz cümlelerdir.”(Karahan, 2013, s.104) şeklinde olumsuz cümleleri tanımlayan Karahan, bu cümlelerin yapmama, yapılmama ve olmama bildirdiğini belirtmiştir. Eserde bu cümle türü ile ilgili yer alan örnekler şunlardır: İlk Yıllar İlim değil, sanat tefekkürü üzerinde olduğum için, bu kitaplık meselenin ilme verdiği ipucunu fazla çekmiyorum. 52/5 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O478 O K 493 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM Bu ilâçlara bir göz atan, Zafer Hanım’ın tipini hayal etmekte güçlük çekmez. 54/14 Babam kendi havasında ve ortada yok. 54/17 Babamdan büyük iki kızından olma torunlarının yüzüne bile bakmaz. 55/3 Evimin ve çevremin dışındaki bu hadiseden, çocukluk intibalarım üzerinde hiçbir iz mevcut değil. 55/8 Çocukluğum Kızlarından olma öbür torunlaraysa 1 lira çeyreğinden başka bir şey düşmez. 62/7 Buna rağmen, İttihat ve Terakki kodamanları, dilekleri gibi karar vermesi imkânsız bu ilim ve hak adamını daha fazla makamında tutamıyorlar. 64/5 Demek ki, yaşadığımızı sandığımız hayatın üstünde bir hayat var; ama onun bestesini zaptetmeye mahsus akort bizde eksik. 70/12 Sirkeli Bezler Köşklüye “yangın nerede?” diye sormaya gelmez. 74/3 Olumsuz Cümle - 9 İlk Yıllar - 5 Çocukluğum - 3 Sirkeli Bezler - 1 4.2. Soru Cümleleri Soru eki, soru zamiri, soru zarfı, soru sıfatı ve soru edatları ile cümlelere soru anlamı kazandırılan soru anlamı taşıyan cümlelere soru cümlesi denir. Eserde bu cümle türü ile ilgili yer alan örnekler şunlardır: İlk Yıllar Ben de derim ki: Ondan sonraki kendim, o günkü kendimden kelimeler üstü bir mâna sirayetine sahip olmak özünü nasıl hatırlatabilir, yaşatabilir? 51/6 Hatırlayan ben miyim, hatırlatan o mu?.. 52/1 Ölüm, mutlak unutmak, kendi kendini unutmak şeklinde akla hitap ettiğine göre, benim de beşikteki hâlimle kendimi; nebati hayatım içinde ruhumu görebildiğimi göstermez mi? 53/1 494 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 479 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU Çocukluğum Ne var Matmazel, ne oldu? 60/9 Bu bitli gâvura ben el uzatabilir miyim ki? 60/15 Sirkeli Bezler Nasıl mı? 71/2 Bir şey söylemek istiyor ama ne? 73/4 Ah bu “ne?”ler yok mu, bu “ne?”ler!.. 73/5 Soru Cümlesi - 8 İlk Yıllar - 3 Çocukluğum - 2 Sirkeli Bezler - 3 Sonuç Kafa Kâğıdı adlı eserde cümle çeşitleri içerisinde yer alan cümleler içerisinde en çok kullanılan cümle çeşidinden en az kullanılan cümle çeşidine doğru bir sıralama yapacak olursak: Olumlu Cümle, Kurallı Cümle, Fiil Cümlesi, İsim Cümlesi, Bağlama Edatlarıyla Bağlanan Cümleler, Olumsuz Cümle, Soru Cümlesi, Ortak Cümle Ögeleriyle Bağlanan Cümle ve Ortak Kip / Şahıs Ekleriyle Bağlanan Cümle sıralamasını yapabiliriz. Sonuç olarak Necip Fazıl Kısakürek’in Kafa Kâğıdı adlı eserinde kullanmış olduğu dilin söz dizimi açısından genel olarak Türkçenin söz dizimine uygun olduğunu söyleyebiliriz. Kaynaklar Bilgegil, M. (1984). Türkçe dilbilgisi. İstanbul: Dergâh Yayınları. Ergin, M. (1983). Türk dil bilgisi. İstanbul: Bayrak Yayınları. Hatipoğlu, V. (1982). Türkçenin söz dizimi. Ankara: DTCF Yayınları. Karahan, L. (2013). Türkçede söz dizimi. Ankara: Akçağ Yayınları. Karaörs, M. (1993). Türkçenin söz dizimi ve cümle tahlilleri. Kayseri: Erciyes Üniversitesi Yayınları. Kısakürek, N. (1984). Kafa kâğıdı. İstanbul: Büyük Doğu Yayınları. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O480 O K 495 DOĞA ANA VE TİNSEL ANA KATEGORİLERİNİN KATMANLAŞMASI: “ÇINAROĞULLAR” HİKÂYESİ Ülkü ELİUZ Öz Anne/lik ile kendilik değerlerinin farkına varan ve verili olanları aşan kadın, tinsel varoluş kaynaklarından ödünçlediği derin anlam dizgesinde dünyada doğmanın simgesi olur. Olması gerekenin değişmez göstergesi niteliğindeki anne/lik, güven, sevgi, adanmışlık, sonsuzluk gibi anlam aktarımları ile katmanlaşır. Çağdaş Azerbaycan yazarlarından Nahit Hacızade’nin “Bir Ana Tanıyıram” kitabındaki metinlerden olan “Çınar Oğullar” hikâyesinde altı oğlunu askere gönderen ve onların ‘kara haberini’ alan bir annenin askere gönderdiği yedinci oğlunun da ölümü ile yaşadığı trajik sorgulamalar sembolik düzlemde anlatılır. Bireyin ve insanlığın kaderinin aynı düzlemde ve bağlantılı olarak aktarıldığı üç bölümden oluşan hikâyede başkişi Sona Garı’nın çocuklarını kaybetmenin benliğinde yarattığı tahribatı doğa ile kutsamaya yönelik eylemleriyle mitik bir karaktere dönüşümü kurgulanır. İlk bölümde çocuklarını kaybetmenin acısı ve geleceği için planlar yaptığı son oğlu ile ilgili umutlar sarkacında simgeleşen bir anne olarak tanıtılan başkişinin ikinci bölümde ve üçüncü bölümde endişeli bekleyişler sonrası tüm dayanaklarını yitirmesi; dördüncü bölümde yalıtık sınırlamaları aşma gayreti içinde zihinsel ve algısal değer hâlinde yeniden doğumunu gerçekleştirmek için doğa ile bütünleşmesi kurgulanır. Bu bildiride doğa ana ve tinsel ana kategorilerinin katmanlaştığı “Çınar Oğullar” hikâyesinde anneliğin doğuran/anaç/çoğaltan/üreyen niteliklerinin varoluşsal tutunma arayışına dönüşümündeki göstergeler çözümlenecektir. Böylece metin aracılığıyla analığa/ anneliğe ait özün değişmezlerini koruma ve mitik tepki normları verilen trajik tepkilerin işlevselleştirilme süreci değerlendirilecektir. Anahtar Sözcükler: Anne/lik, doğa, oğul, çınar, yaşam, ölüm. STRATIFY OF MOTHER NATURE AND MORAL NATURE CATEGORIES: “ÇINAROĞULLAR” SHORT STORY Abstract Woman, who realizes selfdom values with motherhood and overcomes what is given, becomes symbol of born in the world at meaning map that she borrows from moral existence sources. Maternity as an unchancing indicator of what has to be, stratifies with meaning transfers like trust, love, commitment, eternity. In short story “Çınar Oğullar”, which is one of the texts of modern Azerbeijan author Nahit Hacızade’s book of “Bir Ana Tanıyıram”, a mother’s tragic questionings with death of seventh son sent off to military after she sent off her six sons to military and took their bad news are told in symbolic level. In short story which consists of three chapters that individual’s and humanity’s fate is turned over at the same level and correlatively, protagonist Sona Garı’s conversion to a mythic character with actions devoted to bless the destruction that is becaused deaths of her children with nature is fictionalized. In first chapter protagonist is introduced as a mother who is being symbolized at pendulum of hopes about her last son for whom she planned his future and pain of losing her childrens lives. In  Prof. Dr.; Karadeniz Teknik Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, [email protected]. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 497 481 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM second and third chapter mother’s loosing all her buttal basis after concerned waitings and in fourth chapter mother’s concretion with nature in order to realize her rebirth as mental and perceptual values with an effort of passing over isolated restrictions are fictionalized. In this paper, indicators of motherhood’s procreant / maternal / multiplier / propagator qualities conversion to existential adherence seeking are going to be analysed at “Çınar Oğullar” short story in which mother nature and moral nature categories are stratified. By this way, the process of operationalize tragic reactions to mythic norms and protect unchangeable essence belongs to motherhood is going to be evaluated through the text. Keywords: Mother/hood, nature, son, sycamore, life, death. "Beni hayatımın bu çağına getirdiği için Allah'a, kaderime minnettarım." 1. Onurlu Bir Kültür Emekçisi: Nahit Hacızade Çağdaş Azerbaycan yazarlarından Nahit Hacızade (Nahid Rahimoğlu Hacıyev), 14 Mart 1936 yılında Azerbaycan Gedebay bölgesinin Düzresullu köyünde dünyaya gelir. Küçük yaşta annesini kaybeder. 1954’te Tovuz'da orta öğrenimini bitirip Genee’de Hasan Bey Zerdabi adında Pedagoji Enstitüsü’ne girer ancak devam edemez. Bu dönemde televizyonda ve bir yayınevinde çalışır. Azerbaycan Devlet Üniversitesi Filoloji Bölümü’nden 1960’da mezun olur. Üniversite eğitimi döneminde Ali Sultanlı, Jafar Khandan, Muhtar Hüseyinzade, Memmed Jafar, Mir Celal Paşayev, Mammadhuseyn Tahmasib gibi her biri bir okul olarak görülen tanınmış edebi şahsiyetlerden ve bilim adamlarından dersler alır. Azerbaycan Devlet Televizyon ve Radyo Programları Şirketi’nde baş redaktör olur; cemiyetin başkan yardımcısı olarak çalışır. 1998-2002 yılları arasında Dalga ve Gelecek gazeteleri, Yüksek Diplomasi Koleji Matbuat ve Enformasyon Merkezi, Şur neşriyat, Cumhuriyet Hafıza Kitabı Matbaası gibi kurumların yazı işleri müdürlüğü görevlerinde bulunur; Azerbaycan radyo ve televizyonunda edebiyat, gençlik bölümlerinde uzun yıllar program hazırlar. 1975’te Azerbaycan Yabancı Ülkelerle Dostluk ve Medeni İlişkiler Cemiyeti ile Yugoslavya’ya gider. 1980’de Azerbaycan Yazarlar Birliği’ne üye olan ve 1991’de Yazarlar Birliği’nin Teftiş Komitesi başkan yardımcısı seçilen Nahit Hacızade’nin ilk edebi çalışması Azerbaycan’daki edebi toplulukların toplanma yeri Ulduz Dergisi’nde yayımlanan “Lirik Minyatürler” adlı yazıdır. Foto 1: Nahit Hacızade 498 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 482 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU “Ömrün Sorağında”, “Ömür Gözleyir Bizi” (Bakü-1983), “Mehebbet Yaşadır”, “Gisas Gıyamete Galmaz” (İntikam Uzun Sürmeyecek) (Bakü-1995) adlı piyesleri Azerbaycan Devlet Akademisyen Milli Drama Tiyatrosu’da; Şeki, Erivan ve Bakü tiyatrolarında “Yaşam Arayışında”, “Hayat Bizi Bekliyor”, “Aşk Hayatları”, “Göçten Ayrılan Turna” adlı oyunları sahnelenir. Senaryolarından “Sevilin Bacıları” (1971), “Mugan'ın Kızı” (1972), “Shamama” (1973), “Uzun Ömürlü Ağaçlar” (1974), “Öğrenci İmzaları” (1976), “Bakhtiyar Vahabzade” (1987), “Son Keder Anavatan”, “Kayaların Üzerinde Bırakılan Ses” (1995), “Vatan” (1994), “Bağımsızlık Şairi” (1996), “Yaşasın Gerçek” gibi 30'a yakın belgesel ve uzun metrajlı film çekilen sanatkarın “Kayalar Üzerinde Bırakılan Ses” ve “Yaşasın Gerçek” adlı filmleri Altın Fon kapsamına alınır. “Son Gemin Olsun Veten”, “Torpağın Yeddi Ağrısı”, “Ganlı Yanvar Şehidlerine”, “Yaz Gününün Işığı” adlı eserleri Karabağ savaşının kahramanlarına atf edilir. “Galh Galh Ulu Torpag” ekolünden lirik şiirleri Hacı Khanmammadov, Adil Babirov , Cavanşir Guliyev , Tahir Ekber , Sayavush Karimi gibi ünlü bestekârlar tarafından bestelenir. Besteci Eldar Mansurov’un bestelediği ve halk sanatçısı Mubariz Tagiyev’in seslendirdiği “Uyan, kalk, büyük topraklar!” şarkısı, Karabağ savaşının cesaret ve kahramanlık marşı olarak ün kazanır. “Bir Ana Tanıyırdım” (Bakü-1972), “Dağlar Yuhuma Girir” (Bakü-1975), “Bir Üreyin Çağrısı” (Bakü-1978), “Mehebbet Ölünce Var” (Bakü-1983), “Köçünden Ayrılan Durna” (Bakü-1989) adlı hikâye kitapları; “Payız Leysanları” (Bakü-1986), Gerib Ahşamlar (Bakü1992) adlı romanları; “Cemil Ehmedli ile Üç Görüş” (Bakü-2000) adlı eserleri vardır. 1996’da Gızıl Derviş ve Araz edebi ödülüne layık görülerek madalya alan sanatkâr, eserlerinde geçmişe ve hatıralara dönüşü en temel anlatım yöntemi olarak kullanır. Komünist rejimin tezli eser verme prensibine boyun eğmeyen Nahit Hacızade, ‘çağdaş masal’ olarak nitelenen lirik-romantik eserlerinde halkının tarihten gelen kültürel ve ahlaki değer dizgesini, insanın savaş karşısında çaresizliğini, kadere teslimiyetini anne ve yurt sevgisi ile sentezleyerek izlek boyutunda kurguya taşır. Azerbaycan'ın prangalardan kurtarılması ve özgürlüğünü kazanması onurunu içselleştiren sanatkâr, sözünün gölgesi/ derinliği olan bir aydın, onurlu bir kültür emekçisi olarak sorumluluklarını yerine getirme mücadelesi verir. Bir asker gibi ana dilinin nöbetini tutarak, koruyarak ve zenginleştirerek metinlerini oluşturur. Nahit Hacızade, uzun bir hastalıktan sonra 18 Ocak 2018'de vefat eder; Binagadi mezarlığına defn edilir. 