B İ L D İ R İ K İ TA B I
PROCEEDINGS BOOK
2020
Düzenleyen / Organizer
Uluslararası Türkçe Edebiyat Kültür Eğitim Derneği
Destekleyenler / Supporters
UNESCO Türkiye Millî Komisyonu
Türk Dil Kurumu
Bursa Uludağ Üniversitesi
Mersin Üniversitesi
Artvin Çoruh Üniversitesi
Batı Kaspi Üniversitesi
Priştine Üniversitesi
Gürcistan Teknik Üniversitesi
Valeh Hacılar Uluslararası Bilimsel ve Kültürel Araştırmalar Vakfı
Uluslararası Türkçe Edebiyat Kültür Eğitim Dergisi
BUGU Dil ve Eğitim Dergisi
ISBN: 978-625-44303-1-2
TEKE AKADEMİ: 2
Yayımlayan: TEKE AKADEMİ
Editörler: Prof. Dr. Cengiz ALYILMAZ - Prof. Dr. Osman MERT
Yayıma Hazırlayanlar: Doç. Dr. Faruk POLATCAN - Dr. İsmail ÇOBAN - Doç. Dr. Onur ER
Kapak Görseli: Görsel Sanatlar Uzmanı Levent ALYAP
Kapak Tasarımı: Öğr. Gör. Mehmet Fatih KILIÇ
Grafik Tasarımı: Öğr. Gör. Mehmet Fatih KILIÇ
I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
Onur Kurulu / Honorary Committee
Prof. Dr. Yavuz AKPINAR - Emekli Öğretim Üyesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. Ahmet ÇAMSARI - Mersin Üniversitesi Rektörü, TÜRKİYE
Prof. Dr. Marjan DEMA - Priştine Üniversitesi Rektörü, KOSOVA
Prof. Dr. Mahmut DOĞRU - Yükseköğretim Kurulu, TÜRKİYE
Prof. Dr. Ahmet Bican ERCİLASUN - Emekli Öğretim Üyesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. Efrasiyap GEMALMAZ - Emekli Öğretim Üyesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. David GURGENİDZE - Gürcistan Teknik Üniversitesi Rektörü, GÜRCİSTAN
Prof. Dr. Tuncer GÜLENSOY - Emekli Öğretim Üyesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. Gürer GÜLSEVİN - Türk Dil Kurumu Başkanı, TÜRKİYE
Prof. Dr. Leylâ KARAHAN - Türk Dil Kurumu Bilim Kurulu Üyesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. Ahmet Saim KILAVUZ - Bursa Uludağ Üniversitesi Rektörü, TÜRKİYE
Zenfira MEMMEDOVA - Western Caspian Üniversitesi Rektör Yardımcısı, AZERBAYCAN
Prof. Dr. Öcal OĞUZ - UNESCO Türkiye Millî Komisyonu Başkanı, TÜRKİYE
Prof. Dr. Saim SAKAOĞLU - Emekli Öğretim Üyesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. Mehmet ŞİŞMAN - Yükseköğretim Kurulu, TÜRKİYE
Prof. Dr. Fahrettin TİLKİ - Artvin Çoruh Üniversitesi Rektörü, TÜRKİYE
Prof. Dr. Dmitri D. VASİLYEV - RUSYA FEDERASYONU
Prof. Dr. Kemal YAVUZ - Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi, TÜRKİYE
Düzenleme Kurulu Başkanı / Chairman of Organizing Committee
Prof. Dr. Cengiz ALYILMAZ - Bursa Uludağ Üniversitesi, TÜRKİYE
Düzenleme Kurulu / Organizing Committee
Prof. Dr. Hakan AKDAĞ - Mersin Üniversitesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. Semra ALYILMAZ - Bursa Uludağ Üniversitesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. Hülya ARGUNŞAH - Erciyes Üniversitesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. Gülhan ATNUR - Atatürk Üniversitesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. Tsend BATTULGA - Moğolistan Devlet Üniversitesi, MOĞOLİSTAN
Prof. Dr. Musa ÇİFCİ - Uşak Üniversitesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. Tazegül DEMİR ATALAY - Kafkas Üniversitesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. Mihail DOBROVİTS - MACARİSTAN
Prof. Dr. Funda KARA - Atatürk Üniversitesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. Erden KAZHYBEK - KAZAKİSTAN
i
Prof. Dr. Kadıralı KONKOBAEV - KIRGIZİSTAN
Prof. Dr. Osman MERT - Atatürk Üniversitesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. İrfan MORİNA - Priştina Üniversitesi, KOSOVA
Prof. Dr. Kasımcan SADIKOV - Şarkşinaslık Enstitüsü, ÖZBEKİSTAN
Prof. Dr. Mustafa ŞAHİN - Bursa Uludağ Üniversitesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. Esma ŞİMŞEK - Fırat Üniversitesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. Hülya TAŞ - Bursa Uludağ Üniversitesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. Mehmet TEZCAN - Bursa Uludağ Üniversitesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. Murat YAKAR - Mersin Üniversitesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. Luo XIN - Pekin Üniversitesi, ÇİN HALK CUMHURİYETİ
Doç. Dr. Nurşat BİÇER - Amasya Üniversitesi, TÜRKİYE
Doç. Dr. Gülay DURMAZ - Bursa Uludağ Üniversitesi, TÜRKİYE
Doç. Dr. Onur ER - Düzce Üniversitesi, TÜRKİYE
Doç. Dr. Özlem ERCAN - Bursa Uludağ Üniversitesi, TÜRKİYE
Doç. Dr. Faruk POLATCAN - Sinop Üniversitesi, TÜRKİYE
Doç. Dr. Safiye SARICI BULUT - Gazi Üniversitesi, TÜRKİYE
Doç. Dr. Nurullah ŞAHİN - Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi, TÜRKİYE
Dr. Minara ALİYEVA ÇINAR - Bursa Uludağ Üniversitesi, TÜRKİYE
Dr. Natevan KARAMOVA - Western Caspian University, AZERBAYCAN
Dr. Negizbek ŞABDANALİYEV - Kırgızistan Türkiye Manas Üniversitesi, KIRGIZİSTAN
Ramazan AVCI – Millî Eğitim Bakanlığı, TÜRKİYE
Kadriye HOCAOĞLU ALAGÖZ - Bursa Uludağ Üniversitesi - TÜRKİYE
Burcu KAYA ÇAKI - Bursa Uludağ Üniversitesi – TÜRKİYE
Koordinatör / Coordinator
Dr. İsmail ÇOBAN
Sanat Danışmanı / Art Advisor
Görsel Sanatlar Uzmanı Levent ALYAP
Halkla İlişkiler / Public Relations
Dr. Bahattin ŞİMŞEK - Dr. Öğr. Üyesi Fatih CAN
Sekreterya / Secretariat Team
Muhammet Lütfü AKYÜZ - Mükremin DURMUŞ
Nazmi ŞEN - Dicle ÖZDEMİR - Fidan DOĞRU - İsmail EMİRŞAH
ii
Bilim Kurulu / Scientific Committee
Prof. Dr. Kemal ABDULLA - Azerbaycan Diller Üniversitesi, AZERBAYCAN
Prof. Dr. Ayşehan Deniz ABİK - Çukurova Üniversitesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. Abamüslim AKDEMİR - Bursa Uludağ Üniversitesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. Akmatali ALİMBEKOV - Kırgızistan Türkiye Manas Üniversitesi, KIRGIZİSTAN
Prof. Dr. Serhan ALKAN İSPİRLİ - Atatürk Üniversitesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. Mustafa ARGUNŞAH - Erciyes Üniversitesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. Hasan BAĞCI - Burdur Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. Hüseynqulu BAĞIROV - Western Caspian Üniversitesi, AZERBAYCAN
Prof. Dr. Napil BAZILHAN - Uluslararası Türk Akademisi, KAZAKİSTAN
Prof. Dr. A. Azmi BİLGİN - İstanbul Üniversitesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. Erdoğan BOZ - Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. Ahmet BURAN - Fırat Üniversitesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. Rıdvan CANIM - Trakya Üniversitesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. Cefer M. CEFEROV - Azerbaycan Pedagoji Üniversitesi, AZERBAYCAN
Prof. Dr. A. Mevhibe COŞAR - Karadeniz Teknik Üniversitesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. Engin ÇETİN - Çukurova Üniversitesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. İsmet ÇETİN - Gazi Üniversitesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. Cafer ÇİFTCİ - Bursa Uludağ Üniversitesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. Muharrem DAŞDEMİR - Atatürk Üniversitesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. Celal DEMİR - Afyon Kocatepe Üniversitesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. Nurettin DEMİR - Hacettepe Üniversitesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. Muammer DEMİREL - Bursa Uludağ Üniversitesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. Harun DUMAN - Marmara Üniversitesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. Metin EKİCİ - Ege Üniversitesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. Ülkü ELİUZ - Karadeniz Teknik Üniversitesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. İlhan ERDEM - İnönü Üniversitesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. Ruhi ERSOY - Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. Bilgehan Atsız GÖKDAĞ - Kırıkkale Üniversitesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. Cengiz GÖKŞEN - Osmaniye Korkut Ata Üniversitesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. Elman GULİYEV - Pedagoji Üniversitesi, AZERBAYCAN
Prof. Dr. Ersin GÜLSOY - Bursa Uludağ Üniversitesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. Ahmet GÜNŞEN - Trakya Üniversitesi, TÜRKİYE
iii
Prof. Dr. Ayşe İLKER - Manisa Celal Bayar Üniversitesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. Kâmil İŞERİ - Dokuz Eylül Üniversitesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. Nesrin KARACA - Bursa Uludağ Üniversitesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. Özay KARADAĞ - Hacettepe Üniversitesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. Fevzi KARADEMİR - Düzce Üniversitesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. Hacı Ömer KARPUZ - İstanbul Kültür Üniversitesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. Hülya KASAPOĞLU ÇENGEL - Gazi Üniversitesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. Emine KOLAÇ - Anadolu Üniversitesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. M. Fatih KÖKSAL - Kültür Üniversitesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. Alpaslan OKUR - Sakarya Üniversitesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. Mustafa ÖNER - Ege Üniversitesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. Metin ÖZARSLAN - Hacettepe Üniversitesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. Sadettin ÖZÇELİK - Dicle Üniversitesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. Nihat ÖZTOPRAK - Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. Burul SAGINBAYEVA - Kırgızistan Türkiye Manas Üniversitesi, KIRGIZİSTAN
Prof. Dr. Gülden SAĞOL YÜKSEKKAYA - Marmara Üniversitesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. Alev SINAR UĞURLU - Bursa Uludağ Üniversitesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. Cumaali ŞABANOV - ÖZBEKİSTAN
Prof. Dr. Hatice ŞAHİN - Bursa Uludağ Üniversitesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. Hatice ŞİRİN - Ege Üniversitesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. M. Mete TAŞLIOVA - Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. Enver TÖRE - Artvin Çoruh Üniversitesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. Aleksandr TSOI - Lodz Üniversitesi, POLONYA
Prof. Dr. Duygu UÇGUN - Pamukkale Üniversitesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. Mustafa UĞURLU - Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. G. Leyla UZUN - Ankara Üniversitesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. Kerime ÜSTÜNOVA - Bursa Uludağ Üniversitesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. Paşa YAVUZARSLAN - Ankara Üniversitesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. Bilal YÜCEL - Sivas Cumhuriyet Üniversitesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. Serhat ZAMAN - Bursa Uludağ Üniversitesi, TÜRKİYE
Prof. Dr. Peter ZIEME - ALMANYA
Doç. Dr. Şükrü ADA - Bursa Uludağ Üniversitesi, TÜRKİYE
Doç. Dr. Cüneyt AKIN - Afyon Kocatepe Üniversitesi, TÜRKİYE
iv
Doç. Dr. Özgür AY - Uşak Üniversitesi, TÜRKİYE
Doç. Dr. Azzaya BADAM - Moğolistan Devlet Üniversitesi, MOĞOLİSTAN
Doç. Dr. Bayram BAŞ - Yıldız Teknik Üniversitesi, TÜRKİYE
Doç. Dr. Şükrü BAŞTÜRK - Bursa Uludağ Üniversitesi - TÜRKİYE
Doç. Dr. Kürşad Çağrı BOZKIRLI - Kafkas Üniversitesi, TÜRKİYE
Doç. Dr. Kadir Kaan BÜYÜKİKİZ - Gaziantep Üniversitesi, TÜRKİYE
Doç. Dr. Bilal ÇAKICI - Ankara Üniversitesi, TÜRKİYE
Doç. Dr. Serkan ÇAKMAK - Atatürk Üniversitesi, TÜRKİYE
Doç. Dr. Kelime ERDAL - Bursa Uludağ Üniversitesi, TÜRKİYE
Doç. Dr. Vefa GULİYEVA - AZERBAYCAN
Doç. Dr. Selma GÜLSEVİN - Dokuz Eylül Üniversitesi, TÜRKİYE
Doç. Dr. Galip GÜNER - Erciyes Üniversitesi, TÜRKİYE
Doç. Dr. Bahadır GÜNEŞ - Karadeniz Teknik Üniversitesi, TÜRKİYE
Doç. Dr. Ergin JABLE - Priştine Üniversitesi, KOSOVA
Doç. Dr. Deniz MELANLIOĞLU - Kırıkkale Üniversitesi, TÜRKİYE
Doç. Dr. Murat ŞENGÜL - Hacı Bektaş Veli Üniversitesi, TÜRKİYE
Doç. Dr. Berna ÜRÜN KARAHAN - Kafkas Üniversitesi, TÜRKİYE
Dr. Elçin İBRAHİMOV - Azerbaycan Millî İlimler Akademisi, AZERBAYCAN
Dr. Öner KABASAKAL - Eski TİKA Başkanı, TÜRKİYE
Dr. Nazım MURADOV - Lefke Üniversitesi, KKTC
Dr. İsa SULÇEVSİ - Priştine Üniversitesi, KOSOVA
Dr. Harun ŞAHİN - Yükseköğretim Kurulu, TÜRKİYE
Dr. Nurdin USEEV - Kırgızistan Türkiye Manas Üniversitesi, KIRGIZİSTAN
Dr. İrfan Murat YILDIRIM - Manisa Celal Bayar Üniversitesi, TÜRKİYE
v
İÇİNDEKİLER
SUNUŞ .......................................................................................................................................... 1
Metin EKİCİ - BİLGE TONYUKUK’TAN KORKUT ATA’YA: YENİ BİLGİLER IŞIĞINDA
DEDE KORKUT KİTABIYLA İLGİLİ BAZI DEĞERLENDİRMELER ............................ 3
Mustafa ŞAHİN - YUNAN BETİM SANATINDA AMAZONOMAKHIA VE TOMRİS HAN....... 10
Nurdin USEEV - E NUMARASI VERİLMEYEN VE YENİ BULUNAN YENİSEY YAZITLARI.. 34
Fidan DOĞRU - ESKİ UYGURCA ANI TEG ORUNLARTA (ÖYLE YERLERDE) REDİFLİ ŞİİR
ÜZERİNE ....................................................................................................................... 51
Nazmi ŞEN - TÜRKISCHE TURFANTEXTE VII’DE BULUNAN ATASÖZLERİNDEKİ
DEĞERLER ÜZERİNE .................................................................................................. 61
İsmail EMİRŞAH - IRK BİTİG’DE KAVRAMLARIN İŞARETLENMESİ .................................. 73
Dicle ÖZDEMİR - ÖTÜKEN UYGUR KAĞANLIĞI DÖNEMİ YAZITLARINDAN TES, TARİAT
VE ŞİNE US YAZITLARINDA KAVRAMLARIN İŞARETLENMESİ ............................ 101
Hakan SARITİKEN - KÜS- VE KÜŞÜM SÖZCÜKLERİNİN ETİMOLOJİSİ ÜZERİNE ........ 123
Alara KUMSAR - TÜRKÇEDEKİ BİRLEŞİK CÜMLE SINIFLANDIRMALARININ
İNCELENMESİ ............................................................................................................ 127
Negizbek ŞABDANALİYEV - TARİHÎ TÜRK LEHÇELERİNDEKİ YAĠ SÖZCÜĞÜNÜN
KIRGIZCADAKİ İZLERİ .............................................................................................. 132
Osman KILIÇ - TOFA TÜRKÇESİ SÖZ VARLIĞINDA GEYİK .............................................. 137
Osman MERT - Bahattin ŞİMŞEK - TÜRKİYE’DEKİ İNŞAAT PROJELERİNE VERİLEN
ADLARIN DİL VE KÜLTÜR AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ .......................... 144
Reşat ŞAKAR - RUSÇA VE TÜRKİYE TÜRKÇESİNDE İLETİŞİM SÜRECİNDE İSİMLERE
HİTAP BİÇİMLERİNİN KARŞILAŞTIRMALI ANALİZİ .............................................. 160
Ayten MERDAN HACILAR - KARAPAPAK KADINLARININ GÜRCISTAN’IN SOSYAL
HAYATINA ENTEGRASYONU .................................................................................... 168
Fahri VALEHOĞLU - Namık VALEHOĞLU - KARABAĞLI YAZAR, DİPLOMAT, DEVLET
ADAMI ABDURRAHİM BEY HAKVERDİYEV VE TİFLİS SİYASİ-İCTİMAİ, EDEBİMEDENİ MÜHİTİ ........................................................................................................ 182
vi
Ilyas HUSEYNOV - INFLUENCE OF THE MODERN GREEK LANGUAGE AND CULTURAL
CENTER AT BAKU SLAVIC UNIVERSITY ON THE RELATIONS BETWEEN
AZERBAIJAN AND GREECE ...................................................................................... 196
Hülya TAŞ - BURSA IRGANDI ÇARŞILI KÖPRÜSÜ’NDE BİR AHŞAP OYMA USTASI BEKİR
USLU ............................................................................................................................ 200
Melek YILDIZ - KOCAELİ ETNOGRAFYA MÜZESİNDEKİ OSMANLI KUMAŞLARININ
YÜZEY TASARIMININ İNCELENMESİ ...................................................................... 216
Aziz ŞEKER - YAŞAR KEMAL’DE BİR HALK ANLATISINDAN YOLA ÇIKARAK DEĞİŞİMİN
SOSYOKÜLTÜREL BOYUTUNU DEĞERLENDİRMEK............................................ 228
Barkın Burak BİNGÖL - YUSUF ATILGAN’IN “ANAYURT OTELİ”NDE SÖYLEMİN
VAROLUŞSAL AÇIDAN BİLİNÇDIŞINA ETKİLERİ .................................................. 239
Ebubekir ERASLAN - HURUF-I MUNFASILA FİKRİNİN SAVUNUCUSU DOKTOR MİLASLI
İSMAİL HAKKI’NIN “HURÛF-I MUNFASILA NUMÛNESİ VE MENÂFİʿİ
HAKKINDA BİRKAÇ SÖZ” ADLI MAKALESİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ ............ 253
Merve MENTEŞE - KLASİK TÜRK ŞİİRİNDE KAYNAK ESERLER: NEV’Î DİVANI ÖRNEĞİ
...................................................................................................................................... 271
Orçun AYDOĞDU - HAROLD BLOOM’UN “ETKİLENME ENDİŞESİ”NDEN HAREKETLE
KİRALIK KONAK VE FATİH HARBİYE ROMANLARININ İNCELEMESİ................ 282
Gökhan ŞENYURT - DERVİŞ MUHAMMED YEMÎNÎ'NİN FAZÎLETNÂMESİ’NİN HİCRİ 992
NÜSHASI ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME ........................................................... 297
Ogün PEÇENEK - NÂBÎ’NİN ‘GÖRMÜŞÜZ’ REDİFLİ GAZELİ İLE TIRSÎ’NİN ‘AYNI’
REDİFLİ GAZELİNİN KARŞILAŞTIRMALI EDEBİYAT BİLİMİ BAĞLAMINDA
İNCELENMESİ ............................................................................................................ 306
Meltem ÇETİNKAYA - KONUŞMA YÖNTEM VE TEKNİKLERİNİN TÜRKÇE DERS
KİTAPLARINA SOMUT YANSIMALARI (ALTINCI SINIF ÖRNEKLEMİ)................. 325
Harun ŞAHİN - ULUSLARARASI ÖĞRENCİLERİN EĞİTİM SİSTEMİNE VE SOSYAL
HAYATA UYUM REHBERİ PROJESİ ......................................................................... 335
Gülnara GOCA MEMMEDLİ - GÜRCİSTAN'DA İSLAMİYE SIBYAN MEKTEPLERİ (19.
YÜZYIL İLE 20. YÜZYILIN BAŞLARI) ....................................................................... 343
Hüseyin BAYRAM - SOSYAL BİLGİLER ÖĞRETMENLERİ İÇİN HİZMET İÇİ EĞİTİM
PROGRAMI GELİŞTİRME .......................................................................................... 351
İkram ÇINAR - OKUL-ÇEVRE İLİŞKİLERİ BAĞLAMINDA ETNOPEDAGOJİNİN ROLÜ.. 359
Tural VƏLİZADƏ - 31 MART 1918-Cİ İL: AZƏRBAYCAN ALOVLAR İÇİNDƏ ................... 366
vii
Yusuf YILMAZ - TARIM SAYIMLARINA GÖRE OSMANLI DEVLETİ’NİN SON
DÖNEMİNDE ANADOLU’DA TÜTÜN TARIMI VE COĞRAFİ DAĞILIMI (1909-19131914)............................................................................................................................. 376
İzzet Gökhan ŞİMŞEK - ABD’DE ORTA-İÇ ASYA TÜRK TARİHİ ÇALIŞMALARININ
GELİŞİMİ VE BU ALANDA HİZMET VEREN BAZI KURULUŞLAR......................... 384
Dilara KESKİN - TÜRKÇE DERS KİTAPLARINDA YER ALAN YAZMA ETKİNLİKLERİNİN
YARATICI YAZMA BECERİSİNE GÖRE ANALİZİ ..................................................... 389
Erdem HAMARATLI - İsmail AYDOĞDU - GAZİ YABANCILAR İÇİN TÜRKÇE VE ALTAY
TÜRKÇE ÖĞRENİYORUM DERS KİTAPLARINDA BULUNAN TEMEL SEVİYEDEKİ
YAZMA GÖREVLERİNİN KARŞILAŞTIRILMASI ....................................................... 401
Yakup ALAN - TÜRKÇENİN YABANCI DİL OLARAK ÇEVRİMİÇİ ÖĞRETİMİNE YÖNELİK
ÖĞRETİM ELEMANI GÖRÜŞLERİ ............................................................................ 413
Meltem Merve KONU - TÜRKÇE ÖĞRETİMİNE SÖYLEM ÇÖZÜMLEMESİ AÇISINDAN BİR
BAKIŞ ........................................................................................................................... 424
Elif ÖKSÜZ GÜNEŞ - ŞİNASİ’NİN MÜNÂCÂT ŞİİRİ VE TERCÜMAN-I AHVAL
MUKADDİMESİ BAĞLAMINDA YENİ İNSAN TİPİ .................................................. 442
Mehribon YODGOROVA - SOVET DАVRIDА TUZUMGА QАRShI АSАR E’LON QILISh
(SHUHRATNING “OLTIN ZANGLAMAS” ROMANI MISOLIDA) ............................ 451
Minara ALİYEVA ÇINAR - AHISKA AĞZINDA KIPÇAK TÜRKÇESİNİN İZLERİ .............. 457
Tolgahan ARIK - NECİP FAZIL KISAKÜREK’İN KAFA KÂĞIDI ESERİNİN SÖZ DİZİMİ
BAKIMINDAN İNCELENMESİ ................................................................................... 464
Ülkü ELİUZ - DOĞA ANA VE TİNSEL ANA KATEGORİLERİNİN KATMANLAŞMASI:
“ÇINAROĞULLAR” HİKÂYESİ .................................................................................. 481
Ali ÇELİK - OSMANLI DÖNEMİNDE TERCÜME EDİLEN BİR ESER: AHLÂK RİSALESİ 493
Günel AHMEDOVA - YENİ DÖVR ƏDƏBİYYATINDA İCTİMAİ İDEAL.............................. 500
Natəvan KƏRƏMOVA - Çingiz QASIMOV - SUMQAYITDA YAŞAYAN
UZUNÖMÜRLÜLƏRDƏ ƏSAS VEGETATİV GÖSTƏRİCİLƏR VƏ AĞCİYƏRLƏRİN
HAVA TUTUMUNUN XÜSUSİYYƏTLƏRİ ................................................................. 507
viii
SUNUŞ
Bilge Tonyukuk, II. Türk Kağanlığı Dönemi’nin başarılı yöneticileri Kutluk İlteriş
Kağan’a, Kapgan Kağan’a ve Bilge Kağan’a danışmanlık, sözcülük ve kumandanlık yapmış
“cesur bir savaşçı”; bilgili, akıllı, ileri görüşlü, deneyimli, birikimli, özverili, “bilge” ve örnek
bir devlet adamıdır.
Bilge Tonyukuk, bütün bu özelliklerinin yanında tarihçi, yazar ve ediptir. Yaptıklarını
ve yapılanları unutturmamak; Türk boy ve topluluklarının her zaman birlik ve bütünlük içinde
yaşamalarını sağlamaları için onlara öğüt vermek amacıyla iki bengü taş / bugünkü adıyla yazıt
diktirmiştir.
Halkının kültürünü, dilini, edebiyatını, sanatını çok iyi bilen Bilge Tonyukuk, toplam 62
satırdan oluşan bu yazıtlarda deyimleri, vecizeleri atasözlerini ustaca kullanmıştır. Onun hedef
kitlesini etkilemek ve mesajını kalıcı kılabilmek için söz sanatlarından ustaca yararlandığı; bazı
cümlelerde duygularını ve düşüncelerini aliterasyonlu, ölçülü, duraklı, uyaklı ve ritmik bir
şekilde ifade ettiği görülür. Bu tür cümleler “Bilge Tonyukuk”un yaşayışının, inanışının,
destansı hayatının ürünü olan yazıtların metinlerine mensur şiir tadı katmıştır.
Boyla Baga Tarkan Bilge Tonyukuk’un hem kendisinin hem de diktirmiş olduğu bengü
taşların özelliklerinden dolayı 2020 Yılı, UNESCO Türkiye Millî Komisyonunun teşebbüsleri;
Kardeş Türk Cumhuriyetleri’nin ve Moğolistan’ın da destekleriyle UNESCO tarafından “Bilge
Tonyukuk Yılı” olarak ilan edilmiştir.
Ulusal veya uluslararası düzeyde alınan kararların ve bu kararla ilgili olarak yapılacak
faaliyetlerin ve düzenlenecek etkinliklerin geniş kitleler tarafından kabul görmesinde,
farkındalık oluşturmasında bütün kurum ve kuruluşların üzerlerine birtakım sorumluluklar
düşmektedir. Bu düşünceden hareket eden (ve 2012 yılından beri faaliyet gösteren) Uluslararası
Türkçe Edebiyat Kültür Eğitim Derneği de UNESCO tarafından alınan kararı desteklemek ve
Bilge Tonyukuk’un şahsında bütün Türk Büyükleri’ne vefa göstermek amacıyla yurt içinde ve
yurt dışında faaliyet gösteren bazı kurumların, üniversitelerin ve akademik dergilerin de
ortaklığıyla bir sempozyum düzenlemeye karar verdi.
Sempozyum, UNESCO Türkiye Millî Komisyonu, Türk Dil Kurumu; Bursa Uludağ
Üniversitesi, Mersin Üniversitesi, Artvin Çoruh Üniversitesi, Batı Kaspi Üniversitesi, Priştine
Üniversitesi, Gürcistan Teknik Üniversitesi, Valeh Hacılar Uluslararası Bilimsel ve Kültürel
Araştırmalar Vakfı, Uluslararası Türkçe Edebiyat Kültür Eğitim Dergisi ve BUGU Dil ve
Eğitim Dergisi’nin ortak faaliyeti olarak Bilge Tonyukuk’un anısına gerçekleştirildi.
Sempozyumumuza yurt içinden ve yurt dışından toplam 140 bildiri ile başvuru yapıldı;
söz konusu bildirilerden hakem süreci “olumlu” olarak tamamlanan 89 bildiri programa dȃhil
edildi; bildiri sahiplerinden bazıları makul sebeplerle bildirilerini sunamadılar.
Sempozyumda sunulan bildirilerin bir kısmı genç bilim insanlarına aitti. [Yüksek lisans
ve doktora öğrencilerinin (genç bilim insanlarının) deneyimli ve birikimli bilim insanlarıyla
1
birlikte bildiri sunmalarına imkân sağlayarak onların bilimsel - akademik seviyede neyi, nasıl
yapmaları gerektiğini öğrenmelerine katkı sağlanmak istendi].
Kapanış Oturumu ile birlikte 20 oturum hâlinde gerçekleşen sempozyumun
oturumlarına Türk Kağanlığı ve Uygur Kağanlığı Dönemleri’nde büyük hizmetleri olan kişilerle
(Bilge Tonyukuk, Bumın Kağan, İstemi Kağan, Kutluk İlteriş Kağan, İlbilge Katun, Kapgan
Kağan, Bilge Kağan, Köl Tigin, Köli Çor, Kutluk Bilge Köl Kağan, Moyun Çor Kağan, Bögü
Kağan, Karı Çor Tigin); yazıtların okunup çözümlenmelerine ve yayımlanmalarına öncülük
eden bilim insanlarının (W. RADLOFF, V. THOMSEN, N. ASIM YAZIKSIZ, Hüseyin Namık
ORKUN, Hüseyin N. ATSIZ, Réne GIRAUD) adları verildi.
28-29 Ağustos 2020 tarihleri arasında sanal iletişim ortamında başarılı bir şekilde
gerçekleştirilen sempozyumun oturumlarında sunulan bütün bildiriler YouTube üzerinden yayın
yapan TEKE Akademi Kanalı’ndan canlı olarak ilgililerine ulaştırıldı.
Sempozyumda sunulan bildirilerin tam metinleri bu satırların yazarının ve Prof. Dr.
Osman MERT’in gözetiminde Dr. İsmail ÇOBAN, Doç. Dr. Faruk POLATCAN ve Doç. Dr.
Onur ER tarafından kitap hâlinde yayıma hazırlandı.
Ünlü devlet adamı Bilge Tonyukuk adına düzenlenen sempozyumun gerçekleşmesine
katkı sağlayan paydaşlara, Bilim Kurulunda ve Düzenleme Kurulunda görev yapan bilim
insanlarına; oturum başkanlarına, bildiri sahiplerine ve emeği geçen herkese teşekkür ediyorum.
Prof. Dr. Cengiz ALYILMAZ
Sempozyum Düzenleme Kurulu Başkanı
2
BİLGE TONYUKUK’TAN KORKUT ATA’YA: YENİ BİLGİLER IŞIĞINDA DEDE
KORKUT KİTABIYLA İLGİLİ BAZI DEĞERLENDİRMELER
Metin EKİCİ
Öz
Türk yazıcılık geleneğinin en eski örneklerinin bulunduğu metinlerden
biri bundan 1300 yıl önce taşlar üzerinde yazdırılan Bilge Tonyukuk anıtıdır.
Bu anıt, Köktürk hakanlarının adına dikilen diğer anıtlarla birlikte Türk
milleti için özel bir değer ifade eder, çünkü "Türk" adının geçtiği ilk yazılı
belgeler bunlardır. Bizzat Bilge Tonyuk'un kendisi tarafından yazdırılan ve
diktirilen bu taşlar Türk milletinin o çağlarda neler yaşadığını, ne tür
zorluklarla karşılaşarak ayakta kalabildiğini anlatır. Bu yazıt ve diğerleri
Türk alfabesi, dili, kültürü, tarihi ve üstündeki ve de altındaki süslemelerle
Türk sanatı ve Türk yaratıcılığı bakımından çok özel bir önem arz eder. Bu
nedenle, 2020 yılı UNECO Türkiye Milli Komisyonu tarafından "Bilge
Tonyukuk Anıtının Dikilişinin 1300. Yılı" ilan edilmiştir. Türk milletinin
yaşadığı sevinç ve üzüntüleri taşlara yazma geleneği yüzyıllar boyunca
devam etmiş, bugün de devam etmektedir.
Türk milleti taşa yazmak kadar, deri ve kâğıt sanatında elde ettiği
gelişmelerle sonraki dönemlerde daha uzun ve hacimli metinleri deri ve kâğıt
üzerine yazmaya devam etmiş, deri ve kağıdı birleştirerek değerli bilgileri
"kitap" adını verdiği özgün eserlerde kuşaktan kuşağa aktarmayı tercih
etmiştir. İşte bu özgün ve özel bilgi sahibi kişilerden biri de Dede
Korkut/Korkut Ata olmuştur. Türk milletinin orta asılar olarak bilinen
devirlerde yaşadıkları Korkut Ata/Dede Korkut'un "Soylama" ve "Boylama"
adı verilen edebi sözleri ve anlatmalarıyla aktarılmış ve ölümsüzleştirilmek
için tıpkı Tonyuk'un "Bengi Taşlara" yazdırdığı gibi, Türk milletine "yazma
kitap" biçiminde miras bırakılmıştır.
2018 yılında UNESCO Somut Olmayan Kültürel Miras Temsili Listesi'ne
Türkiye, Azerbaycan ve Kazakistan tarafından kaydettirilen "Dede
Korkut/Korkut Ata Mirası"nın bilinen iki yazma nüshası yanına 2019 yılında
üçüncüsü eklenmiş ve bu mirasın ne kadar zengin olduğunun üçüncü bir
belgesi daha bulunup, tarafımızca bilim dünyasına tanıtılmıştır.
Bu bildiride, İran'ın Türkmen sahra Bölgesindeki Büyük Gümbet şehrinde
yaşayan Muhammed Veli Hoca tarafından İran'da bulunup 2019 yılında
tarafımıza gönderilen ve bizim de bilim dünyasıyla paylaştığımız Dede
Korkut Kitabı'nın Türkistan/Türkmen Sahra Yazması ve içeriği hakkında
bilgi verilecektir. Bildirimizin sonun bu yeni Dede Korkut yazma metninin
Bilge Tonyukuk tarafından yazdırılıp diktirilen taş üzerindeki metinle olan
benzerlikleri üzerinde değerlendirme yapılacaktır.
Anahtar Sözcükler: Bilge Tonyukuk, Yazıtlar, Dede Korkut, Kitap,
Yazma, UNESCO.
Prof. Dr.; Ege Üniversitesi Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü, Türk Halk Bilimi Anabilim Dalı,
[email protected].
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 3
3
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
FROM WISE TONYUKUK TO GRANDFATHER KORKUT:
AN EVALUATION ON THE BOOK OF DEDE KORKUT IN THE
LIGHT OF NEW SOURCES
Abstract
One of the first examples of Turkic writings is the runic inscriptions on
the monument named as the "Monument of Tonyukuk". This monument was
ordered to be inscribed and erected by the wise statement, Bilge Tonyukuk,
1300 years ago. This monument of Tonyukuk with he others, the Moment of
Bilge Kagan and the Monument of Kültigin, have special values for Turkic
speaking nations, because they are the first writings which include the word
"Turk". Those monuments that were ordered to inscribed and erected by
Bilge Tonyukuk tell us what the Turkic nation at the time lived, encountered,
what kinds of difficulties they had faced to and had able to stand against.
This and other monuments have a special place and significance for Turkic
alphabet, language, culture, history and with upper and under ornamentations
on them they provide information on Turkic art and artistic creativity. As a
result, Turkish National Commission for UNESCO declared 2020 as "The
1300th Anniversary of The Bilge Tonyukuk Monument". Since the
Tonyukuk and other early monuments inherited from the times of Köktürks
(542-745) Turkic people have been inscribing on the stones the happiness
and sadness that it has become a very long tradition which is still living.
Besides tradition of inscribing on the stones, Turkic people have also
developed their own civilizations and used to write on the leather and paper.
When the long and valuable knowledge or information needed to written
down and to be preserved for the new generations, Turkic people had
preferred to write them on to leather and paper and created their valuable
"manuscripts". Since the writing and writable items were very valuable, the
wise words and knowledge of the wise man were recorded on those
manuscripts. One of the wise and valuable knowledge carrying men, like
wise states man Tonyukuk, was called Dede Korkut/Korkut Ata. The
struggles of Turkic people during the middle ages had been summarized,
narrated in the wise phrases and poems which called "Soylama" and
exemplary epic stories that called "Boylama" of Dede Korkut/Korkut Ata,
and therefore his poems and narratives were written down into manuscripts
like inscriptions on the Tonyukuk monument and preserved as the heritage
for new generations of Turkic people.
A joint file was prepared by Turkish, Azerbaijan and Kazakhstan UNECO
National Commissions on "The Heritage of Dede Korkut/Korkut Ata" and it
was registered to the Representative List of Intangible Cultural Heritage
Convention of UNESCO in 2018. On the other hand, the third manuscript
relating and proving the richness the Dede Korkut/Korkut Ata heritage was
discovered in to 2019, and it was introduced to the scholarly world by me.
In this presentation, first I would like to provide information on the
content of the third manuscript of Dede Korkut/Korkut Ata tradition. The
third manuscript that I was the first scholar introduced it to the scholarly
world, and it was found in Iran by the book collector Muhammed Veli Hoca
who lives in the city of Büyük Gümbet located at the Turkmen Sahra region
of Iran. In conclusion part of my presentation, I would like make some
evolutions and make some remarks on the resemblances between the
Tonyukuk Monument and the third Manuscript of Dede Korkut/Korkut Ata
tradition.
Keywords:
Bilge Tonyukuk, Monuments,
Manuscript, UNESCO.
4 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
Dede
Korkut,
Book,
4
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
“Türk adının, Türk milletinin isminin geçtiği Türkçe ilk metin” Türklerin tarih
sahnesine çıkışının ilk yazılı belgeleri kabul edilen ilk eserler, bugün Moğolistan sınırlarından
Sibirya bozkırlarına uzanan geniş alanda bulunan taşlar üzerine bitiklenmiş yazıtlardır. Genel
olarak bulundukları yerden dolayı “Orhon Yazıtları” “Orhun Abideleri” veya “Göktürk
Yazıtları” gibi adlarla anılan Türk yazı dilinen ayrıntılı en eski örnekleri “Kül Tigin”, “Bilge
Kağan” ve “Bilge Tonyukuk” adına yazılan ve dikilen anıt taşlardır. Bu anıt taş yazıtların hepsi
Bilge Tonyukuk tarafından bundan 1300 yıl önce, 720-732 yılları arasında, 8. yüzyılda
yazdırılmış ve diktirilmiştir (Ergin, 2016). Bunların dışında son dönemde Prof. Dr. Cengiz
Alyılmaz ve araştırma ekibinin yaptığı çalışmalarla "Balbal" adı verilen pek çok taş yazıt gün
yüzüne çıkarılmış ve Türkçenin ve Türklerin tarihi belgelerinin varlığı zenginleştirildiği gibi,
hem dil tarihimiz hem de kültür tarihimizin karanlıkta kalan pek çok unsuru aydınlatılmıştır.
(Alyılmaz, 2000; Alyılmaz, 2005).
Türk yazıcılık geleneğinin ilk örneklerini oluşturan taş üzerine yazma geleneği kuzey
Batı ve güney batı yollarını izleyerek bütün Türk coğrafyasına yayılmıştır. Bugün kuzey batı
Türk coğrafyası yanında Orhon'dan Mangışlak'a oradan İran, Irak ve Azerbaycan'a ve Anadolu
coğrafyasına taşınan bu gelenek İslamiyet sonrasında yeni coğrafyalarda da devam etmiş, bugün
zafer haftasını kutladığımız bu kutlu günde Malazgirt Savaşı sonrasındaki atalarımızın hatıraları
olarak Ahlat'ta mezar dikilen taşları Bilge Tonyukuk tarafından diktirilen taşların devam
ettiricileridir. Bu geleneğin devamını İstanbul'dan Avrupa ortalarına kadar takip etmek de
mümkündür. Kısacası Türk dünyasının geniş coğrafi alanında hâlen araştırılması gereken pek
çok mezar taşı ve bunlar üzerindeki yazı ve resimler bulunmaktadır. Bugün de aynı geleneğin
bütün Türk dünyası genelinde devam ettiğini de belirtelim.
Diğer taraftan dünya tarihinde meydana gelen gelişmeleri ve yenilikleri sürekli takip
eden Türk milletinin taşlar üzerine yazı ve resimlerle yaşadıklarını anlatma geleneğinin zaman
içinde deri ve kâğıda yazma şekline dönüştüğünü belirtmekte yarar var. Türk milletinin varlık
mücadelesinin tarihi seyrini anlatan veya atalarımızın yaşadıklarından ve edindikleri
tecrübelerden ders alınması gerekenleri anlatan pek çok eser yine Türk yazıcılık geleneği içinde
üretilmiştir. Bunların bir kısmının yazarı, yazılma sebebi, yazıldığı tarih ve yer söz konusu
yazılı eserler içinde belirtilirken; bazılarının yazarı, yazılma sebebi ve yazıldığı yer ve tarih ne
yazık ki söz konusu eserler içinde belirtilmemiştir. Türk yazıcılık geleneği, Türk dili, Türk
kültürü, Türklük bilinci için son derece önemli yazılı eserlerimizden biri de Dede Korkut
Yazmalarıdır.
Bilindiği üzere Dede Korkut veya Korkut Ata geleneğinde üretilmiş olan kalıp sözler,
yani atasözlerimiz ve destanî anlatmalar yani boylar bugün elimizde üç ayrı yazma eser içinde
bulunmaktadır. Dede Korkut Kitabı’nın bilinen ilk yazması Almanya’nın Dresden Kraliyet
Kütüphanesi’nde, H. L. Fleischer tarafından bulunmuş ve 1815 yılında, Heindrich Friedrich von
Diez tarafından Dresden yazmasının bir kopyası çıkarılarak Berlin Kütüphanesi’ne verilmiştir.
Von Diez 1815 yılında yazdığı bir makale ile Dede Korkut Kitabı’nın varlığından ve nerede
bulunduğundan bilim dünyasını haberdar etmiştir. Dresden yazmasının; kapağında;“Kitâb-ı
Dedem Korkut alâ lisân-ı tâife-i Oğuzan” (Oğuzların Diliyle Dedem Korkut’un Kitabı)
yazmaktadır. Bir mukaddime ile 12 destani anlatma ihtiva eden bu yazma 152 sayfadır. Dede
Korkut anlatmalarının ikinci yazması ise 20. yüzyıl ortalarında, 1950’de, İtalyan Türkolog
Ettore Rossi tarafından Vatikan Kütüphanesi’nde bulunmuş olup, başka eserle birlikte ciltlenmiş
olan bu yazma “Hikayet-i Oğuznâme-i Kazan Beg ve Gayri” adını taşır. Bu ikinci yazma
Dresden yazmasına göre daha kısa olup, Vatikan yazmasında, Dresden yazmasında mevcut olan
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
5 5
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
Mukaddime (Giriş) kısmı ve anlatmalardan sadece altı tanesi yer almaktadır. Ancak her iki
yazmanın da kim tarafından, nerede, ne zaman ve neden yazıldıkları kayıtlı değildir. Sadece dil
özelliklerinde hareketle bu yazmaların 15.yüzyıl sonu veya 16.yüzyıl başlarında yazıya
geçirildikleri, her iki eserin de sözlü gelenekten derlenmiş veya başka bir yazma eserden, bir dip
yazmadan, kopyalandıkları düşünülmektedir (Pehlivan, 2015).
Elimize, 2019 yılında elektronik ortamda ve Pdf formatında geçen üçüncü yazma ise
İran'ın Kümbet-i Kavus veya Büyük Kümbet adlı şehrinde yaşayan Muhammed Veli Hoca
tarafından Tahran'da bir kişiden satın alınmış ve hâlen M. V. Hoca'nın şahsi arşivinde
bulunmaktadır. M. V. Hoca bu yazmanın bir kopyasını 2019 Mart ayında bize göndermiştir.
Dede Korkut anlatmalarının bu üçüncü yazmasının bulunduğuyla ilgili ilk duyuru, 25 Nisan
2019 tarihinde Bayburt’ta yapılan “Dünya Mirası Dede Korkut” adlı bilimsel toplantıda
tarafımızca yapılmıştır (Ekici, 2019a). bu bildiriyi takiben konuyla ilgili ilk bilimsel tanıtım
makalemiz de Milli Folklor dergisinde yayınlanmıştır (Ekici, 2019b). Hazırlamış olduğumuz;
“Dede Korkut Kitabı Türkistan/Türkmen Sahra Nüshası Soylamalar ve 13. Boy Kazan’ın
Yedi Başlı Ejderhayı Öldürmesi” adlı kitapta; bu yazmanın orijinal metni, Latin harflerine
aktarılmış metni ve Türkiye Türkçesine aktarılmış metni ilk kez 26 Haziran 2019 tarihinde
Ötüken Neşriyat tarafından yayımlanmıştır (Ekici, 2019c).
Bu yazma eser; “23 adet soylama” başlıklı şiirlerden ve "Salur Kazan'ın Yedi Başlı
Ejderhayı Öldürmesi" adını verdiğimiz anlatmadan oluşmaktadır. Toplam 61 sayfalık eserin
ilk sayfasından, 48. sayfasına kadar çeşitli konularda yazılmış soylamalar bulunurken, 48.
sayfanın 7. satırından itibaren "Salur Kazan'ın Yedi Başlı Ejderhayı Öldürmesi" adını
verdiğimiz anlatma yer almakta 61. sayfada son bulmaktadır.
Dede Korkut Kitabı'nın bu üçüncü yazmasında eser adıyla ilgili bir kayıt bulunmadığı
gibi, ne zaman, nerede, neden ve kim tarafından yazıldığı hakkında bir kayıt mevcut değildir.
Bu üçüncü yazmaya “Dede Korkut Kitabı Türkistan/Türkmen Sahra Nüshası” adı
tarafımızca verilmiştir. Eser hakkında ayrıntılı bilgi vermeden neden bu adı verdiğimizi kısaca
açıklamakta yarar görüyorum. Bilindiği üzere yazma eserlerin adlandırılmasında, eserin kendi
adı yanında yazar adına göre veya yazma eserde bir ad yoksa içeriğe göre hareket edilmekte,
genellikle yazma eserin bulunduğu kütüphane veya şehir adı da kullanılmaktadır. İster tek bir
eser olsun, isterse farklı kopyalar olsun bu adlandırmalar kesin bir kurala bağlanmış olmamakla
birlikte, aynı eserin farklı kütüphanelerde bulunması veya aynı eserin kopyaları için eserin hâlen
muhafaza edildiği yer adı ile "nüsha" terimi kullanılmaktadır. Ancak bu eserlerin yazarı
bilinmiyorsa ve içerik farklılığı varsa bu durumda "nüsha" terimini kullanmak ne kadar
yerindedir tartışılır. Bu durumda "yazma" terimini kullanmak tercih edilebilir ancak bu terim de
eser içeriğinin ilişkili olduğu diğer yazmalarla ilişkisini ne kadar yansıtır bu da ayrı bir tartışma
konusudur.
Bütün bu tartışmaların bilincinde olarak biz Dede Korkut anlatmalarından bugüne kadar
bilinmeyen birini ihtiva eden bu yeni yazmanın Dede Korkut/Korkut Ata geleneğinin bir eseri
olması özelliğini dikkate alarak "Dede Korkut Kitabı" adını kullanmayı tercih ettik. Çünkü
yazma eser içeriğinde bulunan soylamalar ve "Salur Kazan'ın Yedi Başlı Ejderhayı Öldürmesi"
adını verdiğimiz destanî anlatma Dede Korkut/Korkut Ata geleneğinin bir eseridir. Diğer iki
yazma ne kadar Dede Korkut/Korkut Ata geleneği ile ilişkili ise bu yazmadaki soylama ve
destanî anlatma aynı derecede Dede Korkut/Korkut Ata destancılık geleneğiyle ilgilidir. Bu
6 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
6
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
nedenle bu yazmanın diğer yazmalarla birlikte Dede Korkut/Korkut Ata yazma geleneğine ait
“nüsha” olmaları söz konusudur.
Bu noktada bu yazmaya neden “Türkistan/Türkmen Sahra Nüshası” adı verdiğimiz
sorulabilir. Bilindiği üzere İran’ın Gümbet-i Kavus şehri eski bir Türk, Oğuz, Türkmen şehridir.
Şehrin bulunduğu bölge ise “Türkmen Sahrası” olarak bilinmektedir. Bu şehir İran ve Sovyetler
Birliği arasında anlaşma yapılana kadar siyasi olarak da Türkmenistan sınırları içinde kalmış,
başka bir ifadeyle 1920lere kadar genel adı Türkistan olan Orta Türklüğünün bir şehri olmuştur.
Burada şunu açıkça ifade etmeliyiz ki, Gümbet-i Kavus ve Türkmen Sahra Bölgesi yüzyıl önce
Türkistan coğrafyasının bir siyasi parçası kabul edilirken, Türk yurtlarının Sovyetler Birliği
tarafında işgali ve birbirinden ayrıştırılıp uzaklaştırılması sürecinde Türkistan coğrafyasından
ayırılıp, İran coğrafyasına bırakılmıştır. Ancak siyasi sınırları değiştirilse de sosyolojik bir vakıa
olan bu coğrafyanın ve şehrin bir Türk ve Türkmen şehri olması gerçeği değişmeden günümüze
kadar gelmiştir.
Biz de hem tarihi bir ad olan Türkistan adının hem de bölgenin adının bu yazma
nüshanın adında bulunmasının Dede Korkut/Korkut Ata geleneğinin kadim dönemlerde
yaşatıldığı bir coğrafya olması nedeniyle daha uygun olacağını düşünerek ve de Türk
dünyasının kültürel birlik ve bütünlüğünü daha doğru ifade eden bir ad olarak
“Türkistan/Türkmen Sahra Nüshası” adıyla bu üçüncü nüshanın adlandırılmasını uygun bulduk.
Bu adlandırmadan rahatsız olanlar ya tarihimizi tam olarak bilmeyenlerdir veyahut da Türklükle
bir sorunu olanlardır. Türkistan adı bütün Türk coğrafyalarını kapsamı içine aldığı gibi Türkmen
Sahra bölgesinin de bu kadim adlandırmanın ve aynı zamanda günümüzdeki sosyolojik vakıanın
vurgulanması bakımından önemli olduğunu tekrar hatırlatmak isterim.
Eserin adındaki “Soylamalar” ve “13. Boy-Salur Kazanının Yedi Başlı Ejderhayı
Öldürmesi” ifadeleri hakkında da bilgi vermek yerinde olacaktır. 2019 yılında Ötüken
Neşriyat’tan yayınlamış olduğumuz yazma nüshada 23 adet “Soylama”, yani manzume
bulunmaktadır. Yazmanın yazı tarzı, satır aralıkları e bu manzumelerin konu bütünlüğünü
dikkate alarak bunların tam sayısının 23 adet olduğu kesindir. Diğer Dede Korkut yazma
nüshalarında soylamalar ayrı olarak değil destanî anlatmalar içinde yeri geldiğinde ve
çoğunlukla da bir anlatmanın bittiği noktada Korkut Atanın gelip “yom” verdiği, yani dua ettiği
kısımlarda söylenmektedir. Biz de yayınladığımız üçüncü yazma nüshada yer verilen 23 adet
“Soylama” ise anlatılardan bağımsız ama her biri bir konuda olmak üzere söylenmiş
manzumelerdir. Biz de bu soylamaların ayrı birer konu bütünlüğü içinde söylendiğini ifade
etmek için “Soylamalar” ifadesine de yayınladığımız eser adında yer vermeyi tercih ettik.
Bu 3. yazmadaki soylamalar geniş bir konu dağılımına sahiptir. Bir özetleme yapacak
olursak dikkat çeken ilk özellik doğal hayattır. Dağlar, ovalar, ormanlar, sazlıklar, sular, göller,
çaylar; güneş, ay, yıldız, rüzgâr, bulut, şimşek, fırtına; dağ otları ve çiçekleri; aslan, kaplan,
kurt, kartal, doğan, şahin, laçin, akbaba gibi yırtıcılarla geyik, yaban keçisi, tavşan, kaz ve ördek
gibi av hayvanları tanıtılmıştır. Soylamalarda bahsedilen mekânlar oldukça geniştir.
Kazakistan'ın Mangışlak bölgesinden, Kafkasya, Rumeli ve Mısır'a kadar uzanan bir coğrafya
adı verilmiştir. Soylamalarda adı geçen başlıca kişiler; Dede Korkut, Bayındır Padişah, Kazan
Bey, Kara Göne, Kara Budak, Han Afşar, Yigenek ve Bügdüz Emen’dir.
Bir başka unsur ise silahlardır; ok, yay, kılıç, mızrak ve gürz dikkat çekmektedir.
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
7 7
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
Soylamalarda en çok vurgulanan değerler; iyilik ve güzellik, cesaret, yiğitlik, özgürlük,
dostluk ve düşmanlık, erdemlilik, akıllılık, saygı, sevgi, kardeşlik, arkadaşlık, aile, anne-baba,
çocuk, evlat olma gibi toplumsal ve ahlaki değerlerdir. Bunların yanında, İslam diniyle ilgili
olarak; Allah, Hz. Muhammed, Hz. Ali, Hz. Fatma, Hz. Hatice, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin’den
bahsedilmiş ve Hızır ve İlyas’ın yaşadıkları önemli olaylar aktarılmıştır.
Soylamalarda vurgulanan önemli bir unsur da yerleşik ve göçebe hayat tarzıdır. Çadır,
otağ, ev, bark yanında, göçebe hayatın ayrıntılı tasviri yapılmıştır.
Bu üçüncü yazma nüshayı kendine özgü yapan ve aynı zamanda diğer Dede
Korkut/Korkut Ata destancılık geleneğiyle ilişkili ve aynı zamanda farklı kılan en önemli husus
bu yazma nüsha içinde «Salur Kazan’ın Yedi Başlı Ejderhayı Öldürmesi» adını verdiğimiz
bir destani anlatma yer almaktadır. Bu anlatmanın da yazma nüshada bir başlığı yazıcı veya
müstensih tarafından konmamış olup, destani anlatmanın içeriğinden hareketle bu adlandırma
da tarafımızdan konmuştur. Yine adlandırma yayınlamış olduğumuz kitabın adında da
zikredilmiştir.
Hatırlanacağı üzere Salur Kazan hakkında Türkistan Türkmen Sahra yazma nüshası
ortaya çıkana kadarki bilgilerimiz oldukça sınırlıydı. Dresden ve Vatikan nüshalarında iki
anlatmada; "2. Salur Kazan’ın Evinin Yağmalandığı Boy" ve "11. Salur Kazan’ın Tutsak
Olup Oğlu Uruz’un Kurtardığı Boy"da salur Kazan ana kahraman ve diğerlerinde ise ikinci
dereceden kahraman olarak karşımıza çıkarken, bu yeni nüshadaki soylamalardan biri, 17.
Soylama” doğrudan onun ad almasını, Han kızı Burla Hatun'la evlenmeye hak kazanmasını
anlatır. Yine Salur Kazan'ın Yedi Başlı Ejderhayı Öldürmesi anlatmasının da kahramanıdır.
Bütün nüshalardan öğrendiğimiz kadarıyla Salur Kazan; Bayındır Han'ın güveyisi ve Bayındır
Han'ın Vekilidir. Buna göre Oğuz Boylarının ikinci üst yöneticisi Salur Kazandır. Salur
Kazan'ın tarihi kimliği hakkında Z. V. Togan Hoca'nın uzun bir makalesi mevcut olup, O. Ş.
Gökyay Hoca'nın "Dedem Korkudun Kitabı" adlı eserden okunabilir (Gökyay, 2006, s. 868).
Bu anlatmada Bayındır Padişah adıyla tanıtılan Oğuz boylarının Han’ı ve onun vekili ve
güveyisi olan Salur Kazan’ın savaşma ve fetih nedenlerini, nereleri nasıl ve kimlerle fethettiği
ve sadece insan düşmanlarla değil, olağanüstü varlık hâlindeki düşmanlarla da baş edebilme
yeteneği hakkında bilgi sahibi olmaktayız. Yine Salur Kazan’ın olağanüstü bir varlık olan Yedi
Başlı Ejderha ile nasıl ve nerede karşılaştığı; Oğuzlar, yani Türkler ve tüm insanlık için tehlike
oluşturan bu olağanüstü varlıkla nasıl savaştığı ve onu nasıl ortadan kaldırdığı anlatılmaktadır.
Bu anlatmada biz; Türklerin cesaretini, korkusuzluğunu, tehlikelerden nasıl korunduğunu ve
onlarla nasıl baş ettiğini, devlet yapısını, devletin devamı için kimliğin önemi hakkında bilgi
öğrenmekteyiz. Bu noktada anlatı Bilge Tonyukuk’un Bilge Kağan, Kültigin ve kendisi için
dikilen taşlar üzerinde anlattıklarıyla, Dede Korkut/Korkut Ata geleneği içinde Salur Kazan’ın
Yedi Başlı Ejderhayı Öldürmesi anlatması arasında paralellikler vardır (Ekici, 2019c, s. 200204).
Sonuç olarak şunları söylemek isterim. Dede Korkut Kitabı ve içinde yer alan
anlatmalar, Türk Dünyası sözlü ve yazılı edebiyatında oluşturulmuş eserlerin incelenmesinde ve
genel olarak Türk kültürünün incelenmesinde en temel kaynaktır.
Bu nedenle, başta dilimiz olan Türkçenin araştırılması ve incelenmesi olmak üzere,
Türk Dünyası genelindeki edebî eserlerin incelenmesinde, müzik, resim, dokuma gibi kültür ve
sanat alanlarında, tarihi olayların araştırılmasında, devlet ve toplum yapısının incelenmesinde ve
8 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
8
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
değerler olarak tanımladığımız günlük hayatımızda geçerli pek çok kural ve uygulama hakkında
Dede Korkut/Korkut Ata geleneği hakkında yaratılmış yazmalar ve içlerindeki anlatmalardan
yararlanmak gerekir. Sadece bunlarla yetinmemeli Dede Korkut Kitabı’nın insanlık için sahip
olduğu değeri bütün dünyaya bildirmeli ve anlatmalıyız. Çünkü dünya tarihi, edebiyatı ve
müziğinden bahsederken Türk kültüründen, Türk sanatından, Türk dilinden, edebiyatından ve
müziğinden bahsetmeden bir tarih, dil, edebiyat ve sanat kitabı yazılamaz. Böyle bir bütünlüğe
sahip en önemli şahsiyetlerden ve eserlerden biri Dede Korkut ve onun adıyla anılan “Dede
Korkut Kitabı” dır. İşte bu nedenle, Dede Korkut adıyla anılan eser, Birleşmiş Milletler Eğitim
Bilim ve Kültür Kurumu olan UNESCO için önemlidir. Dede Korkut geleneği gerek dil ve
edebiyat, gerek müzik ve müzik aletleri alanındaki eserleri Türk Dünyasının ortak somut
olmayan kültürel mirasıdır. Bu ortak miras Türkiye, Azerbaycan ve Kazakistan
Cumhuriyetlerinin kültürel mirası olarak 2018 yılında “UNESCO İnsanlığın Somut Olmayan
Kültürel Miras Temsili Listesi”ne kaydettirilmiştir. Bu kayıt şunu ifade eder: “DEDE
KORKUT DÜNYA KÜLTÜR MİRASIDIR.”
Kaynaklar
Alyılmaz, C. (2000). Bilge Tonyukuk yazıtları üzerine birkaç düzeltme. Türk Dilleri
Araştırmaları, 10, 103-112.
Alyılmaz, C. (2005). Orhun yazıtlarının bugünkü durumu. Ankara: Kurmay Yay.
Ekici, M. (2019a). Yeni bir Dede Korkut boyu: Salur Kazan'ın yedi başlı ejderhayı öldürmesi.
Dünya Mirası Dede Korkut Uluslararası Sempozyumu Bildir Kitabı. haz. Ferdi Güzel,
Turgay Kabak. Bayburt: Bayburt Üniversitesi Yayınları, 41-53.
Ekici, M. (2019b). 13. Dede Korkut destanı: Salur Kazan’ın yedi başlı ejderhayı öldürmesi
boyunu beyan eder hanım hey! Millî Folklor Dergisi, 122, 5-13.
Ekici, M. (2019c). Dede Korkut kitabı Türkistan/Türkmen sahra nüshası soylamalar ve 13. BoySalur Kazan'ın yedi başlı ejderhayı öldürmesi. İstanbul: Ötüken Neşriyat.
Ergin, M. (2016). Orhun abideleri. İstanbul: Boğaziçi Yayınları.
Gökyay, O. Ş. (2006). Dedem Korkudun kitabı: Kitab-ı Dedem Korkut âlâ lisan-ı taife-i oğuzan.
İstanbul: Kabalcı Yayınları.
Pehlivan, G. (2015). Dede Korkut kitabı’nda yapı, ideoloji ve yaratım: Dresden ve Vatikan
nüshalarının karşılaştırmalı bir incelemesi. İstanbul: Ötüken Neşriyat.
9
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 9
YUNAN BETİM SANATINDA AMAZONOMAKHIA VE TOMRİS HAN
Mustafa ŞAHİN
Öz
Bu makalede, ilk olarak Homeros’ta karşımıza çıkan ve sadece
kadınlardan oluştuğuna ve doğan erkek çocuklarını doğada ölüme terk
ettiklerine inanılan mitolojik halk Amazonlar ile Helenler arasında geçtiği
düşünülen savaş konusu irdelenecektir. İlk olarak Herakles ve Akhilleus’un
rakipleri olarak gösterilen Amazonlar, MÖ 5. yüzyıl ile birlikte ağırlıkla
düzenli orduların karşı karşıya geldiği savaşa dönüşmüştür. Amazonomakhia
olarak isimlendirilen savaş, dini, sivil veya ölü kültüne ait betim sanatının
sevilerek tercih edilen konularından birisi hâline gelerek antik Yunan
sanatının en popüler sahnelerinden birisi olur. Galibi belli olmayan bu savaş,
neden MÖ 5. yüzyılda aniden ortaya çıkmış ve Roma İmparatorluk
Dönemine kadar kesintisiz bir şekilde dini veya sivil anıtlarda süsleme
unsuru olarak kullanılmıştır? Makalede bu soruya yanıt aranmaktadır.
Anahtar Sözcükler: İkonografi, Yunan betim sanatı, Amazonomakhia,
Akhaemenid, Kyros, Tomris.
AMAZONOMACHY AND QUEEN TOMYRIS IN THE GREEK
DEPICTION ART
Abstract
In this article, the subject of war, which is thought to have taken place
between the Amazons and the Hellenes, the mythological people who first
appeared in Homer and believed to be composed of only women and left
their born male children to die in nature, will be examined. The Amazons,
who were first shown as the rivals of Heracles and Achilles, turned into a war
in which the regular armies came together in the 5th century BC. War, which
is named as Amazonomachy, becomes one of the most popular scenes of the
art of depiction of religious, civil or dead cult, becoming one of the most
popular scenes of ancient Greek art. Why did this war, whose winner is not
known, emerged suddenly in the 5th century BC and was used as an
ornamental element in religious or civil monuments continuously until the
Roman Imperial Period? The article seeks an answer to this question.
Amazonomachy, one of the indispensable decoration subjects of religious
or public buildings starting from the late 6th century BC, is the name given to
the legendary war believed to have taken place between Hellenes and female
soldiers in mythology. "Amazonomachy" is included in the art of depiction
with the 5th century BC. While the Amazon queens, who encountered
Hellenic heroes in the early Amazon struggles, were clearly defeated, the
winner or superior side of the war described in the new period is unclear.
With the Amazonomachy, which entered the art of description with the
new period, the artists; Suggestions were made such as trying to show the
superiority of Hellenic civilization over barbarians, symbolizing the story of
the transition from barbarism to civilization, using subjects such as the
Amazon victory, which has an important place in Athens' mythological
history to awaken the weakening nationalist feelings of the Athenians, or they
Prof. Dr.; Bursa Uludağ
[email protected].
Üniversitesi
Fen
Edebiyat
Fakültesi
Arkeoloji
Bölümü,
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 11
10
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
tried to portray the Persians allegorically. Frank B. Tarbell stated that this
story gained a new importance and meaning after the Persian wars; however,
he mentions that there is no evidence to accept this proposal. Therefore, in
the second part of the article, the historical developments of the 6th century
BC are once again discussed. Persian King II. Cyrus defeated the Medes in
the east, Lydians in the west, and Babylonians in the south, and turned the
vassal kingdom into an empire in a very short time. The extension of the
borders of the new state to the Aegean shores brought the Hellenes and the
Persians against each other. The pillage of the Acropolis of Athens in 483
BC, considered the heart of the Hellenes, is the peak point reached by the
Persian invasions that started with Cyrus. However, the great fear of Hellene
and the Greek world II. Cyrus’s life was disastrously ended with an
unexpected way and time, by a woman. This subject is explained to the
smallest detail by the historian Herodotus. As we learned from Herodotus,
Tomris Khan, queen of the Massagets, both defeated the Persian army and
ended the life of II. Cyrus.
The victories of the Hellenes against the Persians, especially in the 5th
century BC, seem allegorically reflected in the Amazons. Admiration for the
Amazons that started with Tomris Khan in the late 6th century BC revealed
the composition of Amazonomachy, and with the victory of Temistocles
against Persians in the 5th century BC, in a sense caused Hellenes started to
see themselves to be equal with Tomris Khan. This situation must have
manifested itself in art in the form of comparing two forces, which they
consider allegorically equal, in a war with an unknown winner.
As a result, many battles and victories won were tried to be represented
by fictional and legendary battles in ancient times. Undoubtedly, the most
significant and effective of these is the Amazonomachy. The subject, which
entered into the repertoire of the artists in the 6th century BC, has survived
by being depicted uninterruptedly in the following centuries. Neither the
superiority of civilization to the barbarians nor the allegorical representation
of the Persians in the form of the Amazon is in question with
Amazonomachy, where the winner is not known; what is meant is the
admiration for the female soldiers in particular for Tomris Han, in other
words, the Amazons allegorically. The Hellenes did not see Tomris Khan as a
barbarian and elevated it to a position equal to them as the winner against
Persians. The reason for the interest and sympathy of the Hellenes towards
the Amazons must be Tomris Han, a Turkish descendant.
Keywords:
Iconography, Greek depiction
Achaemenid, Cyrus, Tomyris.
art,
Amazonomachy,
MÖ 5. yüzyıldan başlayarak dini veya kamu yapılarının vaz geçilmez bezeme
konularından birisi olan Amazonomakhia, mitolojide, Helenler ile kadın askerler arasında
geçtiğine inanılan efsanevi savaşa verilen addır1.
Azra Erhat’ a göre Amazonlar; “savaş̧ tanrı Ares ile Harmonia ya da Aphrodite'nin
kızlarıdır. Savaşçı karakterleri böylece kaynaklarından da belli olan bu kadınlar ok ve yaydan
başka bir de "labrys" denilen iki ağızlı baltayı silah olarak kullanırlar. Amazon adının kökeni
de yazarlarca şöyle açıklanır: A-mazon, yani memesiz demekmiş, adın nedeni de bu savaşçı
kadınların yayı göğüslerine rahatça dayayabilmek için bir memelerini kesip çıkarmaları imiş.
Amazon'ların erkek gibi oluşu, savaşçı bir kadın topluluğu olmalarından ileri gelir. Başlarında
hiçbir erkek bulunmadan kendi kendilerini yöneten Amazon'lar önder olarak bir kraliçe
tanırlar, nitekim birçok kraliçelerinin adı geçer efsanede. Erkekleri yanlarında köle ya da uşak
1
Ayrıca bk. Tarbell 1920, 226-231.
12 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
11
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
olarak bulundururlar, onlarla cinsel alışveriş kurup çocuk doğururlar, ama erkek çocuklarını
sakat eder ya da öldürürler, yalnız kız çocuklarını yetiştirip aralarına alırlar. Bu tutum
Anadolu'ya gelen Yunanlıları çok şaşırttığı içindir ki, Amazon'ları anlatmakla bitiremezler”2.
Amazonlardan bahseden en eski yazılı kaynak Homeros'tur: "Erkek gibi Amazon'lar"
der ve Bellerophontes'in onları yendiğinden bahseder3. Ayrıca Amazonların, Akhilleus (Res. 12)4 Herakles (Res. 3)5, Theseus6 gibi birçok Helen kahramanı ile mücadelesi anlatılmaktadır.
Amazonlar ile ilgili en erken arkeolojik belgeler, MÖ 700 yıllarına tarihlenen Samos7 ve
Tiryns’nden8 adak levhalarına ait parçalardır. Daha iyi durumdaki Tiryns örneği üzerinde bir
hoplit miğfer sorgucundan tuttuğu bir kadını öldürmek üzere iken resmedilmiştir (Res. 5). Bunu
Castellani Ressamının ait Attik siyah figür boyunlu amphora üzerinde Herakles’in Amazonlar
ile savaşı devam ettirir9. Douris’in MÖ 500-470 yıllarına tarihlenen kırmızı figür kantharosu
üzerinde ise Telamon bir amazonu öldürürken betimlenmiştir (Res. 6)10. Özetle Amazonlar
betim sanatında MÖ 7. yüzyıldan başlayarak resmedilmektedir.
“Amazonomakhia” MÖ geç 6. yüzyıl ile birlikte betim sanatına dahil olur. Dönemin
vazo sanatında bu defa hayali kahramanlar arasındaki mücadeleler yerini hayali askerler
arasındaki savaşa bırakmaya başlamıştır11. Mimari heykeltıraşlık da bu modaya uyar.
Amazonlar ile savaşın konu edildiği ilk örneklerden birisi MÖ 507 - 485 yılları arasına
tarihlenen Delphi Apollon Kutsal Alanı’ndaki Atinalılar Hazine Dairesi’nin akroter figürleri
(Resim 7)12 veya metoplarıdır (Res. 8)13. Bunu MÖ 450-430 yılları arasına tarihlenen ApolloSosianus Tapınağı Alınlığı (Res. 9)14, 420-400 yılları arasına tarihlenen Bassae Phigalia
Apollon Tapınağı frizleri izler (Res. 10)15. Athena Parthenos’un kalkanı üzerinde bile
Amazonomakhia yer verilmesi (Res. 11)16, konunun MÖ 5. yüzyıl heykeltıraşlığında ne kadar
beğeni gördüğünün bir diğer göstergesidir.
Amazonomakhia, MÖ 4. yüzyılın başlarından itibaren bu defa Likya veya Karya
bölgelerinin anıt mezarlarda karşımıza çıkar. Persli yerel yöneticilere adandığı düşünülen ve
Pers etkisini de bünyesinde barındıran Trysa Heroonu’nda (Res. 12)17 veya Halikarnassos
Mouseleumu’nda (Res. 13)18 Amazonomachia konusuna da yer verilmiştir. MÖ 4. yüzyıla
tarihlenen Amazonlar lahdi (Res. 14)19 veya Halikarnassos’dan galdyatör kostümü içinde
Amazon ve Akhilleus steli (Res. 15)20, Antiocheia a.O Mozaiği (Res. 16)21 veya Kütahya
Erhat 1996, 32.
Erhat 1996, 32 ve 73vd. Örnek olarak bk. Schmidt 1960, Lev. 5,1. - Mayor 2014, 28.
4 Erhat1996, 242. Örnekler için bk. Arias - Hirmer 1960, Lev. 168. - Mayor 2014, 296-297 Res. 18.2, 300-301 Res.
18.5.
5 Erhat 1996, 145. Örnekler için bk. Blok 1995, Lev. 9. - Reeder 1996, 375.
6
Erhat 1996, 42. Örnekler için bk. Dayagi-Mendels - Rozenberg 2013, 259 Res. 10.
7 Blok 1995, Res. 6.
8
Blok 1995, Res. 4a-b.
9 Blok 1995, Res. 8,a-b.
10 Buitron-Oliver 1995, Lev. 32, alttaki. - Reeder 1996, 374 Res. 120.
11 Tarbell 1920, 227.
12
Coste-Messelière 1957, Lev. 87 üst.
13 Coste-Messelière 1957, Lev. 27. Ayrıca bk. duBois 1999, 57-59.
14 Hafner 1992, 28 Res. 1 alt.
15 Fornasier 2007, 72-73 Res. 36.
16
Fornasier 2007, 71 Res. 35.
17 Oberleitner 1993, 133, 136 Res. 1, 8.
18 Borbein 1995, 50 Abb. Links oben.
19 Örnek olarak bk. Fleischer 1998, Lev. 1B - 3B.
20
Weiß 2013, 144 Res. 16 Lev. 14.
2
3
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O12
K 13
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
Müzesi’nden Amazon lahdi (Res. 17)22 Amazon savaşları konusunun Roma İmparatorluk
dönemine kadar devam ettiğini göstermektedir.
Erken dönem Amazon mücadelelerinde Helen kahramanların bariz şekilde üstün
oldukları, hatta amazonlara karşı öldürücü hamle yaparken betimlendikleri dikkat çekmektedir
(Res. 1-6)23. MÖ geç 6. yüzyıldan başlayarak mücadele kahramanlardan askerler arasına kayar
(Res. 9)24. Ancak kahramanlardan farklı olarak ordular arasındaki savaşın galibi veya üstün
tarafı belli değildir. Diğer bir ifade ile yeni anlayışla Helen dünyasında farklı bir Amazon algısı
ortaya çıkmıştır. Bir taraftan tekil mücadeleler çoğunlukla yerini düzenli ordular arasındaki
savaşa bırakmakta, diğer taraftan da savaşın galibi gösterilmemektedir. Hatta erken dönem
kahramanlarının Amazon’lara acımasız şekilde saldırıları (Res. 1, 4-5), yeni düşüncede yerini
dostça bir görüntüye bırakmıştır (Res. 18-20)25. Yine yeni dönemle birlikte vazo betimlerinde de
Amazonlar tek başlarına oldukça sempatik görünümlü olarak resmedilebilmektedirler (Res. 2122)26.
Amazonomakhia olarak isimlendirilen ve Helenler ile Amazonlar arasında geçtiğine
inanılan ve galibi belli olmayan mitolojik savaş, böylece betim sanatının yeni konularından
birisi olarak repertuara girmiş ve antik sanatının en popüler sahnelerinden birisi olmuştur.
Aslında unutulmaması gereken önemli bir nokta yeni dönem ile birlikte betim sanatına
giren tek savaş konusunun Amazonomakhia olmadığıdır. Homeros’un devler ile Olymposlu
tanrılar arasında geçtiğini anlattığı “Gigantomakhia” veya Yunanlıların düşmanı olarak kabul
edilen kentaurlar ile savaşı konu alan “Kentauromakhia” da savaş konuları arasına dahil
edilmiştir. Bu temalardan en sık tekrarlananlar ise Kentauromakhia ve Amazonomakhia
olmuştur. Ancak ilginç bir şekilde diğerlerinden farklı olarak MÖ 5. yüzyıl ile birlikte sadece
Amazonomakhia’da mitolojik kahramanlar yerini orduların yaptığı savaşa bırakmıştır.
Yeni dönem ile birlikte betim sanatına giren Amazonomakhia ile sanatçılar ne
anlatmaya çalışmışlardır? Bu konu uzun yıllardır araştırmacıların ilgisini çekmiş ve farklı
yorumlarda bulunmuşlardır. Örneğin Bruno Snell, Gigantomakhia veya Titanomakhia (devlere
karşı savaş) ile Helenlerin duygusal dünyalarında farklı bir evrende kazandıkları zaferi
sembolize etmeye çalıştıklarını ileri sürmekte; Amazonomakhia ve Kentauramakhia ile de tüm
barbarlığı, canavarlığı ve iğrençliği fethettiklerini düşünmektedir27. Diğer bir ifade ile
Amazonomachia, Helen medeniyet idealini temsil etmektedir. İddialara göre, Amazonlar vahşi
ve barbar bir ırk olarak tasvir edilirken, Helenler medeni ve modern insan olarak gösterilmeye
çalışılmıştır28. Böylece üstün Helen medeniyetinin barbarlara karşı üstünlüğü gösterilmeye
çalışılmıştır.
https://commons.wikimedia.org/wiki/File:Orient_méditerranéen_de_l%27Empire_romain_-_Mosaïque_byzantine_5.JPG
21
22
https://commons.wikimedia.org/wiki/File:Kutahya_archaeological_museum_Amazonomachy_sarcophagus_8837_Pa
norama.jpg
23 Örnek olarak bk. Herakles – Amazon: Reeder 1996, 375; Telamon – Amazon: Buitron-Oliver 1995, Lev. 33, üst
sağ.
24 Hafner 1992, 28 Res. 1 alt.
25
Örneğin Herakles ile Hippolite arasındaki kavga MÖ 4. yüzyıl kırmızı figür Apulla kelç kraterinde olduğu gibi
yerini dostça bir muhabbete bırakmış gibidir. Trendall - Cambitoglou 1982, Lev. 170, 1.
26 Wünsche 2008, 71 Res. 5.22, 76 Res. 6.1.
27 Snell 1960, 35.
28
Bu konuda ayrıca bk. duBois 1999, 78-94.
14 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
13
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
G. Baldwin Brown, Helenlerin, düşmanları Perslere karşı elde ettikleri büyük zaferin
görkemli anıtlara ilham verdiğini öne sürmektedir29. Percy Gardne gibi bazı bilim insanları ise
Parthenon metoplarından hareket ederek, kaostan düzene ve barbarlıktan medeniyete geçiş
hikayesinin sembolleştirildiğini düşünmektedir30. Frank B. Tarbell ise o dönemde ne
sanatçıların ne de halkın olayları bu şekilde algılamasının zor olduğunu düşünmekte,
Atinalıların zayıflayan milliyetçi duygularını uyandırmak için Atina’nın mitolojik tarihlerinde
önemli yeri olan Amazon galibiyeti gibi konuları bilinçli bir şekilde kullanmış olabileceklerini
düşünmektedir. Diğer bir ifade ile Helenler sadece kendileri ile ilgili konulara değinmiş
olmalıdırlar31. MÖ 5 ve 4. yüzyılda görülmesini ise bir tür moda olarak açıklamaktadır32.
Ancak, Pausanias Olympia'daki Zeus Tapınağı'nın alınlığında yer alan
Kentauromakhia'yı anlattıktan sonra şunu eklemektedir: “bana öyle geliyor ki, Alkamenes,
Homer'den, Theseus'un Pelops'un büyük torunu olması nedeniyle Pirithous'un Zeus'un
oğullarından birisi olduğunu biliyordu”33. Bu açıklama en azından Pausanias döneminde
Kentauromakhia'nın Pers Savaşları ile ya da medeniyetin barbarlık üzerindeki zaferi gibi bir
anlayışla ilgisinin bulunmadığına işaret etmektedir34. Diğer bir ifade ile en azından
Kentauromakhia’nın barbarlara karşı kazanılan bir zaferi temsil ettiği tezi bizzat Pausanias
tarafından çürütülmüş olmaktadır. Elbette, her ne kadar Pausanias bahsetmese de mitolojik bir
savaş olan Amazonomachia’yı da aynı kapsamda değerlendirmemiz hatalı olmayacaktır.
Bu konunun daha iyi anlaşılmasında kompozisyonlarda gösterilen savaşların şekli de
göz önünde bulundurulmalıdır. Şöyle ki, Gigantomakhia'da tanrıların düşmana karşı zaferi açık
bir şekilde gösterilmişken, Kentauromakhia veya Amazonomakhia'da kimin galip geldiği
muğlaktır. Pausanias da sanatçı Micon’un Stoa Poikile için yaptığı freskosunu anlatırken bu eşit
duruma dikkat çekmektedir: "Theseus kutsal alanında Kentaur ve Lapithlerin savaşı konu
edilmiştir, ancak Theseus’un bir Kentauru öldürmesi dışında, diğerleri eşit şartlarda
savaşmaktadırlar”35. Diğer bir ifade ile Pausanias bile kompozisyonda kimin galip geldiğini
gösteren bir iz bulamamıştır. Örneğin, Parthenon’un Lapith ve Kentaur savaşını anlatan 23
metopunun altısında Lapithler avantajlı gibi gösterilirken, altısında kimin galip geldiği belli
değildir. Hatta Kentaurların kadınları kaçırdığı dört sahne de dahil olmak üzere 11 metopta
Kentaurlar daha avantajlı gözükmektedir36. Diğer bir ifade ile bu savaşta da galip belli değildir.
Theseum olarak adlandırılan tapınağın da batı frizinde Kentauramakhia konusuna yer
verilmiştir. Lapithler kentaurların nerede ise iki kat fazlası olmasına karşın, galip kim
anlaşılamamaktadır37. Kentauramakhia konusu ile vurgulamaya çalıştığımız gibi
Amazonomakhia da dahil olmak üzere her iki savaşta galip belli değildir.
Tekrar konumuza geri dönersek Josine Blok Amazonomakhia konusuna farklı bir
açıdan bakarak, Amazonomachia’nın Yunan kahramanını tanımlamak için iki farklı olasılık
sunduğunu düşünmektedir: Blok’a göre, Amazonlar, ya bir kahramanın bir canavara karşı
kazandığı zaferle ülkeyi kurtarırken karşılaştığı felaketlerden birisini; ya da Attis motifinde
Tarbell 1920, 227 dipnot 1: “The victory over Persia inspired indirectly all the monuments of the culminating
period of Greek sculpture".
30 Tarbell 1920, 227 dipnot 3-4.
31 Tarbell 1920, 227 vd.
32 Tarbell 1920, 230.
33
Pausanias V, 10, 8
34 Tarbell 1920, 229.
35 Pausanias I, 17, 2.
36 Tarbell 1920, 230.
37
Tarbell 1920, 230.
29
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O14
K 15
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
olduğu gibi kahramanın evlilik ve üreme gibi cinsel arzulardan el çekmesinin ifadesini temsil
etmektedir38.
Amazonomachia’yı Helen kültüründe feminizmin yükselişi olarak görenler de
bulunmaktadır. Quintus Smyrnaeus'un Truva Düşüşü'nde, Truva Savaşı sırasında Truva
Atları'nın yanına katılan bir Amazon kraliçesi olan Penthesileia, Troy'da şunları söylemektedir:
“Güçte biz erkeklerden daha aşağı değiliz; aynı gözlerimiz, uzuvlarımız aynı; gördüğümüz bir
ortak ışık, soluduğumuz bir hava; ne de yediğimiz yiyecek. O zaman bize insanın cenneti
bahşettiğini inkâr eden nedir?”39.
MÖ 6. yüzyılda Pers Akhaemenid İmparatorluğu, Yunan kent devletlerine karşı bir dizi
işgal başlatmıştır. Bu nedenle, bazı araştırmacılar, 5. yüzyıl Helen sanatında Kentaur ve
Amazon figürleriyle aslında Perslerin alegorik olarak gösterilmeye çalışıldığına inanmaktadır.40
Diğer bir ifade ile Kentaur ve Amazonların alegorik olarak Darius ve ardından Xerxes
liderliğindeki barbar ordusunu temsil etmektedir. Örneğin Page duBois, MÖ 5. yüzyılda tarihsel
konuların sanatta ve edebiyatta doğrudan temsil edilmesinin yasaklanması nedeniyle, Perslerin
sanat eserlerinde sıklıkla Kentaur veya Amazon şeklinde alegorik olarak gösterildiğini
düşünmektedir41.