2. Katmanlaşan Anne/lik Öyküsü: “Çınar Oğullar”1 Ailenin temel yapı taşlarından olan anne, “anlam aktarıcı bir öğe” (Korkmaz, 2008, s. 68) kimliğindedir. Hem biyolojik hem de toplumsal kurgu nitelikleri ile bireyin yaşamında yer alır; ailenin mekânsal sembolü olan evi barınak olmaktan çıkarak yuva hâline getirir. Kendilik bilincini kazandıran yaratıcı ve diriltici göndergeleri ile bireyi kurar, tamamlar, yansıtır. Doğal annelik içgüdüsünü kendisine sunulan yaşam alanında belirlenen temel vazifelerini yerine getirerek soylu kimliğe dönüştürür. Böylece “kutsallaştırılan ve mutlaklaştırılan bir rozet kimliğine dönüşüveren” (Şafak, 2007, s. 16) annelik, kadın için içtenlik imgesi işlevi ile içsel dönüşüm dinamiklerinin göstergesi olur. Çalışmada Zeynelabidin Makas (1991), “Çınar Oğullar”, Azerbaycan Çağdaş Hikaye Antolojisi, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, s.414-419 kullanılmıştır. 1 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O483 O K 499 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM Foto 2: Nahit Hacızade’nin “Bir Ana Tanıyırdım” (Bakü-1972) adlı kitabı “Odaklanma bilincimize seslenen” (Bachelard, 1996, s. 45) anne, mananın toplamı olarak hayallerin, düşlerin, ruhun barınağıdır. Doğa kadar tanıdık, sevgi ve şefkat dolu, şevkle ve bıkmadan yaşam verendir; “doğuştan içimizde olan mater natura ve mater spiritualis (doğa ana ve tinsel ana) imgesinin, çocukken de emanet ve de teslim edildiğimiz yaşamın taşıyıcısı(dır)” (Jung, 2003, s. 31) Bütün kutsal değerleri sınırlar ve bünyesinde bulundurur. Kadının doğurganlık özelliğinin rahmiyle sınırlanamayacağının göstergesi olan anne, her türlü oluşumun ve değişimin gizemli kaynağı, eve dönüşün, her tür başlangıç ve sonun sessiz temelidir. Nahit Hacızade’nin “Bir Ana Tanıyırdım” (Bakü-1972) kitabındaki metinlerden olan “Çınar Oğullar” hikâyesi, söylemsel izlekler ve tinsel bağıntıda geçmiş-şimdi aynasında insan ve doğa uzamlarının buluştuğu bir dizgede inşa edilir. İnsanın ve evrenin kökensel varoluş serüvenine göndermeler yapılan eserde insanî özün değişmezlerini koruma, mitik tepki normlarını trajik tepkilerin arka planına yerleştiren anlatımla bütünleştirilir. Tanrısal bakış açısı ve anlatıcı ile kurgulanan öykü, anlatının ana temasını açımlayan halk manisi ve 4 bölümden oluşur. Hikâyenin, estetik saf şiir örneği halk manisi niteliğindeki proloğunda anne/liğin dramatik göndergeleri aracılığıyla metnin konusu, kişileri, izlek düzlemi imlenir. Analar yanar ağlar Tellerin sanar ağlar Döner gög güvercine Yollara konar ağlar (s. 414) 500 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 484 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU Çaresizliğin ve acının dışa vurumu olan “ağla-” fiili ile yaşananlara dizsizleşen annelerin genel ruh hâli vurgulanır. Bekleyen ve kavuşamayan annelerin ağlaması, çaresizlikten yakınmaları, içinde bulunulan durumlara acılı başkaldırılarıdır. Birinci Bölüm, dinamik bir hayat akışı içindeki insanların sevinci, coşkusu ve heyecanları anlatılarak başlar. Zaman olarak bahar mevsimi, nisan ayı seçilmiştir. Zamana bağlı mekân anlayışının etkin olduğu bir anlatımla yemyeşil renkleriyle yalın, sade, canlı bir tabiat tasviri yapılır. Halk söyleyişine ait ifadelerin yer aldığı meddahvari tarzdaki bu betimleme, sözcüklerin resme dönüşümüdür. Çayların seslenen, bahçe-bağın güllenen, tahılların tellenen vahtı idi. Çöl-çemen Nisan yağışlarında durulanıp teze gelin kimi dayanmışdı. Yal-yamaç zümrüt rengine çalırdı. Göğün yüzünce bir elçim bulut görünmürdü. Sona garı yosma alça ağacının altında göhne yün şalına bürünerek yüzünü güne veridi; sümüklerine hemir teldikçe hoşallanır, ele bil kışın ayaz-şahtası, ömrün ağrısı, acısı canından çıhırdı. O gözünü alça ağacından çekmirdi. Bahdıkça üreyi ışıklanır, üreyine sevinç dolur, özüne de anlaşılmayan hoş bir duygu gelirdi. Bu ağacın fidanını üç yıl evvel nevesi Goşgari yazbaşı dağın öbiri terefindeki konşu kentden getirip dikmişdi. O zaman Sona garı, nevesini seve seve “meyvesini toyunda yeyek” dedi. (s. 414) Başkişi Sona Garı, zaman ve mekânın bütünleştiği doğanın canlılığı ve dinginliğine zıt bir şekilde yaşlı ve durgun bir kadındır. Eski yün şalına bürünerek güneşlenen başkişi, olanca yaşına, acılarına ve ağrılarına rağmen hayata bağlı bir karakter olarak baharın canlılığından nasiplenme isteği içindedir. Sona Garı, ıstıraplar yumağı olmasına rağmen yaşamanın güzelliğine ve sürekliğine dönük eylemlerde bulunur. Erik ağacına bakar, onun fidanını oğlu Goşgar’ın komşu kentten getirdiği ve dikildiği zamanı, meyvesini oğlunun düğününde yeme dileğini hatırlar. Üç yıl önce, oğlu ile arasında geçen konuşmayı, oğlunun görüntüsünü, o anki duygularını düşündükçe umut-umutsuzluk sarmalında git gel yaşar. Alça ağacı sanki hoşbeht bir gözel idi. Başına bir kucak çiçek sepmişdiler. Budaklar eyilmişdi… Çiçeklerin ışığı gözlerinin yorgunluğunu alırdı. Ancak Sona Garı bu Allah vergisinden, hoşbehtlik payından bahışlarının ayırabilmirdi. ‘Sen ömrünün bahar çağındasın. Menimse günüm güzerânım çohdan keçip. İndi köçmek isteyirem; bugün-sabah köçüp gedeceyem.’ Sona garının yaşı doksanı çahdan aşmışdı, yüze doğru gedirdi… Hardansa yanıklı bir ses eşitdi: Aman aman ayrılık Olur yaman ayrılık Bu sesi hardan eşitdı. Ohuyan kim idi? (..) Üreye od salan yanıklı sözler ataşa düşen körpe guşlar kimi çırpınırdı. (..) bu “ayrılık” denen sözden yaman gorhurdu ve bu söz kiminse diline gelende Sona garının başından duman galhırdı. (..) Sona garı ayrılığın her üzünü görüp, ondan çekeceği geder çekmişdi. (s. 415) Başkişi, yaşam döngüsünün insan dışında kalan bütün elemanlarını (bitki, hayvan, su, toprak, hava) içeren yaşadığımız dünyaya ait gerçeklik olan doğanın canlılığına ve bir parçası olduğu topluluğun hareketliliğine kapılarak rahatlar. Geçmişe dönüş ona dertleri, kayıpları, ayrılıkları, acıları, hatırlatır. Böylece doğanın sunduğu umudun yerini umutsuzluk alır. Yüreklerin dayanamadığı, etkisinden eridiği ayrılıkları ve her bir kaybın geride bıraktığı hüznü içselleştiren yaşlı yüreğin sahibi, tüm insanların trajik kaderi olan yalnızlık ile yüzleşir. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O485 O K 501 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM İkinci Bölüm, Sona Garı’nın Goşgar adlı son oğlunun askere gidişi için düzenlenen törenin anlatımı ile başlar ve askerden ‘gara haberinin’ gelişi ile sona erer. Daha önce altı oğlunu askere gönderen ve onların ölüm haberini alan bir kız yedi erkek çocuk sahibi başkişi, vatan sevgisi ile anne/lik arasında sıkışır. Bir hefteye yahın idi ki, o, ev-eşiye, hayat-bacaya sığışmırdı. Üreyini sanli buzlu suyla çekmişdiler, havası çatmırdı. Teze teze özüne gelirdi. (..)Goşgar, onun golganadıydı; aynı zamanda onun sonbeşiyinin adını daşıyırdı. Deyirler, oğul dayıya ohşayar.(..) O, bugün nevesini uzak sefere yola salırdı. (s. 415-416) Sona Garı, cepheye 6 oğul gönderir ve hepsinin kara haberini alır. Elinde kalan son oğlu Goşgar, onun son ümididir. Başkişi, son oğlunu askere gönderme ile göndermeme ikileminde “vatan sevgisi ve vatana bağlılık” ile teselli olmaya çalışır. Ancak altı çocuğunu kaybeden, onlardan ayrılmak zorunda kalan anne yüreğini hiçbir bahane rahatlatamaz. Başkişi ile özdeşleyen doğa, ilk bölümdeki neşeli, canlı, hareketli durumunu hüzünlü, durağan ve bulanık bir hâle bırakır. …Yaz ağzı idi. Dağların garı eriyir, kolların dibinden ürkek benövşeler teze teze boylanırdı. Dağlar da adamlar kimi dert gama batmışdı. Göylerin gözyaşı yaz yağışına garışmışdı, gurumak bilmirdi. Bahışlardan sevinç, dodaglardan tebessüm didergin düşmüşdü. Bu obada çok nadir evler tapardın ki gapısını kara heber döyüp kalbini kana gerg elemeyip. Sona Garı ile Salman kişi cepheye altı oğul gönderip evezinde altı barmak ‘gara kağız’ almışlardı. Birgün Goşgar’ı da çağırdılar. Getmek ve’desi gelip çatmışdı. Er, avradının üzüne bahdı, arvad erinin. Bahışlarda sual titredi. ‘Neylemeli?’Ne edebilirlerdi_ çoh ağır günlerdi; veten, oğlunu, gızını harayına çağırırdı. (s. 416) Çocuklarını kaybetmenin acısı içinde çaresizlik yaşayan anne ve babanın arada kalmışlığı, bakışlarda titreyen sorulara ile yansır. Ne yapacaklarını, nasıl davranacaklarını bilemezler; dinin, namusun, birliğin, ülkünün anlamını bulduğu vatan için her şeyi feda etme öğretisi ile bireysel varoluşun sonsuza taşınmasının sembolü evlat/lar arasında tercih yapmaları çok zor ve sancılıdır. Bu süreçte babanın ve annenin oğluna söylediği sözler, vatan sevgisinin baskın gelişinin sebeplerini belirginleştirir. Salman kişi oğlunu bağrına basdı. -Get oğul, get. Torpağımız düşman tapdağı olmasın! Get, gardaşlarının da intikamını al. Yağılara hadlerini bildir! -Bu elin, bu torpağın namusunu gözbebeyin kimi goru! Namus herşeyin üstündedir! deye ana oğlunu bağrına basırdı. (s. 416) Milletin tüm bireylerinin yaşam teminatı vatan için kendi bireysel varlığından vazgeçmek, ölmek zorunluluktur. Bu durum yaşamanın değil yaşanılacak tek mekâna/ vatana sahip olmanın önemli görüldüğü bakış açısının söze ve eyleme dönüşümü ile sonuçlanır. Daha önceki evlat acılarının korku ve kaygısına rağmen kutsal nedenlerle değerlerden gelen “olması gerek sesi”ne duyarlılık içinde davranılır, Goşgar da ağabeyleri gibi askere gönderilerek feda edilir. Daha önce de erkek kardeşlerini savaşta kaybeden başkişi, kendisini yaşama bağlayan son ümit Goşgar’ında ölüme gitmekte olması karşısında çaresiz kalır; bora hâlinde gelen kederin karanlığı yüreğini zorlar. Bu bölüm, Sona Garı’nın son ışığının/ mumunun sönme haberi ile biter. 502 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 486 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU Aylar keçdi. Savaş, canını tapşırhaptapşırda Goşgarın da ‘gara kağızı’, vay heberi geldi. Bu evin, ocağın son ümidi de çiliklendi. Salman kişi dağdan ağır derdin altında çabalasa da, bel götürüp kendin beşte, el yolunun üstünde teze bir çınar ağacı dikdi. Yol üstündeki çınarların çergesine bir çınar daha goşuldu… Çınarlar yeddi gardaş oldu. Hesen, Hüseyin… Teymur, Seymur… Eli, Veli… Bir de Goşgar… (s. 416-417) Oğullarının ölümünü fiziksel bir ayrılık olarak gören anne ve babanın onların yerine çınar ağaçları dikmesi, mitik, kültürel, tıbbî, sosyolojik arka plana sahiptir. Anadolu’da hükümdarın, yasal yaptırımların sembolü olan çınar, gücün doğadan değil kültür ve kurallardan kaynaklandığının göstergesidir. “Çınar ağacı; nurun, aydınlığın, Tanrı kutunun sembolüdür.” (Ergun, 2004, s. 232) Aileler çocuklarının uzun ömürlü olması ve nesillerinin kıyamet gününe kadar devam etmesi için yeni doğan bebekleri adına çınar dikerler. Çınar, kabuk ve yapraklarında taşıdığı tanen dolayısıyla dekoksiyonu (bitkinin kaynatılarak tıbbi özütünün ortaya çıkarılması), göz hastalıkları, yanık tedavisi, cerahatli çıbanlar, yılan sokması gibi durumlarda mikrop kırıcı, antiseptik ve ateş düşürücü olarak kullanılır. (Baytop, 1999, s. 47) Osmanlı döneminde kurban bayramı törenlerinin çınar ağacı altında yapılması, ağacın gövde kabuğunun kendiliğinden deri gibi soyulması ile kurban edilen hayvanların derilerinin ağaca asılarak soyulması benzeşliğinden kaynaklandığı ileri sürülür. Ayrıca Anadolu ve Batı Türklerinde çınar, hükümdarlık ve güç sembolüdür. Manas Destanı’nda ulu çınarın konaklama ve sığınma yeri olması; Osman Bey’in rüyasında göbeğinden