Bu konuda Yunan sanatında MÖ 5. yüzyılda tarihsel konuların sanatta ve edebiyatta
doğrudan temsil edilmemesinin de rolü olmuş olmalıdır. Zira, Helen sanatının yükselme çağı
olan MÖ 5. yüzyılda Atina'daki Athena Nike Tapınağı dışında42, tarihi yaşanmış bir olayın
resmedildiği bilinen bir yapı yoktur43.
Unutulmaması gereken nokta Amazon veya Kentaur mitolojisinin Pers savaşlarından
çok önce ortaya çıkmış olmasıdır44. Ancak Helen askerler ile Amazonların karşı karşıya
resmedilmeleri ilk olarak MÖ 6. yüzyılın siyah figür vazolarında başlar (Res. 23)45. Frank B.
Tarbell, Pers savaşlarından sonra bu hikâyenin yeni bir önem ve anlam kazanmış olduğunun
düşünülebileceğini; ancak bu önerinin kabul edebilmesi için herhangi bir kanıtın bulunmadığını
düşünmektedir46. İlk olarak Tarbell tarafından ortaya atılan Amazonomakhia’nın Pers savaşları
ile bağlantı olabileceği konusuna belge bulabilmek amacıyla MÖ 6. yüzyılın tarihsel
gelişmelerini bir defa daha irdelemekte fayda vardır.
Akhaimenid sülalesinden II. Kyros, MÖ 550 yılında Med kralı Astiyages’e karşı isyan
ederek Med Krallığı’nı ortadan kaldırmış, böylece Kızılırmak yayına kadar uzanan Pers devleti
kurulmuştur. Bu gelişmeyi büyük bir risk gören Lidya kralı Kroisos, Babil kralı Nabonid ve
Mısır kralı Amasis’in desteğini alarak Kyros üzerine yürümüş, ancak yapılan birtakım savaşlar
neticesinde MÖ 546 yılında kesin mağlup olarak Medya’ya savaş esiri sıfatıyla gönderilmiştir.
Bu netice Ege kıyılarına kadar bütün Batı Anadolu’nun kapılarını Perslere açmıştır. Sonrasında
Harpagos ve Mazares isimli komutanlar Yunan kent devletlerini peş peşe ele geçirerek Pers
idaresine dahil etmişlerdir. MÖ 529 yılına kadar hüküm süren Kyros, MÖ 539 yılında Babil’i de
Blok 1995, 333.
Quintus, 35
40 duBois 1999, 54 dipnot 22.
41 duBois 1999, 54.
42 Bilindiği gibi, tapınağın frizlerinde Atina Pers savaşları konu edilmiştir. Ayrıca bk. Pemberton 1972, 303-310. Stewart 1985, 53-73.
43 Tarbell 1920, 226 dipnot 2.
44 Tarbell 1920, 228.
45 Örnek olarak bk. Börner 2010, 42 Res. alt.
46
Tarbell 1920, 228.
38
39
16 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
15
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
topraklarına katıp döneminin en büyük imparatorluklarından birisini kurmuştur47. Sonuçta
Kyros, çok kısa bir sürede Anadolu’nun tamamına yakınını ele geçirerek bir anda Helenlerin
komşusu olmuş, böylece Persler Büyük İskender’e kadar Helenler açısından büyük bir risk
hâline gelmişlerdir. Dareios’un MÖ 500 yılında başlayan İyonya Ayaklanmasını 494 yılında çok
kanlı bastırması48, Xerxes‘in MÖ 483 yılında Helenlerin kalbi sayılan Atina Akropolisi’ne kadar
ilerleyip yakıp yıkması49 Perslere karşı duyulan korkunun önemli göstergelerindendir. Perslerin
yayılmasına engel olmak ve adalar ile Anadolu’da bulunan Yunan kent devletlerini korumak
için MÖ 478/77 yılında Atina öncülüğünde Attika-Delos Deniz Birliği kurulmuştur50. Helen
dünyasının korkulu rüyası hâline gelen Perslerin Ege kıyılarına kadar yayılmasındaki en önemli
isim kuşkusuz MÖ 559 – 529 yılları arasında hüküm süren II. Kyros’dur.
Yaşamı boyunca başarıdan başarıya koşan II. Kyros, Persleri, vasal bir krallıktan
doğuda İran yaylaları, güneyde Mezopotamya ve batıda Ege Denizine kadar uzanan büyük bir
imparatorluğa dönüştürmüştür. Ancak Helen ve Yunan dünyasına büyük korku salan II.
Kyros’un hayatı beklenmedik bir zamanda ve beklenmedik bir şekilde, hem de bir kadın
tarafından, feci bir şekilde sonlandırılmış olduğuna inanılmaktadır.
Bu konu tarihçi Herodot tarafından en küçük ayrıntısına kadar anlatılmaktadır51.
İyonları, Aiolları, Dorları, Likyalıları ve Lidyalıları tanıtıp, Ege ve Akdeniz kıyılarına kadar
Anadolu’nun Pers egemenliğine geçmesini aktardığı birinci bölümde, Massaget52 adında bir
halktan ve onun kadın kralı Tomris Han’dan uzun bir şekilde bahsetmektedir53. Türk
kaynaklarında fazla bilgi bulunmaması nedeniyle Tomris Han’ın yaşayıp, yaşamadığı veya
mitolojik bir karakter olup olmadığı konusu hâlâ tartışılmaktadır.
Herodot, Tomris Han olayına geçmeden önce, her zaman yaptığı gibi, önce bölgenin
coğrafyasından ve yaşayan insanlardan bahsederek konuya giriş yapmaktadır. Massaget’lerin
yaşadığı bölgede Hazer isimli, göl olamayacak kadar büyük bir deniz yer almaktadır. Bu
denizin günbatısı dağların en uzunu ve en yükseği olan Kafkaslar ile çevrilidir ve bu bölge çok
ve çeşitli insan soyları ile doludur, elbiselerinin üzerinde bitkisel boyalar ile bezedikleri desenler
vardır: “Bu insanların çoğu geçimini yaban ormanlardan çıkarır; buralarda çeşitli yapraklar
veren ağaçlar vardır, diye anlatırlar, buralılar bu yaprakları dövüp su ile karıştırırlar ve
giysileri üzerine hayvan resimleri yaparlar; bu hayvan resimleri yıkamakla çıkmaz; hatta sanki
yünle işlenmiş gibi, dokuma eskiyinceye kadar öyle durur”54. Anlatımları arasında dikkat çeken
bir diğer unsur herhangi bir engele çarpmadan Hazer Denizi'ne dökülen Arax nehri boyunca
bölgede yaşayan insanların yaşantıları hakkında verdiği bilgilerdir: “Orada yaşayan insanlar,
yazın yerden söktükleri kökleri yerler ve mevsiminde ağaçlardan topladıkları yemişleri de bir
kenara koyup kış için saklarlar. Bir de derler ki, yemişleri başkalarına benzemeyen birtakım
ağaçlar da bulmuşlardır: Bir yerde buluşup toplaşıyor, ateş yakıp çevresinde oturuyorlarmış;
bu yemişleri ateşe atıp, yanan yemişlerin kokusunu çekiyorlarmış, Yunanlılar şarapla nasıl
sarhoş oluyorlarsa, bunlar da bu kokuyla sarhoş oluyorlarmış; daha çok yemiş atarlarsa daha
Daha detaylı bilgi için bk. Mansel 1971, 253 vd.
Herodotos V, 35. -Mansel 1971, 266 vd.
49 Mansel 1971, 279 vd.
50
Mansel 1971, 299 vd.
51 Özellikle bk. Avery 1972, 535 vd.
52 Massaget’lerin Saka veya İskit olduğu düşünülmektedir. Ayrıca bk. Altheim - Stiehl 1970, 127. - Hinds 2010, 20.
53 Herodot I. 204-214.
54
Herodot I. 203.
47
48
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O16
K 17
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
çok sarhoş oluyorlar, o kadar ki, sonunda kalkıp oynamaya, türküler söylemeye başlıyorlarmış.
Yaşayışları böyleymiş, öyle söylerler”.
Herodot’a göre, Kafkaslar'ın kıyısında yaşayan halklar arasında yer alan ve Skyth
soyundan olduklarını söylenen Massagetler, büyük ve güçlü bir halktır; tanyerinin ağardığı ve
güneşin doğduğu yönde, Arax'ın öbür yanında, İssedon’ların karşısında oturmaktadır55. Nereye
gittiyse, düşmana boyun eğdiren ve Assur’dan Batı Anadolu’ya kadar bütün dünyanın egemeni
olan Kyros’un, Kuzeyde yaşayan ve Karadeniz Bölgesi’nin ortalarına kadar sık sık karşı karşıya
geldiği Massaget tehlikesini de ortadan kaldırması gerekmektedir. Bu seferin bir diğer nedeni de
Kafkasların doğusunda uçsuz bucaksız uzanan ovanın hâkimi Massaget'lerdir56. Herodot
Massaget'ler oldukça etkilenmiş olacak ki kitabında onların hakkında çok ayrıntılı bilgiler
vermektedir: “Massaget'lerin giyinişleri ve yaşamaları Skythlerinki gibidir; atlı ya da yaya
savaşırlar (çünkü her iki şekilde de savaşabilirler), okla ve kargıyla savaşırlar ve daha çok
sagaris dedikleri baltayı kullanırlar. Silahlarını yalnız bakır ve altınla yaparlar; kargı ve
mızrak uçları, baltalar hep bakırla yapılır; savaş başlığı, kılıç kayışı, koltuk altlarını koruyan
parçalar altın süslerle bezenmiştir. Atları da öyledir; göğüs cebeleri bakırdandır; gem,
kantarma, şakakları koruyan plaklar altın yaldızlıdır. Demir, gümüş kullanmazlar; bunun
nedeni, Skythlerde olduğu gibi bunlarda da bu madenlerin bulunmayışıdır, buna karşılık altın
ve bakır çok boldur57... Toprağı ekip biçmezler; sürü hayvanlarıyla ve Arax ırmağının bol
balıklarıyla geçinirler; içkileri süttür. Taptıkları tek tanrı güneştir ve ona at kurban ederler; bu
kurban şu düşünceyle yapılır: Ölümlülerin en hızlısı, tanrıların en hızlısına adanmıştır”58.
Massaget'ler, kocasının ölümünden sonra tahta geçen Tomris adında bir kraliçenin
yönetimindedir59. Kyros önce Tomris ile evlenerek tehlikeyi ortadan kaldırmak istemiş, ancak
kabul edilmeyince askeri sefere karar vermiştir. Persler ile Massaget'ler arasındaki sınırı Arax
Nehri çizmektedir. Kyros’un esiri olan Lydia Kralı Kroisos’un önerisi üzerine, savaşın
Massaget'ler toprağında yapılmasına karar verilmiştir60. Kroisos’un Tomris galip gelirse ortaya
çıkacak olumsuz durumu anlatan şu sözleri hipotezimizin anlaşılması açısından çok önemlidir:
“Tomris'in imparatorluğunun yüreğine kadar yürüyebilirsin. Bir de bırak bütün bu
söylediklerimi, ayıp olur, dayanılmaz bir şey olur, Kyros'un, Kambyses oğlunun bir kadın
önünde geri basıp ülkesinden bir parçayı ona bırakması”61. Savaşın ilk bölümünde hileye kanan
Tomris’in askerinden bir bölümü öldürülmüş, Kyros’a esir düşen Tomris'in oğlu Spargapises
intihar ederek hayatına son vermiştir62. Oğlunun ölümü üzerine Tomris’in yemini kayda
değerdir: “Massaget'lerin efendisi olan Güneş adına ant içerim ki, kan dökmeye doymayan
adam, seni ben kanla doyuracağım”63. Oğlunun ölümüne çok öfkelenen Tomris, var gücü ile
Kyros’un üzerine yürümüş ve savaşın sonunda Persler yenilmiş, Kyros ise savaş alanında
öldürülmüştür. Kyros’un sonunu Herodot şu şekilde anlatmaktadır: “Tomris, elinde kan dolu bir
tulum, ölüler arasında Kyros'u arıyordu; onu buldu ve kafasını tulumun içine daldırdı. Ölünün
her yanını kana bularken şunları söylüyordu: "Canım sağ ve savaştan zaferle çıktım, ama sen
beni öldürdün, hileyle oğlumu yakaladın; ama işte sen de sana önceden söylediğim gibi, benim
Herodot I. 201.
Herodot I. 204.
57 Herodot I. 215.
58 Herodot I. 216.
59
Herodot I. 205.
60 Herodot I. 208.
61 Herodot I. 207.
62 Herodot I. 213.
63
Herodot I. 212.
55
56
18 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
17
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
elimle kana doyuyorsun!" Kyros'un ömrünün nasıl sona erdiği üzerine çok hikâye vardır; ben
doğruya en çok benzeyenini anlattım”64. Tomris Han böylece Kyros'un tam 29 yıl süren
saltanatına son vermiştir65.
Betim sanatındaki Amazon algısının değişmesinde tarihi gerçeklerin bir etkisi olmuş
mudur? MÖ 6. yüzyılın sonlarına kadar Herakles veya Akhilleus gibi Helen kahramanlar
karşısında mağlup gösterilen Amazon kadınları66, yüzyılın sonları ile birlikte yerini Helen ve
Amazon askerlerinin birlikte resmedildiği sahnelere bırakmasında67 alegorik olarak Tomris
Hanın etkisi var mıdır? Başlangıçta kahramanlar ile Amazonlar arasında başlayan mücadelenin
yerini, özellikle MÖ 5. yüzyılın 2. yarısından başlayarak, düzenli ordular arasındaki savaşa terk
etmesini68 tesadüf olarak mı yorumlamalıyız? Bütün bu soruların cevabını Wolfram Martini’nin
önemli mitolojik savaş sahnelerinin betim sanatındaki oranını zamansal olarak gösterdiği
grafikte bulmak mümkündür (Res. 24)69: MÖ 6. yüzyılın ilk üç çeyreğinde Kentauromakhia ile
başat giden Amazonomakhia konusunun yüzyılın son çeyreğinde Gigantomakhia ile eşitlendiği,
MÖ 5. yüzyılın ilk çeyreğinde Hoplomakhia ile yarıştığı, yüzyılın 2. çeyreğinde mitolojik savaş
konuları eşlense de yüzyılın 2. yarısında Amazonomakhia konusunun diğer savaşların tamamına
belirgin bir şekilde fark attığı gözlemlenmektedir. Oranlardaki bu değişim tesadüf olarak
açıklamak mümkün değildir. Helenlerin Perslere karşı, özellikle MÖ 5. yüzyılda, kazandıkları
küçüklü büyüklü zaferler alegorik olarak Amazon’lara yansımış gibidir. Diğer bir ifade ile MÖ
6. yüzyılın sonlarında Tomris Han ile başlayan kadın komutan hayranlığı Amazonomakhia
kompozisyonuna yansımış, MÖ 5. yüzyılda özellikle Temistokles’in Perslere karşı kazandığı
Salamis Deniz Zaferi70 ile Helenler kendilerini Tomris Han gibi görmeye başlamışlardır. Bu
durumda Amazonomakhia betimlerindeki Amazon kadınlarının iddia edildiği gibi alegorik
olarak Persleri değil de Tomris Han liderliğindeki kadın savaşçıları temsil ettiğini ileri sürmek
çok da abartılı bir iddia olmayacaktır.
Bu sonuç, Helen ve Yunan sanatını yüzyıllarca etkileyen bir konuyu medeniyetin
barbarlığa karşı aldığı zaferin betim sanatına yansıması olarak mı, Helen kültüründe feminizmin
yükselişi olarak mı, Perslerin alegorik olarak gösterilmesi şeklinde mi yorumlamalıyız,
sorularının da cevabıdır. Tomris Han’ın II. Kyros’un kesik başı ile Peter Paul Rubens’in 1633
tarihli (Res. 25)71 veya Antonio Molinari’nin72 1692 tarihli yağlı boya tablolarında betimlenmesi
de Tomris Han’a duyulan hayranlığın bir göstergesidir. Saksonya kontu Camillo von
Marcolini’nin 1785 civarında Friedrichstadt'taki sarayının bahçesine dikilmek üzere yaptırdığı
altı adet antik kahraman heykelinin arasında, özellikle Perslere karşı çok büyük bir zafer sayılan
Salamis Savaşı’nın kahramanı Themistokles’in heykeli ile birlikte, sağ elinde II. Kyros’un kesik
başı ile Tomris Han’ın da yer almasını tesadüflerle açıklamak mümkün değildir (Res. 26)73.
Herodot I. 214.
Herodot I. 214. Ayrıca bk. Altheim - Stiehl 1970, 128. Ancak, Xenophon gibi bazı farklı kaynaklarda Kyros'un
savaş meydanında değil de yatağında eceli ile öldüğünün anlatıldığı da göz ardı edilmemelidir: Xen.Kyr. VIII. C.7.
66 Martini 2013, 176 Res. 42 Lev. 35
67
Martini 2013, 174 Res. 40 Lev. 34
68 Ayrıca bk. Martini 2013, 176 Res. 41 Lev. 35
69 Martini 2013, 181 Res. 47 Lev. 38 .
70 Mansel 1971, 285-288.
71
Berger 1979, 4 Res. 1, orijinali için bk. 13 Res. 9.
72 https://altemeister.museum-kassel.de/33620/0/0/147/0/1/0/objekt.html
73 Bilindiği gibi kont von Marcolini, heykeltıraş Thaddäus Ignaz Wiskotschill'iye sarayının bahçesine dikilmesi için
aralarında ünlü Helen devlet adamı Themistokles’in de bulunduğu kumtaşından heykeller yaptırmıştır. Bu
heykellerden Themistokles ve Tomris Han’a ait olanlar günümüzde Dresten Friedrichstadt Belediye Kliniği parkında
64
65
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O18
K 19
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
Sonuç olarak yaşanan çok sayıda savaş ve kazanılan zaferler, Antik çağda kurgusal ve
efsanevi savaşlar ile temsil edilmeye çalışılmıştır. Kuşkusuz bunların en anlamlı ve etkilisi
Amazonomakhia’dır. MÖ 6. yüzyıl ile birlikte sanatçıların repertuarına giren konu, daha sonraki
yüzyıllarda da kesintisiz bir şekilde resmedilerek günümüze kadar varlığını devam ettirmiştir.
Galip gelen tarafın belli olmadığı Amazonomakhia ile ne medeniyetin barbarlara üstünlüğü ne
de Perslerin Amazon şeklinde alegorik gösterimi söz konusudur; anlatılmak istenen Tomris Han
özelinde kadın askerlere, diğer bir ifade ile alegorik olarak Amazonlara duyulan hayranlıktır.
Helenler, Tomris Hanı barbar olarak görmemiş, Pers galibi olarak kendileri ile eş değer bir
konuma yükseltmişlerdir. Helenlerin Amazonlara karşı duyduğu ilgi ve sempatinin nedeni
Tomris Han olmalıdır74.
“Anadolu'nun mythosa katkıları salt efsane, uydurulmuş̧ masal değildir. Anadolu
kaynaklı efsanelerin hemen hepsi olmuş̧ olayları yansıtır, yasamış̧ kişileri konu alır. Bu
yüzdendir ki, bir gerçek payı ve tarihsel bir nitelik taşırlar. İzlerine destanlarda olduğu kadar,
tarihçilerin ve coğrafyacıların eserlerinde rastlamamız bunu kanıtlar. Amazon'lar bu gerçeğin
en belirgin örneğidir”, der, Azra Erhat Mitoloji Sözlüğü kitabının Amazonlar maddesinin
girişinde75.
Kaynaklar
Kullanılan kısaltmalarda Alman Arkeoloji Enstitüsü’nün önerileri göz önünde
bulundurulmuştur. Antik kaynak kısaltmalarında Der Kleine Pauly’deki şekil kullanılmıştır.
Altheim - Stiehl 1970 F. Altheim – R. Stiehl, Geschichte Mittelasiens im Altertum (Berlin
1970).
Arias - Hirmer 1960
P. E. Arias — M. Hirmer, Tausend Jahre Griechische Vasenkunst
(München 1960)
Arr.an. Arrian, Anabasis of Alexander, Books I-IV, Books V-VII, Indica, P.A. Brunt, Loeb
Classical Library 236, 269 (Cambridge, Massachusetts, London 1983/1989).
Avery 1972
H. C. Avery, “Herodotus' Picture of Cyrus”, AJPh 93, 1972, 529-546.
Berger 1979 R.W. Berger, “Rubens's Queen Tomyris with the Head of Cyrus”, Museum of
Fine Arts Bulletin 77, 1979, 4-35.
Blok 1995
J. H. Blok, The Early Amazons. Modern and Ancient Perspectives on a
Persistent Myth, R. van den Broek, H.J.W. Drijvers, H.S. Versnel (eds.), Religions in
the Graeco-Roman World 120 (Leiden - New York - Köln 1995).
Bonfante 2011 L. Bonfante (ed.), The Barbarians of Ancient Europe, Realities and Interactions
(Cambridge 2011).
Borbein 1995 A. H. Borbein (Hrsg.), Das alte Griechenland (München 1995)
korunmaktadır. Her iki heykel 41.600 Euro harcanarak restore edilmiş ve 13.01.2020 tarihinde parktaki yerine bir
törenle tekrar dikilmiştir: https://www.sachsen-fernsehen.de/sandsteinskulpturen-zurueckgekehrt-709007/#
74
Her ne kadar Arrius, Büyük İskender’in Asya’nın en güzel kadını olduğu söylenen Darius’un karısından sonra en
güzel kız olduğu için Baktriya Kralı Oxyartes'in kızı Roxana’ya âşık olarak evlendiğini yazsa da acaba bu tercihte
aynı coğrafyada yaşamış olan Tomris Hatun’un payı var mıdır ? Düşünülmeye değer bir olasılık gibi durmaktadır. Bu
konuda bk. Arrian, Anabasis V, 19.5-6. - Liotsakis 2019, 129-131.
75
Erhat 1996, 32
20 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
19
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
Börner 2010 L.
Börner
(Hrsg.),
Amazonen.
Geheimnisvolle
Kriegerinnen.
Ausstellungskatalog Speyer, Historisches Museum der Pfalz (München 2010).
Buitron-Oliver 1995 D. Buitron-Oliver, Douris. A Master-painter of Athenian Red-figure
Vases (Mainz 1995)
Coste-Messelière 1957 P. de La Coste-Messelière, Fouilles de Delphes IV,4: Sculptures du
Trésor des Athéniens (Paris 1957).
Dayagi-Mendels - Rozenberg 2013 M. Dayagi-Mendels - S. Rozenberg (Hrsg.), Chronicles of
the Land. Archaeology in the Israel Museum Jerusalem (Jerusalem 2013).
duBois 1999 P. duBois, Centaurs and Amazons: Women and the Pre-History of the Great
Chain of Being (Michigan 1999).
Erhat 1996
A. Erhat, Mitoloji Sözlüğü (İstanbul 1996).
Fornasier 2007 J. Fornasier, Amazonen. Frauen, Kämpferinnen und Städtegründerinnen (Mainz
2007).
Fleischer 1998 R. Fleischer, “Der Wiener Amazonensarkophag”, AntPl 26, 1998, 7-54.
Hafner 1992 G. Hafner, “Die beim Apollotempel in Rom gefundenen griechischen
Skulpturen”, JdI 107, 1992, 17-32
Hdt.
Herodotos, Herodot Tarihi, Çev. M. Ökmen – A. Erhat (İstanbul 1973).
Hinds 2010
K. Hinds, Scythians and Sarmatians (New York 2010).
Kimball 2002 J. D. Kimball, Savaşçı Kadınlar Amazonlar, çev. M. Çağdaş (İstanbul 2002).
Liotsakis 2019 V. Liotsakis, Alexander the Great in Arrian’s Anabasis, F. Montanari – A.
Rengakos (eds.), Trends in Classics – Supplementary Volumes 78 (Berlin, Boston
2019).
Mansel 1971
A. M. Mansel, Ege ve Yunan Tarihi (Ankara 1971).
Martini 2013 W. Martini, “Die visuelle Präsenz der Amazonen in Athen im 6. und 5.
Jh.v.Chr.”, Ch. Schubert, A. Weiß (ed), Amazonen zwischen Griechen und Skythen.
Gegenbilder in Mythos und Geschichte. Beiträge zur Altertumskunde 310
(Berlin/Boston 2013), 171-184.
Mayor 2014
A. Mayor, The Amazons, Lives and Legends of Warrior Women across the
Ancient World (Princeton-Oxford 2014).
Muth 2008
S. Muth, Gewalt im Bild (Berlin 2008).
Oberleitner 1993
W. Oberleitner “Die Neuaufstellung des Heroons von Trysa: Geschichte
in Wien und Wiener G'schichtn”, AW 24,2, 1993, 133-147.
Quintus
Quintus Smyrnaeus, The Fall of Troy, A.S. Way (trans.), Loeb Classical Library
19 (London 1984),
Pemberton 1972
E. G. Pemberton, "The East and West Friezes of the Temple of Athena
Nike," AJA 76, 1972, 303-310.
Reeder 1996 E. D. Reeder (Hrsg.), Pandora. Frauen im klassischen Griechenland.
Ausstellungskatalog Basel (Basel 1996).
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O20
K 21
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
Schmidt 1960 M. Schmidt, Der Dareiosmaler und sein Umkreis. Untersuchungen zur
Spätapulischen Vasenmalerei (Münster 1960).
Snell 1960
Bruno Snell, The Discovery of the Mind. The Greek Origins of European
Thought, T.G. Rosenmeyer (trans.) (New York 1960).
Stewart 1985 A. F. Stewart, “History, Myth, and Allegory in the Program of the Temple of
Athena Nike, Athens”, Symposium Papers IV: Pictorial Narrative in Antiquity and the
Middle Ages (1985), Studies in the History of Art 16, 1985, 53-73.
Tarbell 1920 F. B. Tarbell, “Centauromachy and Amazonomachy in Greek Art: The Reasons
for Their Popularity”, AJA 24, 1920, 226-231.
Trendall - Cambitoglou 1982 A. D. Trendall - A. Cambitoglou, The Red-figured Vases of
Apulia II: Late Apulian (Oxford 1982)
Weiß 2013
A. Weiß, “Perpetua als Anti-Amazone”, Ch. Schubert, A. Weiß (ed), Amazonen
zwischen Griechen und Skythen. Gegenbilder in Mythos und Geschichte. Beiträge zur
Altertumskunde 310 (Berlin/Boston 2013), 137-150.
Wünsche 2008 R. Wünsche (ed.), Starke Frauen. Ausstellungskatalog München, Staatliche
Antikensammlung und Glyptothek (München 2008).
Xen.Kyr.
Xenophon, Cyropaedia II, W. Miller (transl.), The Loeb Classical Library
(London - New York 1914).
Zanker – Ewald 2004 P. Zanker — B. C. Ewald, Mit Mythen Leben. Die Bilderwelt der
römischen Sarkophage (München 2004).
Resimler Listesi
Resim 1 –
Exekias ressamına ait İtalya Vulci’den Attik siyah figür amphora. MÖ 6. yüzyıl.
British Müzesi. Foto: Mayor 2014, 296 Res. 18.2.
Resim 2 –
İtalya Vulci’den Attik siyah figür hydria. MÖ 510-500. British Müzesi. Foto:
Mayor 2014, 301 Res. 18.5.
Resim 3 –
Timiades ressamına ait Attik siyah figür amphora. MÖ 570-560. Boston Güzel
Sanatlar Müzesi. Foto: Blok 1995, Lev. 9.
Resim 4 –
Duris ressamına ait kantharos. MÖ 500-470. Brüksel, Kraliyet Sanat Tarihi
Müzesi. Foto: Reeder 1996, 17 ve 375 Res. 4 ve 120.
Resim 5 –
Tyrins’den adak levhası. MÖ 700. Nauplia Müzesi. Foto: Blok 1995, Lev. 4b.
Resim 6 –
Douris ressamına ait kırmızı figür kantharos. MÖ 500-470. Foto: Buitron-Oliver
1995, Lev. 32, alttaki.
Resim 7 –
Akroter figürü. Delphi Apollon Kutsal Alanında Atinalılar Hazine Dairesi, MÖ
507 – 485. Foto: Coste-Messelière 1957, Lev. 87 üst.
Resim 8 –
Metop figürü. Delphi Apollon Kutsal Alanında Atinalılar Hazine Dairesi, MÖ
507 – 485. Foto: Coste-Messelière 1957, Lev. 27.
Resim 9 –
Apollo-Sosianus-Tapınağı Alınlığı. Rekonstruktion E. La Rocca. MÖ 450-430.
Foto: Hafner 1992, 28 Res. 1 alt.
22 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
21
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
Resim 10 –
Bassae Apollon Epikourios Tapınağı Frizleri. MÖ 420. Foto: Fornasier 2007,
72-73 Res. 36.
Resim 11 –
Phedias’ın Athena Parthenos’unun kalkanı. Kopya. MÖ 440. Foto: Fornasier
2007, 71 Res. 35.
Resim 12 –
Trysa/Gölbaşı Heroonu, Batı frizden . MÖ 380-370. Foto: Oberleitner 1993,
136 Res. 8.
Resim 13 –
Halikarnassos Mausoleum, podyum frizinden detay. MÖ 350. Foto: Yazar
Resim 14 –
Amazon lahdi. Viyana, Sanat Tarihi Müzesi, Env. 169. MÖ 320. Foto: Fleischer
1998, Lev. 2B.
Resim 15 –
Halikarnassos’dan galdyatörler kostümü ile Amazon ve Akhilleus. Roma
İmparatorluk Çağı. Foto: Weiß 2013, 144 Res. 16 Lev. 14.
Resim 16 –
Antiocheia a.O. Mozaiği. Hatay Müzesi, Env. MS. 4. yüzyıl. Foto:
https://commons.wikimedia.org/wiki/File:Orient_méditerranéen_de_l%27Empi
re_romain_-_Mosaïque_byzantine_-5.JPG
Resim 17 –
Cladius Severinus ve karısı Berenice adına yapılmış Amazon Lahdi. 1990
yılında Aizanoi’ya 3 km mesafede nekropolde yapılan kurtarma kazılarında
bulunmuş. MS. 2. yüzyıl. Kütahya Arkeoloji Müzesi. Foto:
https://commons.wikimedia.org/wiki/File:Kutahya_archaeological_museum_A
mazonomachy_sarcophagus_8837_Panorama.jpg
Resim 18 –
Apulla’dan kırmızı figür kelç krateri. MÖ 4. yüzyıl. Foto: Trendall Cambitoglou 1982, Lev. 170, 1.
Resim 19 –
Baltimore ressamına ait Güney İtalya’dan kırmızı figür volütlü kraterinden
parça. MÖ 330. Metropolitan Sanat Müzesi. Foto: Mayor 2014, 250-251 Res.
15.1.
Resim 20 –
Campania’dan kırmızı figür çan krater. MÖ 5-4. yüzyıl. Manchester
Üniversitesi, Whitworth Sanat Galerisi. Foto: Mayor 2014, 92 Lev. 7.
Resim 21 –
Attik kırmızı figür kylix. MÖ 520-480. München Statliche Antikensammlungen.
Foto: Wünsche 2008, 71 Res. 5.22.
Resim 22 –
Agrigent’ten Attik kırmızı figür boyunlu amphora. MÖ 450-430. München
Statliche Antikensammlungen. Foto: Wünsche 2008, 76 Res. 6.1.
Resim 23 –
Siyah figür krater. MÖ 500. München, Antikensammlung und Glyptothek. Foto:
Börner 2010, 42 Res. Unten.
Resim 24 –
Foto: Martini 2013, 181 Res. 47 Lev. 38.
Resim 25 –
Peter Paul Rubens’in "Queen Tomyris with the Head of Cyrus" isimli
tablosunun replikası. Foto: Berger 1979, 4 Res. 1.
Resim 26 - Saksonya kontu Camillo von Marcolini’nin 1785 civarında Friedrichstadt'taki
sarayının bahçesine dikilmek üzere yaptırdığı altı heykelden birisi olan Kraliçe
Tomris Heykeli. Foto: https://www.sachsen-fernsehen.de/sandsteinskulpturenzurueckgekehrt-709007/#
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O22
K 23
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
Res 1. Akhilleus Amazon Penthesilea’yı öldürürken.
Res. 2- Akhilleus Amazon Penthesilea’nın cesedini taşırken.
23
24 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
Res. 3 – Herakles – Amazon Andromache.
Res. 4. Herakles Amazonu öldürürken.
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O24
K 25
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
Res. 5 - Amazonomakhia.
Res. 6 - Telamon ile Amazon.
26 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
25
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
Res. 7 –At üzerinde Amazon.
Res 8 - Theseus – Amazon Antiope.
Res. 9 – Amazonomakhia.
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O26
K 27
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
Res. 10 – Amazonomakhia.
Res. 11 – Amazonomakhia.
Res. 12 – Amazonomakhia.
28 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
27
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
Res. 13 - Amazonomakhia.
Res. 14 – Amazonomakhia.
Res. 15 - Amazon ve Akhilleus.
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O28
K 29
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
Res. 16 – Amazonomakhia.
Res. 17- Amazonomakhia.
30 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
29
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
Res. 18 - Herakles Hippolite’den altın kemeri alırken.
Res. 19 - Herakles Amazon kraliçesi Hippolyte’nin kemerini alırken.
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O30
K 31
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
Res. 20- Herakles Amazon kraliçesi Hippolyte’nin kemerini alırken.
Res. 21 – Silahlarını kuşanmış şekilde koşan Amazon.
32 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
Res. 22 - At üzerinde Amazon.
31
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
Res. 23 – Silah kuşanan Amazonlar
Res. 24 - Önemli mitolojik savaş sahnelerinin betim sanatındaki yerinin zamansal karşılaştırılmalarını
gösterir grafik.
Res. 25 – Tomris Hana II. Kyros’un kesik başının taktim edilmesi.
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O32
K 33
Res. 26 - Kraliçe Tomris’in II. Kyros’un kesik başı ile heykeli.
33
E NUMARASI VERİLMEYEN VE YENİ BULUNAN YENİSEY YAZITLARI
Nurdin USEEV
Öz
İlki 1722 yılında bulunan Yenisey Yazıtları, Köktürk harfli yazıtların
içinde sayısı bakımından en büyük gruptur. Yenisey Yazıtlarının sayısı
hakkında çeşitli görüşler mevcuttur. Örneğin, O. F. Sertkaya’nın 2008 yılında
verdiği bilgiye göre 184’e yakındır. D. D. Vasilyev de 250’ye yaklaştığını
belirtmektedir. Sayısının çokluğundan dolayı W. Radloff ile H. N. Orkun
tarafından kendi adlarıyla verilen Yenisey Yazıtları’nı S. Ye. Malov, 1952
yılında yayımlanan ‘Yeniseyskaya Pis’mennost Tyurkov’ adlı çalışmasında
yazıtları 1, 2,.... şeklinde numaralandırarak adlarıyla birlikte yayımlamıştır.
Bu numaralandırma daha sonra ‘Drevnetyurkskiy Slovar’ın yazarları
tarafından takip edilerek E 1, E 2.... şeklinde E harfiyle gösterilmiştir. Bu
sözlükte 85 yazıtın söz varlığı ele alınarak sözlüğün Giriş bölümünde 85
yazıt hakkında kısa bilgi verilmiştir. D. D. Vasilyev’in 1983 yılında
yayımlanan ‘Korpus Tyurkskih Runiçeskih Pamyatnikov Basseyna Yeniseya’
adlı önemli çalışmasında 145 yazıtın çizimleri, harf çevrimi ve resimleri
verilmiştir. 1986 yılında D. D. Vasilyev ile V. A. Semenev, 1986 yılındaki
PIAC toplantısında E 147, E 148, E 149, E 150, E 151 yazıtları hakkında
bilgi vermişlerdir. İ. V. Kormuşin, 1997 yılında yayımlanan ‘Tyurkskiye
Yeniseyskiye Epitafii: Tekstı i İssledovaniya’ adlı çalışmasında E 152
Yazıtı’nı, 2008 yılında yayımlanan ‘Tyurkskiye Yeniseyskiye Epistafi: Tekstı
i İssledovaniya’ adlı eserinde de E 153 ve E 154 Yazıtları’nı yayımlamıştır.
Bundan sonra E harfi ile kısaltılarak numara verilen yazıtlara herhangi bir
çalışmada rastlanmamaktadır.
Yazıtlarla ilgili çalışmalarda verilen son yazıt, 2008 yılında E 154
şeklinde numaralandırılmıştır. Ancak bu tarihten önce bulunan ve E numarası
verilmeyen yazıtlar olduğu gibi daha sonra bulunan yazıtlar da vardır.
Bildirimizde işte E numarası verilmeyen ve yeni bulunan 21 tane Yenisey
Yazıtı ele alınmıştır.
Anahtar Sözcükler: Yenisey Yazıtları, numaralandırma, Poltakov Yazıtı,
mengir, ziyaret yazıtı.
WITHOUT E NUMBERED AND NEWLY FOUND YENISEY
INSCRIPTIONS
Abstract
The Yenisey Inscriptions, the first of which was found in 1722, are the
largest group in terms of number of the inscriptions with the letters Kokturk.
There are various opinions about the number of Yenisey Inscriptions. For
example, according to the information given by O. F. Sertkaya in 2008, it is
close to 184. D. D. Vasilyev states that it is approaching 250. The Yenisey
Inscriptions given by W. Radloff and H. N. Orkun in their own names due to
their large number were published by S. Ye. Malov in his work titled
"Yeniseyskaya Pis'mennost Tyurkov", numbering the inscriptions as 1, 2, ....
and with their names. This numbering was later followed by the authors of
‘Drevnetyurkskiy Slovar’ and shown with the letter E in the form of E 1, E 2
.... . In this dictionary, by considering the vocabulary of 85 inscriptions, brief
information about 85 inscriptions is given in the Introduction section of the
Dr.; Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi Türkoloji Bölümü,
[email protected].
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 35
34
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
dictionary. In the important work of D. D. Vasilyev published in 1983 called
"Korpus Tyurkskih Runiçeskih Pamyatnikov Basseyna Yeniseya", drawings,
transliteration and pictures of 145 inscriptions were given. In 1986, D. D.
Vasilyev and V. A. Semenev gave information about the inscriptions E 147,
E 148, E 149, E 150, E 151 at the PIAC meeting in 1986. I. V. Kormushin
published the E 152 Inscription in his work "Tyurkskiye Yeniseyskiye
Epitafii: Tekstı i İssledovaniya" published in 1997, and the E 153 and E 154
Inscriptions in "Tyurkskiye Yeniseyskiye Epistafi: Tekstı i İssledovaniya"
published in 2008. The inscriptions that are abbreviated with the letter E and
numbered after that are not encountered in any study.
The last inscription given in studies on inscriptions was numbered E 154
in 2008. However, there are inscriptions found before this date and without
an E number, as well as inscriptions found later. In our declaration, 21
Yenisey Inscriptions, which were not given an E number and were recently
found, were discussed.
Keywords: Yenisey Inscriptions, number, Poltakov Inscription, mengir,
visit inscription.
Giriş
Bulunduğu bölgedeki Yenisey Nehri’nin adını alan Yenisey Yazıtları çoğu taş
kitabelere, bir kısım kayalara ve değişik aletler üzerine yazılmış yazıtlardır. Yenisey Yazıtları
tahminen V-XII. asırlar arasında Yenisey Nehri’nin üst havzasında, başka bir ifadeyle bugünkü
Rusya Federasyonu’nun içerisindeki Tuva ve Hakasya Cumhuriyetlerinin topraklarında ve
Krasnoyarsk Kray’ın Minusinsk ilçesinde, çoğunluğu Kırgızlar, bir kısmı da başka Türk boyları
tarafından dikilmiş yazıtlardır (Alyılmaz, 2007, s. 17; Ercilasun, 2004, s. 141; Şçerbak, 1970, s.
111; Batmanov, 1959, s. 12; Orkun, 1994, s. 428-429). Yazıtların sayısı hakkında çeşitli
görüşler mevcuttur. Örneğin: O. F. Sertkaya’nın 2008 yılında verdiği bilgiye göre 184’e
yakındır (Sertkaya, 2008, s. 14). D. D. Vasilyev de 250’ye yaklaştığını belirtmektedir (Vasilyev,
2011, s. 905). Sayısının çokluğundan dolayı W. Radloff ile H. N. Orkun tarafından kendi
adlarıyla verilen Yenisey Yazıtları’nı S. Ye. Malov, 1952 yılında yayımlanan ‘Yeniseyskaya
Pis’mennost Tyurkov’ adlı çalışmasında yazıtları 1, 2,.... şeklinde numaralandırarak adlarıyla
birlikte yayımlamıştır. Bu numaralandırma daha sonra ‘Drevnetyurkskiy Slovar’ın yazarları
tarafından takip edilerek E 1, E 2.... şeklinde E harfiyle gösterilmiştir. Yenisey Yazıtları’nı bu
şekilde numaralandırarak göstermek A. M. Şçerbak, D. D. Vasilyev, İ. V. Kormuşin vd. gibi
bilim adamları tarafından kullanılarak bilim dünyasında yaygınlaşmıştır. Ancak yapılan bu
numaralandırmanın tam olmadığı ve bazı eksikliklerin bulunduğu görülmektedir. S. Ye. Malov,
yukarıda belirtilen çalışmasında W. Radlof ile H. N. Orkun’un eserlerinde yer alan 47 yazıta,
daha sonra bulunan ve S. V. Kiselev tarafından yayımlanan 4 yazıtı ekleyerek 51 yazıtı
numaralandırmıştır (Malov, 1952). Daha sonra 1969 yılında yayımlanan ‘Drevnetyurkskiy
Slovar’da 85 yazıtın söz varlığı ele alınarak sözlüğün Giriş bölümünde 85 yazıt hakkında kısa
bilgi verilmiştir (Nadelyayev vd., 1969, s. XXII-XXVII). D. D. Vasilyev’in 1983 yılında
yayımlanan ‘Korpus Tyurkskih Runiçeskih Pamyatnikov Basseyna Yeniseya’ adlı önemli
çalışmasında 145 yazıtın çizimleri, harf çevrimi ve resimleri verilmiştir (Vasilyev, 1983). 1986
yılında D. D. Vasilyev ile V. A. Semenev, 1986 yılındaki PIAC toplantısında E 147, E 148, E
149, E 150, E 151 yazıtları hakkında bilgi vermişlerdir (Vasilyev ve Semenev, 1986). Ancak bu
bildirinin sadece özeti yayımlandığı için söz konusu yazıtlar hakkında geniş bilgi yoktur. İ. V.
Kormuşin, 1997 yılında yayımlanan ‘Tyurkskiye Yeniseyskiye Epistafi: Tekstı i İssledovaniya’
adlı çalışmasında E 152 Yazıtı’nı, 2008 yılında yayımlanan ‘Tyurkskiye Yeniseyskiye Epistafi:
Tekstı i İssledovaniya’ adlı eserinde de E 153 ve E 154 Yazıtları’nı yayımlamıştır (Kormuşin,
36 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
35
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
1997; Kormuşin, 2008). Bundan sonra E harfi ile kısaltılarak numara verilen yazıtlara herhangi
bir çalışmada rastlanmamaktadır. Oysa 2008 yılından bu yana Yenisey Bölgesi’nde en az 6 yeni
yazıt bulunmuştur. Örneğin, 2014 yılında Rusya Tarihî ve Kültürel Eserleri Koruma
Topluluğunun Hakasya Bölümü’nün Arkeolojik Heyeti, Hakasya Cumhuriyeti’nde, AbakanAskiz otoyolu kenarında kazılar yapmıştır. Bu kazılar sırasında Ust Kamışta köyünden 6 km
güneydoğuda yer alan Uytag 10 mezarlığının yakınlarında yeni bir yazıt bulunmuştur. Bilim
dünyasına Uytag Yazıtı adıyla geçen bu yazıt, 2015 yılının Haziran ayında V. Ya. Butanaev
tarafından Hakasya Millî Bölge Müzesine getirilmiştir (Butanaev, 2016, s. 26).
Biz bu bildirimizde daha önce bulunmasına rağmen E numarası verilmeyen ve daha
sonra bulunduğu için E numarası almayan yeni yazıtları ele alarak Yenisey Yazıtlarının sayısını
tespit etmeye, söz konusu yazıtlara E numarası vererek numaralandırmaya çalıştık.
Yukarıda belirtildiği gibi sayısının çok olmasından dolayı Yenisey Yazıtlarına E 1, E 2,
E 3, E ... şeklindeki numara verilerek bilim dünyasına ve kamuya daha çok bu numaraları ile
bilinmektedir. Bu numaralandırma ile verilen son yazıt, İ. V. Kormuşin’in 2008 yılında
yayımlanan ‘Tyurkskiye Yeniseyskiye Epistafi: Tekstı i İssledovaniya’ adlı eserinde yer alan ve
2000 yılında bulunan Alaş II (E 154) Yazıtıdır (Kormuşin, 2008, s. 72-73). Bundan dolayı biz
bu bildirimizde 2000 yılından önce bulunan, ancak numaralandırmaya dahil olmayan yazıtları E
numarası verilmeyen Yenisey Yazıtları başlığı altında ele almayı ve 2000 yılından sonra
keşfedilen yazıtları da yeni bulunan Yenisey Yazıtları adı altında incelemeyi uygun gördük.
1.
E Numarası Verilmeyen Yenisey Yazıtları
2000 yılından önce bulunan bazı yazıtlar belirli bir nedenlerden – bulunduğu yerin
tespit edilememsi, bir araştırmacının yayımlanmayan çalışma notlarında kalması, küçük
olmasından dolayı ilgi görmemek - dolayı Yenisey Yazıtları grubuna alınmamış ve E numarası
verilmemiştir. Biz, bugüne kadar yaptığımız çalışmalarımızın sonucunda böyle 11 yazıtı tespit
edebildik. Aşağıda bunların her birinin üzerinde duracağız.
1.1. Ermitaj Müzesindeki Gümüş Kap
Bugünlerde Sankt-Petersburg şehrindeki Devlet Ermitaj Müzesi’nde bulunan gümüş
kap Minusninsk Bölgesindeki bir mezarlıkta bulunmuş ve 1976 yılında Makarov tarafından
Devlet Ermitaj Müzesi’ne getirilmiştir. Yanlışlıkla Altay Yazıtları içinde gösterildiği için
Yenisey Yazıtlarına dahil edilmemiştir (Kızlasov, 1994, s. 202; 206-207).
(Ermitaj Müzesindeki Gümüş Kabın Çizimi. Kızlasov, 1994, s. 202)
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O36
K 37
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
1.2. A. V. Adrianov Kolleksiyonu Kaya Yazıtı
1881-1889 yıllarında Güney Sibirya’da yazıtlar, arkeolojik eserler üzerinde çalışarak
çok keşifleri gerçekleştiren A. V. Adrianov’un Yenisey Yazıtları ile ilgili notları Tomsk, SanktPetersburg gibi şehirlerdeki müzelerde bulunmaktadır. W. Thomsen’in öğrencisi K. Wolf,
Sankt-Petersburg Asya Müzesi’ndki A. V. Adrianov’un notlarından 5 satırlık bir kaya yazıtının
çizimini keşfetmiştir. Söz konusu yazıt 1998 yılında M. Erdal tarafından yayımlanmıştır (Erdal,
1998).
1.3. Turan VI ve Turan VII Yazıtları
Kayaya kazınan Turan VI ve Turan VII Yazıtları 1904 yılında A. V. Adrianov
tarafından Yenisey nehrinin sağ kıyısındaki Turan Dağındaki bir kayada bulunmuştur. Daha
sonra Krasnoyarsk barajının suyu altında kalan söz konusu yazıtları sadece A. V. Adrianov’un
çizimiyle okumak mümkündür.
İ. L. Kızlasov, Turan VI ve Turan VII Yazıtlarını A. V. Adrianov’un Tomsk Devlet
Üniversitesi Sibirya Arkeolojisi ve Etnografyası Müzesinin arşivinde bulunan notlarındaki
çiziminden yararlanarak 2007 yılında yayımlamıştır (Kızlasov, 2007, s. 111).
(Turan VI ve Turan VII Yazıtlarının çizimi. A. V. Adrianov’un çizimi Kızlasov, 2007, s. 114)
1.4. Art Taş Yazıtı
Bir geyik taşına yazılan Art Taş Yazıtı S. İ. Vaynşteyn tarafından 1953 yılında Tere Hol
gölünün kuzeyindeki Art Taş adlı dağda, Saka mezarlığına yakın bir yerde bulunmuştur. S. İ.
Vaynşteyn, yazıt hakkında kısa bir bilgi verdikten sonra iyi korunmadığı için tam okunmadığını
belirtmiştir. 2002 ve 2007 yıllarında D. D. Vasilyev yerinde inceleyip 2009 yılında
yayımlamıştır (Vasilyev, 2009, s. 41-42).
38 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
37
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
(Art Taş Yazıtının çizimi. S. İ. Vaynşteyn’in çizimi Vasilyev, 2009)
1.5. Abakan Gümüş Kabı
Yüksekliği 16 cm olan kulplu gümüş kap Abakan Nehrinin sol kıyısındaki Askiz
kurganlarına yakın bir yerde bulunmuştur. Bugünlerde İ. İ. Botviç’in özel kolleksiyonundadır
(Butanaev, Botviç, 2010, s. 223; Butanaev ve Sertkaya, 2011, s. 121).
(Abakan Gümüş Kabı. Butanaev ve Botviç, 2010, s. 223)
1.6. Kunya Kaya Yazıtı
V. F. Kapel’ko tarafından 1977 yılında Kunya Dağında bulunan Kunya kaya yazıtını İ.
L. Kızlaov 1989 yılında yerinde inceleyip 1994 yılında yayımlamıştır (Kızlasov, 1994, s. 199).
38
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 39
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
(Kunya Yazıtının çizimi. Kızlasov, 1994, s. 199)
1.7. Beysk Hançeri
Beysk köyüne yakın bir yerde bulunan hançer üzerindeki iki harflik Beysk yazıtı 1994
yılında İ. L. Kızlaov tarafından yayımlanmıştır (Kızlasov, 1994, s. 199).
(Beysk Yazıtının çizimi. Kızlasov, 1994, s. 198)
1.8. Kök Haya Yazıtı
Kırmızı boya ile kayaya yazılan Kök Haya Yazıtı 1983 yılında E. A. Sevastyanova ile
V. F. Kapel’ko tarafından Es’ Nehrinin sol kıyısında, Safronov köyünden 3,5 km yukarıda yer
alan Kök Haya kayasında bulunmuştur. Yükseklikleri 1-2,7 cm arasında değişen 54 harften ve 3
satırdan oluşan bu yazıtı 1985-1988 yıllarında İ. L. Kızlasov yerinde incelemiştir. Adı geçen
bilim adamı, söz konusu yazıtı 1994 yılında yayımlamıştır (Kızlasov, 1994, s. 149).
(Kök Haya Yazıtının çizimi. Kızlasov, 1994, s. 181)
1.9. Lisiçya I ve Lisiçya II Yazıtları
1986 yılında F. V. Kapel’ko tarafından Karasuk Nehrinin sol kıyısındaki Lisiçya
Dağında bulunan Lisiçya I ve Lisiçya II Yazıtlarını 1989 ve 1991 yıllarında İ. L. Kızlasov
yerinde inceleyip Lisiçya II yazıtını 1994 yılında, Lisiçya I yazıtını da 2008 yılında
yayımlamıştır (Kızlasov, 1994, s. 189; Kızlasov, 2008, s. 456).
40 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
39
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
(Lisiçya I ve Lisiçya II Yazıtlarının çizimi. Kızlasov, 2008, s. 456)
2. Yeni Bulunan Yenisey Yazıtları
Yukarıda belirtildiği gibi 2000 yılında bulunan Alaş II (E 154) Yazıtı E numarası
verilen son yazıttır. Dolayısıyla biz bu bildirimizde bu tarihten sonra bulunan yazıtları yeni
bulunan yazıtlar başlığı altında ele aldık.
Yaptığımız çalışmaya göre 2000 yılından bugüne kadar Yenisey Bölgesinde toplam 10
yazıt bulunmuştur. Aşağıda bunlar üzerinde duracağız.
2.1. Aldan Maadır Tıva Milli Müzesi’ndeki Gümüş Kap
Tıva’daki bir mezrlıkta bulunan gümüş kap bugünlerde Aldan Maadır Tıva Milli
Müzesi’nde koruma altındadır. Bugüne kadar sadece N. Bazılhan tarafından bilgi verilmiş ve
okunmuştur (http://www.bitig.org/?mod=1&tid=2&oid=66&lang=r). Yüksekliği 13 cm olan
gümüş kabın üst kısmına yedi har kazınmıştır.
(Yazıtın çizimi. N. Bazılhan)
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O40
K 41
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
(Yazıtın resimleri. N. Bazılhan)
2.2. Kara Bulun Yazıtı
2005 yılında Rusya Federasyonu Tıva Cumhuriyeti’nin Ulug Hem hocuununda,
Yenisey Nehrinin sağ kıyısında yer alan Kara-Bulun dağında V. A. Semenov tarafından yeni bir
yazıt bulunmuştur. Kara Bulun Dağı Bayan Köl köyünden 18 km kuzey-batıda yer almaktadır.
Kayanın Doğuya bakan yüzüne yazılan bu yazıt bugüne kadar sadece D.D. Vasilyev tarafından
okunmuş ve 2009 yılında yayımlanmıştır (Vasilyev, 2009, s. 42-43). Altı satırdan oluşan Kara
Bulun Yazıtı bulunan kayada yazıttan başka geyik, boğa resimleri ve Eski Türk damgaları da
yer almaktadır.
(Kara Bulun Yazıtının çizimi. Vasilyev, 2009, s. 43)
42 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
41
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
2.3. Por Bajın
Beş harften oluşan Por Bajın Yazıtı 2007 yılında Tıva’da yer alan Tere Hol gölündeki
bir adada bulunan ünlü Por Bajın şehir kalıntısının merkezindeki iç sarayda V. S. Solovyev
başkanlığındaki arkeolojik heyetin kazısı sırasında keşfedilmiştir. Yazıt sarayın dış duvarına
kazınmış ve sadece bir kısmı korunmuştur. 2009 yılında D. D. Vasilyev yayımlamıştır
(Vasilyev, 2009, s. 42).
(Por Bajın Yazıtının çizimi. Vasilyev, 2009)
2.4. Çarıh Pil
Tagar kültürüne ait bir mezarlığa dikilen mengir taşın kenarına kazınan Çarıh Pil Yazıtı
2012 yılında S. G. Narılkov tarafından Abakan şehrinden 65 km uzaklıkta Bol’şoy Sır nehrinin
sağ kıyısında yer alan gağ geçidinde bulunmuştur. Aynı yıl İ. L. Kızlasov ile S. G. Narılkov
tarafından yayımlanmıştır (Kızlasov ve Narılkov, 2012).
(Çarıh Pil Yazıtı. Kızlasov ve Narılkov, 2012, s. 53)
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O42
K 43
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
2.5. Çaa Hol XII
Çaa Hol XII Yazıtı yerli çoban Şombul Aydın Bayır-ooloviç tarafından Tıva’daki Çaa
Hol köyünden 9 km kuzeyde bulunmuştur. 2013 yılında Tıva Beşeri Bilimler Enstitüsü
araştırmacıları yerinde inceleme yapmışlardır. B. B. Monguş, iki anıtın birisindeki yazıtı okuyup
2017 yılında yayımlamıştır. B. B. Monguş, daha önce bu bölgede 11 yazıtın bulunduğunu
dikkate alarak yeni bulunan yazıtları Çaa Hol XII ve Çaa Hol XIII şeklinde adlandırmıştır.
İkinci yazıttaki yazıt tam olarak okunmadığını belirten B. B. Monguş, Çaa Hol XII Yazıtındaki
yazıyı “Beŋkü Bört ben (Beŋkü Börtüm)” diye okuyup anlamlndırmıştır (Monguş, 2017, s. 475476).
(Çaa Hol XII yazıtı Şombul Aydın Bayır-ooloviç.
http://umc.tuva.ru/index.php/news/29-04-2020/)
2.6. Uytag
2014 yılının Ağustos ayında Hakasya Milli Müzesi çalışmaları kapsamında Abakan
Nehrinin havzasında arkeolojik eserleri tespit etme ve kayıt altına alma çalışmaları yapan Yu.
V. Teterin’in başkanlığındaki arkeologlar, Abakan-Askiz yolunun sol kıyısında yer alan Uytag
dağınsa yeni bir yazıt bulmuşlardır. 2015 yılının Nisan ayında V. Ya. Butanaev, yazıtı yerinde
inceleyip, aynı yılın 9 Naziranında Hakasya Milli Müzesi’ne getirmişlerdir (Butanaev, 2016, s.
26). Bilime Uytag Yazıtı adıyla bilinen bu yazıtı V. Ya. Butanaev ve D. D. Vasilyev okuyup
yayımlamışlardır.
2019 yılının Haziran ayında da biz yazıtı yerinde inceleyip okumaya çalıştık.
44 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
43
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
(Uytag Yazıtı. N. Useev)
2.7. Gladkiy
Uzunluğu 8 cm, genişliği 9 cm, kalınlığı 1,7 cm olan taş kırıntısına kazınan 5 harften
oluşan Gladkiy Yazıtı 2015 yılında Hakasya’nın Ust Abakan İlçesinde, Yenisey Nehrindeki
Gladkiy adasında bulunmuştur (Butanaev, 2016, s. 27).
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O44
K 45
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
(Gladkiy Yazıtı. Butanaev, 2016, s. 29)
2.8. İntiköl Yazıtı
Tagar kültürüne ait bir kurganın alanında bulunan ve boyutu 110×90×17 cm olan bir taş
anıtın güney-doğu yüzüne kazınan İntiköl Yazıtı 2016 yılında A. N. Muhareva tarafından
keşfedilmiştir. İki satırdan oluşan bu yazıt Hakasya Cumhuriyeti Bograd İlçesindeki İntiköl
gölünden 4 km güneyde yer almaktadır.
Ortalama yüksekliği 2 cm olan 26 harften oluşan İntiköl Yazıtı 2017 yılında T. Osava,
A. N. Muhareva ve Yu. N. Esin tarafından yayımlanmıştır (Osava vd. 2017).
46 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
45
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
(İntiköl Yazıtı. Osava vd. 2017)
2.9. Poltakov Yazıtı
Hakasya’nın Askiz İlçesindeki Poltakov köyünde kaya üstü tasvirler ve taş anıtlar
müzesi vardır. 2019 yılının Haziran ayında Hakasya ve Tıva’da yaptığımız çalışma sırasında bu
müzeye gitmiştik. Müze incelememiz sırasında bir mengirin sol kenarında 13 harften oluşan bir
yazıtın bulunduğunu tespit ettik. Yeni bulunan yazıta bulunduğu yerin adına uygun olarak
Poltakov Yazıtı adını vermeyi uygun gördük.
46
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 47
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
(Poltakov Yazıtı. N. Useev)
2.10. Askiz Aynası (Ayna X)
Bugüne kadar Yensiey Bölgesinde aynalara yazılan 9 yazıt bulunmuştur. 2020 yılının 9
Haziranında S. Amelin adlı gazeteci, Hakasya’da yayımlanan ‘Şans’ gazetesinin
“Шанс.Регион. shansonline.ru” adlı İnternet versiyonunda “O Çem Povedal Drevniy Amulet?’
başlığında bir haber yayımlayarak Hakasya’nın Askiz İlçesinde Sır Nehrinin yakınlarında
bulunan
bir
Çin
bakır
aynasına
kazınan
bir
yazıtı
tanıtmıştır
(http://shansonline.ru/index.php/istorii/item/6454-o-chem-povedal-drevni-amulet). Ne zaman
bulunduğu tam olarak belirtilmeyen bu yazıt bugüne kadar bulunan ayna yazıtlarının hiç birine
benzemiyor. Yani yeni bir yazıt olarak değerlendirebiliriz.
48 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
47
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
(Askiz Aynası. Yu. Esin. http://shansonline.ru/index.php/istorii/item/6454-o-chem-povedal-drevni-amulet)
Sonuç ve Öneriler
Gördüğümüz gibi 2000 yılından önce bulunan, ancak belirli bir nedenlerden –
bulunduğu yerin tespit edilememsi, bir araştırmacının yayımlanmayan çalışma notlarında
kalması, küçük olmasından dolayı ilgi görmemek - dolayı Yenisey Yazıtları grubuna alınmamış
ve E numarası verilmeyen 11 yazıt bulunmaktadır.
E numarası verilen son yazıt olan Alaş II (E 154) Yazıtının bulunduğu 2000 yılından
bugüne kadar Yenisey Bölgesinde toplam 10 yeni yazıt bulunmuştur. E numrası verilen 154
yazıt olduğuna göre E numarası verilmeyen ve yeni bulunan 21 yazıtla Yenisey Yazıtlarının
toplam sayısı 175’e ulaşmaktadır.
Biz bu bildirimizde bu yazıtlar hakkında genel bilgi vererek tanıtmaya çalıştık.
Yazıtların her biri üzerinde okuma ve anlamlandırma çalışmalarımız devam edecektir.
Şimdi bu yazıtlara E numarası vererek Yenisey Yazıtları kataloguna alınması
gerekmektedir.
Kaynaklar
Alyılmaz, C., (2005). Orhun yazıtlarının bugünkü durumu. Ankara.
Alyılmaz, C., (2007). Köktürk harfli yazıtların izinde. Ankara.
Alyılmaz, C., Mert, O., Useev, N., (2019). İslamiyet öncesi Türk eserleri ve (Kök)türk harfli
yazıtlar. Ortak Türk Tarihi, Cilt VI, Ankara.
Batmanov, İ. А., (1959). Yazık yeniseyskih pamyatnikov drevnetyurkskoy pis’mennosti. Frunze.
Butanaev, V. Y., (2016). Hakasya raskrıvaet novıye pamyatniki drevnetyurkskoy pis’mennosti.
Vestnik Hakasskogo Gosudarstvennogo Universiteta im. N. F. Katanova, Sayı 16, s. 2629.
Butanaev, V. Y., ve Botviç, İ. İ., (2010). Novıy serebryannıy sosud s runiçeskoy nadpisyu iz
hakasii. Kazanskaya Nauka, Cilt 8, Sayı 1, s. 223-224.
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O48
K 49
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
Butanaev, V. Y., ve Sertkaya, F. O., (2011). Runik yazılı maşrapalar üzerine: (8. Hakasya’da
bulunan runik yazılı gümüş maşrapa). Ötüken’den İstanbul’a Türkçenin 1290 Yılı (7202010) Sempozyumu From Ötüken to Istanbul, 1290 Years of Turkish (720-2010) 3-5
Aralık 2010, İstanbul / 3th-5th December 2010 (Editörler: Prof. Dr. Mehmet Ölmez,
Prof. Dr. Peter Zieme, Prof. Dr. Mustafa S. Kaçalin, Doç. Dr. Erhan Aydın), İstanbul, s.
119-130.
Ercilasun, A. B., (2004). Başlangıçtan yirminci yüzyıla Türk dili tarihi. Ankara: Akçağ.
Erdal, M., (1998). Eine unbekannte Jenissei-Inschrift aus der Adrianov-Kollektion. Bahşi
Ögdisi. 60. Doğum Yılı Dolayısıyla Klaus Röhborn Armağanı/Festschrift für Klaus
Röhborn anlässlich seines 60. Geburtstag (Hazırlayanlar: J.P. Laut – M. Ölmez),
Freiburg-İstanbul, s. 83-96.
Kızlasov, İ. L., (1994). Runiçeskiye pis’mennosti evraziyskih stepey. Moskova.
Kızlasov, İ. L., (2007). Runiçeskiye nadpisi gorı turan na srednem yeniseye. İzuçeniya İstorikoKul’turnogo Naslediya Narodov Yujnoy Sibirii. Vıpusk 5. Sbornik Nauçnıh Trudov
(Editörler: V. Ş. Soyonov, V. P. Oynoşev). Gorno-Altaysk s. 106-114.
Kızlasov, İ. L., (2008). K uyasneniyu ishodnıh pozitsiy izuçeniya i sberejeniya pisanits.
Çelovek, Adaptatsiya, Kul’tura. K 75-Letiyu S. V. Oşibkinoy. Moskova-Tula. s. 451463.
Kızlasov, İ. L., ve Narılkov, G. S., (2012). Runiçeskaya nadpis’ na perevale çarıh pil
(Hakasiya). Uralo-Altayskiye İssledovaniya, Sayı 2 (7), s. 52-58.
Kormuşin, İ. V., (1997). Tyurkskiye yeniseyskiye epitafii. Moskova.
Kormuşin, İ. V., (2008). Tyurkskiye yeniseyskiye epitafii: grammatika i tekstologiya. Moskova.
Malov, S. E., (1952). Yeniseyskaya pismennost tyurkov. Moskova.-Leningrad.
Monguş, B. B. (2017). Novıye nahodki tyurkskih runiçeskih nadpisey v çaa holskom kojuune.
Uçenıye Zapiski TİGİ. Cilt XXIV, s. 475-476.
Nadelyayev, V. M., vd. (1969). Drevnetyurkskiy slovar’, Leningrad: Nauka.
Orkun, H. N., (1994). Eski Türk yazıtları. 3. Basım, Ankara: TDK Yay.
Osava, T., Muhareva, А. N., Esin, Yu. N., (2017). Novaya runçeskaya nadpis na severe
minusinskoy kotlovinı. Nauçnoye Obozreniye Sayano-Altaya, Sayı 1 (17), s. 53-56.
Sertkaya, O. F., (2008). Göktürk (runik) harfli yazıtların envanter, alfabe ve bibliyografya
problemleri üzerine. Dil Araştırmaları, (2), s. 7-34.
Şçerbak, A. M., (1970). Yeniseyskiye runiçeskiye nadpisi. k istorii otkrıtiya i izuçeniya.
Tyurkologiçeskiy Sbornik 1970. s. 111-134.
Useev, N., (2011). Yenisey cazma estelikteri ı: leksikası cana tekstter. Bişkek.
Vasilyev, D. D., (1983). Korpus Tyurkskih runiçeskih pamyatnikov basseyna yeniseya.
Leningrad.
50 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
49
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
Vasilyev, D. D., (2009). Novıye nahodki drevnetyurkskih nadpisey v tuve. Naslediye Narodov
Tsentral’noy Azii i Sopredel’nıh Territoriy: İzuçeniye, Sohraneniye i İspol’zovaniye.
Cilt I. Kızıl, s. 40-47.
Vasilyev, D. D., (2011). Güney Sibirya’daki Gök Türk runik yazıtlarında adları geçen kişilerin
hayatları ve kahramanlıkları hakkındaki tarihi bilgiler. Orhon Yazıtlarının
Bulunuşundan 120 Yıl Sonra Türklük Bilimi ve 21. Yüzyıl Konulu III. Uluslararası
Türkiyet Araştırmaları Sempozyumu (26-29 Mayıs 2010) Bildiriler Kitabı, II. Cilt
(Editör: Ülkü ÇELİK ŞAVK), s. 901-910.
Vasilyev, D. D., ve Semenov, V.A., (1986). Novıye nahodki pamyatnikov tyurkskoy runiçeskoy
pismennosti. İstoriko-Kulturnıye Kontaktı Narodov Altayskoy Yazıkovoy Obşnosti:
Tezisı Dokladov XXIX Sessi Postoyannoy Mejdunarodnoy Altaistiçeskoy Konferntsii
(PİAC). Cilt 1. İstoriya, Literatura, İskusstvo, Taşkent-Moskova.
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O50
K 51
ESKİ UYGURCA ANI TEG ORUNLARTA (ÖYLE YERLERDE) REDİFLİ ŞİİR
ÜZERİNE
Fidan DOĞRU
Öz
Sözlü ve yazılı edebî ürünler içinde şiir, coşku ve heyecanı dile getiren
yazın türlerinden biridir. Şiirin ahenk vasıtasıyla akılda kalıcılığı
kolaylaştırması sözlü edebiyat ürünlerimizin günümüze kadar ulaşmasına
katkı sağlamıştır. Türk şiirinin metinle takip edilen geçmişini (Kök)türk
yazıtlarına kadar götürenler olduğu gibi asıl şiir geçmişi, Uygur Dönemi
eserlerinde görülür. Dönemin refah seviyesinin her alanda yüksek olması dil
ve edebiyat sahasında kusursuz eserler ortaya çıkarmıştır.
Uygur Dönemi’nde Soğd-Uygur, Mani, Brahmi, Estrangelo, Süryani,
Tibet ve diğer alfabelerle çoğunlukla dinî eserler Türkçeye çevrilmiş; bu
çevirilerle Türkçeye yüzlerce kavramı karşılayan kelime girmiş, alıntılar
bazen söz dizimi düzeyine ulaşmıştır. Buna rağmen Uygurlar, vârisi
bulundukları daha önceki Türk dili ve kültürüne bağlı kalmışlar; Türk
tarihini, dilini, kültürünü üst seviyeye çıkarmışlar; kendilerinden sonra gelen
Türk devletlerinin gelişmesine öncü olmuşlardır. Bir nevi kültür taşıyıcısı
rolü üstlenen Uygurlarda, Manihaizm’in kabulüne kadar bengi taş geleneği
sürmüş; sonrasında tercüme ve adaptasyona dayalı dinî bir edebiyat kendini
göstermiştir.
Telif eserler kategorisinde sayılan anı teg orunlarta (öyle yerlerde) redifli
şiir, muktedir bir şair tarafından yazılmıştır. Şiirin şekil özellikleri
bakımından kusursuzluğu dikkat çekmektedir. Şiirin içeriğinde doğa
tasviriyle dinî unsurlar bir bütün hâlinde verilmiştir. Budizm’in öğretilerinin
doğanın canlılığı kullanılarak incelmiş bir dille verilmesi; duygu yükü
yüksek, estetik bir manzume ortaya çıkarmıştır. Uygur Dönemi’nde edebiyat
dilinin gelişmişliği ve işlenmişliği konusunda değerli bilgiler vermesi; Türk
şiirinin özünde var olan şiir özelliklerinin bu manzumede toplanması şiiri
incelenmeye değer kılmıştır. Bu çalışmada Reşit Rahmeti Arat’ın Eski Türk
Şiiri (2007) adlı kitabı esas alınarak anı teg orunlarta redifli şiir; dil, üslup ve
içerik açısından incelenip Eski Uygur şiirleriyle ilgili dikkat çeken noktalar
üzerinde durulmaktadır.
Anahtar Sözcükler: Şiir, Uygur Dönemi, anı teg orunlarta, dil, içerik,
üslup.
OLD UIGHUR ANI TEG ORUNLARTA (IN SUCH PLACES) ON THE
REPEATED VOICE POETRY
Abstract
Poetry is one of the text types expressing enthusiasm and excitement
among oral and written literary works. The fact that poetry facilitates
memorability through harmony has contributed to the survival of our oral
literature products. There are those who take the history of Turkish poetry,
which is traced with text, to the (Kök)türk inscriptions, as well as the real
poetry history is seen in the works of the Uyghur Period. The high level of
prosperity in all fields of the period created flawless works in the fields of
language and literature.
Yüksek Lisans Öğrencisi; Bursa Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
[email protected].
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 53
51
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
During the Uighur Period, mostly religious works were translated into
Turkish with the Sogdian-Uighur, Mani, Brahmi, Estrangelo, Syriac, Tibetan
and other alphabets; With these translations, hundreds of words
corresponding to the concepts entered Turkish, and the quotations sometimes
reached the level of syntax. Despite this, the Uyghurs have remained loyal to
the previous Turkish language and culture to which they were inheritors;
They have raised Turkish history, language and culture to the next level;
They pioneered the development of the Turkish states that came after them.
In Uyghurs, who assumed the role of cultural carriers, the eternal stone
tradition continued until the adoption of Manicism; Afterwards, a religious
literature based on translation and adaptation showed itself.
Anı teg orunlarta (in such places) the repeated voice poetry, which is
considered in the category of copyright works, was written by a capable poet.
Poetry draws attention to its perfection in terms of its shape features. In the
content of the poem, nature depiction and religious elements are given as a
whole. Giving the teachings of Buddhism in a refined language by using the
vitality of nature; It has created an aesthetic statement with a high emotional
load. Providing valuable information on the development and processing of
the literary language in the Uyghur Period; The collection of poetry features
that exist in the essence of Turkish poetry in this poem made the poem worth
examining. In this study, anı teg orunlarta the repeated voice poetry, based on
Reşit Rahmeti Arat's Old Turkish Poetry (2007); Language, style and content
are analyzed, and highlights of Old Uyghur poetry are emphasized.
Keywords: Poetry, Uighur Period, anı teg orunlarta, language, content,
style.
Ø. Giriş
“Manevi varlıklar içinde, milletlerin en asil hazinelerini içine alan ve malzemesinin
aidiyetinde hiçbir tereddüte yer bulunmayan faaliyet sahalarından birini edebiyat teşkil eder.
Bunun dilden başka duygu ve ahenk dalgaları ile bağlı olanı şiirdir” (Arat, 2007, s. IX). Şiir düş
gücüne, hayale, imgeye, gönle seslenen, anı, duygu, coşku uyandıran, etkileyen şey; zengin
sembollerle, ritimli sözlerle, seslerin uyumlu kullanımıyla ortaya çıkan, hece ve durak
bakımından denk ve kendi başına bir bütün olan edebî anlatım biçimi, manzume, nazım, koşuk
anlamlarına gelir.
Şiir, en özel anların duyguyla harmanlanarak dile gelen hâlidir; ahenk vasıtasıyla akılda
kalıcılığı kolaylaştırması sözlü kültür ürünlerimizin günümüze kadar ulaşmasına katkı
sağlamıştır. Türk şiirinin metinle takip edilen geçmişini (Kök)türk yazıtlarına kadar götürenler
olduğu gibi1 şiirin temel özelliklerine göre asıl geçmişi Uygur Dönemi’nde görülmektedir.
Nitekim en eski Türk lirik şiiri Amrak, manzum mensur karışık yazılan en eski eser, Şehzade ile
Aç Pars Hikâyesi bu dönemde yazılmıştır.
Uygurlar, kendi dönemindeki kültür sahalarının refahını üst seviyeye taşıyan Türk
devletlerinden biridir. Bu dönemde yapılan sulama kanalları, bu ülkenin en eski mühendislik
başarılarından kabul edilmektedir. Selçuklu ve Osmanlı zamanındaki külliyelerin temelini
atmaları; harf hareketli matbaayı kullanarak kitap basma sanatını keşfetmeleri (Çandarlıoğlu,
2019, s. 50) ve kâğıt parayı (çav) kullanmaları; vasiyetname, velayetname gibi birçok hukukî
meseleyi, töreleri yazıya geçirmeleri; minyatür, fresk sanatlarını kullanmaları; Türk
bankacılığının, Türk tiyatrolarının temelini atmaları; kütüphaneler oluşturmaları ve örgün eğitim
ve öğretim yapmaları (Alyılmaz, 2020, s. 5) Uygurların kültür ve medeniyetlerinin her alanda
gelişmişliğini göstermektedir. Bunca özgün yapının / eserin öncüsü olmaları Uygurlarda iktisadî
I. V. Stebleva metinlerin manzum olduğunu ileri sürerek metinleri kıtalar hâlinde yayımlamıştır bk. Ercilasun, 2016,
s. 392.
1
54 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
52
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
bir refah oluşturmuş, bu iktisadî refaha dayanarak da büyük bir kültür yaratmışlardır (Alkaya,
1943, s. 78; Tezcan, 1978, s. 287; Eraslan, 2012, s. 35).
Uygur Dönemi’nde, önce (Kök)türkler tarafından inanılan Gök Tanrı inancının izleri
olduğu gibi Manihaizm, Budizm, Hristiyanlık (Nasturi mezhebi) ve İslamiyet gibi yeni kabul
edilen dinlerin de etkisi görülmektedir. “Eski ve Orta çağın her kültür çevresinde olduğu gibi bu
devirde de din, Türklerin hayatında ana rolü oynamıştır” (Tekin, 2019, s. 2). Benimsenen
dinlerin çeşitliliği din konusunda hoşgörülü olduklarını göstermekle birlikte gelen birçok
yeniliğe açık olmalarını da kolaylaştırmıştır.
Maddi ve manevi kültür yolunda mühim eserler bırakmış olan bu devrin, Türk edebiyatı
/ dili için olan ehemmiyeti de büyük olmuştur (Arat, 1934, s. 83). Uygur Dönemi eserleri genel
itibariyle dinî konular çevresinde şekillenmiştir. Uygur Dönemi’nde hem coğrafî hem kültür
hem de siyasî sebeplerden dolayı farklı inançların / dinlerin etkisinde kalınmış; bu dinleri /
inançları tanımak adına pek çok tercüme eser kaleme alınmıştır. Soğd-Uygur, Mani, Brahmi,
Estrangelo, Süryani, Tibet ve diğer alfabelerle çoğunlukla dinî eserler Türkçeye çevrilmiş; bu
çevirilerle Türkçeye yüzlerce kavramı karşılayan kelime girmiş, alıntılar bazen söz dizimi
düzeyine ulaşmıştır (Gemalmaz, 2010, s. 11). Buna rağmen Uygurlar, vârisi bulundukları daha
önceki Türk dili ve kültürüne bağlı kalmışlar; Türk tarihini, dilini, kültürünü üst seviyeye
çıkarmışlar; kendilerinden sonra gelen Türk devletlerinin gelişmesine öncü olmuşlardır. Bir nevi
kültür taşıyıcısı rolü üstlenen Uygurlarda, Manihaizm’in kabulüne kadar bengi taş geleneği
sürmüş; sonrasında tercüme ve adaptasyona dayalı dinî bir edebiyat kendini göstermiştir.
Kültür ve medeniyet sahasında kendini bu denli geliştirmiş bir Türk devletinin, edebiyat
alanında çoğu tercüme ve uyarlama eserler olmakla birlikte kendilerine özgü ürünler de
bırakmaları, Uygurların Türk tarihi, dili ve edebiyatı açısından kıymetli bir dönem olduğunu
göstermektedir. “Uygur edebiyatı, Türk ruhunun tercümanı olarak kendini bütün yabancı
mefhumlara karşı himaye etmiştir. Bu edebiyat, gündelik hayatla alakası az gibi görünen
tercüme eserlerde bile son devirlerin yabancı kültüre esirce bağlanışıyla mukayese
edilemeyecek kadar yüksektir” (Arat, 1934, s. 83).
1. Budizm ve Budacı (Budist) Uygur Edebiyatı
Budizm, felsefi-teolojik bir sistemdir (Eraslan, 2012, s. 35). Mensupları tarafından
Buddha-dharma (Budda’nın şeriati), Budda-vacana (Budda’nın sözleri), veya Budda-sasana
(Budda’nın öğretileri ve mesajı) diye bilenen Budizm, MÖ VI. yüzyılda Kuzey Hindistan’da
yaşadığı kabul edilen Siddharta Gautama Sakyamuni’nin öğretilerine dayalı olarak gelişen, MÖ
III. yüzyılda Hindistan’ın dışına yayılmaya başlayan ve günümüzde en hızlı yayılan inanç
sistemidir (Yitik, 2007, s. 307; Güngör, 2002, s. 275).
Budizm’in üç kolu vardır: Mahayana (Ulug Kölüngü), Lamaizm ve Himayana. Bu üç
koldan Mahayana ve Lamaizm Türkler arasında daha çok yayılmıştır. Mahayana Budizm’i,
Türk kozmolojisinin esasını oluşturan evrensellik etkilerini güçlü şekilde barındıran bir toplum
dini olmasına rağmen X. yüzyıldan itibaren İslamiyet’in hızla yayılmasıyla etkisi azalmıştır.
Lamaizm ise MS XIII. ve XVI. yüzyıllarda iki ayrı dalga hâlinde Moğolistan’da yer etmiş ve bu
çerçevede bazı Türk boylarını etkilemeyi başarmıştır (Güngör, 2002, s. 276; İsi, 2020, s. 501).
Budda’nın yaşamına dair iki rivayetten biri, seksen yaşına kadar Hindistan’da yaşayan
tarihî bir kişidir. Bir prens olan Budda, yirmi dokuz yaşında refah içindeki yaşamında aradığı
mutluluğu bulamadığı için kendini dünyadan soyutlamış ve mutasavvıf bir kişiliğe bürünmüştür.
Altı yıl bu katı münzevî hayatı yaşadıktan sonra bunun da mutluluk için yeterli kanaat
olmadığının farkına varmış; “Orta Yol” diye tanımladığı, aşırı rahatlık ve katı münzevilikten
uzak “Sekiz Dilimli Yol”u keşfetmiştir (Yitik, 2007, s. 308). İkinci rivayette Budda, efsanevî bir
kişiliğe bürünmüştür. Bu rivayet Budistler arasında daha yaygındır ve şöyledir:
Budda dünyaya gelmeden önce Tusita cennetinin otuz üçüncü katında yaşayan
tanrısal bir varlıktır; insanlara olan merhamet ve düşkünlüğünden ötürü onlara
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O53
K 55
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
hayatın kötülükleri ve sıkıntıları karşısında çıkış yolu göstermek için belli bir süre
insan bedeninde yaşamıştır. Buna göre Budda’nın annesi Mahamaya, bir gece
rüyasında semavi varlıklar tarafından Himayalar’daki Anavatapta gölüne götürülür
ve orada semavi varlıklar tarafından banyo yaptırıldıktan sonra çevresine ışıklar
saçarak gökten inen ve hortumunda nilüfer çiçeği taşıyan beyaz bir fil yanına iner ve
sağ tarafından karnına girer. Ertesi günü rüyasını yorumlattığında, kendisine
evrensel bir hükümdar veya evrensel bir rehber olacak bir oğlan çocuğuna hamile
olduğu söylenir. Hakikaten Mahamaya, on ay sonra bir oğlan çocuğu dünyaya getirir
ve onun adını Siddharta koyar. O, doğar doğmaz yedi adım atar ve etrafa gülücükler
saçar. Siddharta gerek anne karnında iken gerekse doğumundan sonra bulunduğu
yere bereket getirir ve birçok mucizevî olayın yaşanmasına yol açar. Onun
doğumundan bütün yer ve gök cisimleri haberdar olur, hatta Himalayalarda münzevi
bir hayat sürdüren aziz Asita bile gökyüzünde meydana gelen olaylardan harikulade
bir şeyler olduğunu anlar ve Suddhadana'ların sarayına gelip yeni doğan çocuktaki
otuz iki alameti görür ve bütün bunların Siddharta'nın ileride büyük işler
başaracağının belirtileri olduğunu söyler (Yitik, 2007, s. 308).