bir ağaç yükselmesi, Osmanlı Beyliği’ni dünyayı saran ve dallarının gölgesinin bütün dünyaya yayılan bir çınar ağacı şeklinde görmesi (Bonnefoy, 2000, s. 27-28); Kuran ve Tevrat’a göre Nuh peygamberin gemisini çınar ağacından yapması; Yunan mitolojisinde çınar ağaçlarının Zeus’un cezalandırıcı ve yola getirici gücünü temsil etmesi bu durumun örneklerindendir. Tanrı kutunun ve aydınlığın imi çınar ile çocuk arasında da bağ kurulur. Tanrı andacı çocuğun uzun ömürlü olması için dünyaya geldiği zaman doğumun sembolü çınar dikilir. Mumu sönen son oğulun/ Goşgar’ın kara haberi geldikten sonra babasının, teselliyi doğadaki yeni bir doğumda arayarak ağabeyleri gibi onun için de bir çınar ağacı diker. Böylece savaşta kaybedilen yedi oğulun acısı, yokluğu bir çocuk gibi büyüyen ve gelişen başka bir canlı ile hafifletilmek istenir. “Toroslarda yaşayan Yörükler, Tanrı’ya yakarışlarını dile getirmek ve yağmur duası için bu ulu, kaba ağaçların yanına çıkarlar. Adları da bazen “Dua Gaba Ağacı”, bazen de “Namaz Ağacı” olur.” (Ergun, 2004: 233) Ölüm karşısındaki acizliğin, çaresizliğin, çıkışsızlığın somutlandığı yedi oğulun yerini alan yedi çınar ağacı, simgesel bir yakarış hâlinde göklere yükselirken bir yandan da ölen oğulların ruhundan parçalar taşır. Zira Eski Türk inanışına göre insan öldüğünde ruhu bedeninden ayrıldıktan sonra yaşayan insanlar âleminde veya Gök Tanrının katında yaşamlarına devam etmektedir ki bu ruhun ölümsüzlük boyutudur. Toprağın altında bırakılan ve ruh çıktıktan sonra geride kalan beden, o insandan özellikler taşıdığı için tümüyle değersiz olmaz. Beden toprağa karıştıkça ruhun belli bir takım özellikleri topraktan büyüyen bitkilere geçer. Dolayısıyla ruhsal manada kaybedilen kardeşlerin özelliklerinin kültürel bir varlığa dönüşen çınar ağaçlarına aktarıldığı düşünülür. Üçüncü Bölüm’de altı oğlunun ölümü ile yüzleşen Sona Garı’nın yaşlı, ışığı azalmış, kederli gözlerle askere gitmek üzere toplanmış gençleri ve onları uğurlayanları seyrederek düşünsel bir yolculuğa çıkar. Askere yolcu edilenlerin arasında kendi çocuklarını arayan ve onları bulma ümidi içindeki başkişi, son oğlu Goşgar’ı askere uğurlamaktadır. Yazmasının B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O487 O K 503 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM altından süzülüp çıkan beyaz saçları ile bir top güneş ışığına benzeyen ve mitolojik bir kadına dönüşen bu acılı anne için gerçek ve hayal karışır. Bütün kend ehli ayakda idi. Gocalı cavanlı, uşaglı büyüklü ‘meme deyenden pepe deyeen’ hamı esgere gedecekleri yola salmağa gelmişdi. Sona Garı gamlı bir kölge kimi bu yığıncağın dört dövresinde dolanır, ışığı sozalmış gözlerini esgere gedecek olan çavanların üzlerinden çekmirdi. O, elebil bu adamların arasında kimise arayıp ahtarırdı. Çalmasının altından süzülüp çıhan ağappag saçları, sanırdın bir top ışıkdır. İller, ağrılı- acılı iller şehresini şumlayıp, şırımlamışdı. (s. 417) Sosyal zamana ait bir gönderge olan askere uğurlama törenleri, muhtemel bir ölüme neşe içinde uğurlanan gençler ve onları gönderen aileleri bağlamında çift yönlü mesaj içerir. Vatan anlayışındaki moral değerlerin yapısını yansıtan bu durum, ruhsal açıdan acı ve hüzün içeriklidir. Vatanın kurtuluşu için çocuklar feda edilirken görünen coşku ve heyecan ile görünmeyen korku ve kaygı bütünleşir. Çalınan ve zurna sesinin coşturarak derindeki acılarını bastıran kitle gibi Sona Garı da hüzünlüdür. Usta Emrah, “Heyva (Ayva) Gülü” makamını çaldığı zaman başkişinin yüreği “tel tel ol(ur), tellen(ir)” (s. 417) ve onu geçmişe gelin olduğu yıllara götürür. Baba evinden yuvasına gönderildiği esnada da çalınan bu ezgi, geçmiş-şimdi sarkacına dönüşür. Zamansal ve mekânsal bir “anı evi” (Bachelard, 1996, s. 42) kimliği kazanan anne, bireyin geçmişten geleceğe akışındaki en önemli tamamlayıcısı ve yönlendiricisi olur. Gelin olduğu yıllarda da çalınan bu şarkı, onun baba ocağından ayrıldığı neşeli ve mutlu günlerinin sese dönüşen yansımasıdır. Felaket zamanlarında geçmişin güzel anlarına dönme imtiyazı içindeki estet başkişi, böylece dünyadan ve dünya gerçeklerinden kaçış içinde hareket eder. Goşgar’ı askere göndermenin yarattığı tedirginlik, evliliği ile başlayan, bir kız 7 erkek çocuk sahibi olması ile taçlanan mutluluğu gölgeler. Sona Garı, olanların olması gerekenleri yok ettiği bir ruh hâli içindedir. O, nevesini hayli müddet gollarının arasından burahmıyarak: -Goşgar bala, get, yollarına yorgan döşensin; goy senin getdiyin yollar, dayılarının getdiyi yolara ohşamasın. Dedi. -Salamat gal, nene! Goşgar, onun gollarının arasından sıyrılıp çıhdı. (s. 417-418) Sona Garı son oğlunu da savaşa gidip geri dönmeyerek ölen diğer altı çocuğu ve erkek kardeşleri gibi acı bir sonun beklediğini bilerek uğurlar. Başkişi doğumdan itibaren var olan ve yaşam boyu süren bir kavram olarak insan hayatında yerini alan ölümün yarattığı kaygıyı, ölümü ve yaşamı bir bütün olarak algılayarak aşma eğilimindedir. Kabullenme ve ölümü reddetme ikileminde yaşamının, çocuklarının her alanından uzaklaştırmak istediği ölümün tüm acı gerçeğiyle karşı karşıya kalır. Goşgar’ın kollarının arasından sıyrılıp gidince Sona Garı, ölümü yadsıma ve varlığını reddetme arasında sıkışır; bu aşamada tepki olarak ölümü maskelemeyi değil kavramı bilincinden atarak etkisiz hâle getirme içeriğine sahip “bastırma”yı seçer. Dördüncü Bölüm’de tüm oğulları ölen başkişi Sona Garı’nın doğaya sığınması; koruyucu iye güneş ile anneliğin anlamı ve kutsallığı merkezli konuşması aktarılır. Doğa ve annenin kendilik bilincini kazandıran yaratıcı ve diriltici göndergelerinin bütünleştiği bu 504 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 488 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU diyalog, bireyin şey’ler dünyasından sıyrılıp kendilik bilincine kavuşabilmesinin yansımasıdır. Güneş ana, başkişi için olması gerek sesinin sembolü bir norm karakter işlevi yüklenir. ..Göy zemilerin gözlüyü uzaklarda göylerin maviliyine govuşur, çınarların teze-ter yarpagları hazin hazin pıçıldaşırdı. Yarpagların sözü, söhbeti neydi? Ana kalbi sarı sime, kahır şimşeğine dönmüşdü. O, gurumuş gilas budaklarının çiliklerine benzeyen barmaklarını üzünde daraklayarak az evvel Goşgar’ın getdiyi yollara bahırdı; gören ele sanardı ki, onun gözleri bir cüt gam yuvasıdı. Gün, günorta yerinde idi. Torağaylar ses sese vermişdi. Bütün dünya yaz nağmesi ohuyurdu. Ancak elebil, Sona Garı’nın sinesi sal buz bağlamışdı. Göylere göz dolandırdı. Sanki güneş ona sarı bahıp gülümsedi. (s. 418) Ana ve oğul ibarelerinin son beşik ifadesi ile derinlik kazanan çağrışımsal anlam evreni, bireysel özlem ve duygulanımların son aşamaya vardığının işaretidir. Hüzünlü imlemeler içeren son beşik, yaşam ile kurulan ilişkinin mekânı ve zamanı aşan yönünü işaret eder. Yaşlı bir anneyi dünyaya/ yaşama bağlayan anlamlı ilmeğin söze taşındığı bu tamlama, savaş denilen canavar tarafından yok edilecek oluşu ve edilişi ile dramatik boyut kazanır. Annenin oğula ve oğulun anneye bağlılığının tehdit altında oluşu, yeni teselli kaynakları arayışını zorunlu hâle getirir. Panteist bir anlayış içinde doğaya sığınan Sona Garı, acısını güneş anayla paylaşır. Güneş sisteminin merkez öğesi güneşle kurulan bu analojik bağ, doğa-insan bütünleşmesinin göstergesidir. -Sen ululardan ulusan, güneş! Yerin de, göyün de anası sensen! Biz geldik gederik, dünya durdukça sen de duracaksan… Gan içen zalımların gara nefesini, üreklerini öz odlarıyla öz ocaklarında yandır, küle dönder! Bundan bele heçbir ana, menim çekdiyim oğul dağını çekmesin, güneş (..) -Yaradılışın, hayatın evveli, başlangıcı anadır; beşer, ana döşünden süt emip. Ey ağbirçek ana, sen, bu sözleri insanlara söyle! Goy sesine, harayına bütün insanlar ses versin! Ana sesi dünyanın en mukaddes, en yüce sesidir. Ucalt sesini bütün analar seninledir! Men de seninleyem! -Var ol güneş, sen anaların anasısan! -Men göyler gızıyam, analar ise torpagın gızıdır. Aslında biz bacıyık, taleyimiz, kaderimiz birbirine ohşayır. Yerde bir insan dünyadan köçen de göyde bir uldız sönür. -Gel, bugün ölümden danışmayak. (s. 418) Sona Garı, tıpkı bir anne gibi insanları koruyan ve gözeten, zor zamanlarda yardım elini uzatan güneş ile annelik üzerinden astral bir özdeşlik kurar. Mitik arka plana sahip bu yöneliş, Türk mitolojisinin en eski kültlerinden Güneş ya da Güneşe tapınma inancının karşılığı Kün’e dayanır. Kozmik düzlemin göğe ait en önemli Tanrısal yüzü güneş, yaşamla doğrudan ilişkisi olan ve gök Tanrı ile arasında soy ilişkisi kurulan Tanrısal bir figürdür. (Eliade, 2003, s. 140152) Güneşin kutsallık ve tanrısallığının kökeninde koruyuculuğu, canlılara hayat vermesi, ışığın ve sıcaklığın kaynağı olması vardır. (Bayat, 2007, s. 299) Gök Âlemi’nin en yüksek katında/ yedinci katında oturan yaşamın ana kaynağı olduğundan dişil algılanan Kün Ana, Güneş (Küneş) Ana, Yaşık Ana; Moğollar’da Nar (Nara) Ece insanların ilk büyük annesi kabul edilir. Ay’la birlikte dünyanın merkezi şeklinde tasarlanan Güneş, Altın Dağ’ın etrafında dönen gök cisimlerinden biridir. Hint mitolojisinde kökeni Rig Veda ilahilerine dayanan, doğrudan Güneş tanrısı biçiminde adlandırılan Sūrya, her şeyi ve her yeri gören; bütün dünyaya bakan, B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O489 O K 505 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM insanların yaptıkları iyi ve kötü şeyleri izleyen; duran ve hareket eden her şeyin koruyucu ruhudur. -Hayat, menimle hamişe mücadele hâlindedir. -Hayatın çırağı daha gürdür. Eğer bele olmasaydı, zulmet geceler gündüzleri çohdan boğardı, çohdan sönerdi dünyanın ışığı. -Menim özüm de sönüp gederdim… -Sen üreklerin, direklerin zerre ışığından yaranmısan, güneş! -Kimin ki üreyinde ışık olup, yahşılık odu yanır, bele adamlar senin zerrelerinde yaşayır. Deyirem, menim oğullarımdan Hesen’imin, Hüseyin’imin, Teymur’umun, Seymur’umun, Eli’min Veli’min… sonbeşiyim Goşgar’ımın üreyini göreydin… Heresi bir nur parçasıydı. Atlanıp getdiler, dağların dalında gözden itdiler. İndi kısmetim, tesellim bu çınarlar olup. (s. 419) Yüce varlıklar ve sıklıkla gök tanrı ile özdeşleştirilen güneş ve hayat arasındaki kaçınılmaz ilişkinin ifadesi hâlindeki bu sesleniş, başkişinin acılarını, kayıplarını, hüznünü doğaya yansıtarak toprakla ve gökle bütünleşmesidir. Ölümlerle sınanan, evlatlarının kaybının acısı ile yaralanan, vatan sevgisi ve analık arasında sıkışan Sona Garı, yeniden doğumun ve yaşamın sembolü güneş ile yeni’lenmek ister. Yaşlı annenin solgun dudakları titreyerek yaptığı bu konuşmadan sonra başkişi, elini yaşlı gözlerinin üzerine koyarak mavi göklere bakar. Göz pınarlarını dolduran yaşlara çarpan güneş ışınları, binlerce elmasa çarpmış gibi parıldamaya başlar. Onun tek tesellisi, memlekette/ vatanda savaşların bitmesidir. Güneş anayla bu durumu da paylaşmak ister. Başkişi, dikilen yedi çınar ağacı aracılığıyla çocuklarının ölümü ile yaşadığı acının, karamsarlığın, umutsuzluğun gideceği; bedeninin ve ruhunun yaralarının iyileşeceği beklentisi içindedir. Öze dönüşün ve varoluş olanaklarının taşıyıcısı kutlu bir sığınak olan güneş, başkişinin trajik kırılma anında devreye girerek onu teselli eder. Ana torpag her adamın adına çınar böyütmür. Veten yaşadana, torpag yaşadana ölüm yoghdur Sona! Doğma sesler geldi ananın gulağına. ‘Biz ölmemişik ay ana. Çınar olup boy atmışık. Hemişe de bah belece galacayık.’ Ananın solgun dodagları esdi, titredi. ‘Sesinize gurban olum, benim çınar balalarım. Galhın evimize gedek, teze paltarlarınızı geyinin… Bayram gelir sizin bayramınız… Galebe bayramı… Bütün ellerin azadlıg bayramı…’ (s. 419) Hiç değişmeyen ve değişmeyecek mutlak gerçeğin ifadesi olan ölümü aşan insan için, ölüm bir son değildir; Mircae Eliade’nin ifadesiyle “belli süreler için ruhun yeniden cisimleşmesi sonucu, yitip gitmiş olan en eski ve en yetkin duruma dönüş[me]” (Eliade 1998, s. 118) hâlidir. Bu bakış açısıyla ölümü kabullenen başkişi, dünyadaki varlık alanlarının bütünü ve tinsel varoluş olanaklarının mekânı vatandan ayrılmayı istemez. Sona Garı ile doğa (güneş, toprak, ağaç/çınar), savaş trajiğinde birleşir. Savaşın en acı yüzünü gören anne, çocukları ile vatan ve özgürlük arasında tercih yapmak zorunda kalmanın dramını içselleştirir. Vatan adına verilen mücadelenin ve feda edilenlerin simge kişisi olarak elinden alınan evlatlarının yerine doğaya sığınır. Çınar ağaçları ile filizlenen kökle ve güneş ananın manevi gücü ile yenilenmeye çalışır. Tüm tutunma noktaları elinden alınan başkişi, çocuklarından ayrı devam ettiği sürgün hayatını güneş ana ile tek bir ruhta birleşerek mitik bir düzleme taşır. Her bir oğlunun kara 506 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 490 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU haberi geldikten sonra diktiği yedi çınara bakar ve vatan için feda ettiklerini özlemle anar. Bu yedi çınarın sesini duyar ve onlarla konuşur. Sona Garının gözleri güneşlendi. O, üzünü dağlara tutdu. Dağlar sanki gol boyun olup üzleri güneşe teref ‘Yallı’ gedirdi. Çınarlar da terpendi… Sona Garıya ele geldi ki güneş de onun elinden tutdu. (s. 419) Çeşitli değişimlere uğramasına rağmen varlığını sürdüren doğaya tutunma, yaşamın acı gerçeklerini deneyimleyen, evlatsızlık ile tüm yaşamsal alanları yok edilen Sona Garı için korumacı ve kurtarıcı bir etki alanı sunar. Evladını kaybeden bütün annelerin temsilcisi olarak hikâyenin sonunda doğa ve doğada yeniden dirildiğine inandığı çocukları ile birleşir. Onun yaşadığı bu durum, yaşamın gerçeklerinden kaçarak doğaya sığınma ve onun diriltici ve yaşatıcı gücünü ödünçleme çabasıdır. Sonuç: Sözden Heykel Nahit Hacızade’nin doğa ana ve tinsel ana kategorilerinin katmanlaştığı “Çınar Oğullar” hikâyesi doğa (güneş, toprak, ağaç/çınar) ve insanın yaratma, besleme ve dönüştürme güçleri bakımında annelikte buluşturulduğu bilinçdışı bir özdeşleşme kurgusudur. Bireysel ve toplumsal karakteri belirleyen değer dizgesinin şekillendirdiği entrik kurguda başkişi Sona Garı, hem biyolojik hem de toplumsal kurgu nitelikleri ile anne/lik ile donanır. Yaşamın taşıyıcısı olarak genelde doğa özelde güneş ve toprak ile soylu bir kimlik hâlindeki annelik içgüdüsünde buluşur. Böylece kurguda kurtarıcı sığınak ve zamansal sürekliğinin göstergesi doğa, çocuklarının ölümü sonrası dikilen yedi çınar ağacı, o çınar ağaçlarını büyüten toprak ve güneş aracılığıyla annelik katmanlaşır. Anneliğin yaratıcı ve diriltici göndergelerindeki bu birleşim, varoluşsal dönüşüm dinamiklerinin kişi düzeyindeki temsilcisi başkişinin yedi oğlunu vatan için savaşa gönderen ve onların ölümleri ile yüzleşmesi ve ontolojik anlamda kendilik sınırlarını keşfederek doğaya yönelmesi ile boyut kazanır. Annelik ve vatan arasındaki seçim yapmak zorunda kalan tüm anneler gibi yeni tutunma noktaları arayan Sona Garı, her bir oğlunun kara haberini aldıktan sonra çınar ağaçları dikerek onları evlatlarının yerine koyar. Doğa ile içsel ve mitik birleşme içinde hareket ederek analığa/ anneliğe ait özün değişmezlerini koruma ve tepki normları geliştirme bağlamında tinsel varlık alanlarının derinleşmesinin kişi düzeyinde temsilcisi olur. Trajik kırılmalarda doğa (güneş, toprak, ağaç/çınar) ve insan (anne/ana) kategorilerinin yaratıcı ve diriltici göndergelerde bütünleşmesi metinleştiği “Çınar Oğullar” hikâyesinde anne/lik, sürerlilik imleyen kapsayıcı bir anlam değeri olarak kurguyu biçimlendirir. Metnin değişmezleri aracılığıyla evrendeki tüm varlık alanlarının aynı dizgede birleşim içinde olduğuna dikkat çekilir. Kaynaklar Bachelard, G. (1996). Mekânın poetikası. (çev. Aykut Derman). İstanbul: Kesit Yayıncılık. Bayat, F. (2007). Türk mitolojik sistemi-I. İstanbul: Ötüken Yayınları. Baytop, T. (1999). Türkiye’de bitkiler ile tedavi. İstanbul: Nobel Tıp Kitabevleri. Bonnefoy, Y. (2000). Antik dünya ve geleneksel toplumlarda dinler ve mitolojiler sözlüğü. C I. Ankara: Dost Kitabevi Yayınları. Eliade, M. (1998). Mitlerin özellikleri. (çev. Sema Rıfat). İstanbul: Alfa Yayınları. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O491 O K 507 Eliade, M. (2003). Dinler tarihine giriş. İstanbul: Kabalcı Yayınları. Ergun, P. (2004). Türk kültüründe ağaç kültü. Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları. Jung, C. G. (2003). Dört arketip. (çev. Zehra Aksu Yılmazer). İstanbul: Metis Yayınları. Korkmaz, R. (2008). Aytmatov anlatılarında ötekileşme sorunu ve dönüş izlekleri. Ankara: Grafiker Yayınları. Makas, Z. (1991). Çınar oğullar. Azerbaycan Çağdaş Hikâye Antolojisi. Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları. 414-419. Şafak, E. (2007). Siyah süt. İstanbul: Metis Yayınları. 492 OSMANLI DÖNEMİNDE TERCÜME EDİLEN BİR ESER: AHLÂK RİSALESİ Ali ÇELİK Öz Hazırlanan bu çalışmada İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Atatürk Kitaplığı, Sayısal Arşiv ve e-Kaynaklar bölümünde bulunan SEL_Osm_01612 demirbaş numaralı eser tanıtılacaktır. Eserin Türkçe adı A Book on Morals; Türkçe adı da Ahlâk Risalesi olup İngilizce ve Türkçe olarak iki dilde hazırlanmıştır. Muharrem 1312 (Haziran 1894) tarihinde, İzmir’de bulunan M. Nikolayidi matbaasında basılmıştır. Mahmud Esad tarafından hazırlanan Ahlâk Risalesi çocukların ahlaki açıdan nasıl eğitilecekleri ile ilgilidir. Eserin Türkçe bölümü günümüz Türkçesine çok yakındır. Eserin kimi bölümlerinde konunun daha iyi kavranması için yer yer teşhis ve intak gibi edebî sanatlara da başvurulmuştur. Eserde toplam 17 başlık bulunmakta ve her başlıkla ilgili birtakım bilgiler verilmiştir. Başlıklar sırasıyla şöyledir: “Allah”, “Mektebe Devam”, “Dua”, “Terbiye”, “İlim”, “Hikmet”, “Sabah İşi”, Kelimat-ı Hikemmiye-yi Murtazaviye”, “Münacat”, “Hikmetü’l-Hiyye”, “Baba”, “Hürmetsizlik, Riayetsizlik”, “Vatan-Osmanlı Devleti”, “Bazı Terbiyesizce Şakalar ve Uygunsuz Hâller”, “Hoş Geçiniş”, “Terbiyeli İnsan”, “Cemil-i Hikemiye” olmak üzere toplamda 17 başlık altında birtakım bilgiler verilmiştir. Hazırlanan bu bildiride, Osmanlı Dönemi’ne ait tercüme eserin tanıtımı yapılmış, ardından eserin tercümesi hakkında bazı sorunlara değinilmiştir. Anahtar Sözcükler: Mahmud Esad, Ahlâk, Risale, tercüme, Osmanlı. A WORK TRANSLATED IN THE OTTOMAN PERIOD: THE BOOK ON MORALS Abstract In this prepared study, the work with fixture number SEL_Osm_01612 in Istanbul Metropolitan Municipality, Atatürk Library, Digital Archive and eResources section will be introduced. The Turkish title of the work is A Book on Morals; Its Turkish name is Ahlâk Risalesi and it is prepared in two languages, English and Turkish. It was printed in Muharrem 1312 (June 1894) by M. Nikolayidi printing house in Izmir. The Book on Morals prepared by Mahmoud Essad is about how children will be morally educated. The Turkish part of the work is very close to modern Turkish. In some parts of the work, literary arts such as simile and intak were used in some places to better understand the subject. There are 17 titles in total in the work and some information about the title has been given. The titles are as follows: "Of God", "Perseverance", "Prayer", "Education", "Science", "Wisdom", "Morning Work", "Ali's Maxims", "Hymn", "Providence", "A Father", "Irreverence, Disrespect", "Native Land", "Rude Jokes and Reprehensible Doings", "Entertaining Well", "Well Educated Man", "On Philosophical Phrases". In this prepared report, the translated work belonging to the Ottoman Period was introduced and then some problems about the translation of the work were mentioned. Keywords: Mahmoud Essad, Morals, Tractate, translation, Ottoman.  Okt.; Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi, [email protected]. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 509 493 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM 0. Giriş Osmanlı coğrafyası yazı kültürü açısından dünyanın kültür tarihinde önemli bir yere sahiptir. Türklerin binlerce yıllık yazı kültürünün en zengin ve en güzel metinleri bu coğrafyada yazılmış ve geliştirilmiştir. Telif eserler yanında farklı dillerden yapılan tercümeler de dilin tarihî gelişimine önemli katkılar sağlamıştır. Hazırlanan bu çalışmada Mahmud Esad tarafından kaleme alınan Ahlâk Risalesi adlı eserin genel bir tanıtımı yapılacak; ardından bazı değerlerdirmelerde bulunulacaktır. 1. Kısaca “Mahmud Esad” Hakkında Foto 1: Mahmud Esad Konya’nın Seydişehir ilçesinde 1885’te dünyaya gelmiştir. 1870’de İstanbul’a gelerek Fatih Medresesinde dinî bilimler üzerine eğitim almış, bu arada Menşe-i Muallimin-i Askeriye’ye (Askeri Öğretmen Okuluna) kaydolmuş ve büyük başarı göstererek 1884 yılında matematik öğretmeni olmuştur. Ayrıca bu dönemde Hukuk Mektebine başlamış, devrin önemli isimlerinden Hasan Fehmi Paşa’dan devletler umumî hukuku, Münif Paşa’dan hukuk felsefesi, Gabriyel Norandukyan Efendi’den devletler hukuku derslerini almıştır. Mahmud Esad sadece dersler almakla yetinmemiş Arapça, Farsça, Fransızca ve İngilizce öğrenmiştir. Aldığı eğitimlerin temelinde çeşitli görevlerde bulunmuştur. 1879 yılında Gülhane Askeri Rüştiyesinde Osmanlı Türkçesi ve din bilgisi öğretmeni olarak memuriyete başlamıştır. Yaklaşık altı sene kadar çalıştıktan sonra İzmir Vilayeti Bidayet Mahkemesi Reis-i Evvelliğine atanmıştır. Hâkimliğin yanında İzmir İdadisinde tarih-i sanayi (sanayi tarihi), tarih-i tabiî (doğa tarihi) derslerini okutmuştur.1 1896 yılına gelindiğinde Maliye Nezareti Hukuk Müşaviri olarak İstanbul dönmüş ve 1898 yılında Mekteb-i Mülkiyede genel iktisat ve devletler hukuku, Mekteb-i Hukukta mecelle-i ahkam-ı adliye derslerini vermiştir. Yeni açılan Darülfünun Edebiyat Şubesinde tarih-i din-i İslam (İslam dini tarihi) dersleri müderrisliği yaparken 1907’de Rumeli vilayetinin teftişiyle görevlendirilmiştir. 1908’de İkinci Meşrutiyetin ilanından sonraki dönemde 17 Şubat 1909’da Hüseyin Hilmi Paşa kabinesinde Defter-i Hakanî Nazırlığı yapmış ve bu görevin yanı sıra Adliye Nazırlığına vekâlet etmiştir. 17 Şubat 1913’te Şura-yı Devlet Tanzimat Dairesi Reisliğine getirilmiştir. Bu görevi sırasında bakanlık yapmış bir kişi olarak önemli yurt dışı yolculuklarında bulunmuştur. 1915’te Konya’ya bağlı Isparta sancağından milletvekili seçilmiştir. Mebusluğu sırasında 1917 tarihli Hukuk-ı Aile Kararnamesini İzmir’de katıldığı muhitin Mahmud Esad’ın fikrî yönelişlerine büyük bir etki yaptığı vurgulanır (Yörük, 2012, s. 486) 1 510 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 494 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU hazırlayan komisyonun başkanlığını yapmıştır. 1917 (1918?)’de2 kalp krizi geçirerek vefat etmiştir (Erdoğdu, 2009, s. 25; Yörük, 2012, s. 487; Dokumacı, 2019, s. 139). Kendisinin ilmi çalışmaları bir çok alana yayılmış olup resmî görevleriyle beraber zamanını en iyi ve bereketli şekilde değerlendirme imkanı bulmuş, devrin karışık zamanlarında bile ilmî faaliyetlerden geri durmamıştır. İlmî sahada öne çıkan en önemli özelliği hukukçuluğudur (Köse, 2003, s. 217). Çalışma sahası olarak umumî hukuk tarihini tercih etmesi ve önce bu konuyu vuzuha kavuşturmak istemesi medeniyet anlayışıyla ilgilidir. Avrupa devletlerinin Osmanlı Devleti üzerindeki nüfuzunun çok yoğun olduğu bir dönemde yetişen yazar, Batı medeniyetini model olarak algılamakla beraber kendi dışındakilere hayat hakkı tanımayan yekpare bir medeniyet anlayışını aşmayı amaçlamaktadır (Yörük, 2012, s. 488). Mahmut Esad’ın telif ve çeviri toplam 38 adet eseri olup, beşerî ve pozitif bilimler alanında önemli eserleri bulunmaktadır (Dokumacı, 2019, s. 140; Erdoğdu, 2009, s. 26).3 2. Ahlâk Risalesi 2.1. Eserin Tespiti Eser, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Atatürk Kitaplığı, Sayısal Arşiv ve e-Kaynaklar Bölümünde Sel_Osm_01612 demirbaş numarası ile kayıtlıdır.4 2.2. Eser Bilgisi Eserin İngilizce adı A Book on Morals; Türkçe adı Ahlâk Risalesi olup Mahmud Esad tarafından Türkçe ve İngilizce olarak iki dilli kitap şeklinde hazırlanmıştır. Muharrem 1312 (Haziran 1894) tarihinde, İzmir’de bulunan M.Nikolayidi matbaasında basılmıştır. Foto 2: Mahmud Esad’ın Ahlâk Risalesi adlı eserinin kapağı Ali Erdoğdu (2009, s. 25) 18 Mart 1918’de; Yavuz Selim Dokumacı (2019, s. 139) 1917’de; Ali Yörük (Yörük, 2012, s. 487) 28 Mart 1917’de Mahmud Esad’ın öldüğünü yazmaktadır. Mahmud Esad’ın ölüm tarihiyle ilgili farklılıklar bulunmaktadır. Konu ile ilgili olarak ayrıntılı bilgiye Uğur Dinç’in (2016, s. 31) çalışmasındaki dip nota bakılabilir. 3 Ayrıntılı liste için bk. Erdoğdu, 2009, s. 26. 4 İlgili okuyucuların faydalanabilmeleri için ücretsiz olarak internet üzerinden sunulmaktadır. Ayrıntılı bilgi için bk. http://ataturkkitapligi.ibb.gov.tr 2 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O495 O K 511 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM 2.3. Eserin İçeriği Eserde toplam 17 başlık bulunmakta ve her başlıkla ilgili birtakım bilgiler verilmiştir. Başlıklar sırasıyla şöyledir: “Allah”, “Mektebe Devam”, “Dua”, “Terbiye”, “İlim”, “Hikmet”, “Sabah İşi”, Kelimat-ı Hikemiye-yi Murtazaviye”, “Münacat”, “Hikmetü’l-hiyye”, “Baba”, “Hürmetsizlik, Riayetsizlik”, “Vatan-Osmanlı Devleti”, “Bazı Terbiyesizce Şakalar ve Uygunsuz Hâller”, “Hoş Geçiniş”, “Terbiyeli İnsan”, “Cemil-i Hikemiye”. İlgili başlıklar hakkında kısaca şu bilgiler verilebilir: 2.3.1. Allah Çocuklar akşam evlerine geldiklerinde annelerine aç olduklarını, üşüdüklerini, yorgun olduklarını söylerler. Anne, çocukları için önemlidir. Ancak çocuklara anneyi veren, dünyayı yaratan, ayı, güneşi yoktan var eden Allah’tır. Allah birdir ve her şeyi bilir. Bundan dolayı Allah’ın sevgili kulu olunması gerektiği belirtilmiştir. 2.3.2. Mektebe Devam İyi bir öğrencinin nasıl olması ve hangi vasıflara sahip olması gerektiği küçük bir çocuk üzerinden anlatılmıştır. 2.3.3. Dua Kimi ihtiyaçların anneden istenildiği gibi Allah’tan da akıl, cesaret ve çalışkanlık istenmesi gerektiği söylenir. Hatta anne çocuğunun istediklerini veriyorsa, Allah da dileyene verir. 2.3.4. Terbiye Terbiye denildiğinde terbiyeden maksadın ne olduğu hakkında kısaca bilgiler verilmiştir. 2.3.5. İlim İlim için “insanın bilmediklerini öğrenip bilmedisir” şeklinde tanım yapılmıştır. Ardından insanın doğduğunda hiçbir şey bilmediği; anne, baba gibi büyükler ve hoca efendiler sayesinde bilgilerin öğrenildiği söylenir. Yemek, içmek, giyinmek nasıl önemliyse ilim, fazilet, marifet ve sanat da o derece gereklidir. 2.3.6. Hikmet “Re’s-i hikmet nedir? Hak Teâlâ hazretlerinden haber verir misiniz?”, “Hak Teâlâ hazretlerine olan birinci vazifemiz nedir?”, “Vazifemizi icra etmekten bize ne fayda hâsıl olur?”, “Bu vazifemizin suret-i icrasını kimden ve nereden öğrenebiliriz?”, “Din nedir?”, “Baba ve annemize karşı vazifemiz nedir?”, “Kendimize ait olan vazifemiz nedir?” şeklinde bazı önemli konular hakkında çeşitli sorular sorularak cevapları verilmiştir. 2.3.7. Sabah İşi Sabah güneş doğarken gün başlar. İnsanlar işlerine giderler. Diğer canlılar da yaşam döngüsü içinde günlük işlerini yaparlar. Çalışkanların hepsi işlerine gider. İşte çocuk da çalışkan olmalı. Çalışkanlık sayesinde saadete kavuşulacağı anlatılmaktadır. 512 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 496 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU 2.3.8. Kelimat-ı Hikemiye-yi Murtazaviye 24 adet güzel söz verilmiştir. Bunlardan birkaçı şöyledir:  Hayâ insanın siperidir.  Allah’tan kork, başkasından emin ol.  Emsalinle gez.  Yüz aklığı doğruluktadır. 2.3.9. Münacat Allah’ın büyüklüğü, sonsuzluğu anlatılmıştır. Kısa da olsa bir yakarış mevcuttur. 2.3.10. Hikmet-i İlahiye “Cenab-ı Hakk’ın nazarı hayretimizi celp edecek surette dünyayı hadsiz, hesapsız eşya ile doldurmasında ne hikmet vardır?” sorusu sorularak birtakım cevaplar verilmiştir. Özellikle gökyüzü, ay, dünya, güneş vd. her şey Allah’ın kudretine delildir. Yarattığı her şeyin bir sebebi vardır. İnsan, aciz bir kuldur. İnsan acizliğini bilip daima Tanrı Teâlâ’ya şükretmelidir. 2.3.11. Baba Bir baba işten yorgun geldiğinde çocukları okuldaki başarılarını babalarına anlattığında babalarının yorgunluğu gider, mutlu olurlar. Babalarının yorgunluğu alan, onları mutlu eden çocuklar iyi çocuklardır. 2.3.12. Hürmetsizlik, Riayetsizlik Kötü huylu birisi kötülüklerini çekinmeden yapar ve yaptıklarını özgürlük olarak söylerse bu kişilerden uzak durulmalıdır. Aynı şekilde izinsiz olarak toplantıdan ayrılmak, birisinin bahçesinden izinsiz çiçek ya da meyve koparmak da çok kötü davranışlardır. Bu gibi hâllerden uzak durulmalıdır. 2.3.13. Vatan Vatanın adı Osmanlı, bu devlet Sultan Osman’ın yadigârıdır. Bu devlette yaşayanlara Osmanlı denir. Başkenti İstanbul’dur. Çocukların padişahını sevmeli, sevmeyen nankördür. 2.3.14. Bazı Terbiyesizce Şakalar ve Uygunsuz Hâller Çocukların keyiflerine göre uygunsuz şakalar ve davranışlarda bulunmaması gerektiği anlatılır. Aksi hâlde ise dünyada ve ahrette cezası çekileceği belirtilmiştir. 2.3.15. Hoş Geçiniş “İnsanlar arasında aziz olmak ve herkese kendini sevdirmek için ne yapmalı?” sorusuna bazı cevaplar verilmiştir. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O497 O K 513 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM 2.3.16. Terbiyeli İnsan Terbiyeli insanın büyük, küçük demeden herkese saygılı olması; din, mezhep, millet ayrımı yapmaması; yalan, hırsızlık vb. kötü davranışlarda bulunmaması gerektiği anlatılmıştır. 2.3.17. Cemil-i Hikemiye 49 adet güzel söz verilmiştir. Bu güzel sözlerden bazıları şunlardır:  Düşünmeden işlemek, hazırlanmadan seyahate çıkmak gibidir.  İyilik etmek, iyilik görmekten daha tatlıdır.  Ölüm, yalnız faziletten mahrum olanlar için müthiştir.  Nankör yürek, yağmur içip de mahsul vermeyen çöle benzer. Sonuç ve Değerlendirme Ahlâk Risalesi, içerik bakımından İslam temelli olan ve özellikle çocukların kolayca anlayabileceği dille yazılmış kısa bir eserdir. Eserde dikkati çeken şey, eserin telif mi yoksa tercüme mi olduğudur. Esere ilk bakıldığında başka bir kitaptan tercüme edilmiş gibi görünmekte; fakat başka bir kitaptan tercüme edilseydi, o zaman kimin hangi eserinden olduğunun da bilgisi bulunmalıydı. Bu tercüme meselesi ile ilgili Ali Erdoğdu tarafından hazırlanan çalışmada Ahlâk Risalesi tercüme eserler bölümünde gösterilmiş ve The Book on Morals’dan tercüme olduğunu belirtilmiştir (Erdoğdu, 2009, s. 26). Aynı yazar yüksek lisans tezinde de eserin tercüme olduğunu hatta Mahmud Esad’ın İngilizcesini ilerletmek amacıyla tercüme ettiğini ifade etmiştir (Erdoğdu, 2002, s. 62). Burada dikkati çeken bir husus bulunmaktadır. The Book on Morals adlı eser acaba kime aittir? Başka bir yazara ait olsaydı Ahlâk Risalesi adıyla tercüme edilen eserin kapağında ya da başka bir yerinde belirtilmez miydi? Eserin kapak kısmına bakıldığında Türkçe ve İngilizce olarak kitabın adı, yazarı, basım yılı ve yeri gösterilmiştir. Eserin iç yapısı da kapaktaki gibi hem İngilizce hem Türkçe olmak üzere iki dillidir. Yani eserin bir sayfası Türkçe iken sonraki sayfası İngilizce olacak şekilde okuyucuya sunulmuştur (Dinç, 2016, s. 55). Ali Erdoğdu’nun (2009) aksine Uğur Dinç eserin başka bir eserden tercüme olmadığını, eseri Mahmud Esad’ın bizzat kendisinin yazdığını ve İngilizceyi de iyi kullanabildiğini söylemektedir (Dinç, 2006, s. 55). Yavuz Selim Dokumacı tarafından hazırlanan Ahlâk Risalesi’nin Latin harfli çevirisinde ise eserin tercüme olup olmadığı hakkında herhangi bir bilgi bulunmamaktadır (Dokumacı, 2017). Ali Erdoğdu ile Uğur Dinç’in farklı görüşleri ortaya çıktıktan sonra hangi araştırmacının görüşü kabul edilebilir? Aslında eser dikkatle incelenirse bunun cevabı rahatlıkla bulunabilir. Eserin “Mektebe Devam” bölümünde eserle ilgili şu bilgiler verilmektedir: “Bu okuduğum kitabı tanırım. İsmini de bilirim. İlk sahifesinde yazılıdır. Orada tab olunduğu tarihi de göstermişler. İşte şudur 1312. Kitapların basıldığı yere matbaa derler. Bir risale yahut kitap telif eden zata müellif denir. Ekseriya kitabın isminden sonra müellifin ve tabının ismi yazılır.” (Mahmud Esad, 1312, s. 6). Bu kısa bilgiden sonra Ahlâk Risale’sinin telif eser olduğu anlaşılmaktadır. Eğer tercüme eser olsaydı yukarıdaki alıntıda büyük ihtimalle 514 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 498 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU tercüme edilen eserin sahibinin adı ve daha önce nerede basılmış olduğuyla ilgili bilgilerin verilmesi kaçınılmaz olacaktı. Peki bu eseri, tercüme eser olarak nasıl değerlendirmek gerekir? Ahlâk Risalesi’ni farklı bir yazardan alınarak tercüme edilmiş eser olarak kabul etmemek gerekir. Çünkü eserin “Mektebe Devam” bölümü (Mahmud Esad, 1312, s. 6) bize eserin telif eser olduğunu göstermektedir. Eserin tek yazarlı olup iki dilli olarak çıkmış olması özellikle kültürel olarak önemli bir yerde durduğunu düşündürebilir. Çünkü Türk-İslam kültürünün İngilizce aracılığıyla başka memleketlerde tanınmasına imkan verecektir. Eser her ne kadar küçük hacimli olsa da özellikle çocukların ilgisini çekebilecek niteliktedir. Ahlâk Risalesi’nin tercüme faaliyetlerinin gelişmesinde ve tercümeye olan ilginin artırılmasında faydalı bir eser olabileceği düşünülmelidir. Dili açık ve sade olduğu için kolay anlaşılabilmekte ve sayfaların karşılıklı olarak birbirinin tercümesi olduğu için anında tercümesine bakabilme kolaylığı sağlamaktadır. Yukarıda belirtilenlerden başka Türk dilinin söz varlığının tespiti açısından eldeki imkânlar dâhilinde Arap harfli metinlerin mutlaka incelenmesi ve sözlüklerinin oluşturulması gerekir. Bu da Türkçenin söz varlığını zenginleştirmede fayda sağlayacaktır. Buna ek olarak tanınan ya da tanınmayan şahsiyetlerin eserlerini gün yüzüne çıkarmak, dil tarihi ve Türk kültürü açısından büyük önem taşımaktadır. Kaynaklar Dinç, U. (2016). Thomas Carlyle’in Türk düşünce hayatına etkisi ve Mahmud Esad Seydişehrî. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara: Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Dokumacı, Y. S. (2019). Mahmud Esat ve Tarih-i sanayi. Dört Öge, 8(16), 137-151. Erdoğdu, A. (2002). Mahmûd Es’ad Seydişehrî: hayatı, eserleri ve İslâm târîhçiliği’ndeki yeri. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Erdoğdu, A. (2009). Seydişehrî. Diyanet İslam Ansiklopedisi, 37. Cilt, Türkiye Diyanet Vakfı, İstanbul, 25-27. Mahmud Esad (2017). Ahlâk. (haz. Dokumacı, Y. S.) Ankara: Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü. Mahmud Esad 1312. Ahlak Risalesi. İzmir: M. Nikolayadi. Yörük, A .(2012). Hukuk tarihi dersinin ihdası ve Mahmud Esad Seydişehrî. Journal of İstanbul University Law Faculty, 70(1), 479-493. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O499 O K 515 YENİ DÖVR ƏDƏBİYYATINDA İCTİMAİ İDEAL Günel AHMEDOVA Öz Yeni dövr öz yeni insan tipini yaratmışdır. Yeni dövr insanı sosial vəzifələri ilə seçilən, bu vəzifələrini dərindən dərk etməyə qadir olan, sosialictimai məsələləri anlayan, ədalət, bərabərlik ideyaları aşılayan insandır. Onun üçün Vətən, millət eşqi ən vacib məsələlərdəndir. Yeni dövrdə insanın əsas məqsədi maarifə, elmə, inkişafa, tərəqqiyə yönəlməkdir. O, bütün varlığı ilə Vətənə, doğma yurduna bağlı olan, mübarizliyi və cəsarəti ilə seçilən obrazdır. Yeni dövr ədəbiyyatında insanın bir vətəndaş kimi vəzifələrini, vətəndaşlıq məsuliyyətini dərk etməsi, Vətən naminə çalışıb-vuruşması, milli şüurun inkişafı məsələləri ön planda olmuşdur. Zülmə, ədalətsizliyə qarşı kəskin mübarizə aparılmasının vacibliyi nəzərə çatdırılmış, bunun üçün fəal surətdə hər bir vətəndaşın öz üzərinə düşən vəzifəni yerinə yetirməsinin əhəmiyyətindən bəhs olunmuşdur. Yeni dövr ədəbiyyatı Vətən, millət məsələsinə diqqət çəkir. Bunu həm Şimali, həm də Cənubi Azərbaycan ədəbiyyatında görürük. Bu dövrün ədəbi qəhrəmanları (Şeyda bəy, Əhməd bəy, İbrahim bəy və b.) ictimai idealı ilə seçilən obrazlardır. Peyami Safa “Millət və insan” kitabında ictimai və milli mənası ilə idealın cəmiyyətə zərərli, hətta faydasız, nafilə fərdi istəklərimiz yerinə ictimai istəklərimizi qoyan milli şüur zənginliyi olduğunu qeyd edir. Bütün bunlar yeni dövr ədəbiyyatının əsasında duran fikirləri ifadə edir. Bu dövrdə ənənəvi aşiq-məşuq modeli transformasiya olunaraq yeni məna kəsb etmişdir. Divan ədəbiyyatında aşiq Haqqa qovuşmaq üçün çalışırdı. Yeni dövr ədəbiyyatında aşiq üçün Vətən millət diqqət mərkəzindədir. İctimai idealın ön plana çəkilməsi Azərbaycan ədəbiyyatında A.Bakıxanov, M.F.Axundzadə, N.Nərimanov, Ə.Talıbov, Z.Marağayi, Ə.Hüseynzadə, Ə.Ağaoğlu, M.Rəsulzadə, C.Məmmədquluzadə, Ə.Haqverdiyev, A.Səhhət, A.Şaiq, H.Cavid, C.Cabbarlı, Ə.Cavad, B.Vahabzadə, M.Araz və b., Türkiyə ədəbiyyatında isə N.Kamal, Z.Gökalp, O.Ş.Gökyay, M.A.Ersoy, H.N.Atsız və b. yaradıcılığında öz əksini tapmışdır. Açar sözlər: Vətən, millət, vətən eşqi, ictimai ideal, milli şüur, yeni dövr ədəbiyyatı. SOCIAL IDEAL IN THE LITERATURE OF THE NEW PERIOD Abstract The new period created its own new human type. The human of the new period is a person who is distinguished for his social duties, who is able to comprehend his duties thoroughly, understands social matters, and inoculates the ideas of equality. The love for motherland and nation is one of the most important matters for him. The main purpose of the human being in the new period is to aim towards education, science, development, and evolution. He is a character who is committed to his motherland, native land with all his existence, and who distinguished for his bravery and courage.  Yüksek Lisans Öğrencisi; Bakü Slavyan Üniversitesi, [email protected]. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 517 500 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM In the literature of the new period, human being’s perception his duties and responsibilities as a citizen, his struggle for the sake of his motherland, development of the national conscious are focused. The importance to fight against the violence and injustice was pointed out, and the significance of each citizen to fulfill his duties actively is shown. The literature of the new period focuses on the matter of the motherland and the nation. It can be seen in the literature of both North and South Azerbaijan. The characters of this period (Sheyda beg, Ahmad beg, Ibrahim beg and so on) are the characters distinguished for their social ideal. Peyami Safa points out in his book Nation and Human that the ideal with its social and national meaning is a wealth of national conscious that puts our social desires ahead of our personal desires which are harmful for the society, and even useless and superfluous. All of these express the ideas that the literature of the new period is based. In this period the traditional model of loverbeloved has been transformed and has gained a new meaning. In the Divan literature, the lover tried to rich the God. For the lover in the literature of the new period the motherland and the nation are important. The focus on the social ideal is reflected in the works of A.Bakıkhanov, M.F.Akhundzadeh, N.Narimanov, A.Talibov, Z.Maraghai, A.Huseynzadeh, A.Aghaoghlu, M.Rasulzadeh, J.Mammadguluzadeh, A.Hagverdiyev, A.Sehhet, A.Shaig, H.Javid, J.Jabbarli, A.Javad, B.Vahabzadeh, M.Araz, etc. in the Azerbaijani literature and in the works of N.Kamal, Z.Gokalp, O.Sh.Gokyay, M.A.Ersoy, H.N.Atsiz, etc. in the Turkish literature. Keywords: Motherland, love for motherland, social ideal, the literature of the new period. Yeni dövrdə, xüsusilə də XIX əsrin sonu – XX əsrin əvvəllərində ictimai-siyasi hadisələrin gərginliyi fonunda Azərbaycan ədəbiyyatında Vətən, millət məsələləri ön plana keçmişdir. Belə ki, bu dövrün qəhrəmanı Vətən sevgisi ilə yaşayan, Vətən uğrunda özünü fəda etməyə hazır olan aşiqdir. Milli təəssübkeşlik, Vətən eşqi, Vətənin xoş günlər görməsi arzuları bu dövr ədəbiyyatının əsas mövzularıdır. Beləliklə, yeni dövr ədəbiyyatında sosial, ictimai hadisələrin gərgin vəziyyəti nəticəsində ədəbiyyatda da ideal dəyişdi. Yeni dövrün əsas idealı Vətən, millət, sosial vəzifələr kimi səciyyələndi və yazarlar da bu istiqamətdə əsərlər yazaraq xalqı mübarizliyə, Vətəni sevməyə, onu hər şeydən əziz tutub qorumağa, onun inkişafı üçün çalışmağa səslədi. Yeni dövrdə idealın dəyişməsi ilə bağlı Tahirə Məmməd yazır: “Divan ədəbiyyatının müsbət qəhrəmanı ümumbəşəri ideallarla Tanrı yolunu tutmuş kamil insan idisə, yeni ədəbiyyatın ilkin mərhələsində dünyəvi hüquqları uğrunda gah düşüncəli, gah da primitiv üsullarla mübarizə aparan qadın, gənc, bir qədər sonra isə öz hüquqlarından qabağa xalqın hüquqlarının müdafiəsini qoyan, keçmiş həyat tərzinə qarşı cəbhə açan və bu yolda qurban gedən ziyalıdır” (Məmməd, 2016, s. 131-132). Yeni dövr ədəbiyyatı Vətən, millət məsələsinə diqqət çəkir. Bunu həm Şimali, həm də Cənubi Azərbaycan ədəbiyyatında görürük. Bu dövrün ədəbi qəhrəmanları (Rəşid bəy, Şeyda bəy, Əhməd bəy, İbrahim bəy və b.) ictimai idealı ilə seçilən obrazlardır. “İctimai və milli mənası ilə ideal cəmiyyətə zərərli, hətta faydasız, nafilə fərdi istəklərimiz yerinə ictimai istəklərimizi qoyan milli şüur zənginliyidir” (Safa, 1943, s. 58). Peyami Safa “Millət və insan” adlı kitabında milli təəssübün əhəmiyyətindən və hər kəsin Vətən, millət üçün çalışmalı, faydalı işlər görməli olduğundan bəhs edir: “Bir millətin üzvü olmasaq, hayvanlaşacağımızı bilirik; bir millətin üzvü olmamağın mümkün olmadığını bilirik; fərdi həyatımızın milli həyatımızla bağlı olduğunu bilirik; fərdi həyatımızın fani, milli həyatımızın əbədi olduğunu bilirik; milli 518 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 501 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU həyatımızın davam etməsi üçün fərdi həyatımızı onun əmrinə verməyin vacibliyini bilirik” (Safa, 1943, s. 59). Bütün bunlar yeni dövr ədəbiyyatının əsasında duran fikirləri ifadə edir. İctimai idealın ön plana çəkilməsi yeni dövr ədəbiyyatında geniş əksini tapmışdır. A.Bakıxanov, M.F.Axundzadə, N.Nərimanov, Ə.Talıbov, Z.Marağayi, Ə.Hüseynzadə, Ə.Ağaoğlu, M.Rəsulzadə, C.Məmmədquluzadə, Ə.Haqverdiyev, A.Səhhət, A.Şaiq, H.Cavid, C.Cabbarlı, Ə.Cavad, B.Vahabzadə, M.Araz və bir çox başqa ədiblərimizin yaradıcılığında biz bunun şahidi oluruq. Milli ideala, sosial vəzifələri ön plana çəkməsinə görə burada Hüseyn Caviddən bəhs etmək məqsədəuyğundur. Hüseyn Cavid yaradıcılığında da ictimai ideal, Vətən, millət diqqət mərkəzindədir. Hüseyn Cavid əsərlərində diqqəti sosial vəzifələrə yönəldir. Onun ədəbi qəhrəmanları üçün sosial vəzifə fərdi istəklərdən öndədir. Bu barədə Tahirə Məmməd yazır: “Ə.Hüseynzadə, A.Səhhət kimi, Hüseyn Cavid də aşiqi daha çox sosial vəzifələrə meyilləndirir. Onun idealına yaxın mövqedən çıxış edən qəhrəmanları – Peyğəmbər, Topal Teymur, Azər üçün sosial borc şəxsi istəklərdən daha üstündür” (Məmməd, 2017, s. 259). Buradan da aydın olur ki, bu dövr sosial, ictimai vəzifələrin ədəbiyyatda öz əksini tapması ilə seçilir. Bu ədəbi nümunələrdə sosial-ictimai məsələlər, Vətən, millət təəssübkeşliyi, maarifçi ideyalar öz əksini tapır. Burada ədəbiyyatda milli əxlaq məsələsindən də bəhs etmək lazımdır. Yeni dövr ədəbiyyatında milli şüur və milli əxlaq xüsusi əhəmiyyət kəsb edən dəyərlərdəndir. İstər ilahi, istər ictimai mənada əbədi olmanın ilk şərti milli olmaqdır. Bu ideal fərdin milli müdafiə üçün lazım olarsa, canını sevə-sevə verə bilməsi möcüzəsini doğuran qəhrəmanlıq əxlaqının cazibə mərkəzidir. Buna görə də milli əxlaq olmayan yerdə əxlaq yoxdur (Safa, 1943, s. 48). Yeni dövrdə ədəbi nümunələr ictimai-siyasi məsələlərin əksini tapması ilə seçilir. Ədəbiyyatda Vətən eşqinə diqqət yönəldilir və əsərlərdə də bunun əks olunması vacib hesab olunur. Canından çox sevdiyi Vətəni üçün insan bir dəqiqə belə düşünmədən özünü fəda etməyə hazır olmalıdır. Doğma yurdu qorumaq ən vacib məsələlərdəndir. Ədəbiyyat da bu ideyaları əks etdirməlidir. Dövrün əsas məsələlərindən olan Vətən sevgisi, vətəndaşlıq borcu ədəbiyyatda geniş ifadə olunmuşdur. Vətənpərvər şair Bəxtiyar Vahabzadənin lirik qəhrəmanının dilindən ifadə olunan aşağıdakı şeir parçasında biz “Vətən məcnunu” ifadəsinə rast gəlirik. Bu şeirdə Vətən aşiqlərinə Vətən məcnunu deyilməsinin şahidi oluruq: Biz Vətən məcnunu, el aşiqi, sülh əsgəriyik. Biz Vətən naminə ölsək, dirilərdən diriyik. (Vahabzadə, 2004, s. 132) Yeni dövr ədəbiyyatında sosial-ictimai vəzifələrdən vacibliyinin vurğulanması ilə seçilən Zeynalabdin Marağayinin “İbrahim bəyin səyahətnaməsi” romanında da Vətəni düşünməyənlər “diri ikən ölü” hesab edilir. Bu şeirdə də Vətən naminə ölənlərin dirilərdən daha diri olduğu söylənilir. Yəni Vətən eşqi ilə yaşayanlar Vətən uğrunda canından keçsə belə, yaşayırlar. Onlar heç zaman ölmürlər. Daim qəlbimizdə yaşayırlar. Vətəni üçün çalışmayan, onu düşünməyənlər isə cismən yaşasalar da, ruhən ölüdürlər. Əgər insanın qəlbində Vətən eşqi yoxdursa, onun yaşadığını söyləmək çətindir. Çünki insan yaşadığı müddətdə hər zaman Vətən naminə çalışıb-vuruşmalı, onun inkişafı üçün səy göstərməlidir. B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O502 O K 519 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM Romanın baş qəhrəmanı İbrahim bəy Vətənini sevməkdən bir an belə əl çəkmir, çünki o, Vətəni ilə yaşayır. Əgər Vətəni pərişandırsa, İbrahim bəy də pərişandır. Əgər Vətən məhvə doğru gedirsə, bu İbrahim bəyin də məhv olacağını göstərir. Çünki insan doğma yurdunun, Vətənin əldən getdiyini görsə, yaşamaz. Buna insan necə dözə bilər? Vətən aşiqlərinin bu vəziyyətdə yaşaması mümkün deyil. İnsan Vətənini sevər, çünki göz açıb gördüyü ilk gözəldir Vətən. Onun varlığı ilə nəfəs alan Vətən övladları kökləri ilə bağlı olduğu torpağa vətəndaşlıq borcunu ödəmək üçün lazım gələrsə, canından keçməyə hazırdır. Qəlbi Vətən eşqi ilə coşub daşan Azərbaycan yazıçısı Zeynalabdin Marağayi hər kəsin dövlətə, Vətənə, millətə sədaqət və pak niyyətlə xidmət etməsinin zəruriliyini vurğulayaraq bununla dünya və axirət səadətinə nail olunacağını oxuculara çatdırmaq istədiyini söyləmiş və bunun “İbrahim bəyin səyahətnaməsi” romanında nəzərə alınan faydalı cəhətlərdən olduğunu bildirmişdir (Marağayi, 2006, s. 407). Zeynalabdin Marağayinin romanında vətənpərvərlik ideyaları və sosial-ictimai vəzifələrin əhəmiyyəti oxuculara çatdırılmışdır. Hər bir vətəndaşın Vətəni qarşısında vəzifələrinin olduğu qeyd olunmuşdur. Zeynalabdin Marağayi həmin dövrdə İranda insanların Vətən eşqindən xəbərsiz olduğunu qeyd etmişdir. Artıq keçmiş dövrün eşqinin bu dövrdə yeni məna kəsb edib dəyişməsindən danışaraq qeyd edir: “Doğrudur, əziz