Uygurlar, Gök Tanrı inancından sonra Bögü Kağan zamanında ilk kez Manihaizm
dinini kabul etmiş; bundan sonra Budizm, Uygurların ikinci olarak kabul ettikleri din olmuştur.
Budizm ile Türk kültürünün bağlantısı MS I. yüzyılda Kuzey Hindistan’da Kujan Devleti’ni
kuran Kujula Kalphises’in Budizm’i kabul etmesi ve uygulamalarında bu dini esas almasıyla
başlamıştır (Mert, 2009, s. 86). Yeni bir kültür çevresine giren her millet gibi Türkler de ilk
olarak o kültür çevresinin eserlerini dillerine çevirme yoluna gitmişler ve bunda da büyük bir
başarı göstermişlerdir (Tekin, 2019, s. 3). Budist metinlerin bir kısmı yazma, bir kısmı da tahta
kalıplar vasıtasıyla meydana getirilen basma hâlindedir. Bu metinler Çince, Tibetçe, Toharca,
Sanskritçe, Brâhmî ve Tohorca’dan çevrilmiştir (Alyılmaz, 2015, s. 210; Eraslan, 2012, s. 45).
Budacı (Budist) Uygur edebiyatı, Uygur Dönemi’nde Budizm’in etkisinde ortaya çıkan
ve gelişen, esas itibariyla dinî, tasavvufî, felsefi ve ahlakî konuları içeren bir edebiyattır
(Alyılmaz, 2015, s. 208). Bu edebiyatta hem şiir hem de nesir şeklinde yazılmış eserler
mevcuttur. Şiir yazan / tercüme eden ve bunu estetik kaygı güderek aktaran ilk isimler de bu
dönemde karşımıza çıkmaktadır: Pratyaya-Şiri, Çısuya Tutung, Şingku Şeli Tutung, Asıg
Tutung, Kalım Keyşi, Ki-ki, Çinaşiri gibi isimler olduğu gibi adı tespit edilemeyen şairler de
mevcuttur (Alyılmaz, 2015, s. 209). Bu dönemde nazım, manzume ve şiir karşılığında Hintçe
şlok ve padak, Türkçe ise koşug ve takşut terimleri kullanılmıştır. Şarkı, türkü terimlerini
karşılamak için ır kelimesi kullanılmış, nazım birimi olarak çoğunlukla dörtlük ve sekizlik
kullanılmıştır. Ölçü olarak hece ölçüsü kullanılmış olsa da çoğu zaman düzensizdir. Mısrabaşı
kafiyesi, kıt’a aliterasyonu, Altay aliterasyonu veya gramer aliterasyonu adı verilen kafiye
sistemi, bu dönemde daha ustaca kullanılmıştır. Bazı manzum parçalar mensur metinler içinde
yer almıştır. Bunun en güzel örneği Altun Yaruk içerisindeki şiirlerdir. Nesir alanındaki eserleri
ise çatikler, sudurlar ve diğer eserler (vinayanalar, abhidharma, Kşanti Kılguluk Nom,
seyahatnameler) oluşturmaktadır (Alyılmaz, 2015, s. 209).
2. Şiirde Budizm Unsurları / İçerik
Budist Uygur edebiyatına ait anı teg orunlarta redifli şiir, Londra’da British Muzeum
[Or. 8212 (108)]’da Uygurca mecmuanın içindeki 8 sayılı manzum bir parçadır (Arat, 2007, s.
63). Şiir, Reşit Rahmeti Arat’ın Eski Türk Şiiri adlı kitabında şu şekilde yer almaktadır:
adkaşu turur kat kat tag-ta
Birbirine bağlı duran kat kat dağlarda,
amıl aglak aranyadan-ta
Sakin ve tenha Aranyadana’da,
artuç sögüt altın-ınta
Ardıç ağaçları altında,
akar suv-luk-ta.
Akar sular boyunda;
56 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
54
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
amrançıgın uçdaçı kuş-kı-a-lar
Sevinç içinde uçuşan kuşcukların
tirin-lik kuvrak-lık-ta.
Toplandıkları, bir araya geldikleri yerde,
adkag-sız-ın mengi tegingülüg ol
Hiçbir şeye bağlanmadan, huzura kavuşmalı
anı teg orun-larta
İşte öyle yerlerde!
iç tering kat bük tag-ta
İç içe, derin, kat kat, kıvrım kıvrım dağlarda,
irteki söki aranyadan-ta.
Eski, kadim Aranyadan’da,
idiz tikim kay-a-lık basguk-lug erip
Yüksek, yekpâre kayalıkların baskısı altında,
idi tiki-siz-te.
Tam bir sessizlik içinde,
imirt çogurt söğüt arasınta
İmirt, çogurt ağaçları arasında,
inçge-ki-e suv kıdıg-ında.
İncecik suların kıyısında,
ilinmeksiz-in dyan olurgu-lug ol
Hiçbir şeye ilinmeden, Dhyana’ya dalmalı
anı teg orun-larta.
İşte öyle yerlerde!
sengir bulung tering tag-ta
Derin dağların köşesinde, eteğinde,
seviglig aranyadan-ta.
Sevimli Aranyadan’da
sermelip akar suv-lug erip
Süzülüp akan sular arasında,
sep sem aglak-ta.
Ipıssız bir tenhalıkta,
sekiz türlüg yiil-ler öz-e tepremetin
Sekiz türlü yel ile kımıldanmadan,
serilip anta.
Orada sükûn içinde,
sere yalnguz-ın nom mengi-sin tegingülüg ol
Sabırla yalnızca töre huzurunu tatmalı
anı teg orun-larta
İşte öyle yerlerde!
kökerip turur körklüg tag-ta
Göğerip duran güzel dağlarda,
köngül yaraşı aglak orun-ta.
Gönlün hoşlandığı tenha yerlerde,
köp yigi telim sögüt-lüg erip
Kesîf, sık söğütlükler içinde,
köpirip turur kölmen suvluk-ta.
Kaynayıp köpüren göller arasında,
köz başlap kaçıg-ların yıgınıp
Başta göz olmak üzere, bütün hasselerden sıyrılıp,
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O55
K 57
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
köz-ünmiş bililmiş-çe [orun]-larta.
Her şeyin göründüğü, bilindiği gibi olduğu yerde,
küsençig-siz-in mengi tegingülüg ol
Hiçbir azru beslemeden huzur tatmalı
anı teg orun-larta (Arat, 2007, s. 66).
İşte öyle yerlerde (Arat, 2007, s. 67).
Şiire içerik olarak bakıldığında, ilk okunduğunda huzura kavuşmak için doğanın
canlılığından yararlanılması gerektiğini gözler önüne serse de temele inildiğinde Budizm’in
temel inançlarının yansıtıldığı görülmektedir. “Budizm’in temel inançlarından Bağımlı Varoluş
Yasası / Pratityasamutpada’ya göre her şey görecelidir, bir şeyin varlık dünyasına çıkışı bazı ön
şartlara ve diğer faktörlere bağlıdır. Nedensellik ilkesinin ilk ve temel halkası avidyadır” (Yitik,
2007, s. 319). Avidya, tasavvuftaki “mâsivâ”2 gibi herhangi bir nesnenin / eşyanın varlığına dair
yanılgıyı / cehaleti ifade eder. İlk ve dördüncü bentte bir aynanın yansıması gibi gerçek huzurun
peşinde olan şair, avidyadan kurtulmak için “her şeyin göründüğü, bilindiği gibi olduğu yerde,
hiçbir arzu beslemeden” huzura kavuşulması gerektiğini dile getirmektedir. Budizm’e göre
dünyadaki arzu ve istekler insanı acı ve ıstıraba götürür. Bu da temel inanç olarak Dört Temel
Hakikat şeklinde açıklanır ve şu şekilde formüle edilir:
1. Hayat acı ve ıstırap doludur. Acı ve ıstırap dünyevi var oluşun temel özelliğidir.
2. Acı ve sıkıntıların nedeni arzulardır.
3. Acı ve sıkıntıları sona erdirmek, arzu ve isteklerden vazgeçmeye bağlıdır.
4. Arzu ve isteklerin üstesinden gelmek Sekiz Dilimli Yol’u izlemekle mümkündür
(Yitik, 2007, s. 321).
Sekiz Dilimli Yol ise şunlardır:
1. Doğru bilgi veya kesin iman
2. Doğru amaç / düşünce
3. Doğru konuşma
4. Doğru davranış
5. Doğru meslek
6. Doğru / sürekli çaba
7. Doğru /sürekli gözetim
8. Doğru / tam konsantrasyon (Yitik, 2007, s. 322).
Budda’nın Orta Yol diye adlandırdığı Sekiz Dilimli Yol, insanı acı ve ıstıraptan kurtarıp
Nirvana’ya ulaştırmanın basamaklarıdır. Şiirde de üçüncü bentte “Sekiz türlü yel ile
kımıldanmadan, orada sükûn içinde, sabırla, yalnızca töre huzurunu tatmalı.” diyerek Sekiz
Dilimli Yol’a atıfta bulunulmuştur. Şaire göre kımıldamadan ya da sükûn içinde, sürekli çabayla
ya da sabırla, sürekli denetim ya da töre ve tam dikkat toplaşımıyla huzur tadılmalıdır.
Temel inançların sonuncusu ise Nirvana’dır:
Tasavvuf erbapları “ölmeden önce ölünüz” hadis-i şerifinden hareketle bu dünyada ölmeyi tercih ederler; Allah’a
kavuşmayı engelleyen ne varsa engellemek isterler. Nefs, tasavvufta Allah’a kavuşmaktan alıkoyan şeylerdir, buna
mâsivâ da denir. “Gönülde Allah’tan başka neyin sevgisi varsa onun sevgilisi hatta ilahı odur. Bu yüzden kalpten
mâsivâ putunun değiştirilmesi, sevginin hep Allah üzerinde yoğunlaşması büyük önem arz eder” (Cebecioğlu, 2014,
s. 320).
2
58 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
56
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
Sözlükte ‘sönmek’, ‘sakinleşmek’ anlamındaki Nirvana terimi, Budizm’de nihaî
kurtuluşu ifade eder. Nirvana, eşyanın gerçek mahiyetiyle kavrandığı, dünyevi
varoluş çarkının sona erdiği “mutlak aydınlanma”, ve “mutlak huzur” hâli anlamına
gelir. O gelip geçici olmayan sürekli bir hâldir. Budist kutsal yazılarında bu hâl,
bazen “karşı sahil”, “fırtınalı denizdeki sakin ada”, “serin mağara” ve “kutsal şehir”
gibi sembolik ifadelerle bazen de “ölümsüzlük”, “değişmezlik”, “samsara çarkından
ebedî kurtuluş” ve “sonsuz barış ve mutluluk” şeklinde tanımlanmıştır. Ancak onun
“kelimelerle tanımlanamayan sadece tecrübe ile edilebilecek mutlak kurtuluş hâli”
şeklindeki tanımı oldukça yaygındır (Yitik, 2007, s. 324).
Anı teg orunlarta redifli şiirde, huzur diye bahsedilen Nirvana’dır. Son nokta olan
mutlak huzura kavuşmaya dört bendin dördünde de değinilmiştir. Nirvana’nın temelinde
sakinlik ve tenhalık vardır. Yavaş hareket ederek dingin bir su kenarında bu sakinlik ve
tenhalığa ulaşılabilir. İç içe, derin, kıvrım kıvrım yol, yavaşlığı ve sabrı göstermesi açısından
ayrıca önemlidir.
3. Şiirin Dili, Şairin Üslubu ve Nazım Biçimi Özellikleri
Bir toplumun dili, o toplumla ilgili en temel, en özel bilgileri verir. Çünkü dilin sadece
insana özgü, çok güçlü, büyülü bir düzeni vardır. Düşünce ve düşünceleri aktarma dizgesi
olması, diğer canlı varlıkların iletişim dizgelerinden ayırır (Aksan, 1999, s. 13). Yüksek
seviyede bir dili kullanmak sadece insana özgüdür. (Kök)türk Dönemi’nin edebî belgelerine
bakıldığında dilin yüksek seviyede kullanıldığı görülmektedir. Bu belgeler; soyut ifadeler,
koşutluklar, özdeyişler, atasözleri hatta divan edebiyatında sıkça karşılaşılan edebî sanatları
içinde barındırmaktadır (Alyılmaz, 2005, s. 4). Bir dilin bu seviyeye gelebilmesi için çok uzun
aşama katetmesi gerekmektedir3. Eski Türkçenin (Kök)Türkçe’den sonra metinle takip edilen
ikinci evresindeki Eski Uygur Türkçesi, işte bu kurulu düzenin / dilin üzerine inşa olmuştur.
Dilin içinde barındırdığı kelimeler hem dış âlemdeki eşyayı hem de yazarın / şairin /
konuşanın ruhunu ve iç alemini yansıtır. “Dili kullananlar, etkin ve yetkin söylem elde etme
çabasıyla arayış içine girerler” (Üstünova, 2010, s. 141). Edebî dil4, estetik kaygı güttüğünden
okuyucuyu / dinleyeni etkilemeyi, onu ikna etmeyi ve onda değişikler meydana getirmeyi amaç
edinir (Wellek ve Warren, 1983, s. 24). “Dilde estetik aramanın amacı güzelliğe ulaşmak,
güzellik yakalamaktır” (Üstünova, 2010, s. 141). Şairin edebî eserde kullanmayı tercih ettiği
sözcüklere, sözcük öbeklerine, cümlelere ve cümleler üstü birimlere bakarak vermek istediği
mesaj kavranabilmektedir.
Şairin / yazarın dili ve üslubu; onun eğitimi, kültürü, psikolojik yapısı, dış dünyayı
kavrayış şekli vb. unsurlarla ilişkilidir. Anı teg orunlarta redifli şiiri yazan şairin, şiir yazmada
muktedir olduğu kullanmayı tercih ettiği sözcüklerden, sözcük gruplarından anlaşılabilmektedir.
Şair yeteneğini Budizm’in getirisi doğa tasvirlerini akıcı ve etkileyici bir dil kullanarak ortaya
koymaktadır. Şiirde Burkancı zahidlerin inziva ve itikafa çekildikleri dağlık ve ağaçlık yerler ile
akar su veya göl kenarlarının tasviri ayrı bir canlılık taşımaktadır (Arat, 2007, s. 66).
Şair, betimleyici anlatımla birlikte ikilemelerden ve tamlamalardan yararlanarak
anlatmak istediğini tablo yapar gibi gözler önüne sermektedir. “Tasvir, insan dışındaki canlıların
ve cansız varlıkların ayırıcı niteliklerinin tanıtılmasıdır. Tasvir sözle resim yapma sanatıdır”
(Gülensoy, 2019, s. 656). Eşya / nesne / olgu okuyucunun gözünde canlandırılmak istendiğinde
tasvir anlatımı tercih edilir. Bunun da en iyi yollarından biri sıfatları kullanmaktır. Cümledeki
Türkçenin yaşının tarihlendirilmesiyle ilgili bk. Alyılmaz, 2005, s. 4; Tuna, 1994, s. 257-293; Korkmaz, 2013, s. 1317.
4 Eski Uygur edebî dili Turfan, Kansu civarında Oğuz-Uygur esaslı runik yazıya Uygurcanın fonetik, gramer, leksik
unsurlarının karışmasıyla oluşur. Başlangıçta kullanılmış runik alfabenin dışında Uygurlar, Uygurca olarak
adlandırılan Soğd yazısının uyarlanmış şeklini, Mani ve Brahmi yazılarını da kullanmışlardır. Eski Uygurların edebî
dili dinî edebiyat stilini (felsefi-didaktik), tıbbi, astronomik karakterde ilmî eserleri, resmi evrak (hukuki, ekonomik
mahiyette) ve hususi yazışmaları içeren geniş tür-stil sistemine sahipti. Toplum içinde yaygın olarak kullanılmasına
rağmen eski Uygur edebî dili daha ziyade yazılı iletişim aracı idi bk. Tenişev ve Papaeva, 2012, s. 53-68.
3
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O57
K 59
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
anlamı kuvvetlendirmek, pekiştirmek, anlatımı daha çekici hâle getirmek için ikilemelerden /
tekrar gruplarından da yararlanılır. Aşağıda gösterilen sıfat tamlamalarından / isim gruplarından
adkaşu turur kat kat tag: birbirine bağlı duran kat kat dağlar örneğinin tamlananını oluşturan
isim grubunun tamlayan unsuru, iç tering kat bük tag: iç içe, derin, kat kat, kıvrım kıvrım dağlar
örneğinin tamlayan unsuru tekrar grubundan oluşmuştur.
adkaşu turur kat kat tag: birbirine bağlı duran kat kat dağlar
amıl aglak aranyadan: sakin (ve) tenha Aranyadan
amrançıgın uçdaçı kuş-kı-a-lar: sevinçle uçuşan kuşçuklar
iç tering kat bük tag: iç içe, derin, kat kat, kıvrım kıvrım dağlar
irteki söki aranyadan: eski (ve) kadim Aranyadan
idiz tikim kayalık: yüce (ve) yalçın kayalık
inçge kök suv: ince mavi sular
sengir bulung tering tag: girintili çıkıntılı, derin dağlar
seviglig aranyadan-ta: sevimli Aranyadan’da
sermelip akar suv-lug: süzülüp akan sular
sep sem aglak: ıpıssız bir tenhalık
kökerip turur körklüg tag-ta: göğerip duran güzel dağlar
köngül yaraşı aglak orun-ta: gönlün hoşlandığı tenha yerler
köp yigi telim sögüt-lüg: kesîf, sık söğütlükler
köpirip turur kölmen: kaynayıp köpüren göller
köz-ünmiş bililmiş-çe [orun]-lar: her şeyin göründüğü, bilindiği gibi olduğu yer
Dağların “kat kat”, “iç içe”, “kıvrım kıvrım” olarak ikilemelerle belirtilmesi ve
tenhalığın “ıpıssız” olarak pekiştirilmesi şiire ahenk katması ve şairin anlatmak istediğini daha
yoğun vermesi açısından dikkate değerdir. “Sakin ve tenha Aranyadana”, “eski, kadim
Aranyadan” sıfat tamlamaları ile Aranyadana’nın nasıl bir yer olduğu tüm çıplaklığıyla gözler
önüne serilmektedir. Şair “incecik akan sular”, “süzülüp akan sular” diyerek suların sakin ve
durgun aktığını anlatmaktadır. Bunun da insana ruhsal açıdan dinginlik verdiği aşikârdır. Şair,
doğal ortamı sunarken ağaçların yeşilliği, tazeliği, canlılığı anımsattığından pek çok ağaç türünü
bilinçli olarak kullanma yolunu tercih etmiştir. Ayrıca ağaç, Nirvana’ya ulaşma yolunda aşılan
zorlukları ve mesafeleri sembolize etmesinin yanında, Budda’nın bir ağaç altında “Tam ve Yüce
Uyanış”a ulaştığına inanılması sebebiyle önemli bir yere sahiptir (Alyılmaz, 2015, s. 454).
Şiirde aynı zamanda söze mecaz anlam kazandırma yollarından insandan doğaya
aktarma / kişileştirmeden ve doğadan doğaya aktarmadan yararlanılmıştır: amrançıgın uçdaçı
kuş-kı-a-lar: sevinçle uçuşan kuşcuklar örneğinde insana özgü sevinme duygusu insan dışı bir
varlık olan kuşla birlikte verilmiştir. sermelip akar suv-lug: süzülüp akan sular sözcük grubunda
doğadan doğaya aktarma örneği görülmektedir.
Şiirin nazım biçiminin dile, üsluba, içeriğe uygunluğu göz ardı edilmemelidir. Talat
Tekin şiiri yazma eserden yola çıkarak dörtlükler şeklinde incelemiştir ve bu şiir için bugüne
kadar yayımlanmış Uygur şiirleri içinde en güzeli olduğunu dile getirmiştir (Tekin, 2011, s. 19).
Şiire dörtlükler şeklinde bakıldığında divan edebiyatındaki musammat nazım biçiminin bu
dönemde de kullanıldığı görülmektedir ve Uygur şiirleri içinde dizeleri bakımından en uzun
olanının da anı teg orunlarta redifli şiir olduğu söylenebilir. İç uyaklar, mısrabaşı kafiyelerine
uygun olarak ilk iki dörtlükte üç mısrada a ve i vokalleri, son iki dörtlükte üç mısrada se ve kö
(son dize kü) vokal-konsonantları mısra içlerinde tekrarlanmıştır. Osman Fikri Sertkaya son
60 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
58
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
dizedeki kü baş kafiyesinin kullanımını bu dönemde kafiyenin göz için yazıldığına işaret olarak
göstermiştir (Sertkaya, 2011, s. 43). Türk şiirinin istisnasız en önemli şiir tekniklerinden olan
mısrabaşı kafiyesi, kıt’a aliterasyonu, Altay aliterasyonu veya gramer aliterasyonu adı verilen
bu kafiye sisteminin bu dönemde daha ustaca kullanıldığı bu şiir vasıtasıyla çok net
görülmektedir.
Reşit Rahmeti Arat şiiri sekiz mısralı bentler hâlinde kitabında yer vermiştir. Şiire sekiz
mısralı bentler şeklinde bakıldığında hem anlamın hem de biçimin bir dizede tamamlanmayıp
alttaki mısralara geçme durumu olan anjanbuman tekniği görülmektedir5. Şiirde her bent tek bir
yüklemle / çekimli yapıyla tamamlanmıştır ve bunların üçü aynı sözcüktür: tegingülüg ol,
olurgulug ol, tegingülüg ol, tegingülüg ol dört gereklilik kipiyle çekimlenmiş eylem
bulunmaktadır. Dize kırılmasıyla cümlenin asıl unsuru / yüklem alt mısralara geçmiştir. Yine
birinci bentte amrançıgın uçdaçı kuş-kı-a-lar / tirin-lik kuvrak-lık-ta: sevinç içinde uçuşan
kuşcukların / toplandıkları, bir araya geldikleri yerde örneğinde iyelik grubunun bölünüp alt
dizede tamamlandığı görülmektedir. Anlam olarak ise şair, ilk dizelerde sıraladığı yerlerin
özetini her bendin sonunda tekrar eden anı teg orunlarta (öyle yerlerde) redifiyle vermiştir.
Sonuç ve Öneriler
Uygurlar; Türk tarihini, kültürünü, geleneğini, dilini… özümseyen, geliştiren,
aktaran ve geleceğe değerli yadigârlar bırakan bir Türk devletidir. Kültür ve uygarlıklarını her
yönden geliştirmiş olan bu devlet, dil ve edebiyat sahasında da ileri düzeye gelmiştir.
Anı teg orunlarta redifli şiir, eski Türk şiir estetiğinin incelmişliği ve gelişmişliği
hakkında önemli bilgiler vermesi açısından dikkate değer bir örnektir. Şair, akıcı, etkileyici bir
dil kullanarak doğa tasvirlerinden yararlanmış ve betimleyici bir anlatımla duygularını ve
düşüncelerini yazıya geçirmiştir.
Eski Uygur şiiri, Türk şiirinin temelini oluşturan birçok özelliği içinde
barındırmaktadır. Bu şiirler, Nurullah Şahin tarafından dilin dört temel becerisi olarak
incelenmiş (Şahin, 2012); edebî, tematik, sözcük bilim ve cümle bilgisi olarak da incelenmesi
Türk dili için önem arz etmektedir.
Anjanbuman tekniği, Batı edebiyatından etkilenerek Servetifünun Dönemi’nde ve
sonraki dönemlerde kullanılmış bir tekniktir. Eğitimcilerin anjanbuman örneklerini verirken
yakından uzağa ilkesini kullanarak eski Türk şiiri ile ilişkilendirmesi daha anlamlı bir öğrenmeöğretme ortamı sağlayacaktır. Bu sayede öğrencilerin hazırbulunuşluk seviyeleri, güdülenmeleri
ve İslamiyet öncesi Türk şiirine ilgisi arttırılmış olacak ve daha nitelikli öğrenmeler
gerçekleşmiş olacaktır.
Kaynaklar
Aksan, D. (1999). Anlambilim konuları ve Türkçenin anlambilimi. Ankara: Engin Yayınevi.
Aksan, D. (2006). Türkçenin gücü, Türk dilinin zenginliklerine tanıklar. Ankara: Bilgi
Yayınevi.
Alkaya, Ş. (1943). Uygur Türklerini ve kültürlerini tanıyalım. DTFC Dergisi, I(3), 75-86.
Alyılmaz, C. (2005). Orhun Yazıtlarının bugünkü durumu. Ankara: Kurmay Yayınları.
Anjanbuman tekniği; Fransızca-Türkçe sözlükte “bir mısradaki cümlenin bir sonraki mısrada tamamlanması;
İngilizce-Türkçe sözlükte “bir cümle veya fikrin mısra sonunda bitmeyip diğer mısrada devam etmesi”; Türkçe
kaynaklarda “şiirde cümlelerin bir mısra veya beyitte bitmeyip diğer mısra veya bentlere kayması” ya da “bir dize
sonunda tamamlanmayan anlamın izleyen dizedeki sözcüklerle tamamlanması” şeklinde geçmektedir (Yürek, 2008,
s. 182).
5
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O59
K 61
Alyılmaz, C. (2015). İpek yolu kavşağının ölümsüzlük eserleri. Ankara: Atatürk Üniversitesi
Yayınları.
Alyılmaz, C. (2020). “Türk”, “Türkçe” ve “Türk Dili” kavram işaretleri üzerine. Türkçe
Eğitimin Güncel Sorunları, 1-44.
Arat, R. R. (1934). Uygur Türkçesinin Türk dili tarihindeki yeri. İkinci Türk Dili Kurultayı, 8388.
Arat, R. R. (2007). Eski Türk şiiri. Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları.
Cebecioğlu, E. (2014). Tasavvuf terimleri ve deyimleri sözlüğü. Ankara: Otto Yayınları.
Çandarlıoğlu, G. (2019). Uygur devletleri tarihi ve kültürü. Ankara: Türk Dünyası Araştırmaları
Vakfı Yayınları.
Eraslan, K. (2012). Eski Uygur Türkçesi grameri. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
Ercilasun, A. B. (2016). Türk kağanlığı ve Türk bengü taşları. İstanbul: Dergâh Yayınları.
Gemalmaz, E. (2010). Türkçenin derin yapısı. Ankara: Belen Yayıncılık.
Gülensoy, T. (2019). Türkçe el kitabı. Ankara: Akçağ Yayınları.
Güngör, H. (2002). Eski Türklerde din ve düşünce. Türkler Ansiklopedisi, C III, 261-282.
İsi, H. (2020). Tantrik Türk Budizmi’nde Mantra ve Dharani kavramları üzerine. Uluslararası
Türkçe Edebiyat Kültür Eğitim Dergisi, 9(2), 500-514.
Korkmaz, Z. (2013). Türkiye Türkçesinin temeli Oğuz Türkçesinin gelişimi. Ankara: Türk Dil
Kurumu Yayınları.
Mert, O. (2009). Ötüken Uygur dönemi yazıtlarından Tes-Tariat-Şine-Us. Ankara: Belen
Yayıncılık.
Sertkaya, O. F. (2011). Eski Türk şiirinin kaynaklarına toplu bir bakış. Türk Dili, Dil ve
Edebiyat Dergisi özel sayı I. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
Şahin, N. (2012). Manihaist ve Budist Uygur şiirinin dilin dört temel becerisi olarak
incelenmesi. Yüksek Lisans Tezi, Erzurum: Atatürk Üniversitesi Eğitim Bilimleri
Enstitüsü.
Tekin, Ş. (2019). Uygurca metinler-Ⅰ Kuanşi İm Pusar (Ses İşiten İlah). Ankara: Türk Dil
Kurumu Yayınları.
Tekin, T. (2011). Eski Türk şiiri. Türk Dili, Dil ve Edebiyat Dergisi Özel Sayı I. Ankara: Türk
Dil Kurumu Yayınları.
Tenişev, E. R. ve Bapaeva, J. (2012). Eski yazı dilleri: Türk yazılı abidelerin dilleri.
Uluslararası Türkçe Edebiyat Kültür Eğitim Dergisi, 1(1), 53-68.
Tezcan, S. (1978). En eski Türk dili ve yazını. Bilim Kültür ve Öğretim Dili Olarak Türkçe,
271-323.
Tuna, O. N. (1989). Sümer- Türk dillerinin tarihi ilgisi ve Türk dilinin yaşı meselesi. Türk Dili
Araştırmaları Yıllığı-Belleten, C 37, 257-293.
Üstünova, K. (2010). Dil bilgisi sorunları. İstanbul: Kesit Yayınları.
Wellek, R. ve Warren, A. (1983). Edebiyat biliminin temelleri. (çev. Ahmet Edip Uysal),
Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları.
Yitik, A. İ. (2007). Yaşayan dünya dinleri. Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları.
Yürek, H. (2008). Sihr-i helal ile anjambman teknikleri üzerine mukayeseli bir çalışma. Bilig
Dergisi, 46, 179-192.
60
TÜRKISCHE TURFANTEXTE VII’DE BULUNAN ATASÖZLERİNDEKİ DEĞERLER
ÜZERİNE
Nazmi ŞEN
Öz
Türk dili ve tarihinde Uygurların ve Eski Uygur Türkçesinin önemi
büyüktür. Uygur, Basmıl ve Karluklar tarafından Köktürk Kağanlığı’nın
yıkılmasıyla Ötüken merkezli bir Uygur Devleti kurulmuştur. Dil ve kültür
bakımından Köktürk Kağanlığı’nın devamı niteliğindeki Ötüken Uygur
Kağanlığı Dönemi, 839 yılında başta Kırgızların saldırıları olmak üzere aşırı
soğuk, salgın hastalık, açlık gibi sebeplerle bitmiştir. Uygurlar üç ana gruba
ayrılarak Çin’in farklı bölgelerine göç etme mecburiyetinde kalmıştır. Göçler
Turfan, Kansu ve Kaşgar bölgelerine olmuştur.
840-1209 yılları arasında Turfan bölgesinde hüküm süren Turfan Uygur
Devleti Dönemi’nde devletin ticaret yollarına yakın bölgelerde bulunması
sanat, edebiyat ve ticaret alanlarında gelişmesini sağlamıştır. Turfan Uygur
Devleti Dönemi’nde ortaya çıkan yüksek medeniyet kendisinden sonraki
dönemleri etkilemiş ve birçok kültüre kaynaklık etmiştir. Uygur edebiyatı
eserlerinin dinî konularda yazılmış eserler ve din dışı konularda yazılmış
eserler olmak üzere iki ana gruba ayrıldığı göz önüne alınarak Turfan Uygur
Devleti Dönemi’nde, Türk dili ve kültürü için önem arz eden dinî konuları
kapsamayan (özel mektuplar, hukuk belgeleri, gök bilim, takvim ve yıldız
falı üzerine metinler, büyü kitapları, sağlık bilgisi üzerine metinler,
atasözleri, duvar yazıları …) eserler meydana getirilmiştir.
20. yüzyıldan itibaren Fin, Rus, İngiliz, Alman, Japon, Fransız ve Çinli
araştırmacıların çeşitli tarihlerde Doğu Türkistan’a düzenlediği arkeoloji ve
araştırma gezileri sonucunda anılan eserler gün yüzüne çıkmıştır. Eski Uygur
dili ve kültürü ile ilgili bu eserler dünyanın çeşitli ülkelerinde yayımlanmıştır.
Özellikle Almanya’da yayımlanan Eski Uygurca metin neşirlerinin en önemli
serisi Türkische Turfantexte (Türkçe Turfan Metinleri) içerisinde eski Türk
dili ve kültürü ile ilgili birçok kıymetli bilgi bulunmaktadır. Reşit Rahmeti
Arat tarafından yayımlanan serinin yedinci kitabında yer alan atasözleri,
bünyelerinde birçok kültürel, eğitsel ögeyi ve değeri barındırmaktadır.
Bildiride önce Türk dilinin Eski Uygur Türkçesi Dönemi hakkında kısaca
bilgi verilmekte; sonra atasözlerinde tespit edilen “erdemli olma”,
“doğru/dürüst
olma”,
“ileri
görüşlü/önsezi
sahibi
olma”
“iyiliksever/yardımsever olma”, “kanaatkâr olma”, “kıymet/değer bilme”,
“liyakat”, “çalışkanlık/gayretli olma”, “yaşlılık” gibi değerler Eski Türk
dilinin diğer önemli dil yadigârlarıyla karşılaştırılarak ilgililerin istifadesine
sunulmaktadır.
Anahtar Sözcükler: Eski Uygur Türkçesi, Uygur, Türkische Turfantexte
VII, atasözü, değerler.
Öğr. Gör.; Balıkesir Üniversitesi
[email protected].
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 63
61
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ON THE VALUES IN PROVERBS FOUND IN TÜRKISCHE
TURFANTEXTE VII
Abstract
The importance of Uyghurs and Old Uyghur Turkic in Turkish language
and history is great. After the collapse of Köktürk Khanate by Uygur, Basmıl
and Karluk, a Ötüken-based Uyghur State was established. Ötüken Uyghur
Khanate Period, which is the continuation of Köktürk Khanate in terms of
language and culture, ended in 839 due to attacks such as Kyrgyz, extreme
cold, epidemic disease and hunger. Uyghurs were divided into three main
groups and forced to migrate to different parts of China. Migrations have
been to the regions of Turfan, Kansu and Kashgar.
During the period of the Turfan Uyghur State, which ruled in the Turfan
region between 840-1209, the state's presence in areas close to trade routes
enabled it to develop in the fields of art, literature and commerce. The higher
civilization that emerged during the period of Turfan Uyghur State influenced
the later periods and became a source for many cultures. Considering that the
works of Uyghur literature were divided into two main groups: works written
on religious subjects and works written on non-religious subjects, during the
Turfan Uyghur State Period, they did not include religious subjects that are
important for Turkish language and culture (special letters, legal documents,
astronomy, texts on calendar and horoscope, spell books, texts on health
information, proverbs, graffiti…), works have been created.
As of the 20th century, the works, which were mentioned as a result of
archeology and research trips organized by Finnish, Russian, British,
German, Japanese, French and Chinese researchers to East Turkistan on
various dates, have surfaced. Turkish Uyghur texts published in Germany,
especially in the most important series Türkische Turfantexte, there is a lot of
valuable information about the Old Turkic language and culture. The
proverbs contained in the seventh book of the series published by Reşit
Rahmeti Arat contain many cultural and educational elements within their
structure.
Firstly, the paper briefly provides information about the Old Uyghur
Turkic Period of Turkish language; and“being true/honest”, “being forwardthinking/having a premonition”, “being benevolent”, “being persuasive”,
“knowing value”, “merit”, “hardworking/diligent”, “old age” are presented
to the benefit of those concerned by comparing them with other important
language survival of Old Turkic.
Keywords: Old Uyghur Turkic, Uyghur, Türkische Turfantexte VII,
proverb, values.
1. Eski Uygur Türkçesi Dönemi
Köktürk Kağanlığı’nın Uygur, Basmıl ve Karluk ittifakı tarafından yıkılmasıyla Ötüken
merkezli Uygur Kağanlığı kurulmuştur. Ötüken Uygur Kağanlığı’nın kurulmasıyla Türk dili,
tarihi ve kültüründe yeni bir dönem başlamıştır. Eski Türkçe Dönemi’nin ilk bölümünü
oluşturan Köktürk Türkçesinin devamı niteliğinde olan Eski Uygur Türkçesi Dönemi’nde
Ötüken Uygur Devleti’nin ilk iki kağanı Kutlug Bilge Köl Kağan ve Moyun Çor Kağan
zamanında Köktürklerin devrinde olduğu gibi yazıt dikme geleneği devam etmiştir. Uygur
edebiyatının ilk örneklerini oluşturan Ötüken Uygur Dönemi kağan ve kumandan yazıtları1 ait
oldukları dönemin resmî tarihi niteliğindedir. Yazıtlarda Türk kağan ve kumandanlarının hem
Cengiz ALYILMAZ, Tes, Tariat, Şine Us, Karabalgasun I, Karabalgasun II, Karabalgasun III, Mutrın Temdeg
Yazıtları’nı Ötüken Uygur Dönemi kağan ve kumandan yazıtları olarak değerlendirir (Mert, 2009, s. 98).
1
64 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
62
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
yaşanan tarihî hadiselerden hem de kendi bilgi ve deneyimlerinden hareketle tebaya / akraba
topluluklara ve gelecek nesillere birlik bütünlük mesajları verdikleri görülür (Alyılmaz, 2007, s.
11).
Ötüken Uygur Devleti kağanlarından Moyun Çor’un ölümüyle yerine oğlu Bögü Kağan
geçmiştir. Bögü Kağan’ın bir isyanı bastırmak amacıyla Çin’e gidip orada Mani rahipleriyle
tanıştıktan sonra Maniheizm’i devlet dini olarak seçmesi Türk siyasi ve kültür hayatında köklü
değişikliklere yol açmıştır. Söz konusu seçim şehir ve tarım kültürünü geliştirirken dinamik olan
Uygur yönetiminin ve halkının pasivize olmasına sebep olmuştur.
Her din, her inanış kendi öğretileriyle birlikte kendi yazısını / alfabesini de hedef
kitlesine taşır. Kabul edilen dinin öğretilerini öğrenmek ve davranışa dönüştürmek isteyenler
onun alfabesini de öğrenmek zorunda kalırlar. Türk boy ve toplulukları da kabul ettikleri
dinlerin etkisiyle Soğd Alfabesi’nden hareketle Uygur Alfabesi’ni geliştirip kullanmışlardır
(Alyılmaz, 2019, s. 20). Manihezim ve benimsenen diğer dinlerin de etkisiyle (Hristiyanlık,
İslamiyet, Budizm) Ötüken Uygur Kağanlığı devrinden sonra bengütaşlara yazı yazma geleneği
son bulmuştur. Farklı dinlerin etkisiyle yazılan eserlerdeki soyut anlamlı kavram işaretleri
Türkçenin söz varlığını zenginleştirmiştir.
Uygur Dönemi eserlerinin önemli bir kısmı örgün eğitim ve öğretimin yapıldığı
manastırlarda, kiliselerde vd. yazılmışlardır. Bugün yanlış bir anlayışla “mağara” (“Bezeklik
Mağaları”, “Yargol Mağaraları”, “Bin Buda Mağaraları”…) diye adlandırılan bu mimarlık
eserlerinin bulundukları bölgelerde yapılan yeni kazılarda yeni eserler ortaya çıkarılmaktadır.
Örgün eğitim ve öğretimin ürünü olan; farklı dinlerin, dillerin ve kültürler arası etkileşimlerin
doğurduğu söz konusu eserlerde dinî, ahlaki ve felsefi kavram işaretlerinin yanında eğitim ve
öğretime, dile, kültüre, sanata, edebiyata, musikiye, resme, heykele… ait de pek çok kavram
işareti de yer almakta; bu eserler bünyelerinde çocuk eğitimi, çocuk edebiyatı, görsel sanatlar,
sahne sanatları, resim, müzik, tezhip vd. alanların ilgilileri içinde son derece önemli bilgileri
barındırmaktadırlar (Alyılmaz, 2019, s. 20).
Eski Uygur Türkçesi Dönemi eserlerini dinî konularda yazılmış eserler ve din dışı
konularda yazılmış eserler olmak üzere iki ana grupta toplamak mümkündür. Dinî konularda
yazılmış eserler kendi içerisinde Budist / Burkancı Uygur Dönemi eserleri, Manihesit / Manici
Uygur Dönemi eserleri, / Hristiyan Uygur Dönemi eserleri / İslami Uygur Dönemi eserleri
başlıkları altında incelenmektedir (Tezcan, 1978, 271-323; Barutçu Özönder, 2002 s. 481-501;
Ercilasun, 2011, s. 226-262; Alyılmaz, 2015, s. 203-216). Din dışı konularda yazılmış eserleri
içeriklerine göre özel mektuplar, hukuk belgeleri, gök bilim, takvim ve yıldız falı üzerine
metinler, büyü kitapları, sağlık bilgisi üzerine metinler, atasözleri ve duvar yazıları olarak
sınıflandırmak mümkündür.
839 yılında başta Kırgızların saldırıları olmak üzere aşırı soğuk, salgın hastalık, açlık
gibi sebeplerle Ötüken Uygur Kağanlığı Dönemi sona ermiştir. Uygurlar üç ana gruba ayrılarak
Çin’in farklı bölgelerine göç etme mecburiyetinde kalmıştır. Göçler Turfan, Kansu ve Kaşgar
bölgelerine olmuştur. Özellikle Eski Uygur Türkçesinin din dışı konularda yazılmış eserleri
Turfan ve çevresinde bulunmuştur.
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O63
K 65
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
2. Turfan Uygur Dönemi
839 yılında Ötüken Uygur Devleti’nin yıkılmasıyla yaşanan göçün sonucunda
Uygurların bir kısmı Ötüken’den güneye inerek Kao-ch’ang2 şehrine yerleşmişlerdir. 850-1250
yılları arasında Turfan bölgesinde Turfan Uygur Devleti kurulmuştur. Devletin kurulduğu
coğrafyanın ticaret yollarına yakınlığı sebebiyle sanat, ticaret ve edebiyat gibi alanlarda yüksek
seviyeye ulaşılmıştır. Ötüken Uygur Kağanlığı’nın da ulaşmış olduğu yüksek uygarlık tecrübesi
Turfan Uygur Devleti’nin gelişimine katkı sağlamıştır. Uygurların anılan bölgeye göçünden
önce Tohar, Soğut ve Saka gibi toplulukların yaşadığı göz önüne alınarak göçten sonra bu
toplulukların Türkleştiği, Uygurların burada hâkim unsur hâline geldiği görülmektedir. Yüksek
medeniyet seviyesine ulaşmada yerli halkın etkisi olduğu açıktır (Tekin, 2014, s. 120). Turfan
Uygur Dönemi’nin en önemli kültürel özelliklerinden birisi halkın büyük bir kısmının yerleşik
hayatı benimsemiş olmasıdır. Bozkır Türk devletlerinden farklı olarak Turfan Uygurları
hakimiyetlerini genişletme düşüncesinde olmamışlar, büyük siyasi çatışmalara girmemişler ve
başta Çin olmak üzere komşu devletlerle dostluk ve ticaret ilişkilerini devam ettirmeyi tercih
etmişlerdir (Kafesoğlu, 1984, s. 115). Hayvancılığın yanında yerleşik düzenle birlikte tarımın da
gelişmesi Turfan Uygurlarının ekonomisini olumlu yönde etkilemiştir. Turfan Uygur
Dönemi’nde yazılan Uygur Hukuk Vesikaları’na göre borç alıp-verme, satın alma amacıyla
kullanılan tarım ürünleri mısır, buğday, pamuk, darı, susamdır (Yamada, 1993). Ekonomik ve
ticari hayatın yanında her gelişmiş toplumda olduğu gibi Turfan Uygurları sanatsal faaliyetlerde
bulunmuşlardır. Edebiyat, ressamlık, süsleme, heykeltraşlık ve benzeri sanat dallarında eserler
ortaya koymuşlardır (Almas, 2013, s. 410).
Turfan Uygur medeniyetinin önemli özelliklerinden birisi literatürde “sivil belgeler”
olarak anılan din dışı konuları kapsayan kaynakların bu döneme ait olmasıdır. Sivil belgeleri
özel mektuplar, hukuk belgeleri, gök bilim, takvim ve yıldız falı üzerine metinler, büyü
kitapları, sağlık bilgisi üzerine metinler, atasözleri, duvar yazıları … olarak sınıflandırmak
mümkündür.
20. yüzyıl başlarında Fin, Rus, İngiliz, Alman, Japon, Fransız ve Çinli araştırmacıların
Doğu Türkistan bölgesine düzenlediği araştırma ve arkeoloji gezileri sonucunda anılan belgeler
gün yüzüne çıkartılmıştır (Özyetgin, 2014, s. 20). Keşfedilen sivil belge koleksiyonları Berlin,
Leningrad, Kyoto, Londra, Paris, Helsinki, Pekin, Urumçi ve İstanbul’da bulunmaktadır (Arat,
1987, s. 13-18; Clark, 1975, s. 51-65).
Yapılan araştırma ve arkeoloji gezilerinin sonucunda ulaşılan belgeler anılan ülkelerde
yayımlanmaya başlanmıştır. İlk olarak W. BANG ve Annemarie von GABAIN tarafından 19291931 yılları arasında 5 cilt olarak yayımlanan, içerisinde Türk dili ve kültürü ile ilgili birçok
bilgiyi barındıran Türkische Turfantexte (Türkçe Turfan Metinleri) serisinin Uygurca metin
neşirleri içinde önemli bir yeri vardır. Beşinci ciltten sonra bu ekibe, büyük Türk dilcisi Reşit
Rahmeti ARAT katılarak serinin altıncı kitabı yayımlanır. Bildirinin konusunu oluşturan yedinci
cilt sadece ARAT tarafından yayımlanır. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra GABAIN seriyi tek
başına devam ettirir ve 1959 yılında onuncu cilt çıkarılır (Ercilasun, 2011, s. 267).
Turfan Uygurları Cengiz’in vassallığını kabul ettikleri döneme kadar (1209) Kao’ch’ang ismiyle anılmıştır. Çağatay
devrinde şehir önemini kaybedip şehrin ismi Ho-chou (Koço, Hoço) olarak değiştirilmiştir. Koço şehrinin yanında
Beşbalık şehri de Kubilay zamanında önem kazanmıştır. Beşbalık şehrinin önem kaybetmesinden sonra da Turfan
şehrinin ön olana çıkmasıyla orada yaşayan Uygurlar son olarak Turfan Uygurları olarak anılmıştır (İzgi, 2017, s.
129-130).
2
66 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
64
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
3. Türkische Turfantexte VII’de bulunan atasözlerindeki değerler
Atasözleri, toplumun geçmişte yaşadığı tecrübeleri, edindikleri bilgileri içeren nesilden
nesile aktarılan dilde en az değişen genel anlamlı kalıplaşmış dil ögeleridir. Kadim kültür
birikiminin yer aldığı atasözleri kısa ve öz olmakla beraber içerisinde toplum için ideal bireyi
oluşturmayı amaçlayan birçok değer taşımaktadır. Aynı zamanda bir dilin iletişim dili olmasının
ötesinde deyim, vecize, atasözü seviyesinde anlamlı dil ögeleri üretebilmesi, edebiyat ve sanat
dili olabilmesi için en az 2-3 bin yıllık bir geçmişe ve birikime sahip olması gerekir (Alyılmaz,
2005, s. 4). Atasözleri Türkçenin eskiliğini kanıtlayan önemli dil ögeleridir. Ulaşılabilen ilk
Türk atasözleri Türkçenin en köklü dil yadigârlarından olan Orhun Yazıtları’nda bulunmaktadır.
Orhun Yazıtlar’ndaki atasözlerini ilk tespit eden Ahmet CAFEROĞLU’dur (Oy, 1972, s. 117).
Eski Uygur Türkçesi Dönemi’ne ait yayımlanan çeşitli kaynaklarda Köktürk Türkçesi
Dönemi’ne göre daha fazla atasözü bulunmaktadır. Eski Uygur Türkçesi atasözlerini 10.
yüzyıldan kalma Köktürk harfli metinlerde yer alan liste hâlindeki atasözleri ile Uygur harfli
metinlerde yer alan atasözleri olmak üzere iki gruba ayırmak mümkündür. Uygur harfli
metinlerde yer alan atasözleri Berlin Staatsbibliothek’de muhafaza edilen ve Mainz kısaltması
ile bilinen yazma parçalardan T I D (Mainz 725)’te, Doğu Berlin İlimler Akademisi Turfan
Yazmaları T III M 228 (Ch/U 7570)’te kayıtlı olan 72 sayfalık yazmada, Doğu Berlin İlimler
Akademisi Turfan Yazmaları T I D 155 (U.558) kayıtlı Türkçe ve Moğolca mensur ve manzum
metinlerinde ve British Museum British Library Or 82/1216 kayıtlı vesikada bulunmaktadır
(Sertkaya, 1983, s. 279).
Bildirinin konusunu oluşturan Türkische Turfantexte VII’de bulunan atasözleri Doğu
Berlin İlimler Akademisi Turfan Yazmaları T II Y 19 (U. 560)’ta kayıtlıdır. Söz konusu
atasözleri Reşit Rahmeti ARAT tarafından Türkische Turfantexte VII’den sonra “Eski Türk
Şiiri” (Arat, 1991) isimli eserinde de yayımlanmıştır.
Türkische Turfantexte VII, içerisinde Eski Uygur Dönemi’ne ait 13 atasözü
barındırmaktadır. Anılan atasözlerinin 8 tanesi kitabın kırk ikinci bölümünde (Arat, 1936, s. 5354); 5 tanesi ise “notlar” bölümünde (Arat, 1936, s. 79) yer almaktadır. Atasözlerinin kayıtlı
olduğu sayfalarda kendisinden önce “yme Türk savında bar” kalıp ifadesinin kullanılması ilgi
çekicidir. Ayrıca anılan ifadede “Türk” kavram işaretinin bulunması atasözlerinin değerine
değer katmaktadır.
Söz konusu atasözlerinin eski Türk yaşayışına, inancına, dünya görüşüne, diline,
kültürüne dair bilgiler içermesi ve Türk toplumunun benimsedeği değerleri yansıtması dikkate
değerdir. Özellikle “değer” kavramının eğitim ve öğretimdeki önemi göz önüne alındığında
atasözleri, toplumun değerlerini bireylere aktarmada önemli bir işlev üstlenmektedir. Değer
kavramı Türkçe Sözlük’te şöyle tanımlanmıştır:
Bir ulusun sahip olduğu sosyal, kültürel, ekonomik ve bilimsel değerlerini kapsayan
maddi ve manevi ögelerin bütünü olarak ifade edilen değer kavramı, toplumu oluşturan
bireylerin bir arada yaşamasını sağlayan, kişiler arası ilişkilerde köprü vazifesi üstlenerek
geçmiş, bugün ve gelecek arasında bağ kuran, düzenleyici unsurlardır (Türkçe Sözlük, 2011, s.
607).
Değerler, toplumun kültürünü devam ettiren unsurlardır. Değerler eğitim yoluyla
bireylere aktarılır. Milletlerin bekaları, kültürlerini geleceğe taşımakla, yani yeni nesillerine
aktarmakla alakalıdır. Kültür ise doğrudan değerler ile ilişkilidir. Çünkü değerler, kültürün
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O65
K 67
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
gelişim yönünü belirler. Toplumların kültürleri, sahip oldukları değerlerle birlikte gelişir ve
yayılır (Şahin, 2017, s. 58). Değerler, evrensel ve ulusal olmak üzere iki ana başlığa ayrıldıktan
sonra kendi içerisinde “Kişiye Özgü İlişki Değerleri”, “Kişilerarası İlişki Değerleri” ve “Kişiler
ve Doğa Arasında İlişki Değerleri” olmak üzere üç alt başlık altında sınıflandırılmıştır (Şahin,
2018, s. 67). Türkische Turfantexte VII’deki atasözleri “erdemli olma”, “doğru/dürüst olma”,
“ileri görüşlü/önsezi sahibi olma” “iyiliksever/yardımsever olma”, “kanaatkâr olma”,
“kıymet/değer bilme”, “liyakat”, “çalışkanlık/gayretli olma”, “yaşlılık” gibi değerleri
taşımaktadır. Bu sebeple bildiride atasözleri aracılığıyla Türkçenin ve Türk kültürünün
köklülüğünü, zenginliğini ortaya koymak, ayrıca atasözlerinin taşıdığı değerler tespit edilerek
bu değerleri toplumun geleceği genç bireylere aktarmak ve atasözlerine ilgili literatürün
dikkatini çekmek amaçlanmıştır. Türkische Turfantexte VII’de bulunan atasözleri ve taşıdıkları
değerler şöyledir:
1. Erdemlig kişi erd(i)ni birle tüz ol,
Erdemsiz kişi etük içindeki ulyaḳ birle tüz ol.
Türkiye Türkçesi ile:
Faziletli insan cevherle birdir,
Faziletsiz insan çizme içindeki taban astarıyla birdir.
Erdemli / faziletli olma, Türkçenin en eski dil yadigârlarından günümüze kadar gelen
Türk boy ve topluluklarının ana / kök değerlerindendir. Erdemli olma değeri ahlak / etik,
doğruluk gibi kavramlarını da içine almaktadır. Erdem sözcüğü Türkçe Sözlük’te “ahlakın
övdüğü iyi olma, alçakgönüllülük, yiğitlik, doğruluk vb. niteliktekilerin genel adı, fazilet” olarak
tanımlanmıştır (Türkçe Sözlük, 2011, s. 806). Erdem ve erdem kelimesinden türemiş erdemlig
sözcüğü Köktürk Harfli Yazıtlar’dan itibaren Türkçenin önemli dil yadigârlarında sıklıkla
bulunmaktadır.
Orhun Yazıtları’na göre daha kısa ve daha yalın; satır sayıları 1-20 arasında değişen,
kağanlara, boy beylerine, kumandanlara ve hayatta iken zenginliği veya saygın kişiliğiyle ön
plana çıkmış kişilere ait veda nutku / ayrılık metni niteliğindeki (Alyılmaz, 2012, s. 59) Yenisey
Yazıtları’nda, ölen kişinin en önemli özelliği “yiğit ve erdemli” olmasıdır:
er erdemim üçün töpüt kanka yalabaç bardım kelmedim: Erdem sahibi olduğum için
Tibet Hanı’na (elçi olarak) gittim / gönderildim (ancak ne yazık ki bir daha da) geri dönmedim
(E 29; Useev, 2011: 465-467).
urungu külüg tok bögü terkene kangım beg erdem üçün birle bardı: Urungu Külüg Tok
Bögü Terken babam bey erdemli olduğu için birlikte gitti (E 10-6; Useev, 2011: 422-423).
er erdem üçün inim eçim uyarın üçün benggümin tike berti: Yiğit (ve) erdemli
(olduğum) için küçük kardeşim (ve) ağabeyim(lerim) güçlü kudretli (oldukları) için bengü
(taş)ımı / yazıtımı dikiverdi(ler) (E 28-7; Useev, 2011: 461-464).
Türkçenin eşsiz başvuru kaynağı Kâşgarlı Mahmud tarafından yazılan Dȋvânu Lugâti’tTürk atasözleri bakımından zengin bir eserdir. İçerisinde erdemli olma değeri ile ilgili şu
atasözü tespit edilmiştir:
Erdemsizden kut çertilür. Edebi ve fazileti olmayan kişiden devlet ve talih gider
(Ercilasun ve Akkoyunlu, 2015, s. 299).
68 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
66
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
Türk yaşayış ve inanışında devlet idaresinde Tanrı tarafından verildiğine inanılan, aynı
zamanda mutluluk, talih anlamına gelen kut kavramı sadece erdemli kişilerde bulunmaktadır.
Erdemden yoksun kişilerde kutun olmayacağı anılan atasözünde açıkça belirtilmiştir.
İslami Dönem ilk Türk dil yadigârlarından Kutadgu Bilig’de de erdemli olma değeri
sıklıkla bulunmaktadır. Tanrı insana bilgi, akıl ve anlayışın yanında “erdem” vermiştir.
törütti ödürdi seçü yalŋukug / aŋar birdi erdem bilig ög ukug: Tanrı insanı yarattı,
seçerek yükseltti / ona erdem, bilgi, akıl ve anlayış verdi (KB 148; Arat, 2008).
idi artuk erdem kerek ög bilig / ajun tutguka ötrü sunsa elig: dünyaya hâkim olup idare
etmek için pek çok erdem, akıl ve bilgi gerekir (KB 281; Arat, 2008).
Türk boy ve toplulukları tarafından farklı coğrafyalarda farklı amaçlarla oluşturulmuş
Türk dil yadigârlarında erdemli olma değeri sıklıkla işlenmiştir. Türk toplumunun nazarında
erdemli olma, bireylerde bulunması gereken temel değerlerdendir.
2. buyanlıg kişi burḳanlar birle tüz erür,
buyansız kişi boḳ baḳır birle tüz erür.
Türkiye Türkçesi ile;
İyilik yapan insan burkanlarla birdir,
İyilik yapmayan insan boş bakır ile birdir.
İyilikseverlik, kişilerarası ilişki değerlerindendir. İyilik yapmak aynı toplumda yaşayan
bireylerin ilişkilerini düzenleyen önemli bir davranıştır. İyilikseverlik Türkçe Sözlük’te
“hayırseverlik” olarak tanımlanmıştır (Türkçe Sözlük, 2011, s. 1237). Türk boy ve
topluluklarında benimsenen dinlerin de etkisiyle iyilik yapma ve yardımlaşma değerleri
kalıplaşmış dil ögelerinden üretilen edebî eserlere kadar Türk toplumunun somut ve soyut bütün
kültür varlıklarına sinmiştir.
Hindistan’da ortaya çıkan ve Asya’ya yayılan Budizmle Türk kültürünün ilişkisi
milattan sonra I. yüzyılda Kuşan Devleti’ni kuran Kujula Kadphises’in Budizmi kabul etmesiyle
başlamıştır (Emet, 2002, s. 233-237). Hunlar da Çin kültüründen kendilerini korumak için
Budizmi benimsemişlerdir. I. Köktürk Kağanlığı’nda Çin Konfüçyanizmi ve Hristiyanlığa karşı
bir alternatif olarak Mukan (553-572) ve Tatpar Kağan (572-581) döneminde Budizm’e karşı bir
eğilim olmuştur ve Tatpar Kağan tarafından diktirilen Bugut Yazıtı (47 684660D 526 1722K)
(Alyılmaz, 2003, s. 3) bu eğilimin en önemli kanıtlarındandır. Köktürklerin devamı niteliğinde
olan Ötüken ve Turfan Uygur Dönemin’de de Budizme ilgi azalmayıp Budizmin önemli
ögelerinden “burkan” toplumun önemli bir figürü olarak atasözlerine yansımıştır. Eski Uygur
Dönemi’nde iyilik yapan bireyin burkanlarla aynı seviyede olması iyilikseverlik değerinin
önemini kanıtlamaktadır.
Dȋvânu Lugâti’t-Türk’te de iyilikseverlik değerinin bulunduğu birçok atasözü vardır:
Eḍgülükni suw aḍakında kemiş başında tile. İnsanlar için iyilik ve ihsanı suyun sonuna
fırlatıp ay; onu suyun kaynağında yüzerken görürsün (Ercilasun ve Akkoyunlu, 2015, s. 264).
Eḍgü er süŋüki erir atı kalır. İyi adamın kemikleri toprakta erir; onun adı ise ilelebet
kalır. İyilik yapması istenene söylenir (Ercilasun ve Akkoyunlu, 2015, s. 496).
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O67
K 69
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
Yalŋuk oglı yōkadur eḍgü atı kalır. Ademoğlu ölerek yok olur; eğer hayırlı ve iyilikte
bulunan biri ise onun zikri ve adı kalır. İyilik yapılması için söylenir (Ercilasun ve Akkoyunlu,
2015, s. 505).
3. Kimniŋ tamırı yoġun bolsar ḳanaġı yiŋil
Türkiye Türkçesi ile:
Kimin damarı kalın ise, onun kan aldırması kolay olur.
Bu atasözünde ileri görüşlü olma değeri bulunmaktadır. Gelecekte sıkıntı yaşamamak
için şimdiden hazırlık yapmak gerektiği öğütlenmiştir. İleri görüşlülük değerini kazanmak için
çalışkan ve gayretli olma değerlerine sahip olmak gerekir. Özelikle toplumu yöneten liderlerin
bu değeri taşıyıp taşımaması o toplumun geleceğini belirlemektedir. Değerler eğitiminde ileri
görüşlülük kavramı Türk tarihindeki önemli liderler (Bilge Kağan, Tonyukuk, Mustafa Kemal
Atatürk) üzerinden ilgili atasözleriyle birlikte bireylere aktarılarak bir davranış biçimine
dönüştürülebilir.
4. er ḳutı beliŋ suv ḳutı teriŋ
Türkiye Türkçesi ile:
Yiğitin değeri korku zamanında, suyun değeri derinliğinde.
Türkçe Sözlük’te değer, kıymet kelimesi bir insanın, nesnenin, eşya ya da eylemin
önemini kavramak anlamlarına gelmektedir (Türkçe Sözlük, 2011, s. 1433). Bazı kavramların
değeri bazen başka bir eyleme veya duruma bağlı olarak anlaşılabilir. Eski Türk toplumunda en
çok değer verilen şeylerden birisi de yiğitlik kavramıdır. Orhun Yazıtları’nda Köl Tigin’in
yiğitlik adını elde etmesi şöyle anlatılmıştır:
umay teg ögüm katun kutınga inim köl tigin er at boltı altı yigirmi yaşınga eçim kagan
ilin törüsin ança kazgantı … : (Köl Tigin) Umay’a benzeyen annem Hatun’un kutu sayesinde
erkeklik/yiğitlik adını elde etti. (Henüz) on altı yaşında (iken) amcam kağanın devleti için şöyle
başarılar kazandı. (KT D 31; Alyılmaz, 2005, s. 46).
Anılan eski Uygur atasözünde de yiğitliğin değerinin zor zamanda anlaşılacağı suyun
ne kadar derin olursa o kadar değerli olacağı, toplumun insan veya nesnelerin değerini
anlamasında bazı ölçütlerin bulunduğu kısa ve öz olarak aktarılmıştır.
5. begimsinmeyük beg bolsar beltir sayu berge salur ataḳınmayuḳ atıġ bulsar art sayu
mayaḳayur
Türkiye Türkçesi ile:
Bey olmayacak kimse bey olursa her yol kavşağına sopa koyar; şöhrete layık olmayan
kimse şöhret bulursa her dağın sırtına işaret diker.
Türk boy ve topluluklarının geleceğini belirleyen, devletlerin kurulmasında ve
yönetilmesinde etkin rolü olan önemli değerlerden birisi liyakattır. Liyakat sözcüğü Türkçe
Sözlük’te “Bir kimsenin kendisine iş verilmeye uygunluğu, yaraşırlık durumu” olarak
tanımlanmıştır (Türkçe Sözlük, 2011, s. 1590). Atasözünde bulunan bey ve şöhret kavram
işaretleri topluma mal olmuş kişilerde bulunan unvanlardır. Özellikle bey < beg kavram işareti
eski Türk boy ve topluluklarında yöneticiler için kullanılmıştır. Ancak liyakat değerinin
bulunmadığı kişiler yanlış davranışlar sergileyerek yaşadığı topluma zarar verir.
70 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
68
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
Türkçenin en önemli dinî-felesefî eseri olan Kutadgu Bilig’te “Ögdülmiş’in Hükümdara
Cevabı” isimli bölümde beylerin toplum için önemi ve iyi yönetimin şifreleri verilmiştir (KB,
1948-1973; Arat, 2008 s. 401-403). Özetle beyin halka layık bir bey olması için asil soydan
gelmesi, cesur olması, akıllı ve bilgili olması, erdemli olması, zeki olması gerekir. Anılan
atasözü liyakatsız beyleri tanımlarken Eski Uygur Tükçesi Dönemi’nin devamı olan Karahanlı
Dönemi’nde yazılan Kutadgu Bilig’de liyakat şartları açıklanmıştır.
6. it ḳarı bolsar yatıp ürür
Türkiye Türkçesi ile:
Köpek yaşlanırsa yatıp havlar.
Söz konusu atasözü yaşlılık kavramını içermektedir. İnsanın yaşlandığında artık elden
ayaktan düştüğü ve sadece konuştuğu köpek ve havlama kavram işaretleri üzerinden
anlatılmıştır. Bu atasözü günümüzde de “it kocarsa yatıp havlar” şeklinde Türk boy ve
topluluklarında kullanılmaktadır (Yanar, 1997, s. 172).
7. ḳoçu taġında ḳaplan yoḳ, ḳuduġ suvında balıḳ yoḳ
Türkiye Türkçesi ile:
koçu dağında kaplan yok, kuyu suyunda balık yok.
Atasözleri, durum ve olaylara gerçekçi pencereden bakan kalıplaşmış dil ögeleridir. Bu
atasözünün temelinde kanaatkâr olma değeri bulunmaktadır. Kanaat sözcüğü, Türkçe Sözlük’te
(Türkçe Sözlük, 2011, s. 1293) “elindekinden hoşnut olma durumu, kanıklık, yeter bulma,
yetinme, fazlasını istememe, doyum” anlamlarına gelirken, kanaatkârlık sözcüğü ise,
“yetingenlik hâli ve kanaatkâr olma durumu” şeklinde tanımlanmaktadır. Anılan atasözünde
bulunan bir diğer değer güvenilir olma değeridir. Türkçe Sözlük’te (2011, s. 1012) güven
sözcüğü “korku, çekinme ve kuşku duymadan inanma ve bağlanma duygusu, itimat” olarak
tanımlanırken güvenilir olma ise, “güven duygusu veren, güvenilen, itimatlı” şeklinde
açıklanmış insana özgü değerdir. Özellikle toplum önderlerinin, beylerin, kumandanların
sözünden dönmemesi bir başka ifadeyle sözünde durması için bu atasözü kullanılmıştır. Dȋvânu
Lugâti’t-Türk’teki şu atasözü aynı değeri taşımaktadır:
Künde irük yok begde kıyık yok. Güneşte gedik olmadığı gibi beyin sözünde de cayma
yoktur (Ercilasun ve Akkoyunlu, 2015, s. 33).
Atasözleri taşıdığı değerlerin yanında aynı zamanda yaşanılan coğrafya ve sosyal hayat
ile ilgili bilgileri içermesi bakımından da önem arz etmektedir. Anılan atasözündeki Koçu Dağı
yer isminden atasözünün kullanıldığı coğrafyanın Turfan Uygurları’nın yerleşim yeri olan Koço
/ Turfan bölgesi olduğuna ve Turfan Uygurlarının su temin etmek için su kuyularını kullandığı
bilgisine erişilebilir.
8. taġda öz yoḳ say yazıda bel yoḳ
Türkiye Türkçesi ile:
dağda düzlük olmaz, düzlük yerde bel olmaz.
Bir önceki atasözüyle benzer anlama sahip olan bu atasözünde de kanaatkâr olma ve
güvenilir olma değeri bulunmaktadır.
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O69
K 71
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
Eserin “notlar” bölümünde birbiriyle ilişkili ve şekil olarak da kafiyeler ile birbirlerine
bağlı beş atasözü bulunmaktadır. Bu atasözleri şunlardır:
1. teve ḳarı bolsar, bunḳal bolur
Deve yaşlanırsa güçsüz olur.
2. ud ḳarı bolsar, murançin bolur
Sığır yaşlanırsa sıkıntılı olur.
3. ḳız ḳarı bolsar, ḳıçın körgü
Kızın yaşlandığı kıçından belli olur.
4. ḳoynçılar ḳarı bolsar irçin bolur
Cariyeler yaşlanırsa erkek gibi olur.
5. er ḳarı bolsar kerçin bolur
Erkek yaşlanırsa geveze / çok konuşan olur.
Anılan atasözlerinin hepsi yaşlılık / ihtiyarlık kavram alanını kapsamaktadır. O dönemin
sosyal hayatında önemli rol oyanayan hayvanların ve kişilerin, yaşlandıklarında ne gibi
sıkıntılarla karşılaştığı atasözlerinde anlatılmıştır. Derin tecrübelere dayanarak ortaya çıkmış
atasözlerindeki ortak sonuç, yaşlılık döneminin gençlik gibi olmadığı ve belli sıkıntılarla
karşılaşılacağıdır.
Sonuç ve Öneriler
II. Köktürk Kağanlığı yıkıldıktan sonra Uygur yönetimi döneminde Maniheizm,
Budizm, Hristiyanlık, İslamiyet gibi dinlerin Türk boy ve toplulukları tarafından benimsenmesi
çevirilerin yoğun olduğu bir edebî anlayışın ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Farklı dinlerin
etkisiyle yapılan çevirilerle, somut kavram işaretlerinin yanında soyut kavram işaretlerinin
bulunması Eski Uygur Türkçesinin söz varlığına olumlu katkı yapmış, zenginleştirmiştir. Eski
Uygur edebiyatında dinî-felsefî çeviri eserlerin dışında dinî konuları kapsamayan eserler de
verildiği görülmektedir.
Turfan Uygur Devleti Dönemi’nde din dışı konularda yazılmış, sivil belgeler olarak
adlandırılan belgeler özel mektuplar, hukuk belgeleri, gök bilim, takvim ve yıldız falı üzerine
metinler, büyü kitapları, sağlık bilgisi üzerine metinler, atasözleri, duvar yazıları … o dönemin
medeniyeti, kültürü, inanışı, dünyayı algılayış biçimi ve dili hakkında bilgiler içermesi
bakımından önem arz etmektedir.
Türkische Turfan Texte VII’de bulunan Eski Uygur Türkçesi Dönemi’ne ait atasözleri,
taşıdığı değerler ve günümüzde geçerliliğini yitirmemesi sebebiyle dikkate değerdir. Bunun
yanında atasözleri birçok somut ve soyut kavram işareti içermektedir. Söz konusu atasözleri
Uygur Dönemi’nin devamı niteliğindeki Karahanlı Devleti Dönemi’nde yazılan Türkçenin
önemli dil yadigârlarından Kutadgu Bilig’deki görüşlerle örtüşmekte, Dȋvânu Lugâti’t-Türk’te
bulunan atasözlerine benzemektedir.
Türkische Turfan Texte VII’de bulunan atasözleri Türk dili, inanışı, sosyal hayatı,
kültürü, medeniyeti hakkındaki bilgileri ve değerleri gelecek kuşaklara aktaran önemli
kalıplaşmış dil ögeleridir. Atasözlerinde “erdemli olma”, “doğru/dürüst olma”, “ileri
görüşlü/önsezi sahibi olma” “iyiliksever/yardımsever olma”, “kanaatkâr olma”, “kıymet/değer
bilme”, “liyakat”, “çalışkanlık/gayretli olma”, “yaşlılık” değerleri tespit edilmiştir.
Türkçenin eğitiminde, öğretiminde ve değerler eğitiminde söz konusu atasözlerinin
Türkiye Türkçesine ve Türk lehçelerine aktarılıp taşıdıkları değerlerin tespit edilerek genç
bireylere kazandırılması değerler eğitiminin amacı olan ideal bir toplumun oluşmasına katkı
72 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
70
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
sağlayacaktır. Günümüz ders kitaplarında kazandırılması amaçlanan değerlerin eski Türk
atasözlerinin de kullanılarak aktarılmasının yararlı olacağı düşünülmektedir.
Kaynaklar
Almas, T. (2010). Uygurlar. (çev. D.A. BATUR). İstanbul: Selenge Yayınları.
Alyılmaz, C. (2003). Bugut Yazıtı ve anıt mezar külliyesi üzerine. Selçuk Üniversitesi Türkiyat
Araştırmaları Dergisi, 3, 11-21.
Alyılmaz, C. (2005). Orhun Yazıtlarının bugünkü durumu. Ankara: Kurmay Yayınları.
Alyılmaz, C. (2007). (Kök)türk harfli yazıtların izinde. Ankara.
Alyılmaz, C. (2012). İslam öncesi Türk eserleri. Türk Dünyası Mimarlık ve Şehircilik Abideleri.
(Editörler İlyas Demirci ve İbrahim Terzioğlu). Ankara: Türk Dünyası Mühendisler ve
Mimarlar Birliği, 9-108.
Alyılmaz, C. (2015). İpek yolu kavşağının ölümsüzlük eserleri. Ankara: Atatürk Üniversitesi
Yayınları No: 1063.
Alyılmaz, S. (2019). Eski Uygur Türkçesi Dönemi’nde İslam dini çevresinde yazılmış bazı
şiirlere kültürel değerler açısından bir bakış. Uluslararası Eğitimde Kültürde Akademik
Çalışmalar Sempozyumu, 19-29.
Arat, R.R. (1987). Eski Türk hukuk vesikaları. Makaleler (Hazırlayan Osman Fikri Sertkaya).
Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, 506-572.
Arat, R.R. (1991). Eski Türk şiiri. Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları.
Arat, R.R. (2008). Kutadgu Bilig. İstanbul: Kabalcı Yayınevi.
Arat, R.R. ve Eberhard, W. (1936). Türkische Turfantexte VII. Berlin: Akademie der
Wissenschaften.
Barutçu-Özönder, F. S. (2002). Eski Türklerde dil ve edebiyat. Türkler, 3, Ankara: Yeni
Türkiye Yayınları, 481-501.
Caferoğlu, A. (2011). Eski Uygur Türkçesi sözlüğü. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
Clark, L. (1975). Introduction to the Uyghur civil document of East Turkestan (13th-14th CC.).
Indiana: Indiana University.
Emet, E. (2002). Uygur Türkleri. Türkler, 2, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 233-237.
Ercilasun, A.B. (2011). Türk dili tarihi. Ankara: Akçağ Yayınları.
Ercilasun, A.B. (2020). Divanu Lugati't-Türk'teki Şiirler ve Atasözleri. İstanbul: Bilge Kültür
Sanat.
Ercilasun, A.B. ve Akkoyunlu, Z. (2015). Dȋvânu Lugâti’t-Türk giriş-metin-çeviri-notlar-dizin
Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
İzgi Ö. (2017). Orta Asya Türk tarihi araştırmaları. Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları.
Kafesoğlu, İ. (1984). Türk milli kültürü. İstanbul: Boğaziçi Yayınları.
Mert, O. (2009). Ötüken Uygur dönemi yazıtlarından Tes, Tariat-Şine-Us. Ankara: Belen
Yayıncılık.
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O71
K 73
Nadelyayev, V. M., Nasilov, D. M., Tenişev, E. R. ve Şçerbak, A.M. (1969). Drevnetyurkskiy
Slovar. Leningrad: Nauka.
Oy, A. (1972). Tarih boyunca Türk atasözleri. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
Özyetgin, A.M. (2014). İslam öncesi Uygurlarda toprak hukuku. İstanbul: Ötüken Neşriyat.
Sertkaya, O.F.(1983). Eski Türk atasözleri üzerine. Şükrü Elçin Armağanı. Ankara: Hacettepe
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Armağan Dizisi: 1, 275-292.
Şahin, H. (2018). Yahya Kemal Beyatlı’nın eserlerindeki değerler ve bu değerlere yönelik
Türkçe öğretmeni adaylarının görüşlerinin incelenmesi. Yayımlanmamış Doktora Tezi,
Erzurum: Atatürk Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü.
Şahin, N. (2017). Cengiz Aytmatov’un eserlerinin değerler eğitimi bağlamında incelenmesi ve
ortaokul Türkçe ders kitapları için metin önerileri. Yayınlanmamış Doktora Tezi,
Erzurum: Atatürk Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü.
Tekin, Ş. (2014). İştikakçının köşesi Türk dilinde kelimelerin ve eklerin hayatı üzerine
denemeler. İstanbul: Dergâh Yayınları.
Tezcan, S. (1978). En Eski Türk Dili ve yazını. Bilim, Kültür ve Öğretim Dili Olarak Türkçe,
Ankara, 271-323.
Türk Dil Kurumu (2011). Türkçe sözlük. Ankara: Türk Dil Kurumu.
Useev, N. (2011). Yenisey cazma estelikteri I: leksikası cana tekstter. Bişkek.
Yamada, N. (1993). Sammlung Uigurischer Kontrakte I-II-III. (ed. by J. Oda vd.). Osaka: Osaka
University Press.
Yanar, A. (1997). Hayvan motifli atasözleri ve deyimlerimiz. Erdemli: Devran Matbaacılık.
72
IRK BİTİG’DE KAVRAMLARIN İŞARETLENMESİ
İsmail EMİRŞAH
Öz
Merak insan zihninin en önemli unsurlarından biridir. En eski tarihlerden
itibaren insanoğlu; geçmişi, geleceği ve içinde bulunduğu zamanı neden ve
sonuçlarıyla merak etmiştir. Bu sebeple geleceği merak eden insanlar
arasında fal ve falcılık yöntemleri ortaya çıkmıştır. Bu durum bazı
toplumlarda inanç sistemi ile anılsa da birçok inanç sistemi fal vb.
uygulamaları hoş karşılamamış ve reddetmiştir. Buna rağmen ortaya çıkan bu
ilgi sonucunda birçok yazılı eser ortaya çıkmıştır. Eski Türkçe döneminde
(Kök)türk harfleriyle kâğıda yazılan Irk Bitig bu yazılı eserlerin en
önemlilerinden biridir.
Bu eserdeki dinî unsurların varlığı genel olarak iyilik-kötülük ve
kurtarıcılık kavramları üzerinde birleşir. İyilik ve kötülük, fal ve kehanet
çıkarımlarında verilen temel unsurdur. Bundan dolayıdır ki Irk Bitig’de
neredeyse bütün fallar bu iyidir veya bu kötüdür çıkarımlarıyla bitmektedir.
Eserde şamanlar ve onların kurtarıcılığıyla ilgili belirtilerin olması, gelecekte
olacak iyi ve kötü şeylerden haber verilmesi Irk Bitig’in Şamanizm,
Manihaizm ve Budizm etkisinde yazılan bir fal kitabı olduğunu
göstermektedir.
Bu çalışmada tahminen 930 yılında ve (Kök)türk harfleriyle yazılmış olan
Irk Bitig’deki kavramların işaretlenmesinin tespiti amaçlanmış ve bir
sınıflandırmaya gidilmiştir.
Anahtar Sözcükler: Irk Bitig, fal, yapım eki, kök veya köken, öge.
WORD FORMATION OF IRK BİTİG
Abstract
Curiosity is one of the important elements of the human mind. Human
beings from the earliest dates; he wondered about time, the time he was in
with its causes and consequences. For this reason, fortune telling methods
have emerged among people who are curious about the future. Although this
situation is mentioned together with the belief system in some societies,
many belief systems etc. applications were not welcomed and rejected.
Despite this, this written emerged. Irk Bitig, written with (Kök)türk letters on
paper in the ancient Turkish period, is one of the most important of these
written works.
The religious elements in this work generally converge on the concepts of
good-evil and salvation. Good and evil are the basic elements given in
fortune telling and divination inferences. That is why almost all horoscopes
in Irk Bitig end with the conclusion that this is good or bad. The fact that
there are signs of shamans and their salvation and giving good and bad news
in future shows Irk Bitig, a fortune-telling life written under the influence of
Shamanism, Manichaeism and Buddhism.
This source was intended to mark the concepts in Irk Bitig, which was
written in 930 (Kök)türk letters, and a classification was made
Keywords: Irk Bitig, fortune telling, derivation suffix, root or origin,
element.
Yüksek Lisans Öğrencisi; Bursa Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
[email protected].
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 75
73
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
Ø. Giriş
Merak insan zihninin en önemli unsurlarından biridir. Merak etme ve bunun sonucunda
öğrenme isteği, insanın zihnindeki sorulara cevap bulma gereksiniminin bir ürünüdür. İnsan
geçmişi, geleceği ve içinde yaşadığı evreni neden ve sonuçlarıyla merak eder. Bu duygu,
öylesine güçlüdür ki önüne geçilmesi de bu anlamda mümkün değildir. Zaman bakımından
ileride olanı, gerçekleşmesi beklenen zamanı karşılayan gelecek de bu yönüyle merak
duygusunun öncelikli ilgi sahasını oluşturur (Kılıç, 2018, s. 99). İnsan tarihinin başlamasından
itibaren her toplumda ilerleme ve gelişmenin ana maddesini merak duygusu oluşturduğu gibi
birçok zaman merak duygusu insanlara geleceğe hükmetme, var olanı arama, ölüm vb.
konulardan dolayı bazı işaretleri takip ederek bilgi edinme yoluna sokmuştur. İlkel
toplumlardan günümüz modern toplumlarına kadar insanların merak duygusu olarak bu
yöntemleri kullanmasıyla ilgili Mehmet Şükrü Nar şunları nakletmiştir:
İlkel toplumlardan günümüz modern toplumlarına kadar insanlar, doğaüstü
inanışlara hiç olmadığı kadar ilgi duymuş ve onun gizeminden etkilenmişlerdir.
Örneğin, bir taş ya da nesnenin veyahut sayının uğur olarak kabul edilmesi ve bir
nevi kutsallaştırılması, bunun karşıtı olarak bir materyalin uğursuz kabul edilmesi
gibi. Ancak bunların yanında, insanın bilinmezliğinin çekiciliği içinde ona olan
merakı tüm yukarıda sayılan inanışların önüne geçmiştir. Hatta bazı ilkel ve
geleneksel toplum yapılarında geleceğe yönelik öngörü o topluluk açısından
psikolojik ve ekonomik bir ihtiyaç olmuştur. Öyle ki, kabileler arası savaşa karar
verme, insan kurban edilmesi ya da bir afet veya kıtlığın oluşması gibi olaylarda
kâhin olarak adlandırılan ve gelecekten haber verdiklerine inanılan kişilerden
yardım istenmiştir (Nar, 2014, s. 508).
Geleceği merak etme insanlar arasında fal1 ve falcılık yöntemlerini ortaya çıkarmıştır.
Fal genel olarak insanların gelecekten haber almaları için nesnelerden anlam çıkarmaları işidir.
İnsanlar ilkçağlardan beri geleceklerinin kimi belirtilerden öğrenilebileceğine inanmışlardır
(Hançerlioğlu, 2000, s. 152). Celal Beydili, belirli koşulara uyulduğu taktirde, insanın kendi
kaderi hakkında bilgi sahibi olabileceği inancı, falcılığın temelini oluşturduğunu belirtir ve bir
falın mitolojik görüşlü bir insanın gözünde daha doğru bilgi verebilir, hatta gerçekliği bile
değiştirebileceğini aktarır (Beydili, 2004, s. 211). Bunun yanında fal ile ilgili belirtilen bu
bilgilerin tarihsel birçok dayanağı vardır. Ayşe Duvarcı bu konuda şunları aktarır:
Fal ve falcılık tarihine baktığımızda antik çağda, Mısır’da, Babil’de, Çin’de,
Kalde’de astroloji ve el falı gibi metotların uygulandığını görmekteyiz. Buralarda
falcılık hem dinin hem de hekimliğin tamamlayıcı bir bölümü olarak rahipler
tarafından yürütülmüştür. Ayrıca Kitab-ı Mukaddes’in Eski Ahid bölümü, Yakup,
Yusuf ve Firavun’un rüyaları gibi gelecekten haber veren rüyaları, Yeni Ahit
bölümü de Mağusların ve Plâtus’un eşinin rüyalarını anlatmaktadır. Eski Roma’da
Collegium Augurum adını taşıyan ve Roma imparatoru tarafından atanan kâhinler
kurulu, Augurum düşüncesi adı verilen ve gizli tutulan geleceği bilme ilmi ile
uğraşırlardı. Augurlar geleceği öğrenmek için kuş ve diğer hayvanların
davranışlarından, gökyüzünün durumundan çeşitli anlamlar çıkarırlar, işin olumlu ve
olumsuz olacağını tespit ederlerdi. Bunlar devletin her işini durdurabilecek kadar
güçlüydüler (Duvarcı, 2001, s. 118).2
Ayrıntılı bilgi için bk. Çelebi, İ. (1995). Fal. İslam Ansiklopedisi, 12, 138-139.