vətənimizdə bu vaxtadək bu kimi məsələlər yazılmamış, heç kəs vətən sevgisindən danışmamış və faydalı mövzuları hamının başa düşəcəyi bir tərzdə dövrün tələbləri səviyyəsində qələmə almamışdır. Yazdıqları əsərlər gül və bülbüldən və məhəbbət sevdası, pərvanə və şəm məhəbbəti, yaxud müəllif və yazıçının izhari-fəziləti, ya da təriflənməyə heç bir hüququ olmayan adamların mədhi olmuşdur” (Marağayi, 2006, s. 406). Yazıçı bununla yeni dövrdə eşq modelində dəyişmələrin labüdlüyünü göstərir və Vətən, millət idealını ön plana çəkir. Z.Marağayi sözlərini bu fikirlərlə bitirir: “İndi ey qələm sahibləri və mərifət əhli, siz bu paltarsız cansız heykəldən ibarət olan yazıya paltar tikməli və ruh verməlisiniz ki, cana gəlsin. Heykəli mən yoxsul və müqəssir bəndə yonub düzəltdiyimə görə ümid edirəm ki, vətənpərvərlikdən dəm vurmaq feyzindən binəsib olmayam. İndiki dövr keçmiş zaman deyil ki, qələm və fikir sahibləri öz vaxtlarını qədimdəkilər kimi xülyalar toxumağa, boş əfsanələr uydurmağa və mənasız mətləblər yazmağa sərf etsinlər. Bu kimi faydasız işlərin heç bir səmərəsi yoxdur. əksinə, onlar gərək Avropa və Yaponiya ədibləri kimi insanlıq və insanpərvərlik vəzifələrini xalqa başa salsınlar, onlara dərk etdirsinlər ki, bütün xoşbəxtliklərin mənşəyi müqəddəs vətənin varlığı ilə bağlıdır, onu qorumaq bütün vətəndaşların borcudur...” (Marağayi, 2006, s. 409). Səyahəti boyunca İbrahim bəy bir çox məqamda sevgili Vətəninin bu acı halının onun pərişanlığının səbəbi olduğunu söyləyir. Məsələn şəmsüşşüəra ilə söhbətində o deyir: “Beş aydır ki, vətənimi görmək, onu ziyarət etmək əzmilə bu bədbəxt ölkəyə gəlmişəm. Hər gün hər tərəfdə, hər bir idarədə, onun hər bir şöbəsində o qədər haqsızlığa rast gəlmişəm ki, ürəyim bir tikə qan olub, yeməkdən, yatmaqdan, istirahətdən, əylənməkdən qalmışam. Ancaq sizin bütün bunlardan xəbəriniz yoxdur. Təəssüflər olsun ki, sizin damarlarınızdakı qan soyuyub donmuş, insan heysiyyatından məhrumsunuz” (Marağayi, 2006, s. 143). 520 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 503 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU Romanda dəfələrlə təkrarlanan “ölü ikən diri, diri ikən ölüdürlər” ifadəsi də bunu ifadə edir: Vətəni düşünməyənlər diri ikən ölüdürlər, onların damarlarındakı qan Vətən eşqi ilə axmırsa, deməli, onlar yaşasalar da, ölüdən fərqləri yoxdur. Çünki insan vətəninə xidmət etməli, onun üçün çalışmalıdır. Əsərdə biz bu fikrin tez-tez vurğulandığını görürük. Bu fikir Bəxtiyar Vahabzadənin yaradıcılığında da öz əksini tapmışdır: Gecələr yatmadan əvvəl sor özündən ki: Bu gün Mən nə etdim məni yurddaş edən öz yurdum üçün? (Vahabzadə, 2004, s. 132). Türkiyə ədəbiyyatında Tənzimat dövründə Vətən, millət məsələlərinə yer verilir. Ədəbiyyatın sosial-ictimai məsələlərə xidmət etməsi də bu dövrdə diqqət çəkən məqamlardandır. Əhməd Midhət, Rəcaizadə Əkrəm, Əbdülhəq Hamid, İbrahim Şinasi, Ziya Paşa və b. ədiblərin yaradıcılığında biz bu ideyaların əks olunmasına rast gəlirik. Yeni dövr Türkiyə ədəbiyyatında xüsusilə Namiq Kamalın əsərləri vətən aşiqi obrazları ilə seçilir. Məsələn “Vətən yaxud Silistrə” pyesində İslam bəy Vətənini canından çox sevən aşiq obrazıdır. Burada onun üçün hər şeydən dəyərli olan sevgili Vətəndir. Eynilə Z.Marağayinin İbrahim bəyi kimi, bu obraz da bütün varlığı ilə Vətənə bağlıdır. “İnsan Vətənin ayaqlar altında tapdandığını görsə, yaşamaz” deyən İslam bəy Vətənini qorumaq üçün canından keçməyə razı olan yeni dövr aşiq obrazlarındandır. “Vətən də Allahın bir dərgahı kimidir” (Kemal, 2017, s. 33). İslam bəyi dərin məhəbbətlə sevən Zəkiyyənin dilindən deyilən bu sözlər də Vətənin müqəddəsliyini və bu qəhrəmanların Vətənə olan sevgisini ifadə edir. Namiq Kamalın yaradıcılığında Vətən, millət uğrunda canından keçiləcək əsas dəyərdir. Bunu biz onun şeirlərindən, məqalələrindən, “Vətən, yaxud Silistrə” əsərindən də görürük. Əsərin baş qəhrəmanı İslam bəy Vətəni üçün bir an belə düşünmədən canını verməyə hazır igid oğullardandır, o, Vətəni üçün döyüşə gedərkən sevdiyi qıza bu sözləri deyir: “Düşmən silahını vətənimə çevirsin və qarşısında məni görməsin? Nə mümkün? Nə mümkün, vətən təhlükədə olsun, amma mən evimdə rahat oturum? ...Necə ola bilər ki, vətən sevgisi hər şeydən müqəddəs olduğu halda mən yalnız sənin sevginlə məşğul olum?” (Kemal, 2017, s. 16). Daha sonra “Vətən uğrunda ölməyəcəyəmsə, mən niyə doğuldum?” deyərək əsas idealını ifadə edir. İslam bəy Vətəni üçün şəhid olma şansının olmasını istəyir. Vətənin müdafiəsinə gözünü qırpmadan gedən bütün bu qəhrəmanlar əsərə sosial səadət olmadan fərdi səadətin mümkün olmayacağını ifadə etmək üçün yerləşdirilmişdir (Çılgın, 2005, s. 142). İslam bəyin Vətən eşqi onun hər cümləsində nəzər çarpır: “Vətən ki hər qarış torpağı atalarımızdan birinin qanı ilə yoğrulmuş ikən kimsə üstünə iki damla gözyaşı tökmək istəmir! Vətən ki qırx milyon can bəsləyir, hələ də uğrunda istəyərək can verəcək qırx nəfərə sahib deyil!” (Kemal, 2017, s. 19). Namiq Kamalın bütün əsərlərində vətənpərvərlik ruhu duyulur. İnsanın bir vətəndaş kimi üzərinə düşən sosial-ictimai vəzifələri yerinə yetirməsinin vacibliyi onun yaradıcılığında xüsusi qeyd olunur. “Cəlaləddin Xarəzmşah” adlı əsərinin baş qəhrəmanı olan Cəlaləddinin dövlət məfhumu, mübariz kimliyi Namiq Kamalın şeir və nəsr əsərlərində təqdim etmək istədiyi “Yeni insan” tipinin ən bariz nümunəsidir. Namiq Kamalın əsərlərinin əksəriyyətində ideallaşdırdığı bu insan tipi eyni zamanda ictimai və sosial haqlarını dərk edən bir insan olmalıdır (Ulutaş, 2012, s. 888). B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O504 O K 521 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM Nurullah Ulutaş “Vətən yaxud Silistrə” əsəri ilə bağlı İbrahim Şirinə istinad edərək yazır: “Namiq Kamalın bu əsərdə ideallaşdırdığı tiplərdən çıxış edərək vətənin təhlükədə olduğu bir dövrdə iradə sahibi obrazlar yaradaraq yeni insan tipinə yönəldiyi qeyd edilə bilər” (Ulutaş., 2012, s. 883). Abdullah Şengül Namiq Kamalın “Vətən” məqaləsində insanın Vətəninə olan sevgisinin səbəbsiz bir duyğu olmadığını qeyd edir. O, Namiq Kamalın “Vətən nədir?” sualına verdiyi cavabları gözdən keçirir: Namiq Kamal Vətən havasını tənəffüslə başlayan həyatın və baxışların Vətən gözəlliyinə çevrilməsi ilə meydana gələn görmə səadətinin Vətəndə başladığını söyləyir. “Vətən övladlarının başqalarına boyun əymədən yaşaya biləcəyi yeganə yerdir” fikri məqalədə Namiq Kamalın ifadə etmək istədiyi əsas fikirlərdən biri kimi dəyərləndirir. Vətəndə yaşamaq o qədər gözəl bir səadətdir ki, bunu dadmayanlar belə eyni uğurda can verirlər (Şengül, 1999, s. 205). Vətən eşqindən və vətəndaşın sosial-ictimai vəzifələrindən bəhs edərkən Nazim Hikmət poeziyasından yan keçmək olmaz. Belə ki, bu sənətkarın qəlbi daim Vətən eşqi ilə yanmış, o, qürbətdə olarkən hər zaman doğma Vətəninin həsrətini çəkmiş, onu düşünmüşdür. Vətən həsrətli şair Nazim Hikmətin yaradıcılığında onun Vətəninə olan dərin məhəbbətinin böyük sənətkarlıqla ifadə olunduğu nəzərə çarpır. Onun “Vətən xaini”, “Bu vətənə necə qıydılar?”, “Məmləkətim” və b. şeirləri Vətən eşqinə həsr olunmuşdur. Onun 1959cu ildə yazdığı “Bu vətənə necə qıydılar?” şeirində Vətənin hər şeydən əziz olduğu və doğma yurdu qorumağın vacibliyi ön plandadır: İnsan olan vətənini satarmı? Suyun içib çörəyini yediniz. Dünyada vətəndən əziz şey varmı? Bəylər, bu vətənə necə qıydınız? Onu didik-didik didiklədilər, Saçlarından tutub sürüklədilər. Aparıb kafirə: “buyur” dedilər. Bəylər, bu vətənə necə qıydınız? (Hikmet, Bu vatana nasıl kıydılar) Burada “insan olan Vətənini satmaz, onun məhvini istəməz” fikri oxuculara çatdırılır. Doğma yurdunu ürəkdən sevən şair bu şeirində Vətənini satan, onu pərişan vəziyyətdə qoyanları tənqid edir. Vətəni sevən hər kəs onun üçün çalışmalı, faydalı olmalıdır. Nazim Hikmət də Vətəni düşünməyənləri, onu kafirə verənləri bunu necə etdikləri ilə bağlı sorğuya çəkir. Vətənin hər şeydən əziz olduğu qeyd olunan bu şeir həqiqətən Vətənini sevən insanlar üçün bu mövzuda yazılmış təsirli əsərlərdəndir. Doğma yurdu kafirlərdən qorumağın vacibliyi, Vətənin azadlığı üçün mübarizə aparmağın labüdlüyü şeirdə toxunulan əsas məsələlərdir. Beləliklə, biz yeni dövr ədəbiyyatı nümunələrinə müraciət etməklə bu əsərlərdə ictimai və sosial vəzifələrin ön plana keçməsinin, eyni zamanda bu vəzifələri dərk edən ictimai istəkləri ilə fərqlənən yeni insan tipinin yaranmasının şahidi oluruq. 522 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 505 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU Kaynaklar Çılgın, A. S. (2005). Vatan yahut Silistreʼde vatan kavramı. Uludağ Universitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, 6(9), 135-144 Kemal, N. (2017). Vatan yahut Silistre. İstanbul: Halk Kitabevi Marağayi, Z. (2006). İbrahim bəyin səyahətnaməsi və ya təəssübkeçliyin bəlası. Bakı: Avrasiyapress Məmməd T. (2017). Aşiq-məşuq modelində məşuqun simvolik şəkildə vətəni ifadə etməsi. Ey Nəsimi, cahanı tutdu sözün... konfrans materialları. Bakı: Elm, 257-260 Məmməd, T. (2016). Ədəbiyyat müasir elmi yanaşmalar kontekstində. Bakı: Xan nəşriyyatı Safa, P. (1943). Millet ve insan. İstanbul: Akbaba yayını Şengül, A. (1999). Yeni kavramlar etrafında yeni insan tipi ve Nâmık Kemâl. Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 1(2), 195-213. Ulutaş, N. (2012). İdealist karakterler kurgulayan bir yazar olarak Namık Kemâlʼin eserlerinde “Yeni insan” tipi. The Journal of Academic Social Science Studies, 5(7), 873-891. Vahabzadə, B. (2004). Seçilmiş əsərləri. 2 cilddə. I cild. Bakı: Öndər nəşriyyatı. https://www.siir.gen.tr/siir/n/nazim_hikmet/bu_vatana_nasil_kiydilar.htm B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O506 O K 523 SUMQAYITDA YAŞAYAN UZUNÖMÜRLÜLƏRDƏ ƏSAS VEGETATİV GÖSTƏRİCİLƏR VƏ AĞCİYƏRLƏRİN HAVA TUTUMUNUN XÜSUSİYYƏTLƏRİ Natəvan KƏRƏMOVA Çingiz QASIMOV Abstrakt Azərbaycanın ən böyük şəhərlərindən olan Sumqayıt öz ekoloji problemləri ilə müasir dövrümüzdə belə gündəmdədir. Sumqayıt ekoloji böhran səviyyəsinə təyin edilmiş qiymətləndirmədə ilk yerlərdən birini tutan şəhərdir. Bu şəhərdə və ətraf ərazilərində yerləşən sənaye müəssisələri, zavod və fabriklərin yaratdığı problemlər nəticəsində çoxsaylı insan sağlamlığını itirmiş, yenidoğulmuş uşaqlarda ölüm faizinin və fiziki qüsurlarla doğulanların sayının artması müşahidə olunmuşdur. Azərbaycanda yeganə Sumqayıt şəhərində uşaq qəbiristanlığı var və bu 1986 ildə salınmışdır. Burada dəfn olunan uşaqların əsasən 3-5 yaşları var və sənaye şəhərinin ekoloji problemlərinin kiçik yaşlı çoxsaylı qurbanlarıdır. Müasir dövrümüzdə sənaye şəhərinin ekoloji problemlərinin aradan qaldırılmasına dair çoxsaylı işlər görülsə də, tam ürəkaçan mənzərə yoxdur. Belə bir şəraitdə Sumqayıt şəhərində yaşayan uzunömürlülər üzərində aparılan elmi tədqiqatlar xüsusi əhəmiyyət edir. Təqdim olunan məqalədə Sumqayıtda yaşayan uzunömürlülərin iştirak etdiyi psixofizioloji tədqiqatlardan vegetativ sinir sisteminə aid olan bölməsinin nəticələri öz əksini tapmışdır. Məlum olmuşdur ki, Sumqayıtda 50 ildən çox yaşayan uzunömürlülərdə sistolik arterial təzyiq normadan yüksək olduğu halda, bütün uzunğmürlülərdə diastolik arterial təzyiq və ürək yığılmalarının tezliyi normativ hüdüdunda olmuşdur. Vegetativ Kerdo indeksinin tədqiqinin nəticələrində parasimpatik sinir sisteminin üstünlüyü qeyd olunmuşdur. Eyni zamanda, ağciyərlərin hava tutumu normadan dəfələrlə aşağı olmuşdur. Açar Sözlər: Uzunömürlülük, vegetativ sinir sistemi, arterial təzyiq, ürək yığılmalarının tezliyi, Vegetativ Kerdo İndeksi, ağciyərlərin hava tutumu, Sumqayıt. THE MAIN VEGETATIVE INDICATORS AND FEATURES OF LUNG CAPACITY IN LONG –LIVED PEOPLE IN SUMGAIT Abstract Sumgait, being one of the largest cities in Azerbaijan, is still on the agenda today with its environmental problems. Sumgait is one of the first cities in the environmental crisis level assessment. Due to the problems created by industrial enterprises, factories and plants located in this city, surrounding areas, many people lost their health, the death rate, and the number of births with physical defects in newborns increased. The only baby cemetery in Azerbaijan is in Sumgait, which was established in 1986. The infants buried here are mostly 3-5 years old and are numerous young victims of the industrial city’s environmental problems. Although much has been accomplished in modern times to address the environmental problems of the industrial city, the picture is far from being ideal. In such conditions, scientific research on long-lived people living in Sumgait is of special  Dr.; Azərbaycan Mili Elmlər Akademiyası, [email protected]. Dr.; Azərbaycan Mili Elmlər Akademiyası.  B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 525 507 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM importance. The presented article includes the results of the section on the neurovegetative system from psychophysiological studies involving longlived people in Sumgait. It was found that while systolic blood pressure is higher than normal in long-lived people of more than 50 years in Sumgait, diastolic blood pressure and cardiac rate are within the norm in all long-lived people. The results of the vegetative Kerdo index study showed the predominance of the parasympathetic nervous system. At the same time, the lung capacity is many times lower than normal. Keywords: Longevity, neurovegetative system, blood pressure, cardiac rate, Vegetative Kerdo Index, lung capacity, Sumgayit. Azərbaycanın ən böyük şəhərlərindən olan Sumqayıt yarandığı müddətdə zəngin inkişaf yolu keçərək, böyük sənaye mərkəzlərindən birinə çevrilmişdir. İri müəssisələr şəbəkəsinin və müvafiq infrastrukturun formalaşması şəhərin mədəniyyət, elm, təhsil, səhiyyə, idman və digər sahələrdə inkişafına səbəb olub. 2019-cu ilin noyabr ayında Sumqayıtın şəhər statusu almasının 70 illiyi tamam oldu və bu möhtəşəm yubiley tədbirləri ilə qeyd olundu. Sumqayıtın uğurları qədər də ekoloji problemləri var. Sənaye mərkəzlərinin təbiətə vurduğu ziyanları ölçmək mümkün deyil. Təbii ki, yaranmış vəziyyətin əksini Sumqayıt əhalisinin sağlamlıq göstəricilərinin enməsində, əhalinin uzunğmürlülük indeksinin azalmasında və xəstəliklərin cavanlaşmasında görmək olar. 2012-ci ildən etibarən Sumqayıt şəhərində yaşayan əhalinin uzunömürlülük indeksi, ahıl, qoca və uzunömürlülərin psixofizioloji vəziyyətləri tədqiq olunur və 2020-ci ildə bu tədqiqatların son mərhələsi həyata keçirilir. Məqalədə yalnız uzunömürlülərin əsas vegetativ göstəriciləri və ağciyərlərinin hava tutumunun tədqiqinin nəticələri təqdim edilib Ədəbiyyatdan məlumdur ki, vegetativ sinir sistemi (VSS) homeostazı və adaptasiya proseslərini tənzimləyir, anobalizm və katobalizm proseslərində iştirak edir, emosional vəziyyət ilə sıx əlaqəlidir (Карамова Н.Я., 2019, s. 5; Шаромина И.А. с соавт., 2001, s. 18; Dote M.K., 2000, s.482). Somatik sinir sisteminə nisbətən, VSS-nin insan həyatında, uzunömürlülükdə rolu az öyrənilmişdir. Belə ki, VSS müxtəlif patoloji proseslərin hədəfidir və əsasən arterial hipertoniya, ürək ritmlərinin pozulması, simpatalgiya və s. xəstəliklərin patogenezində mühüm əhəmiyyət daşıyır. Xüsusilə xəstəliklərin cavanlaşması səbəbindən, VSS-nin uzunömürlülərdə öyrənilməsi, onların sağlamlığında rolu və insan ömrünün uzadılmasında əhəmiyyəti kimi suallar hələ də həllini tapmamışdır. Ədəbiyyatdan məlumdur ki, VSS - qeyri-iradi avtonom sinir sisteminə aiddir və əsasən vəziləri və daxili orqanların saya əzələlərini innervasiya edir. Onun funksiyaları sinir sisteminin qıcıqlanması və emosional vəziyət ilə sıx əlaqəlidir və VSS fəaliyyəti beynin müxtəlif strukturları ilə tənzimlənir (talamus, hipotalamus, limbik sistem, retikulyar formasiya). VSS-nin somatik sistemlə qarşılıqlı əlaqələri nəticəsində ürək-damar sisteminin və bütün daxili orqanların xarici mühitin təsirlərinə, fiziki yüklənməyə, bədənin vəziyyətinə, fizioloji yaş dövrlərinə və s. qarşı adekvat cavab reaksiyası formalaşır. Bunun son nəticəsi olaraq isə, VSS bizim həyat fəaliyyətimiz üçün önəmli olan homeostazın sabitliyini təmin edir. VSS - əsasən simpatik və parasimpatik şöbələrinin hesabına daxili orqanların və vəzilərin iş fəaliyyətini tənzimləyir və bu tənzimləmə prosesinin səviyyəsində asılı olaraq sağlamlıq götəriciləri formalaşır (Карамова Н.Я., 2019, s. 4; Рибера Касада Дж. М., 2000, s. 28). VSS qocalıq dövrünə qədər olan insanlarda daha çox tədqiq olunub. Uzunömürlülərdə VSS-nin özünəməxsus xarakterik xüsusiyyətləri var. Qarşıya qoyulan tədqiqat məqsədi uzunömürlülərdə əsas VSS gstəricilərinin öyrənilməsi və xarakterik xüsusiyyətlərinin araşdırılması olmuşdur. Əsas VSS- 526 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 508 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU dən sistolik və diastolik arterial təzyiq, 1 dəqiqədə ürək yığılmalarının tezliyinin ölçülməsi, onlara əsasən vegetativ Kerdo indeksi təyin edilmişdir. Tədqiqatlarda ilk növbədə uzunömürlülər verifikasiya edilərək, əsl fizioloji yaş təyin olunmuş, həyat və əmək şəraiti, miqrasiya faktoru, sağlamlıq göstəriciləri (görmə, eşitmə, hərəki fəallığı, diabet və s.) tədqiq edilib. Verifikasiyadan sonra həqiqi uzunömürlülərin 72 nəfər olduğu dəqiqləşdirilmişdir. Tədqiqatlar zamanı uzunömürlüləri alınan nəticələr arasındakı fərqə görə, onları şərti olaraq iki qrupa ayırmalı oldum: Birinci qrupa Sumqayit şəhərində ən azı 50-55 il yaşayan uzunömürlülər, ikinci qrupa isə 1988 və 1993-cü illərdə Sumqayıta köçmüş məcburi qaçqın və köçkünlər daxildir. Belə ki, birinci qrupda 46 nəfər, ikinci qrupda isə 26 nəfər uzunömürlü var. Psixofizioloji testləşdirmədən fərqli olaraq, bütün uzunömürlülərin əsas vegetativ göstəriciləri (sistolik və diastolik arterial təzyiq, ürək yığılmalarının tezliyi, vegetativ Kerdo indeksi) tədqiq olunmuşdur (72 nəfər). Metodika 1. Korotkov üsulu ilə sistolik və diastolik arterial təzyiqin ölçülməsi; 2. Palpator üsulla 1 dəqiqədə ürək yığılmalarının tezliyinin təyini; 3. “Asta Medica” pikloumetri ilə ağciyərlərin hava tutumumun ölçülməsi; 4. Vegetativ Kerdo indeksi (VKİ) isə, bu göstəricilərə əsasən aşağıdakı düsturla hesablanmışdır: VKİ = (1-D/P)×100 D-diastolik təzyiq, P- 1 dəqiqədə ürək yığılmalarının sayıdır. Tam vegetativ tonus zamanı VKİ=0 olur. Əgər koeffisient müsbət olarsa, bu simpatik tonusun üstünlüyünü, əgər mənfi olarsa, parasimpatik tonusun üstünlüyünü göstərir. Alınmış Nəticələr və Müzakirə 72 nəfər uzunömürlünün psixofizioloji tədqiqi zamanı alınmış nəticələrdə məlum olmuşdur ki, sistolik arterial təzyiq birinci qrupda 152,06±4,67 mm.cv.süt., diastolik arterial təzyiq 88,15±5,1 mm.cv.süt., ÜYT isə 75,39±3.89 vurğudur. İkinci qrupda isə, sistolik arterial təzyiq 145,85±3,88 mm.cv.süt., diastolik arterial təzyiq 87,29±4,76 mm.cv.süt., ÜYT isə 1dəqiqədə 74±2,79 vurğu olmuşdur . Tədqiqatın nəticələrinin müqayisəli tədqiqi, Sumqayıtda 50 ildən çox yaşayan insanlarda yalnız sistolik təzyiqin yüksək olması qeyd olunmuşdur. Diastolik təztiq və ürək yığılmalarının tezliyinin nəticələri təxminən eyni səviyyədə olsa da, normativ hüdudunda sabit qalması müəyyənləşdirilmişdir. Vegetativ Kerdo indeksinin hesablanması zamanı hər iki qrup uzunömürlülərdə parasimpatik sinir sistemin üstünlüyü qeyd olunmuşdur. Alınmış nəticəni uzunömürlülərdə adaptiv proseslərin yüksək səviyyədə olması, eyni zamanda psixofizioloji vəziyyətinin sabitliyi ilə də əlaqələndirmək olar. Ədəbiyyatdan da məlumdur ki, qocalma zamanı maddələr mübadiləsinin zəifləməsi müşahidə edilir. Təbii ki, bu fon VSS-nin şöbələrinin aktivliyinə də təsir edir (Конев Ю.В., 2004, s. 8; Кисляк О., Алиева А., Касатова Т., 2002, s. 14; Karamova N.Y., Gasimov Ch.Y., Teymurova N.N., 2018, s. 36). B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O509 O K 527 ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM Ümumiyyətlə, ilk dəfə olaraq uzunömürlülərdə ağciyərlərin hava tutumu ölçülmüşdür. Məlum olmuşdur ki, normada hava tutumu 500 L/dəq olduğu halda, uzunömürlülərdə bu göstərici 390,17 L/dəq bərabərdir. Normadan kəskin fərqlənmə qeyd olunsa da, uzunömürlülərin həyat fəaliyyətində ciddi narahatlıq hiss olunmur və orqnizmin bu vəziyyətə adaptasiya olunması müşahidə edilib (təngənəfəslik, sianoz və s kimi əlamətlər qeyd olunmayıb). Onu da qeyd edim ki, uzunömürlülərin əksəriyyəti zərərli adətlərdən uzaq olub (siqaret, tütün və s.kimi vərdişlər 72 nəfərdən yalnız 6 nəfərində olmuşdur) (Коркушко О.В. и др, 2009, s. 45). Beləliklə, VSS-nin yaşa uyğun normativlər hüdudunda olması, uzunömürlünün bütün bioloji qanunauyğunluqlar daxilində gedən fizioloji proseslərə sahib olduğunu, əzələ və əqli fəaliyyətin yüksək səviyyədə olması, son nəticədə isə sağlamlıq göstəricilərinin qənaətbəxş səviyyəsi ilə səciyyələnir (Абрамович С.Г., Михалевич И.М., s. 31; Анисимов В.Н., 2003, s. 112; Гнездицкий В.В., Чацкая А.В., Корепина О.С, 2018, s. 17). Tədqiqatlarımızın nəticələri bunu bir daha sübut etmişdir. VSS göstəricilərindən olan arterial təzyiq və ÜYT normativə uyğun hüdudunda olan uzunömürlülər aktiv fəaliyyəti ilə məşğuldur, yüksək səviyyəli koqnitiv göstəricilərə, aktiv hərəki fəallığa malikdirlər və VKİ-nin də rolu görünür. Ekoloji təsirləri uzunömürlülərdə yox, sonrakı tədqiqatlar zamanı ahıl və qoca yaşlı insanlarda müşahidə etdik və sağlamlıq göstəricilərinin kəskin fərqlənməsi qeyd edildi. Ədəbiyyat Siyahisi Абрамович С.Г. (2001). Михалевич И.М. Биологический возраст человека, сердечнососудистая система и скорость ее старения // Клиническая медицина. №5.С. 30-32. Анисимов В.Н. (2003). Молекулярные и физиологические механизмы старения. СПб: Наука, 468 с. Гнездицкий В.В., Чацкая А.В. (2018). Корепина О.С. Вегетативные вызванные потенциалы мозга: основы метода и клинические применение. Москва, 110 с. Карамова Н.Я. (2019). Факторы, влияющие на долголетие и сравнительный анализ психологических показателей долгожителей, проживающих в городе Сумгаит. Евразийский Союз Ученых (ЕСУ) Ежемесячный научный журнал № 10 (67) / 2019, 2 часть,c.4-9 Кисляк О., Алиева А., Касатова Т. (2021). Фармакотерапия: изолированная систолическая артериальная гипертония у лиц пожилого возраста // Фармацев. вестн. № 8(247).С. 13-14 Конев Ю.В. (2004). Возрастные изменения сердечнососудистой системы // Мед. вести. №4 (275).С.8 Коркушко О.В. (2009). и др. Дыхательная функция крови в пожилом и старческом возрасте и факторы ее определяющие. / Физ. Чел. Т. 35, с. 40-46. Рибера Касада Дж. М. (2000).Старение и сердечнососудистая система. // Клиническая геронтология. №11-12. с. 28-36 Шаромина И.А. (2001). с соавт. Изменение основных гемодинамических параметров у лиц старческого возраста // Клиническая геронтология. №8,С. 18-19 528 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 510 ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU Dote M.K. (2000). Is there a molecular connection between hypoxia and aging //Experimental Gerontology, V. 41, N.5, p.482-490 Karamova N.Y., Gasimov Ch.Y., Teymurova N.N. (2018).Features of memory and excitement processes in long-living persons.European journal of technical and natural sciences. Vienna. № 4, p.35-37 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O511 O K 529