Duvarcı bu çalışmasında Eski Kültürlerde Fal, Türk Geleneği İçinde Fal ve Fal Kitapları ve İslâm’a Göre Fal alt
başlıkları altında falcılığın tarihsel gelişimini örneklerle açıklamıştır. Ayrıntılı bilgi için bk. Duvarcı, A. (2001). Halk
kültürü uygulamalarından biri olan fal geleneğinin değerlendirilmesi. Erdem, 13(37), 117-130.
1
2
76 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
74
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
Bazı inanç sistemlerinde fal ve falcılık metotları hoş karşılansa da İslamiyet’te bu
uygulamalar hoş karşılanmamış ve reddedilmiştir. Bu, daha sonra değineceğimiz iyiliğe veya
kötülüğe sevk etme durumuyla da ilgilidir. Bunun yanında İslamiyet’te sosyal hayatta hayra
yorulmayan şeyler de hoş karşılanmamış, “Her işte bir hayır vardır.” söylemi İslam
toplumlarında çokça kullanılmıştır. Kur’an-ı Kerim’de, gayb olarak belirtilen yani bilinmeyeni
Allah’tan başka kimsenin bilemeyeceğini, kendilerine vahiy gelmedikçe peygamberlerin ve
meleklerin dahi habersiz olacakları nakledilir (En’âm, 6/50). Bu konuyla ilgili ayet ve
hadislerden bazıları şunlardır:
Ey iman edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar (putlar), fal ve şans okları birer şeytan
işi pisliktir; bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz (Mâide 90; Aydemir,
2018, s. 161).
De ki ‘Göklerde ve yerde olan gaybı, Allah’tan başka bilen yoktur.’ (Neml 68;
Aydemir, 2018, s. 162).
Ebû Hureyre'nin, Peygamberimiz (s.a.s.)'den naklettiği başka bir hadiste; ''Tıyara
yoktur, daha hayırlı olan fe'l vardır." buyurdular. Ebu Hüreyre; Fe'l nedir ey Allah'ın
Resulu diye sorunca 'Sizden birinizin işittiği salih sözdür' dedi (Buhâri, Tıb, 44).
Kim bir kâhine gider, dediklerini doğrularsa; şüphesiz ki Muhammed’e indirilmiş
olanı inkâr etmiş olur (Ebu Davud, Tıb, 3904).
Eski Türk inanç sistemlerinde Türkler de varlıklarını sorgulamışlar, geleceği merak
etmişler, iyiyi ve kötüyü öğrenme merakı içinde olmuşturlar. Eski Türklerde toplumsal bir
ihtiyaç olarak bu yönlendirilme ihtiyacı fal ile uğraşan şamanlara verilmiştir (Seçkin, 2015, s.
1433-150). Alimcan İnayet, şaman ve falcılık ilişkisi için “Falcılık Uygur şamanlarının en çok
uğraştıkları işlerden biridir. Bunun temelinde insanların gelecekte olacak iyi veya kötü şeyleri
önceden öğrenme merakı yatmaktadır” demiştir (İnayet, 2013, s. 46). Abdülkadir İnan ise Altay
şamanistlerinde kamdan başka “ırımcı” denilen saralı hasta adamların bulunduğunu, saraları
tuttuğunda gaipten haber verdiklerini belirtir ve şamanistler arasında fal için “tölge” kelimesinin
kullanıldığını ifade eder (İnan, 1986, s. 151). Celal Beydili ise Türkistan şamanının diğer bir adı
olan “falbin”in bu coğrafyada şamanın görevlerini yerine getirdiğini ve sonraki dönemlerde
başlı başına bir sanat olduğunu ifade eder (Beydili, 2004, s. 211). Bunun yanında eski Türklerde
birçok fal çeşidi bulunmaktadır. Kemik falı, kumalak falı, fincan falı, yay falı, yada taşı falı,
köpük falı, kaşık ve eldiven falı, ateş falı ve yıldız falı bunlardan bazılarıdır (Gülhan, 2015, s.
199-200).
Her toplumda olduğu gibi Türk toplumlarında da bu konulara ilgi çok fazla olmuştur.
Bundan dolayı yukarıda bahsedilen uygulamaya dayalı fal çeşitlerinin dışında yazılı metin de
ortaya konmuştur. Daha sonraki dönemlerde ise Türk Edebiyatında kıyafetnameler ve
seğirnameler ortaya çıkmıştır. İnsan vücudu ve azalarının hareketleri, seğirmesi ile o insanın
geleceği ile ilgili tahminlerin yapılmasını konu alan eserlere seğirname; kişilerin dış
görünüşünden ahlâk ve karakter yapıları hakkında çıkarılan yargıları konu alan eserlere ise
kıyafetname denir (Kılıç, 2018, s. 97-98; Pala, 2014, s. 128). Anadolu sahasında yukarıda
bahsedilen türlerin dışında şairlerin bakış açısıyla remil denilen bir tür ortaya çıkmıştır. Remil
falı, kum üzerine parmakla veya kâğıt üzerine kalemle birtakım noktalar sıralanıp çizgi
çekilerek gelecekten haber vermeye dair bir ilimdir (Aydemir, 2018, s. 159-180). Bu ilim
Anadolu sahasında birçok şairi etkilemiş ve meslek grubu oluşturmuştur. Hatta 15. yüzyılın en
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O75
K 77
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
büyük şairlerinden Zâtî yaşamının bir bölümünü remilcilik yani falcılık yaparak geçirmiştir
(Mengi, 2013, s. 166). Zâtî bir beytinde remilden şu şekilde bahseder:
Gönülde şevk ile mihr-i ruhun tutdum didi remmâl
Zamîrün ey gözüm nûrı güneş gibi ‘ayân ancak (Zâtî G. 638/2; Aydemir, 2018, s. 163).
1. Irk Bitig Hakkında
Irk Bitig ya da “Fal Kitabı” eski Türk runik yazısı ile kitap biçiminde yazılmış ve bize
kadar gelebilmiş tek Eski Türkçe yapıttır (Tekin, 2017, s. 13). Irk kelimesi Dîvânu Lügâti’tTürk’te kehanet, fal, insanın içindeki gizli şeyleri ortaya çıkarmak olarak geçmektedir
(Ercilasun ve Akkoyunlu, 2018, s. 20). Eserin adı 66. ırkta şu şekilde geçer:
amtı amrak oglanım an͡ça bilin͡gler bu ırk bitig edgü ol an͡çıp alku kentü ülügi erklig
ol: Şimdi, sevgili çocuğum, şöylece biliniz: Bu fal kitabı iyidir. Fakat, (yine de)
herkes kendi kaderi üzerinde güç sahibidir (IB 66; Tekin, 2017, s. 26).
Irk Bitig genel itibarıyla 65 ırk ve kısa bir hatimeden oluşmaktadır. Bugüne kadar bilim
dünyasında metnin telif edildiği yer, telif tarihi ve dinî niteliği hakkında ortak bir düşünceye
varılamamıştır (Stebleva, 1998, s. 196). Eserin tercüme olduğuna dair görüşler de vardır.3 Eser
hakkında Talat Tekin şunları nakleder:
Irk Bitig’in biricik yazma nüshası Londra’da British, Museum’da, Elyazmaları
bölümünde, 8212 numara ile kayıtlıdır. Yazma sarı renkli, iyi kaliteli kalın bir Çin
kâğıdı üzerine yazılmıştır. Yazma elli yedi yapraktan ibarettir. Kitapçığın boyu 1,36
cm, eni de 8 cm’dir. Varaklar alt taraflarından zamkla yapıştırılmıştır. Kitap ciltli
değildir. Çok fazla okunduğu için dış yaprakları ve sayfa kenarları oldukça
yıpranmış ve kırışmıştır.
Türkçe metin beşinci yaprağın art sayfasında başlamakta ve elli yedinci yaprakta
sonra ermektedir. Buna göre, Türkçe metin104 küçük sayfadan ibaret olmaktadır.
Kitabın son iki sayfasında kırmızı renkli mürekkeple yazılmış kısa bir hatime vardır.
Yazmanın ilk dokuz sayfasıyla son üç sayfasının aslında boş olduğu, bu sayfaların
daha sonra Çince yazılarla doldurulduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca, Türkçe metnin son
üç sayfası ile 1. ve 101. sayfaların kenarlarında da Çince yazılar vardır.
Kitabın adı 101. sayfada Irk Bitig (Fal Kitabı) olarak belirtilmiştir. Irk Bitig’in
yazarına ve kim için yazıldığına gelince, önceleri bu kitabın İsig Sangun ile İtaçuk
adlarında iki Budist mürit için yazıldığı sanılıyordu. Son yıllarda Irk Bitig’in hatime
kısmını inceleyen Hamilton bu küçük kitabın Taygüntan Manastırı’nda genç bir
mürit tarafından ağabeyi Sangun İtaçuk için yazılmış olduğunu açıkça ortaya
koymuştur (Tekin, 2017, s. 13).
Irk Bitig hakkında araştırmacılar arasında tartışılan ve uzlaşılamayan konulardan biri de
eserin dinî niteliği meselesidir. Bu konuyla ilgili İ. V. Stebleva şunları aktarır:
Thomsen ve onun ardından A.V. Gabain, eserde Manihey cemaatine ait ögelerin ve
unvanların zikredildiği bu sonlamadaki bilgilerden hareketle Irk Bitig’i Manihey
eserlerden saymışlardı; kaldı ki A.v. Gabain, metinde Manihaizm’e ait hiçbir izin
bulunmadığını da kendisi tespit etmişti. S. E. Malov ise, yazmanın sonlamasında
3
Alman Türkologlar Will Bang ve Annemarie Von Gabain, Irk Bitig'deki şiirlerin, "I Ching"in tercümesi olduğunu
ifade etmiştir. Ayrıntılı bilgi için bk. http://turkish.cri.cn/757/2010/11/30/1s129834.htm.
78 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
76
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
verilen bilgilere rağmen Irk Bitig’i Şamanizm’e ait bir metin olarak değerlendirmişti
(Stebleva, 1998, s. 198).
Eserdeki dinî unsurların varlığı genel olarak iyilik-kötülük ve kurtarıcılık kavramları
üzerinde birleşir. Aslında iyilik ve kötülük, fal ve kehanet çıkarımlarında verilen temel
unsurdur. Zaten Irk Bitig’de neredeyse bütün fallar bu iyidir veya bu kötüdür çıkarımlarıyla
biter. Mani dini; iki prensip, iyi-kötü, karanlık-aydınlık, nur-zulmet üzerine kurulmuştur ve
yaşadığımız dünya iyi ve kötü unsurların birleşmesinden meydana gelmiştir (Artun, 2007, s. 7).
Stebleva çalışmasında bunu düalizm4 terimiyle net bir şekilde açıklar ve şunları aktarır:
Düalizm (ikicilik), “bu iyidir” veya “bu kötüdür” çıkarımlarla sona eren kısa
vakaların bulunduğu 65 bölümden ibaret olan Irk Bitig’in bizzat kendi kuruluşunda
da görülmektedir; mamafih bu, metnin Manihaizm kaynaklı olduğunu göstermekle
kalmaz, aynı zamanda onun işlevsel hedeflerini de ifade eder, zira eser her şeyden
önce pratik amaçlı fal metinlerinin bir külliyatıdır (Stebleva, 1988, s. 199).
Bununla birlikte Manihaizm birçok evrensel dini içinde barındırmaktadır. Hristiyanlık
başta olmak üzere; Budizm ve Mezopotamya dinlerinden birçok unsuru içine almakta ve
senkretik5 bir karakter oluşturmaktadır (Artun, 2007, s. 7). Özellikle şamanların koruyucu ve
kurtarıcı bir kimliğe bürünmesi6, gelecekte olacak iyi ve kötü şeyleri haber vermesi eserin
Şamanizm-Manihaizm-Budizm üçgeninin etkisinde yazıldığını göstermektedir.
Bu eserde esas itibarıyla Irk Bitig’teki kavramların işaretlenmesi amaçlanmıştır. Bu
çalışmada kavramlar işaretlenirken metin örnekleri Talat Tekin’in Irk Bitig adlı eserinden
alınmış, sınıflandırma yapılırken ise Cengiz Alyılmaz’ın Orhun Yazıtlarının Söz Dizimi ve
Semra Alyılmaz’ın Prens Kalyanamkara ve Papamkara Hikâyesinin Uygurcasının Söz Dizimi
adlı çalışmalar esas alınmıştır. Bu eserler dışında çalışmada Cengiz Alyılmaz’ın Eski Türkçenin
Lügati, Ahmet Caferoğlu’nun Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü, A. von Gabain’in Eski Türkçenin
Grameri ve Kemal Eraslan’ın Eski Uygur Türkçesi Grameri adlı eserlerden sıkça
yararlanılmıştır.
2. Irk Bitig’de Kavramların İşaretlenmesi
2.1. Kök veya Köken Hâlindeki Ögeler
Bu dil ögeleri:
ögeleri
-1. Türkçe olduğu bilinen fakat daha küçük anlamlı ve görevli parçalara ayrılamayan dil
-2. Başka dillerden alınan dil ögeleri olmak üzere iki grupta incelenecektir (Alyılmaz,
1994, s. 2).
4
Bir felsefe terimi olan Düalizm kelime anlamı itibarıyla ikicilik demektir. Ruh ve madde, iyilik ve kötülük, vb. gibi, her şeyde
birbirinden bağımsız, genellikle de birbirine karşıt iki ilkenin var olduğunu öner süren görüştür.
5 Senkretizm; birbirinden ayrı düşünce, inanış veya öğretileri kaynaştırmaya çalışan felsefe sistemidir.
6
Konuyla ilgili ayrıntılı bilgi için bk. Doğru, F. (2020). Kuanşi im pusar’da kavramların işaretlenmesi. BUGU Dil ve Eğitim
Dergisi, 1, 20-48.
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O77
K 79
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
2.1.1. Türkçe Olduğu Bilinen Fakat Daha Küçük Anlamlı ve Görevli Parçalara
Ayrılamayan Dil Ögeleri
Irk Bitig Türkçenin bilinen dil bilgisi kuralları doğrultusunda değerlendirildiğinde bu
ölçüde birçok örnek karşımıza çıkmaktadır. Irk Bitig’de karşılaşılan bu tür örneklerin tümü
alınmamış sadece bir kısmı aşağıda verilmiştir.
tur-: toplan-, dur-, çık-, yüksel- (ETL)
üze tuman turdı asra toz turdı kuş oglı uça āztı kiyik oglı yügürü āztı kişi oglı yorıyu
āztı: Yukarıdan sis bastırdı, aşağıdan toz kalktı. Kuş yavrusu uçup yolunu kaybetti, geyik
yavrusu koşup yolunu kaybetti, insan oğlu (da) yürüyüp yolunu kaybetti (IB 15; Tekin, 2017, s.
20, 29).
iç-: iç- (EUTG)
özlü͡k at ön͡g yirde arıp on͡gu͡p turu kalmış ten͡gri küçin͡ge tag üze yol sub körüpen yiş
üze yas ot körüpen yorıyu barıpan sub içipen yāş yipen ölümde ozmiş tir an͡ça bilin͡gler edgü ol:
(Bir) binek atı çölde yorgunluktan (ve susuzluktan) bitkin hâlde kalakalmış. (Sonra) Tanrının
inayeti ile dağ üstünde yol (ve) su görerek, dağ çayırında (da) taze ot görerek yürüyüp gitmiş;
su içip taze (ot) yiyerek ölümden kurtulmuş, der. Öylece biliniz: (Bu fal) iyidir (IB 17; Tekin,
2017, s. 20, 29).
kişi: kişi, eş, kul, prenses (ETL)
āla atlıg yol ten͡gri men yarın kiçe eşür men utru eki yalıg kişi oglın so͡kuşmis kişi
korkmiş korkma timiş kut birgey men timiş an͡ça bilin͡g edgü ol: Alaca atlı yol tanrısıyım. Sabah
akşam (atımla) rahvan gidiyorum. (Bu yol tanrısı) güler yüzlü iki insanoğluna rastlamış.
İnsanoğulları korkmuş. (Yol tanrısı) Korkmayın demiş, (size) kut vereceğim demiş. Öylece
biliniz: (Bu fal) iyidir (IB 2; Tekin, 2017, s. 19, 27).
ab: av (ETG)
er abka barmiş tagda kamılmiş ten͡gride erklig tir an͡ça bilin͡gler yabız ol: Adam(ın biri)
ava gitmiş. Dağda (yürürken) düşmüş. Kudretli (Tanrı) göklerde, der. Öylece biliniz (IB 12;
Tekin, 2017, s. 20, 28).
biş: beş (EUTG)
bars yıl ekinti ay biş yigirmike taygüntan manıstıntakı kiçig di[n]tar burua guru esid
içimiz isig san͡gun itaçu͡k üçün bitidim: Kaplan yılında, ikinci ayın on beşinde, Taygüntan
manastırında, (ben) genç dindar (mürit), mürşit kahinden işitip, ağabeyimiz aziz Sangun İtaçuk
için (bu kitabı) yazdım (IB 67; Tekin, 2017, s. 26, 34).
sü: ordu; savaş (ETG)
kan süke barmis yagıg san͡çmiş köçürü konturu kelir özi süsi ögire sebinü ordusın͡garu
kelir tir an͡ça bilin͡gler edgü ol: Bir han sefere çıkmış, düşmanı mızraklamış. (Askerlerini) göç
ettire kondura geliyor. Kendisi ve askerleri neşe ve sevinç içinde karargahına doğru geliyor,
der. Öylece biliniz: (Bu fal) iyidir (IB 34; Tekin, 2017, s. 22, 30).
il7: il, memleket; devlet; hükümdar (EUTS)
Şinasi Tekin; il kelimesinin başlangıçta sadece “barış ve barış hâli” manasında kullanıldığını, daha sonraki
devirlerde “barış içinde yaşayan boylar, kabileler” ve bu tasavvura sıkı sıkıya bağlı olarak “devlet”, “ülke”, “halk”,
7
80 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
78
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
kan oluru͡pan ordu yapmiş ili turmis tört bolun͡gtakı edgüsi uyurı tirilipen men͡gileyür
bedizleyür tir an͡ça bilin͡qler edgü ol: (Bir) han tahta oturup (kendine) bir saray yap(tır)mış.
Devleti ayakta kalmış. (Ülkesinin) has ve muktedir adamları (etrafında) toplanmış, (sarayını)
neşe içinde süslüyorlar, der. Öylece biliniz: (Bu fal) iyidir (IB 28; Tekin, 2017, s. 22, 30).
beg8: bey, efendi; şehzade, prens; erkek, eş, koca (EUTS)
kul sabı begin͡gerü ötünür kuzgun sabı ten͡grigerü yalbarur üze ten͡gri eşidti asra kişi bilti
tir an͡ça bilin͡g edgü ol: Kölenin sözü beyinden ricadır, kuzgunun sözü Tanrı’ya yakarıştır.
(Bunları) yukarıda Tanrı işitti, aşağıda insan bildi, der. Öylece bilin: (Bu fal) iyidir (IB 54;
Tekin, 2017, s. 25, 33).
alp9: yiğit, cesur; şiddetli (tehlike); güç, zor, müşkül (EUTS)
alp er oglı süke barmiş sü yirinte erklig sabçı törütmiş tir ebin͡gerü kelser özi atanmıs
ögrün͡çülüg atı yitiglig kelir tir an͡ça bilin͡qler an͡yıg edgü [ol]: Yiğit bir adamın oğlu savaşa
gitmiş. Savaş alanında (kendine) güçlü bir sözcü türetmiş, der. Evine doğru gelirken kendisi ve
ünlü ve mutlu, atı (da) yetkin olarak geliyor, der. Öylece biliniz: (Bu fal) iyidir (IB 5; Tekin,
2017, s. 19, 27).
2.1.2. Başka Dillerden Alınan Dil Ögeleri
En geniş manasıyla dil, canlı veya canlı sayılabilecek varlıkların çevreleriyle ve bilhassa
hemcinsleriyle bilgi alışverişinde bulunabilmeleri için bunların her türlü ihtiyaç, imkân ve
kabiliyetlerine göre geliştirilmiş çok hususî ve bazen oldukça teferruatlı kuruluşa sahip karşılıklı
haberleşme takımıdır (Stalin, 1967, s. 15). Bir toplumun başka toplumlarla hiçbir ilişki
kurmaksızın yaşaması nasıl olanaksız ise, bir dilin yabancı dillerden hiç etkilenmeden yaşaması
da öylece olanaksızdır (Aksan, 2018, s. 135). Yaşadığı kültür çevresi kişinin ihtiyaçlarını
karşılamada eksik kalmaya başladığında insan yakın çevresinden başlamak üzere diğer
kültürlere başvurmaya başlar ve bu kültürlerle etkileşime girmeye başlar (Çoban, 2020, s. 2).
Bahsedilen bu ilişkilerin derecesi arttığı ölçüde birtakım ses, kelime ve söz dizimi
özellikleri dile girmekte, o dili etkilemektedir. Irk Bitig’de başka dillerden alınan ve dönemin
sosyal, kültürel, siyasî ve dinî durumunu yansıtan dil ögeleri bulunmaktadır.
tensi (<Çin. t’ien-tzu): göğün oğlu, Çin İmparatorunun unvanı (Tekin, 2017, s. 61).
tensi men yarın kiçe altun örgin üze oluru͡pan men͡gileyür men an͡ça bilin͡gler edgü ol:
Göğün oğluyum (Çin imparatoruyum). Sabah akşam altın taht üzerinde oturarak mutlu
oluyorum. Öylece biliniz: (Bu fal) iyidir (IB 1; Tekin, 2017, s. 19, 27).
çıntan (<Skr. candana): sandal ağacı (Tekin, 2017, s. 52).
ürün͡g esri togan kuş men çıntan ıgaç üze oluru͡pan men͡gileyür men an͡ça bilin͡gler [edgü
ol]: Ak benekli şahin kuşuyum. Sandal ağacı üzerinde oturarak mutlu oluyorum. Öylece biliniz:
Bu fal iyidir (IB 4; Tekin, 2017, s. 19, 27).
“yabancı insanlar” olarak kullanıldığını belirtir. Bu kelime bugün il ve el olarak yaşamaktadır. İl anlamıyla vilayet,
şehir; el anlamıyla ise yabancı, ülke-yurt, halk-ahali, oba-aşîret anlamlarıyla kullanılmaktadır (Tekin, 2016, s. 96111).
8
Ayrıntılı bilgi için bk. Donuk, A. (1984). Eski Türk devlet teşkilâtında “bey” unvanı ve tarihî gelişmesi. Marmara
Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türklük Araştırmaları Dergisi, 1, 81-90.
9 Alp kelimesinin kullanım alanları hakkında bilgi için bk. User, H. Ş. (2006). Eski Türkçede bazı unvanların yapısı
üzerine. Bilig. 39, 219-238. Ayrıca bu kelimenin bir unvan olarak da kullanımı için bk. Köprülü, M.F. (1939). Eski
Türk unvanlarına ait notlar. Türk Hukuk ve İktisat Tarihi Mecmuası. C. II. 17-31.
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O79
K 81
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
kunçuy (< Çin. kung-çu): prenses (Alyılmaz, 1994, s. 4).
üçün͡ç kun͡çuyı urılanmis beglik yaragay tir men͡gilig beg er ermiş an͡yıg edgü ol:
Üçüncü prensesi (bir) oğlan doğurmuş. (Buna da) beylik yaraşır (diye düşünmüş), der.
(Anlaşılan) mutlu (bir) beymiş. (Öylece biliniz) Bu fal çok iyidir (IB 5; Tekin, 2017, s. 19, 27).
burua ( <O. Far. murw’): fal, kehanet (Tekin, 2017, s. 52).
di[n]tar10 (<Soğd.): mani dinine inanan, dindar (Tekin, 2017, s. 52).
guru11 (<Skr. burua): ruhanî lider (Tekin, 2017, s. 54).
taygüntan (<Çin. Tay-un T’ang): yer adı, manastır adı ‘’Salle du Grand Nuage’’
(Hamilton, 1975, s. 13-14).
san͡gun (sengün < Çin. tsiang-kün): general (Gabain, 2007, s. 293).
bars yıl ekinti ay biş yigirmike taygüntan manıstıntakı kiçig di[n]tar burua guru
eşid[ip] içimiz isig san͡gun itaçu͡k üçün bitidim: Kaplan yılı(nda), ikinci ayın on beşinde
Taygüntan manastırında , (ben) genç dindar (mürit), mürşit kahinden işitip, ağabeyimiz aziz
Sangun İtaçuk için (bu kitabı) yazdım (IB 67; Tekin, 2017, s. 26, 34).
Tablo 1: Kök veya köken hâlindeki ögelerin sayısal verileri
Türkçe kökenli dil ögeleri
457
%98,28
Yabancı kökenli dil ögeleri
8
%1,72
465
%100
Toplam madde başı
2.2. Gövde Hâlindeki Ögeler
Türkçede görevli dil unsurlarının temsil eden biçimbirimlerin bir kısmı diğer kök veya
görev hâlindeki eklerle birleşerek yeni gövde hâlindeki unsurları yaratabilirler. Bundan dolayı
bu eklere yapım ekleri adı verilir. Irk Bitig’de yapım eklerini dört grupta incelenmek
mümkündür:
-1. Fiilden Fiil Yapım Ekleri
-2. İsimden Fiil Yapım Ekleri
-3. Fiilden İsim Yapım Ekleri
-4. İsimden İsim Yapım Ekleri (Alyılmaz, 1994, s. 5).
2.2.1. Fiilden Fiil Yapım Ekleri
-1. /-mA-/
Türkçede en çok kullanılan eklerden biridir. Fiillerden olumsuz fiiller türetir. Türkçede
fiillerde olumsuzluk /-mA-/ ve /değil/ ile gösterilirken fillerin olumlu şekilleri işaretsizdir
(Gemalmaz, 2010, s. 276). Şinasi Tekin bu ekin aslında Toharca bir olumsuzluk edatı olduğunu
Bu kelime; Gülensoy, T. (2011). Türkiye Türkçesindeki Türkçe sözcüklerin köken bilgisi sözlüğü. C. II. Ankara:
Türk Dil Kurumu Yayınları’nda, Eren, H. (1999). Türk dilinin etimolojik sözlüğü. Ankara: Bizim Büro Basım’da ve
Tietze, A. (2002). Tarihî ve etimolojik Türkiye Türkçesi lügati. İstanbul: Simurg Yayınları’nda yoktur.
11
Bu kelimenin Türkçeye aktarımını Eraslan, 2012, s. 633’te ‘’öğretmen’’ şeklinde vermiştir.
10
82 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
80
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
söyler. Vurguyu kabul etmeyip kendinden bir önceki heceye atan, belli gramer fonksiyonu olan
ve iştikakı yapılabilen dil birimleri yani ekler müstakil kelimelerden ekleşmek suretiyle
meydana gelmişlerdir. Öyleyse -mA- olumsuzluk eki vaktiyle müstakil bir kelime olmuş, yani
sonradan ekleşmiş olabilir (Tekin, 2016, s. 45).
kal-ma-: kalmakod-ma-: koyma-, bırakmaulug eb örtenmiş katın͡ga tegi kalmadu͡k bü͡kin͡ge tegi kodm[ad]u͡k tir: Büyük (bir) ev
yanmış. Katına kadar (sağlam yeri) kalmamış, köşe bucağına kadar (yanmadık yeri) kalmamış,
der (IB 9; Tekin, 2017, s. 20, 28).
ayın-ma-: korkmakork-ma-: korkmaāk at karşısın üç boluqta talulapan aqınka ötügke ıdmiş tir korkma edgüti ötün ayınma
edgüti yalbar tir: Kır at, rakibini üç arayışta seçerek bir dilsize duaya yollamış, der. Korkma, iyi
dua et; korkma, iyi yalvar der (IB 19; Tekin, 2017, s. 21, 29).
tuy-ma-: duymau-ma-: muktedir olmamaturn͡ya kuş tüşnekin͡ge konmiş tuymatın tuzakka ilinmiş uça umatın olurur tir: Turna
kuşu tüneğine konmuş. Farkına varmadan tuzağa takılmış, uçamadan oturuyor, der (IB 61;
Tekin, 2017, s. 25, 33).
-2. /-d/
İşlek bir ek değildir. Genellikle fiil köklerine gelerek anlamı kuvvetlendir (Alyılmaz,
1994, s. 5).
ı-d-: gönderāk at karşısın üç boluqta talulapan aqınka ötügke ıdmiş tir korkma edgüti ötün ayınma
edgüti yalbar tir: Kır at, rakibini üç arayışta seçerek bir dilsize duaya yollamış, der. Korkma, iyi
dua et; korkma, iyi yalvar der (IB 19; Tekin, 2017, s. 21, 29).
ko-d-: koyuzun tonlug idişin ayakın kodupan barmiş yana edgüti sakınmiş idişimte ayakımta ön͡gi
kan͡ça barır men tir: Bir kadın kabını kacağını bırakıp gitmiş. Sonra iyice düşünmüş. Kabımdan
kacağımdan ayrı nereye gidiyorum ben demiş (IB 42; Tekin, 2017, s. 23, 31).
-3. /-KUr-/
Yaptırım ekidir (Gabain, 2007, s. 59). Fiil kök veya gövdelerine gelerek yaptırımlı fiil
türetirler.
yü-gür-: koşüze tuman turdı asra toz turdı kuş oglı uça āztı kiyik oglı yügürü āztı kişi oglı yorıyu
āztı: Yukarıdan sis bastırdı, aşağıdan toz kalktı. Kuş yavrusu uçup yolunu kaybetti, geyik
yavrusu koşup yolunu kaybetti, insanoğlu (da) yürüyüp yolunu kaybetti (IB 15; Tekin, 2017, s.
20, 28).
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O81
K 83
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
od-gur- : uyandırtur-gur-: kaldırtitir bugra men ürün͡g köpükümin saçar men üze ten͡grike tegir asra yirke kirür tir
udıgmag odguru yatıglıg turguru yorıyur men: Dişi deve(li) (bir) erkek deveyim. Ak
köpüklerimi (ağzımdan öyle) saçarım (ki) yukarıda göklere erişir, aşağıda yer(in dibin)e girer.
Uyuyanları uyandırıp yatanları kaldırırım (IB 20; Tekin, 2017, s. 21, 29).
-4. /-°ş-/
Türkçede işteşlik ekidir. Karşılıklılık ve tekerrür bildirir. Karşılıklılık bir tarafın pasif
diğer tarafın aktifliği içinde meydana gelir (Gabain, 2007, s. 60).
sok-uş-: karşılaşbay er kon͡yı ürküpen barmiş börike sokuşmiş böri ağzı emsimiş esen tüü͡kel bolmiş tir:
Zengin (bir) adamın koyunu ürküp kaçmış. (Yolda bir) kurda rastlamış. Kurdun ağzı
zehirlenmiş. Koyun sağ salim kalmış, der (IB 27; Tekin, 2017, s. 22, 30).
-5. /-°n-/
Fiil kök veya gövdelerine gelerek edilgen veya dönüşlü fiiller türetir (Alyılmaz, 1994, s.
7). Irk Bitig’de en çok kullanılan eklerden biridir.
urıla-n-: erkek çocuğu doğuraltun budlalug bugralık yaragay ebin͡gerü kelmiş üçün͡ç kun͡çuyı urılanmiş beglik
yaragay tir: Altın halkalı buğra olmak yaraşır (diye düşünmüş). (Bey bu kez de) evine doğru
gitmiş. (Bakmış ki) üçüncü prensesi (bir) oğlan doğurmuş. (Buna da) beylik yaraşır (diye
düşünmüş) der (IB 5; Tekin, 2017, s.19, 27).
seb-in-: sevinsak-ın-: düşünuzun tonlug idişin ayakın kodupan barmiş yana edgüti sakınmiş idişimte ayakımta ön͡gi
kan͡ça barır men tir yana kelmiş idisin ayakın esen tü͡kel bolmış ögirer sebinür tir: Bir kadın
kabını kacağını bırakıp gitmiş. Sonra iyice düşünmüş. Kabımdan kacağımdan ayrı nereye
gidiyorum ben demiş. Sonra yine gelmiş kabını kacağını sapasağlam bulmuş. Mutlu olup
seviniyor, der (IB 42; Tekin, 2017, s. 23, 31).
-6. /-°t-/
Nadiren bağlama ünlüsü alan ek yaptırma ve edilgenlik bildirir (Gabain, 2007, s. 60).
semri-t-: semirttoruk at semirtti yirin öpen yügürü barmış: Zayıf at semirdi. (Kaldığı) yerini düşünüp
koşarak gitmiş (IB 16; Tekin, 2017, s. 20, 28).
ürk-üt-: ürkütkarı üpgük yıl yarumazkan etdi ödmen͡g körmen͡g ürküt[m]en͡g tir: Yaşlı hüthüt (kuşu)
(yeni) yıl (sabahı daha ortalık) ağarmamışken öttü. Heyecanlanmayın, bakmayın, ürkütmeyin,
der (IB 21; Tekin, 2017, s. 21, 29).
teri-t-: terlet-
84 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
82
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
yazıg kodı yadrat to͡kuz kat üçürgün͡g topulgınça teritzün tir: Yağız atı (da) yıkılıp yere
yayılıncaya kadar koştur. (Öyle ki) kat teyeltin yırtılıp delininceye kadar terlesinler, der (IB 50;
Tekin, 2017, s. 24, 32).
yıdı-t-: korkutyılka tegmişig yıdıtmayın ayka tegmişig artatmayın edgüsi bolzun tir: Bir yıla erişmişi
kokutmayayım, bir aya erişmişi bozmayayım. Hayırlısı olsun, der (IB 59; Tekin, 2017, s. 25,
33).
-7. /-°r-/
Fiil kök veya gövdelerine gelerek ettirgenli fiil türetir (Gabain, 2007, s. 60).
yüt-ür-: yitirteglü͡k kulun irkek yun͡t(t)a emig tileyür kün ortu yütürü͡p tün ortu kanta negüde bulgay
ol tir: Kör (bir) tay (emmek için) erkek atta meme arıyor. Güpegündüz kaybedip gece yarısı
nerede, nasıl bulacak, der (IB 24; Tekin, 2017, s. 21, 29).
köç-ür-: göç ettirkan süke barmiş yagıg san͡çmiş köçürü konturu kelir: Bir han sefere çıkmış, düşmanı
mızraklamış. (Askerlerini) göç ettire kondura geliyor (IB 34; Tekin, 2017, s. 22, 30).
-8. /-tUr-/
Eski Türkçede çok işlek bir ek olsa da Irk Bitig’de bir yerde geçer. Fiilden ettirgen fiil
yapmaktadır (Alyılmaz, 1994, s. 8).
kon-tur-: kondurkan süke barmiş yagıg san͡çmiş köçürü konturu kelir: Bir han sefere çıkmış, düşmanı
mızraklamış. (Askerlerini) göç ettire kondura geliyor (IB 34; Tekin, 2017, s. 22, 30).
-9. /-°K/
Fonksiyonu kesin olarak bilinmemekle birlikte kuvvetlendirme işlevi bulunan fiilden fiil
türetme ekidir (Eraslan, 2012, s. 110).
kor-k-: korkāk at karşısın üç bolugta talulapan agınka ötügke ıdmiş tir korkma edgüti ötün ayınma
edgüti yalbar tir: Kır at, rakibini üç arayışta seçerek bir dilsize duaya yollamış, der. Korkma, iyi
dua et; korkma, iyi yalvar der (IB 19; Tekin, 2017, s. 21, 29).
-10. /-°l/
İşlek bir ektir. Fiil kök veya gövdelerine gelerek edilgen ve dönüşlü fiiller türetir
(Alyılmaz, 1994, s. 6).
yar-ıl-: yarıladıglı tonguzlı ārt üze so͡kusmiş ermiş adıgın͡g karnı yarılmış ton͡guzun͡g azıgı sınmiş tir:
Bir ayı ve domuz dağ geçidinde çarpışmışlar imiş. Ayının karnı yarılmış, domuzun azı dişleri
kırılmış, der (IB 6; Tekin, 2017, s. 19, 27).
tiri-l-: diril-, canlan-, toplan-
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O83
K 85
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ten͡grilig kurtga yurtta kalmiş yaglıg kamıç bulupan yalgayu tirilmiş ölümde ozmiş tir:
Dindar (bir) yaşlı kadın terk edilmiş kamp yerinde (yalnız) kalmış. Yağlı bir kepçe bulup
yalamış, hayatta kalmış, ölümden kurtulmuş, der (IB 13; Tekin, 2017, s. 20, 28).
-11. /-°z/12
Irk Bitig’de sadece bir örnekte karşımıza çıkan bu ek Eski Türkçede işlek değildir. Bir
nevi yaptırım ekidir (Gabain, 2007, s. 61).
utu-z-: yeniloyma er oglanın kisisin tutug urupan oş iç oygalı barmis oglan kisisin utuzmadu͡k yana
͡tokuz on boş kon͡y utmiş oglı yutuzı kop ögirer tir: Bir sakatatçı çocuklarını ve karısını rehin
olarak koyup (bir yarışta kesilen koyunların) iç organ ve bağırsaklarını oymaya gitmiş.
(Yarışta) çocuklarını ve karısını kaybetmemiş, üstelik doksan koyun kazanmış. Çocukları ve
kadını hep seviniyorlar, der (IB 29; Tekin, 2017, s. 22, 30).
2.2.2. İsimden Fiil Yapım Ekleri
-1. /+A-/
Fazla işlek değildir (Alyılmaz, 1994, s. 9).
ört+e-: alevlenulug eb örtenmiş katın͡ga tegi kalmadu͡k bü͡kin͡ge tegi kodm[ad]u͡k tir: Büyük (bir) ev
yanmış. Katına kadar (sağlam yeri) kalmamış, köşe bucağına kadar (yanmadık yeri) kalmamış,
der (IB 9; Tekin, 2017, s. 20, 28).
til+e-: dileteglü͡k kulun irkek yun͡t(t)a emig tileyür kün ortu yütürü͡p tün ortu kanta negüde bulgay
ol tir: Kör (bir) tay (emmek için) erkek atta meme arıyor. Güpegündüz kaybedip gece yarısı
nerede, nasıl bulacak, der (IB 24; Tekin, 2017, s. 21, 29).
āt+a-13: tayin et-; ünlü ve mutlu etebin͡gerü kelser özi atanmıs ögrün͡çülüg atı yitiglig kelir tir: Evine doğru gelirken
kendisi ve ünlü ve mutlu, atı (da) yetkin olarak geliyor, der (IB 55; Tekin, 2017, s. 25, 33).
-2. /+KA-/
Irk Bitig’de sadece bir örnekte karşımıza çıkar. İşlek değildir (Alyılmaz, 1994, s. 9).
em+ge-: sıkıntı çekkanıgı ölmiş kön͡geki ton͡gmiş kan͡gı nelü͡k ölgey ol beglig ol köneki nelü͡k ton͡ggay
küneşke olurur ol an͡ça bilin͡gler bu ırk başınta āz emgeki bar kin yana edgü bolur: (Kızın) gözde
sevgilisi ölmüş, kovası (da) donmuş. Gözde sevgili niçin ölsün? Beydir o. Kovası niçin donsun?
Zarf-fiil eki almış ana fiile getirilen ve kendi anlamlarından uzaklaşarak geldiği fiilin belirttiği hareketi tanımlayan
fiillere tasvirî fiil denir. Tasviri fiiller -önlerine gelen ulaç ekleriyle birlikte- ana fiilin belirttiği hareketten farklı bir
hareketi tanımladığı için fiilden fiil türetme ekleri (ulaç eki- tasvirî fiil) içinde değerlendirilebilir. Fakat çalışmamızda
bu ekler türetme ekleri içinde değerlendirilmemiştir. Bu eklerin birleşik eylemler konusuna dahil edilmesi daha doğru
olacaktır. Metinde geçen ulaç eki-yardımcı fiil yapıları şunlardır: /-A bar-/, /-A āz-/, /°p bar-/, /-U kal-/, /-p kel-/,
/-A kel-/, /-A u-/.
13
Kelime ve ekin tarihî gelişimi için farklı görüşler vardır. Ayrıntılı bilgi için bk. Gülensoy, 2011, s. 86-87.
12
86 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
84
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
Güneşte duruyor. Öylece biliniz: Bu fal(ın) başında biraz acı var; (ama) sonra yine iyi olur (IB
57; Tekin, 2017, s. 25, 33).
-3. /+lA-/
Eski Türkçede olduğu gibi Irk Bitig’de de en çok kullanılan eklerden biridir (Alyılmaz,
1994, s. 10).
men͡gi+le-: sevin-, mutlu olbediz+le-: süslekan oluru͡pan ordu yapmiş ili turmis tört bolun͡gtakı edgüsi uyurı tirilipen men͡gileyür
bedizleyür tir an͡ça bilin͡qler edgü ol: (Bir) han tahta oturup (kendine) bir saray yap(tır)mış.
Devleti ayakta kalmış. (Ülkesinin) has ve muktedir adamları (etrafında) toplanmış, (sarayını)
neşe içinde süslüyorlar, der. Öylece biliniz: (Bu fal) iyidir (IB 28; Tekin, 2017, s. 22, 30).
urı+la-: erkek çocuk doğurüçün͡ç kun͡çuyı urılanmiş beglik yaragay tir men͡gilig beg er ermiş an͡yıg edgü ol:
Üçüncü prensesi (bir) oğlan doğurmuş. (Buna da) beylik yaraşır (diye düşünmüş), der.
(Anlaşılan) mutlu (bir) beymiş. (Öylece biliniz) Bu fal çok iyidir (IB 5; Tekin, 2017, s. 19, 27).
tan͡g+la-: şafaklatan͡g tan͡glardı udu yir yarudı udu kün togdı kamag üze yaru͡k boltı tir: Şafak söktü ve yer
aydınlandı ve güneş doğdu. Her şeyin üzeri aydınlık oldu, der (IB 26; Tekin, 2017, s. 21, 29).
buzagu+la-: inek doğurürün͡g esri in͡gek buzagulaçı bolmiş ölgey men timis ürün͡g esri irkek buzagu kelürmiş
͡
idukluk yaragay ülügde ozmiş tir: Ak benekli bir inek doğurmak üzere imiş. Öleceğim demiş; ak
benekli bir erkek buzağı dünyaya getirmiş. (Bunu) Tanrı’ya kurban etmek uygun olur, (çünkü
inek böylece) kötü talihinden kurtulmuş, der (IB 41; Tekin, 2017, s. 23, 31).
kuş+la-: kuş avına çık-, kuş avlatogan ügüz kuşı kuşlayu barmış utru talım kara kuş kopupan barmış tir: Bir şahin, su
kuşu avlamaya gitmiş. (Ama) yırtıcı bir kartal yerinden uçup karşısına çıkmış, der (IB 43;
Tekin, 2017, s. 23, 31).
men͡g+le-: yiyecek arabars kiyik en͡gleyü men͡gleyü barmiş ortu yirde amgaka so͡kuşmiş: Bir kaplan
avlanmaya gitmiş. Orta yerde bir yaban keçisine rastlamış (IB 49; Tekin, 2017, s. 24, 32).
öbke+le-: öfkelen-, kızoglı öginte kan͡gınta öbkelepen tezipen barmiş yana sakınmiş kelmiş: (Evin) oğlu
babasına anasına öfkelenerek kaçıp gitmiş. (Sonra) yine düşünmüş, (geri) gelmiş (IB 58; Tekin,
2017, s. 25, 33).
-4. /+rA-/
Kullanımı seyrektir (Gabain, 2007, s. 50).
yan͡g+ra-: mırıldan-, söylen-
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O85
K 87
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
uzun tonlug közün͡güsin kölke ıçgınmiş yarın yan͡grayur kiçe ken͡grenür tir: (Bir) kadın
aynasını göle düşürmüş. (Bu yüzden) sabah(ları) söyleniyor, akşam(ları) sızlanıyor, der (IB 22;
Tekin, 2017, s. 21, 29).
mön͡g+re-: böğürto͡kuz arlı sıgun kiyik men bed[ük] tiz üze ünüpen mön͡greyür men üze ten͡gri eşidti asra
kişi bilti an͡tag küçlüg men tir: Dokuz çatallı boynuzu olan erkek geyiğim. Yüksek dizlerimin
üstüne çıkarak böğürürüm. (Beni) yukarıda tanrı işitmiştir, aşağıda insanoğlu bilmiştir. Onca
güçlüyüm, der (IB 60; Tekin, 2017, s. 26, 34).
-5. /+U-/
Tek örnekte karşımıza çıkar.
yar+u-: aydınlankarı üpgük yıl yarumazkan etdi ödmen͡g körmen͡g ürküt[m]en͡g tir: Yaşlı hüthüt (kuşu)
(yeni) yıl (sabahı daha ortalık) ağarmamışken öttü. Heyecanlanmayın, bakmayın, ürkütmeyin,
der (IB 21; Tekin, 2017, s. 21, 29).
-6. /+I-/
İşlek değildir (Alyılmaz, 1994, s. 10).
yor+ı-: yürüüze tuman turdı asra toz turdı kuş oglı uça āztı kiyik oglı yügürü āztı kişi oglı yorıyu
āztı: Yukarıdan sis bastırdı, aşağıdan toz kalktı. Kuş yavrusu uçup yolunu kaybetti, geyik
yavrusu koşup yolunu kaybetti, insan oğlu (da) yürüyüp yolunu kaybetti (IB 15; Tekin, 2017, s.
20, 28).
bit+i-: yazbars yıl ekinti ay biş yigirmike taygüntan manıstıntakı kiçig di[n]tar burua guru eşid[ip]
içimiz isig san͡gun itaçu͡k üçün bitidim: Kaplan yılında, ikinci ayın on beşinde, Taygüntan
manastırında, (ben) genç dindar (mürit), mürşit kahinden işitip, ağabeyimiz aziz Sangun İtaçuk
için (bu kitabı) yazdım (IB 67; Tekin, 2017, s. 26, 34).
2.2.3. Fiilden İsim Yapım Ekleri
-1. /-A/
Arkaik bir ektir. Eskiden muhtemelen eş sesli zarf fiil ekinin aynısıydı. Zamanla bu
fonksiyonunu yitirmiştir (Gabain, 2017, s. 51).
ār-a: arasında, bir ara, bu arada
esnegen bars men kamuş āra başım an͡tag alp men erdemlig men: Esneyen kaplanım.
Kamışlar arasında başım. Onca cesur (ve) erdemliyim (IB 10; Tekin, 2017, s. 20, 28).
aç-a: açık
talım urı yarın aça yasıçin yalım kayag yara uru͡pan yaln͡gusun yorıyur tir: Cesur bir
genç, omuzları açık, okunun ucu ile yalçın kayaları yara yara yapayalnız yürüyor, der (IB 40;
Tekin, 2017, s. 23, 31).
yan-a: yine, tekrar, sonra
88 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
86
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
uzun tonlug idişin ayakın kodupan barmiş yana edgüti sakınmiş: Bir kadın kabını
kacağını bırakıp gitmiş. Sonra iyice düşünmüş (IB 42; Tekin, 2017, s. 23, 31).
-2. /-°K/
Eski Türkçede işlek bir ektir. Genellikle sıfat yapmaktadır (Alyılmaz, 1994, s. 13).
yaru-k: ışık, aydınlık
tan͡g tan͡glardı udu yir yarudı udu kün togdı kamag üze yaru͡k boltı tir: Şafak söktü ve yer
aydınlandı ve güneş doğdu. Her şeyin üzeri aydınlık oldu, der (IB 26; Tekin, 2017, s. 21, 29).
yo-k: yok
üküş atlıg ögrün͡çün͡g yoo͡k kobı atlıg korkın͡çın͡g yoo͡k uçuruglug kutun͡g yoo͡k tir:
(Sende) çok atı olan (bir kişinin) sevinci yok; (öte yandan, sende) az atı olan bir kişinin korkusu
(da) yok. (Uzun sözün kısası) uçuşan bayraklarla kutlanacak iyi bir talihin yok, der (IB 36;
Tekin, 2017, s. 23, 31).
emge-k: acı, keder
küneşke olurur ol an͡ça bilin͡gler bu ırk başınta āz emgeki bar kin yana edgü bolur:
Güneşte duruyor. Öylece biliniz: Bu fal(ın) başında biraz acı var; (ama) sonra yine iyi olur (IB
57; Tekin, 2017, s. 25, 33).
bedü-k: büyük
to͡kuz arlı sıgun kiyik men bed[ük] tiz üze ünüpen mön͡greyür men: Dokuz çatallı
boynuzu olan erkek geyiğim. Yüksek dizlerimin üstüne çıkarak böğürürüm (IB 60; Tekin, 2017,
s. 25, 33).
-3. /-°l/
Irk Bitig’de sadece bir kez kullanılmıştır. Eski Moğolcada da aynı şekildedir (Gabain,
2007, s. 53).
tüke-l: sağ, salim, eksiksiz
bay er kon͡yı ürküpen barmiş börike sokuşmiş böri ağzı emsimiş esen tüü͡kel bolmiş tir:
Zengin (bir) adamın koyunu ürküp kaçmış. (Yolda bir) kurda rastlamış. Kurdun ağzı
zehirlenmiş. Koyun sağ salim kalmış, der (IB 27; Tekin, 2017, s. 22, 30).
-4. /-°m/
İşlek değildir (Alyılmaz, 1994, s. 13).
öl-üm: ölüm
yal-ım: ateş, yalçın
bars kiyik en͡gleyü men͡gleyü barmiş ortu yirde amgaka so͡kuşmiş esri amga yalım
kayaka ünüp barmiş ölümte ozmiş ölümte ozupan ögire sebinü yorıyur tir: Bir kaplan
avlanmaya gitmiş. Orta yerde bir yaban keçisine rastlamış. Benekli yaban keçisi gidip yalçın bir
kayaya çıkmış, ölümden kurtulmuş. Ölümden kurtulup sevinç ve neşe içinde yürüyüp gidiyor,
der (IB 49; Tekin, 2017, s. 24, 32).
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O87
K 89
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
-5. /-mAn/
Marcel Erdal’a göre bu ek sadece kömen (kö-men) “büyücülük” ve tuman (tu-man)
“duman, sis” kelimelerinde mevcuttur (Eraslan, 2012, s. 107).
tu-man: duman, sis
üze tuman turdı asra toz turdı kuş oglı uça āztı kiyik oglı yügürü āztı kişi oglı yorıyu
āztı: Yukarıdan sis bastırdı, aşağıdan toz kalktı. Kuş yavrusu uçup yolunu kaybetti, geyik
yavrusu koşup yolunu kaybetti, insan oğlu (da) yürüyüp yolunu kaybetti (IB 15; Tekin, 2017, s.
20, 28).
-6. /°nç/
Genellikle soyut anlam türeten bir ektir (Şen, 2014, s. 58).
kork-ın͡ç: korku
üküş atlıg ögrün͡çün͡g yoo͡k kobı atlıg korkın͡çın͡g yoo͡k uçuruglug kutun͡g yoo͡k tir:
(Sende) çok atı olan (bir kişinin) sevinci yok; (öte yandan, sende) az atı olan bir kişinin korkusu
(da) yok. (Uzun sözün kısası) uçuşan bayraklarla kutlanacak iyi bir talihin yok, der (IB 36;
Tekin, 2017, s. 23, 31).
-7. /-°nçI/
İşlek olmayan bu ek /-nç/ eki ile eş anlamlıdır (Eraslan, 2012, s. 108).
ögr-ün͡çü <ögür-ün͡çü: sevinç
üküş atlıg ögrün͡çün͡g yoo͡k kobı atlıg korkın͡çın͡g yoo͡k uçuruglug kutun͡g yoo͡k tir:
(Sende) çok atı olan (bir kişinin) sevinci yok; (öte yandan, sende) az atı olan bir kişinin korkusu
(da) yok. (Uzun sözün kısası) uçuşan bayraklarla kutlanacak iyi bir talihin yok, der (IB 36;
Tekin, 2017, s. 23, 31).
ab-ın͡çu: cariye
kamış āra kalmiş ten͡gri unamadu͡k abın͡çu katun bolzun tir: (Bir köle kız) kamışlar
arasında (yalnız) kalmış. Tanrı (bunu) doğru bulmamış. (Bu köle kız) cariye olsun, der (IB 38;
Tekin, 2017, s. 23, 31).
-8. /-°ş/
İşlek değildir (Alyılmaz, 1994, s. 14).
bus-uş: keder
er busuşlug ten͡gri bulıtlıg boltı [bulıt] āra kün tugmiş busan͡ç āra men͡gi kelmiş tir:
Adam kaygılı, gök bulutlu oldu. Bulutlar arasından güneş doğmuş, kaygılar arasından (da)
sevinç gelmiş, der (IB 52; Tekin, 2017, s. 24, 32).
-9. /-°n/
İşlek değildir (Alyılmaz, 1994, s. 14).
uz-un: uzun
er ümeleyü barmiş ten͡grike suu͡kuşmiş kut kolmiş kut birmis agılın͡gta yılkın͡g bolzun
üzün͡g uzun bolzun timiş: Adamın biri konukluğa gitmiş. (Yolda) Tanrı’ya rastlamış. (Ondan)
90 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
88
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
şans dilemiş. (Tanrı da ona) şans vermiş: ‘Ağılında atların olsun, ömrün uzun olsun!’ demiş (IB
47; Tekin, 2017, s. 24, 32).
-10. /-°z/
Canlı olmayan bu ek, fail ismi ifadesi ile hareketin neticesini bildiren isimler yapar
(Eraslan, 2012, s. 108).
sö-z: söz
sarıg atlıg sabçı yazıg atlıg yalabaç edgü söz sab elti kelir tir: Sarı atlı haberci, yağız atlı
elçi iyi haberler getirerek geliyor, der (IB 11; Tekin, 2017, s. 20, 28).
yab-ız: kötü, fena
er abka barmiş tagda kamılmiş ten͡gride erklig tir an͡ça bilin͡gler yabız ol: Adam(ın biri)
ava gitmiş. Dağda (yürürken) düşmüş. Kudretli (Tanrı) göklerde, der. Öylece biliniz (IB 12;
Tekin, 2017, s. 20, 28).
-11. /-I/
Eş sesli zarf fiil ekinin aynısıdır. Ancak zamanla zarf fiil fonksiyonunu yitirmiştir
(Alyılmaz, 1994, s. 12).
tak-ı: henüz; takı
kidizig subka su͡kmiş takı ur katıgdı bā tir: (Adamın biri) keçeyi suya sokmuş. Daha çok
vur, sıkıca bağla, der (IB 33; Tekin, 2017, s. 22, 30).
ud-u: sonra, ve
tan͡g tan͡glardı udu yir yarudı udu kün togdı kamag üze yaru͡k boltı tir: Şafak söktü ve yer
aydınlandı ve güneş doğdu. Her şeyin üzeri aydınlık oldu, der (IB 26; Tekin, 2017, s. 21, 29).
-12./-p/
Eş sesli zarf fiil ekinin aynısıdır. Zamanla zarf fiil fonksiyonunu kaybetmiştir
(Alyılmaz, 1994, s. 14).
ko-p: hep, hepsi
oyma er oglanın kisisin tutug urupan oş iç oygalı barmis oglan kisisin utuzmadu͡k yana
to͡kuz on boş kon͡y utmiş oglı yutuzı kop ögirer tir: Bir sakatatçı çocuklarını ve karısını rehin
olarak koyup (bir yarışta kesilen koyunların) iç organ ve bağırsaklarını oymaya gitmiş.
(Yarışta) çocuklarını ve karısını kaybetmemiş, üstelik doksan koyun kazanmış. Çocukları ve
kadını hep seviniyorlar, der (IB 29; Tekin, 2017, s. 22, 30).
-13. /°G/
Çeşitli anlamlar verir. Yapılan işin sonucunda ortaya çıkan şey, aktif isim ve diğerleri
Moğolcada da aynıdır (Gabain, 2007, s. 51). Metinde en çok kullanılan türetme eklerinden
biridir.
kat-ıg: katı, sert
kuzgunug ıgaçka bāmiş katıgtı bā edgüti bā tir: (Bir) kuzgunu ağaca bağlamışlar. Sıkı
bağla, iyi bağla, der (IB 14; Tekin, 2017, s. 20, 28).
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O89
K 91
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
bol-ug: oluş, varoluş
öt-üg: rica, dua
āk at karşısın üç bolugta talulapan agınka ötügke ıdmiş tir korkma edgüti ötün ayınma
edgüti yalbar tir: Kır at, rakibini üç arayışta seçerek bir dilsize duaya yollamış, der. Korkma, iyi
dua et; korkma, iyi yalvar der (IB 19; Tekin, 2017, s. 21, 29).
tut-ug: rehin
oyma er oglanın kisisin tutug urupan oş iç oygalı barmiş: Bir sakatatçı çocuklarını ve
karısını rehin olarak koyup (bir yarışta kesilen koyunların) iç organ ve bağırsaklarını oymaya
gitmiş (IB 29; Tekin, 2017, s. 22, 30).
is-ig14: aziz, sevgili
bars yıl ekinti ay biş yigirmike taygüntan manıstıntakı kiçig ditar burua guru esid içimiz
isig san͡gun itaçu͡k üçün bitidim: Kaplan yılında, ikinci ayın on beşinde, Taygüntan
manastırında, (ben) genç dindar (mürit), mürşit kahinden işitip, ağabeyimiz aziz Sangun İtaçuk
için (bu kitabı) yazdım (IB 67; Tekin, 2017, s. 26, 34).
-14. /-çI/15
Irk Bitig’de tek örnekte karşımıza çıkar.
ögrün-çü (ögirün->ögrün-): sevinç
üküş atlıg ögrün͡çün͡g yoo͡k kobı atlıg korkın͡çın͡g yoo͡k uçuruglug kutun͡g yoo͡k tir:
(Sende) çok atı olan (bir kişinin) sevinci yok; (öte yandan, sende) az atı olan bir kişinin korkusu
(da) yok. (Uzun sözün kısası) uçuşan bayraklarla kutlanacak iyi bir talihin yok, der (IB 36;
Tekin, 2017, s. 23, 31).
-15. /-An/
İşlek bir ek değildir. Tek örnekte bulunur.
yıl-an: yılan
altun başlıg yılan men altun kurugsakımin kılıçın kesipen özüm[in] yul [in]intin
başımın yul ebintin tir: Altın başlı yılanım. Altın kursağımı kılıç ile keserek nefsimi kopar
ininden, başımı kopar evinden, der (IB 8; Tekin, 2017, s. 19, 27).
2.2.4. İsimden İsim Yapım Ekleri
-1. /+lI/ (/+lI … +lI/)
Eski Türkçede kullanılan sıralama ekidir. Bu ek, “ve” anlamı vermekte ve sıralanan
kelimelerin her ikisine de eklenmektedir (Alyılmaz, 1994, s. 16).
adıg+lı ton͡guz+lı: ayı ve domuz
İsig kelimesi hakkında farklı görüşler vardır. Prof. Dr. Cengiz ALYILMAZ kelimenin kökünü is- olarak
vermektedir. Ayrıntılı bilgi içi bk. Alyılmaz, C. (2004). Eski Türkçenin söz varlığının düz ve ters dizimi. Ankara:
Kurmay Yayınları.
15 Gabain, 2007, s. 54’te bu ek /-°nç/, /-°nçu/ ve /-°nçü/ olarak verilmiş, sadece /-n/ dönüşlülük zamirinden sonra
kullanıldığı belirtilmiştir.
14
92 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
90
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
adıglı tonguzlı ārt üze so͡kusmiş ermiş adıgın͡g karnı yarılmış ton͡guzun͡g azıgı sınmiş tir:
Bir ayı ve domuz dağ geçidinde çarpışmışlar imiş. Ayının karnı yarılmış, domuzun azı dişleri
kırılmış, der (IB 6; Tekin, 2017, s. 19, 27).
-2. /+Il/
İşlek bir ek değildir. Sıfat yapmaktadır (Alyılmaz, 1994, s. 17). Irk Bitig’de sadece iki
örnekte renk adı yapmak için kullanılmıştır.
yaş+ıl: yeşil
kız+ıl: kızıl
talım kara kuş men yaşıl kaya yaylagım kızıl kaya kışlagım ol tagda turupan men͡gileyür
men: Yırtıcı kartalım. Yeşil kayalar yazlığım, kızıl kayalar kışlığım. Dağlarda kaldığım için
mutluyum (IB 51; Tekin, 2017, s. 24, 32).
-3. /+çI/
Günümüzde Türk lehçe ve şivelerinde çok işlek kullanılan bu eke Irk Bitig’de sadece bir
örnekte rastlanır. Bir işi yapanı veya o mesleği edinenlerin genel adını yapan ektir. Moğolca +ci
ekidir (Gabain, 2007, s. 43).
sab+çı: sözcü, haberci
sarıg atlıg sabçı yazıg atlıg yalabaç edgü söz sab elti kelir tir: Sarı atlı haberci, yağız atlı
elçi iyi haberler getirerek geliyor, der (IB 11; Tekin, 2017, s. 20, 28).
-4. /+dAm/
Seyrek kullanılan eklerden biridir. A. von Gabain bu eki +ta-m olarak düşünmüş, +tag
ve +taş ile benzer gerektiğini düşünür (Gabain, 2007, s. 96).
er+dem: erdem, fazilet
esnegen bars men kamuş āra başım an͡tag alp men erdemlig men: Esneyen kaplanım.
Kamışlar arasında başım. Onca cesur (ve) erdemliyim (IB 10; Tekin, 2017, s. 20, 28).
-5. /+GAk/
Küçültme ve kuvvetlendirme ifadesi veren, ayrıca organ isimleri teşkil eden isimden
isim yapım ekidir (Eraslan, 2012, s. 97).
ir+kek: erkek
teglü͡k kulun irkek yun͡t(t)a emig tileyür kün ortu yütürü͡p tün ortu kanta negüde bulgay
ol tir: Kör (bir) tay (emmek için) erkek atta meme arıyor. Güpegündüz kaybedip gece yarısı
nerede, nasıl bulacak, der (IB 24; Tekin, 2017, s. 21, 29).
-6. /+lIK/
Sıfat mahiyetinde aitlik ve mensubiyet ifadeli isimler ile bir şeyle donanmış olma, bir
şeye ait olma ifadeli gövdeler türeten ektir (Eraslan, 2012, s. 99). Irk Bitig’de en çok kullanılan
eklerden biridir.
tuyug+lug: toynaklık
adgır+lık: aygırlık
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O91
K 93
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
budla+lık: deve burnuna geçirilen halka
bugra+lık: buğralık, buğra olmaya aday
beg+lik: bey olacak, bey olmaya aday
beg er yuntıngaru barmiş āk bisi kulunlamiş altun tuyuglug adgırlık yaragay tebesin͡gerü
barmiş ürün͡g in͡geni botulamiş altun budlalıg bugralık yaragay ebin͡gerü barmiş üçün͡ç kun͡çuyı
urılanmiş beglik yaragay tir men͡gilig beg er ermiş an͡yıg edgü ol: Bey atlarına doğru gitmiş.
(Bakmış ki) ak kısrağı yavrulamış. (Bu taya) altın toynaklı bir aygır olmak yaraşır (diye
düşünmüş). (Bey bu kez de) evine doğru gitmiş. (Bakmış ki) üçüncü prensesi (bir) oğlan
doğurmuş. (Buna da) beylik yaraşır (diye düşünmüş), der. (Anlaşılan) mutlu (bir) beymiş.
(Öylece biliniz) Bu fal çok iyidir (IB 5; Tekin, 2017, s. 19, 27).
ne+lük: niçin, nasıl
kanıgı ölmiş kön͡geki ton͡gmiş kan͡gı nelü͡k ölgey ol beglig ol köneki nelü͡k ton͡ggay ol
küneşke olurur ol an͡ça bilin͡gler bu ırk başınta āz emgeki bar kin yana edgü bolur: (Kızın) gözde
sevgilisi ölmüş, kovası (da) donmuş. Gözde sevgilisi niçin ölsün? Beydir o. Kovası niçin
donsun? Güneşte duruyor. Öylece biliniz: Bu fal(ın) başında biraz acı var; (ama) sonra yine iyi
olur (IB 57; Tekin, 2017, s. 25, 33).
-7. /+°nç/
Asıl sayıların üzerine gelerek sıra sayı sıfatı yapmaktadır (Alyılmaz, 1994, s. 15).
üç+ünç: üçüncü
altun budlalug bugralık yaragay ebin͡gerü kelmiş üçün͡ç kun͡çuyı urılanmiş beglik
yaragay tir: Altın halkalı buğra olmak yaraşır (diye düşünmüş). (Bey bu kez de) evine doğru
gitmiş. (Bakmış ki) üçüncü prensesi (bir) oğlan doğurmuş. (Buna da) beylik yaraşır (diye
düşünmüş) der (IB 5; Tekin, 2017, s. 19, 27).
-8. /+°ş/
Tek bir örnekte karşımıza çıkar.
kün+eş: güneş
kanıgı ölmiş kön͡geki ton͡gmiş kan͡gı nelü͡k ölgey ol beglig ol köneki nelü͡k ton͡ggay
küneşke olurur ol: (Kızın) gözde sevgilisi ölmüş, kovası (da) donmuş. Gözde sevgili niçin ölsün?
Beydir o. Kovası niçin donsun? Güneşte duruyor (IB 57; Tekin, 2017, s. 25, 33).
-9. /+TI/
İşlek değildir. Adlara gelerek zarf yapmaktadır (Alyılmaz, 1994, s. 17).
edgü+ti: iyi, iyice
katıg+dı: sıkı, sıkıca
kuzgunug ıgaçka bāmiş katıgtı bā edgüti bā tir: (Bir) kuzgunu ağaca bağlamışlar. Sıkı
bağla, iyi bağla, der (IB 14; Tekin, 2017, s. 20, 28).
-10. /+sIz/
Yokluk ve olumsuzluk ifadeli sıfat mahiyetinde isimler teşkil eden ve yaygın kullanışı
olan isimden isim yapma ekidir (Eraslan, 2012, s. 102).
94 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
92
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ot+suz: otsuz
sub+suz: susuz
kiyik oglı men otsuz subsuz kaltı uyın neçü͡k yorıyın tir: Geyik yavrusuyum. Otsuz ve
susuz nasıl yapabilirim? Nasıl hayatta kalabilirim! der (IB 45; Tekin, 2017, s. 24, 32).
-11. /+KAç/
Seyrek kullanılan birleşik bir ek yapısıdır (Eraslan, 2012, s. 97).
ı+gaç: ağaç
ürün͡g esri togan kuş men çıntan ıgaç üze oluru͡pan men͡gileyür men: Ak benekli şahin
kuşuyum. Sandal ağacı üzerinde oturarak mutlu oluyorum (IB 4; Tekin, 2017, s. 19, 27).
-12. /+GI/
İsim ve sıfat mahiyetinde kelimeler türeten bir ektir (Eraslan, 1012, s. 97).
ne+gü: nere
teglü͡k kulun irkek yun͡t(t)a emig tileyür kün ortu yütürü͡p tün ortu kanta negüde bulgay
ol tir: Kör (bir) tay (emmek için) erkek atta meme arıyor. Güpegündüz kaybedip gece yarısı
nerede, nasıl bulacak, der (IB 24; Tekin, 2017, s. 21, 29).
-13. /+nti/
Sadece iki kelimesine getirilip sıra sayı sıfatı teşkil eden işlevi daralmış çok eski bir
isimden isim yapım ekidir (Eraslan, 2012, s. 101). Irk Bitig’de sadece bir kere kullanılmıştır.
eki+nti: ikinci
bars yıl ekinti ay biş yigirmike taygüntan manıstıntakı kiçig di[n]tar burua guru eşid[ip]
içimiz isig san͡gun itaçu͡k üçün bitidim: Kaplan yılında, ikinci ayın on beşinde, Taygüntan
manastırında, (ben) genç dindar (mürit), mürşit kahinden işitip, ağabeyimiz aziz Sangun İtaçuk
için (bu kitabı) yazdım (IB 67; Tekin, 2017, s. 26, 34).
Tablo 2: Gövde hâlindeki ögeler
Ffye
İfye
Fiye
İiye
/-mA-/
/+A-/
/-A/
/+lI/ (/+lI … +lI/)
/-d/
/+KA-/
/-°K/
/+Il/
/-KUr-/
/+lA-/
/-°l/
/+çI/
/-°ş-/
/+rA-/
/-°m/
/+dAm/
/-°n-/
/+U-/
/-mAn/
/+GAk/
/-°t-/
/+I-/
/°nç/
/+lIK/
/-°r-/
/-°nçI/
/+°nç/
/-tUr-/
/-°ş/
/+°ş/
/-°K/
/-°n/
/+TI/
/-°l/
/-°z/
/+sIz/
/-°z/
/-I/
/+KAç/
/-p/
/+GI/
/°G/
/+nti/
/-çI/
/-An/
Toplam: 45
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O93
K 95
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
2.3. Birden Fazla Anlam Ögesiyle Kurulmuş Genel Anlamlı Ögeler
Birden fazla anlam ögesiyle kurulmuş genel anlamlı ögeler aşağıdaki şekilde
incelenmiştir:
-1. Belirtisiz isim tamlamaları
-2. Niteleme sıfatları + isimden kurulu tamlamalar
-3. Zarf + fiilden kurulu tamlamalar
-4. Belirtisiz nesne + geçişli fiilden kurulu tamlamalar (Alyılmaz, 1994, s. 19).
2.3.1. Belirtisiz İsim Tamlamaları
Belirtisiz isim tamlamaları iki ismin ilgi eki / tamlayan eki kullanılmadan bir araya
getirilmesiyle oluşturulan birleşik isim gruplarıdır. Alışılmış ifadesiyle belirtisiz isim
tamlamaları niteleme grubu oluşturur ve belirtisiz isim tamlamalarında tamlayan yani birinci
öge niteleme sıfatı görevi görür (Gemalmaz, 2010, s. 251). Buna göre belirtisiz isim tamlamaları
kalıcı isim grubu oluşturur.
yol+Ø ten͡gri+Ø: yol tanrısı
kişi+Ø og(u)l+ı: insan oğlu, insan, insanlar
āla atlıg yol ten͡gri men yarın kiçe eşür men utru eki yalıg kişi oglın so͡kuşmiş kişi
korkmiş korkma timiş kut birgey men timiş an͡ça bilin͡g edgü ol: Alaca atlı yol tanrısıyım. Sabah
akşam (atımla) rahvan gidiyorum. (Bu yol tanrısı) güler yüzlü iki insanoğluna
rastlamış.İnsanoğlulları korkmuş. (Yol tanrısı) Korkmayın, demiş, (size) kut vereceğim demiş.
Öylece bilin: (Bu fal) iyidir (IB 2; Tekin, 2017, s. 19, 27).
kuş+Ø og(u)l+ı: kuş yavrusu
kiyik+Ø og(u)l+ı: geyik yavrusu
kişi+Ø og(u)l+ı: insan oğlu, insan, insanlar
ten͡gri+Ø kut+ı: tanrı lütfu
üze tuman turdı asra toz turdı kuş o(g)lı uça āztı kiyik oglı yügürü āztı kişi oglı yorıyu
āztı yan͡ga ten͡gri kutınta üçün͡ç yılta kop esen tükel körüşmiş kop ögirer sebinür tir an͡ça
bilin͡gler edgü ol: Yukarıdan sis bastırdı, aşağıdan toz kalktı. Kuş yavrusu uçup yolunu kaybetti.
(Bunlar) yine tanrı lütfu ile üçüncü yılda sağ salim (buluşup) görüşmüşler. Hepsi mutlu olur,
sevinirler, der. Öylece biliniz: (Bu fal) iyidir (IB 15; Tekin, 2017, s. 20, 28).
kün+Ø ortu+Ø: gündüz ortası
tün+Ø ortu+Ø: gece ortası
teglü͡k kulun irkek yun͡t(t)a emig tileyür kün ortu yütürü͡p tün ortu kanta negüde
bulgay ol tir: Kör (bir) tay (emmek için) erkek atta meme arıyor. Güpegündüz kaybedip gece
yarısı nerede, nasıl bulacak, der (IB 24; Tekin, 2017, s. 21, 29).
kul+Ø sab+ı: köle sözü
kuzgun+Ø sab+ı: kuzgun sözü
96 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
94
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
kul sabı begin͡gerü ötünür kuzgun sabı ten͡grigerü yalbarur üze ten͡gri eşidti asra kişi
bilti tir an͡ça bilin͡g edgü ol: Kölenin sözü beyinden ricadır, kuzgunun sözü Tanrı’ya yakarıştır.
(Bunları) yukarıda Tanrı işitti, aşağıda insan bildi, der. Öylece bilin: (Bu fal) iyidir (IB 54;
Tekin, 2017, s. 25, 33).
er+Ø og(u)l+ı: adamın oğlu
sü+Ø yir+i: savaş yeri
alp er oglı süke barmiş sü yirinte erklig sabçı törütmiş tir ebin͡gerü kelser özi ātanmış
ögrün͡çülüg atı yitiglig kelir tir: Yiğit bir adamın oğlu savaşa gitmiş. Savaş alanında (kendine)
güçlü bir sözcü türetmiş, der. Evine doğru gelirken kendisi ünlü ve mutlu, atı (da) yetkin olarak
geliyor, der (IB 55; Tekin, 2017, s. 25, 33).
2.3.2. Niteleme Sıfatları + İsimden Kurulu Sıfat Tamlamaları
Bu tür tamlamalar, varlıkların durumlarını, bicilerini, renklerini kısacası nasıl
olduklarını bildiren niteleme sıfatlarının bir isimle birlikte kullanılmasından oluşmaktadır
(Alyılmaz, 1994, s. 20).
āk bisi: ak kısrak
altun tuyuglug adgırlık: altın toynaklı aygır
altun budlalıg bugralık: altın toynaklı deve
beg er yuntıngaru barmiş āk bisi kulunlamiş altun tuyuglug adgırlık yaragay
tebesin͡gerü barmiş ürün͡g in͡geni botulamiş altun budlalıg bugralık yaragay ebin͡gerü barmiş
üçün͡ç kun͡çuyı urılanmiş beglik yaragay tir men͡gilig beg er ermiş: Bey atlarına doğru gitmiş.
(Bakmış ki) ak kısrak yavrulamış. (Bu taya) altın toynaklı bir aygır olmak yaraşır (diye
düşünmüş). (Bey bu kez de) evine doğru gitmiş. (Bakmış ki) üçüncü prensesi (bir) oğlan
doğurmuş. (Buna da) beylik yaraşır (diye düşünmüş), der. (Anlaşılan) mutlu (bir) beymiş (IB 5;
Tekin, 2017, s. 19, 27).
sarıg atlıg sabçı: sarı atlı haberci
yagız atlıg yalabaç: yağız atlı elçi
edgü söz sab: iyi haber
sarıg atlıg sabçı yazıg atlıg yalabaç edgü söz sab elti kelir tir: Sarı atlı haberci, yağız atlı
elçi iyi haberler getirerek geliyor, der (IB 11; Tekin, 2017, s. 20, 28).
üküş atlıg (kişi): çok atlı kişi
kobı atlıg (kişi): az atlı kişi
üküş atlıg ögrün͡çün͡g yoo͡k kobı atlıg korkın͡çın͡g yoo͡k uçuruglug kutun͡g yoo͡k tir:
(Sende) çok atı olan (bir kişinin) sevinci yok; (öte yandan, sende) az atı olan bir kişinin korkusu
(da) yok. (Uzun sözün kısası) uçuşan bayraklarla kutlanacak iyi bir talihin yok, der (IB 36;
Tekin, 2017, s. 23, 31).
talım urı: cesur genç
yalım kayag: yalçın kaya
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O95
K 97
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
talım urı yarın aça yasıçin yalım kayag yara uru͡pan yaln͡gusun yorıyur tir: Cesur bir
genç, omuzları açık, okunun ucu ile yalçın kayaları yara yara yapayalnız yürüyor, der (IB 40;
Tekin, 2017, s. 23, 31).
talım kara kuş: yırtıcı kara kuş (kartal)
yaşıl kaya: yeşil kaya
kızıl kaya: kızıl kaya
talım kara kuş men yaşıl kaya yaylagım kızıl kaya kışlagım ol tagda turupan
men͡gileyür men: Yırtıcı kartalım. Yeşil kayalar yazlığım, kızıl kayalar kışlığım. Dağlarda
kaldığım için mutluyum (IB 51; Tekin, 2017, s. 24, 32).
2.3.3. Zarf + Fiil Kurulu Tamlamalar
Bu tür tamlamalar olumlu ve olumsuz, geçişli veya geçişsiz, fiil kök, köken ve
gövdelerinin, nasıllık-nicelik, azlık-çokluk, zaman vs. zarflarıyla birlikte kurdukları genel
anlamlı tamlamalardır (Alyılmaz, 1994, s.21).
olurupan men͡gile-: oturarak mutlu oltensi men yarın kiçe altun örgin üze oluru͡pan men͡gileyür men an͡ça bilin͡gler edgü ol:
Göğün oğluyum (Çin imparatoruyum). Sabah akşam altın taht üzerinde oturarak mutlu
oluyorum. Öylece biliniz: (Bu fal) iyidir (IB 1; Tekin, 2017, s. 19, 27).
yügürü bar-: koşarak gittoruk at semiritti yirin öpen yügürü barmiş utru yirde ogrı soo͡kuşup tutupan minmiş
͡
yilinge kudursugın͡ga tegi yagrıpan kamsayu umatın turur tir an͡ça bilin͡g yablak ol: Zayıf at
semirdi. Yerini düşünüp koşarak gitmiş. Yolda karşısına hırsız çıkmış, (atı) tutup binmiş. (At
hızlı koşmaktan) yelesine ve kuyruğuna kadar yara bere içinde kalmış, kımıldayamadan
duruyor, der. Öylece bilin: (Bu fal) kötüdür (IB 16; Tekin, 2017, s. 20, 28).
edgüti ötün-: iyice dua et, iyice rica etedgüti yalbar-: iyice yalvarāk at karşısın üç bolugta talulapan agınka ötügke ıdmiş tir korkma edgüti ötün ayınma
edgüti yalbar tir an͡ça bilin͡g edgü ol: Kır at, rakibini üç arayışta seçerek bir dilsize duaya
yollamış, der. Korkma, iyice dua et; korkma, iyice yalvar, der. Öylece bilin: (Bu fal) iyidir (IB
19; Tekin, 2017, s. 21, 29).
2.3.4. Belirtisiz Nesne + Geçişli Fiilden Kurulu Tamlamalar
Olumlu veya olumsuz geçişli fiil kökü veya fiil gövdelerinin belirtisiz nesneler ile
kurdukları fiil deyimleri (Alyılmaz, 1994, s. 24) Irk Bitig’de değişik biçimlerde karşımıza çıkar.
Irk Bitig’de fiil kök veya gövdesinin belirtisiz nesneyle kullanımından kaynaklanan fiil
deyimleri yapıları bakımından iki grupta incelenmiştir:
-1. Olumlu veya olumsuz geçişli bir fiille belirtisiz nesneden kurulu fiil deyimleri
-2. Bünyesinde nesne bulunduran bir fiille bünyesindeki nesnenin belirtisiz
kullanımından oluşan fiil deyimleri / nesne tekrarlı fiiller (Alyılmaz, 1994, s. 24).
98 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
96
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
2.3.4.1. Olumlu veya Olumsuz Geçişli Bir Fiille Belirtisiz Nesneden Kurulu Fiil
Deyimleri
yol sub+Ø kör-: yol (ve) su göryaş+Ø ot kör-: taze ot göryaş+Ø yi-: taze (ot) yesub+Ø iç-: su içüzlü͡k at ön͡g yirde arıp on͡gu͡p toru kalmış ten͡gri küçin͡ge tag üze yol sub körüpen yiş
üze yaş ot körüpen yorıyu barıpan sub içipen yaş yipen ölümde ozmiş tir an͡ça bilin͡gler edgü
ol: Binek atı çölde yorgunluktan bitkin hâlde kalakalmış. Tanrının inayeti ile dağ üstünde yol
(ve) su görerek, dağ çayırında taze ot görerek yürüyüp gitmiş; su içip taze (ot) yiyerek ölümden
kurtulmuş, der. Öylece biliniz: (Bu fal) iyidir (IB 17; Tekin, 2017, s. 20, 28).
ordu+Ø yap-: saray yapkan oluru͡pan ordu yapmiş ili turmiş tört bolun͡gtakı edgüsi uyurı tirilipen men͡gileyür
bedizleyür tir an͡ça bilin͡gler edgü ol: Han tahta oturup saray yap(tır)mış. Devleti ayakta kalmış.
(Ülkesinin) has ve muktedir adamları toplanmış, (sarayını) neşe içinde süslüyorlar, der. Öylece
bilin: (Bu fal) iyidir (IB 28; Tekin, 2017, s. 22, 30).
kut+Ø kol-: kut iste-, kut dilekut+Ø bir-: kut verer ümeleyü barmiş ten͡grike suu͡kuşmış kut kolmiş kut birmiş agılın͡gta yılkın͡g bolzun
͡
özüng uzun bolzun timiş an͡ça bilin͡gler edgü ol: Adamın biri konukluğa gitmiş. Tanrı’ya
rastlamış. Ondan şans dilemiş. (Tanrı’da) şans vermiş: ‘Ağılında atarın olsun, ömrün uzun
olsun.’’ demiş. Öylece bilin: (Bu fal) iyidir (IB 47; Tekin, 2017, s. 24, 32).
2.3.4.2. Nesne Tekrarlı Fiiller (Bünyesinde Nesne Bulunduran Bir Fiille
Bünyesindeki Nesnenin Belirtisiz Kullanımından Oluşan Fiil Deyimleri)
Türkçede vurgulanmak istenen ögenin kullanım alanlarından biri de dil ögesinin yüklem
yapılması veya yükleme yaklaştırılmasıdır. Bazen de bu durumun kuvvetlendirilmek
istenmesiyle birlikte fiilin bünyesinde bulunan nesne cümlede yüzey yapıya çıkabilir. Nesne +
bünyesinde nesne barındıran fiilden oluşan yapılar Türkçenin tarihî süreci içinde ilk dönemlerde
sık kullanımları sebebiyle âdeta kalıplaşarak fiil deyimi oluşturmuşturlar (Alyılmaz, 2017, s.
20). Bünyesinde nesne barındıran bir fiilin nesnesiyle birlikte yüzey yapıda kullanılması Irk
Bitig’de iki yerde karşımıza çıkmaktadır. Bunlar:
tan͡g+Ø tan͡glar-: şafak söktan͡g tan͡glardı udu yir yarudı udu kün togdı kamag üze yaru͡k boltı tir an͡ça bilin͡g edgü
ol: Şafak söktü, yer aydınlandı ve güneş doğdu. Her şeyin üzeri aydınlık oldu, der. Öylece bilin:
(Bu fal) iyidir (IB 26; Tekin, 2017, s. 21, 29).
kuşı+Ø kuşla-: kuş avlatogan ügüz kuşı kuşlayu barmiş utru talım kara kuş kopupan barmiş tir an͡ça bilin͡gler
yablak ol: Bir şahin, su kuşu avlamaya gitmiş. (Ama) yırtıcı bir kartal yerinden uçup karşısında
çıkmış, der. Öylece biliniz: (Bu fal) kötüdür (IB 43; Tekin, 2017, s. 23, 31).
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O97
K 99
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
2.4. Özel Adlar
2.4.1. Kişi Adları
tensi (<Çin. t’ien-tzu): Çin imparatoru, göğün oğlu
tensi men yarın kiçe altun örgin üze oluru͡pan men͡gileyür men an͡ça bilin͡gler edgü ol:
Göğün oğluyum (Çin imparatoruyum). Sabah akşam altın taht üzerinde oturarak mutlu
oluyorum. Öylece biliniz: (Bu fal) iyidir (IB 1; Tekin, 2017, s. 19, 27).
isig san͡gun itaçu͡k16: Aziz Sangun İtaçuk
bars yıl ekinti ay biş yigirmike taygüntan manıstıntakı kiçig di[n]tar burua guru esid
içimiz isig san͡gun itaçu͡k üçün bitidim: Kaplan yılında, ikinci ayın on beşinde, Taygüntan
manastırında, (ben) genç dindar (mürit), mürşit kahinden işitip, ağabeyimiz aziz Sangun İtaçuk
için (bu kitabı) yazdım (IB 67; Tekin, 2017, s. 26, 34).
2.4.2. Yer Adları
taygüntan manıstan+Ø: Taygüntan Manastırı
bars yıl ekinti ay biş yigirmike taygüntan manıstıntakı kiçig di[n]tar burua guru esid
içimiz isig san͡gun itaçu͡k üçün bitidim: Kaplan yılında, ikinci ayın on beşinde, Taygüntan
manastırında, (ben) genç dindar (mürit), mürşit kahinden işitip, ağabeyimiz aziz Sangun İtaçuk
için (bu kitabı) yazdım (IB 67; Tekin, 2017, s. 26, 34).
Sonuç
İnsanlık tarihinin başlamasından itibaren her toplumda geleceği merak etme ve
bilinmeyeni öğrenme isteği en önemli toplumsal konulardan biri olmuştur. Bundan dolayı
insanlar geleceklerini kimi belirtilerden öğrenilebileceğine inanmışlardır. Bu düşünce fal vb.
uygulamaların ortaya çıkmasını sağlamış ve sonrasında yazılı eserler ortaya çıkmıştır. Irk Bitig
bu eserler arasında (Kök)türk harfleriyle kâğıda yazılı tek eserdir.
Eserdeki dinî unsurların varlığı genel olarak iyilik-kötülük ve kurtarıcılık kavramları
üzerinde birleşir. Aslında iyilik ve kötülük, fal ve kehanet çıkarımlarında verilen temel
unsurdur. Bundan dolayı eseri dinî bir metin değil Şamanizm, Manihaizm ve Budizm etkisinde
yazılan bir fal kitabı olarak değerlendirmek gerekmektedir.
Irk Bitig’e ait söz varlığının zenginliği, somut varlıkları işaretleyen kavram işaretlerinin
yanında soyut varlıkları işaretleyen kavram işaretlerinin de bulunması (Alyılmaz, 2020, s. 2)
eseri ayrıcalıklı kılmaktadır. Her ırkın sonunda bulunan öylece biliniz uyarısının verilmesi eseri
günlük konuşma diline yaklaştırır. Eserdeki kavram işaretlerinin %98,28’i (457) Türkçe kavram
işaretlerinden, %1,72’si (8) yabancı kökenli kavram işaretlerinden oluşmaktadır. Eserde geçen
yabancı kelime sayısı 8’dir. Eserde 45 farklı türetme eki kullanılmıştır. Bu eklerin 11 tanesi
fiilden fiil yapım eki, 6 tanesi isimden fiil yapım eki, 15 tanesi fiilden isim yapım eki, 13 tanesi
ise isimden isim yapım ekidir. Bu bakımdan Irk Bitig Türkçenin kelime türetmedeki gücünü
gösteren en güzel eserlerden biridir.
16
Bu öbekte sadece san͡gun kelimesi (sengün <Çin. tsiang-kün (Gabain, 2007, s. 293)) yabancı kökenlidir.
100 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
98
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
Kısaltmalar
Kısaltma
Karşılığı
Kısaltma
Karşılığı
bk.
Bakınız
EUTS
Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü
Çin.
Çince
IB
Irk Bitig
ETL
Eski Türkçenin Grameri
O. Far.
Orta Farsça
ETL
Eski Türkçenin Lügati
Skr.
Sanskritçe
EUTG
Eski Uygur Türkçesi Grameri
Soğd.
Soğdca
Kaynaklar
Aksan, D. (2018). Türkçenin söz varlığı. Ankara: Bilgi Yayınevi.
Alyılmaz, C. (1988). Eski Türkçenin Lügati. Erzurum: Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat
Fakültesi Yayınları.
Alyılmaz, C. (1994). Orhun yazıtlarının söz dizimi. Yayımlanmamış Doktora Tezi, Erzurum:
Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Alyılmaz, C. (2004). Eski Türkçenin söz varlığının düz ve ters dizimi. Ankara: Kurmay
Yayınları.
Alyılmaz, S. (1998). Prens Kalyanamkara ve Papamkara hikâyesinin Uygurcasının söz dizimi.
Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Erzurum: Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü.
Alyılmaz, S. (2017). Türkçede nesne tekrarlı fiiller. İstanbul: Kesit Yayınları.
Artun,
E. (2007). Türklerde İslamiyet öncesi inanç sistemleri-öğretiler-dinler.
http://www.turkoloji.cukurova.edu.tr/HALKBILIM/erman_artun_inanc_sistemleri.pdf
Aydemir, E. (2018). Remil ilmi ve divan şiirine yansımaları. Akademik Dil ve Edebiyat Dergisi,
2/2, 159-180.
Beydili, C. (2004). Türk mitoloji sözlüğü. (çev. E. Ercan). Ankara: Yurt Kitap Yayınları.
Caferoğlu, A. (2015). Eski Uygur Türkçesi sözlüğü. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
Çelebi,
İ.
(1995).
Fal.
İslam
Ansiklopedisi,
https://islamansiklopedisi.org.tr/fal#2-islamda-fal
C
12,
138-139.
Çoban, İ. (2020). Türkiye Türkçesindeki alıntı sözcükler. Ankara: Eğiten Kitap.
Donuk, A. (1984). Eski Türk devletlerinde devlet teşkilâtında “bey” unvanı ve tarihî gelişmesi.
Marmara Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türklük Araştırmaları Dergisi, 1, 81-90.
Duvarcı, A. (2001). Halk kültürü uygulamalarından biri olan fal geleneğinin değerlendirilmesi.
Erdem, 13(37), 117-130.
Eraslan, K. (2012). Eski Uygur Türkçesi grameri. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
Ercilasun, A. B. ve Akkoyunlu, Z. (2018). Kâşgarlı Mahmud Dîvânu Lugâti’t-Türk giriş-metinçeviri-notlar-dizin. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
Eren, H. (1999). Türk dilinin etimolojik sözlüğü. Ankara: Bizim Büro Basım.
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O99
K 101
Gabain, A. von. (2007). Eski Türkçenin grameri. (çev. M. Akalın). Ankara: Türk Dil Kurumu
Yayınları.
Gemalmaz, E. (2010). Türkçenin derin yapısı. Ankara: Belen Yayıncılık.
Gülensoy, T. (2011). Türkiye Türkçesindeki Türkçe sözcüklerin köken bilgisi sözlüğü. Ankara:
Türk Dil Kurumu Yayınları.
Gülhan, A. (2015). Türk kültüründe fal ve isimlerle ilgili bir manzum falname örneği. Divan
Edebiyatı Araştırmaları Dergisi, 15, 195-222.
Hamilton, J. (1975). Le colophon de 1 “Irk Bitig”. Turcia, VII, 7-19.
Hançerlioğlu, O. (2000). Dünya inançlar sözlüğü. İstanbul: Remzi Kitabevi.
İnan, A. (1986). Tarihte ve bugün Şamanizm materyaller ve araştırmalar. Ankara: Türk Tarih
Kurumu Yayınları.
İnayet, A. (2013). Uygur şamanları ve pratikleri üzerine. Uluslararası Uygur Araştırmaları
Dergisi, 1, 43-55.
Kılıç, M. (2018). Seğir-nâmeler ve Latif’in seğir-nâmesi. Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 4/2, 97-104.
Köprülü, M. F. (1939). Eski türk unvanlarına ait notlar. Türk Hukuk ve İktisat Tarihi Mecmuası.
2, 17-31.
Mengi, M. (2013). Eski Türk edebiyatı tarihi. Ankara: Akçağ Yayınları.
Nar, M. Ş. (2014). Psiko-antropolojik bir olgu olarak fal üzerine nitel bir araştırma. Ankara
Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, 54(1), 507-524.
Pala, İ. (2014). Divan edebiyatı. İstanbul: Kapı Yayınları.
Seçkin, K. (2015). Irk Bitig: toplumsal iyi ve toplumsal kötünün inşasında ideolojik bir fal
kitabı. Uluslararası Türkçe Edebiyat Kültür Eğitim Dergisi, 4/4, 1433-1450.
Stalin, J. V. (1967). Marksizm ve dil. (çev. S. Nuhoğlu). İstanbul: Kor Kitap.
Stebleva, İ. V. (2001). Eski Türkçe fal kitabı Irk Bitig ve sembollerin kavramsal temeli. çev.
Halil İbrahim USTA, Türkoloji Dergisi, 14/1, 195-212.
Şen, S. (2014). Eski Uygur Türkçesi dersleri. İstanbul: Bilge Kültür Sanat.
Tekin, Ş. (2016). İştikakçının köşesi Türk dilinde kelimelerin ve eklerin hayatı üzerine
denemeler. İstanbul: Dergâh Yayınları.
Tekin, T. (2017). Irk Bitig: eski Uygurca fal kitabı. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
Tietze, A. (2002). Tarihî ve etimolojik Türkiye Türkçesi lügati. İstanbul: Simurg Yayınları.
User, H. Ş. (2006). Eski Türkçede bazı unvanların yapısı üzerine. Bilig, 39, 219-238.
http://turkish.cri.cn/757/2010/11/30/1s129834.htm
100
ÖTÜKEN UYGUR KAĞANLIĞI DÖNEMİ YAZITLARINDAN TES, TARİAT VE ŞİNE
US YAZITLARINDA KAVRAMLARIN İŞARETLENMESİ
Dicle ÖZDEMİR*
Öz
Köktürk Kağanlığından sonra Ötüken bölgesinde kurulmuş olan ve 840
yılında Kırgızların saldırısıyla dağılan siyasî birlik, “Ötüken Uygur
Kağanlığı” olarak adlandırılır. Yeni kurulan bu siyasî birlik kültür ve dil
bakımından Köktürklerin devamı niteliğindedir.
Köktürk Kağanlığı döneminde olduğu gibi Ötüken Uygur Kağanlığı
döneminde de kağan ve kumandanların yazıt dik(tir)me geleneği devam
etmektedir. Köktürk yazısıyla ve bu geleneğe bağlı olarak meydana getirilen
yazıtlar bize, özellikle dönemin dili, kültürü, yaşayışı, inanışı ve resmî tarihi
ile ilgili önemli bilgiler vermektedir.
İnsan hayatındaki değişmeler, gelişmeler ile onun dilindeki söz varlığı
arasında yakın bir ilişki bulunmaktadır. Bir dönemin söz varlığını
anlamlandırabilmek için o dönemle ilgili somut belgelere ulaşılması gerekir.
Elimizde bulunan bu somut belgelerde sadece Ötüken Uygur Kağanlığı
hakkında değil geçmişten gelen ve geleceğe taşınan Türk dili, kültürü,
yaşayışı ve inanışı hakkında da değerli bilgiler yer almaktadır. Bu sebeple
dildeki kavram işaretleri, o dili konuşanların duygu ve düşüncelerinin,
yaşayış tarzlarının ve inanışlarının aktarıcısı olması bakımından önem arz
eder. Ötüken Uygur Kağanlığı dönemine ait olan Tes, Tariat ve Şine Us
yazıtları da döneminin dil ve kültür ilişkisini yansıtması bakımından oldukça
önemli metinlerdir.
Bu makalede Ötüken Uygur Kaganlığı dönemine ait olan Tes, Tariat ve
Şine Us yazıtlarının kavram işaretleme yolları tespit edilmiştir. Kavramlar;
kök / köken hâlindeki dil ögeleri, gövde hâlindeki dil ögeleri, birden fazla
anlam ögesiyle kurulmuş genel anlamlı dil ögeleri ve özel adlar başlıkları
altında incelenerek metin içinde tespit edilen örneklerine yer verilmiştir.
Anahtar Sözcükler: Ötüken Uygur Kağanlığı, Tes, Tariat, Şine Us,
kavram işaretleme.
INSCRIPTIONS WHICH IS BELONG TO ÖTÜKEN UIGHUR
PERIOD WORD FORMATION OF INSCRIPTION OF TES, TARİAT
AND ŞİNE US
Abstract
It is called Ötüken Uighur Khanate which was established in the Ötüken
region after the Köktürk Khanate destroyed by Uighur, Basmıl and Karluk
association and disintegrated by the Kyrgyz attack in 840. This newly
established political union is a continuation of the Köktürks in terms of
culture and language.
As in the period of Köktürk Khanate, the tradition of the inscriptions of
the khan and commanders continued in the era of Ötüken Uighur Khanate.
The Köktürk script and the inscriptions created based on this tradition give us
important information about the language, culture, life, belief and official
history of the period.
*
Doktora Öğrencisi; Bursa Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
[email protected].
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 103
101
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
There is a close relationship between the changes and developments in
human life and their vocabulary in their language. In order to make sense of
the vocabulary of a period, it is necessary to reach concrete documents
related to that period. These concrete documents contain valuable
information not only about the Ötüken Uighur Khaganate, but also about the
Turkish language, culture, life and belief from the past and carried to the
future. For this reason, the words formation in the language are important in
terms of being the transmitter of the feelings and thoughts, life styles and
beliefs of the speakers of that language. Tes, Tariat and Şine Us inscriptions
belonging to the Ötüken Uighur Khaganate period are also very important
texts in terms of reflecting the language and culture relationship of the period.
In this article, the ways of word formation of the Tes, Tariat and Şine Us
inscriptions belonging to the Ötüken Uighur Khaganate period were
determined. Concepts; language elements in the form of root / origin,
language elements in body form, language elements with more than one
meaning, and proper nouns were examined under the headings and examples
identified in the text were included.
Keywords: Ötüken Uighur Khanate, Tes, Tariat, Şine Us, word
formation.
Ø. Giriş
Çin kaynaklarında “Huei-ho, Huei-hu, Wei-wu-er, Wei-wu; Tibetçede ise Ho-yo-hor”
şeklinde transkribe edilen “Uygur” adı eski Türk yazıtlarında ilk olarak Bilge Kağan yazıtının
doğu cephesinde “Uygur İlteberi”nin adı dolayısıyla 716 yılındaki olaylar anlatılırken geçer:
(Mert, 2009, s. 15; Gömeç, 1997, s. 12; Emet, 2002, s. 233-237; Ögel, 1995, s. 373).
[anta süng]üşd(ü)m süsin s(a)nçd(ı)m iç(i)k(i)gme iç(i)kdi bod(u)n boltı
öl(ü)gme ölti s(e)lenge qoodı yor(ı)p(a)n k(a)r(a)g(a)n qıış(ı)lta (e)bin b(a)rkın
(a)nta bozd(u)m ….. y(ı)şka agdı uyg(u)r (e)lt(e)b(e)r yüzçe (e)r(i)n ilgerü tezip
bardı]: Orada savaştım, askerlerini mızrakladım. Tabi olanlar oldu, halk oldu;
ölenler öldü. Selenge (nehri boyunca) aşağıya yürüyüp Karağan geçidinde, evini
barkını orada bozdum …. dağa tırmandılar. Uygurların Elteberi yüz kadar adamla
doğuya doğru kaçıp gitti (BK D 37; Mert, 2009, s. 15; Tekin, 2018, s. 68).
“Uygur” kelimesinin anlamı ve etimolojisiyle ilgili çeşitli görüşler mevcuttur:
15).
Çincede “Şahin gibi hızla saldıran, orman halkı.” şeklinde açıklanmıştır (Mert, 2009, s.
Dîvânu Lûgati-t Türk’te “Beş şehirli vilayetin adı. Zülkarneyn, Türk hakanı ile barıştan
sonra bu şehirleri yaptırmıştır. (…) Bunlar kendi kendilerine geçinirler, başkasının yiyeceğine
muhtaç olmazlar; çünkü bunların elinden av kurtulmaz, istedikleri zaman avlayıp yiyebilirler.”
şeklinde bilgi yer almaktadır (Ercilasun, 2009, s. 10-11; Ercilasun ve Akkoyunlu, 2018, s. 5455; Mert, 2009, s. 15-16).
J. Nemeth “Uygur” kelimesini uy- “izle-, uy-“ kökünden hareketle “takip et-, uy;
isyan etmeyen” şeklinde açıklamaya çalışmıştır. Hamilton ise “uy-“ fiilini
“bağlaşmak; akraba olmak, müttefik olmak” olarak anlamlandırmış ve “On Uygur”
adının da “On Müttefikler” anlamına geldiğini belirtmiştir Thomsen ise “Uygur”
adının “uy-“ fiilinden “uyanlar, ittifak edenler” şeklinde düşünülmemesi gerektiğini,
dolayısıyla kelimenin “ud-“ fiilinden “Udgur” şeklinde değerlendirilmesinin uygun
olacağını belirtmiştir (Mert, 2009, s. 16).
Uygurlara ait en eski tarihi kayıtlar, MÖ 176 ve 43 yıllarında Issık Göl civarındaki
kalıntılarda tespit edilmiştir. Çin’deki Türk Tabgaç hanedanı döneminde Kao-che
veya Gao-che adıyla anılan Uygurlar, beşinci yüzyılın ikinci yarısından sonra da
Töleslerin bir kabilesi olarak görülür. İslamî kaynaklarda ise Uygurlar “Dokuz
Oğuzlar” ile eş tutulmuştur. III. Karabalgasun yazıtının Çince yüzünde Uygurların
104 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
102
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
dokuz aileden oluştukları belirtilmiş fakat adlarına yer verilmemiştir. Çin
kaynaklarına göre Uygurları meydana getiren dokuz boy şu şekildedir: Yüe-lo-ko
(Yaglakar), Hu-to-ko (Uturkar), To-lo-wu/Hou (Kürebir), Mo-Ko-si-k’i (Bakasıkar),
A-vu-ti (Ebirçeg), Ko-sa (Kasar), Hu-Wu-su, Yüe-wu-ku (Yagmukar), Hi-Ye-Vu
(Aymur/Eymür) (Mert, 2009, s. 16; Gömeç, 2009, s. 13-14; Ögel, 1995,
s. 331-376).
Bilge Kağan’ın ölümüyle birlikte Köktürk Kağanlığı içinde yer alan boylar yönetimin
zayıflaması dolayısıyla iktidar mücadelesine başlamışlardır. II. Köktürk Kağanlığı zamanında
da kağanlık içindeki Uygurların Köktürkler ve onların hakimiyetindeki diğer boylarla olan
iktidar mücadelesi Tariat ve Şine Us yazıtlarında anlatılmaktadır:
Söz konusu yazıtlarda anlatıldığına göre Ozmış’ın kağan olmasıyla birlikte 743’te
Uygurlar Basmıl ve Karluklar ile birleşerek Köktürklere karşı sefer düzenleyerek
hatununu esir alırlar. Yapılan saldırıda kağanın ölmesi sonucunda Basmılların lideri
kendisini kağan olarak ilân eder. Basmılların idaresinde kurulan bu yeni kağanlıkta
Uygurlar sol (doğu) Karluklar sağ (batı) yabguluğu teşkil etmişlerdir. 744 yılında
Uygurlar Basmılların kağanlığını kabul etmeyerek Karlukların da yardımıyla Basmıl
kağanını öldürmüşlerdir. Böylece Uygur Yabgusu, Kutlug Bilge Kül Kağan
unvanını alarak Uygur Kağanlığını kurmuş olur (Mert, 2009, s. 18;
Çandarlıoğlu, 2003, s. 61; Emet, 2002, s. 233-237; Taşağıl, 2002, s.
215-224; Alyılmaz, 2013, s. 4).
Uygurlar iktidarı ele geçirdikten sonra, diğer akraba boylara hakimiyetlerini kabul
ettirmek, boyları bir araya getirmek ve gücünü göstermek için bir süre mücadele verirler.
Ötüken’de kurulan yeni yönetimin ilk kağanı Çin tarihlerinde Ku-tu-lu Pi-Chia
Chüeh Ko-han1 olarak geçen “Kutlug Bilge Kül Kağan”dır. Tang İmparatoru
tarafından kendisine “Feng-ı Wang” adı ve daha sonra da “Huai-jen” unvanı
verilmiştir. Oğlu Moyun Çor (Mo-yen-ch’o) ile birlikte Uygur birliğini sağlayan
Kutlug Bilge Köl Kağan döneminde Uygurların toprakları doğuda Szu-wei, batıda
Altın Dağları ve güneyde de Gobi çölüne kadar uzanır. Uygurlar, o zamanlar “Ordu
Balık” denen ve Hunlardan beri bilinen, Kuzey İpek Yolu üzerindeki
“Karabalgasun”u kendilerine başşehir olarak seçmişlerdir. Kısa ancak son derece
başarılı bir dönemin ardından Kutlug Bilge Köl Kağan 747 yılında vefat etmiştir
(Mert, 2009, s. 21).
Sekiz Oğuzlar, Dokuz Tatarlar, Üç Karluklar, Çikler, Basmıllar ve Türgişler üzerinde
hakimiyet kurmak ve onları kağanlık içine almak için mücadeleler veren Moyun Çor’un 759
yılında ölmesi sonucunda ikinci oğlu, (Bugu /Bögü) “Tengri Kağan” unvanıyla tahta geçmiştir
(Mert, 2009, s. 21; Ögel, 1951, s. 373).
Çin ile yakın ilişkiler kuran ve babasının zamanında olduğu gibi Çin’e yardıma
devam eden Bögü Kağan, 762’de Çin’de çıkan bir isyanı bastırmak üzere Çin’e
gittiği sırada, burada Mani rahipleriyle / Moçaklar ile tanışır. Bu durum sonuçları
dolayısıyla Türk siyasî ve kültür tarihinde oldukça önemli bir yere sahiptir. Bu
seferden sonra Mani rahiplerini de yanına alarak başkente getiren Bögü Kağan,
Manihaizmi2 devlet dini olarak ilan eder (Mert, 2009, s. 22; Ögel, 1984, s.
349-350). Bögü Kağan yaptıklarıyla Uygur sarayındaki Soğd etkisini artırmıştır.
Bu durumun ilk örneklerinden biri, Soğdların, Çin hükümdarı T’ai-ts’ung’un (762779) ölümü üzerine yastan istifade ederek Bögü Kağan’ın Çin’i işgal etmesini
istemeleridir. Soğdların bu isteğini kabul eden Bögü Kağan, yeğeni ve baş veziri
Tun Baga’nın muhalefetiyle karşılaşmıştır. Kağanı ikna edemeyen baş vezir Tun
Baga, Bögü Kağan’ı ve çevresindeki Soğdları öldürtmüş ve “Alp Kutlug Bilge
Kağan” unvanıyla tahta geçmiştir. Uygurlarda kağan ailesinin değişmesine neden
1
2
bk. İzgi, 1985.
Manihaizm ile ilgili ayrıntılı bilgi için bk. Güngör, 1988; Bozkurt, 1995.
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O103
O K 105
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
olan bu olay, Soğd aleyhtarı, Çin yanlısı yeni bir dönemin de başlangıcı olmuştur
(Mert, 2009, s. 22-23).
Ötüken Uygur Kağanlığını ayakta tutmak için mücadele veren çok sayıda kağandan
sonra 805-808 yılları arasında “Tengride Bulmış Alp Külüg Bilge Kağan” tahta geçer
(Alyılmaz, 2015, s. 22). “Tengride Bulmış Alp Külüg Bilge Kağan”dan sonra ise Uygur tahtına
sırasıyla şu isimler geçmiştir (Alyılmaz, 2015, s. 22):
“Ay Tengride Kut Bulmış Alp Ulug Bilge Kağan” (808-821); “Kün Tengride Ülüg
Bulmış Alp Küçlüg Bilge Kağan” (821-824); “Ay Tenride Kut Bulmış Bilge Kağan”
(Kasar Tigin) (824-832); “Ay Tengride Kut Bulmış Alp Külüg Bilge Kağan” (Hu
Tegin) (832-839); Ho-sa Tegin (839-840) (Alyılmaz, 2015, s. 22; Alyılmaz,
2013, s. 7; Ercilasun, 2009, s. 5-12).
Hu Tegin’in ölümünün ardından Kürebir, Ho-sa Tegin’in kağan olmasını sağlamış,
ancak başkent dışında bulunan Uygur generallerden Külüg Baga bu durumu kabul
etmeyerek yüz bin kişilik Kırgız3 birliğiyle Uygurlara saldırmıştır. Bu olay
sonucunda Kürebir ve Ho-sa Tegin öldürülmüş; kağanlık otağı yakılmış ve
Uygurların kontrolündeki boylar dağılmıştır (Roux, 2015, s. 165). Böylece
Uygurların yarı göçebe, yarı yerleşik imparatorluğu kurulduktan yaklaşık yüz yıl
sonra yıkılmıştır. O dönemde yaşamış olan Arap yazarı El Cahiz, Uygurların
yıkılma nedenini Manihaizme bağlamış ve bu durumu “Tokuz Oguzlar Karluklardan
sayı itibarıyla az olmalarına rağmen onlardan daha güçlüdürler fakat Mani dinini
kabul ettikten sonra gerilemeye başladılar.” şeklinde ifade etmiştir (Mert, 2009, s.
25).
Yeni Tang tarihindeki bilgilere göre 839 yılında ortaya çıkan aşırı kar ve soğuklar (ET.
Yut / MO. zud), ardından gelen salgın hastalıklar ve açlık da Uygurların yıkılma sürecinde etkili
olmuştur (Mert, 2009, s. 25).
1. Ötüken Uygur Dönemi Kağan ve Kumandan Yazıtları
840 yılındaki Kırgız saldırısına kadar yaklaşık olarak yüz yıl varlığını sürdüren bu
siyasî birlik (Ötüken Uygur Kağanlığı), kurulduğu coğrafya, içinde barındırdığı boylar, kültür
ve dil bakımından da Köktürklerin devamı niteliğindendir.
Köktürk Kağanlığı döneminde olduğu gibi Uygur Kağanlığı döneminde de
kağanların yazıt dik(tir)me geleneği devam etmiştir. Her iki dönemde de en önemli
sorun kağanlığın içinde yaşayan boyların bir arada tutulması olduğu için, yazıtlar ait
oldukları dönemin resmî tarihi olma özelliği taşırlar. Yazıtlarda yaşanan tarihî
olaylardan bahsedilerek halka ve gelecek nesillere birlik ve beraberlik mesajı verilir
(Mert, 2009, s. 97; Alyılmaz, 2007, s. 11).
Metninde tarih belirtilmeyen yazıtların ait oldukları dönemle ilgili araştırmacılar farklı
görüşlere sahiptir:
O. Fikri Sertkaya “Göktürk Yazıtları” adlı makalesinde “II. Uygur Devri (745-840)
yazıtları” başlığı altında Tes, Terh (Taryat), Bayan Çor veya Moyun Çor (Şine-Usu), HoytuTamır, Karabalgasun (Orhun III), Üç Köşe (Gurvaljin), Somon-Tes yazıtlarına yer verir (Mert,
2009, s. 98).
A. B. Ercilasun “Türk Dili Tarihi” adlı eserinde “Uygur Bitigleri” başlığı altında şunları
sıralar: Taryat, Tes, Şine-Usu, Somon-Servey, Suci, Karabalgasun bitigleri, Ar Hanin,
Gürbelcin, Somon-Tes, Mutrın Temdeg (Mert, 2009, s. 98; Ercilasun, 2018, s. 134-135).
Kırgızların kuzeyden gelerek Uygurları dağıtması, Türk ve Asya tarihinin en önemli olaylarından biridir. Zira bu
olaydan sonra yeterli derecede devlet geleneğine sahip olmayan Kırgızlar, önceki yönetimler gibi Türk boylarını bir
araya getirme yönünde bir çaba içinde olmamışlar ve Mete ile başlayan iktidarı ele geçirenlerin Türk boylarını bir
araya getirme politikası fiilî olarak sona ermiş ve Çin için tehlike arz eden Türk tehdidi de ortadan kalkmıştır (Mert,
2009, s. 26).
3
106 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
104
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
C. Alyılmaz ise Tes, Tariat, Şine Us, Karabalgasun I, Karabalgasun II, Karabalgasun
III, Mutrın Temdeg yazıtlarını Ötüken Uygur dönemi kağan, kumandan yazıtları olarak
değerlendirir (Mert, 2009, s. 98).
Tes Yazıtı, 1976 yılında S. G. Klyashtorny, S. Kharjaubai ve A. Oçir başkanlığındaki
Ortak Sovyet-Moğol Tarih ve Kültür Heyeti Epigrafi grubu tarafından, Moğolistan Halk
Cumhuriyeti’nin Khöwsögöl (Hövsgöl) Aymak’ındaki Tes Irmağı’nın yukarısında bulunmuştur
(Tekin, 2013, s. 303).
Dört cepheli, kızıl granit bloğun üst kısmının kırık olması, dört yüzeyde de ilk
kelimelerin genellikle yarım olması, satırların ilk harfinin kırık çizgisinden başlaması ve
bazılarının kırık olması, söz konusu taşın bir yazıtın alt kısmı olduğunu göstermektedir (Mert,
2009, s. 110).
Yazıtın güney ve batı yüzlerini birleştiren kenarın alt kısmında Tariat ve Şine Us
yazıtlarında yer alan damgaların ana çizgilerine sahip bir damgaya yer verilmiştir. Tariat ve Şine
Us yazıtlarında kullanılan damganın aynı olması bu damganın Moyun Çor’a ait olduğunu
göstermektedir (Mert, 2009, s. 110-111).
Bulunmasının ardından bölgede yapılan araştırmalarda diğer parçalarına ve kaidesine
ulaşılamayan yazıt, 1976 yılında Hövsgöl Müzesi’ne teslim edilmiş; oradan da Ulaanbaatar’a
taşınmıştır. Yazıt günümüzde Moğolistan Arkeoloji Müzesi’nin depolarından birinde muhafaza
edilmektedir (Mert, 2009, s. 111).
Daha önce bölge halkı tarafından kaidesinden dolayı “Melhii Çuluu” (Kaplumbağa
Taşı) olarak adlandırılan Tariat (Terh / Terhiín Gol / Terh Irmağı) Yazıtı’nın ilk
parçası, 1956 yılında Moğol arkeologu Ts. Dorjsuren tarafından Moğol Halk
Cumhuriyeti’nin Arkhangay (Kuzey Hangay) aymağının Tariat Sum / Ekinli ilçe
merkezinin batı tarafında, Hoid Terhiin Gol’un 1 km kuzeyinde Doloon Modnı Am
(Yedi Boğazı / Geçidi) yakınlarında toprağa dikili olarak bulunmuştur (Mert,
2009, s. 141; Tekin, 2013, s. 171; Gömeç, 1996, s. 71-84).
Kh. Lubsanbaldan, M. Şinekhüü, B. Bazilkhan ve S. G. Klyşyornıy’dan oluşan
Moğol-Sovyet bilimsel heyeti 1969 yılında kitabe parçasının bulunduğu yerde
kazılar yapmış ve önce yazıtın kaplumbağa kaidesine ulaşmışlardır. 1970 yılında
aynı yerde kazılara devam eden iki arkeolog N. Ser-Odjav ve V. V. Volkov, toprak
altından yazıtın diğer iki parçasını da çıkarmışlardır. Üç parçadan oluşan yazıt ve
kaplumbağa kaidesi Moğol Halk Cumhuriyeti’nin başkenti Ulaanbaatar’a taşınmış,
uzun süre Bilimler Akademisine bağlı Tarih Enstitüsü’nde kaldıktan sonra yakın
geçmişte de Moğolistan Arkeoloji Müzesi’ne taşınmıştır (Mert, 2009, s.142;
Tekin, 2013, s. 171).
Arhangai ilinin Hairhan ilçesi ile Bulgan ilinin Saihan ilçesi sınırlarının kesiştiği
bölgede, Örgööt Dağı’nın güney doğusunda, Şine Us Gölü’nün 2.53 km kuzeyinde bulunan Şine
Us yazıtı, Ötüken Uygur Kağanlığı döneminin en kapsamlı yazıtıdır (Mert, 2009, s. 197).
Başkanlığını G. J. Ramstedt’in yaptığı Fin-Ugor bilim ekibi tarafından 1909 yılı yazında
bulunan yazıt, “anıtı dikildiği / bulunduğu bölgedeki su ya da dağın adından hareketle
adlandırma geleneği çerçevesinde” “Şine Us Yazıtı (Moyun Çor Kağan Yazıtı)” olarak
adlandırılmıştır (Mert, 2009, s. 198).
C. Alyılmaz’ın bölgede yapmış olduğu tespitlere göre, mezar alanında bulunan pek
çok heykel 1970’li yıllarda Hairhan Sum Müzesi’ne; oradan da 1990’lı yılların
başında Şiveet Ulaan’a taşınmış ve mezar külliyesinden günümüze sadece (açılmış)
bir kurgan, (iki parça hâlindeki) yazıt ve kaplumbağa kaide ulaşabilmiştir (Mert,
2009, s. 199).
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O105
O K 107
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
Yazıtın kuzey yüzündeki ifadelerden hareketle G. J. Ramstedt tarafından “Selenge taşı”
olarak da nitelendirilen ve yapıldığında kaplumbağa kaide üzerine oturtulmuş olan yazıt, tarihi
süreçte devrilerek iki parçaya ayrılmıştır (Mert, 2009, s. 200).
2. Yöntem
Ötüken Uygur Kağanlığı dönemine ait olan Tes, Tariat ve Şine Us yazıtlarındaki
kavram işaretleme yollarını tespit etmeyi amaçlayan bu çalışmada, nitel veri toplama
yöntemlerinden doküman incelemesi yöntemi kullanılmıştır. Çalışmaya konu olan yazıtlardaki
kavram işaretlerini tespit etmek için Prof. Dr. Osman Mert’in “Ötüken Uygur Kağanlığı
Yazıtlarından Tes, Tariat, Şine Us” adlı çalışmasından yararlanılmıştır.4 Tes, Tariat ve Şine Us
yazıtlarındaki kavramlar işaretlenirken, Prof. Dr. Cengiz Alyılmaz’ın “Orhun Yazıtlarının Söz
Dizimi” adlı doktora tezi dikkate alınarak yapılmıştır.5
3. Tes, Tariat ve Şine Us Yazıtlarında Kavramların İşaretlenmesi
3.1. Kök veya Köken Hâlindeki Dil Ögeleri:
Bu dil ögelerini:
-1. Türkçe olduğu bilinen fakat daha küçük anlamlı ve görevli parçalara ayrılamayan dil
ögeleri
-2. Başka dillerden alınmış dil ögeleri
25).
olmak üzere iki grupta incelemek mümkündür (Alyılmaz, 1994, s. 2; Doğru, 2020, s.
Yazıtlarda bu türden dil ögelerine sıkça rastlanmaktadır. Tes, Tariat ve Şine Us
yazıtlarında bulunan kök veya köken hâlindeki kavram işaretlerinden bazıları şunlardır:
3.1.1. Türkçe Olduğu Bilinen Daha Küçük Anlamlı ve Görevli Parçalara
Ayrılmayan Dil Ögeleri
kan: han, kağan (Mert, 2009, s. 275)
uyg(u)r k(a)n(ı)m tut(u)lm(ı)ş: Uygur kağanım tutulmuş. (T B4; Mert, 2009, s. 124)
çıt: çit, ordugah etrafına çekilen çit (Mert, 2009, s. 273)
çıt tikdi örg(i)n y(a)r(a)tdı y(a)yl(a)dı: Çit dikti, taht kurdu ve yazı (orada) geçirdi. (T
G2; Mert, 2009, s. 136; User, 2008, s. 1899)
uç-: öl- (Mert, 2009, s. 282)
y(a)bgu (a)t(a)dı (a)nta kisre k(a)ng(ı)m k(a)g(a)n uçdı: Yabgu atadı. Ondan sonra
babam Kağan öldü. (ŞU K12; Mert, 2009, s. 217)
bar-: var-, ulaş-, git-, geç- (Mert, 2009, s. 270)
ök(ü)şi s(e)l(e)nge kodı b(a)rdı b(e)n s(e)l(e)nge k(e)çe udu yorıd(ı)m süng(ü)şde
tut(u)p on (e)r(i) ıt(d)(ı)m: Çoğu Selenge boyundan aşağı doğru gitti. Ben Selenge’yi geçerek
takip ettim. Savaşta on eri tutarak gönderdim. (ŞU D4; Mert, 2009, s. 229)
3.1.2 Başka Dillerden Alınmış Dil Ögeleri
Uygur döneminde meydana getirilen diğer özgün ya da adaptasyon eserler dikkate
alındığında Tes, Tariat ve Şine Us Yazıtlarında başka dillerden alınmış dil ögelerinin daha az
sayıda olduğu tespit edilmiştir.
Mert, (2009). Ötüken Uygur Kağanlığı dönemi yazıtlarından Tes, Tariat, Şine Us. Ankara: Belen Yayıncılık
Matbaacılık.
5
Alyılmaz, (1994). Orhun yazıtlarının söz dizimi. Erzurum: Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
4
108 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
106
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
255)
tutuk / tutuq: Askerî vali, unvan (Çin. tu-tu) (Mert, 2009, s. 282; Caferoğlu, 1968, s.
çik bod(u)nka tutuq (a)t birt(i)m: Çik halkına Tutuk unvan(lı kişi) tayin ettim. (ŞU G2;
Mert, 2009, s. 244)
sin: < Çin. mezar (Mert, 2009, s. 279)
(a)nta y(a)bgu (a)t(a)dı (a)nta k(i)sre küsgü yılqa s(i)nl(e)gde küç k(a)ra bod#(u)n
t(e)m(i)ş sin s(i)zde küç k(a)ra sub (e)rm(i)ş: Orada yabgu atadı. Ondan sonra Sıçan yılında
(MS 748) (ecdat) mezarlığında güç(lü) halk (şöyle) demiş: (Atalarımızın) mezarları sizde.
(Muhtaç olduğunuz) güç “Kara Su”dur. (Ta G5; Mert, 2009, s. 169)
sengün / sengüt (ç): < Çin. general (Mert, 2009, s. 279; Caferoğlu, 1968, s. 200)
… bit(i)gme bunı y(a)r(a)t(ı)gma [bilge] #kutl(u)g t(a)rk(a)n s(e)ngün bunça
bod(u)n(u)g (a)tın yolın y(a)gma (a)lum çisi (e)ki y# … kutl(u)g b(i)lge s(e)ngün urşu/ur(u)şu
kutl(u)g t(a)rk(a)n s(e)ngün ol (e)ki yur: (… (bunu) yazan, bunu yapan Bilge Kutlug Tarkan
Sengün’(dür). Bunca boyları, onların adları ve sanlarını Yagma boyunun tahsildarı … Kutlug
Bilge Sengün (ve) Urşu Kutlug Tarkan Sengün’(dür) o iki kayın birader. (Ta K5; Mert, 2009, s.
189)
3.2. Gövde Hâlindeki Kavram İşaretleri
Görevli dil ögelerinden olan gramer morfemlerinin bir kısmı kök veya köken hâlindeki
anlamlı dil ögelerinin üzerine gelerek gövde hâlinde yeni anlamlı dil ögeleri meydana getirirler.
Bu tür ekleri şu şekilde sınıflandırmak mümkündür:
3.2.1. Fiilden Fiil Yapım Ekleri
1. /-mA-/
Fiilden olumsuz fiiller yapan -mA- ekinin kaynağı hakkında değişik görüşler ileri
sürülmektedir. Şinasi Tekin, ek hakkında şunları kaydeder: “… 1. Türkçede –maolumsuzluk eki vurguyu kabul etmediğine ve bir önceki heceye attığına göre
müstakil bir kelimeden türemiştir. 2. Bu müstakil kelime, Hind-Avrupa dil ailesinin
bir uzak üyesi ve Orta Asya’da yüzyıllar boyu eski Türklerle birlikte yaşamış olan
Toharların dilindeki ma olumsuzluk edatıdır. İşte bu Toharca ma olumsuzluk
edatından ekleşerek Türkçeye girmiştir.” (Alyılmaz, 1994, s. 5; Tekin, 1990,
s. 78-81; Doğru, 2020, s. 29).
G.J. Ramstedt ise, -m ile teşkil edilen isimlere Ural dillerindeki e-, Tunguzca’da a- /
e- olumsuzluk fiilinin çekimli şekillerinin getirilmesiyle oluştuğu görüşündedir.
A.N. Kononov –ma- / -me- olumsuzluk ekinin yapısını, fiillerin –a / -e veya –ı / -i
ekli zarf-fiil şekillerinden sonra a- / e- olumsuzluk fiilinin –ma(n) / -me(n) ekli zarffiil şeklinin getirilmesiyle oluştuğunu ileri sürmüştür: al-a a-ma > alama orta hece
düşmesi ile alma ve buradan –ma- / -me- eki ortaya çıkmıştır. Talat Tekin –ma-/ me- olumsuzluk ekinin yapısı hususunda Ramstedt’in görüşünü benimsemekte ve
çeşitli kanıtlarla bu görüşü açıklığa kavuşturmaktadır (Eraslan, 2012, s. 110).
kıl-ma-: yapma-, etme- (ŞU D2; Mert, 2009, s. 276)
ur-ma-: dokunma- (ŞU D2; Mert, 2009, s. 283)
k(a)ra ig(i)l bod(u)n(u)g yoq kılm(a)d(ı)m (e)bin b(a)rkın yılqısını urm(a)d(ı)m: Sade
İ(z)gil halkını yok etmedim. (Onların) yurtlarına, at sürülerine dokunmadım. (ŞU D2; Mert,
2009, s. 228)
kal-ma-: kalma- (ŞU D3; Mert, 2009, s. 275)
s(e)k(i)z og(u)z toq(u)z t(a)t(a)r k(a)lm(a)tı k(e)lti: Sekiz Oğuzlar, Dokuz Tatarlar
tümüyle (bana) geldi. (ŞU D3; Mert, 2009, s. 229)
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O107
O K 109
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
2. /-d-/
Canlılığını yitiren bu ek genellikle kök fiillere gelir ve anlamı kuvvetlendirir (Alyılmaz,
1994, s. 5; Gabain, 1988, s. 58).
Ş. Tekin, fonksiyonu kesin olarak bilinmeyen ve aşağı yukarı kökün manasına gelen
ekler arasında zikrettiği ekin, tek heceli fiil köklerine getirildiğini, tekit işlevini
bulmanın güç olduğunu ve +a- / +e- isimden fiil yapma ekinden sonra kullanıldığını
belirtir: kod- (< ko-d-) “koymak”, tod- (< to-d-) “doymak”, yod- (<*yo-d-) “yok
olmak, mahvolmak” (Eraslan, 2012, s. 108).
ko-t-: koy-, bırak- (Mert, 2009, s. 277)
(e)b(i)m(i)n (e)rs(e)günte yula költe kot(d)(u)m (a)nta irt(i)m: Ersegündeki Yula
Gölü’nün yanında otağımı kurdum. Orada yetiştim. (ŞU G6; Mert, 2009, s. 245)
ı-d-: gönder- (Mert, 2009, s. 275)
… (e)r ıdm(ı)ş: … adam göndermiş. (ŞU G4; Mert, 2009, s. 245)
3. /-l-/
Dönüşlü (geçişsiz) ve edilgen (pasif) fiiller6 yapmaktadır (Alyılmaz, 1994, s. 6; Şen,
2016, s. 64)
tut-ul-: tutul- (Mert, 2009, s. 282)
uyg(u)r k(a)n(ı)m tut(u)lm(ı)ş: Uygur Kağanım tutulmuş. (T B4; Mert, 2009, s. 124)
tir-il-: toplan- (Mert, 2009, s. 281)
228)
kün …m(ı)ş tün t[i]r(i)lm(i)ş: Gündüz … gece toplanmışlar. (ŞU D1; Mert, 2009, s.
4. /-n-/
Geçişli fiil kök veya gövdelerinden ya edilgen (pasif) veya geçişsiz dönüşlü fiiller yapar
(Alyılmaz, 1994, s. 7).
kıl-ın-: yaratıl-, yapıl- (Mert, 2009, s. 276)
…[te]ngri kıl(ı)ntuqda uyg(u)r k(a)g(a)n ol(u)rm(ı)ş: … Gök yüzü yaratıldığında Uygur
Kağanı tahta oturmuş. (T K1; Mert, 2009, s. 128)
ko-n-: kon-, yerleş- (Mert, 2009, s. 277)
ol y(e)r(i)m(i)n sub(u)m(ı)n kon(a)r köç(e)r b(e)n: Ben, bu topraklarımda ve bu sularım
(boyunca) / bu bölgede konar; göçerim. (Ta B4; Mert, 2009, s. 180)
5. /-r-/
Yaptırma işlevi bulunan fiilden fiil yapma ekidir. Ünlülü şekiller –r-‘den genişlemiş
olmalıdır. Buna sebep de her fiil tabanına her ekin getirilemez olmasıdır (Eraslan, 2012, s. 111;
Doğru, 2020, s. 30).
tog-ur-: doğ- (Mert, 2009, s. 281)
(e)ki y(a)ngıka kün tog(u)ru süng(ü)şd(ü)m: İkinci gün tan vaktinde savaştım. (ŞU D1;
Mert, 2009, s. 228)
kel-ir-: getir- (Mert, 2009, s. 276)
6
Gabain ve Eraslan bu ekin /-l-/ dönüşlülük ve edilgenlik yanında meçhullük de ifade ettiğini belirmektedirler
(Gabain, 1988, s. 59; Ersalan, 2012, s. 110).
110 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
108
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
y#ılkısıs(ı)n b(a)r(ı)mın kızın kod(u)zın k(e)l(i)rt(i)m: At sürülerini, mallarını,
kadınlarını kızlarını getirdim. (ŞU D3; Mert, 2009, s. 229)
6. /-tUr-/
Fiilden ettirgen fiiller yapmaktadır (Alyılmaz, 1994, s. 8).
N. Kononov’un da belirttiği gibi ek, -t- ve -ur- / -ür- ettirgenlik eklerinden ibaret
birleşik ek olmalıdır. Birinci ek geçişsiz bir fiili geçişli hâle, ikinci ek ise geçişli fiili ettirgen
hâle sokar (Eraslan, 2012, s. 109)
agın-tur-: yükseltil- (Mert, 2009, s. 269)
… (a)g(ı)nt(u)rtı: … yükseltildi. (T B4; Mert, 2009, s. 124)
tooqıt-tur-: dövdürt-, yaptırt-, vurdurt- (Mert, 2009, s. 281)
… (a)nta tooq(ı)t(tu)rt(ı)m: … orada dövdürttüm. (Ta D8; Mert, 2009, s. 159)
7. /-t-/
Fiilden ettirgen fiiller yapmaktadır (Alyılmaz, 1994, s. 8).
arta-t-: boz-, bozguna uğrat- (Mert, 2009, s. 269)
s(e)k#(i)z ot(u)z y(a)ş(ı)ma yıl(a)n yılka türük (e)l(i)n (a)nta bulg(a)d(ı)m (a)nta
(a)rt(a)td(ı)m: Yirmi sekiz yaşımda, Yılan yılında (MS 741), Türk yurdunu o zaman karıştırdım
(ve) o zaman bozguna uğrattım. (Ta D5; Mert, 2009, s. 158)
yap-ıt-: yaptır-, yaptırt- (Mert, 2009, s. 283)
sogd(a)k t(a)bg(a)çka s(e)l(e)ng(e)de b(a)y b(a)lıq y(a)p(ı)tı b(e)rt(i)m: Selenge’de
Soğdlulara ve Çinlilere Bay Balık’ı inşa ettirdim. (ŞU B5; Mert, 2009, s. 261)
8. /-ş-/
Fiilden işteş fiiller yapmaktadır (Alyılmaz, 1994, s. 8)
Birlikte yapma ve tekerrür ifadesi veren fiilden fiil yapma ekidir. Harekete katılanlardan
ikisi de aktif veya biri aktif biri de pasif olabilir (Eraslan, 2012, s. 112)
süng-üş-: savaş- (Mert, 2009, s. 280)
… (e)k(i)nti … # … b(i)ç(i)n yılqa yo#rıd(ı)m… süng(ü)şd(ü)m (a)nta s(a)nçd(ı)m: …
ikinci olarak … Maymun yılında (MS 744) yürüdüm. … savaştım ve arada (tamamını)
mızrakladım. (Ta G1; Mert, 2009, s. 169)
yama-ş-: katıl- (Mert, 2009, s. 283)
…g(ı)n y(a)m(a)şdı: … ile (bize) katıldı. (Ta D6; Mert, 2009, s. 158)
9. /-Kur-/
Fiiilden ettirgen fiiller yapmaktadır (Alyılmaz, 1994, s. 8). Ş. Tekin, ekin -*k-ürşeklinde de düşünülebileceğini belirtmiştir (Eraslan, 2012, s. 109)
tur-gur-: kaldır-, bırak- (Mert, 2009, s. 282)
kıy(ı)n (a)yd(ı)m turguru kot(d)(ı)m: Cezalarını emrettim. (Sonra) (onları) oldukları
gibi bıraktım. (ŞU D2; Mert, 2009, s. 228)
10. /-A bar-/
Fiil kök veya gövdelerinin üzerine gelerek bir işin, hareketin başlangıcını, tezliğini,
sonucunu vs. bildiren tasvirî fiiller yapmaktadır (Alyılmaz, 1994, s. 7).
tök-e bar-: döküver- (Mert, 2009, s. 281)
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O109
O K 111
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
… boz oq b(a)şın (a)k(ı)za uç(u)z köölke (a)tl(ı)g(ı)n töke b(a)rm(ı)ş: …Boz-Ok
liderine hücum ederek atlısıyla (onu) Uçuz Göl’e döküvermiş. (T K3; Mert, 2009, s. 128)
akız-a bar-: hücum ederek var- (Mert, 2009, s. 269)
…(a)k(ı)z(a) b(a)rm(ı)ş: … hücum ederek varmış. (Ta D2; Mert, 2009, s. 157)
11. /-U bir-/
Fiillerin üzerine gelerek tezlik, kolaylık vs. bildiren tasvirî fiiller yapmaktadır
(Alyılmaz, 1994, s. 7).
ay-u bir-: emret- (Mert, 2009, s. 270)
y(e)r (a)yu birti: Yer emretti. (ŞU D2; Mert, 2009, s. 228)
tut-a bir-: tutuver- (Mert, 2009, s. 282)
… t(e)ngri tuta birt#i: … Tanrı tutuverdi. (ŞU D2; Mert, 2009, s. 228)
12. /-U kel-/
Fiil kök veya gövdelerinin üzerine gelerek tezlik, süreklilik vs. bildiren tasvirî fiiller
yapmaktadır (Alyılmaz, 1994, s. 6)
.ud-u kel-: gel- (Mert, 2009, s. 282)
udu k(e)l(i)ng tid(i)m: “(Ey halkım) gelin” dedim. (ŞU D2; Mert, 2009, s. 228)
yör-e kel-: yürüyerek gel- (Mert, 2009, s. 285)
k(e)r(e)gün s(a)k(ı)şın şıp b(a)şın yöre k(e)lti: Keregü’yü, Sakış’ı, Şıp Başı’nı yürüyerek
geldi(ler). (ŞU D4; Mert, 2009, s. 229)
13. /-p bar-/
Fiil kök veya gövdelerinin üzerine gelerek tezlik vs. bildiren tasvirî fiiller yapmaktadır
(Alyılmaz, 1994, s. 7).
kod-up bar-: bırakıp git- (Mert, 2009, s. 277)
udu k(e)l(i)ng tid(i)m kod(u)p b(a)rdım k(e)lm(e)di: “(Ey halkım) gelin” dedim.
(Onları) yalnız bırakıp gittim. (Ama) (onlar) gelmediler. (ŞU D2; Mert, 2009, s. 228)
yulı-p bar-: yağmalayıp git- (Mert, 2009, s. 285)
(a)nta ötrü türg(i)ş k(a)rluq(u)g t(a)b(a)rın (a)l(ı)p (e)bin y(u)lıp b(a)rm(ı)ş: Bundan
dolayı Türgişler Karlukların mallarını alıp evlerini yağmalayıp gitmişler. (ŞU G5; Mert, 2009,
s. 245)
3.2.2. İsimden Fiil Yapım Ekleri
1. /+lA-/
En yaygın kullanılan isimden fiil yapım ekidir (Şen, 2016, s. 63).
yay+la-: yayla-, yazı geçir- (Mert, 2009, s. 284)
çıt tikdi örg(i)n y(a)r(a)tdı y(a)yl(a)dı…: Çit dikti, taht kurdu ve yazı (orada) geçirdi. (T
G2; Mert, 2009, s. 136)
yaka+la-: sınır belirle- (Mert, 2009, s. 283)
y(a)y (a)nta y(a)yl(a)d(ı)m y(a)ka (a)nta y(a)k(a)l(a)d(ı)m: Yazın orada yayladım (yazı
geçirdim). Sınırı orada tayin ettim. (ŞU D8; Mert, 2009, s. 231)
yıl+la-: yıl geçir- (Mert, 2009, s. 284)
112 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
110
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
t(a)kıgu yıl#...yorıd(ı)m yıll(a)d(ı)m: Tavuk yıl(ında) (MS 745) sefere çıktım. Bir yıl
geçirdim (Ta G2; Mert, 2009, s. 169)
2. /+A-/
yarlık+a-: lutfet-, ihsan et- (Mert, 2009, s. 284)
üze kök t(e)ngri y(a)rl(ı)k(a)duq üç(ü)n (a)sra y(a)g(ı)z y(e)r ig(i)t(t)ük üç(ü)n
(e)l(i)m(i)n törüm(i)n (e)t(i)nt#(i)m: Üstteki Gök Tanrı / Ebedi Tanrı lutfettiği için, aşağıdaki
yağız yer besleyip doyurduğu için, devletimi ve düzenimi kurdum. (Ta B3; Mert, 2009, s. 179)
3. /+Gar-/
Yapmak ifade eden isimden fiil yapma ekidir. Ş. Tekin, ekin birleşik ek olduğu
görüşündedir; +K Ar- < +K- Ar-. İlk ek isimden geçişsiz fiil, ikinci ek ise geçişsiz fiili geçişli
yapan ettirgenlik (verblasster faktitif “sönmüş faktitif”) ekidir (Eraslan, 2012, s. 115)
iç+ger-: tabi ol-, kendisine tabi kıl- (Mert, 2009, s. 275)
türük bod(u)n(u)g (a)nta (i)çg(e)rt(i)m: Türk halkını orada (kendime) bağladım (Ta D8;
Mert, 2009, s. 159)
taş+gar-: dışarı çıkar- (Mert, 2009, s. 280)
kırk(ı)z t(a)pa (e)r ıdm(ı)ş siz t(a)şıq(ı)ng çik(i)g t(a)şg(a)r(ı)ng tim(i)ş: Kırgızlara
adam gönderip “Siz yola çıkıp Çikleri çıkarın” demiş. (ŞU D10; Mert, 2009, s. 232)
4. /+K-/
Yapmak ifade eden isimden geçişsiz fiil yapma ekidir (Eraslan, 2012, s. 114).
iç+i+k-: tabi ol- (Mert, 2009, s. 275)
iç(i)kdi sıng(a)rı b … a kirti: Tabi oldu. Bir kısım … girdi. (ŞU D7; Mert, 2009, s. 231)
yol+u+q-: karşılaş- (Mert, 2009, s. 285)
bir y(i)g(i)rm(i)nç (a)y s(e)k(i)z y(i)g(i)rmike …. yoluqd(u)m: On birinci ayın on
sekizinde … karşılaştım. (ŞU G1; Mert, 2009, s. 244)
5. /Ad-/ (< +A-d-)
Genellikle olmak, bazen de yapmak ifade eden isimden fiil yapan birleşik ektir; + a- d-/
+ e- d- (Eraslan, 2012, s. 113).
yagı+(a)d-: düşmanlaş- (Mert, 2009, s. 283)
… y(a)ramatın y(a)gıdu k(e)lm(i)ş: …uygunsuz bir şekilde düşmanlaşarak gelmiş (ŞU
D10; Mert, 2009, s. 232)
3.2.3. Fiilden İsim Yapım Ekleri
1. /-A/
Eski bir ek olup muhtemelen zarf-fiil ekiyle aynıdır. Kalıplaşarak fiilden isim yapma eki
durumuna geçmiştir (Eraslan, 2012, s. 104; Alyılmaz, 1994, s. 11; Gabain, 1988, s. 51).
yan-a: yine, yeniden, tekrar (Mert, 2009, s. 283)
(a)t(ı)m(ı)n üze köök t(e)ngri (a)sra y(a)g(ı)z y(e)r y(a)na…: Adımı yukarıda gökyüzü
aşağıda yağız yer / yeryüzü yeniden… (Ta D4; Mert, 2009, s. 158)
tap-a: edat, /+A doğru (Mert, 2009, s. 280)
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O111
O K 113
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
t(a)rd(u)ş töl(i)s bod(u)nka birt(i)m (a)nç(ı)p b(a)rs yılka çik t(a)pa yorıd(ı)m: (Onları)
Tarduş ve Tölis boylarına (yönetici olarak) görevlendirdim. Bundan sonra Kaplan yılında (MS
750) Çiklere doğru yürüdüm (ŞU D7; Mert, 2009, s. 231)
2. /-KA/
bil-ge: bilge, unvan (Mert, 2009, s. 272)
b(i)lges(i)n üç(ü)n öngre kün togsıqd(a)kı bod(u)n: (kağanım) bilge olduğu için
doğudaki / gün doğusundaki halkları… (T D5; Mert, 2009, s. 132)
3. /-mA/
Seyrek olarak kullanılan ve soyut, somut isimler teşkil eden fiilden isim yapma ekidir
(Eraslan, 2012, s. 107).
yel-me: öncü birlik (Mert, 2009, s. 284)
y(e)lm(e)sin is y(e)ring(e)rü ıdm(ı)ş y(e)lm(e)sin m(e)n(i)ng (e)r (a)nta b(a)sm(ı)ş tıl
tutm(ı)ş: Keşif birliğini müttefiklerin yurduna göndermiş. Keşif erlerine benim erlerim orada
baskın düzenlemiş; esirleri tutmuş. (ŞU D12; Mert, 2009, s. 233)
4. /-nç/ (< / -n-ç/)
Aslında -n- ve ç-‘den oluşan birleşik bir ektir. Bazı teşkillerde -n-‘nin dönüşlülük eki
olduğu açıktır (Eraslan, 2012, s. 107). Genellikle soyut anlamlı sözcükler türeten bir ektir (Şen,
2016, s. 62).
qııl-ınç: kılma, yapma (Mert, 2009, s. 276)
(a)nta kisre k(a)ng(ı)m k(a)g(a)n uçdı k(a)ra bod(u)n qııl(ı)nç … : Ondan sonra babam
Kağan öldü. Halkın hareketleri… (Mert, 2009, s. 217)
5. /-G/
Yaygın kullanışı olan ve çeşitli ifadeler kazandıran fiilden isim yapma ekidir. W.
Bang, -ġ /-g ekinin çok eski bir fiilden isim yapma eki olduğunu tasrih etmiştir. Ş.
Tekin, ekin tek fonksiyonlu ve çok kullanılan bir ek olduğunu belirterek, “Sonuna
geldiği fiilin gösterdiği hareketin neticesini, daha çok aktif olarak ifade eder.”
demektedir (Eraslan, 2012, s. 105).
biti-g: yazı, yazıt, ebedî (bengü) taş, kitâbe (Mert, 2009, s. 272)
… (e)ls(e)r (i)lg(e)rü qoontı b(e)lgüsin bit(i)gin bu urtı bu y(a)r(a)tdı: … doğuya kondu
ve damgasını, bengü taşını bu(rada) yazdırdı, bu(rada) yarattı. (T G3; Mert, 2009, s. 136)
tap-ıg: hizmet (Mert, 2009, s. 280)
t(a)p(ı)g birti … : hizmetime verdi …. (ŞU B5; Mert, 2009, s. 261)
ıla-g: ağaçlı yer, orman (Mert, 2009, s. 274)
… (e)k(i)n (a)ra ıl(a)g(ı)m t(a)r(ı)gl(a)g(ı)m s(e)k(i)z s(e)l(e)nge orqun togla
s(e)b#(i)[n] t(e)l(e)dü k(a)r(a)ga burgu: … ikisinin arasında ormanlarım, tarlalarım,
[bulunmaktadır]. Sekiz [kollu] Selenge, Orhun, Tola / Tuul, Sebin, Teledü, Karaga, Burgu. (Ta
B4; Mert, 2009, s. 180)
6. /-I/
Eşsesli zarf-fiil ekinin aynısıdır. Ancak zamanla zarf-fiil eki fonksiyonunu kaybetmiştir
(Alyılmaz, 1994, s. 12).
yaz-ı: ova (Mert, 2009, s. 284)
kod-ı: aşağı, aşağıya (Mert, 2009, s. 277)
114 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
112
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
y(a)zı kılt(ı)m ök(ü)şi s(e)l(e)nge kodı b(a)rdı b(e)n s(e)l(e)nge k(e)çe udu yorıd(ı)m:
(Orayı) dümdüz / yerle bir ettim. Çoğu Selenge boyundan aşağı doğru gitti. (ŞU D4; Mert,
2009, s. 229)
7. /-n/
Sıfat mahiyetinde isimler de teşkil eden fiilden isim yapma ekidir. Ş. Tekin’in ifadesiyle
fiilin neticesini bildiren gövdeler teşkil eder (Eraslan, 2012, s. 107).
örgi-n: kağan otağı, taht (Mert, 2009, s. 279)
çıt tikdi örg(i)n y(a)r(a)tdı y(a)yl(a)dı…: Çit dikti, taht kurdu ve yazı (orada) geçirdi. (T
G2; Mert, 2009, s. 136)
kıy-ı-n: ceza (Mert, 2009, s. 276)
kıy(ı)n (a)yd(ı)m turguru kot(d)(ı)m: Cezalarını emrettim. (Sonra) (onları) oldukları
gibi bıraktım. (ŞU D2; Mert, 2009, s. 228)
8. /-ş/
Fiilin neticesini bildiren soyut isimler teşkil eden fiilden isim yapma ekidir (Eraslan,
2012, s. 108).
süng-üş: savaş (Mert, 2009, s. 280)
ozm(ı)ş tig(i)n k(a)n bolm(ı)ş kony yılka yorıd(ı)m ek(i)nti süng(ü)ş#..... (a)y (a)lt(ı)
y(a)ngıka t… : Ozmış Tigin Han olmuş. Koyun yılında (MS 743) ordu sevk ettim. İkinci savaş …
ay altıncı gününde… (ŞU K9; Mert, 2009, s. 216)
9. /-l/
Moğolca ile ortak olup seyrek kullanılan ve fail ismi teşkil eden fiilden isim yapma
ekidir (Eraslan, 2012, s. 106)
ku-l: kul, köle (Mert, 2009, s. 277)
kul(ı)m küng(i)m bod(u)n(u)g t(e)ngri…: Kölelerim, cariyelerim, milletimi Tanrı… (ŞU
D1; Mert, 2009, s. 228)
kö-l: göl (Mert, 2009, s. 277)
boz oq b(a)şın (a)k(ı)za uç(u)z köölke (a)tl(ı)g(ı)n töke b(a)rm(ı)ş: Boz-Ok liderine
hücum ederek atlısıyla (onu) Uçuz Göl’e döküvermiş. (T K3; Mert, 2009, s. 128)
10. /-(y)U/
öt-(ü)r-ü: ötürü, dolayı (Mert, 2009, s. 279)
a)nta ötrü türg(i)ş k(a)rluq(u)g t(a)b(a)rın (a)l(ı)p (e)bin y(u)lıp b(a)rm(ı)ş: Bundan
dolayı Türgişler Karlukların mallarını alıp evlerini yağmalayıp gitmişler. (ŞU G5; Mert, 2009,
s. 245)
11. /-m/
Yaygın kullanılan ve soyut, somut isimler teşkil eden fiilden isim yapma ekidir. Ş.
Tekin’e göre ek, işin neticesini bildirir. Ekin +lıġ/+lig ve +sız/ +siz ekleriyle genişlemiş şekilleri
sıfat olarak kullanılır (Eraslan, 2012, s. 107).
ked-im: giyim (Mert, 2009, s. 276)
… biş yüz k(e)d(i)ml(i)g y(a)d(a)g bir (e)ki ş(a)ş(ı)p k(e)lti küng(ü)m kul(ı)m
bod(u)n(u)g t(e)ngri y(e)r (a)nta (a)yu..rti (a)nta s(a)nçd(ı): … beş yüz kişilik özel giyimli / zırhlı
piyadeden bir iki kişi şaşıp geldi. Gök ve Yer (Gök ve yerin ruhu) halkın benim kullarım ve
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O113
O K 115
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
hizmetçilerim olduğunu söyleyi[ve]rdi. Orada (onları) mızrakladım. (ŞU G9; Mert, 2009, s.
246)
12. /-z/
Canlı olmayan ek, fail ismi ifadesi ile hareketin neticesini bildiren isimler teşkil eder
(Eraslan, 2012, s. 108).
ba-z: tabi, bağımlı (Mert, 2009, s. 271)
… t(a)bg(a)çka b(a)zl(a)nm(ı)ş uygur k(a)g(a)n … oq ol(u)rm(ı)ş : …Çin’e bağımlı
olmuş Uygur Kağan(lar)ı …..-ok(ta) oturmuş (T K5; Mert, 2009, s. 128)
13. /-GUçI/ (/-GU+ÇI/)
Daha ziyade fail ismi yapmaktadır (Alyılmaz, 1994, s. 13).
bid-güçi: keşifçi, öncü (Mert, 2009, s. 271)
bidgüçi (e)r (a)nta ıt…lti k(a)ra yot(u)lk(a)n k(e)ç(i)p k(e)lirti: Oradan keşifçi / öncü er
gönderdim. … Kara Yotalkan’ı geçip (onları) getirdiler. (ŞU G3; Mert, 2009, s. 245)
14. /-sIG/
Aslında gelecek zaman ve gereklilik isim-fiil eki olup bazı teşkillerde kalıplaşarak çoğu
zaman sıfat teşkil eder (Eraslan, 2012, s. 118).
tog-s(ı)q / tog-sık: doğu (Mert, 2009, s. 281)
öngre kün togs(ı)kd(a)kı bod(u)n k(i)sre (a)y togs(ı)kd(a)kı bod(u)n…: İleride gün
doğusundaki halklar, geride ay doğusundaki halklar … (Ta B3; Mert, 2009, s. 179)
b(i)lges(i)n üç(ü)n öngre kün togsıqd(a)kı bodun…: (kağanım) bilge olduğu için
doğudaki / gün doğusundaki halkları… (T D5; Mert, 2009, s. 132)
15. /-mIr; -mUr/
Seyrek olarak kullanılan fiilden isim yapma ekidir. Ş. Tekin, ekin, fiilin neticesini
bildirdiğini ve ek ünlüsünün aslî olup olmadığı hususunda tereddüt bulunduğunu belirtir
(Eraslan, 2012, s. 107).
kö-mür: Kömür (Mert, 2009, s. 277)
irt(i)m k(a)ra kum (a)şm(ı)ş kög(e)rde köm(ü)r t(a)gda y(a)r ög(ü)zde üç tug#l(ı)g türük
bod(u)n ….: Yetiştim. Kara Kum’u aşmış, Köger’de, Kömür Dağı’nda, Yar Irmağı’nda üç tuğlu
Türk boyu …. (ŞU K8; Mert, 2009, s. 216)
16. /-Uk; -ḳ; -k/
Daha ziyade sıfat mahiyetinde isimler türeten fiilden isim yapma ekidir; -ġ / -g ile teşkil
edilenlerden farkını tespit etmek mümkün değildir. Ş. Tekin, ek için, “ Sonuna geldiği fiilin
gösterdiği hareketin neticesini, daha çok pasif olarak ifade eder.” demektedir (Erslan, 2012, s.
106).
buy(u)r-uq: kumandan (unvan) (Mert, 2009, s. 273)
t(e)ngride bolm(ı)ş (e)l (e)tm(i)ş b(i)lge k(a)n(ı)m içr(e)ki bod(u)nı (a)ltmış iç# buyruq
b(a)şı ın(a)nçu b(a)ga t(a)rk(a)n ul(u)g buyruq toq(u)z bolm(ı)ş b(i)lge t(a)y s(e)ngün t(a)y# …
b(e)ş yüz b(a)şı kül(ü)g ongı öz ın(a)nçu b(e)ş yüz b(a)şı ul(u)g öz ın(a)nçu: Tanrı’nın lütfuyla
tahta oturmuş, devlet kurmuş Bilge Hanımın kendisine tabi boyların sayısı altmış. İç Buyruk
Başı: İnançu Baga Tarkan; Ulu Buyruk (Baş Kumandan): Tokuz Bolmış Bilge Tay / Büyük
Sengün; Tay … Beş Yüz (kişilik birlik) Başı Külüg Ongı Öz Inançu; Beş Yüz (kişilik kuvvet) Başı
Ulu Öz Inançu; (Ta B6; Mert, 2009, s. 181)
116 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
114
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
3.2.4. İsimden İsim Yapım Ekleri
1. /+nç/
Sıra sayı sıfatları teşkil eden isimden isim yapma ekidir (Eraslan, 2012, s. 101).
yeti+nç: yedinci (Mert, 2009, s. 284)
köm(ü)r t(a)gda ….y(a)r ög(ü)zde üç tugl(ı)g türük bod(u)nka (a)nta y(e)t(i)nç (a)y tört
y(e)g(i)rmike … : Kömür Dağ’da (ve) Yar Irmağı’nda üç tuğlu Türk halkına o zaman yedinci
ayın on dördünde… (Ta D7; Mert, 2009, s. 159)
tört+ünç: dördüncü (Mert, 2009, s. 282)
irt(i)m burguda y(e)td(i)m tört(ü)nç (a)y tok(u)z y(a)ngıka süng(ü)şd(ü)m s(a)nçd(ı)m:
Burgu’da yetiştim / ulaştım. Dördüncü ayın dokuzuncu gününde savaştım; mızrakladım (ŞU D3;
Mert, 2009, s. 229)
2. /+lIg/
“Bir şeye sahip olan, bir şeyle donanmış olan” anlamında sıfatlar ve adlar türeten
yaygın bir ektir (Şen, 2016, s. 60).
at+lıg: atlı, süvari (Mert, 2009, s. 270)
boz oq b(a)şın (a)k(ı)za uç(u)z köölke (a)tl(ı)g(ı)n töke b(a)rm(ı)ş: Boz-Ok liderine
hücum ederek atlısıyla (onu) Uçuz Göl’e döküvermiş (T K3; Mert, 2009, s. 128)
kü+lüg: ünlü, namdar (Mert, 2009, s. 277)
ur(u)ngu yüz b(a)şı ul(u)g ur(u)ngu töl(i)s b(e)gl(e)r oglı bıng b(a)ş# [ı töl(i)s külü]g
(e)r(e)n t(a)rduş b(e)gl(e)r oglı bıng b[aşı] t(a)rduş k[ülüg eren tarduş] # ışb(a)ras b(e)ş bıng (e)r
b(a)şı (a)lp ışb(a)ra s(e)ngün y(a)gl(a)k(a)r: Urungu: Yüzbaşı Ulu Urungu; Tölis Beylerinin
oğulları Binbaşı(lar): Tölis’in ünlü erleri; Tarduş Beylerinin oğulları Binbaşı(lar): Tarduş’un
ünlü erleri; Tarduş Işbaralar: Beş Bin Er(lik kuvvet) Başı Işbara Sengün Yaglakar. (Ta B7;
Mert, 2009, s. 181)
yazuq+lug: suçlu (Mert, 2009, s. 284)
y(e)r (a)yu birti (a)nta s(a)nçd(ı)m y(a)zuql(u)g (a)tl(ı)g … t(e)ngri tuta birt#i: Yer
emretti. Orada mızrakladım. Günahkar adlı … Tanrı tutuverdi. (ŞU D2; Mert, 2009, s. 228)
3. /+nti/
Sadece “iki” kelimesine getirilip sıra sayı sıfatı teşkil eden işlevi daralmış çok eski bir
isimden isim yapma ekidir (Eraslan, 2012, s. 101).
eki+nti: ikinci (Mert, 2009, s. 274)
… (e)k(i)nti … # … b(i)ç(i)n yılqa yo#rıd(ı)m… : … ikinci olarak … Maymun yılında
(MS 744) yürüdüm. (Tariat G1; Mert, 2009, s. 169)
4. /+lIK/
Soyut ve somut isimlerle sıfat mahiyetinde gövdeler türeten isimden isim yapma ekidir.
Ek Moğolcada da aynıdır (Eraslan, 2012, s. 100)
yıl+lık: yıllık (Mert, 2009, s. 284)
kün+lük: günlük (Mert, 2009, s. 277)
bıng yıl(l)ıq tüm(e)n künl(ü)k b(i)t(i)g(i)m(i)n b(e)lgüm(i)n bunta…: Bin yıllık, on bin
günlük yazıtımı ve damgamı burada… (Ta B2; Mert, 2009, s. 179)
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O115
O K 117
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
5. /+Çı/
Bugün olduğu gibi meslek ve alışkanlık adları türetir (Şen, 2016, s. 58).
akın+çu: akıncı (Mert, 2009, s. 269)
… ul(u)g çigşi (a)k(ı)nçu (a)lp b(i)lge çigşi … # …. og(u)z … ı/i yüz s(e)ngüt bir
tüm(e)n bod(u)n k(a)zg(a)ntı: … Ulug Çigşi, Akıncı Alp Bilge Çigşi … … Oğuz(ları) …
(Onlardan) yüz general ve on bin (kişilik) bir halk kazandı (Ta K1; Mert, 2009, s. 188)
alum+çi: alımcı, devlet alacaklarını tahsil eden görevli (Mert, 2009, s. 269)
bunça bod(u)n(u)g (a)tın yolın y(a)gma (a)lum çisi (e)ki y#.....kutl(u)g b(i)lge s(e)ngün
urşu/ur(u)şu kutl(u)g t(a)rk(a)n s(e)ngün ol (e)ki yur: Bunca boyları, onların adları ve sanlarını
Yagma boyunun tahsildarı …….. Kutlug Bilge Sengün (ve) Urşu Kutlug Tarkan Sengün’(dür) o
iki kayın birader. (Ta K5; Mert, 2009, s. 189)
6. /+ng/
Seyrek kullanılan isimden isim yapma ekidir (Eraslan, 2012, s. 101).
ka+ng: baba (Mert, 2009, s. 276)
… l(a)gz(ı)n yılka toq(u)z t(a)t(a)r … toq(u)z buyruq# [b]ıng s(e)ngüt k(a)ra bod(u)n
tur(u)y(ı)n k(a)ng(ı)m k(a)nka öt(ü)nti: … Üç (Karluklar) Domuz yılında (MS 747) Dokuz
Tatarlar … Dokuz buyruk, bin general ve halk(a karşı) ayağa kalkarak babam Kağan’a (şöyle)
dilekte bulundular. (Ta G4; Mert, 2009, s. 169)
7. /+KAn/
Ötü+ken: Ötüken (bölge, dağ adı) (Mert, 2009, s. 279)
ötük(e)n eli ögres ili (e)kin (a)ra ol(u)rm(ı)ş subı s(e)l(e)nge (e)rm(i)ş: Ötüken ve Ögres
yurdu arasında hüküm sürmüş. Suyu Selenge imiş. (ŞU K2; Mert, 2009, s. 216)
8. /+Ça/
bar+ça: hepsi, tamamı (Mert, 2009, s. 270)
… ga bam(ı)ştı ol tum … bilm… ın … barça tük(e)p t(e)ze: … bağlamıştı. … (onların)
tamamı yok olup kaçarak … (ŞU G1-ek 1; Mert, 2009, s. 250)
9. /+KI/
İsimden isim ve sıfat yapmaktadır. Aitlik bildirir (Alyılmaz, 1994, s. 16).
togsıkda+kı: doğusundaki (Mert, 2009, s. 281)
… b(i)lges(i)n üç(ü)n öngre …. kün togsıqd(a)kı bodun …: … (kağanım) bilge olduğu
için doğudaki / gün doğusundaki halkları… (T D5; Mert, 2009, s. 132)
10. /+LAg/
Soyut isimlerle, yer ve hayvan isimleri türeten ve seyrek kullanılan birleşik bir ektir:
+laġ / +leg < +la-ġ / +le-g (Eraslan, 2012, s. 99).
sin+leg: mezarlık (Mert, 2009, s. 279)
(a)nta k(i)sre küsgü yılqa s(i)nl(e)gde küç k(a)ra bod#(u)n t(e)m(i)ş sin s(i)zde küç
k(a)ra sub (e)rm(i)ş: Ondan sonra Sıçan yılında (MS 748) (ecdat) mezarlığında güç(lü) halk
(şöyle) demiş: (Atalarımızın) mezarları sizde. (Muhtaç olduğunuz) güç “Kara Su”dur (Ta G5;
Mert, 2009, s. 171).
118 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
116
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
3.3. Birden Fazla Anlam Ögesiyle Kurulmuş Genel Anlamlı Dil Ögeleri
Birden fazla anlam ögesiyle kurulmuş genel anlamlı dil ögeleri şu şekilde
sınıflandırılmıştır:
-1. Belirtisiz isim tamlamaları / birleşik isim grubu
-2. Niteleme sıfatları + isimden kurulu tamlamalar
-3. Zarf + fiilden kurulu tamlamalar
-4. Belirtisiz nesne + geçişli fiilden kurulu tamlamalar (Alyılmaz, 1994, s. 19).
3.3.1.Belirtisiz İsim Tamlamaları / Birleşik İsim Grubu
Birden fazla anlam ögesiyle kurulmuş genel anlamlı ögelerden biri de belirtisiz isim
tamlamalarıdır. Belirtisiz isim tamlamaları “sıfatlarıyla birlikte tamlayan isim+Ø +
sıfatlarıyla birlikte tamlanan isim + tamlanan (belirtilen) eki” kuruluşuyla bir niteleme
grubu oluştururlar. Bu tür tamlamalar genelde bir nesnenin, türün adı gibi kullanılırlar
(Alyılmaz, 1994, s. 19).
Belirtisiz isim tamlamaları birçok dilde olduğu gibi Türkçede de kavram işaretleme
yollarının başında gelir. Bir isim tamlaması yalnız iki isimle kurulur. Bu isimlerden
en az biri tamlanan diğer[ler]i tamlayan durumundadır. Alışılmış ifadesiyle
“belirtisiz isim tamlamaları” niteleme “belirtili isim tamlamaları” belirtme grubu
oluşturur (Gemalmaz, 2010, s. 251).
Yazıtlarda belirtisiz isim tamlamaları yapılırken belirtilen hâli eki (/+(s)I/) nın bazen /+
Ø / le karşılandığı görülmektedir.
Belirtisiz isim tamlamaları, Tes, Tariat ve Şine Us Yazıtlarında şu örneklerle karşımıza
çıkmaktadır:
uygur+ Ø kan+ Ø: Uygur kağanım
uyg(u)r k(a)n(ı)m tut(u)lm(ı)ş: Uygur kağanım tutulmuş. (T B4; Mert, 2009, s. 124)
ay+ Ø togsıq+ Ø: ay doğusu
öngre kün togs(ı)kd(a)kı bod(u)n k(i)sre (a)y togs(ı)kd(a)kı bod(u)n …: İleride gün
doğusundaki halklar, geride ay doğusundaki halklar… (Ta B3; Mert, 2009, s. 179)
türük+ Ø el+i: Türk yurdu
s(e)k#(i)z ot(u)z y(a)ş(ı)ma yıl(a)n yılka türük (e)l(i)n (a)nta bulg(a)d(ı)m (a)nta
(a)rt(a)td(ı)m: Yirmi sekiz yaşımda, Yılan yılında (MS 741), Türk yurdunu o zaman karıştırdım
(ve) o zaman bozguna uğrattım. (Ta D5; Mert, 2009, s. 158)
eçü+ Ø apa+ Ø at+ı: atalarımızın adı
… l(a)gz(ı)n yılka toq(u)z t(a)t(a)r … toq(u)z buyruq# [b]ıng s(e)ngüt k(a)ra bod(u)n
tur(u)y(ı)n k(a)ng(ı)m k(a)nka öt(ü)nti (e)çü (a)pa (a)tı…: … Üç (Karluklar) Domuz yılında
(MS 747) Dokuz Tatarlar …. Dokuz buyruk, bin general ve halk(a karşı) ayağa kalkarak babam
Kağan’a (şöyle) dilekte bulundular.”Atalarımızın adı… (Ta G4; Mert, 2009, s. 169)
3.3.2. Niteleme Sıfatları + İsimden Kurulu Tamlamalar
Bu tür tamlamalar, varlıkların durumlarını, biçimlerini, renklerini yani nasıl olduklarını
bildiren niteleme sıfatlarının bir isimle beraber kullanılmasıyla oluşan tamlamalardır. “Niteleme
sıfatı + isim” şeklinde kurulan bu tamlamalar genel anlamlı bir kelimeyi, kelime grubunu (ismi)
ifade ederler (Alyılmaz, 1994, s. 20). Tes, Tariat ve Şine Us yazıtlarında da bu türden
tamlamalara oldukça sık rastlanmaktadır. Hatta bazen nitelenen ismin niteliğinin etkinliğini
artırmak veya daha net bir şekilde ortaya koymak için niteleme sıfatından önce azlık- çokluk vs.
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O117
O K 119
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
bildiren zarfların kullanıldığı görülmektedir. Burada dikkat çeken bir diğer nokta ise özellikle
kağan ve kumandan isimlerinde görülen, onların büyüklük, yiğitlik, cesurluk vs. özelliklerini
yansıtan bu tarz tamlamalarla kurulmuş ad veya unvan almış olmalarıdır.
bök ulug kagan: yüce ve ulu kağan
bök ul(u)g k(a)g(a)n: (O) yüce ve ulu kağan [imiş]. (T K1; Mert, 2009, s. 128)
bidgüçi er: keşifçi / öncü er
245)
bidgüçi (e)r (a)nta ıt…lti: Oradan keşifçi / öncü er gönderdim. (ŞU G3; Mert, 2009, s.
yagır adak: ağır ayak
(a)nı …#.....g(u)ru y(a)g(ı)r (a)d(a)k(ı)n s(e)k(i)z(i)nç (a)y b(e)n udu yorıd(ı)m: Onu …
ağır ayakla / istemeye istemeye sekizinci ay peşlerinden yürüdüm. (ŞU G6; Mert, 2009, s. 245)
3.3.3. Zarf + Fiilden Kurulu Tamlamalar
Bu tür tamlamalar olumlu ve olumsuz, geçişli veya geçişsiz, fiil kök, köken ve
gövdelerinin, nasıllık-nicelik, azlık-çokluk, zaman vs. zarflarıyla birlikte kurdukları genel
anlamlı tamlamalardır (Alyılmaz, 1994, s. 21).
Bu türden tamlamalara yazıtlarda oldukça sık rastlanmaktadır.
akız-a bar-: hücum ederek var(a)k(ı)z(a) b(a)rm(ı)ş: Hücum ederek varmış. (Ta D2; Mert, 2009, s. 157)
tir-ü kubrat-u al-: derleyip bir araya getirtok(u)z og(u)z bod(u)n(u)m(ı)n tirü kubr(a)tı (a)ltım: Dokuz Oğuz halkımı derleyip bir
araya getirdim. (ŞU K5; Mert, 2009, s. 216)
yapıt-ı ber-: inşa ettir- (User, 2008, s. 1904)
… sogd(a)k t(a)bg(a)çka s(e)l(e)ng(e)de b(a)y b(a)lıq y(a)p(ı)tı b(e)rt(i)m: …
Selenge’de Soğdlulara ve Çinlilere Bay Balık’ı inşa ettirdim. (ŞU B5; Mert, 2009, s. 261)
3.3.4. Belirtisiz Nesne + Geçişli Fiilden Kurulu Tamlamalar
Olumlu veya olumsuz fiil kök, köken, gövde ve deyimlerinin belirtisiz nesneler ile
kurdukları bu tür tamlamalar (fiil deyimleri) yazıtlarda değişik şekillerde karşımıza çıkmaktadır.
Bu türden fiil deyimlerini yapıları bakımından iki grupta incelemek mümkündür:
1. Olumlu veya olumsuz geçişli bir fiille belirtisiz nesneden kurulu fiil deyimleri
2. Bünyesinde nesne bulunduran bir fiille bünyesindeki nesnenin belirtisiz
kullanımından oluşan fiil deyimleri (Alyılmaz, 1994, s. 24).
3.3.4.1. Olumlu veya Olumsuz Geçişli Bir Fiille Belirtisiz Nesneden Kurulu Fiil
Deyimleri
el+Ø tut- : halkı yönet-, yaşa(a)n(ı)ng (e)li üç yüz yıl (e)l tutm(ı)ş: Onun devleti üç yüz yıl yaşamış. (T K2; Mert,
2009, s. 128)
yablak+Ø sakın-: düşmanca, kötü düşünceler besleb(e)n (a)nta k(i)sr#e ıt yılqa üç k(a)rluq y(a)bl(a)k s(a)kı)n(ı)p t(e)z(e) b(a)rdı: Ben
ondan sonra İt yılında (MS 746) Üç Karluklar düşmanca düşünceler besleyip kaçıp gitti. (Ta
G3; Mert, 2009, s. 169)
örgin+Ø etit-: hükümdarlık otağı kurdur-
120 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
118
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
k(a)g(a)n (a)t(a)n(ı)p k(a)tun (a)t(a)n(ı)p ötük(e)n ortus#ınta (a)s öng(ü)z b(a)ş k(a)n
ıduq b(a)ş k(i)d(i)nin örgin bunta (e)ti(t)d(i)m: Kağan atanıp, hatun atanıp Ötüken ortasında,
As Öngüz Başı’nın, Kan Iduq Başı’nın batısında, hükümdarlık otağını burada kurdurdum. (Ta
G6; Mert, 2009, s. 170)
at+Ø bir-: unvan ver(e)ki ogl(u)ma y(a)bgu ş(a)d (a)t birt(i)m: İki oğluma “Yabgu” ve “Şad” unvanı
verdim. (ŞU D7; Mert, 2009, s. 231)
3.3.4.2. Bünyesinde Nesne Bulunduran Bir Fiille Bünyesindeki Nesnenin Belirtisiz
Kullanımından Oluşan Fiil Deyimleri
Yazıtlarda bünyelerinde nesne bulunduran bazı fiiller, anlamı kuvvetlendirmek için
bünyesindeki nesnenin belirtisiz şekliyle birlikte kullanılarak fiil deyimi oluşturur.3
turgak+Ø tur-: nöbet tutbuyruq … #a s(e)ngüt bıng[a uyg(u)r] bod(u)nı t(i)g(i)t(i)m(i)n bu bit(i)dükde
k(a)n(ı)ma turg(a)k b(a)şı# [k(a)g(a)s] (a)t(a)çuq b(e)gz(e)k(e)r çigşi bıla b(a)ga t(a)rk(a)n üç
yüz turg(a)k turdı: Buyruklar (kumandanlar) … … generaller ve binbaşılar (da)
Uygur(lardan)dır. Prenslerimle birlikte bu (kitabeyi) yazdığımızda, Han’ım için, Karakollar
Başı Kagas Ataçuk ve Begzeker Çigşi Bıla Tarkan, üç yüz nöbetçiyle / askerle nöbet tuttu. (Ta
K2; Mert, 2009, s. 188)
boşuna+Ø boşunıl-: kurtuly(a)g(ı)da boş(u)na boş(u)n(ı)ld(ı)m: Düşmanımı savıp kurtuldum. (ŞU D7; Mert,
2009, s. 231)
3.4. Özel Adlar (Kişi, Boy, Kavim, Millet, Devlet, Yer Adları)
Bir dilin kelime hazinesinde önemli bir yer tutan kişi adları ait olduğu dilin yapısı
hakkında bilgiler verdiği gibi o dili kullananların tarihi, sosyal, kültürel durumları vs. hakkında
da önemli ipuçları vermektedir (Alyılmaz, 1994, s. 27). Yazıtlarda geçen kişi adları
incelendiğinde bunların büyük bir kısmının ad olmaktan ziyade lakap olduğu görülmektedir.
Lakaplar, ait olduğu kimseye kendi adından ayrı olarak yaptığı bir işten ya da sahip olduğu bir
özellikten dolayı verilen sıfatlardır (adlardır) (Alyılmaz, 1994, s. 27).
Türklerde ad koyma-ad verme oldukça önemlidir. Çocuğa doğduktan hemen sonra
değil belli bir yaştan sonra düzenlenen bir törende boyun ileri gelenlerinden biri
tarafından geçici olarak bir ad verilir. Çocuğun güçlü ve cesur olması arzu
edildiğinden çocuğa verilecek adlar genelde tabiattaki güçlü, kuvvetli varlıkların ve
yırtıcı hayvanların adlarından verilir. Çocuğa asıl adı ise göstermiş olduğu bir
kahramanlıktan, başarıdan sonra büyük bir törenle konur ve bu ad artık çocuğun asıl
adı olur (Alyılmaz, 1994, s. 28).4
Yazıtlarda geçen kişi adlarının büyük çoğunluğu, kendinden önce bir sıfat veya unvanunvan grubu ile ya da kendinden sonra bir unvan-unvan grubuyla birlikte kullanılmaktadır.
Yazıtlarda geçen özel adlar Türklerle sosyal, kültürel, siyasî ve askerî ilişkiler içinde
olan yerli ve yabancı pek çok boy, kavim, millet ve devlet adlarıdır. Boy, kavim, millet
adlarının yazıtlarda: bazen bir ad tamlaması (= belirten (bir etnik ad) + belirtilen (bu gün
“boy”, “kavim”, “millet” anlamlarına gelen “bodun” kelimesi) + belirtilen eki (/+(s)I/ veya
/+¢/) ) şeklinde (igil bodun+Ø, tölis bodun+Ø, tarduş bodun+Ø, uygur bodun+ı…gibi); bazen
de belirten durumundaki etnik adın, belirttiği kelime (bodun) nin ve belirtilen eki (/+(s)I/ veya
Uygur Türkçesi dönemi eserlerinde yer alan nesne tekrarlı fiillerle ilgili ayrıntılı bilgi için bk. Alyılmaz, Türkçede
Nesne Tekrarlı Fiiller, 2017.
4 Türklerde ad verme geleneği hakkında ayrıntılı bilgi için bk. Abdurrahman, Türklerin Ad Koyma Gelenekleri
Üzerine Bir Deneme, 2004; Ergin, Dede Korkut kitabı giriş-metin-faksimile, 1994.
3
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O119
O K 121
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
/+Ø/) nin görevlerini de üzerine alarak tek bir ad şeklinde (tarduş, tölis, boz oq, ebdi bersil,
kadır kasar, oguz … gibi) kullanıldıkları görülür.
Tes, Tariat ve Şine Us yazıtlarında yer adlarına da oldukça sık rastlanmaktadır. Bu yer
adları bize bu yerlerde yaşamış olanların tarihleri, kültürleri, yaşayış tarzları, dilleri vs. hakkında
değerli bilgiler vermesi bakımından oldukça önemlidir. Yer adları olarak karşımıza çıkan özel
adlar dağ, nehir, göl, orman adlarıdır. Çalışmaya konu olan yazıtlarda geçen özel adlar,
geçtikleri cümlelerle birlikte gösterilmektedir.
tarduş Ø+Ø: Tarduşlar
tölis Ø+Ø: Tölisler
oglı t(a)rduş y(a)bgu töl(i)s ç(a)d ol(u)rtı: (Onun) oğlu Tarduşlara yabgu ve Tölislere
şad oldu. (T B6; Mert, 2009, s. 125)
ötüken eli: Ötüken yurdu
ögres eli: Ögres yurdu
ötük(e)n (e)li ögr(e)s (e)li (e)k(i)n (a)ra orqun ög(ü)zde: (Yurtları) Ötüken yurdu ve
Ögres yurdu (imiş). (Ta D3; Mert, 2009, s. 157)
kömür tag: Kömür Dağı
yar ögüz: Yar Irmağı
türük bodun+Ø: Türk milleti
… köm(ü)r t(a)gda … y(a)r ög(ü)zde üç tugl(ı)g türük bod(u)nka (a)nta y(e)t(i)nç
(a)y…: … Kömür Dağ’da (ve) Yar Irmağı’nda üç tuğlu Türk halkına o zaman yedinci … (Ta
D7; Mert, 2009, s. 159)
bilge han: Bilge Han
iç buyruq başı inançu baga tarkan: İç Buyruk Başı: İnançu Baga Tarkan
ulu buyruq toquz bolmış bilge tay sengün: Ulu Buyruk (Baş Kumandan) Tokuz
Bolmış Tay / Büyük Sengün
tay … beş yüz başı külüg ongı öz ınançu: Tay … Beş Yüz (kişilik birlik) Başı Külüg
Ongı Öz Inançu
beş yüz başı ulug öz ınançu: Beş Yüz (kişilik kuvvet) Başı Ulu Öz İnançu
t(e)ngride bolm(ı)ş (e)l (e)tm(i)ş b(i)lge k(a)n(ı)m içr(e)ki bod(u)nı (a)ltmış iç# buyruq
b(a)şı ın(a)nçu b(a)ga t(a)rk(a)n ul(u)g buyruq toq(u)z bolm(ı)ş b(i)lge t(a)y s(e)ngün
t(a)y# … b(e)ş yüz b(a)şı kül(ü)g ongı öz ın(a)nçu b(e)ş yüz b(a)şı ul(u)g öz ın(a)nçu:
Tanrı’nın lütfuyla tahta oturmuş, devlet kurmuş Bilge Hanımın kendisine tabi boyların sayısı
altmış. İç Buyruk Başı: İnançu Baga Tarkan; Ulu Buyruk (Baş Kumandan): Tokuz Bolmış Bilge
Tay / Büyük Sengün; Tay …Beş Yüz (kişilik birlik) Başı Külüg Ongı Öz Inançu; Beş Yüz (kişilik
kuvvet) Başı Ulu Öz Inançu. (Ta B6; Mert, 2009, s. 181)
ersegün: Ersegün
yula köl: Yula Gölü
(e)b(i)m(i)n (e)rs(e)günte yula költe kot(d)(u)m: Ersegündeki Yula Gölü’nın yanında
otağımı murdum. (ŞU G6; Mert, 2009, s. 245).
122 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
120
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
Sonuç ve Öneriler
Bu çalışmada Ötüken Uygur Kağanlığı dönemine ait olan Tes, Tariat ve Şine Us
yazıtlarının kavram işaretleme yolları tespit edilmeye çalışılarak çeşitli yöntemlerle yapılmış
kavram işaretlerinin metin içindeki örneklerine yer verilmiştir.
Meydana getirildikleri dönemin resmî tarih belgeleri olan yazıtlar, aynı zamanda
döneminin dili, kültürü, yaşayış tarzı ve inanışları ile ilgili kıymetli bilgiler içermektedir. Bu
sebeple yazıtlarda kullanılan dildeki kavram işaretleri, o dili konuşan insanların duygu ve
düşüncelerinin, yaşayış tarzlarının, inançlarının ve kültürlerinin aktarıcısı olması bakımından
oldukça önemlidir.
Türkçede kavram işaretleme yolları üniversitelerin Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde
ders olarak işlenmelidir. Türkçenin yapısının kavranması, okunan her türlü metnin doğru
anlamlandırılabilmesi ve ilgili bölümlerde okuyan öğrencilerin ufkunu açması bakımından
kavram işaretleme yolları büyük bir öneme sahiptir. Sadece günümüz Türkçesiyle meydana
getirilen eserleri değil, Eski Türk dili yadigarlarını doğru anlamak ve anlatabilmek için de
Türkçenin kavram işaretleme yöntemlerinin iyi bilinmesi gerekmektedir.
Kısaltmalar
Kısaltma
Karşılığı
Kısaltma
Karşılığı
T
Tes Yazıtı
Çin.
Çince
Ta
Tariat Yazıtı
G
Güney
ŞU
Şine Us Yazıtı
K
Kuzey
BK
Bilge Kağan Yazıtı
D
Doğu
çev.
Çeviren
B
Batı
Kaynaklar
Abdurrahman, V. (2004). Türklerin ad koyma gelenekleri üzerine bir inceleme. Milli Folklor
Dergisi, 61, 126-127.
Alyılmaz, C. (1994). Orhun yazıtlarının söz dizimi. Erzurum.
Alyılmaz, C. (2007). (Kök)Türk harfli yazıtların izinde. Ankara: Karam Yayınları.
Alyılmaz, C. (2013). Karı Çor Tigin yazıtı. Uluslararası Türkçe Eğitim Kültür Edebiyat
Dergisi, 2(2), 4-7.
Alyılmaz, C. (2015). İpek yolu kavşağının ölümsüzlük eserleri. Ankara: Atatürk Üniversitesi
Yayınları.
Alyılmaz, S. (2017). Türkçede nesne tekrarlı fiiller. İstanbul: Kesit Yayınları.
Bozkurt, F. (1995). Türklerin dini. Ankara: Cem Yayınevi.
Caferoğlu, A. (1968). Eski Uygur Türkçesi sözlüğü. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
Clauson, S. G. (1972). An etymological dictionary of pre-thirteenth-century Turkish. Oxford
University Press.
Çandarlıoğlu, G. (2002). Uygur devletleri tarihi ve kültürü. Türkler Ansiklopedisi, C II, Ankara:
Yeni Türkiye Yayınları, 193-214.
Çandarlıoğlu, G. (2003). İslam öncesi Türk tarihi ve kültürü. İstanbul: Türk Dünyası
Araştırmaları Vakfı.
Doğru, F. (2020). Kuanşi İm Pusar’da kavramların işaretlenmesi. BUGU Dil ve Eğitim Dergisi,
1(1), 20-48.
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O121
O K 123
Emet, E. (2002). Uygur Türkleri. Türkler Ansiklopedisi, C II, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları,
233-237.
Eraslan, K. (2012). Eski Uygur Türkçesi grameri. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
Ercilasun A. B. ve Akkoyunlu Z. (2018). Dîvânu Lugâti’t-Türk (Giriş-Metin-Çeviri-NotlarDizin). Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
Ercilasun, A. B. (2009). Dîvânu Lugati’t Türk ve Uygurlar. Turkish Studies, 4(8), 5-12.
Ercilasun, A. B. (2018). Başlangıçtan yirminci yüzyıla Türk dili tarihi. Ankara: Akçağ
Yayınları.
Gabain, A. V. (1988). Eski Türkçenin grameri. (çev. M. Akalın). Ankara: Türk Tarih Kurumu
Basımevi.
Gemalmaz, E. (2010). Türkçenin derin yapısı. Ankara: Belen Yayıncılık.
Gömeç, S. (1996). Terhin Yazıtı’nın tarihi açıdan değerlendirilmesi. Ankara Üniversitesi Dil ve
Tarih-Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümü Araştırma Dergisi, C 17, 71-84.
Gömeç, S. (1997). Uygur Türkleri tarihi ve kültürü. Ankara: Atatürk, Kültür, Dil ve Tarih
Yüksek Kurumu Atatürk Kültür Merkezi Yayını.
Güngör, H. (1988). Maniheizm. Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 5, 145-166.
İzgi, Ö. (1985). Uygur kağanlarının Tang sülalesi tarihine göre soy kütüklerinin incelenmesi.
Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Araştırma Dergisi, 13, 245-264.
Mert, O. (2009). Ötüken uygur dönemi yazıtlarından Tes, Tariat, Şine Us. Ankara: Belen
Yayıncılık.
Ögel, B. (1951). Şine Usu yazıtının tarihi önemi Kutluk Bilge Külkagan ve Moyunçur. Ankara:
TTK Belleten, C 15, 361-379.
Ögel, B. (1984). İslamiyetten önce Türk kültür tarihi. Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi.
Ögel, B. (1995). Uygur Devleti’nin teşekkülü ve yükseliş devri. TTK Belleten, C 19, 331-376.
Roux, J. P. (2015). Türklerin tarihi Pasifik’ten Akdeniz’e 2000 yıl. İstanbul: Kabalcı Yayınevi.
Şen, S. (2016). Eski Uygur Türkçesi dersleri. İstanbul: Kesit Yayınları.
Taşağıl, A. (2002). Uygurlar. Türkler Ansiklopedisi, C II, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 215224.
Tekin, Ş. (1990). Türkçede -MA- olumsuzluk eki ile -DIK+ eki nereden geliyor? Tarih ve
Toplum, C 13, 78-81.
Tekin, T. (1989). Tes yazıtı hakkında dokuz not. Türkçeye çeviren: Ülkü Çelik.
Tekin, T. (2013). Makaleler II tarihi Türk yazı dilleri. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları,
Yayıma Hazırlayanlar: Emine Yılmaz - Nurettin Demir.
Tekin, T. (2018). Orhon Yazıtları Kül Tigin, Bilge Kağan, Tonyukuk. Ankara: BilgeSu
Yayınları.
User, H. Ş. (2008). Köktürk ve Ötüken Uygur yazıtlarında “imar etmek”, “yapı kurmak”, “inşa
etmek” kavramları. Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi, 14(1),125-148.
122
KÜS- VE KÜŞÜM SÖZCÜKLERİNİN ETİMOLOJİSİ ÜZERİNE
Hakan SARITİKEN
Öz
Türk dilinin en eski metinlerinden itibaren yazılı kaynaklarda karşımıza
çıkan ‘darılmak, gücenmek, kaçınmak ’ anlamları verilen küs- eylemi ve
‘kuşku, işkil; utanma, çekinme’ anlamları verilen küşüm adı, Anadolu
ağızlarında da değişik biçimlerde yaşamaya devam etmektedir. küseyleminin; küscici, küseğen, küsek, küske, küsü, küskü, küsürge, küsülmek,
küsülü gibi biçimleri, küşüm adının; küşkü, küşüm çekmek, küşümlenmek,
küşümlü, gibi biçimleri, yazılı kaynaklarda ve Anadolu ağızlarından yapılan
derlemelerde tespit edilebilmektedir. Türkçe Sözlük’te ‘1.darılmak, 2.
Gelişememek, büyüyememek, 3. Görevini yerine getirememek, 4. Bir madde
herhangi bir sebeple istenilen niteliği yitirmek’ anlamları verilen küssözcüğü köken bilgisi çalışmalarında kök olarak değerlendirilmektedir.
Anadolu ağızlarında yaşayan küşüm sözcüğü ise Derleme Sözlüğü’nde
‘utanma, çekinme’ anlamlarıyla karşımıza çıkmaktadır. küs- fiiliyle yapılan,
‘çekinme, sakınma’ gibi anlamları taşıdığını düşündüğümüz küs-kü / küs-ke
‘sıçan, fare’ ve küs-ü ‘kaplumbağa’ sözcükleri, küs- eyleminin ve küşüm
adının Eski Türkçede kullanılan kü- ‘muhafaza etmek, saklamak, korumak’
ortak kökünden türemiş olabileceğini düşündürmüştür.
Bu çalışmada; kü- se- k ‘çabuk küsen’ kullanımını göz önüne alarak küseyleminin, kü- se- > küs- biçiminde; küşüm adının, kü- ş- kü ‘kuşku, işkil;
utanma, çekinme’ kullanımını da dikkate alarak kü- ş- (ü)m biçiminde Eski
Türkçe kü- ‘muhafaza etmek, saklamak, korumak’ ortak kökünden türemiş
oldukları ortaya konmaya çalışılacaktır.
Anahtar Sözcükler: küs-, küşüm, küsek-, küşkü, küseğen, etimoloji.
ABOUT THE ETYMOLOGY OF THE WORDS KÜS- AND KÜŞÜM
Abstract
The verb küs- which has the meanings of ‘being offended, taking offence,
refraining’ and the name küşüm which has the meanings of ‘doubt, suspicion,
shame, hesitation’, both of which have appeared on written sources since the
oldest texts of Turkish language, continues to exist in different forms of
Anatolian dialect. The forms of the verb kü- which are küscici, küseğen,
küsek, küske, küsü, küskü, küsürge, küsülmek, küsülü and the forms of the
name küşüm which are küşkü, küşüm çekmek, küşümlenmek, küşümlü can be
spotted in written sources and collections made from Anatolian dialects. The
word küs- which means ‘1. Being offended, 2.not to develop, not to grow, 3.
Not to fulfill its duty, 4. To lose a desired quality for any reason’ in Turkish
dictionary is considered as root in origin studies. The word küşüm, which
lives in Anatolian dialects, appears in the Compilation Dictionary with the
meaning of ‘to ashamed, hesitate’. Words such as küs- kü/ küs- ke ‘sıçan,
fare’ ve küs- ü ‘kaplumbağa’ which are originated from the verb küs- and has
meanings, as we know of, like ‘hesitation, avoidance’ has made us think that
the verb küs- and the name küşüm may be originated from the common root
which is used in Old Turkish as ‘to protect, to hide, to preserve’.
Dr. Öğr. Üyesi; Düzce Üniversitesi,
[email protected].
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 125
123
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
In this study, it is attempted to put forth that considering the use of kü-sek ‘being offended easily’ the verb küs- is of the form kü– se- > küs- and the
name küşüm is of the form kü-ş- (ü)m considering the use of it as kü- ş- kü
that means ‘doubt, suspicion, shame, hesitation’. And both of them are
originated from the common root which kü- that means ‘to protect, to hide, to
preserve’.
Keywords: küs-, küşüm, küsek- küşkü, küseğen, etymology.
Giriş
Türkçenin en eski dönemlerinden itibaren örnekler taşıyan Anadolu ağızları, yaşayan
Türkçe olarak var olmaya devam etmektedir. Anadolu ağızları, Türk dilinin sözcük
zenginliğinin ortaya konması ve günümüz Türkçesinde kullandığımız bazı sözcük ve yapıların
karşılaştırma yoluyla kökenlerine ışık tutması açısından önem arz etmektedir. Bu çalışmada,
Anadolu ağızlarında yaşamaya devam eden küşüm sözcüğünden istifade ederek Türkiye
Türkçesinde kullanılan küs- fiilinin kökeni ile ilgili bir görüş ortaya koymaya çalıştık.
küşüm sözcüğü Türkçe Sözlük’te; küşüm “1.Kuşku, 2. Kaygı”, küşümlenme
“küşümlenmek işi”, küşümlenmek “1.Kuşkulanmak, 2. Kaygılanmak” biçimlerinde yer
almaktadır. Anadolu ağızlarında karşımıza çıkan küşüm sözcüğünün değişik birkaç bölgede
“kuşku, işkil” ve “utanma, çekinme” anlamlarında kullanıldığını Derleme Sözlüğü’nden tespit
etmekteyiz. Bu kullanımlar dışında küşüm çekmek, küşümlenmek “kaygılanmak, üzülmek veya
utanmak, sıkılmak”, küşümlü “işkilli, kuşkulu” örneklerini de tespit edilmektedir(DS, 1993:
VIII/ 3052). Ayrıca yaptığımız derlemelerde de küşümcek “çabucak ve çokça utanan”
kullanımıyla beraber zarf olarak küşümlü küşümlü dur- biçiminde bir kullanım da tespit
edilmiştir.
küs- fiiline baktığımızda Eski Türkçe döneminden itibaren kullanılıyor olduğunu
görmekteyiz. Türkçe Sözlük’te küs- “1. Darılmak, 2. Gelişememek, büyüyememek, 3. Görevini
yerine getirememek, 4. Bir madde herhangi bir sebeple istenilen niteliği yitirmek.” anlamları
verilmektedir. Ayrıca Türkçe Sözlük’te; küs “küsmüş, dargın”, küsebilme “küsebilmek işi”,
küsebilmek “küsme ihtimali veya imkânı bulunmak”, küseğen “çabuk ve sık sık küsen (kimse)”,
küskün “1.Küsmüş olan, gücenik, dargın, muğber, 2. Küstüm otu, 3. Gelişmemiş, küçük
kalmış”, küskünleşme “küskünleşmek işi”, küskünleşmek “küskün duruma gelmek”, küskünlük
“küskün olma durumu, küsü”, küslük “küs olma durumu”, küsme “küsmek işi”, küstürme
“küstürmek işi” , küstürmek “küsmesine yol açmak” sözcüklerine de yer verilmiştir.
Divanû Lügati’t- Türk’te küs- sözcüğü; “küsdi: ol andın küsdi= o, ona küstü” (DLT;
Atalay 1985: II/ 12-2) örneğiyle beraber sözcüğün, küser-, küsmek (DLT; Atalay, 1985: II/ 12-3)
kullanımları da burada ifade edilmektedir.
Clauson Sözlüğü’nde küs- fiilini “Kızgın olmak, gücenmek, somurtmak” anlamlarıyla
vermiştir (EDPC, 1972: 748). Ayrıca DLT’de geçen küsdi, küser-, küsmek kullanımlarıyla da
örneklendiren Clauson, Kutadgu Bilig’de geçen “Küsermen yigitlikke”(KB 363) örneğini
vererek “Ben gençliğe kızgınım” anlamında olabileceğini ifade eder. Ayrıca “gazaplanma,
kızgın olma” anlamında küse- ve Çağatay Türkçesinde “kahr etmek” anlamında kullanılan küsfiiline de yer verir (EDPC, 1972, s. 749).
Tuncer Gülensoy küs- fiilini “darılmak, gelişememek, büyüyememek” anlamında verir.
Ayrıca Kazak Türkçesi, Nogay Türkçesi, Karakalpak Türkçesinde küse-, Türkmen Türkçesinde
küyse- biçimleri yanında Moğolca küse- şeklini de verir. Ayrıca Anadolu Ağızlarındaki şu
126 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
124
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
kullanımlara da sözlüğünde yer verir: küseğen, kuseğen, küsek, küseyen, küşegen “sık sık, çabuk
küsen”. küseğen sözcüğünü küsegen < küs- (DLT) -egen biçiminde izah eder. Ayrıca küskün
“küsmüş olan, gücenmiş” < küs-kün, halk ağzında kullanılan küsü “kaplumbağa” < küs- ü (/-sı
/-sı+n), küssı, küssın sözcüğüyle birlikte küsül- “küsmek” < E.T., O.T. küs-(ü) l- sözcüğüne de
yer verir (Gülensoy, 2007, s. 592-593).
Doerfer, küskü “fare” sözcüğünün verirken aynı zamanda on iki havyalı takvimde yer
alan küskü yıl “sıçan yılı” kullanımına da yer vermektedir. (TMEN, 1967, s. 597).
Derleme Sözlüğü’nde “çabuk küsen çocuk” anlamında küscici, küseğen, küsegen, küsek,
küseyen, küşegen (DS 1993: VIII/ 3049) kullanımları yanında, küsü “kaplumbağa”, küsülmek
“küsmek, darılmak”, küsü tutmak “dargınlığı sürdürmek” (DS, 1993, VIII/ 3051) sözcüklerini
de tespit etmekteyiz.
Tarama Sözlüğü’nde küsü “küsme, dargınlık” (TaS, 1996, IV/ 2777), küslü/ küsülü
“dargın, gücenik, küsmüş”, küsünmek “gücenmek, darılmak” (TaS, 1996, IV/ 2778) biçiminde
kullanımları görmekteyiz.
Bulgular
küşüm sözcüğü, Derleme Sözlüğü’nde küşüm (küsüm, küşkü) 1. Kuşku, işkil. 2.
Utanma, çekinme. küşüm çekmek “kaygılanmak, üzülmek” küşümlenmek 1. Kaygılanmak,
üzülmek. 2. Utanmak, sıkılmak küşümlü “işkilli, kuşkulu” (DS, 1993, VIII/ 3052)
kullanımlarıyla beraber halk ağzından yapılan derlemelerde küşümcek: “çekingen, utangaç”
kullanımlarıyla da karşımıza çıkmaktadır.
Ahmet Caferoğlu Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü’nde kü- “muhafaza etmek, saklamak,
korumak” anlamında kullanılan bir fiile yer verir (Caferoğlu, 1968, s. 121).
Tuncer Gülensoy da sözlüğünde bu fiile kü- “saklamak, korumak” anlamıyla yer verir
(Gülensoy, 2007, s. 589).
DLT’de küzün “kendisiyle serçe kuşu, tarla sıçanı köstebek gibi şeyler avlanan sıçan
cinsinden bir hayvan” (DLT; Atalay, 1985, I/404-21) sözcüğünü tespit etmekteyiz.
Ahmet Caferoğlu Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü’nde, küskü “sıçan, fare” (Caferoğlu,
1968: 124) ve küzgü “fare” (Caferoğlu, 1968, s. 125) sözcüklerine yer verir.
Derleme Sözlüğü’ne baktığımızda, küsü < küs-ü : “Kaplumbağa” (DS, 1993, VIII/
3051) sözcüğü ile birlikte kuseğen, küsek, küseyen, küşegen, küseğen “sık sık ve çabuk küsen
kimse” (DS, 1993, VIII/ 3049) sözcüklerini de tespit etmekteyiz. Aynı zamanda küşüm ve
küsüm sözcüklerinin birbirinin yerine kullanıldığını da görmekteyiz: küşüm/ küsüm 1. “Kuşku,
işkil” (DS, 1993, VIII/ 3051).
Tartışma ve Sonuç
Eski Uygur Türkçesinde “muhafaza etmek, saklamak, korumak” anlamında kullanılan
kü- fiilinin (Caferoğlu, 1968, s. 121) varlığı, küs- ve küşüm sözcüklerinin ortak kökü
olabileceğini düşündürmektedir. DLT’de “kendisiyle serçe kuşu, tarla sıçanı köstebek gibi
şeyler avlanan sıçan cinsinden bir hayvan” anlamıyla verilen küzün (DLT; Atalay, 1985, I/40421) kullanımını da görmekteyiz. Eski Uygur Türkçesinde karşımıza çıkan “sıçan, fare” küskü
(Caferoğlu, 1968, s. 124) sözcüğü ile “fare” anlamında kullanılan küzgü (Caferoğlu, 1968, s.
125) sözcüklerinin varlığı ortak bir kökten türeme fikrimizi destekler niteliktedir. Türkçe
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O125
O K 127
Sözlük’te “1.kuşku, 2. kaygı” anlamıyla verilen küşüm sözcüğünün bu anlamı ile farenin
çekingen ve tedirgin ya da kuşkulu olmak gibi özellikleri göz önüne alındığında, bu iki
sözcüğün aynı anlamda bir kökten meydana gelmiş olabileceğini düşündürmektedir.
Derleme Sözlüğü’nde “kaplumbağa” anlamıyla karşımıza çıkan küsü (DS, 1993, VIII/
3051) sözcüğüne baktığımızda kaplumbağanın yapısı itibariyle ürkek olması, hemen saklanıyor
olması, kabuğu ile kendini dış etkilerden koruyor olması, Eski Uygur Türkçesindeki “muhafaza
etmek, saklamak, korumak” anlamını taşıyan kü- ortak kökünden meydana gelmiş olma
görüşümüzü güçlendirmektedir.
Ayrıca Anadolu ağızlarında küşüm/ küsüm sözcüklerinin “kuşku, işkil” anlamıyla
birbirlerinin yerine kullanıldıklarını da görmekteyiz (DS, 1993, VIII/ 3051).
Bu bilgiler ışığında kü- “muhafaza etmek, saklamak, korumak” (Caferoğlu, 1968, 121)
ortak kök olmak üzere;
küs- “1. Darılmak…” < kü- se-; küsü “kaplumbağa” (DS, 1993: VIII/ 3051) < küs- ü <
küs- gü < kü-se- gü; küskü “fare” (TMEN, 1967, 597) < kü-se- kü; “sık sık ve çabuk küsen
kimse”anlamıyla kullanılan küsek ve küseğen (DS, 1993, VIII/ 3049) sözcüklerinin de küsek <
kü- se- k; küseğen < kü- se- eğen < kü- se- egen biçiminde oluştuğunu düşünmekteyiz. Bu
yapıda kullanılan fiilden fiil yapan –sA eki, gör- se- t- yapısında da gördüğümüz, Eski Anadolu
Türkçesinde kullanılan ve bugün bazı Anadolu ağızlarında kullanımlarını tespit edebildiğimiz
işlek olmayan bir ektir (Ergin, 1997, s. 334).
küşüm sözcüğünün yapısına baktığımızda; küşüm “1.kuşku, 2. kaygı” sözcüğünün ve bu
sözcükten türeyen küşümcek, küşümlenmek, küşümlü gibi biçimlerin de yine kü-ortak kökünden;
küşüm< kü-ş- (ü)m; küşümcek < kü-ş- (ü)m+ cek; küşümlen- < kü-ş- (ü)m+ le- n-; küşümlü <
kü-ş- (ü)m+ lü şeklinde olduğu kanaatindeyiz.
Kaynaklar
Caferoğlu, A. (1968). Eski Uygur Türkçesi SÖZLÜĞÜ. İstanbul: Türk Dil Kurumu Yayınları.
Clauson, S. G. (1972), An etymological dictionary of pre-thirteenth century Turkish. Oxford:
Clarendon press.
DLT- Atalay, B. (1985). Divanû Lügati‟t-Türk tercümesi. C. I-IV. Ankara: Türk Tarih Kurumu
Yayınları.
Doerfer, G. (1967), Türkische und Mongolische elemente im neupresischen. Band III,
Wiesbaden.
DS- Derleme sözlüğü (1993). Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
Ergin, M. (1997), Türk dil bilgisi. İstanbul: Bayrak Yayınları.
Gülensoy, T. (2007). Türkiye Türkçesindeki Türkçe sözcüklerin köken bilgisi sözlüğü. C I-II.
Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
TaS- Tarama sözlüğü (1995). Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
Türkçe
sözlük
(2011).
Ankara:
Türk
Dil
Kurumu
Yayınları.
126
TÜRKÇEDEKİ BİRLEŞİK CÜMLE SINIFLANDIRMALARININ İNCELENMESİ
Alara KUMSAR
Öz
Bir veya birden çok heceden oluşan, belirli bir anlamı olan, cümle
kurmamıza yardımcı olan şüphesiz en önemli dil ögesi sözcüktür. Sözcükler
bir araya gelerek cümleleri oluşturur. Cümlelerin oluşmasıyla beraber ortaya
incelenmesi gereken cümle çeşitleri konusu çıkmıştır. Cümle çeşitleri
konusunun kendi içinde alt başlıkları bulunmaktadır. Bu alt başlıklarından
biri de birleşik cümledir. Birçok dil bilimcinin birleşik cümlenin tasnif
edilmesiyle ilgili çeşitli görüşleri vardır. Bu bildiride bazı dil bilimcilerin
birleşik cümle konusunu nasıl tasnif ettiği ele alınmaktadır. Gramer
kitaplarında birleşik cümlelerin sınıflandırmasında bir birliktelik
bulunmamaktadır. Birleşik cümleleri Tahsin Banguoğlu , Haydar Ediskun,
Günay Karağaç, Muharrem Ergin gibi dil bilimciler birbirlerinden farklı
gruplara ayırmaktadır. Bu farklılıklar dilimiz açısından çok önemlidir. Ayrıca
bu farklılıklar kadar birleşik cümle konusunda varılan ortak kararlar da önem
arz etmektedir. Bununla birlikte birleşik cümle konusunda geleneğe bağlı
kalan dil bilimcilerin neden geleneğe bağlı kalmış olabilecegi de
irdelenmektedir. Birleşik cümle tasnifinde diğer önemli bir konu ise
fiilimsilerdir. Dil bilimcilerin birleşik cümleye bakışları arasındaki
farklılıklara ve benzerliklere değinirken onların fiilimsi konusuna bakışı da
ayrıca ele alınmaktadır.
Anahtar Sözcükler: Cümle, birleşik cümle, cümle çeşitleri, fiilimsi,
tasnif, dil bilim.
ANALYSIS OF COMPOUND SENTENCE CONCEPTIONS IN
TURKISH
Abstract
There is no doubt, word is the most important language element that
consists of one or more syllables, has a specific meaning, helps us to make
sentences. Words come together to form sentences. With the formation of
sentences, the subject of sentence types that need to be examined has
emerged. The topic of sentence types has sub-headings within itself. One of
these subtitles is the compound sentence. Many linguists have several
opinions about the classification of the compound sentence. In this notice, we
will learn how linguists classify the compound sentence topic and we will
assimilate it better. There is no association in the classification of compound
sentences in grammar books. Linguists such as Tahsin Banguoğlu, Haydar
Ediskun, Günay Karağaç and Muharrem Ergin divided the compound
sentences into different groups. It is of great importance for our language to
illuminate how each linguist diversifies the compound sentence and what is
the difference between them. In addition, as well as differences, common
decisions about unified sentence will guide us. Nevertheless, we will examine
why our writers who adhere to tradition in compound sentence depend on
tradition. Another important issue in compound sentence classification is
verbal. While discussing the differences and similarities between linguists'
view of the compound sentence, we will also learn their view of verbal.
Keywords: Sentence, compound sentence, sentence types, verbal,
classification, linguistics.
Yüksek Lisans Öğrencisi Kocaeli Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü,
[email protected].
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 129
127
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
Dil bilimi de diğer bilim dalları gibi gelişim ve değişim içersindedir. Dil bilimin
içersinde yer alan söz dizim bölümüyle ilgili yapılan araştırmalar her gün yeni sorunları da
beraberinde getirmektedir. Cümle çeşitlerinde yapı konusu da Türkçenin problemli
konularından biridir. Bu konuyla ilgili Leyla Raupova, “ Aslında birleşik cümleyi oluşturan
ögeler arasındaki ilişki konusu 20.yüzyılın 20’li yıllarından itibaren dilbilimiyle ilgili
araştırmaların önemli konularından biri olmuş ve o günden beri bilimadamları arasında bu
alanda bilimsel tartışmalar söz konusu olmaya başlamıştır.” der. (Raupova, 2002, s. 41) Türkçe
cümlelerin yapılarına göre sınıflandırmasında Türk dili araştırmacılarının farklı fikirleri vardır.
Fakat genellikle cümlelerin yapılarına göre basit ve birleşik cümleler olarak iki ana gruba
ayrılması yaygın bir görüştür. Bunun yanı sıra birbirine sıralama veya karşılaştırma bağlaçları,
virgül ya da noktalı virgül ile bağlanan sıralı cümleler ile ancak,fakat,lakin,madem gibi
bağlaçlar ile bağlanan bağlı cümleler de söylenebilir. Leyla Karahan, “Cümlelerin yapı
bakımından sınıflandırılması konusundaki anlaşmazlık, daha çok basit ve birleşik, diğer adıyla
girişik cümle ayrımında kendisini gösterir.” der. (Karahan,1993, s. 19) Bu anlaşmazlık özellikle
fiilimsilerin bazı dil bilimciler tarafından tam bir yargı ifade etmemesi gerekçesiyle içerisinde
fiilimsi bulunan cümleleri birleşik cümle kategorisine dahil etmemelerinden kaynaklanmaktadır.
Bu durum dil bilimcilerin birleşik cümleyi sınıflandırmasına da yansımıştır.
Birleşik cümleleri Tahsin Banguoğlu, Haydar Ediskun, Günay Karağaç, Muharrem
Ergin ve Leyla Karahan birbirlerinden farklı gruplara ayırmışlardır. Muharrem Ergin birleşik
cümleyi şartlı birleşik cümle, ki’li birleşik cümle ve iç içe birleşik cümle olmak üzere üç gruba
ayırır. Günay Karağaç’ ta Muharrem Ergin gibi şartlı birleşik cümle, iç içe birleşik cümle ve
ki’li birleşik cümle olarak üç guruba ayırır. Haydar Ediksun ise ki’li bağlı cümle, şart birleşik
cümle ve girişik birleşik cümle olmak üzere gruplandırır. Tahsin Banguoğlu anlam bakımından
en derine inerek çeşitlendirmesi en geniş olan yazardır. Tahsin Banguoğlu karmaşık cümle (adfiil, sıfat-fiil, zarf-fiil), tümleme cümle (şart, ilinti, bağlam) şeklinde birleşik cümleyi
gruplandırır. Yazarların sınıflandırmalarında adlandırma ve anlamlandırma bakımından
farklılıklar olduğu gibi benzerlikler de mevcuttur. Karşılaştırmalar yaparak bu benzerlikleri ve
farklılıklar incelenmiştir. Adlandırma olarak aynı gibi gözükse de içeriği aynı olmayan farklı
bakış açılarını incelenmiştir.
Haydar Ediskun, “Birleşik cümle, içinde bir tek temel yargıyla yeteri kadar yan yargı
bulunan bir cümledir.” der (Ediskun, 1988, s. 324) ve yan yargıyı, başka bir yargıyı
tamamlayan, onu bir sonuca hazırlayan söz dizisi olarak tanımlar. Yan cümleciklerin görevleri
başlığı altında ise girişik cümlelerden söz eder. Girişik cümleyi yan cümleciğe dayandırır.
Tahsin Banguoğlu ise yargı öbekleri kısmında yarım yargıdan söz ettiğini görürüz. Tahsin
Banguoğlu’na göre yargı öbeğinde yüklem çekimli bir fiil, fakat çok zaman da bir yatık fiil
olabilir. Bunlara bitmemiş fiil yargısı deriz ve onları çeşitlerine göre adlandırırız. Bitmemiş fiil
yargıları tek başlarına tam bir yargı ifade etmezler, ancak tam bir yargı öbeği içinde yer aldıktan
sonra tam yargı niteliği kazandıkları görüşündedir. Görüldüğü üzere Haydar Ediskun yan yargı,
Tahsin Banguoğlu ise yarım yargı şeklinde bir adlandırma farkıyla aslında aynı şeyi savunarak
bu yargı tipini girişik birleşik cümlenin oluşumuna bağlamışlardır. Böylelikle Haydar
Ediskun’un girişik cümlesiyle, Tahsin Banguoğlu’nun karmaşık cümlesi denktir diyebiliriz.
Muharrem Ergin ise
“Cümlenin temel fonksiyonu hüküm ifade etmektir.” der. (Ergin, 2013, s. 398)
Dolayısıyla Tahsin Banguoğlu gibi bir yarım yargı durumu onun için söz konusu değildir.
Muharrem Ergin’e göre hüküm ifade etmeyen bitmemiş bir fiil yargısı durumu yoktur. Yargı
130 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
128
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
öbeği içinde yer alan sıfat-filleri, zarf-fiiller ve isim-fiiller onun düşüncesine göre tam yargı
niteliği kazanamazlar. Çünkü herhangi bir hüküm ifade etmezler. Bu sebeple girişik birleşik
cümleyi gruplandırmasına dahil etmemiştir.
Muharrem Ergin tasnifine iç içe birleşik cümleyi dahil eder. Fakat asıl ve yardımcı
cümleler münasebeti bakımından şartlı ve ki’li birleşik cümlelerden bir hayli farklı olduğunu ve
bu bakımından iç içe cümleyi belki tam, normal bir birleşik cümle olarak kabul etmemek
gerektiğini de sözlerine ekler. İç içe birleşik cümleyi tasnifinde bulunduran bir diğer isim ise
Günay Karaağaç’tır. Her ikisi de ana cümlenin sonda bulunduğunu belirtir. Muharrem Ergin asıl
ve yardımcı cümleler arasında anlam ilişkisi bakımından bir noksanlık veya boşluk olarak
adlandırabileceğimiz bir durum yakalamış gibi gözükmektedir. İki yargı arasında anlam ilişkisi
bakımından eksiklikler olabilir. Günay Karaağaç ise böyle bir boşluk görmez ve iç içe geçmiş
iki cümlenin arasında bütünleşme birbirinin her anlamda parçası olma durumu olduğunu
düşünmektedir. Çünkü bu konuyla alakalı şüpheli bir ifadeye yer vermez.
Beş dil bilimcinin de gruplandırmasına dahil ettiği şartlı birleşik cümleyi
irdelediğimizde de farklı bakış açıları ortaya çıkar. Şartlı birleşik cümleyi Leyla Karahan
eserinin ilk baskısında birleşik cümle başlığı adı altında inceler. Fakat eserinin daha sonraki
baskılarında bu bölümü kaldırır. –sA şart eki/ kipi kip eki olarak kabul edilmekle birlikte diğer
kip ekleri gibi müstakil bir yargı bildirmeyen şart kipinin bu özelliği dolayısıyla birleşik cümle
kurup kurmadığının üzerinde durulmalıdır. Muharrem Ergin’in girişik birleşik cümleyi
gruplandırmasına neden dahil etmediğinden bahsettiğimiz kısımda fiilimsilerde tamamlanmış
bitmiş bir yargı olmadığı için bunlarla kurulan birliklerin birleşik cümle oluşturayamacağı
düşüncesinde olduğu hususuna değinmiştik. Şartlı birleşik cümle için ise “ Şart kipi, bütün fiil
çekimlerinin aksine, hüküm ifade etmez, bitimli bir hareket göstermez.”der. (Ergin, 2013, s.
405) Öyleyse girişik birleşik cümleyi tasnifine dahil etmeyip neden şartlı birleşik cümleyi
tasnifine dahil ettiğini inceleyecek olursak şöyle der:
“Şart şekli ancak istek ve temenni ifade ettiği zaman bitimli bir hareket dolayısıyla bir
hüküm gösterir ve müstakil cümle yapabilir: dizinde ağlasam, otursana gibi.” (Ergin, 2013, s.
405) Şart cümlesinin yardımcı bir cümle olduğunu kabul etmektedir. Geleneğin etkisi de burada
mevcuttur. Başlangıçtan beri Türkçede var olması sebebiyle geleneğin etkisiyle bu birleşik
cümleyi kabul eder. Ayrıca şart kipini şart ifadesine dayandırır. Kip olması sebebiyle hüküm
ifade etmesi beklenirken tam olarak hüküm ifade edemediğini de belirtir. Kip olduğu için yapı
olarak ister zarfı bildirsin, ister zaman zarfını sonuç olarak bir kiptir düşüncesindedir. Günay
Karaağaç ise şartlı birleşik cümleyi açıklarken, şart cümlesinin tek başına yargı bildirmediğini
ifade eder. Zaten onun tasniflemesinde de yarım yargıya dayandırılan bir birleşik cümle çeşidi
yoktur. Şart cümlesini yüklemin tamamlayıcısı olarak kabul ettiği için birleşik cümle sınıfına
dahil eder. Şart cümlesinin genellikle, ana cümle yükleminin zarfı gibi görür. Zarf görevine
vurgu yapar.
Haydar Ediskun ise şart birleşik cümlesi için dilimiz en eski cümle tiplerinden biri
olduğunu ifade eder. Yani o da geleneğin etkisindedir. Bununla birlikte yan yargıyı kabul
etmesiyle şart birleşik cümleyi kabul etmesi de birbiriyle uyuşmaktadır. Tahsin Banguoğlu ise
gruplandırmasında şart birleşik cümleyi anlam bakımından ikiye ayırır: Olağan şart cümlesi ve
olmayası şart cümlesi şeklinde. Banguoğlu anlam bakımından daha ayrıntılı bir tasnif yoluna
gider. Yarım yargıyı kabul eden bir yazar olarak geleneğin de etkisiyle şartlı birleşik cümleyi
gruplandırmasına dahil etmiştir diyebiliriz.
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O129
O K 131
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
İncelediğimiz tüm yazarların tasnifine dahil ettiği ki’li birleşik cümleye değinelim.
Leyla Karahan ve ile bağlanmış cümlelere bağlı, ki ile bağlanmış cümlelere birleşik cümle
denmesinin bir çelişki olduğunu savunur. Her ikisi de bağlaç, dolayısıyla her ikisi de bağlı
cümle olmalıdır fikrindedir. Yapı bakımından böyle gibi gözükse de anlam bakımından daha
detaylı incelendiğinde farklı düşünceler ortaya çıkar. Muharrem Ergin ise ki’li birleşik cümleyi
dahil eder. Yabancı asıllı olan ve Türkçe için normal olmayan bu birleşik cümlenin Farsçadan
geçmiş bulunan kim edatıyla ve onun Türkçesi olarak eskiden kullanılan kim edatıyla yapılan
birleşik cümle olduğunu ifade eder. “Ki’nin ya iki fiili, iki cümleyi veya bir isimle bir fiili, bir
isim unsuru ile onun izahı olan cümleyi birbine bağlar.”der. (Ergin, 2013, s. 405) Burada dikkat
etmemiz gereken husus izah yani açıklama noktasıdır. Ki’den sonra gelen yardımcı cümle asıl
cümlenin açıklayıcısı konumundadır. Dolayısıyla anlam bakımından arada bir birlik durumu
vardır. “ Görüyorum ki çalışmışsın” örneğinden de anlaşılağı üzere arada bir anlam ilişkisi
birbirine bağlılık söz konusudur. Muharrem Ergin buna dikkat çeker. Ve de bir bağlaç fakat ve
ile kurulan cümlelerde bir izah durumu yoktur. İki çeşit ki’li birleşik cümle olduğunu söyler.
Haydar Ediskun ise Muharrem Ergin gibi bu cümle yapısının Türkçe olmayan bir cümle
olduğunu ve dilimizde geçmişte ki yerine kim kullanıldığını da söyler. “Aralarında anlam ilgisi
bulunan ya da sezilen basit ya da birleşik cümleler, birbirlerine bir bağlaçla bağlanıp cümleler
zinciri oluşturabilir.”der. (Ediskun, 1988, s. 334) Ki’li bağlı cümlelerde daha çok yan
cümleciğin asıl cümlenin öznesi, nesnesi, tümleci olabileceğinin belirtir. Ki’nin basit cümleleri
de bağladığını söyler. Daha çok bağlı cümleler kategorisine dahil eder ve bunu öge ortaklığına
dayandırır.
Günay Karaağaç’ta diğerleri gibi bu cümle yapısının, Türkçe’nin söz dizimine ters
olduğunu belirtir. Komşu dillerden alındığını ifade eder. Bakıldığında o da Muharrem Ergin gibi
ki’nin anlam ilişkisine dikkat çeker. Anlam açısından bir birliktelik bir izah durumunun
olduğunu bize aktarır. Türkçede bağlama zamiri olarak kullanıldığını ifade eder. Açıklayıcı bir
bağlayıcı olması ki’yi birleşik cümle kategorisine dahil eder. Tahsin Banguoğlu’da ki’li birleşik
cümleyi ki ilinti cümlesi başlığı altında inceler ve ki ilinti cümlesinin dilimizde yaygın olan
karmaşık cümlelerden bazılarını karşılamakla beraber ayrı bir berkitme işleyişine sahip
olduğunu ifade eder. Çekimli olmamasına rağmen çekimli hâllerinin olabileceğine dikkat çeker.
Anlam bakımında da ki’nin önemli bir unsur olduğunu gösterir.
Görüldüğü üzere incelediğimiz tüm yazarlar ki ile ilgili aslında yakın görüşlerdedir.
Çünkü hepsi bu konuyla alakalı geleneğe bağlı kalmışlardır. Bu durum aslında şartlı birleşik
cümle içinde geçerlidir.
Tasniflerde adlandırma ve anlamladırma bakımından bazı farklıklar bulunmaktadır. Bu
farklılıkları inceledik. Beş dil bilimci de ortak olarak gözüken başlıkların içeriklerinden
bahsettik. Farklılıklar ve benzerlikler olmakla birlikte pek çoğunun geleneğe bağlı kaldığını,
Tahsin Banguoğlu’nun anlam açısından daha detaylı bir tasnif sunduğunu görmekteyiz. Girişik
cümle bir diğer adlandırmaya göre karmaşık cümle önceden de bahsettiğimiz gibi yarım
yargı/yan yargı üzerine oturtulmuştur. Muharrem Ergin’ininde ifade ettiği fiilimsiler bitimli bir
yargı ifade etmez. Ki’li birleşik cümle de ise bir anlam ilişkisi olduğunu düşünülebilir. Bu
anlam ilişkisinden dolayı bir bağlaç olmasına karşın birleşik cümle yapısındadır diyebiliriz.
Açıklama unsurunu taşıması da önemli bir husustur. Şart birleşik cümlede ise şartın kip özelliği
vardır. Fakat tek başına bir hüküm ifade etmez. Bitmiş bir durumdan ya da devam eden bir
durumdan söz etmez. Görev olarak eskiden kullanıldığı gibi zarf-fiil görevinde kullanıldığını
132 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
130
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
düşünülebilir. Ve ki’li birleşik cümlede olduğu gibi fonksiyon olarak bir izah durumu söz
konusu olması sebebiyle asıl ve yan cümleciği birbirine anlamca bağladığını, açıkladığını;
fonksiyon ve gelenek olarak bu şekilde kabul görmesinin de etkisiyle birleşik cümle
kategorisinde olması gerektiği söylenebilir.
Kaynaklar
Banguoğlu, T. (2013). Türkçenin grameri. Ankara: TDK.
Ediskun, H. (1988). Türk dilbilgisi. İstanbul: Remzi Kitabevi.
Ergin, M. (2013). Türk dil bilgisi. İstanbul: Bayram Yayım.
Karahan, L. (2013). Türkçede söz dizimi. Ankara: Akçağ Yayınları.
Karahan, L. (1993). Türkçede birleşik cümle problemi. TDK, 5-2.
Karaağaç, G. (2012). Türkçenin dil bilgisi. Ankara: Akçağ Yayınları.
Raupobva, L. (2002). Yapısal dilbiliminde birleşik cümlelerle ilgili sorunlar, TAED, 37-50, 47.
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O131
O K 133
TARİHÎ TÜRK LEHÇELERİNDEKİ YAĠ SÖZCÜĞÜNÜN KIRGIZCADAKİ İZLERİ
Negizbek ŞABDANALİYEV
Öz
Birleşiminde stearik, oleik, palmitik asitlerle gliserin bulunan ve bunların
oranlarına göre kıvamları değişen bitkisel veya hayvansal madde için günümüzde
bazı Türk lehçelerinde yağ sözcüğü kullanılmaktadır. Bilindiği gibi bu sözcük
tarihî Türk lehçelerinde yaġ şeklinde geçmektedir. Çağdaş Kırgız Türkçesinde ise
bunun yerine may kelimesi kullanılmaktadır. Fakat yaġ sözcüğü de Kırgız
Türkçesinde tamamen kullanımdan düşmeyip, bazı kelimelerde ve deyimlerde ses
değişikliğine uğrayarak kendini korumuştur. Ancak söz konusu kelime ve
deyimlerin yapısındaki yaġ sözcüğünün anlamı halk tarafından unutulmuştur.
Tarihî Türk lehçelerinde kelimelerin yapısındaki –aġ ses kombinasyonu çağdaş
Kırgız Türkçesinde genellikle uzun ünlüye dönüşmüştür. Yaġ sözcüğündeki –aġ
ses kombinasyonu da uzun -o sesine dönüşmüş, kelime başındaki y- sesi ise, bu
ünsüz ile başlayan başka kelimelerde olduğu gibi, c- sesine dönüşmüştür.
Böylece tarihî Türk lehçelerindeki yaġ sözcüğü, Kırgız Türkçesinde coo olmuş
ve cooluk (başörtü), coogazın (lale), gibi kelimelerde, közdün coosun aluu
(İlgisini çekmek, kendine çekmek, sevimli görünmek, imrendirmek) deyiminde
korunmuştur. Bunun yanında caya (yılkının kuyruğunun sert yağlı yumuşak eti)
kelimesinde de kendini korumuştur. Bildiride bu tür kelimeler ele alınıp
etimolojik açıdan araştırılacak ve bunların yapısındaki coo, caya morfemlerinin
tarihî Türk lehçelerindeki yaġ sözcüğü ile bağlantılı olduğu ispatlanmaya
çalışılacaktır.
Anahtar Sözcükler: Yağ, coo, may, Kırgız Türkçesi, tarihî Türk lehçeleri.
TRACES OF THE WORD YAĠ İN HİSTORİCAL TURKİC LANGUAGES
İN MODERN KYRGYZ LANGUAGE
Abstract
Today, the word yaġ is used in some Turkic languages for any ester of fatty
acids that occur in living beings or in food. As known, this word is used as yaġ in
historical Turkic languages. In contemporary Kyrgyz language the word may is
used instead yaġ. However, the word yaġ did not completely fall out of use in
Kyrgyz, and preserved itself in some words and idioms by changing the form.
However, the meaning of the word yaġ in the structure of these words and
phrases has been forgotten by the Kyrgyz people. The combination of sounds -aġ
in the structure of words in historical Turkic languages has generally turned into a
long vowel in contemporary Kyrgyz language. The combination -aġ in the word
yaġ has also turned into a long -o, and the y- at the beginning of the word has
turned into the j-, as in other words starting with this consonant. Thus, the word
yaġ in historical Turkic languages became to joo in Kyrgyz language and
preserved in words jooluk (headscarf), joogazın (tulip) and in the phraseological
unit közdün joosun aluu (to attract attention, to attract, to look cute, to envy). It
also preserved itself in the word jaya (the fat soft meat of the tail of the horse). In
this article these words and phraseological unit will be etymologically
investigated and it will be tried to prove that the morphemes joo, jaya in the
structure of these words are related to the word yaġ in historical Turkic
languages.
Keywords: Yağ (fat), joo (fat), may (fat), Kyrgyz language, historical Turkic
languages.
Dr.; Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi Türkoloji Bölümü
[email protected]
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 135
132
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
Giriş
Bilindiği gibi dildeki bazı kelimeler eski şeklini ve anlamını korur. Örneğin
Köktürkçedeki at, baş gibi sözcükler çağdaş Kırgız Türkçesinde de aynı şekilde ve aynı
anlamda kullanılır. Bazı kelimeler ise ya şekil ya da anlam açısından, bazıları ise hem şekil hem
de anlam açısından değişikliğe uğrar. Meselâ tarihî Türk lehçelerindeki taġ, tebe, yürek
kelimeleri çağdaş Kırgız Türkçesinde aynı anlamda, fakat too, töö, cürök şeklinde kullanılır.
Bunların yanında bazı kelimeler yerini başka bir kelimeye bırakarak ya kullanımdan tamamen
düşer ya da başka bir kelimelerin, adlandırmaların, deyimlerin bünyesinde kendisini korur.
Bildiride tarihî Türk lehçelerindeki yaġ sözcüğünün çağdaş Kırgız Türkçesindeki izleri üzerinde
durulacaktır.
Tarihî ve Çağdaş Türk Lehçelerinde Yaġ Sözcüğü
Yaġ sözcüğünün Köktürk döneminde kullanıldığına dair bir kayıt yoktur. Bu dönemden
kalma eserlerde kullanılan söz varlığı üzerine yapılan Köktürk ve Ötüken Uygur Kağanlığı
Yazıtları (Söz Varlığı İncelemesi) adlı çalışmada da yaġ sözcüğü verilmemiştir (User, 2009, ss.
517-548). Eski Uygurca metinlerinde ise yaġ kelimesi “yağ” anlamında kullanılmıştır
(Caferoğlu, 2011, s. 279). Divanü Lûgat’it-Türk’te yaġ kelimesi iç yağı anlamında kullanılmıştır
(DLT, I, s. 725). Söz konusu kelime Mahmud Kaşgari’nin sözlüğünde birçok yerde geçer.
Örneğin er yaġ sızġurdı “adam yağ eritti” (DLT, II, s. 188). Divanü Lûgat’it-Türk’te yaġ
kelimesinin yer aldığı atasözünü de görmek mümkündür: Yalksa yeme yaġ edhgü, köyse yeme
kün edhgü “bıksa yine yağ iyi, yaksa yine gün iyi” (DLT, III, s. 435). Bunun dışında Divan’da
neft için kara yaġ birleşik kelimesinin kullanıldığını görmek mümkündür (DLT, III, s. 222).
Mahmud Kaşgari’nin verdiği bilgilere göre Kıpçak ve Oğuzlardan başka Türkler bal için arı
yaġı “arı yağı” derlerdi (DLT, III, s. 156). Görüldüğü gibi yaġ sözcüğü Karahanlılar döneminde
oldukça aktif bir şekilde kullanılmış, atasözü ve birleşik kelimelerin oluşumunda da yer almıştır.
Tarihî Türk lehçelerinden Çağatay Türkçesi ile yazılmış metinlere gelinecek olursa bu dönemde
eski Uygur Türkçesinden beri kullanılagelen yaġ sözcüğünün yanında aynı anlamı ifade etmek
için may kelimesi de kullanılmaya başlamıştır. Bu dönemde yaġ sözcüğüne yapım ekinin
eklenmesiyle yeni kelimelerin yapıldığını görmek mümkündür. Örneğin günümüz Kırgız
Türkçesinde kullanılan cooluk kelimesi Çağatayca metinlerde yaġlıq (yaġ+lıq) şeklinde ve “bez
parçası, mendil, baş örtü” anlamlarında kullanılmıştır (LÇTO, 1298, s. 295b; Teres, 2009, s.
144). Çağdaş Türk lehçelerine gelirsek yaġ sözcüğü bunların çoğunda aynı veya buna yakın
şekilde aynı anlamda kullanılmaktadır. Örneğin Türkiye, Özbek, Türkmen, Azerbaycan
Türkçelerinde yağ kelimesi kullanılırken, Kırgız, Tatar, Başkurt Türkçelerinde may kelimesi,
Kazak ve Uygur Türkçelerinde ise her ikisi de kullanılmaktadır (KTLS, 1991, ss. 954-955).
Görüldüğü gibi may kelimesi Çağataycada aktif kullanılmış ve günümüzde de zamanında
Çağataycanın hakim olduğu coğrafyalarda yaşayan halklarda kullanılmaktadır. Böylece yazılı
eserlerimizin verilerine dayanılarak yağ dediğimiz birleşiminde stearik, oleik, palmitik asitlerle
gliserin bulunan ve bunların oranlarına göre kıvamları değişen bitkisel veya hayvansal madde1
için eski Uygurcada ve Karahanlıcada yaġ kelimesi kullanılmış ise Çağataycada bunun yanında
may kelimesi de kullanılmaya başlamış ve bu coğrafyalarda zamanla may sözcüğü yaġ
sözcüğüne nazaran daha aktif bir şekilde kullanılmaya başlamış denilebilir. Günümüz Türk
lehçelerinden orta Türkçe döneminde Orta Asya topraklarından göç eden Oğuz boylarının
nesillerinden olan Anadolu Türklerinin, Azerbaycanların ve Türkmenlerin lehçelerinde yağ
1
Yağ sözcüğünün tanımı Türk Dil Kurumu’nun sitesinden alınmıştır: https://sozluk.gov.tr/
136 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
133
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
sözcüğünün hâlâ aktif bir şekilde kullanılması ve may sözcüğünün bulunmaması ve de
zamanında Çağatay Türkçesinin konuşulduğu topraklarda yaşayan bugünkü Kazakların,
Kırgızların, Tatarların lehçelerinde may kelimesinin aktif bir şekilde kullanılması bunu ispatlar.
Ayrıca yaġ kelimesi Kırgızlarda aktif kullanımdan tamamen düşmüş fakat bazı kelime,
deyimlerde kendini korumuştur.
Yaġ Sözcüğünün Kırgız Türkçesindeki İzleri
Çağdaş Kırgız Türkçesinde yaġ kelimesinin yerine may sözcüğü kullanılmaktadır.
Fakat yaġ sözcüğü de Kırgız Türkçesinde tamamen kullanımdan düşmeyip, bazı kelimelerde ve
deyimlerde ses değişikliğine uğrayarak kendini korumuştur. Ancak söz konusu kelime ve
deyimlerin yapısındaki yaġ sözcüğünün anlamı halk tarafından unutulmuştur. Tarihî Türk
lehçelerinde kelimelerin yapısındaki –aġ ses kombinasyonu çağdaş Kırgız Türkçesinde
genellikle uzun ünlüye dönüşmüştür. Yaġ sözcüğündeki –aġ ses kombinasyonu da uzun -o
sesine dönüşmüş, kelime başındaki y- sesi ise, bu ünsüz ile başlayan başka kelimelerde olduğu
gibi, c- sesine dönüşmüştür. Böylece tarihî Türk lehçelerindeki yaġ sözcüğü, Kırgız
Türkçesinde coo olmuş ve cooluk (başörtü), coogazın (lale) gibi kelimelerde, közdün coosun
aluu (gözü kamaştırmak) deyiminde korunmuştur. Bunun dışında yaġ sözcüğü Kırgız
Türkçesinde caya kelimesinde de korunmuştur. Bu kelime ve deyimleri detaylı bir şekilde
inceleyerek aşağıdaki sonuçları elde etmek mümkündür:
Cooluk Kelimesi
Eski Uygurcadan beri kullanılagelen yaġ sözcüğünün başındaki y- sesi c- sesine
dönüşmüştür ki bu durum Kırgız Türkçesinin belirgin özelliklerinden birisidir. Kelime başı ysesinden sonraki -aġ ses kombinasyonu ise -oo uzun ünlüsüne dönüşmüştür ki bu da çağdaş
Kırgız Türkçesine has özelliklerdendir. Kırgızcadaki uzun ünlülerin büyük çoğunluğu ikincil
uzun ünlülerdir ve belli bir ünsüzlerin düşmesi ile bunların yanındaki ünlülerin uzaması yoluyla
ortaya çıkmıştır. Böylece yaġ sözcüğü Kırgızcada coo şeklini almıştır. Böylece Çağatay
Türkçesinde “bez parçası, mendil, baş örtü” anlamlarında kullanılan yaġlıq kelimesi Kırgız
Türkçesinde cooluk şeklini almış ve anlam daralmasına uğrayarak daha çok “baş örtü” anlamını
vermeye başlamıştır. Bu kelimenin ilk anlamı “yağı veya yağlı nesnenin üzerini silmek için
kullanılan bir bez parçası” olduğunu tahmin etmek mümkündür. Çünkü yemek yenildikten
sonra sofranın üstü yağlı olur ve bunun üstü bez ile silinir. Günümüz Kırgız Türkçesinde yemek
sırasında ve sonrasında elleri ve ağzı silmek için, yemekten sonra da sofrayı temizlemek için
kullanılan bez parçası için maylık kelimesinin kullanılması bu fikri destekler. Sonradan yaġlıq
kelimesi mendil için kullanılmaya başlamış olmalıdır, çünkü mendil de elleri silmek için
kullanılır. Sonra ise mendillerin bezden yapılması, dörtgen şeklinde olması ve nakışlı olması
bakımından baş örtü ile aynı özelliklere sahip olduğu için yaġlık kelimesi baş örtü anlamında da
kullanılmaya başlamış olmalıdır. Böylece Kırgız Türkçesindeki cooluk kelimesi tarihî Türk
lehçelerindeki yaġ kelimesi ile aynı köktendir.
Coogazın Kelimesi
Coogazın kelimesi Kırgız Türkçesinde “lale” anlamında kullanılır (KTSb, 2017, s.
627). Bu kelimenin ilk hecesindeki coo da muhtemelen cooluk kelimesinde gerçekleşen ses
olaylarından sonra ortaya çıkmış yaġ sözcüğünün değişmiş şeklidir. Fakat cooluk sözcüğündeki
coo’dan farklı olarak coogazın sözcüğünde uzun ünlünün yanında –g- sesi de korunmuştur.
Çünkü Türk lehçelerinin özelliklerinden birisi iki ünlünün yan yana gelmemesidir. Kelimenin
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O134
O K 137
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
devamındaki -azın ise “yiyecek, gıda maddesi” anlamındaki azık kelimesinin değişmiş şekli
olmalıdır. Bunu coogazının kökünün yenilmesi de ispatlar. Ceembay Mukambayev coogazın
kelimesini açıklarken verdiği örnekte coogazının kökünün yenildiği ileri sürer: Coogazındın
tüwün ceyt “Coogazının (Lalenin) kökünü yerler” (KTDS, 2009, s. 404). Demek bu çiçeğin
kökü gıda maddesi yani yiyecek olarak kullanılmıştır ki Kırgızlarda yiyeceklere azık denir
(KTS, 2010, s. 39). Böylece coogazın kelimesindeki coo(g) da tarihî Türk lehçelerindeki yaġ ile
aynı köktendir denilebilir.
Caya Kelimesi2
Caya kelimesi “yılkının kuyruğunun sert yağlı yumuşak eti” anlamında kullanılır ve
daha çok destanlarda geçer (KTS, 2010, s. 440). Destanlar ise bilindiği gibi halk tarafından
anlamı unutulmuş eski kelimeleri koruma özelliğine sahiptir. Bu kelimenin de yaġ sözcüğü ile
bir yerden geldiğini kabul edersek o zaman yaġ kelimesindeki -ġ sesinin -y sesine dönüştüğünü
görürüz ki kelime içi ve sonunda -ġ sesinin -y sesine dönüştüğüne dair çağdaş ve tarihî Türk
lehçelerinde oldukça çok örnek vardır (Karaağaç, 2015, s. 175, 177). Görüldüğü gibi caya
kelimesi de hem şekil hem de anlam açısından tarihî Türk lehçelerindeki yaġ sözcüğü ile
doğrudan ilişkilidir.
Közdün Coosun Aluu Deyimi
Yukarıda incelediğimiz kelimelerin dışında yaġ sözcüğü közdün coosun aluu
deyiminde de kendini korumuştur. Bu deyim Kırgız Türkçesinde “İlgisini çekmek, kendine
çekmek, sevimli görünmek, imrendirmek” anlamlarında kullanılır (KTFS, 2001, s. 284). Bu
deyimde yer alan coosun kelimesi 3. şahıs iyelik eki –su ve 3. şahıs iyelik ekinden sonra gelen
yükleme hâli eki –n çekim eklerini almış coo kelimesidir. Bu deyimdeki coo kelimesi de “yağ”
anlamındadır (Useev, 2010, ss. 84-85). Kırgız Türkçesinde bu deyime şekil ve kısmen de anlam
açısından yakınlık gösteren köz mayı tügönüü/közdün mayı ketüü deyimleri de vardır ve
“gözün yorulması” anlamında kullanılır (KTFS, 2001, ss. 287-288). Bu iki deyimin şekil
açısından benzerliği hemen göze çarpar – ikisinde de göz anlamındaki köz kelimesi ve
“bitmek/bitirmek, tükenmek/tüketmek” anlamındaki aluu, tügönüü, ketüü kelimeleri kullanılır.
Analam benzerliğine gelinecek olursa ilkinde “güzel görünmek”, öbüründe de “gözü yormak”
anlamı vardır. İki deyimin anlamlarını ilişkilendirecek olursak – insan güzel bir yere veya
nesneye uzağa dikildiğinde gözleri yorulur (Useev, 2010, ss. 84-85). Demek her iki deyimde de
göz yağının tükenmesi söz konusudur. Anatomi açısından baktığımızda da insanın gözleri hep
nemlidir ve güzel (aşırı renkli, çok kontrastlı) nesneye uzağa bakıldığında gözün nemlilik
düzeyi düşer. Böylesi bir durumda da gözlerin yorulması söz konusudur. Böylece anlam
açısından birbiriyle ilişkili iki deyimin birisinde coo öbüründe de may sözcüklerinin
kullanılması, güzel nesneye uzağa bakıldığında gözlerin yorulması deyimdeki coo sözcüğün
tarihî Türk lehçelerindeki yaġ sözcüğü ile aynı kökten olduğu görüşünü ispatlar.
Sonuç
Birleşiminde stearik, oleik, palmitik asitlerle gliserin bulunan ve bunların oranlarına
göre kıvamları değişen bitkisel veya hayvansal madde için günümüzde bazı Türk lehçelerinde
yağ sözcüğü kullanılmaktadır. Bu sözcük tarihî Türk lehçelerinde yaġ şeklinde geçmektedir.
Çağdaş Kırgız Türkçesinde ise bunun yerine may kelimesi kullanılmaktadır. Fakat yaġ sözcüğü
Bu kelimenin yaġ sözcüğü ile ilgili olabileceğini konuşma sırasında Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi
Türkoloji Bölümü öğretim elemenlarından sayın Dr. Mirzat Rakimbek Uulu ileri sürmüştür.
2
138 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
135
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
de Kırgız Türkçesinde tamamen kullanımdan düşmeyip, bazı kelimelerde ve deyimlerde ses
değişikliğine uğrayarak kendini korumuştur. Ancak söz konusu kelime ve deyimlerin
yapısındaki yaġ sözcüğünün anlamı halk tarafından unutulmuştur. Yaġ sözcüğündeki –aġ ses
kombinasyonu uzun -o sesine dönüşmüş, kelime başındaki y- sesi ise, bu ünsüz ile başlayan
başka kelimelerde olduğu gibi, c- sesine dönüşmüştür. Böylece tarihî Türk lehçelerindeki yaġ
sözcüğü, Kırgız Türkçesinde coo olmuş ve cooluk (başörtü), coogazın (lale) gibi kelimelerde,
közdün coosun aluu (İlgisini çekmek, kendine çekmek, sevimli görünmek, imrendirmek)
deyiminde korunmuştur. Bunun yanında yaġ kelimesi caya (yılkının kuyruğunun sert yağlı
yumuşak eti) sözcüğünde de kendini korumuştur.
Kısaltmalar
KTDS: Mukambayev, C. (2009). Kırgız Tilinin Dialektologiyalık Sözdügü. Bişkek.
KTFS: Osmonova, C., Konkobayev, K., Caparov, Ş. (2001). Kırgız Tilinin Frazeologiyalık
Sözdügü. Bişkek: KTMÜ Yayınları.
KTS: Akmataliyev, A. (Editör) (2010). Kırgız Tilinin Sözdügü. Bişkek: Avrasyapress.
KTSb: Arıkoğlu, E., Alimova, C., Askarova, R., Selçuk, B. K. (2017). Kırgızca-Türkçe Sözlük.
Bişkek: KTMÜ Yayınları.
LÇTO: Şeyh Süleyman Efendi Buhari. (1298). Lugat-i Çağatay ve Türkî-i Osmanî. İstanbul.
Kaynaklar
Akmataliyev, A. (Editör) (2010). Kırgız Tilinin Sözdügü. Bişkek: Avrasyapress.
Arıkoğlu, E., Alimova, C., Askarova, R., Selçuk, B. K. (2017). Kırgızca-Türkçe Sözlük. Bişkek:
KTMÜ Yayınları.
Caferoğlu, A. (2011). Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü. Ankara: TDK Yayınları.
Ercilasun, A. B. (Komisyon Başkanı), (1991). Karşılaştırmalı Türk Lehçeleri Sözlüğü I. Ankara:
Kültür Bakanlığı Yayınları.
Karaağaç, G. (2015). Türkçenin Ses Bilgisi. İstanbul: Kesit Yayınları.
Kâşgarlı, Mahmud (2006). Dîvânü Lugati’t-Türk, I., II. ve III. ciltler, (çev. Besim Atalay),
Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
Mukambayev, C. (2009). Kırgız Tilinin Dialektologiyalık Sözdügü. Bişkek.
Osmonova, C., Konkobayev, K., Caparov, Ş. (2001). Kırgız Tilinin Frazeologiyalık Sözdügü.
Bişkek: KTMÜ Yayınları.
Şeyh Süleyman Efendi Buhari. (1298). Lugat-i Çağatay ve Türkî-i Osmanî. İstanbul.
Teres, E. (2009). Çağataycada Söz Yapımı. Yayımlanmamış Doktora Tezi, İstanbul: Yıldız
Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Useev, N. (2010). Söz Sırları. Bişkek: Avrasyapress.
User, H. Ş. (2009). Köktürk ve Ötüken Uygur Kağanlığı Yazıtları (Söz Varlığı İncelemesi).
Konya: Kömen Yayınları.
https://sozluk.gov.tr/ Erişim tarihi: 30.09.2020
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O136
O K 139
TOFA TÜRKÇESİ SÖZ VARLIĞINDA GEYİK
Osman KILIÇ
Öz
Bir dilin söz varlığı o dilin konuşurlarının içinde bulunduğu yaşam
koşullarına ve coğrafyaya göre şekillenmektedir. Söz varlığının en temel
ögelerinden biri de insanların doğayı paylaştıkları hayvanların adlarıdır. Her
dilde o dilin konuşulduğu bölgede sayıca daha çok olan ve daha yaygın
bulunan, insanların yaşamında önemli bir yer edinen hayvanlarla ilgili söz
varlığı diğer dillerdeki o hayvanla ilgili söz varlığına göre daha çok
olabilmektedir.
Bu çalışmada tarihin en eski dönemlerinden beri Türk edebiyatında,
inanışlarında ve kültüründe özel bir yeri olan geyiğin Tofa Türkçesi söz
varlığındaki yeri incelenmiştir. 1930'lara kadar avcı-göçebe bir yaşam süren,
Karagas adıyla da bilinen Tofa Türkleri günümüzde Güney Sibirya'da
varlıklarını sürdürmeye çalışmaktadır. Türkiye Türkolojisinde üzerine az
çalışma yapılan, dilleri yok olma tehlikesi altında bulunan Tofa Türklerinin
zengin bir hayvan söz varlığı bulunmaktadır. Tofa Türkleri; birçok Sibirya
topluluğu gibi geyikleri evcilleştirmiş, diğer göçebe Türk topluluklarının ata
yükledikleri birçok işlevi geyiğe yüklemişlerdir. Geyikleri hem binek
hayvanı hem de bir besin kaynağı olarak kullanmışlardır. Bu nedenle diğer
Türk topluluklarına göre geyiğin Tofa Türklerinde daha özel bir yeri vardır.
Bu özel yerden dolayı Tofa Türkçesinde geyik türleri, geyiğin yaşları,
işlevleri ve geyikle ilgili alet adlarından geyiklere özel ünlemlere kadar
geyikle ilgili birçok adlandırma bulunmaktadır.
Çalışmada V. İ. Rassadin tarafından hazırlanan Tofalarsko-Russkiy i
Russko-Tofalarskiy Slovar 2005 (Tofaca- Rusça ve Rusça- Tofaca Sözlük
2005) adlı sözlük taranmış, bu tarama sonucunda Tofa Türkçesinde
geyiklerle ilgili elli altı sözcük tespit edilmiştir. Tespit edilen sözcükler,
geyiklerin işlevleri de göz önünde bulundurularak açıklanmış, sözcüklerin
varsa tarihi ve çağdaş Türk lehçelerindeki ortaklıkları ayrıca ek bilgi olarak
sunulmuştur. Bu çalışmayla hem dilleri yok olma tehlikesi altında olan Tofa
Türklerine dikkat çekilmek istenmiş hem de Türk dilinin söz varlığı
çalışmalarına katkı sunmak amaçlanmıştır.
Anahtar Sözcükler: Tofa Türkçesi, Türkiye Türkçesi, Söz Varlığı,
Geyik, Türk Lehçeleri.
TOFA TURKISH WORD IN THE PRESENCE OF DEER
Abstract
The verbal existence of a language is shaped according to the living
conditions and geography of the speakers of that language. One of the most
basic elements of the word existence is the names of animals with which
humans share nature. The presence of words related to animals, which are
more numerous and more common in the region where that language is
spoken, and which take an important place in people's lives, may be more
likely than the presence of words related to that animal in other languages. In
this study, the place of the deer, which has a special place in Turkish
Yüksek Lisans Öğrencisi; Osmaniye Korkut Ata Üniversitesi, Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı,
[email protected].
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 141
137
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
literature, beliefs and culture since the earliest periods of history, in the
presence of Tofa Turkish words was examined. The Tofa Turks, also known
as Karagas, who lived a hunter-nomadic life until the 1930s, are trying to
maintain their presence in southern Siberia today. The Tofa Turks, whose
languages are in danger of extinction, have a rich animal word presence, with
little work being done on Turkology in Turkey. The Tofa Turks, like many
Siberian communities, domesticated deer and installed many of the functions
that other nomadic Turkic communities had assigned to deer. They used deer
as both a passenger animal and as a food source. Therefore, deer have a more
special place in Tofa Turks than other Turkish communities. Because of this
special place, there are many nomenclature related to deer in Tofa Turkish,
from deer species, deer ages, functions, and tool names related to deer to Elk
specific exclamations.In the Study V. I. Russian-Russian dictionary of
tofalarsko-Russkiy I Russko - Tofalarskiy Slovar 2005 (Tofaca - Russian and
Russian-Tofaca Dictionary 2005) prepared by Rassadin was scanned, as a
result of this scan found fifty words related to deer in Tofa Turkish. The
words identified were explained by taking into account the functions of the
deer, and the commonalities of the words in historical and contemporary
Turkish dialects, if any, were presented as additional information. The aim of
this study was to draw attention to the Tofa Turks, whose languages are in
danger of extinction, and to contribute to the study of the vocabulary of the
Turkish language.
Keywords: Tofa Turkish, Turkey Turkish, The Presence Of Words, Deer,
Turkish Dialects.
Giriş
Geçmişten günümüze insan yaşamında hayvanların çok özel bir yeri olmuştur. Her
insan topluluğu yaşadığı coğrafyada bulunan hayvanlardan bir şekilde yararlanmıştır. İnsan;
hayvanın gücünden, etinden ve derisinden yararlandığı gibi hayvanları kendi kültürel
özelliklerine de dahil etmiştir. Bazı hayvanlar ise toplumların yaşamında ve kültüründe daha
önemli bir yer edinmiştir. Kültürün yansıtıcısı ve taşıyıcısı dil kabul edildiğinden insan yaşamını
etkileyen hayvan adlarının da dilin söz varlığında özel bir yeri vardır. Dil, insanların içinde
yaşadığı çevrenin özelliklerine göre şekillenir ve çevrenin özelliklerini yansıtır. Bir milletin
yaşamı ve kültürü, o milletin söz varlığında saklıdır. Söz varlığı o milletin yaşamında hangi
varlıkların önemli bir yer edindiği hakkında bizlere ipucu verir.
Bu çalışmada tarihin en eski dönemlerinden beri Türk edebiyatında, inanışlarında ve
kültüründe özel bir yeri olan geyiğin Tofa Türkçesi söz varlığındaki yeri incelenmiştir. En eski
yazılı ve tarihi kaynaklarımızda da yer edinmiş olan geyik; mezar taşlarından kaya resimlerine,
destanlardan çağdaş romanlara, halı desenlerinden seçkin kimselerin kıyafetlerine kadar Türk
dünyasının her yerinde kullanılan bir simge ve motiftir. 1
"Türk boyları arasında geyik; dişiliğin, analığın, bolluğun, bereketin; doğurganlığın;
güzelliğin, çekiciliğin, sevecenliğin, masumiyetin ve "katun"un sembolü olarak
kullanılmaktadır" (Alyılmaz, 2016, s. 343).
Tofa Türkleri, Güney Sibirya bölgesinde doğayla iç içe bir yaşam süren, geçimlerini
1930'lara kadar geyik yetiştiriciliği ve avcılıkla sağlayan, geleneksel yaşam özelliklerinin etkin
olduğu bir Türk topluluğudur.
1
Ayrıca bk. Alyılmaz , C. (2016). "Gobu"stan'ın Gizemi ("Kıpçaklar"a Giden Yol). Ankara: Bitlis Eren Üniversitesi
Yayınları.
142 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
138
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
Tofa Türkleri, 45-53 kuzey enlemlerinde ve 98 doğu boylamında Rusya
Federasyonu’nun İrkutsk oblastında (idari bölgesinde) Nijneudinsk rayonuna (ilçesine) bağlı
Alıgcer, Nerha (Tof. Nirsa) ve Yukarı Gutara köylerinde toplu olarak yaşamaktadırlar. 2010
nüfus sayımına göre Tofaların Rusya Federasyonu’ndaki toplam nüfusu sadece 762’dir. Köyde
yaşayanların sayısı 664, şehirlerde yaşayanların sayısı ise 98’dir (Ilgın, 2012, s. 104).
"Tofalar 1930 yılına kadar ‘Karagaslar ‘olarak anılmışlardır. Bu tarihten itibaren Sovyet
idaresince kendilerine ‘Tofa/Tofalar’ biçiminde yeni bir etnik ad verilmiştir. Tofaların kendi
adlandırmaları ise To'fa, Tu'fa ve Tı'fa biçiminde kaydedilmiştir (alıntılayan Ilgın, 2012);
(aktaran Rassadin, 2002, s. 183)."
Tofalar, yaşam sürdükleri zor coğrafyada birçok Türk topluluğunun ata yükledikleri
işlevi geyiğe yüklemişlerdir. Tofa Türkleri, geyiği evcilleştirerek onu hem bir binek aracı hem
de besin kaynağı olarak kullanmışlardır. Bu nedenle Tofa Türklerinin yaşamında geyiğin önemli
bir yeri vardır. Bu durum Tofa Türkçesi söz varlığında geyikle ilgili zengin bir kavram alanı
oluşturmaktadır. Bu çalışmada Tofa Türkçesindeki geyikle ilgili söz varlığı, tarihi ve çağdaş
Türk lehçelerindeki ortaklıklarla tespit edilmeye çalışılmıştır. Çalışmada Valentin İvanoviç
Rassadin tarafından hazırlanan Tofalarsko-Russkiy i Russko-Tofalarskiy Slovar 2005 (TofacaRusça ve Rusça- Tofaca Sözlük, 2005) adlı sözlük taranmış, bu tarama sonucunda Tofa
Türkçesinde geyiklerle ilgili elli altı sözcük tespit edilmiştir. Söz konusu sözcükler şu şekilde
sıralanmış ve sınıflandırılmıştır:
1. Geyik Tür ve Cinsiyet Adları
Birçok tarihi ve çağdaş Türk lehçesinde geyik sözcüğü farklı ses özellikleriyle yaygın
bir şekilde kullanılmaktadır.2 Tofa Türkçesinde ise birçok Türk lehçesinden farklı olarak geyik
sözcüğü için "ibi" ifadesi kullanılmaktadır.
ibi (иби): Evcil kuzey geyiği, geyik türünün genel adı.
aŋ ( а ң) : 1) Yabani hayvan 2) Mançurya vapiti; 3) Yabani, vahşi.
Bu sözcük Başkurt Türkçesinde añ şeklinde olup “av hayvanı, geyik” anlamlarındadır.
aq-aŋ (ақ-aң): Y a b a n i k u z e y g e y i ğ i .
asqır (асқыр): Erkek Si birya mi sk geyi ği .
bu:r (буур): Er kek sı ğın geyi ği , taç boynuzl u geyi k.
çarı (чары): 1) Yük geyiği; 2) Evcil kuzey geyiği.
çölögö (чөлөгө): Yetişkin Mançurya vapiti.
elịk (элiк): Dişi karaca.
"Irk Bitig’de “kanlık süsi avka ünmiş sagır içre elik keyik kirmiş eligin tutmış kara
kamag süsi ögirer tir (Tekin, 2004, s. 63) Hanın ordusu ava çıkmış. Avlak içine bir erkek karaca
girmiş. (Onu) elleri ile tutmuşlar. (Hanın) bütün sıradan askerleri seviniyor, der.” örneğiyle yer
alan elik, Eski Uygurca metinlerde yaygın bir kullanıma sahip değildir (Tokyürek, 2013, s.
248)."
2
Ayrıntılı bilgi için bk. Kirişçioğlu, 2013, s. 196-203.
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O139
O K 143
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
"elik: (1) “geyik, ceylan, karaca”, bk. ilik, [Kar.T.] AH 456; [Kıp.T.] Kİ 21; [Çağ.Leh.]
UTİL ėlik, VI-124; (2) “dağ keçisi, yaban keçisi”, [Kar.T.] KB 79; “yabani, ehli olmayan”,
[ET.] IB 97; “erkek ceylan”, [ET.] IB Tekin 63; (Gezer, 2019, s. 354)."
e'şki (эъшкi): Yetişkin dişi Sibirya misk geyiği.
hülbüs (Һүлбүс): Erkek karaca.
i n i ğ ( и н iғ ) : D iş i s ı ğ ı n .
i ŋ gen ( и ңг е н) : Evcil dişi geyik.
mıyğak (мыйғак): Dişi geyik, maral.
"Eski Uygurcada muygak kelimesi, günahkâr canlılar için kullanılabileceği gibi erdemli
canlılar için de kullanılır (Tokyürek, 2013 s. 250)."
Tuva Türkçesinde "mıygak: dişi geyik, maral " anlamlarındadır.
sarıq-aŋ (сарығ-аң): Mançurya geyiği, vapiti.
sı:n (сыын): Doğu Asya'ya özgü geyik türü, Mançurya vapiti, maral.
Tarihi ve çağdaş Türk lehçelerinin bir çoğunda görülen bu sözcük, Türk dilinin yazılı
metinlerinde ilk olarak Bilge Kağan Yazıtı'nın batı yüzünde "Tağda sığun etser, a[nça(?)]"
biçiminde geçmektedir.
"sıgun sözü, Eski Uygurcada günahkâr canlıların cehennem hayat şeklinde doğdukları
zaman aldıkları vücutları ifade eder. (Tokyürek, 2013, s. 250)"
Bu sözcük Karahanlı Türkçesi dönemi eserlerinden Kutadgu Bilig'de "elik külmiz oynar
çéçekler öze, sığun muyğak ağnar yorır tép keze (beyit 79)" biçiminde kullanılmıştır.
Eski Oğuz Türkçesinde ise bu sözcük sıgın (zool.) Yabani sığır, geyik.(EATS/s.597)
sığın (zool.) Alageyik. (EATS/s.598) anlamlarıyla verilmiştir (Özden, 2020, s. 60).
Tofalara komşu Türk topluluklarından Tuva Türkçesinde "sıın: geyik, maral"
anlamlarında kullanılmaktadır. Kırım Tatar Türkçesinde (ağızlarda) suġun geyik anlamındadır.
Kazak Türkçesinde suwın “geyikler ailesine giren iri hayvan” biçimindedir.
şubaraş (шубараш): Dişi Sibirya misk geyiği.
to:rğu (тоорғу): Dişi Sibirya misk geyiği.
töŋkür (төңкүр): Yabani kuzey geyiği.
uluğ aŋ (улуғ-аң): Mus, sığın geyiği.
2) Geyiklerin Yaşlarıyla İlgili Adlandırmalar
anay ( анай) : Geyi k ya vr us u, bu zağı .
a'nhay (аънҺай): Yavru geyi k, buzağı.
anya:day (аняадай): Geç doğan geyi k yavrusu, en küçük geyi k yavrusu.
ba'şta:nay (баъштаанай): Erken doğan geyi k yavrusu.
d a s p a n ( д а с п а н ) : İki yaşındaki evcil geyik.
hoqqaş, ho:nay, hoonhay (Һоонай): Bir yaşındaki evcil kuzey geyiği.
144 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
140
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
munducak (мундуҷақ): İki yaşında evcil geyik yavrusu.
q u : d a y ( қ уудай): 2-3 yaşındaki evcil kuzey geyiği.
sara:daq (сараадақ): Bir yaşındaki Mançurya geyiği.
Bu sözcük Tuva Türkçesinde saradak biçiminde olup bir yaşındaki geyik anlamında
kullanılmaktadır.
şubar o:l (шубар-оол): Yavru Sibirya misk geyiği.
ta'rhış (таърҺыш): Bir yaşını doldurmamış geyik yavrusu.
toş (тош): Bir yaşındaki Mançurya vapiti veya sığın yavrusu.
3) Geyiklerin Vücutlarıyla İlgili Adlandırmalar
çoğdur (чоғдур): Geyiğin boyun altı tüyü.
sa'lhıq (саълҺьıқ) Geyiğin uzun dişi.
4) Geyiklerle İlgili Alet Adları
bağ (бағ): 1) kemer; 2) deri ip; 3) g e y i k y u l a r ı .
b a ' ş b a : ( баъ ш ба а) : B aş ba ğı , g e y i k y u l a r ı .
çedeğ (чедэғ): Geyikleri bağlamak için kullanılan ip.
huruq (Һуруқ): Çengel (at ve geyik yakalamaya yarayan uzun alet)
möŋgüy (мөңгүй): Geyik üzengisi.
murğu (мурғу): Geyikleri çağırmak için kullanılan düdük.
salbaq (салбақ): Uzun sırık (geyik bağlamaya yarayan alet).
tanığ (танығ): Geyikler için kullanılan işaret, damga.
5) Geyiklerle İlgili Diğer Sözcükler
çadağ (чадағ): 1. geyiksiz; 2. yaya.
Yaya ve geyiksiz gitme anlamında kullanılan çadağ sözcüğü burada dikkat çekmektedir.
Yaya sözcüğünün karşılıklarından biri olarak kullanılan bu sözcük, geyiğin Tofaların
yaşamlarındaki yerini göstermesi bakımından önemlidir.
ça'tır (чаътыр): 1) geyik ağılı; 2) ayı ini.
çe'kpele- (чеъкпеле- ): 1) mantar topla-; 2) geyikleri otlat- (mantar yemeleri)
çe'kpelịk (чеъкпелiк): Ağustos (geyiklerin yayıldığı ay anlamında)
çoruğa (чоруға): Hızlı (at veya geyik)
emdịk (эмдiк): Yabani
e'ter-çarı (эътэр-чары): Geyik yetiştiricisi.
ibilerşị (ибилершi ): Geyi k yet i ş t i ri ci si .
ha:t ha:t (Һаать—Һаать): B i r t ü r ü n l e m ( o t l a kt a ge yi kl e r i ya ya r ke n
ç ı ka r ı l a n) .
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O141
O K 145
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ibilịğ (ибилiғ): Geyikli.
kö'ş (көъш): 1) göç; 2) uzaklık, geyikle gitmek (25 km kadar).
onda- (онда-): 1) Sızlan- 2) ses çıkar-, böğür- (geyik için).
ö'tügen (өътүген): Otlak, geyik otlağı.
şulun (шулун): Geyik yosunu.
tu:s tu:s (туус-туус): Geyikleri çağırmak için kullanılan seslenme (ünlem).
Sonuç
Dilin söz varlığının oluşmasında ve zenginleşmesinde doğanın önemli bir yeri vardır.
İnsanın yaşadığı çevrede hangi varlıklar varsa dilinin söz varlığında da o vardır denilebilir.
Güney Sibirya'nın zengin doğal varlıkları Tofa Türkçesi söz varlığında kendine yer bulmuştur.
Diğer Türk topluluklarına göre geleneksel yaşam biçimini devam ettirmiş olan Tofa Türklerinin
geyiklerle ilgili söz varlığı, veri tabanı olarak kullanılan sözlükten hareketle bu çalışmada ortaya
konulmaya çalışılmıştır. Veri tabanında geyiklerle ilgili elli altı sözcük tespit edilmiştir. Bazı
sözcüklerin (sığın, elik) hem tarihi Türk lehçelerinde hem de çağdaş Türk lehçelerinde
kullanıldığı görülürken bazı sözcüklerin ise dar anlamda Tofa Türkçesinde kullanıldığı
görülmüştür. Hem dil bilgisi hem de söz varlığı anlamında Eski Türkçeden birçok dil ögesi
barındıran Tofa Türkçesi günümüzde ölmekte olan diller içinde değerlendirilmektedir. Türk
dilinin ve kültürünün her bir varlığı, gelecek nesillere aktarılması gereken bir miras kabul
edilmelidir. Dil kültürün yaşatıcısı ve taşıyıcısıdır. Çağdaş yaşam, bütün kültür varlıklarını tek
tipleşmeye zorlamaktadır. Bu tek tipleşmeden dil de nasibini almakta, baskın ve yaygın diller
diğer dillerin kullanım alanını azaltmaktadır. Gerek Türkiye Türkçesi ağızlarında gerekse de
diğer Türk lehçelerinde ve bu lehçelerin ağızlarında kullanılan sözcüklerin ölmeden önce kayıt
altına alınması hem kültürümüz hem de dilimizin söz varlığının zenginleşmesi anlamında büyük
önem taşımaktadır. Bu çalışmayla hem dilleri yok olma tehlikesinde olup Türkiye
Türkolojisinde üzerinde az çalışma yapılan Tofa Türkçesine dikkat çekilmek istenmiş, hem de
Türk dilinin söz varlığı çalışmalarına katkı sunmak amaçlanmıştır.
Kaynaklar
Abik, A. D. (2009). Kutadgu Bilig’de hayvan adları. Türklük Bilgisi Araştırmaları, 33(1), 1-32.
Akartürk, K. (2013). Codex Cumanıcus’ta hayvan adları. Turkish Studies, 8(1), 1839-1865.
Alyılmaz, C. (2016). "Gobu"stan'ın gizemi ("Kıpçaklar"a giden yol). Ankara: Bitlis Eren
Üniversitesi Yayınları.
Arıkoğlu, E. ve Kuular, K. (2003). Tuva Türkçesi sözlüğü. Ankara: TDK Yayınları.
Biray, N. (2014). Söz varlığımızda yılan. Avrasya Terim Dergisi, 2(1): 25 - 49.
Efe, K. (2018). Eski Türkçe döneminde hayvan türlerinin adlandırılması. IJLET, 6(4).
Gezer, H. (2019). Karahanlı Türkçesi temel söz varlığının Eski Türkçeden Karluk grubu
lehçelerine anlam incelemesi. Yayınlanmamış Doktora Tezi, Kayseri: Erciyes
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Gül, M. (2015). Dîvânü Lugâti't Türk'teki hayvan adları üzerine bir inceleme. İdil Dergisi,
4(15), 1 -24.
146 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
142
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
Ilgın, A. (2011). Tofa (Karagas) Türkçesi – şekil bilgisi. Yayımlanmamış Doktora Tezi, Ankara:
Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Ilgın, A. (2012). Tofa (Karagas) Türkleri ve dilleri üzerine. Tehlikedeki Diller Dergisi, 2012 Kış
Sayısı, 103-112.
Kemaletdinova, G. (2008). Rusça büyük sözlük. İstanbul: Fono Yayınları.
Kirişçioğlu, F. (2013). Geyik kitabı (Editör: E. G. Naskali) İstanbul: Kitabevi Yayınları, s. 196203.
Maşkaraoğlu, S. (2018). Kırım-Tatar söz varlığı. Yayımlanmamış Doktora Tezi, İzmir: Ege
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Özden, M. (2020). Eski Oğuz Türkçesinde kullanılan hayvan adlarının Türkiye Türkçesi
ağızlarındaki durumları. TÜRÜK Uluslararası Dil, Edebiyat ve Halkbilimi
Araştırmaları Dergisi, 8(20), 44-74.
Özşahin, M. (2011). Başkurt Türkçesi söz varlığı. Yayınlanmamış Doktora Tezi, İzmir: Ege
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Özveren, H. Ö. (2018). Kazak anlatıları çerçevesinde Kazakçanın söz varlığı. Yayımlanmamış
Yüksek Lisans Tezi, İstanbul: Yıldız Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Rassadin, V. İ. (2005). Tofalarsko-Russkiy i Russko-Tofalarskiy slovar. San-Petersburg. Drofa
https://altaica.ru/LIBRARY/turks/ (Erişim Tarihi: 11.08.2020)
Tekin, T. (1998). Orhon yazıtları. İstanbul: Simurg Yayınları.
Tokyürek, H. (2013). Eski Uygurcada hayvan adları ve bunların kullanım alanları. TÜBARXXXIII-/ 2013-Bahar, 221-281.
Yılmaz, G. K. (2017). Saha Türkçesinde ayı ile ilgili örtmece söz varlığı. Türkbilig, 2017(33),
25-56.
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O143
O K 147
TÜRKİYE’DEKİ İNŞAAT PROJELERİNE VERİLEN ADLARIN DİL VE KÜLTÜR
AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ
Osman MERT
Bahattin ŞİMŞEK
Öz
Dil, ilk insandan günümüze ve günümüzden geleceğe kadar bir milletin
tarihini, kültürünü ve o milleti var eden değerlerin tamamını taşıyan,
bireylere kimlik vererek onları millet çatısı altında toplayan bir kavramdır.
Binlerce yıldır insanlar ürettikleri, keşfettikleri her şeyi sahip oldukları dilin
imkânları çerçevesinde kodlamışlar ve gelecek nesillere ulaştırmışlardır. Bu
süreç içerisinde diller, çeşitli gerekçelerle farklı dillerle etkileşime
girmişlerdir.
Bir dilin diğer dillerle olan etkileşimi ses, kelime, ek ve söz dizimi
düzeylerinde olabilir. Bu etkileşim düzeylerinden örneğine en sık rastlananı
hiç kuşkusuz ki kelime alışverişi / ödünçlemedir. Dil, kendi kültürünün
gerçekleştirmediği / ulaşmadığı bir kavramı başka bir kültürden alırken
çoğunlukla kavram işaretiyle birlikte alır ve bu kavram işaretini de kendi
fonetik kurallarına uydurarak ya da doğrudan kaynak dildeki şekliyle
kullanabilir.
Dünya tarihinde gelişmiş, bilgi üreten kültür dillerinden daha geri ve
tüketici düzeyindeki kültür dillerine doğru daima bir kelime akışı olmuştur /
olmaktadır. Alınan kavram işaretleri; evrensel kavramlarla, nesnelerle ilgili
olduğu sürece herhangi bir dili olumsuz olarak etkilemez, hatta zenginleştirir,
geliştirir. Ancak alınan kavram işaretleri ve karşıladığı kavram, dinî ya da
kültürel ise bu kavram işaretleri kaynak kültürden ve inanç sisteminden farklı
bir kültüre / dile gittiğinde kültürel bozulmalara neden olabilir. Bu durum dile
de bire bir yansır.
Diller bu etkileşimler sırasında birbirlerinden Türkçedeki /na+/, /bî+/
önekleri ya da nispet /+î/’si gibi morfolojik ögeler de alabilirler. Sayıları ve
geçiş sıklıkları çok olmadığı sürece bu morfolojik ögelerin de dil için ciddi
bir zararı olmayabilir. Ancak söz dizimi düzeyinde bir etkileşim olursa o
zaman etkilenen dil aleyhinde ciddi bir durum ortaya çıkmış demektir. Zira
söz dizimi sadece dilden hareketle tanımlanabilir, izah edilebilir bir konu
olmadığı gibi bunun bir de insan beynini ilgilendiren tarafı vardır. İnsanlar
ana dillerinin ya da yaygın kullandıkları dilin söz dizimine göre düşünürler,
konuşurlar, yazarlar ve anlarlar. Dolayısıyla bir dilin cümle düzeyinde söz
dizimi bozulursa, dil mutlaka ikinci dil pozisyonuna düşmüş ve ölme
sürecine de girmiş demektir. Yani dilin sağlıklı bir şekilde gelişme
gösterebilmesi, gelecek nesillere aktarılabilmesi için söz dizimi kurallarının
muhafaza edilmiş olması şarttır.
Bu bağlamda, bu çalışmada Türkiye’de yapılan inşaat projelerine verilen
isimlerin yukarıda saydığımız etkileşimler çerçevesinde nasıl şekillendiği ve
Türkçeyi nasıl etkileyebileceği incelenecektir. Türkiye’de yapılan ya da
yapımı devam eden yaklaşık 1620 inşaat projesine verilen isimler, Türkçe
Prof. Dr.; Atatürk Üniversitesi Kâzım Karabekir Eğitim Fakültesi Türkçe Eğitimi Ana Bilim Dalı,
[email protected].
Dr.; Atatürk Üniversitesi Türkçe Öğretimi Araştırma ve Uygulama Merkezi,
[email protected].
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 149
144
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
dilbilgisi kurallarına ve yabancı ya da Türkçe / Türkçeleşmiş olma
durumlarına göre sınıflandırılarak incelenmiş ve dil, kültür bağlamında
dikkatlere sunulmuştur.
Anahtar Sözcükler: Türkçe, dil, kültür, inşaat projeleri.
LINGUISTICAL AND CULTURAL ASSESSMENT OF THE NAMES
OF CONSTRUCTION PROJECTS IN TURKEY
Abstract
Since the early ages, language is a concept that carries all of the values
that make a nation such as history and culture, and gathers individuals under
the umbrella of a nation by giving identity to individuals. For thousands of
years, people have encoded everything they have produced and discovered
within the framework of the possibilities of the language they have and
delivered them to future generations. Within the process, languages
interacted with different languages for various reasons.
The interaction of a language with other languages can be at the sound,
word, suffix, and syntax levels. The most common example of these levels of
interaction is undoubtedly word exchange / borrowing. While the language
takes a concept that its own culture does not realize / does not reach from
another culture, it mostly takes it together with the concept sign and could
use this concept sign in accordance with its own phonetic rules or directly in
the form of the source language.
There is and has always been a flow of words from developed,
knowledge-producing cultural languages to more backward and consumerlevel cultural languages in world history. As long as these concept signs are
related to universal concepts and objects, it does not negatively affect any
language, even enriches it, improves it. However, if the concept signs
received and the concept they meet are religious or cultural, these concept
signs may cause cultural distortions when they are transferred to a culture /
language different from the source culture and belief system. This situation is
reflected directly in the language.
During these interactions, languages could also take morphological
elements from one another such as /na+/, /bî+/ prefixes or relative suffix /+î/
in Turkish. as long as their number and frequency of transition are not high,
these morphological elements may not cause serious harm to the language.
However, if there is an interaction at the syntax level, then a serious situation
has arisen against the affected language. With a side that concerns the human
brain, syntax cannot only be defined or explained with reference to language.
People think, speak, write and understand according to the syntax of their
mother tongue or the language they commonly use. Therefore, if a language's
syntax is broken at the sentence level, it means that the language has
definitely fallen into the second language position and has entered the
process of extinction. In other words, the syntax rules must be preserved in
order for the language to improve in a healthy way and to be passed on to
future generations.
In this study, how the names of the construction projects in Turkey are
shaped and how they could affect Turkish are going to be analysed within the
context of the interactions mentioned above. The names attributed to
approximately 1620 construction projects, ongoing or completed, have been
classified and analysed according to Turkish grammar rules and whether they
are foreign or Turkish / Turkish-made, and are brought to attention in the
context of language and culture.
Keywords: Turkish, language, culture, construction projects.
150 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
145
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
Giriş
Türk kültürü, tarihî süreçte pek çok kültürle dinî, ticari vb. gerekçelerle ilişkiler
geliştirmiş; bu kültürleri / dilleri etkilemiş ve bunlardan da etkilenmiştir. Bunun örneklerini
Türkçenin tarihî yadigârlarında ve günümüzde standart Türkçede ve Türkçenin ağızlarında
yaşayan kelime ve yapılarda görmekteyiz.
Türkçenin diğer dillerle olan etkileşimi ses, sözcük, morfolojik öge ve söz dizimi
düzeylerinde olmuştur. Bu etkileşim düzeylerinden örneğine en sık rastlananı hiç kuşkusuz ki
kelime alışverişi / ödünçlemedir. Dil, kendi kültürünün gerçekleştirmediği / ulaşmadığı bir
kavramı başka bir kültürden alırken çoğunlukla kavram işaretiyle birlikte alır ve bu kavram
işaretini de kendi fonetik kurallarına uydurarak ya da doğrudan kaynak dildeki şekliyle
kullanabilir.
Dünya tarihinde gelişmiş, bilgi üreten kültür dillerinden daha geri ve tüketici
düzeyindeki kültür dillerine doğru daima bir kelime akışı olmuştur / olmaktadır. Alınan kavram
işaretleri; evrensel kavramlarla, nesnelerle ilgili olduğu sürece herhangi bir dili olumsuz olarak
etkilemez, hatta zenginleştirir, geliştirir. Ancak alınan kavram işaretleri ve karşıladığı kavram,
dinî ya da kültürel ise bu kavram işaretleri kaynak kültürden ve inanç sisteminden farklı bir
kültüre / dile gittiğinde kültürel bozulmalara neden olabilir. Bu durum dile de bire bir yansır.
Diller bu etkileşimler sırasında birbirlerinden Türkçedeki /na+/, /bî+/ önekleri ya da
nispet /+î/’si gibi morfolojik ögeler de alabilirler. Sayıları ve geçiş sıklıkları çok olmadığı
sürece bu morfolojik ögelerin de dil için ciddi bir zararı olmayabilir. Ancak söz dizimi
düzeyinde bir etkileşim olursa o zaman etkilenen dil aleyhinde ciddi bir durum ortaya çıkmış
demektir. Zira söz dizimi sadece dilden hareketle tanımlanabilir, izah edilebilir bir konu
olmadığı gibi bunun bir de insan beynini ilgilendiren tarafı vardır. İnsanlar ana dillerinin ya da
yaygın kullandıkları dilin söz dizimine göre düşünürler, konuşurlar, yazarlar ve anlarlar.
Dolayısıyla bir dilin cümle düzeyinde söz dizimi bozulursa, dil mutlaka ikinci dil pozisyonuna
düşmüş ve ölme sürecine de girmiş demektir. Yani dilin sağlıklı bir şekilde gelişme
gösterebilmesi, gelecek nesillere aktarılabilmesi için söz dizimi kurallarının muhafaza edilmiş
olması şarttır.
Eşyaya, kavramlara, kişilere, yerlere vb. verilen adlar; o nesneyi, kavramı, kişiyi, yeri
vb. dil içerisinde anlatılabilir, tanımlanabilir ve kuşaktan kuşağa aktarılabilir kılmaktadır.
Disiplinler arası bir çalışma ile bu adları bilimsel olarak inceleyen bilim dalına da ad bilimi
denilmektedir. Ad bilimi “gösterilenden ya da kavramdan hareketle gösterilenin bağlandığı
gösterenleri inceleyen anlam bilimsel araştırma” (Vardar, 2002, s. 12) şeklinde
tanımlanmaktadır.
Kültür içeresinde adlar bir milletin dilini, dinini, sosyal yaşantısını, ekonomisini,
kültürel yapısını vb. birçok özelliğini yansıtmaktadır. Bu sebeple adlar incelenirken sadece
dilbilim alanından incelenmemektedir. Bunun yanında alıntı sözcükler coğrafya, tarih,
antropoloji, edebiyat, sanat, mimari, jeoloji vb. birçok farklı bilim alanının yardımıyla
incelenebilmekte ve bu özelliği ile disiplinler arası bir hüviyet kazanmaktadır. Saydığımız
kavramlara verilen adlar incelenerek dillerin yaşı, yayılma alanları, diğer dillerle olan ilişkileri
vb. ortaya çıkarılmaktadır. Bunların içerisinde özel adların ayrı bir yeri ve önemi vardır. Özel ad
bir tek varlığı ya da nesneyi belirtiği için diğer adlardan ayrılır ve bu adları incelerken birçok
farklı etken de işin içine dâhil edilebilir. Bu durum da özel adbilimi denilen sözcükbilim dalını
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O146
O K 151
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ortaya çıkarmıştır. Özel ad bilimi, “özel ad niteliği taşıyan kişi ya da yer adlarının köken ve
gelişimini inceleyen”(Vardar, 2002, 157) bilim dalı olarak tanımlanmaktadır. Özel adlar dine,
kültüre, coğrafyaya, yerel özelliklere, halkın hayal ve yaratma gücüne göre dilin olanakları
dâhilinde üretilmektedir. Bu sebeple özel adlar üretildiği dilin bütün özelliklerini taşımakta ve
gelecek nesillere aktarılırken üretildiği çağa ışık tutmaktadır. Gelişmiş her kültür dili gibi
Türkçe de kişi, eşya, yer vb. kavramlara isim vermede üretken ve yaratıcı bir dil olmuştur.
Türkçe, özellikle yer adları alanında bütün yaratıcılığını kullanmış ve üretkenliğini en üst
seviyeye çıkarmıştır. Örnek olarak bir tepenin ağaçsız olmasından hareketle “Boztepe” adını,
bölgedeki bir kayanın sivri uçlara sahip olması sebebiyle “Sivrihisar” adını ya da bir bölgenin
zorlu, engebeli olduğunu anlatmak için “Karabayır” adını gösterebiliriz. Bunun yanında bir yere
o bölgenin sahibinin adıyla ya da orada yaşayan insanlara ithafen adlar verildiğini de
görmekteyiz (Kadıköy, Karaköy, Salihli, Arnavutköy vb.). Ancak kültürümüzde yakın geçmişe
kadar bu adlar, büyük oranda dilin doğal gelişim seyrini ve yapısını bozmadan dilin kurallarına
göre verilmiştir. Günümüzde inşaat projelerine, iş yerlerine ve bunun gibi alanlara verilen adlar
ise genellikle herhangi bir kültür ve dil kaygısı gütmeden verilmektedir. Sakaoğlu (2003)
yapmış olduğu çalışmada iş yerlerine neden yabancı adların verildiği ile ilgili şu görüşlere
ulaşmıştır:
- Yabancı ad taşıyan iş yerinden alışveriş yapmak daha havalı ve ilgi çekici geliyor.
- Bu tür ad taşıyan iş yerlerinden alışveriş yapmak müşterileri farklı kılıyor.
- Bu tür ad taşıyan yerlerden alınanları anlatırken alışveriş yapanın havası artıyor.
- Bu tür ad taşıyan yerlerde gidip gelirken ya da otururken görülmek
alıcılar/tüketiciler için farklı oluyor.
- Bu tür ad taşıyan yerlerde alışveriş yapmak da tıpkı marka bağımlılığı gibi
bağımlılık yapıyor (s. 418-419)
Yukarıdaki görüşler, inşaat projelerini adlandıran ya da o projeden ev alanlar için de
geçerli gibi görünüyor.
Türkçede yeni kavram işaretleri oluşturmak için birçok kavram işaretleme yöntemi
kullanılmaktadır. Her ne kadar bu konu söz konusu olduğunda ilk akla gelen metot “kök ya da
gövde üzerine yapım eki getirme” olsa da söz konusu metodun belirli bir noktadan sonra
kullanılabilirliği zayıftır. Dili kullananlar, insan beyninin çalışma ve algılama biçimine de
uygun olarak yeni kavramları işaretlerken (mevcut kavram işaretlerine farklı anlamlar da
yükleyerek) birden fazla sözcükten oluşan (çoğunlukla iki veya daha fazla parçalı / sözcüklü)
kalıcı kavram işaretleme metotlarını geliştirmişlerdir. Çünkü anlamlı elemanlar arasında yer
alan boşluk (space), hem sözcüğün telaffuzunu ve insan beyninin algılamasını kolaylaştırmakta;
hem de sözcüğün anlaşılabilirliğini artırmaktadır (Mert, 2008, s. 3-4; Alyılmaz,S., 2018, s. 1213).
Dillerde genellikle bu sorunu gidermek ve söz konusu kavramla ilgili değişikliğe ilişkin
yeni bir kavram işareti oluşturmak için birden fazla sözcükle bir kavramı işaretleme yoluna
gidilir. Bu şekilde yeni bir kavram işareti oluşturmak konuyla ilgili çalışmalarda genellikle
“sözcük birleştirme / birleştirme” şeklinde nitelenmiştir. Oysa “birleşik sözcük” terimi, bir araya
gelerek bir kavramı karşılayan iki veya daha fazla sözcük / sözcükler arasındaki sentaktik
ilişkiyi ifade etmez. Eğer iki sözcük ile bir kavram karşılanabiliyor ise söz konusu iki sözcük
arasında sentaktik bir ilişki vardır. Zira “sözcük birleştirme” ya da “birleşik sözcük”; “belirtisiz
152 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
147
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
isim tamlaması”, “sıfat tamlaması” gibi sentaktik ilişkinin türünden hareketle oluşturulmuş bir
adlandırma değil, kavram işaretinin şekilsel olarak tasvirinden ibarettir. Bu durumda “birleşik
sözcük” yerine Alyılmaz (2018) tarafından kullanılan “Sentaktik/Söz Dizimsel Yöntemle
İşaretlenmiş Kavram İşareti/leri” teriminin kullanılması daha uygun görünmektedir (Alyılmaz,
S., 2018: s. 16). Alyılmaz, ilgili çalışmasında “Sentaktik/Söz Dizimsel Yöntemle İşaretlenmiş
Kavram İşaretleri”ni aşağıdaki şekilde sınıflandırmıştır:
1. Belirtisiz ad tamlaması yapısındaki kavram işaretleri
2. Sıfat tamlaması yapısındaki genel anlamlı kavram işaretleri
3. Birleşik eylem yapısındaki kavram işaretleri
3.1. Ad + eylemden oluşan kavram işaretleri
3.2. Eylem-bağ-fiil/ulaç eki + eylem yapısından oluşan kavram işaretleri
4. Belirteç + eylem yapısından oluşan kavram işaretleri
5. Nesne + eylem yapısından oluşan kavram işaretleri
6. Tekrar gruplarından / ikilemelerden oluşan kavram işaretleri
7. Diğer sözcük gruplarından oluşan kavram işaretleri
8. Cümlelerden oluşan kavram işaretleri (Alyılmaz, S., 2018, s. 16).
Yukarıda da görüldüğü gibi eklemeli bir dil olan Türkçe kök ya da gövdeler üzerine
yapım ekleri getirerek birçok yeni kavram işareti üretmektedir. Bunun yanında Türkçede
sentaktik yolla da kavram işareti yapılmaktadır (Alyılmaz, C., 1994; Alyılmaz, S., 2018).
Araştırma Yöntemi
Nitel araştırma yaklaşımına göre şekillendirilen bu araştırma doküman incelemesi
yöntemi ile gerçekleştirilmiştir.
“Nitel araştırmalarda doğrudan gözlem ve görüşmenin olanaklı olmadığı durumlarda
araştırmanın geçerliliğini artırmak amacıyla araştırma problemine ilişkin yazılı, görsel materyal
ve malzemeler de çalışmaya dâhil edilebilir” (Turgut, 2014, s. 239).
Verilerin Toplanması
Araştırmaya konu olan verileri Türkiye’de yapılan ya da yapılacak olan inşaat
projelerinin bilgilerinin yer aldığı internet sitelerinden toplanmıştır. Toplanan bu adlar iki ana
başlık altında sınıflandırılmıştır. Bu başlıklar “İnşaat Projelerine Verilen Adların Kökenlerine
Göre Durumları" ve “İnşaat Projelerine Verilen Adların Türkçenin Morfoloji ve Söz Dizimi
Özellikleri Açısından İncelenmesi” şeklindedir. Bu başlıklarda kendi içerisinde alt başlıklara
ayrılmış ve buna göre inşaat projelerine verilen adlarla ilgili hata tiplerine göre hatalı ve doğru
kullanım sayıları tespit edilmiştir. Ayrıca elde edilen veriler dil kültür bağlamı içerinde
değerlendirilmiştir.
Bulgular
Çalışmanın bu bölümünde Türkiye’deki inşaat projelerine verilen adlar, kavram
işaretleme metotlarına ve Türkçenin morfoloji ve söz dizimiyle ilgili özelliklerine göre
incelenmiştir.
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O148
O K 153
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
1. İnşaat Projelerine Verilen Adların Yabancı, Türkçe / Türkçeleşmiş olma
Durumları
Tablo 1: Türkiye’de İnşaat Projelerini karşılamak üzere kullanılan kavram işaretlerinin Yabancı,
Türkçe / Türkçeleşmiş olma Durumları
Kelimelerin Tasnifi
Tamamen Türkçe / Türkçeleşmiş Kelimelerden
Oluşanlar
Türkçe / Türkçeleşmiş + Yabancı Kelimeden
Oluşanlar
Yabancı Kelime + Türkçe / Türkçeleşmiş
Kelimeden Oluşanlar
Tamamen Yabancı Kelimelerden Oluşanlar
Uydurma Yoluyla Oluşanlar
n
643
%
39.8
265
16.4
363
22.5
326
19
1616
20.1
1.2
100
Tablo incelendiğinde 1616 proje adından 643’ünün Türkçe / Türkçeleşmiş kelimelerden
oluştuğu görülmektedir (Adres Koru Evleri, Ahşap Apartmanı, Alipaşa Evleri, Atakent Sahil
Konakları vd.); İlk kelimesi Türkçe olan proje adı sayısı, 265 (Gökçen Prime, Işın Residence,
Ozan City vd.); ilk kelimesi yabancı olan proje adı sayısı, 363 (Avanue İstanbul, Blue Lake
İstanbul, Luxia Park Konakları vd.); adı tamamen yabancı kelimelerden oluşan proje adı sayısı
ise 326’dır (Anthaven, Granada Residence City, York Houses, vd.). Uydurma kelimelerden
oluşan proje adı sayısı ise 18 (Apistway, Çeşmood, Mindoza vd.) olarak tespit edilmiştir.
Verilerin tamamı incelendiğinde Türkiye’de yapılan ya da yapımı tamamlanmış inşaat
projelerinin yaklaşık %60’ına verilen adlar, içerisinde en az bir yabancı kelime
barındırmaktadır. İnşaat projelerine verilen adların %20,1 ise tamamen yabancı kelimelerden
oluşmakta ve bu kelimeler kaynak dildeki şekliyle yazılmaktadır. Ayrıntılı olarak bakıldığında
“Türkçe / Türkçeleşmiş kelime + yabancı kelime” ve “yabancı kelime + Türkçe / Türkçeleşmiş
kelime” şeklinde oluşan proje adlarının birçoğunun “Kalamış Tower, Kartal Wings; Bumerang
Kartal, Code İstanbul, Life City Turgutlu” örneklerinde de görüldüğü gibi sentaktik olarak
Türkçeye uygun kurulmadığı tespit edilmiştir.
Kültür, dil ve kimlik bilincinden uzak, tamamen ticari kaygılarla oluşturulan bu kavram
işaretleri, bir insan ömründen daha uzun yaşayacak olan ve gelecek nesillerin de göreceği ya da
içinde yaşayacağı yapılara ad olduğunda Türkçenin değil başka dillerin ve kültürlerin temsilcisi
ve aktarıcısı olma durumuna gelmektedir. Kültürümüzde yakın geçmişe kadar yapılan mimari
eserlere ait adlar, söz konusu eserleri yapan kişilerin kültürel değerlerini de yansıtır niteliktedir.
Örnek olarak: Çifte Minareli Medrese, Sultan Ahmet Camisi, Sait Halim Paşa Yalısı, Yakutiye
Medresesi, Çobandede Köprüsü, Kızıl Köprü, Topkapı Sarayı, Dolmabahçe Sarayı, vb.
sayılabilir. Günümüzde bu eserleri inceleyen, araştıran bilim insanları, bu yapıların Türk kültür
coğrafyası içerisinde Türkler tarafından yaptırıldığı yorumunu yapmaktadır. Ancak bu durum
geleceğimiz için geçerli olmayabilir. Çünkü günümüzde yapılan mimari projelerin önemli bir
kısmının adları kendi kültürümüzü temsil etmemektedir. Gelecekte günümüz mimari eser
adlarını inceleyecek araştırmacılar, bu eser adlarından hareketle kültürel yozlaşmayı ve bunun
dile yansımalarını net olarak görebileceklerdir.
154 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
149
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
Tamamen Türkçe / Türkçeleşmiş Kelimelerden Oluşan İnşaat Projesi Adlarından
Örnekler:
Acar Apartmanı
Akpa Yaşam Sitesi
Asmalı Bahçe Şehir
Acun Apartmanı
Aksel Teras Evleri
Ata Apartmanı
Ada İncek Konutları
Aksoylar Apartmanı
Atabeyi Park Villaları
Adabükü Evleri
Ali Pehlivanoğlu Ayrancılar
Konutları
Atakent Sahil Konakları
Adalı Konakları
Adatepe Turkuaz Evleri
Ağaoğlu Omak Kazasker
Projesi
Alipaşa Evleri
Anka Çakmak Apartmanı
Ankara Kuzey Kent
Ahşap Apartmanı
Antalya Yeni Köy Evleri
Akalın Apartmanı
Arcan Apartmanı
Akalkent
Arp Evleri
Akçapark Evleri
Arslankent Konutları
Akçelebi Konutları
Asil İnşaat Esenkent Projesi
Akkent Konutları
Asma Bahçeler
Ataköy Konutları
Avlu Bademli
Avrupa Konutları
Aya Göktürk
Aydınlar Sitesi
Baba Yuvası Apartmanı
Babacan Kavaklı Projesi
Babür Apartmanı
Bademli Patika Evleri
Türkçe / Türkçeleşmiş Kelime + Yabancı Kelimeden Oluşan İnşaat Projesi Adlarından
Örnekler:
Acar Blue
Aluçlar Zaralife
Aykal Towers
Akay Neris
Alya Onist
Aykent Green Life
Akdemir Life
Alyapark Premium
Aypark Residence
Aker Deluxe
Ankara Golfkent
Aysa Prime
Akkent Royal
Arıcan Still
Azak Tower
Akkurt Royal City
Arıcan Terra
Babacan Palace
Akkurt Secret Garden
Arma Menta
Babacan Premium
Aktan Terrace
Armada Life
Bademli Lavinya Butik
Akyazı Towers
Ataman Koru Residence
Bademli Slim
Algün Life
Avcılar Garden
Bağ Loca
Algün Midpoint
Ayazma Plus
Bahçeşehir Platinium
Altın Vadi Residence
Aydoğdu Rezidence
Bahçeşehir Royal
Altunhan Residence
Aydos Land
Balat Still
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O150
O K 155
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
Balçova Modern
Çiftçi Towers
Fikirtepe Db Architects
Başakşehir Suites
Demir Country
Galata Rezidance
Başayar Tower
Denge Towers
Gemak Premium
Batıkent Residence
Dervişoğlu Rezidance
Genyap Oxygen
Bayar Residence
Dilman Modern
Gökçen Prime
Bey Life City
Divan Residence At G
Tower
Gökçinar Nüans
Bey Residence
Bey Residence Esenyurt
Bordo Platinum
Residence
Dora Suite
Ece Garden
Egeli Style
Bornova Green
Eke Palace
Bostancı Paragon
Residence
Erenköy Residence
Bozkurtlar Residence
Boztepe Towers
Bulvar Deluxe
Bulvar Limka
Bulvar Loft
Canbakkal Tower
Çengelköy Life
Erk Residence
Erkut Center
Erkut Time
Ertürk İdeya
Eryaman Port
F. Ayanoğlu Residence
Fener Kalamış Rezidance
Ferah Residence
Göl Plus
Gül Projesi Express
Hilal Family
Işın Residence
İdil Towers
İnce Prime
İncek Loft
İpek Diamond
İstanbul Emprada
İstanbul İnn Leven
Kalamış Tower
Kalamış Suite
Kale Country
Kantar Towers
Yabancı Kelime + Türkçe / Türkçeleşmiş Kelimeden Oluşan İnşaat Projesi Adlarından
Örnekler:
Aden Beytepe
Arbetta Edremit Evleri
Avenue İstanbul
Aden Garden Villararı
Ark Residence Güneşli
Balance Güneşli
Adress Tuzla
Armada Residence Trabzon
Be Life Çekmeköy
Alesta Yalova
Arven Barbaros
Benesta Beyoğlu
Alita Marin Konakları
Arven Cadde
Blue Lake İstanbul
Almina Towers İstanbul
Aryom Koru
Bonneville Mihraplı
Alysia Bodrum
Asdora Tuzla
Brand İstanbulpark
Anemoon Tuzla
Asia Yakacık
Brener Residence Erenköy
Aqua Kavaklı
Avangart İstanbul
Bumerang Kartal
Aquacity Denizli
Avend Çayyolu
Boutique Panorama
156 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
151
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
Casa Di Suadiye
Emporia İstanbul
Hermes Konutları
City Center Esenyurt
Equinox Çayyolu
Hiem Göl Evleri
City Millet
Estilo Çeşme
Hillcity Hayat
Class Kozyatağı
Evonapark Erenköy
Hybrid Levent
Code İstanbul
Excellence Koşuyolu
Iconova Gaziantep
Collet Avcılar
Famarsu Poyraz Evleri
In İstanbul
Comfort Life Fener
Farilya Cadde
Innivia Zekeriyaköy
Complexia Datça
Fema Garden Zekeriyaköy
İcon Talas
Concodr İstanbul
Flores Topkapı
İnnovia Arifiye
Cordella Kartal
Focus Eyüp
Karmall Kule
Diare Kartal
Fortis İstanbul
Kavanya Koru
Downtown Bursa
Freegarden Polenezköy
La Bonita İzmir
Egal İstanbul
Gamador Bulvar
La Marin Kartal
Elements Yalıkavak
Gamador Koru Evleri
Lavie İstanbul
Elexia Tuzla
Garden Life Villaları
Lavita Bodrum
Elit Manzara Beytepe
Gayda Ataşehir
Laviva Konutları
Ells Kartal
Genyap Link Kâğıthane
Le Chic Bodrum
Eltes Güneşi
Genyap Wen Lewent
Lereve Villaları
Elysium Premier Bodrum
Gold Life Aydınlı
Level Suadiye
Elysium Villaları
Gold Life Tuzla
Life City Turgutlu
Empire İstanbul
Goldiva Kuzey
Litsa Yelki
Tamamen Yabancı Kelimelerden Oluşan İnşaat Projesi Adlarından Örnekler:
Academic Life
Alya Grandis
Assun Royal
Aden Premium
And Pastel
Astoria Life
Adm Piramit Residence
Anthaven
Atrium Terrace
Admiral Premium Residence
Anthill Residence
Aura West
Akadia Modern
Aqua Modern
Aykon Suites
Alarada My World
Aris Grand Tower
Azizistan
Alc Aura
Arma Liva
Babel Terrace
Almarin Park
Arma Vita
Bazna Residence
Alpiş Aden House
Arte Icon
Belgrad Life Villa
Altower
Arven Flora
Bella Residence
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O152
O K 157
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
Beyhouse Park
Emerald Park
Golden Land
Bloom Residence
Epique Island
Golden Residence
Blue Sky
F Residence
Goldiva Familya
Botanik Life
Farilya Asia
Granada Residence City
Bp Tower Westar
Fenix Butiq
Granada Vip Villas
Brandium
First Class
Green Hills Suites
Caresse The Residences
Flex Life Studio
Greenist
Casa De Playa Residence
Flora Vita
Greenist Teras
Caspian Modern
Floranka
Greenlife
Cennetist Towers
Fly Family Residence
Greenpark Towers
Chnace Tower
Folkart Line
Greentown Plus
Contry Plus Cadde
Folkart Vega
Gulf Residence
Dekon Senkron
Fortuna Resort
Helis Metro Home
Delta Deluxe Residence
Frame Suites
Helis More Rezidans
Deluxia Park Residence
Fresi Rezidans
Him Suites
Dky Tem
G Beyond
Homeland
Dream Land
G Hub
House'n Garden Selection
Duble Diamond Residence
G Marin
Iasos Exclusive
Eco Marine
G Rotana
Karin Park City
Edonia Garden
Gayda Solo
Lavita Deluxe
Elmar Towers
German Life
Lavita Residence
Ema Flats
Gloria Loft
Life Garden
Emaar Square
Goccina Residence
Uydurma Yoluyla Oluşturulmuş İnşaat Projesi Adlarından Örnekler:
Alteras
Çeşmood
Nuevo
Ap İstway
Essendora
Peramista
Artrium
Evinova
Torkem E5
Beycozy
Istanbloom
Zermeram
Buyaka
Kemerist
Zin D Home
Casaba
Marmarams
Zin D Semt
Çeşmarine
Mindoza
158 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
153
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
2. İnşaat Projelerine Verilen Adların Türkçenin Morfoloji ve Söz Dizimi
Özellikleri Açısından İncelenmesi
Diller, tarihî süreçte etkileşime girdiği dillerden -Türkçede kullanılan ancak Türkçeye
ait olmayan /na+/, /bî+/ önekleri ya da nispet /+î/’si gibi- morfolojik ögeler de alabilirler.
Sayıları ve geçiş sıklıkları çok olmadığı sürece bu morfolojik ögelerin de dil için ciddi bir zararı
olmayabilir. Ancak söz dizimi düzeyinde bir etkileşim olursa o zaman etkilenen dil aleyhinde
ciddi bir durum ortaya çıkmış demektir. Söz dizimi sadece dilden hareketle tanımlanabilir, izah
edilebilir bir konu olmadığı gibi bu konunun bir de insan beynini ilgilendiren tarafı vardır. Zira
insanlar ana dillerinin ya da yaygın kullandıkları dilin söz dizimine göre düşünürler, konuşurlar,
yazarlar ve anlarlar. Dolayısıyla bir dilin cümle düzeyinde söz dizimi bozulursa, dil mutlaka
ikinci dil pozisyonuna düşmüş ve ölme sürecine de girmiş demektir. Yani dilin sağlıklı bir
şekilde gelişme gösterebilmesi, gelecek nesillere aktarılabilmesi için söz dizimi kurallarının
muhafaza edilmiş olması şarttır. Kelime grubu düzeyinde sentaksı Türkçeye uymayan
örneklerin çoğunlukla tabela adlarıyla sınırlı olması ve geçiş sıklıklarının düşüklüğü dolayısıyla
bu durumun Türkiye Türkçesine olan zararı, günümüzde sınırlı düzeyde görünmektedir. Ancak
gelecekte söz dizimi bozuk kelime gruplarının sayısı artarsa, bu tarz örnekler tabela adlarının
dışına çıkarsa ve yaygınlaşırsa bu durum Türkiye Türkçesi için çok tehlikeli hâle gelebilir.
Türkiye’deki inşaat projelerine verilen adlarda karşılaşılan söz dizimi ve morfoloji
hataları bu bölümde ilgililerin dikkatlerine sunulmuştur. Bu hata tipleri, Türkçede yer adı ya da
özel ad yaparken sıklıkla kullanılan standart tamlama yapılarına göre incelenmiş ve
sınıflandırılmıştır. Yapılan incelemede söz dizimi düzeyindeki hata tiplerinin tamlanan
eksikliğinden, tamlayan ve tamlananın sıralanma biçiminden; morfoloji düzeyindeki hataların
ise çoğunlukla tamlanan ekinin kullanılmamasından kaynaklandığı tespit edilmiştir. Bunun
yanında doğru kullanımlar da sayısal veri içerisinde verilmiştir.
Tablo 2: Tamamı Türkçe / Türkçeleşmiş Kelimelerden Oluşan İnşaat Projesi Adlarının Türkçenin Söz
Dizimi ve Morfoloji Özelliklerine Göre Durumları
Hata Türü
Tamlanan Eksikliğinden Kaynaklı Hatalar
Tamlayanın ve Tamlananın Sıralanış Biçiminden
Kaynaklı Hatalar
Tamlanan Ekinin kullanılmamasından Kaynaklı Hatalar
Doğru Kullanım
n
284
227
2
311
Bunların 181’inde hem tamlanan eksikliğinden hem de tamlayanın ve tamlananın
sıralanış biçiminden kaynaklanan hatalı örnekler bulunmaktadır.
Tablo 3: Türkçe / Türkçeleşmiş Kelime + Yabancı Kelime(ler)den Oluşan İnşaat Projesi
Adlarının Türkçenin Söz Dizimi ve Morfoloji Özelliklerine Göre Durumları
Hata Türü
Tamlanan Eksikliğinden Kaynaklı Hatalar
Tamlayanın ve Tamlananın Sıralanış Biçiminden
Kaynaklı Hatalar
Tamlanan Ekinin kullanılmamasından Kaynaklı Hatalar
Doğru Kullanım
n
154
28
1
104
Bunların 22’sinde hem tamlanan eksikliğinden hem de tamlayanın ve tamlananın
sıralanış biçiminden kaynaklanan hatalı örnekler bulunmaktadır.
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O154
O K 159
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
Tablo 4: Yabancı Kelime + Türkçe / Türkçeleşmiş Kelime(ler)den Oluşan İnşaat Projesi Adlarının
Türkçenin Söz Dizimi ve Morfoloji Özelliklerine Göre Durumları
Hata Türü
Tamlanan Eksikliğinden Kaynaklı Hatalar
Tamlayan ve Tamlananın Sıralanış Biçiminden
Kaynaklı Hatalar
Tamlanan Ekinin kullanılmamasından Kaynaklı Hatalar
Doğru Kullanım
n
291
238
1
63
Bunların 230’unda hem tamlanan eksikliğinden hem de tamlayanın ve tamlananın
sıralanış biçiminden kaynaklanan hatalı örnekler bulunmaktadır.
Türkçede belirtisiz ad tamlamaları, ad veya ad soylu sözcük+ø + ad veya ad soylu
sözcük+ belirtilen eki (Alyılmaz, s. 2018) şeklinde oluşmaktadır. Türkçede bu yapı yer
isimlerinin işaretlenmesinde sıklıkla kullanılmaktadır (Tepebaşı, Odunpazarı, Arıburnu vb.).
Türkçedeki genel anlamlı kalıcı kavram işaretleme metotlarından biri olan belirtisiz isim
tamlamalarının en önemli özelliklerinden biri, tamlayanla tamlanan arasındaki ilişkinin kalıcı
olmasıdır. Ancak Türkçenin başta İngilizce olmak üzere kendi ailesinden olmayan dillerle olan
etkileşimi neticesinde gerek tamlayan-tamlanan sırasındaki bozulmalar gerekse tamlanan ekinin
(/+(s)I/) düşürülmesi veya kullanılmaması, günümüzde çok sık karşılaşılan dil hatalarındandır.
Bu bağlamda yukarıdaki tablolar incelendiğinde proje adlarında en çok karşılaşılan hata tipi
(729) tamlanan eksikliğinden kaynaklanan hatalardır. Bu hataların çoğunluğu tamlayanın tek
başına kullanılması ve tamlayan tamlanan arasındaki bağın koparılmasından
kaynaklanmaktadır. Örnek olarak, Bilkent Nazende [ø+ø], Yedi Mavi [ø+ø] vd. verilebilir.
Örneklerde de görüldüğü gibi her ne kadar eksiltili kavram işaretinin işaretlediği kavramı verici
bilse de bölgesel uzlaşının dışındaki bir alıcının kavram işaretinin mevcut hâlinden hareketle
kavramı / tamlananı bilme ihtimali son derece düşüktür. Bu yapılarda tamlananın “projesi,
evleri, villaları vb.” konuyla ilgili tamamlayıcılarla tamlanması gerekirdi. Günümüz yanlış
alışkanlıklarından olan bu yapı, dil içerisinde tamamlanmamış ifadelerle iletişim kurma
eğilimini artırmaktadır. Bu durum günümüzde konuşma dilinde, yakın zamanda da yazı dilinde
tamlayan tamlanan ilişkisini köklü bir şekilde olumsuz etkileyebilir.
Kelime Grubu Düzeyinde Tamlananı Eksik Olarak Oluşturulmuş İnşaat Projesi
Adlarından Örnekler:
Akdemir Life
Ataşehir Modern İzmir
Aydos Yaşam
Aktan Terrace
Atlas Teras
Azur Marmara
Alya Onist
Avangart İstanbul
Bağlıca Botanik Park
Arıcan Still
Avcılar Caddebostan
Balat Zümrüt
Arıcan Terra
Avcılar Garden
Beylikdüzü E5 Residences
Arma Menta
Avrupark Bahçekent
Bonneville Mihraplı
Arma Park
Ay Palas
Bornova Green
Armada Life
Aya Göktürk
Brand İstanbulpark
Aryom Koru
Ayazma Plus
Demirli Park Plus
Asdora Tuzla
Aydos Land
Dört Yaka
160 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
155
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
Ebruli Ispartakule
Keten Cihangir Cennet
Ünlü Loft Style
Ekmas Mavişehir
Keten Cihangir Panorama
Vadi Deluxe
Eston Şehir Koru
Keten Ihlamur
Vefakent Saklıbahçe
Eşin Bodrum
Kılıçoğlu Premium
Yakamoz Park
Eviş Kampüs
Kiptaş Loca Mahal
Yakapark
Gayrettepe 53
Koray Bianco
Yedi Mavi
Gül Park Elli Dokuz
Koru Life
Yeni Karesi
Gülpark Yuvam
Koz Modern
Yesemin Kent
İncek Life
Kurtköy Paragon
Yeşilköy Palas 14
İncek Vista
Liv Marmara
Yeşilyaka Koru
İskele 4540
Marinera Çeşme
Yeterler Concept
İstanbul Emprada
Mars 19
Yeterler My World
İstanbul İnn Leven
Mesa Koz
Yıldırım Life
İstasyon Park
Metro Hayat
Yıldızkent My Etlik
Kale Country
Mia Termal
Yooistanbul
Karabük 1144 Konut
Milano Butik
Karat 34
Mint Levent Olive
Yücesoy Kuşey Şehir
Koru
Karşıyaka Green
Moda Nature
Kartal Wings
Modda Bulvar
Kaşmir Mavi Orkide
Nüans Deluxe
Kaşmir Yonca
Trabzon 1461 Dört
Mevsim
Kaya Terrace
Kentev Çarşı
Yücesoy Kuzeyşehir
Yüksel Hatboyu
Yükselen Park Gönül
Tümer Serenity
Öge sıralanışının bozulmasıyla ilgili ise toplam 493 hata tespit edilmiştir. Bu hata türü
Türkçenin son yıllarda karşılaştığı en yaygın yapısal bozulmalardan biridir. Türkçe tamlama
düzeninin bozulmasına sebebiyet veren bu kullanımlar sadece inşaat projelerinde değil günlük
hayatın her aşamasında; iş yeri adlarında (Küçük ve Saraç, 2008), günlük konuşma dilinde ve
bunun gibi birçok farklı alanda karşımıza çıkmaktadır. Bu hata türü inşaat projelerine isim
verirken yaygın yapılan hatalardan biridir. (Bulvar Ankara, Meydan Şişli, Villa Akkoza, İskele 9
vd.) Türkçenin tarihî dönemlerinde de karşılaştığımız bu durum günümüzde çoğunlukla HintAvrupa Dillerinin, özellikle de İngilizcenin etkisi ile daha da sık kullanılır hâle gelmiştir.
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O156
O K 161
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
Kelime Grubu Düzeyinde Türkçenin Söz Dizimine Uymayan İnşaat Projesi Adlarından
Örnekler:
3 Loca İdealtepe
Gül Projesi Express
Teona Ümitköy
Aden Beytepe
Güleryüz Panoroma 4
Vadi Çankaya
Alesta Yalova
İskele 9
Vadi İstanbul
Almina Towers İstanbul
Kanal İstanbul
Vadi İzmit
Alysia Bodrum
Kasaba Evleri 3. Etap
Vadi Koru
Anemoon Tuzla
Kemer Life XXIII
Vadi Mudanya
Aqua Kavaklı
Konum Beytepe
Villa Akkoza
Balat Vizyon Evleri 2
Koordinat Çayyolu
Vira İstanbul
Bizim Evler 7
Koru Evleri 1. Etap
Bizim Evler 8
Kuzeykent Ada
Bulvar Ankara
Marka Evler Çarşı
Bulvar Asr
Mevsim İstanbul
Bulvar Limka
Mevsim Mudanya
Cadde 54
Meydan Ardıçlı
Cebeci Aura 2
Ova Kıyıboyu
City Millet
Ödül İstanbul
Code İstanbul
Ömür İstanbul
Collet Avcılar
Park Hayat İncek
Complexia Datça
Polat Ev Göztepe
Concodr İstanbul
Rota Aydınoğlu
Cordella Kartal
Selam Residence Yunuseli
Denge Konuralp 3
Semt Bahçekent
Dia Bella Mimaroba
Semt Yeniköy
Ece Garden
Şehr-i Deniz
Ekşioğlu Vega İnşaat
Caddebostan
Şehr-i İstanbul
Fidem Prestij Göztepe
Forum İstanbul
Gebze Emlak Konut 3.
Etap
Şehr-i Yaren
Şehri-i Deniz
Şehri-i Şahane Kastamonu
Tema İstanbul
Tema Mudanya
162 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
157
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
Bir diğer hata türü ise tamlanan ekinin eksikliğinden kaynaklanan hatalardır. Bu hata
tipiyle 4 örnekte karşılaşılmıştır. Ancak öge sıralanışı ile ilgili hataların çoğunda tamlanan
ekinin eksikliği de görülmektedir. Buradaki hatalar öge sıralanışı doğru olan adlar dikkate
alınarak tespit edilmiştir. Tamlanan ekinin kullanılmaması yer isimlerinde sık karşımıza
çıkmaktadır. Örnek olarak Kadıköy[ü], Polenezköy[ü], Arnavutköy[ü] vb. Çalışmada bu türde
tespit edilen hataların dördü ise şu şekildedir: Anka Meydan[ı], Dantel Nu Teras Evler[i], DKY
Merkez[i], Eliz Kule[si], Gamador Bulvar[ı]
Bu hatalı kullanımların yanında Türkçe dilbilgisi kurallarına uygun olarak oluşturulmuş
“Beyaz Şehir Konutları, Beyce Konakları, Beylikdüzü Altın Vadi Konakları, Beyoğlu Evleri,
Beysu Konakları, Beytepe Konakları vb.” gibi 478 proje adı da tespit edilmiştir.
Sonuç
Türkçe, bütün doğal diller gibi tarihin her döneminde diğer dillerle etkileşim içerisinde
olmuştur. Eskiden kültürler arasındaki etkileşim daha ziyade savaş, din, ticaret vb. vasıtalarla
sınırlı düzeyde gerçekleşirken günümüzde iletişim araçlarının gelişmesi, globalleşme vb.
nedenlere bağlı olarak çok daha yaygınlaşmıştır. Din, ticaret vb. araçlarla olan etkileşimin gerek
dildeki gerekse kültürdeki etkisi dönemin koşulları çerçevesinde günümüze göre sınırlı
kalmıştır. Böylelikle bu etki, tabanın diline daha az sirayet etmiştir. Ancak günümüzde
toplumlardaki eğitim düzeyinin yükselmesi, iletişim araçlarının gelişmesi, insanın ihtiyaç
duyduğu kavramların artması, bireylerin farklı gerekçelerle kültürlerle daha kolay etkileşime
girebilmeleri, kültürel özelliklerin ve dillerin siyasi sınırlarının olmaması… diller arasında
etkileşimin daha hızlı ve kontrolsüz şekilde gerçekleşmesine neden olmaktadır.
Kelime grubu düzeyinde sentaksı Türkçeye uymayan örneklerin çoğunlukla tabela
adlarıyla sınırlı olması dolayısıyla bu durumun günümüzde Türkiye Türkçesinin söz dizimine
olan olumsuz etkisi sınırlı düzeyde görülmektedir. Ancak gelecekte söz dizimi bozuk kelime
gruplarının sayısı artar, bu kullanım tabela adlarının dışına çıkarsa ve yaygınlaşırsa bu durum,
Türkiye Türkçesi için tehlikeli hâle gelebilir.
Kültür, dil ve kimlik bilincinden uzak, tamamen ticari kaygılarla oluşturulan bu kavram
işaretleri, bir insan ömründen daha uzun yaşayacak olan ve gelecek nesillerin de göreceği ya da
içinde yaşayacağı yapılara ad olduğunda Türkçenin değil başka dillerin ve kültürlerin temsilcisi,
aktarıcısı olma durumuna gelmektedir. Kültürümüzde yakın geçmişe kadar yapılan mimari
eserlere ait adlar, söz konusu eserleri yapan kişilerin kültürel özelliklerini de yansıtır
nitelikteyken günümüz eserleri için aynı şeyi söylemek mümkün görünmemektedir.
Bu problemin çözümü konusunda ilgili devlet kurumlarının koruyucu kanunlar,
yönetmelikler çıkarması, belediyelerin yapı izni verirken daha duyarlı davranması ve eğitim
sürecinde bireylerin dil ve kültür konusundaki farkındalık düzeylerinin artırılması
gerekmektedir.
Kaynaklar
Alyılmaz, C. (1994). Orhun yazıtlarının söz dizimi. Erzurum.
Alyılmaz, S. (2018). Türkçede birden fazla anlam ögesiyle (sentaktik yolla) kavramların
işaretlenmesi. Çukurova Üniversitesi Türkoloji Araştırmaları Dergisi, 3(1), 11-25.
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O158
O K 163
Küçük, S., ve Saraç, S. (2008). İş yeri adlarındaki batı kaynaklı kelimeler ve Ordu ili örneği.
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, 38, 137-155.
Mert, O. (2008). Orhun yazıtlarında kullanılan işaretsiz (/.Ø./) görev ögeleri. Atatürk
Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, 38, 1-20.
Sakaoğlu, S. (2003). Cumhuriyetten günümüze Konya’da iş yeri adları. Türk Dili, 622, 410-420.
Turgut, Y. (2014). Verilerin kaydedilmesi, analizi, yorumlanması: nicel ve nitel. A. Tanrıöğen
(ed.), Bilimsel Araştırma Yöntemleri içinde (s. 193-250). Ankara: Anı Yayınları.
Vardar, B. (2002). Açıklamalı dilbilim terimleri sözlüğü, İstanbul: Multilingual Yayınları.
https://www.hurriyetemlak.com/projeler/projects
https://www.konutprojeleri.com/
https://www.zingat.com/projeler
159
RUSÇA VE TÜRKİYE TÜRKÇESİNDE İLETİŞİM SÜRECİNDE İSİMLERE HİTAP
BİÇİMLERİNİN KARŞILAŞTIRMALI ANALİZİ
Reşat ŞAKAR
Öz
Ruslarla Türkler aynı coğrafyada ve tarihsel süreçte zaman zaman iç içe
yaşamış kadim birer millettir. Buna rağmen, her iki toplum iletişimde iç
dinamiklerine sıkı sıkıya bağlı ve kendine özgü bir yapıya sahiptirler. Rusça
ile Türkiye Türkçesinin farklı yapılara sahip olması ve bunun kültürel yapıyla
harmanlanması, farklı seviyelerde iletişim sürecinde isme hitap etme
şekillerini de kaçınılmaz bir şekilde etkilemektedir.
İletişim sürecinde isimler üzerinde yaş, cinsiyet ve statü oldukça önemli
bir yere sahiptir. İletişim sürecinin en önemli ögelerinden birisi de ortamdır.
Bu faktörler hemen hemen her dilde olmasına rağmen her dil kendi iç
yapısında başka dile benzer ya da farklı metotlar uygulayarak hitap şekillerini
belirlerler ve iletişim sürecinde kullanırlar. Anılan bu faktörlerin Rus ve Türk
dillerindeki yapısal ve kültürel etkileri bu çalışma ile karşılaştırmalı olarak
analiz edilmektedir.
Türk dilinden farklı olarak patronimlerin kullanımı, son eklerin saygınlık,
sevecenlik, küçültme, kısaltma vb. gibi ifade şekillerinin oluşturulmasında
etkin olarak kullanımı Rus dilinin karakteristik özelliği olarak gösterilebilir.
Türk dilinde patronimlerin olmaması kişi adlarına bey, hanım vb. eklemelerin
yapılarak hitap edilmesini gerekli kılmaktadır. Rus dili ile benzer bir şekilde
Türk dilinde de iletişim sürecinde ekler ve buna bağlı olarak küçültme,
kısaltma vb. şekilleri önemli bir yere sahiptir. Her iki dilin de sosyokültürel
yapısı ve dil ile kültür ilişkisi dikkate alındığında iletişim sürecinde farklı yol
ve yöntemlerin kullanıldığı görülmektedir. Bu çalışmayla birlikte hem bu yol
ve yöntemler ortaya konulmakta, hem de her iki dil için iletişim kurma
sürecinde ortak olarak kullanılan yapılar gösterilmektedir.
Rus ve Türk dillerinde farklı seviyelerdeki iletişim sürecinde isimlerin
doğru kullanımı için konuşma pratiğinin ve etkili öğretim yöntemlerinin
seçiminin büyük önem taşıdığı görülmektedir.
Anahtar Sözcükler: Rus dili, Türk dili, isim, iletişim, sözlü iletişim,
patronim, gelenek.
COMPARATIVE ANALYSIS OF FORMATS TO NAMES IN THE
COMMUNICATION PROCESS IN RUSSIAN AND TURKISH
LANGUAGES
Abstract
Russians and Turks are ancient nations that have lived together from time
to time in the same geography and historical process. Despite this, both
societies are firmly connected to their internal dynamics in communication
and have a unique structure. The fact that the Russian and Turkish languages
have different structures and their blending with the cultural structure
inevitably affects the way of addressing in the communication process in
different levels.
Dr. Öğr. Üyesi; Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Slav Dilleri ve
Edebiyatları Bölümü,
[email protected].
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 165
160
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
Age, gender and status have an important place in the communication
process. One of the most important elements of the communication process is
the environment. Although these factors are in almost every language, each
language determines the forms of address by applying similar or different
methods in its internal structure and use it in the communication process. The
structural and cultural effects of these factors in Russian and Turkish
languages are analyzed comparatively with this study.
Unlike the Turkish language, the use of patronymics, effective use of
suffixes in the creation of expressions such as dignity, affection,
minimization, and abbreviation can be shown as the characteristic feature of
the Russian language. The absence of patronym in the Turkish language can
be explained in the name of the person, such as Mr. or Mrs., it makes it
necessary to address by making additions. Similar to the Russian language, in
the Turkish language, additions and consequently reduction and abbreviations
have an important place in the communication process. Considering the
socio-cultural structure of both languages and the relationship between
language and culture, it is seen that different ways and methods are used in
the communication process. With this study, both these ways and methods
are revealed, and the structures used in communication for both languages are
shown.
It is seen that speaking practice and the selection of effective teaching
methods are of great importance for the correct use of names in the
communication process at different levels in Russian and Turkish languages.
Keywords: Russian language, Turkish language, name, communication,
oral communication, patronymic, tradition.
Giriş
Kadim gelenekleriyle Ruslarla Türkler aynı coğrafyada ve tarihsel süreçte zaman zaman
iç içe yaşamış olmasına rağmen iletişimde iç dinamiklerine sıkı sıkıya bağlı ve özgün kültürel
bir yapıya sahiptirler. Farklı dilsel yapılarının olmasının ve bunun kültürel yapıyla bir araya
gelmesinin, farklı ortamlarda iletişim sürecinde isimlere hitap etme şekillerine de kaçınılmaz bir
etkisi olmaktadır.
En az iki bireyin birbiriyle sözsel veya yazılı temas kurması şeklinde açıklanabilecek
iletişim için Türk Dil Kurumu Güncel Türkçe Sözlük’te iki türlü tanımlama yer almaktadır: 1)
isim Duygu, düşünce veya bilgilerin akla gelebilecek her türlü yolla başkalarına aktarılması,
bildirişim, haberleşme, komünikasyon. 2. isim, teknik Telefon, telgraf, televizyon, radyo vb.
araçlardan yararlanarak yürütülen bilgi alışverişi, bildirişim, haberleşme, muhabere,
komünikasyon (TDK 2020: URL). Birinci tanımlama çalışmanın konusu olan iletişim türüne
daha çok uymaktadır.
Hem Rus dili hem de Türk dilinde isimlerin kullanımında belli başlı dil bilgisel kurallar
bulunmaktadır. Gelenekler ve etiket normları da bu kurallarla birleştiğinde farklı seviyelerde
iletişim modelleri ortaya çıkmaktadır. Birçok yönden yaşa, ilişkilerin doğasına, çevreleyen
topluma ve durumsal özelliklere bakılması iletişimin odak noktalarının başında gelmektedir.
Benzer dil olayları her iki dilde de mevcuttur. Ancak yine de bazı farklılıklar vardır. Dahası, iki
kültür arasındaki iletişim sürecinde isimlerin işleyişi çok özeldir. Ancak Avrupa dil ve
kültürlerinin etkisiyle ortaya çıkan hitap şekilleri (Madam, Mösyö vb.) hiç şüphesiz Rus ve Türk
dillerinde de ortak bir şekilde kullanılabilmektedir.
Rus ve Türk dilleri, birbirinden bütünüyle farklı diller olduğu için iletişimde dil aktarımı
neredeyse imkânsızdır. Her iki dilin de sosyokültürel yapısı ve dil ile kültür ilişkisi dikkate
166 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
161
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
alındığında farklı seviyelerdeki iletişim sürecinde farklı yol ve yöntemlerin kullanıldığı
görülmektedir. Bu nedenle isimlerin doğru kullanımı için konuşma pratiği ve etkili öğretim
yöntemlerinin seçimi büyük önem taşımaktadır.
İletişim sürecinde isimlere hitap etmede yaş, cinsiyet, statü ve ortam gibi normlar
oldukça önemli bir yere sahiptir. Bu normlar ait olduğu kültürle bir araya gelince dile özgü isme
hitap şekilleri ortaya çıkmaktadır. İletişim sürecinde isme hitap etme kişilere bağlı olabileceği
gibi (yaş, cinsiyet, statü) iletişimin oluştuğu ortama da (samimi, resmi) bağlıdır.
Öte yandan, Boyko’nun da ifade ettiği gibi, bir kişinin isminin algılanmasına ilişkin ana
bilişsel perspektifin “yakın – yabancı” karşıtlığı olduğu gerçeğini hesaba katmak son derece
önemlidir. Adlar etnokültürel alanın bir parçasıdır ve dil bilincinin etnokültürel belirteçleri
olarak görülür (2015, s. 15). Farklı seviyelerdeki iletişim sürecinde isme hitap etme şekillerini
yakın-yabancı bağlamında ele almak gerekir. Yakınlık ilişkisi ve ortam bu noktada önemli bir
faktördür. İletişimin en önemli ögelerinden olan ortam iletişimin yol ve yöntemini belirlemede
önemli bir adımı oluşturmaktadır.
1. Farklı Seviyelerde İletişim Sürecinde İsimlere Hitap Şekilleri
1.1. Saygı ve Resmiyete Bağlı Hitap Şekilleri
Rus kültüründe saygı ve resmiyete bağlı iletişim şekli söz konusu olduğunda akla gelen
ilk yol ve yöntem hiç şüphesiz patronimlerdir. Hemen hemen iletişimin her seviyesinde Rus
dilinde patronimlerle karşılaşmak mümkündür. Rus dilinin iletişim sürecinde karakteristik
özelliği olarak gösterilebilir. Rus kültüründe Patronimler (başka bir ifadeyle baba isimleriотчество) sıklıkla eğer kız ise baba adına -овна, -евна (-ovna, -yevna) vb., erkek ise -ович, евич (-oviç, -yeviç) vb. son eklerinin eklenmesiyle yapılırlar. Örneğin, Anton Pavloviç Çehov
(Антон Павлович Чехов) kullanımından Çehov’un babasının adının Pavel olduğu
anlaşılabilmektedir. Yani Pavel’in oğlu Anton Çehov. İsim kökünde ses düşmesi meydana
gelmektedir (Pavel – Pavloviç). Guoping’in iletişim sürecinde Çinceyi Rus diliyle karşılaştırdığı
çalışmasında (2018, s. 22) “Rus görgü kuralları özellikle yetişkinlere, isme bir baba adının
eklenmesiyle birlikte hitap etmelerini öngörür” şeklinde ifade eder. Yetişkinler aile veya
arkadaşça ilişkiler içinde değillerse, o zaman birbirlerine ad ve patronimleri ile hitap etme
eğilimindedirler. Örneğin: Anna İvanovna, Sergey İvanoviç, Yevgeniy Vasilyeviç vb. Yani bir
bakıma göstergebilimsel açıdan düşünüldüğünde hitap ettiği kişiye hem bir saygının göstergesi,
hem de arada bir mesafe veya resmiyet olduğunun göstergesi olarak düşünülebilir. Zaten adları
genel olarak göstergebilim açısından değerlendirdiğimizde, Toklu’nun da ifade ettiği gibi,
göstergebilimde göstergelerin “belirtici gösterge” grubuna dahil etmek mümkündür (2018, s.
28). Kişiyi belirten, kişiye saygı duyan, kişiyi yansıtan ve iletişim ortamına göre kullanılan hitap
şekilleri belirtici birer göstergedirler.
Patronimler dilsel olarak saygı ve mesafenin göstergesidir. Türk dilinde patronimler
kullanılmadığı için iletişim sürecinde hitap etme aracı olarak bey ve hanım kelimeleri isimden
sonra kullanılır. Ahmet Bey, Ayşe Hanım vb. Yine burada da farklı yapılar kullanılarak saygı ve
belli bir seviyedeki iletişim göstergesi bulunmaktadır. Bütün bunların dışında yakın ilişkilerin
olduğu ortamdaki kullanımlarında da alay, hiciv gibi semantik kullanımı görülmektedir.
Türkçede yakınlık ilişkisi olan kişiler arasında bey ve hanım kullanımı, Rus dilinde de patronim
kullanımı bu bağlamda değerlendirilebilir.
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O162
O K 167
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
İletişim sürecinde patronimin kullanımı, ilişkiye resmiyet ve saygı kazandırması
açısından dilin kültürle birleşimidir. Bir isme ikinci isim eklemek (patronim), bir kişiye saygı
göstermenin geleneksel bir yoludur. Bu sadece bir kişi için bir belirtme veya hitap değildir.
Sadece dilsel olarak baba adına belirli son eklerin konularak isme hitap edildiği bir süreç
değildir. Bu, ismin anlamsal ve duygusal bir yük taşıdığını gösterir.
Benzer bir şekilde Türk kültüründe de bir kişiye saygı derecesini veya mesleki
faaliyetin niteliğini gösteren bir statü adı vermesi yaygındır. Ancak Rus dilinde isim + patronim
şeklindeki isme hitap etme Türk kültüründe bulunmamaktadır. Ortada bir resmiyet, mesafe ve
saygı söz konusuysa kişiye sadece ismiyle hitap etmek imkânsızdır. Yukarıda da bahsi geçtiği
üzere kişi adı + bey/hanım kalıbı kullanılır. Cinsiyet ayrımı her iki dilde de isme hitap etmede
ayırıcı birer özelliktir. Türk kültürü için başka bir örnek verilecek olursa, bir öğretmene adı ile
hitap etmek kabul edilemez. İsim yerine öğretmenim, hocam kalıpları kullanılır. Yalnız adı
geçen öğretmene öğrencisi dışındaki kişi ya hocam ya da isim + bey/hanım şeklinde hitap
edebilir.
İletişimde ortam çok önemlidir. Örneğin, resmi bir konferansta Türkçede ve Rusçada
hitap şekilleri benzerlik gösterebilir. Sadece, Rus dilinde patronimler de kullanılır. Türk dilinde
Sayın + soy ad (Sayın Çelik, Sayın Demir gibi), İsim + bey/hanım (Ahmet bey, Ayşe hanım
gibi) hitap şekilleri kullanılırken Rus dilinde isim + patronim (Евгений Васильевич-Yevgeniy
Vasilyeviç, Любовь Павловна-Lübov Pavlovna gibi), bey/hanım + isim (господин АнтонGospodin Anton, госпожа Екатерина-Gospoja Yekaterina gibi), sayın + soy isim (уважаемый
Клобуков-Uvajayemıy Klobukov, уважаемая Ахматова-Uvajayemaya Ahmatova gibi)
şeklindeki kullanımları görmek mümkündür.
Kişisel bir isim (Анн-Anna, Сергей-Sergey) yerine sadece patronim (ВасильевичVasilyeviç, Петровна-Petrovna) kullanımı da nadir olmakla birlikte bulunmaktadır. Yani
sadece baba adıyla hitap etme şekli de Rus kültüründe bulunmaktadır. Ancak bu durum
kesinlikle resmi ortamlarda ya da saygı anlamında değildir. Sadece dostluk ilişkisi olan yaşlı
kişiler arasında kullanılabilmektedir.
İletişim sürecinde patronimlerin kullanımının yaş ve statüyle sıkı ilişkisi vardır. Sonuç
olarak, bir patronimin varlığı, bir kişinin toplum yaşamına bağımsız ve sorumlu katılımını
öngören bir yaşa ulaştığını gösterir.
Bununla ilgili yaşamsal döngüde yaşa bağlı olarak ismin ve buna bağlı isme hitap
şeklinin değişimi ile ilgili bir örnek vermek gerekirse: “…мы спрашиваем: А как теперь
Ванечка?, и нам отвечают: Спасибо, он уже Иван Иванович, женился, сам имеет сына,
кстати, тоже Ванечку (Mı spraşivayem: A kak teper Vaneçka? i nam otveçayut: Spasibo, on
uje İvan İvanoviç, jenilsya, sam imeet sına, kstati, toje Vaneçku)” (Stepanov, 2010, s. 254’ten
aktaran; Boyko, 2015, s. 19).1 Vaneçka ismiyle hitap şeklinin belli bir yaşa kadar
kullanılabildiği, yetişkinlik düzeyinde artık isim + patronim kullanıldığının apaçık örneğidir.
Patronimlerin Rus dilinde sıklıkla kullanımının aksine, yabancı dile aktarımında
özelliklerini yitirmektedirler. Örnek olarak ünlü Rus yazarları verebiliriz. Türk dilinde ya sadece
soyadlarıyla ya da ad ve soyadlarıyla kullanımı sıkça rastlanan bir durumdur: Aleksandr Puşkin
ya da sadece Puşkin; Lev Tolstoy, Fyodor Dostoyevskiy vb.
Vaneçka şimdi nasıl? diye soruyoruz – Bize şöyle cevap veriyorlar: Teşekkürler, O artık İvan İvanoviç. Evlendi. Bir
oğlu var. O da Vaneçka (Makale yazarı tarafından çevrilmiştir).
1
168 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
163
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
1.2. Aile ve Yakınlık İlişkisine Bağlı Hitap Biçimleri:
Rus kültüründe birbirlerini sadece adıyla çağırmak çocuklar ve ergenler için yaygındır.
Belirli bir yaşa kadar olanlarda patronimler (baba adları), kural olarak, pratikte iletişim
düzeyinde kullanılmaz. Aynı zamanda, yetişkinlerin, arkadaşlık veya aile bağları varsa,
iletişimcinin tanımlanmasını zorlaştırmadan birbirlerine sadece adıyla hitapta bulunmaları da
yaygındır. Aynı durum Türk kültürü için de geçerlidir. Türk kültüründe yaygın olarak sadece
isim kullanımı bulunmaktadır.
Rus kültüründe yakın insanlar için adın kısaltılarak kullanılması karakteristiktir: Женя,
Ира, Маша, Саша (Jenya, İra, Maşa, Saşa) gibi. Kısaltmaların dişi cins özelliklerine göre
yapıldığı gözlenmektedir. Aynı durum Türk dilinde de vardır. Örneğin erkekler için: Hüso, İbo,
Memo vb., kadınlar için: Zeyno, Azroş, Fatoş vb. gibi. Türk dilinde cinsiyet ayrımının
yapılamadığı görülebilmektedir. Bunun sebebi olarak dilbilgisel açıdan bakıldığında Türk
dilinde dilbilgisel cinsiyet kategorisinin bulunmaması gösterilebilir. Rusça ve Türkçede bu
kullanımlar sadece yakın dostluk veya akrabalık ilişkisi olan ortamlarda geçerlidir. Yakınlık
yoksa Türk kültüründe kişiye İbo, Memo gibi, Rus kültüründe Jenya, Saşa gibi hitap şekilleri
bulunmamaktadır.
Türkçeden farklı olarak Rus dilinde, ergenlik veya gençlik döneminde, iletişim sırasında
tam bir isim kullanılıyorsa, bu, akranların ilişkiye belirli bir statü vermeye çalıştığı anlamına
gelebilir. Gençler arasındaki tam isimle (Екатерина-Yekaterina, Светлана-Svetlana vb.) hitap
şekli abartılı bir şekilde resmi, hatta ironik olabilir.
Aynı zamanda, yetişkinler için (hatta yaşlılar için de), tam adıyla hitap etmek daha
tipiktir. Saygıyı vurgular ve hitap edilen kişiye biraz mesafe koyar.
Rus dilinde sözlü iletişim sürecinde isme hitap etme biçimlerini belirlemede kelimeyapım biliminden, son eklerden yararlanılmaktadır. Türk dilinde de benzer kullanımlar
bulunmasına rağmen, Rus dilinde son eklerin kullanımı daha yaygındır.
Erken çocukluk için küçültme-sevecenlik son ekleriyle isimlerin kullanılması tipiktir:
Ульянушка (Ulyanuşka), Любушка (Lübuşka), Аннушка (Annuşka), Анечка (Aneçka),
Олечка (Oleçka), Димочка (Dimoçka), Андрюшенька (Andryuşenka). -к(а) (-ka), -ушк- (uşk-), -ишк- (-işk-), -очк- (-oçk-) son ekleri bu son eklerin başında gelmektedir.2
Son eklerin saygınlık, sevecenlik, küçültme, kısaltma vb. gibi ifade şekillerinin
oluşturulmasında etkin olarak kullanımı Rus dili ile benzer bir şekilde Türk dilinde de iletişim
sürecinde önemli bir yere sahiptir.
Türkçe’de küçültmeyi ya ifadelerle yaparız: bir tutam ot, bir avuç fındık v.b. gibi ya da dildeki
küçük, ufak, minik v.b. gibi kelimelerin yerini tutacak ve isim, sıfat veya zarfın sonuna getirilen eklerle:
+(X)ç, +(X)K, +AlAK, +Az, +An, +KIÆA, +GAç, +Gılt, +can, +KAK, +cA, +cAK, +cAğIz, +cIk,
+ImsI, +ImtrAK v.b. (Zabetı Mıandoab, 2018, s. 215).
Aile içi ya da dostluk ilişkisi olan ortamlarda Rus dilindekine benzer küçültmesevecenlik son ekleri kullanılmaktadır. Örnek olarak -cığım, -oş, (Ahmetçiğim, Esoş vb.),
erkeklerde sıklıkla ismin -o ile kısaltılışı (Hüso, İbo, Mamo vb.). Çocuklar için ufaklık, kerata,
yaramaz gibi terimler de kullanımdadır.
(Küçültme son ekleri ile ilgili daha detaylı bilgi için N. Şvedova editörlüğündeki Rusça Dil Bilgisi kitabına
bakılabilir (Lopatin, 1980, § 411-430).
2
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O164
O K 169
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
Aile içi ilişkilerde Rus dilinde patronimler çok daha az kullanılmaktadır. Örneğin anne
veya babaya ad ve baba adı ile hitap etmek son derece nadirdir. Sıradan bir ailede, patronimik
olarak, eşin uzak akrabalarının yanı sıra kayınpedere veya kayınvalideye hitap edilir (Guoping
2018).
İstisnai durumlarda, bir aile küçük bir çocuğu ad ve patronimi ile isimlendirebilir. Bu
sevecen bir tavırla ironinin bir tezahürüdür. Yani bu durumda ad ve baba adı ile çocuk
çağrılabilir. Türk dilinde de benzer uygulamalar mevcuttur. Ancak daha önce de ifade edildiği
üzere Türk dilinde patronimler olmadığı için çocuğa ironik yaklaşımlarda Azra Hanım çabuk
buraya gel örneğindeki gibi yine hanım, bey ifadelerini kullanırız.
Başka bir ortam ise akraba ilişkilerinde göze çarpmaktadır. Rus dilinde yine isim, isim
kökü + küçültme son eki, дядушка (dyaduşka), тётушка (tyotuşka) kullanımları sık
rastlanırken, Türk dilinde isim + dayı/teyze (Ahmet dayı, Sevda teyze) ya da sadece hala, teyze
vb. kullanımlarına rastlanır. Öte yandan Türk dilinde bacı, abla, abi kullanımları aile içi iletişim
sürecinde sıkça kullanılmaktadır. Rus dilinde de benzer kullanımlar yine küçültme-sevecenlik
son ekleriyle (братушка, мамочка и т. д.) yapılmaktadır.
Abi ve abla kullanımları sadece aile içinde değil, yakınlık duyulan ortamlarda ya da
resmi olmayan ortamlarda kişiden yaşça biraz büyük orta yaş grubu için kullanılırken, yaş
ortalamasının yükseldiği kişiler için ise amca ve teyze kullanımları Türk dilinde yaygındır.
Ancak Rus dilinde bu tarz bir kullanım söz konusu değildir.
1.3. İş Dünyasında İletişimde İsimlerin Kullanımı
Genel olarak iş ilişkilerinde mesleki eşitlik yaşa göre belirlenmez. İş ortamında iletişim
süreci kişinin mesleki niteliklerine ve organizasyondaki rolüne göre belirlenir.
Statü ile birlikte yaşın da önemli bir yeri vardır. Rus kültüründe, kıdemsiz bir çalışan
daha yaşlı olan bir kişiye genellikle ad ve baba adı (patronim) ile hitapta bulunabilir. Üst düzey
bir çalışan genç bir kişiye sadece adıyla hitap edebilir, bu saygısızlık göstergesi değildir. Yaşça
küçük olan ve mesleki niteliği fazla olan birisi, yaşça büyük olan kıdemsiz bir çalışana saygı
gereği ad ve baba adıyla da hitap edebilir. Ancak kıdemsiz ve yaşça büyük olan bir kişinin, genç
ve üst düzey bir çalışana sadece ismiyle hitap etmesi rastlanır bir durum değildir. Bu tarz
kültürel özellikler Türk kültüründe de yer almaktadır. İş dünyasında iletişim sürecinde benzer
hitap şekilleri hemen hemen her kültürde yer almaktadır. Sahip olunan nitelik ve statü hitap
şeklini belirlemektedir.
Çalışma hayatında bir yetişkine hitapta bulunurken isme küçültme-sevecenlik ekleri de
sıklıkla kullanılabilmektedir. Aynı sosyal statüdeki bireylerin birbirleriyle iletişim kurarken
kullanılan eklerin karakteristik özelliği olarak nazik bir tavrı ifade edebilirler. Örneğin,
Guoping’inde ifade ettiği gibi, işyerinde, birbirine yakınlaşan ve beraber çalışan kişiler, kişinin
liyakatini veya konumunu küçümsemeden, çocuk adıyla meslektaşına hitapta bulunabilir.
Örneğin, Танечка (Taneçka) şeklindeki bir hitap şekli kişiye yapılan itirazı, bir çalışana karşı
belli bir dereceye kadar dostça bir tavrı gösterebilir (Guoping, 2018, s. 22). Türk kültüründe de
yaşa, statüye ve iş ilişkilerine göre belirlenen hitap şekilleri bulunmaktadır. Çalışanın niteliği ve
statüsü, çalışma ortamındaki yakınlığa göre iletişim şekilleri ortaya çıkabilmektedir. Sadece
isimle hitap edilen ortamda kişiler ya aynı yaş ve statüdedir ya da kendinden yaş ve statü olarak
daha alt seviyededir. Üst düzey bir çalışana sadece ismiyle hitap etmek Türk kültüründe de
kabul gören bir iletişim yöntemi değildir.
170 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
165
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
Rus kültüründe bireyin meslektaşları, akrabaları veya arkadaşları ile ilişkisi nasıl
gelişirse gelişsin, isme getirilen küçültme-sevecenlik biçimleri sadece sözlü iletişim düzeyiyle
ilgilidir. Hiçbir resmi belgede veya sertifikada isimler küçültme vb. son eklerle kullanılmaz.
İsim ve patronimlerin bir arada kullanıldığı tam adlar geçerlidir. Benzer şekilde Türk dilinde de
sözlü iletişim düzeyinde kullanılan hitap şekilleri yazılı belge veya metinlerde özelliklerini
kaybeder ve resmi dil kullanılır.
Eğitim kurumlarında ise, görgü kuralları gereği kişi öğretmene yalnızca ad ve
patronimleriyle hitap etmeyi öngörür. Herhangi bir seviyedeki bir öğretmene adıyla hitap etmek
Rus kültüründe kabul edilemez. Tersine, öğretmen geleneksel olarak çocuklara sadece
isimleriyle veya isminin kısaltılmış şekliyle hitap eder. Küçültme-sevecenlik son ekleri
öğretmenin öğrenciye hitap ettiği durumlarda rastlanabilen bir durumdur. Türk kültüründe
öğretmene hitap şekli eğitim seviyesine bağlı olarak değişiklik göstermektedir. İlkokul
seviyesinde öğretmenim, lisede hocam kalıpları en sık kullanılan kalıplardır. Öğretmenin
öğrenciye hitap şekli ise ya sadece kişinin ismiyle ya da isme -cığım/-ciğim küçültme eklerinin
eklenmesiyle oluşan bir durumdur. Daha ileri yaş eğitim seviyesinde de aynı hitap şekilleri
kullanılabilmektedir.
Sonuç
Farklı seviyelerde iletişim sürecinde isimlere hitap şekillerinin Rusça ve Türkiye
Türkçesinde karşılaştırmalı olarak ele alındığı bu çalışma ile dünyanın ve bölgenin önde gelen
iki büyük dili arasındaki benzerlikler ve farklılıklar ortaya konulmaktadır. İletişimin hangi
seviyesi olursa olsun yaş, cinsiyet, statü ve ortamın oldukça önemli bir yeri bulunmaktadır.
Sözlü iletişim sürecinde Rusça ve Türkiye Türkçesi karşılaştırıldığında Rus kültüründe
patronimlerin ve belli başlı küçültme-sevecenlik son eklerinin çok etkin bir rol oynadığı ileri
sürülebilir. Türk dilinde ise eklerle beraber kelime gruplarının bir araya gelerek iletişim
sürecinde bir rol üstlendiği söylenebilir. İsmin bileşenlerinin doğru iletişim kurulmasında
önemli bir rol oynadığını ve ortama uygun ismin bilişsel doğasını ortaya çıkardığını söylemek
mümkündür. Eğer bu fark edilirse, o zaman antroponimlerin doğru iletişim aracı olarak
kullanıldığı görülebilmektedir.
Kısaltmalar
§ - Paragraf.
Kaynaklar
Boyko, Lyudmila (2015). O strukture antroponima i yego funktsionirovanii v russkom i
angliyskom yazıkah. Vestnik Baltiyskogo federalnogo universiteta im. İ. Kanta, 2, 1422.
Guoping, Liu (2018). Opostavitelnıy analiz imen v protsesse obşeniya v russkom i kitayskom
yazıke. Baltiyskiy gumanitarnıy jurnal. Filologiçeskiye nauki – yazıkoznaniye, 3(24),
21-24.
Lopatin, V. V. (1980). Slovoobrazovaniye imyon suşestvitelnıh. N. Şvedova (ed.), Russkaya
grammatika. 1. Moskva: Nauka, § 198-790.
Stepanov, YU. S. (2010). V tryohmernom prostranstve yazıka. semiotiçeskiye problemı
lingvistiki, filosofii, iskusstva. Moskova: URSS.
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O166
O K 171
TDK (2020). https://sozluk.gov.tr/ (29.09.2020).
Toklu, Mehmet Osman (2018). Dilbilime giriş. Ankara: Akçağ yayınları.
Zabeti Mıandoab, Nasrin (2018). Türk dı̇ lı̇ nde küçültme kavramı ve küçültme eklerı̇ (modern
Oğuz lehçeleri ile karşılaştırmalı bir ı̇ nceleme). Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya
Fakültesi Türkoloji Dergisi, 22(1), 213-237.
167
KARAPAPAK KADINLARININ GÜRCISTAN’IN SOSYAL HAYATINA
ENTEGRASYONU
Ayten MERDAN HACILAR
Öz
Etnik azınlık kadınlarının sosyal entegrasyonu her demokratik devlet için
büyük önem taşımaktadır. Bu yönde araştırmaların önemli bir kısmı,
Gürcistanın Kvemo-Kartli (Borçalı) bölgesinin Marneul, Bolnis, Dmanis ve
Gardaban ilçelerinde yerleşmiş, ülkenin en büyük etnik azınlık grubu olan
Karapapakların (Azeri Türklerinin subetnik grubu) çağdaş siyasi-sosyal
hayatına ilişkin araştırmalarından yoksundur. Avro-Atlantik alanına
entegrasyonu birincil siyasi önceliği olarak alan Gürcistan için, insan
haklarını, o sıradan etnik ve kadın azınlıklara saygı gösterilmesini ve
korunmasını sağlamak önemlidir. Bu noktadan, Gürcistan Karapapak
kadınlarına ilişkin ayrı bir çalışma özellikle ilgi çekicidir. Bu anlamda, ikincil
kaynaklardan elde edilen verileri kullanarak, bu makale Karapapak
kadınlarının Gürcü toplumuna katılımını ölçmektedir. Yaygın olarak
kullanılan sosyal entegrasyon göstergelerinin (katılım, devlet dili bilgisi,
sosyal ilişkiler ve karşılıklı evlilik) ölçülmesi, Gürcistan'daki Karapapak
kadınlarının düşük sosyal entegrasyon düzeyini buluyor.
Anahtar Sözcükler: Karapapak kadınları, sosyal entegrasyon, etnik
azınlık, Gürcistan.
THE INTEGRATION OF KARAPAPAK WOMEN INTO THE
SOCIAL LIFE OF GEORGIA
Abstract
The social integration of ethnic minority women is essential for every
democratic state. A substantial part of studies lacks the research of Georgian
Karapapakh (the largest ethnic minority group of the country, compactly
settled in Marneuli, Bolnisi, Dmanisi and Gardabani municipalities of
Kvemo-Kartli region) women. For Georgia, the country which takes
integration into Euro-Atlantic space as its primary political priority, it is
important to ensure human rights and respect for and the protection of ethnic
minorities. From this point, a separate study of Georgian Karapapakh women
is of particular interest. In this sense, using the data from the secondary
sources, this paper measures the inclusion of Karapapakh women in Georgian
society. Controlling for the widely used indicators of social integration participation, state language knowledge, social networks, and intermarriagethe paper finds the low level of social integration of Karapapakh women in
Georgia.
Keywords: Karapapak women, social integration, ethnic minority,
Georgia.
Uzman, Tiflis Devlet Üniversitesi; Valeh Hacılar Uluslararası Bilimisel ve Kültürel Araşdırmalar Vakfi
(GÜRCİSTAN, e-mail:
[email protected])
Kadınların İlerlemesi Üzerine Devlet Politikasının Hazırlanması Komisyonu, Şubat 1998'de kurulmuştur. O yılın
Haziran ayında, 1998-2000 dönemi için Kadının İlerlemesi için Eylem Planı onaylandı.
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 173
168
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
Giriş
Topluma entegrasyon, kadınlar, dini ve etnik azınlıklar da dahil olmak üzere toplumdaki
farklı gruplar arasında uyumlu etkileşimleri teşvik eden olumlu bir süreçtir. Sosyal olarak
bütünleşmiş bir toplum inşa etmenin hem ülke hem de bütünleşen nüfus için uzun vadeli
faydaları vardır. Daha fazla yenilik ve ekonomik büyümeyi teşvik ederek, toplulukları / grupları
entegre etmek kültürel çeşitlilik getirebilir ve ülkenin gelişmesini destekleyebilir (Putnam,
2009, s. 3-5). Daha sosyal olarak bütünleşmiş insanlar da daha özgecil tutumlar gösterme
eğilimindedir. Ayrıca, zorluklarla karşılaşıldığında, sosyal olarak bütünleşmiş bir toplum daha
etkili olacaktır (Brañas-Garza vd., 2010). Öte yandan, sosyal entegrasyon önyargıları ve
eşitsizliği ortadan kaldırır, ezilen ve marjinalleştirilmiş bireylerin veya grupların değerini artırır,
sosyo-politik katılımları için fırsatlar yaratır, geleneksel olarak yeterince temsil edilmeyen
gruplar ve bireyler için istikrarlı ve iyi istihdam fırsatları yaratmaya yardımcı olur; aynı
zamanda, yoksulluğu ve sosyal izolasyonu ortadan kaldırmak için savunmasız topluluklar
arasında kapasite geliştirmeyi teşvik eder (Cruz-Saco, 2008).
Gürcistan, bağımsızlığından bu yana demokratik bir devlet kurma, kadınların ve etnik
azınlıkların durumunu iyileştirme ve onları topluma entegre etme yolunda geçiş döneminin
zorluklarıyla mücadele ediyor. Ülke, kadınlara karşı ayrımcılığın ortadan kaldırılması ve etnik
azınlıkların haklarının sağlanması alanında önemli uluslararası belgeler kapsamında bir dizi
taahhütte bulunmuştur (Sordia, 2014; Chkheidze, 2011; Nadaria, 2013).
Avro-Atlantik alanına entegrasyonu birincil siyasi önceliği olarak alan Gürcistan için,
insan haklarını, o sıradan etnik ve kadın azınlıklara saygı gösterilmesini ve korunmasını
sağlamak önemlidir. Dil engeli ve siyasi, sosyal ve kültürel dışlanma gibi farklı faktörlere bağlı
olarak, Gürcistan'da hem akademik hem de siyasi çevrelerde ve ayrıca genel kamuoyunda
yaşayan etnik Azeri-Türk topluluğunun karşılaştığı tarih ve zorluklarla ilgili yetersiz bilgi vardır
(Zviadadze ve Jishkariani, 2018). Bu noktadan, Gürcistan Karapapaklarına, özellikle Karapapak
kadınlarına ilişkin ayrı bir çalışma özellikle ilgi çekicidir. Bilimsel edebiyat, çoğunlukla
Gürcistanın Kvemo-Kartli (Borçalı) bölgesinde yerleşmiş, ülkenin en büyük etnik ve dini
azınlık grubu olan Karapapakların çağdaş siyasi-sosyal hayatına ilişkin araştırmalarından
yoksundur.
Terimlerin tanımlanması (anahtar kavramlar)
Kullanılan anahtar terimlerin bazılarının kavramsallaştırılması ve operasyonel hâle
getirilmesi, araştırma konusunu, temalarını ve hedef grubunu belirlemeye yönelik önemli bir
adımdır.
Etnik ve dini azınlık
Kadınların İlerlemesi Üzerine Devlet Politikasının Hazırlanması Komisyonu, Şubat
1998'de kurulmuştur. O yılın Haziran ayında, 1998-2000 dönemi için Kadının İlerlemesi için
Eylem Planı onaylandı.
Karapapaklar - Azeri Türklerinin subetnik grubu.
Ulusal azınlık terimi belirsizdir, yani evrensel olarak kabul edilmiş bir azınlık tanımı
yoktur. Terim tanımlanmaya çalışılırken, azınlıkların toplumda hangi grup kategorisine ait
olduğunu belirleyen ulusal / etnik azınlıkların haklarının korunmasına ilişkin bağlayıcı veya
bağlayıcı olmayan herhangi bir uluslararası hukuk belgesinin bulunmadığı dikkate alınmalıdır.
174 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
169
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
Birleşmiş Milletler sisteminde genel olarak kabul edilen terimin etnik azınlık olduğu, Avrupa
Konseyi sisteminde ise bu grubun üyelerine ulusal azınlık denildiğine dikkat edilmelidir.
Uluslararası bir antlaşmada genel olarak kabul edilmiş, açıkça formüle edilmiş bir
azınlık tanımı olmamasına rağmen, akademisyenler arasında aşağı yukarı benzer olan bir dizi
yaklaşım vardır. Birleşmiş Milletler Azınlıklar Beyannamesi 1. maddesinde azınlıklara ulusal
veya etnik, kültürel, dini ve dilsel kimlik temelinde atıfta bulunur. Venedik Komisyonu
tarafından önerilen tanımda, etnik azınlıklar “sayca devletin nüfusunun geri kalanından daha az
olub, hemin devletin vatandaşları olan ve devletin çoğunluk üyelerinin etnik, dini veya dilsel
özelliklerinden farklı etnik, dini veya dilsel özelliklere sahip bir grup olarak tanımlanmaktadır,
ve bu grup kültürlerini, geleneklerini, dinlerini veya dillerini koruma iradesi tarafından
yönlendiriliyorlar”. Lanchester ve Andreas, Avrupa'daki azınlıkları, “etnokültürel özellikleri bir
ülkenin sayısal olarak üstün toplumunun geri kalanından açıkça farklı olan baskın olmayan bir
konumdaki bir grup" olarak tanımlıyor (Lantschner ve Andreas, 2010)
Gürcistan'ın Kvemo Kartli (Borçalı) bölgesinin kırsal kesimlerinde yoğun nüfuslu
Karapapaklar (Azeri Türkleri), ülkenin en büyük etnik azınlık grubudur. 2014 resmi nüfus
sayımına göre Gürcistan'da 233.024 etnik Azeri Türk yaşıyor (Ethnic composition of Georgia:
2014 census). Azeri Türkleri aynı zamanda Gürcistan'daki en büyük dini azınlık - Müslüman
topluluğunu oluşturmaktadır (Sanikidze ve Walker, 2004).
Gürcistan'da Karapapaklar, ülkenin güneydoğu kesiminde kompakt biçimde yerleşmiş
durumdalar. Kvemo Kartli (Borçalı) bölgesinin Marneul (Sarvan), Bolnis, Dmanis (Başgeçit) ve
Gardaban (Karayazı) ilçelerinin nüfusunun çoğunluğu Karapapaklardır. Aynı zamanda Kvemo
Kartli (Borçalı) bölgesinin Tetritsğaro (Akbulak) ve Zalga (Parmaksız) ilçelerinde Karapapak
köyleri mevcuttur. Gürcistan'ın doğusunda Kahetya, Şida (İç) Kartli ve Msheta-Mtianet
bölgelerinde, Kvemo Kartli bölgesinin merkezi şehri Rustav ve başkent Tiflis'te de önemli
sayıda Karapapak nüfusu bulunmaktadır (Valehoğlu, 2005, s. 4-8; Memmedli, 2006, s. 88-94,
Kerimli, 2011, s. 214-216).
Dil engeli ve siyasi, sosyal ve kültürel dışlanma gibi farklı faktörlere bağlı olarak,
Gürcistan'da yaşayan Karapapak topluluğunun hem akademik hem de siyasi çevrelerde ve
ayrıca genel kamuoyunda karşılaştığı tarih ve zorluklarla ilgili yeterli bilgi azdır.
Kesişimsellik teorisi
1989'da Kimberlie Crenshaw, ırk, sınıf, cinsiyet, kimlik, cinsel yönelim, din ve diğer
kimlik işaretleri olan bireylerin genellikle çeşitli baskı kaynakları tarafından dezavantajlı
daruma düşürüldüğünü iddia eden bir kesişimsellik teorisi ortaya attı (Crenshaw, 1989). Bu
teori başlangıçta feminist teori olarak iddia edilirken, kadınlara yönelik baskıyı açıklarken,
genişlemiş görünüyor ve daha sonra toplumun her kesimindeki ayrımcılığı açıklamak için
kullanılmağa başlanılmıştır. Kesişimsel feminizm, sosyal ve politik kimlikteki ayrımcılığın
çeşitli yönlerinin genderle nasıl örtüştüğünü ("kesiştiğini") iddia eden bir feminizm dalıdır.
Crenshaw, ABD'deki dışlanmış kadınlar hakkında yazıyor. Bununla birlikte, bu teorik çerçeve
evrensel olarak da uygulanabilir. Patricia Hill Collins, hepimizin deneyimlerimizin gender, ırk,
sınıf, yaş, din yapıları tarafından belirlendiği bir tahakküm matrisinde var olduğumuzu
teorileştirmiştir (Collins, 1990).
Kesişimsellik bir kişinin sosyal ve politik kimliğinin (örneğin gender, ırk, sınıf, cinsiyet,
din, engellilik, fiziksel görünüm) ayrımcı ve ayrıcalıklı rejimler oluşturmak için nasıl
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O170
O K 175
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
birleştirildiğini anlamak için teorik bir çerçevedir. Bir faktör kombinasyonu nedeniyle insanlar
tarafından hissedilen avantaj ve dezavantajları çapraz olarak tanımlar. Bu bağlamda Karapapak
kadınları gender, din ve etnik köken gibi bir sıra faktörlerin kafşağında bulunuyor. Bu
kesişimsellik onların durumlarını zorlaştırır, ve ayrıca bu ve benzeri grupları incelemeye
niyetlenen akademisyenlere daha fazla zorluk getiriyor.
Gürcistan'daki Karapapak kadınlarının sosyal entegrasyonunun araştırılması için birkaç
önemli faktör göz önünde bulundurulmalıdır. Öncelikle konu, kadın olarak, toplumdaki daha
savunmasız cinse ait oldukları için gender perspektifinden bakılmalıdır.
Gender
Gender toplumun erkek ve kadın bireylere atfettiği rol ve davranışları ifade eder (Little
2014, s. 370). Toplumsal gender rolleri, kadınların anne, kız, bakıcı ve "daha zayıf cins"
olmasını bekleyen klişelerden oluşur. Erkekler için kriterler farklıdır ve erkeklerin eve ekmek
getiren, koruyucular, karar vericiler ve "daha güçlü cins" algıları ile ilgilidir (Abrahamyan,
Mammadova vd., 2019).
Azeri-Türk aile yapısında, eski kuşaklardan öğrenilen ve yeniden üretilen geleneksel
gender rolleri hakimdir (Mandl, 2011). Bu tür toplumsal gender rolleri, kadınların yaşamları
üzerindeki kısıtlamalarla temsil edilir ve bu kısıtlamalardan kurtulmak için girişimlerde
bulunulursa kadına yönelik şiddeti artırır. Güçlü ataerkil (patriarkal) geleneksel normlar,
kadınların toplumun farklı alanlarına katılımını sınırlar. Karapapak kadınlar, özellikle kırsal
kesimde, güçlü sosyal kısıtlamalar altındadır. Gençlerin, özellikle de genç kadınların, evlenene
kadar ebeveynleriyle birlikte evde kalmaları beklenmektedir. Genç kadınlara getirilen
kısıtlamalar, yaşlı erkeklerin ve kadınların ne yapacaklarına veya ne yapacaklarına dair
toplumsal kaygılardan büyük ölçüde etkilenmektedir.
Gürcistan'daki Karapapak kadınlar, hem tarihsel olarak ayrımcılığa uğramış cinse, hem
de geleneksel ve dini faktörlere ait olmanın getirdiği çifte yük nedeniyle, genellikle toplumun en
savunmasız üyeleri olarak görülüyor. Kafkasya'da kadınlara ve erkeklere atfedilen farklı
rollerde din etkenleri olsa da, Müslüman toplumlar için tipik olan gender rollerinin katı
bölünmesi, Karapapak kadınlarını özellikle zor bir duruma sokmaktadır. Bu, araştırdığımız
grubun Gürcü toplumuna entegrasyonuna da yansımıştır.
Sosyal entegrasyon
Sosyolojide ve diğer bazı sosyal bilimlerde, sosyal entegrasyon, kişileri veya grupları
(örneğin toplumun ayrıcalıklı katmanlarının üyeleri, etnik veya dini azınlıklar vb.) ana akım
topluma entegre etme ve kendilerini daha yetenekli hâle getirme süreci anlamında kullanılan bir
terimdir. Refah devletinin sunduğu fırsatlara, haklara ve hizmetlere sahip olmak imkanları sular.
Azınlık entegrasyonu, insan haklarını ve değerlerini destekleyen demokratik hükümetlerin ve
toplulukların önemli bir sosyo-politik hedefidir. Kısaca sosyal entegrasyon, kültürel ve / veya
etnik olarak birbirinden farklı olan birey ve grupları birbirine bağlayarak tarihsel, sosyal bir
gerçeklik içinde barış içinde bir arada yaşamayı amaçlayan çok boyutlu bir mekanizmadır. Bu
süreç, temel insan haklarını etkilemeyen ve demokratik kurumları tehdit etmeyen etnokültürel
çeşitliliğe ortak saygıyı içerir (Martelli, 2019). Sosyal entegrasyon, kaynaklara erişimin,
katılımın ve aidiyetin sağlanması olarak tanımlanabilir. Dahası, terim oldukça geniş bir şekilde
yorumlanır ve herhangi bir (hem küçük sosyal gruplara hem de uluslara) sosyal topluluğa
uygulanabilir (Strobl, 2007).
176 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
171
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
Kısacası, sosyal entegrasyon, sosyal grupların kaynaşması ve birleştirilmesidir. Etnik
azınlıklar gibi azınlık gruplarının toplumların ana akımına hareketi demektir. Hoşgörülü ve açık
toplumlarda, azınlık gruplarının üyeleri, toplumun ana akımının üyelerine sunulan fırsatlara,
haklara ve hizmetlere tam erişim elde etmek için genellikle sosyal entegrasyonu kullanabilir.
Sosyal entegrasyonu ölçme
Literatürde genellikle etnik azınlıkların sosyal entegrasyon seviyesini ölçmek için
aşağıdakı göstergeler kullanılmaktadır:
Katılım - sosyo-politik aktivitelere erişim (bazı kulüpler, oy kullanma vb.) kasd
edilmektedir (Jansen vd., 2006). Entegrasyon, farklı gruplardan insanların bir dizi aktiviteye spor, üniversite dersleri, siyasi aktivite vb. dahil - katılımı açısından tartışılmaktadır ve bunların
tümü entegrasyonun gerçekleştiğinin kanıtı olarak memnuniyetle karşılanmaktadır. Bu tür
görüşlerin altında yatan ilke, bir topluluk bütünleştirilirse, o zaman halkın eşit şekilde ve
önyargısız olarak, mevcut faaliyetlere ve eğlenceye katılacağıdır (Ager ve Stang, 2008).
Dil - Daha yüksek düzeyde yerel dili kavrama, yerel insanlarla iletişim kurma ve
kültürlerini anlama şansını artırır. Devlet dilini konuşabilmek, tutarlı bir şekilde entegrasyon
sürecinin merkezi olarak tanımlanmaktadır (Ager ve Strang, 2008).
Sosyal ağlar - azınlık temsilcilerinin toplumdaki çoğunluk grubuna mensup kişilerle
kurdukları bağlantıları ifade eder. çoğunluk grubundan arkadaşlarla etkileşim sıklığı ile ölçülür.
Wuthnow ve Hackett (2003), entegrasyon sorunlarının sadece azınlıkların kendi özelliklerinden
değil, çoğunluk ve azınlıklar arasındaki ilişkilerin bir sonucu olduğunu vurgulamaktadır.
Karşılıklı evlilik - Azınlık ve çoğunluk grubu üyeleri arasında karşılıklı evlilik
seviyesini ölçerek de sosyal entegrasyonun ne derecede olduğunu bilmek olar (Wang ve Fan,
2012).
Karapapak Kadinlarinin Sosyal Entegrasyon Seviyesi
Katılım
Etnik azınlıkların sivil, siyasi ve sosyal entegrasyonu, Gürcistan demokrasisinin
gelişiminin en sorunlu yönlerinden biri olmaya devam ediyor. Son yıllarda bu yönde uygulanan
birçok proje ve girişime rağmen etnik azınlıkların siyasi hayata entegrasyonu ve dahil edilmesi
konusunda önemli bir ilerleme kaydedilmemiştir.
Post Sovyet Gürcistan'ın kamusal yaşamına katılım düzeyleri düşüktür ve bu, özellikle
azınlıkların siyasi hayata katılımlarının yanı sıra, seçilmiş organlarda ve devlet kurumlarında
temsil edilmelerinde de belirgindir (Center for the Studies of Ethnicity and Multiculturalism,
2018).
Çoğunlukla Karapapakların yaşadığı Kvemo Kartli (Borçalı) bölgesinde, kadınlar
arasında siyasi katılım oranı çok düşüktür ve bölgesel düzeyde hemen hemen hiç Karapapak
kadın temsilcisi bulunmamaktadır. Kvemo Kartli'de yapılan uzman görüşleri ve araştırmalarına
göre, bölgede erkekler ve kadınlar arasında siyasi katılım konusunda her zaman özellikle geniş
bir uçurum olmuştur. Ayrıca siyasete genel ilgi eksikliğinin kadınlar arasında erkeklerden daha
yaygın olduğu sonucuna varılmıştır (Kachkachishvili vd., 2012). Aynı zamanda, önceki
araştırmalarımızdan birinde, lojistik regresyon modeli kullanarak (quantitative research method)
nicel araştırmada bu grubun siyasi katılımı, özellikle Karapapak kadınlarının seçmen katılımını
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O172
O K 177
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ölçtük. Sonuçlar bu grub arasında düşük seçmen katılım düzeyini gösteriyor (Hajiyeva, makale
basın sürecindedir).
Gender stereotipleri, Kvemo Kartli bölgesindeki etnik azınlık kadınları arasında büyük
ölçüde yaygındır. Aynı zamanda erken evlilik, etnik azınlıktaki kadınlar arasında yaygın bir
uygulamadır: Evli kadınların yüzde 32'si 18 yaşına gelmeden evlendiklerini iddia etmektedir.
Toplumsal gender araştırmalarındaki uzmanlar ve kadın STK liderleri, erken yaşta evliliğin
Karapapak kadınların ekonomik ve sosyo-politik katılımlarının önündeki en büyük engel ve
aynı zamanda yüksek aile içi şiddetin nedenlerinden biri olduğunu iddia ediyor. Kvemo Kartli
bölgesinde Karapapaklar arasında genç yaşta evlenen kızların oranı çok yüksekken, bölgedeki
erkeklerin durumu ülke genelinden farklı değil (Peinhopf, 2004).
Kvemo Kartli Bölgesinde Etnik Azınlık Kadınlarının İhtiyaçları ve Öncelikleri
Araştırmasının (2014) sonuçları, bu grupta çok düşük bir eğitim düzeyini ortaya koymaktadır.
Çalışmanın gösterdiği gibi, Kvemo Kartli'deki etnik azınlık kadınlarının sadece% 5'i yüksek
öğrenim görüyor. Kafkas Barometresi'nin sonuçları da, Azeri Türklerinin sadece% 5'inin
ortaokuldan daha yüksek bir eğitime sahip olduğunu, bu göstericinin Gürcüler için ise %41
olduğunu belirtmektedir (Caucaus Barometer, 2019).
Azınlık kadınlarının hizmetlere erişimini sınırlayan engellerden biri bilgi eksikliği
olarak belirtilmektedir. Kadınların hakları ve güçleri hakkında bilgi eksikliği, gerçek değerlerini
ve güçlerini tam olarak anlamalarını engelliyor. Düşük düzeyde hukuki okuryazarlık / mevzuat
bilgisi eksikliği bu grubu haklarından haberdar etmemektedir. Chkheidze (2010), Cinsiyet
Eşitliği Yasası'nın etnik azınlık dillerine çevrilmesine rağmen, etnik azınlık kadınlarının bu
Yasa hakkında neredeyse hiç bilgisi olmadığını belirtiyor.
Tüm bu faktörler, bu kadınların sosyo-politik hayata katılımlarının önünde büyük
engeller oluşturmaktadır.
Dil
Karapapak toplumu arasında Azerbaycan Türkcesi ilk dil olarak konuşulmaktadır.
Devlet dili olan Gürcüce az ya da hiç konuşulmuyor. 2008`e kadarki dönemde diğer etnik
azınlık gruplarına kıyasla Gürcü dilini bilmeyen Azerilerin sayısı yüksek olmuştur (United
Nations Association Georgia, Report 2008). Gürcistan'da yaşayan Karapapaklar yıllar önce iki
dilli idiyse (hatta bazı durumlarda üç dilli), bugün bu etnik grubun bir çoğu aslında tek dillidir,
çünki Sovyetler Birliğinin dağılması sonucunda genç kuşak Rusça yeterince bilmiyor. Aynı
zamanda, Gürcüce öğretiminin yapısal sorunları var ve sonuç olarak Karapapakların çoğunluğu
sadece Azerbaycan Türkçesini konuşuyor, bu da entegrasyon ve etkileşim açısından birçok
zorluğa neden oluyor (Gabunia, 2014, s.10). Devlet diline çok az hakim veya hiç hakim
olmaması etnik azınlık üyelerinin kariyer gelişimini engelliyor, çalışan olarak kamu sektörlerine
erişimlerini engelliyor ve onları izole ediyor (Public Defender’s Office of Georgia, 2017). Lakin
genç kuşak, orta ve yaşlı kuşak ile karşılaştırıldığında, Gürcü dilini daha iyi anlıyor ve Gürcü
toplumuyla bütünleşme konusunda daha kararlı (Gelovani vd., 2017).
Sosyal ağlar
Araştırmalar Gürcüler ve Karapapaklar arasındaki sosyal bağların zayıf olduğunu
gösteriyor. Gürcülerin Ermenilere ve Azeri Türklerine yönelik tutumlarının araştırılması,
Gürcülerin Karapapaklarla kıyasla Ermenilere daha iyi tanıdıklarını göstermektedir (Osepaşvili,
2013). Bu araştırmaya katılanların çoğu Gürcistandaki Azeri Türklerini yeterince
178 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
173
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
tanımadıklarını söylemişler. Buna da bir sıra faktörler neden olabilir. Gürcistan'daki etnik
Gürcüler ile Karapapaklar arasındaki zayıf sosyal bağların ana nedenlerinden biri
Karapapakların daha çok kompakt bir şekilde yerleşmekleridir. Vervoort ve Dagevosa (2011)
göre azınlıkların etnik yerleşim yeri yoğunluğu, etnik azınlıkların sosyal bütünleşmesini
etkileyen önemli bir faktördür. Etnik olarak ayrılmış mahalleler, etnik azınlık entegrasyonunun
önünde önemli bir engel olarak görülüyor. Araştırmalar, etnik açıdan yoğun mahallelerde,
çoğunluk ve azınlık grupları arasındaki sosyal ilişkilerin daha az sıklıkta olduğunu
göstermektedir (Gijsberts ve Dagevos 2007). Bu da bilgisizlik ve marjinalleşmeye yol açar,
dolayısıyla sosyal entegrasyonu engeller. Karapapaklar çoğunlukla Gürcistan'ın
güneydoğusunda, Azerbaycan sınırına komşu köylerde yoğun yerleşimlerinden dolayı, etnik
Gürcülerle daha az iletişim kurarlar.
Karşılıklı evlilik
Karşılıklı evlilik neredeyse yok seviyyesindedir. Endogamy ve ya iç evlilik - belirli bir
sosyal grup, kast veya etnik grup içinde evlenme, başkalarından olanların evlilik veya diğer
yakın kişisel ilişkiler için uygun olmadığı gerekçesiyle reddedilmesi - birçok kültür ve etnik
grupta yaygındır (Emery, 2013). Gürcistan Karapapaklarının bölgelerinde endogami
yaşanmaktadır. Gürcistan'daki Karapapaklar de iç eşli bir grub olarak kabul edilebilir.
Karapapak kadınlarınlın entegrasyonu, karma evliliklerin olmaması nedeniyle de
engellenmektedir, karma evlilikler de Türk-Karapapak nüfusunun entegrasyonunu - ve sonuç
olarak, Müslüman topluluk içindeki dini yasak nedeniyle Karapapaklarla Gürcüler arasındaki
aile bağlarını engellemektedir (Сихарулидзе ve Урушадзе, 2016). Karapapaklar ve diğer
milletler arasındaki evlilikler oldukça nadirdir (Sanikidze ve Walker, 2004). Kafkasya
Araştırma Kaynak Merkezi (CRRC) tarafından yapılan sosyal ekonomik konular ve politik
tutumlar hakkında yıllık anketin "Kafkasya Barometresi 2019 Gürcistan” dalğasında Gürcü ile
evlenmek için etnik Azeri-Karapapak kadınlara onay çok düşük (% 2), aynı etnik köken ve
dinden biriyle evlenme onayının daha yüksek olduğu görüle bilir (Azerbaycan Türkleri % 92,
Türkler% 64).
Tüm bu göstergelere dayanarak Karapapak kadınlarının Gürcü toplumuna entegrasyon
düzeyinin düşük olduğu söylenebilir.
Karapapak Kadınlarının Sosyal Entegrasyon Seviyesinin Aşağı Olma Nedenleri
Çalıştığımız nüfus grubunun arasındaki düşük entegrasyonun nedenlerinden biri
eğitimlerinin önündeki engellerle ilgilidir. Bu (bir şekilde birbiriyle ilişkili) engeller eksojen ve
endojen faktörler olarak sınıflandırılabilir: Eksogen veya dışsal etkenler, örgütlenme, yasalar
sistemi vb. gibi tüm / etnik gruplar için ortak olan dış engellerdir. Bugün Gürcistan'da siyasi
irade ve finansman eksikliği, azınlık eğitimi için öğretmenlerin eksikliği, çoğulcu-bütünleştirici
eğitim modeli, etnik azınlık gruplarının yabancılaşması ve sivil entegrasyon sorunları, koruma
gibi farklı şekillerde önemli sorunlara yol açmaktadır (Kadagishvili, 2019, s. 20-28).
Endojen veya içsel faktörler, bu grubun kendi toplulukları içinde karşılaştığı iç
engellerdir.
Gürcüstanda Karapapak kızlarının eğitiminin önündeki zorluklar ve Gürcü toplumuna
entegrasyonlarını etkileyen birbiriyle ilişkili içsel faktörler şu şekilde sınıflandırılabilir:
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O174
O K 179
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
a. Kültürel faktörler
Gürcistan, Avrupa'daki en yüksek reşit olmayan evlilik oranına sahiptir (UNICEF 2016,
s 151). Erken yaşta evlilik, kızlar arasında okul terk oranlarının ana nedenlerinden biri olarak
gösterilmektedir (Gender Equality in Georgia, 2018). Erken evlilik Gürcistan genelinde
gerçekleşse de, Kvemo Kartli (Borçalı) dahil olmak üzere belirli etnik ve dini topluluklarda
daha yaygındır (UNFPA, 2014). 2015 yılında 13-17 yaşları arasında yaklaşık 408 kişi evlilik
nedeniyle orta öğretime ara verdi; 168, 18 yaşında okulu bıraktı. Konuyla ilgili bir UNFPA
raporu şöyle diyordu: Çocuk evlilikleri, kızların eğitimlerini kısmalarının ana nedenlerden
biridir. Kızlar evlendikten veya nişanlandıktan sonra (ülkenin bazı yerlerinde bazı etnik
azınlıklar söz konusu olduğunda) okulu bırakıyor (UNFPA, Child Marriage in Georgia, p. 8).
Kırsal alanlarda yerleşik etnik azınlıklarda, çoğu durumda, öğretmenler ve yerel toplum, genel
olarak, erken evliliğin olumsuz sonuçlarının farkında değildir ve genellikle görücü usulü evlilik
sürecine dahil olurlar (UNFPA, Child Marriage in Georgia, p. 5).
Gürcistan Hukukunda asgari evlilik yaşı 18'dir. Genç erkekler veya kadınlar 16 yaşında
ancak ebeveynlerinin rızası ile evlenebilirler. Erken yaşta evliliklerin çoğu resmi olarak kayıtlı
değil, çünkü bunlar sadece kiliselerde veya camilerde yapılmış (Ellena, 2015).
Bir erkeğin evlenmek istediği kadını (çoğu durumda kendi isteği dışında) kaçırdığı bir
uygulama olan gelin (kız) kaçırma dünya çapında ve tarih boyunca uygulanmıştır. Bu uygulama
Orta Asya, Kafkasya bölgesi vb. bölgelerde görülmeye devam etmektedir ve Gürcistan'daki
Karapapaklar arasında hâlen geçerlidir. Kızların zorla kaçırılması, Gürcistanda 2004 yılı Gül
Devrimi'ne kadar Karapapak toplumu arasında yaygın bir uygulama olmuş ve kız çocuklarının
eğitiminin önündeki ana engellerden biriydi. Gürcistan'da Karapapak kızlar ya lise yaşına
gelmeden kaçırılıyor, ya da kaçırılma korkusuyla liseyi bırakyorlardı. Gürcistan kanun
uygulama sistemindeki reformlar bu uygulamanın azalmasına önemli ölçüde katkıda bulunsa da,
günümüzde gelin kaçırma vakaları hâlâ gözlemlenmektedir. Bu konudaki en önemli sorun, eski
kuşaktan bazı temsilcilerin bu uygulamayı desteklemesidir.
b. Dini faktörler – dini bilgisizlik / dinin yanlış yorumlanması
Çalışmalar, dinin eğitim üzerindeki etkisini vurgulamaktadır. Akademisyenler, dinlerin
kültürel normlarının ve öğretilerinin eğitimsel kazanımı nasıl etkileyebileceğini araştırmışlar.
Gürcistan Karapapaklarının üçte biri kendilerini öncelikle Müslüman olarak tanımlıyor
(Sanikidze ve Walker, 2004). 1990 yılında yapılan bir saha araştırmasına göre, Karapapakların
önemli bir kısmı dini kendi ulusal kültürleriyle özdeşleştiriyor ve bu nedenle onu kültürlerinin
ve geleneklerinin ayrılmaz bir sayımı olarak tanımlıyorlar. Bu durum, Gürcistan'daki bazı
çağdaş Karapapaklar için de geçerlidir. Müslüman toplumlardaki kültürel ve dini normlar,
genellikle kadınların eğitimine engel oluyor (Rahman, 2012).
Müslüman kadınlar arasındaki düşük eğitim seviyesinin en önemli nedeninin Müslüman
topluluğun geleneksel tavrı olduğu da varsayılmaktadır. Araştırmalar, Müslüman kızların
eğitimsel gelişimini engellemekten sorumlu olan faktörlerin erken evlilik, tecrit ve Müslüman
toplumda kadınlar için sosyal olarak tanımlanmış bir mesleki rolün olmaması olabileceğini
göstermektedir (Menon, 1979).
İncelenen grup kendilerini ağırlıklı olarak Müslüman olarak görse de, gerçekte, uzun
süreli Sovyet yönetimi ve siyaseti onları dini değerlerinden marjinalleştirdi. Bu, topluluğun dini
bilgisinin olmamasına veya dinin yanlış yorumlanmasına yol açtı. Pek çokları için Kuran ulusal
180 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
175
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
kültürün bir parçasıdır ve Kuran'a saygı ve surelerinin ezberlenmesi milli geleneğe olan inancın
bir ifadesidir (Sanikidze ve Walker, 2004). Bu yanlış yaklaşım, Karapapak kadınlarının hak ve
özgürlüklerini daha da sınırlandırdı. Ayrıca, özellikle kırsal alanlarda onların İslam ve
geleneksel yaşam tarzı, kadınların sosyal faaliyetlerine kısıtlamalar getirmektedir
(http://caucasianhouse.ge/wp-content/uploads/2017/04/Islam-in-Georgia-RUS.pdf).
c. Aile potansiyeli
Coleman'ın çalışması, ailelerin öğrencilerin akademik başarılarında okullara ve
toplumlara göre çok daha önemli roller oynayabileceğini göstermektedir (Coleman vd., 1966).
O zamandan beri, aile potansiyeli ve çocukların başarısı üzerine yapılan ampirik araştırmalar,
ailenin sosyal-ekonomik durumlarının çocukların akademik başarılarını okulların etkisinden
daha fazla etkileyebileceğini ortaya koymuştur (White, 1980; Şirin, 2005; Cheadle, 2008).
CRRC'ye göre, Gürcistan'daki Azeri-Türk nüfusunun % 91'i orta veya daha düşük
eğitime sahipken, sadece% 5'i yüksek öğrenim ve yüksek lisans derecesini tamamladı. Bu,
Gürcistan'daki diğer etnik gruplar arasındaki en düşük göstergedir (Caucasus Barometer 2019
Georgia). Gürcüstanda daha çok Borçalının kırsal kesimlerinde yaşayan Karapapakların ana
meslekleri tarım ve büyükbaş hayvancılıktır. Sovyet sonrası dönemde, köylerdeki aydınlar,
Sovyet dönemine kıyasla önemli ölçüde azaldı. Bunun temel nedeni, kırsal alanlarda yüksek
eğitimli aydınların istihdam edilmemesidir.
Diger yönden, ailelerin ekonomik durumu çocuklarının eğitimini finanse etmesine izin
verdiğinde, çoğunlukla erkek çocuklara eğitim vermek tercih ediliyor. Yüzyıllar boyunca, bu
düşünce biçimi sadece Karapapaklara değil, aynı zamanda Kafkasya ve Doğu'daki asırlık yaşam
tarzlarıyla da ilişkilendirilmiştir (Dudüick, 2005). Çünkü erkekler neslin halefi ve soyadının
taşıyıcısı olarak kabul edilirken, kızlar doğdukları ailede geçici bir durumdadır ve evlenene
kadar orada kalırlar.
ç. Kırsal yerleşim
Eğitim kaynaklarının kırsal ve kentsel alanlara, ilçelere ve okullara tahsis edilmesinin
heterojenliği nedeniyle, Borçalıdaki Karapapak kızların aile potansiyeli ile eğitim başarısı
arasındaki ilişkiden bahsederken, okul kalitesi önemli bir faktör olarak görülmelidir. Mükemmel
öğretim araçları ve kilit okullara odaklanan akranlar, çocukların bir sonraki aşama eğitim
fırsatlarına erişiminde büyük etkilere sahiptir. Karapapakların çoğunluğunun kent okullarına
göre okulların çok kötü koşullarda olduğu Borçalı bölgesinin kırsal kesimlerinde yaşadığı veya
bazı köylerde okul bile olmadığı göz önüne alınmalıdır. Bu faktör nedeniyle, bazı öğrenciler
çevre köylerdeki okullara gitmek zorunda kalıyorlar veya aile ekonomik durumu izin veriyorsa,
kentsel bölgelerdeki okullara gidiyorlar. Başta kızlar olmak üzere pek çok çocuk, okula gidişdönüş uzun ve tehlikeli yolculuklarında zorluklarla karşılaşmaktadır. Bu öğrencilerin toplu
taşıma araçları ile seyahat etme olasılığı daha yüksektir. Köylere ve bazı orta dereceli şehirlere
düzenli olarak planlanmış toplu ulaşımın olmaması, kırsal alanlarda yaşayan Karapapak kızların
eğitim fırsatlarına erişmesini zorlaştırmaktadır. Aynı sorunlar, yüksek öğretim kurumlarının
öğrencileriyle de ilgilidir.
Müzakere
Not edilmelidir ki, sosyal entegrasyon iki yönlü bir işlemdir\süreçdir. Bu hem Gürcistan
devleti, hem de araştırılan grup tarafindan karşılıklı olarak gerçekleştirilmelidir.
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O176
O K 181
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
Devletin olumlu eylemleri, azınlıkların sosyal entegrasyonunu olumlu yönde
etkileyebilir. “Olumlu eylem” (Affirmative Action), kadınların ve azınlıkların tarihsel olarak
dışlandıkları istihdam, eğitim ve kültür alanlarında temsilini artırmak için atılan olumlu adımlar
anlamına gelir (Fullinwider, 2018). 2010'dan beri Gürcistan çok sayıda olumlu eylem politikası
kullanmaya başladı. Gürcistan Hükümeti, önceki yıllarda ulusal azınlıkların karşılaştığı
sorunlarla ilgili etkili bir adım attı. Eğitim ve Bilim Bakanlığı, 2010 yılından itibaren “1+4”
kota sistemini uygulamaya koydu. Bu kota sistemi reformu, etnik azınlık gruplarından
öğrencileri lisans programlarına sorunsuz geçiş için hazırlayan bir yıllık Gürcü Dili Eğitim
Programını başlattı. Araştırmalar, bu olumlu eylemin etnik azınlıklar üzerindeki etkinliğini
göstermektedir. “1+4” sistemi ile Azerbaycan Türkçesinde konuşan kayıtlı öğrencilerin sayısı
2010'dan bu yana önemli ölçüde arttı (Gorgadze ve Tabatadze, 2014).
Gürcistan bağımsızlığını kazandığından beri, mevzuatı uluslararası ve Avrupa
standartlarıyla uyumlu hâle getirmenin yanı sıra ülkede gender eşitliğini teşvik etmeye çalışarak,
topluma demokratik değerleri aşılamak için bir dizi reform gerçekleştirdi. Ülke, kadın ve kız
çocuklarının ilerlemesini hızlandırmak, ayrımcılığı önlemek ve kadın ve kız çocuk haklarını
desteklemek için son yıllarda birçok önemli iyileştirme yapmıştır (USAID Georgia, 2018).
Ancak araştırmalar, normatif eylemlerin ve politika belgelerinin uygulanmasının yetersiz
olduğunu ve bunun da kadın ve kız çocukları için eşitliğin sağlanmasına engel olduğunu
göstermektedir.
Gürcistan hükümeti, incelenen grubun angajman ve sivil entegrasyon sürecini
desteklemeye devam etmekte, bu bağlamda devlet dilinin eğitimine yönelik programların
uygulanmasına büyük önem vermektedir. Gürcistan'da yaşayan Karapapakların ülke sosyopolitik hayatına entegrasyonu için Gürcü dilinin edinilmesinin büyük önemini vurgulayarak, bu
entegrasyon sürecinin, Azerbaycan Türkçesinde okul eğitiminin kaldırılması veya kısıtlanması
yoluyla değil, Azerbaycan okullarında yoğun Gürcü dili öğretimi ve diğer alternatif yollarla
gerçekleştirilmesi gerekliliği düşüncesindeyiz.
Sonuç
Demokratik toplumda gruplar arasında sosyal entegrasyon arzu edildiğinden,
Gürcistan'daki Karapapak kadınlarının sosyal entegrasyon seviyesinin ölçülmesi özel bir önem
taşımaktadır. Sosyal entegrasyon için yaygın olarak kullanılan göstergeleri ölçen araştırma,
Gürcistan'daki Karapapak kadınları arasındaki düşük sosyal entegrasyon seviyesini ortaya
çıkarmaktadır.
Araştırdığımız nüfus grubunun sosyal entegrasyon seviyesinin artırılmasına yönelik
gelecekteki araştırmalar için üç yol önerilebilir. Birincisi, eğitimin bu grubun düşük sosyal
entegrasyon düzeyini nasıl iyileştirebileceğini daha derinlemesine düşünmektir. Araştırma için
diğer yol, katılımı etkileyen, ölçülmesi zor olan daha derin kültürel faktörlerin ortaya
çıkarılması ve bu faktörlerin etki gücünün azaldılması imkanlarının incelenmesidir. Üçüncüsü
de, devlet kurumları tarafından azınlıkların devletin politik-sosyal hayatına ve çoğunluk
toplumuna entegrasyonuna yönelik daha etkili yasaların ve projelerin hazırlanması ve
uygulanması olabilir.
182 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
177
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
Kaynaklar
Abrahamyan, M. Mammadova, P. and Tskhvariashvili, S. (2019). Women challenging gender
norms and patriarchal values in peacebuilding and conflict transformation across the
South Caucasus. Caucasus Edition, Journal of Conflict Transformation
Ager, A., & Strang, A. (2008). Understanding integration: A conceptual framework. Journal of
refugee studies, 21(2), 166-191.
Barrett, M. and Pachi, D. (2019). Youth Civic and Political Engagement. Routledge
Beresnevieute, K. (2003). Dimensions of social integration: Appraisal of Theoretical
Approaches. Ethnicity Studies, 96-108
Brañas-Garza, P., Cobo-Reyes, R., Espinosa, M.P., Jiménez, N., Kovářík, J. & Ponti, G. (2010).
Altruism and social integration. Games and Economic Behavior, 69 (2), 249–257.
Center for the Studies of Ethnicity and Multiculturalism (2018), a, Competing for Votes of
Ethnic Minorities in Georgia: the 2017 local elections, Policy Paper, Tbilisi.
Cheadle, J. E. (2008). Educational investment, family context, and children’s math and reading
growth from kindergarten through the third grade. Sociology of Education 81 (1): 1–31.
Chkeidze, K. (2010). “Gender Politics in Georgia’, In Gender Politics in the South CaucasusCaucasus analytical digest, N.21
Chkheidze, K. (2011). Gender Politics in Georgia. Gunda-Werner-Institut. Heinrich-BöllStiftung.
Coleman, J. S., E. Q. Campbell, and C. J. Hobson. 1966. Equality of educational opportunity.
Washington: National Center for Educational Statistics (DHEW/OE);
Collins, P. H. (1990). Black feminist thought in the matrix of domination. Black feminist
thought: Knowledge, consciousness, and the politics of empowerment, 138, 221-238.
Crenshaw, K. (1989). Demarginalizing the Intersection of Race and Sex: A Black Feminist
Critique of Antidiscrimination Doctrine, Feminist Theory and Antiracist
Politics. University of Chicago Legal Forum: Vol. 1989, Article 8.
Cruz-Saco, M. A. (2008). Promoting social integration: Economic, social and political
dimensions with a focus on Latin America. Promoting social integration, 8-10.
Dudwick, N. (2015). Missing Women” in the South Caucasus: Local perceptions and proposed
solutions. World Bank.
Ellena M. (2015). Georgia’s Child Brides: Opting for Marriage over School. Eurasianet
Emery, R. E. (ed.). (2013). Cultural sociology of divorce: An encyclopedia. SAGE publications.
Ethnic composition of Georgia: 2014 census.
Fullinwider, R., (2018). Affirmative action. Stanford Encyclopedia of Philosophy.
Gabunia, K. (2014). The language situation in contemporary Georgia 2. Caucasıan and nonCaucasıan languages. Internatıonal Journal of Multılıngual Educatıon. II. 1-21.
Gelovani, N., Ismailov, D., Bochorishvili, S. (2017). Islam, Gender and Education in
Contemporary Georgia: The Example of Kvemo Kartli. World Academy of Science,
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O178
O K 183
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
Engineering and Technology, Open Science Index 127, International Journal of
Humanities and Social Sciences, 11(7), 1845 - 1849.
Gijsberts, M. & Dagevos, J. (2007). The socio-cultural integration of ethnic minorities in the
Netherlands: Identifying neighbourhood effects on multiple integration
outcomes. Housing studies, 22(5), 805-831.
Gorgadze, N. and Tabatadze, S. (2014). Lifelong learning in Georgia. Tbilisi: Caucasus
University Fund.
Hajiyeva, A. Voter Turnout of Ethnic Azerbaijani Women in Georgia. New York: Columbia
University Press
https://www.undp.org/content/dam/georgia/docs/publications/DG/UNDP_GE_DG_Gender_Equ
ality_in_Georgia_VOL2_ENG.pdf
Jansen, T., Chioncel, N., & Dekkers, H. (2006). Social cohesion and integration: Learning
active citizenship. British Journal of Sociology of Education, 27(02), 189-205.
Kachkachishvili, I., Korinteli, N., Mataradze, T. and Nadareishvili, M. (2012). Study of Social
and Economic Conditions and Attitudes of Kvemo Kartli Population. Tbilisi: Universal.
Kadagishvili, N. (2019) An Assessment of the Educational Needs of Ethnic Minorities in
Georgia from an Education Policy Perspective. pp 20-28.
Lantschner, E. and Andreas, E. (2010). Minorities in Europe: An Overview on National
Regulations, in Minorities in South Asia and in Europe, 157-190
Little, W., Vyain, S., Scaramuzzo, G., Cody-Rydzewski, S., Griffiths, H., Strayer, E., & Keirns,
N. (2014). Introduction to Sociology-1st Canadian edition. Victoria, BC: BC campus.
Retrieved from https://opentextbc. ca/introductiontosociology.
Mandl, S. (2011). Women in Azerbaıjan Peace, Security and Democracy from a Women’s
Rights Perspective. Ludwig Boltzmann Institute of Human Rights
Martelli, S. (2019). Muslim girls’ social integration into European countries, Quaderni di
Sociologia, 80, 51-68.
Memmedli, Ş.B (2006). Gürcüstan azərbaycanlıları. Gürcüstan’da azər türkləri məskunlaşan
inzibati-ərazi vahidləri. Statistik-ensiklopedik soraq-bilgi kitabı. Tbilisi, Kolor
Nadaraia, L. (2013). Participation of Women in Public and Political Life. Tbilisi: Tbilisi School
of Politics. Print.
Osepashvili, I. (2013). General Comparison of ethnic Georgians’ attitudes towards Armenians
and Azerbaijani. At: http://css.ge/wp-content/uploads/2019/07/armenia_azer.pdf
Peinhopf, A. (2014). Ethnic minority women in Georgia - facing a double burden? Flensburg:
European
Centre
for
Minority
Issues.
Available
at
http://www.ecmi.de/uploads/tx_lfpubdb/Working_Paper_74.pdf
Public Defender of Georgia, Meeting on the Topic of Inclusion of National Minorities in
Electoral Political Processes - http://www.ombudsman.ge/ge/news/shexvedrasaarchevno-politikurprocesebshi-erovnuli-umciresobebis-chartulobis-temaze.page
184 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
179
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
Public Defender’s Office of Georgia. Human Rights Monitoring Report 2017 Tbilisi. Georgia
2017
Putnam, R.D. 2009, “Diversity, social capital, and immigrant integration: Introductory
remarks”, National Civic Review, vol. 98, no. 1, pp. 3–5.
Rahman, F. Z. (2012). Gender equality in Muslim-majority states and Shari’a family law: Is
there a link?. Australian Journal of Political Science, 47(3), 347-362.
Sanikidze G. and Walker E. W. (2004) Islam and Islamic Practices in Georgia. Berkeley
Program in Eurasian and East Eursian Studies. UC Berkeley: Brkeley Program in Soviet
and Post-Soviet Studies.
Sirin, S. R. (2005). Socioeconomic status and academic achievement: A meta-analytic review of
research. Review of educational research, 75(3), 417-453.
Sordia, G. (2014). Challenges of Minority Governance and Political Participation in Georgia,
Caucasus Analytical Digest No. 64, 9, p2-5.
Strobl, R. (2007) Social integration and inclusion // The Blackwell Encyclopedia of Sociology.
Vol. IX. Blackwell Publishing.
Study on the Needs and Priorities of Ethnic Minority Women in the Kvemo Kartli Region. UN
WOMEN 2014. Institute for Social Studies and Analyses – 2014.
The Caucasus Research Resource Centers. (2019) " Caucasus Barometer 2019 Georgia".
Tsiklauri, M. (2016). Gender in Georgian Secondary Education. 6th International Research
Conference on Education, Language & Literature, Tbilisi, Georgia
UNFPA. 2014. Child marriage in Georgia.
UNICEF 2016, The state of the world’s children.
United Nations Association Georgia, “National Integration and Tolerance in Georgia
Assessment Survey Report”, October 2008, 36,
USAID Georgia. (2018). Gender Equality in Georgia: Barriers and Recommendations.
Valehoğlu, F. (2005), Qarapapaqlar və onların XIX əsr hərb tarixi. Bakı: “Səda” nəşriyyatı.
Vervoort, M., & Dagevos, J. (2011). The social integration of ethnic minorities: An explanation
of the trend in ethnic minorities' social contacts with natives in the Netherlands, 1998–
2006. Journal of Ethnic and Migration Studies, 37(4), 619-635.
Wang, W. W., & Fan, C. C. (2012). Migrant workers' integration in urban China: Experiences in
employment, social adaptation, and self-identity. Eurasian Geography and
Economics, 53(6), 731-749..
White, K. R. (1980). Socio-economic status and academic achievement. Evaluation in
Education, 4, 79-81.
Wuthnow, R., & Hackett, C. (2003). The social integration of practitioners of non‐Western
religions in the United States. Journal for the Scientific Study of Religion, 42(4), 651667.
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O180
O K 185
Zviadadze, S. and Jishkariani, D. (2018), Identity Issues among Azerbaijani Population of
Kvemo Kartli and Its Political and Social Dimensions, at: Qvemo-Qartli_mergedeng_1547217506.pdf
Керимли, В.Г. (2011). Тюрки в Грузии. Баку, «Текнур».
Сихарулидзе, А., & Урушадзе, М. (2016). Ислам в Грузии и политика интеграции. Пути к
миру и безопасности, (2), 71-86.
181
KARABAĞLI YAZAR, DİPLOMAT, DEVLET ADAMI ABDURRAHİM BEY
HAKVERDİYEV VE TİFLİS SİYASİ-İCTİMAİ, EDEBİ-MEDENİ MÜHİTİ
Fahri VALEHOĞLU
Namık VALEHOĞLU
Xülasə
Klassik Azərbaycan ədəbiyyatının korifeylərindən olan Əbdürrəhim bəy
Haqverdiyev (1870-1933) həm də görkəmli siyasi-ictimai və dövlət xadimi
olmuş, bu yöndə onun çoxşaxəli həyat-fəaliyyət yolunun təqribən dörd ili
(1916-1919-cu illər) Gürcüstanla çarpazlaşmışdır. Həmin dövr Çar
Rusiyasının süquta yaxın son və müstəqil Gürcüstan Respublikasının
mövcudiyyətinin ilk dönəmlərinə təsadüf etmişdir. Əbdürrəhim bəy 1916-cı
ildə Tiflis şəhərində “Ümumrusiya şəhərlərinin xəstə və yaralı döyüşçülərə
yardım ittifaqı”nın Qafqaz Komitəsində işə başlamış, 1917-ci il fevral
inqilabından sonra Tiflis İcraiyyə Komitəsinə və onun mərkəzi şurasına üzv
seçilmişdir. Həmin ilin mart ayında o, Xüsusi Cənubi Qafqaz Komitəsinin
rəhbərliyi tərəfindən Tiflis quberniyasının Borçalı qəzasına komissar təyin
olunmuşdur. 1918-ci ilin fevral ayında “Müsavat Firqəsi və
Zaqafqaziya Mərkəzi Müsəlman Komitəsindən olan partiyasızlar qrupu
fraksiyası”nın birgə namizədlər siyahısında Zaqafqaziya Seyminə üzvlüyə
namizəd olmuşdur.
Ə.Haqverdiyev 26 may 1918-ci ildə istiqlalını elan etmiş Gürcüstan
Respublikasında aktiv siyasi-ictimai fəaliyyətlə məşğul olmuşdur. Gürcüstan
Müsəlmanları Milli Şurasının sədr müavini və sonradan sədri vəzifəsini
tutmuş, bu təşkilatın xətti ilə Gürcüstanın ilk parlamentində deputat mandatı
qazanaraq bu ölkədəki soydaşlarımızı ləyaqətlə təmsil etmişdir. Parlamentin
ən fəal türk-müsəlman deputatı olmuşdur. Parlament Mərkəzi Seçki
Komissiyasının üzvü kimi Gürcüstanın ikinci parlamentinə - Müəssislər
Məclisinə seçkilərin təşkilində yaxından iştirak etmişdir.
Ə.Haqverdiyev deputatlığa paralel olaraq başqa sahələrdə də çalışmış,
Türk Dram Cəmiyyətinə sədrlik etmiş, GMMŞ tərəfindən yaradılmış Tiflis
müsəlman ali pillə ibtidai məktəbinə inspektor təyin olunaraq pedaqoji
fəaliyyətlə də məşğul olmuşdur.
Ə. Haqverdiyev Cənubi Qafqazda mühüm siyasi transformasiyaların və
təlatümlərin baş verdiyi 1917-1920-ci illərdə aktiv siyasi-ictimai və
diplomatik fəaliyyətlə məşğul olsa da, onun həyatının bu dövrü Sovetlər
Birliyi zamanında ideoloji konyunkturun tələblərinə uyğun olaraq
araşdırmalardan kənarda qalmışdır. Təqdim olunan məqalədə arxiv
mənbələri, eləcə də həmin dövrün gürcüdilli və rusdilli mətbuat yazıları
əsasında Əbdürrəhim bəyin Gürcüstanda siyasi-ictimai fəaliyyətinə nəzər
salınır.
Məqalə Ə.Haqverdiyevin zəngin həyat yolunun və irsinin tam şəkildə
araşdırılması istiqamətində mövcud boşluqların aradan qaldırılmasında
mühüm önəm kəsb edir.
Açar sözlər: Ə.Haqverdiyev, Qarabağ, Tiflis, Borçalı, Gürcüstan
Demokratik Respublikası
Dr.; Valeh Hacılar Uluslararası Bilimsel ve Kültürel Araştırmalar Vakfı (AZERBAYCAN, e-mail:
[email protected])
Tiflis Devlet Azerbaycan Tiyatrosu Yönetmeni (GÜRCİSTAN, e-mail:
[email protected])
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 187
182
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
KARABAKHI WRITER, DIPLOMAT, STATESMAN
ABDURRAHIM BEY HAKVERDIYEV AND TIFLIS SOCIOPOLITICAL, LITERARY AND CULTURAL ENVIRONMENT
Abstract
Leading representative of Azerbaijani realist literature, famous writer,
literary critic, pedagogue, diplomat, politician and statesman Abdurrahim
bey Hakverdiyev's (1870-1933) rich and multifaceted life, a certain
period of his creativity and activity is connected with Georgia. The great
writer first went to Tiflis from Shusha (Karabakh) in 1890 to continue his
secondary education and studied at the "Real School" in this city for a
year. This period in Tiflis laid the foundation for A. Hakverdiyev's
relations with the local Turkish literary community and his interest in the
world of theater.
Although Abdurrahim Bey left Georgia for St. Petersburg in 1891 for
higher education, he did not lose the connection of Tiflis with its Turkish
literary and cultural circles; He published stories with various signatures
in the satiric magazine "Molla Nasreddin" published here and
collaborated closely with the Tbilisi Turkish Theater.
In 1916, A. Hakverdiyev moved to Georgia to work and lived there
for four years (in Tiflis and in the central town of Shulaver in the
Borchali district). This period coincided with the end of Tsarist Russia
and the beginning of the independent Republic of Georgia. Although A.
Hakverdiyev was active in political-social activities during these
important political transformations in the South Caucasus, this period of
his life was excluded from the research due to the requirements of the
ideological politics that existed during the Soviet Union.
The article examines, Abdurrahim Bey's political and social activities
in Georgia, on the basis of archival sources, as well as Georgian and
Russian press of that period. The research is important in terms of
eliminating the existing gaps in the justification of a comprehensive
study of A. Hakverdiyev's rich life and legacy.
Keywords: A.Hakverdiyev, Karabakh, Tbilisi, Borchali, Democratic
Republic of Georgia
Azərbaycan realist ədəbiyyatının görkəmli nümayəndəsi, ünlü yazıçı, dramaturq,
pedaqoq, publisist, ədəbiyyatşünas, diplomat, siyasi-ictimai və dövlət xadimi Əbdürrəhim
bəy Haqverdiyevin zəngin və çoxşaxəli həyatının, yaradıcılığının və fəaliyyətinin müəyyən
dövrü Gürcüstanla çarpazlaşmışdır. Tale onun ömür yolunu Gürcüstana ilk dəfə 20 yaşında
salmışdır. 1890-cı ildə Şuşa real məktəbinin altıncı sinfini bitirdikdən sonra Tiflisə üz tutan
böyük ədib növbəti sinfi bu şəhərin real məktəbində başa vurmuş və daha sonra SanktPeterburqda ali təhsil almışdır. Tiflisdə orta təhsil aldığı bir illik qısa zaman kəsiyi
Ə.Haqverdiyevin teatr dünyasına marağının əsasını qoymuşdur. Bu barədə o, öz tərcümeyihalında yazırdı: “Mükəmməl dram teatrı nə olduğunu mən ancaq Tiflisdə anladım. Tiflisdə
təhsil edərkən, “Nahaq qan” sərlövhəli bir faciəni ruscadan tərcümə etdim” (Haqverdiyev,
2005, s. 398).
Əbdürrəhim bəy 1891-ci ildə Gürcüstandan ayrıldıqdan sonra da Tiflis ədəbimədəni mühiti ilə əlaqəsini kəsməmiş, burada nəşr olunan "Molla Nəsrəddin" satirikyumoristik jurnalında müxtəlif imzalarla hekayə və felyetonlar çap etdirmişdir. Professor
Abbas Hacıyevin araşdırmalarından bəlli olur ki, Əbdürrəhim bəy Tiflis Türk (Azərbaycan)
Teatrı ilə daha çox əməkdaşlıq edən yazarlarımızdan olub: “Hətta Ə.Haqverdiyev bir neçə
188 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
183
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
əsərə mükəmməl, realist üslubda bədii quruluş vermişdir. 1907-ci il aprelin 27-də onun
rejissorluğu ilə “Dağılan tifaq” (Əbdürrəhim bəyin 1896-cı ildə yazdığı və ona dramaturq
şöhrəti qazandıran məşhur faciəsi – F.V, N.V.) və “Millət dostları” tamaşaya qoyulmuşdur.
Tamaşa təsirli və mənalı keçmiş, tamaşaçılar tez-tez aktyorları və Ə.Haqverdiyevi səhnəyə
çağırıb alqışlamışlar” (Hacıyev, 1984, s. 20).
1908-ci ildə Tiflisdə yerli türk (Azərbaycan) teatrının aktyorlarının iştirakı ilə
Əbdürrəhim bəyin daha bir faciəsi – “Ağa Məhəmməd şah Qacar” faciəsi böyük uğurla
səhnələşdirilmişdir (Hacıyev, 1984, s. 28-29). Aralarında C.Məmmədquluzadə, S.Qənizadə,
H.Minasazlı kimi görkəmli Azərbaycan-Türk mütəfəkkir yazarları olan tamaşaçılar
Ə.Haqverdiyevi və baş rolun ifaçısı Hüseyn Ərəblinskini alqışlarla tez-tez səhnəyə çağırmış,
hətta müsafir aktyora qiymətli hədiyyə vermişdilər. Məşhur opera müğənnisi və teatr xadimi
Hüseynqulu Sarabski xatirələrində yazırdı:
Bir gün Hüseynə dedim: Əbdürrəhim bəy Tiflisdən gəlib. Gedək onun yanına.
Ərəblinski razı oldu, geyinib getdik “İslamiyyə” mehmanxanasına. Əbdürrəhim
bəylə görüşdən sonra o, bizi təbrik elədi.
Uşaqlar, gözünüz aydın olsun. “Ağa Məhəmməd şah Qacar” əsərinin icazəsini
almışam.
Ərəblinski: - Çox da icazə almısan. Oynamaq üçün gərək aktyor olsun, teatr
olsun, paltar olsun, quruluş olsun, məşq üçün yer olsun...
Əbdürrəhim bəy: - Hüseyn, mən səndən bunu gözləməzdim. Sən aktyorsan,
zəhmət çəkib məşq edərsən, Ağa Məhəmmədi olduğu kimi oynarsan, xalq səni
alqışlayanda hamısı yadından çıxar. Amma, Hüseyn, sənin canın üçün, Ağa
Məhəmməd nə sənin rolundur. Səni qoymuşam qabağıma, Ağa Məhəmmədi
yazmışam (Sarabski, 1982, s. 75-76).
Teatr tariximizə dair araşdırmalardan o da aydın olur ki, Tiflis Türk Teatrının
repertuarında görkəmli dramaturqun, həmçinin, “Bəxtsiz cavan”, “Pəri cadu”, “Ac həriflər”,
“Yeyərsən qaz ətini, görərsən ləzzətini” və “Köhnə dudman” pyesləri yer almışdır. Teatrın
bəzi tamaşalarında Əbdürrəhim bəyin özü də rol alıb aktyor qismində iştirak etmişdir
(Kərimov, 1975, s. 115).
1911-ci ildən etibarən Ağdamda yaşayan Ə.Haqverdiyev 1912-ci ilin 1 aprelində
Tiflisin Şeytanbazar məhəlləsində sıx yaradıcılıq təmasında olduğu türk (Azərbaycan) teatrı
üçün “Auditoriya” (Türk-Azərbaycan Xalq Evi) adlanan ayrıca binanın təntənəli açılış
törənində iştirak etmiş, teatrın toplum üçün məziyyətləri barədə məzmunlu nitq söyləmişdir
(Hacıyev, 1984, s. 59-60).
Əyalətdə yaşamasına rəğmən, göründüyü kimi, Tiflis sənət aləminin cazibəsindən
və təsirindən qopa bilməyən Əbdürrəhim bəy 4 yanvar 1916-cı ildə Ağdamdan Moskvada
təhsil alan bacısı oğlu Hüsüyə yazdığı məktubunda Tiflisdə məskunlaşmaq niyyətini dilə
gətirirdi: “Mən Tiflisə köçmək barədə ciddi düşünürəm, deyəsən, baş tutacaq; Tiflisdə
açılacaq müsəlman ruhani seminariyasında mənə müdir müavini vəzifəsini söz veriblər,
ümumiyyətlə, orada mənim barəmdə çalışırlar” (Haqverdiyev, 2005, s. 385).
1916-cı ildə Ə.Haqverdiyev həqiqətən Tiflisə yerləşir, ancaq məktubda yazdığı
kimi, burada ruhani seminariyasında deyil, “Ümumrusiya şəhərlərinin xəstə və yaralı
döyüşçülərə yardım ittifaqı”nın Qafqaz Komitəsində işə başlayır və qeyd olunan komitənin
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O184
O K 189
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
xəbərlər məcmuəsinə («Известия Кавказского комитета /Всероссийский Союз Городов
помощи больным и раненым воинам») redaktorluq edir. Bundan sonra Əbdürrəhim bəyin
həyat-fəaliyyət yolunun təqribən dörd ili (1916-1919-cu illər) tamamən Gürcüstanla bağlı
olur. Həmin dövr Çar Rusiyasının süquta yaxın son və müstəqil Gürcüstan Respublikasının
mövcudiyyətinin ilk dönəmlərinə təsadüf edir.
1917-ci il fevral burjua-demokratik inqilabından sonra Tiflis İcraiyyə Komitəsinə və
onun mərkəzi şurasına üzv seçilir (Haqverdiyev, 2005, s. 401). Həmin ilin mart ayında
Ə.Haqverdiyev Xüsusi Cənubi Qafqaz Komitəsinin (OZAKOM) rəhbərliyi tərəfindən Tiflis
quberniyasının Borçalı qəzasına komissar (müvəkkil) təyin olunur və qəza mərkəzi Şulaver
(Şülöyür) kəndində məskunlaşaraq 1 il 3 ay bu vəzifəni icra edir.
Əbdürrəhim bəyin Borçalıda məmurluğu zamanında erməni şovinist siyasətçiləri
Çar Rusiyasında, o cümlədən Cənubi Qafqaz quberniyalarında yaranmış hakimiyyət boşluğu
və siyasi xaosdan yararlanaraq ermənilərin kompakt yaşadığı ərazilərin eyni inzibati-ərazi
vahidlərinin tərkibində cəmləşdirilməsi üçün gələcəyə hesablanmış addımlar atmağa
başlayır, bu istiqamətdə Tiflisin rəsmi dairələrində mövcud əlaqələrindən istifadə edərək
Borçalı qəzasının cənub kəsiminin – Lori (Loru) nahiyəsinin Aleksandropol (Gümrü)
quberniyasına birləşdirilməsi üçün imkanlarını sınayırlar. Ermənilərin bu məkrli planı
Lorunun qeyri-erməni, xüsusilə də türk əhalisi tərəfindən ciddi təpkilərlə qarşılanır. Bununla
bağlı kənd icmalarının toplantıları keçirilir və Tiflisdə yerləşən mərkəzi dövlət
strukturlarına, dövri mətbuat orqanlarının redaksiyalarına etiraz məktubları və kollektiv
müraciətlər ünvanlanır.
Borçalı qəzasından Aleksandropol quberniyasına torpaq verilməsinə sərt müqavimət
göstərənlərin başında qəzanın komissarı Ə.Haqverdiyev gəlirdi. Kənd icmalarının haqqında
bəhs etdiyimiz etiraz yönümlü toplantılarına da çox zaman o özü sədrlik edirdi. Belə
toplantılardan biri barədə məlumata Borçalı qəzasının Gürcü-Müsəlman Xeyriyyə
Cəmiyyətinin sədri K.Svimonişvilinin Tiflisdə rus dilində nəşr olunan “Qruziya” gündəlik
siyasi-ədəbi qəzetinin 7 noyabr 1918-ci il tarixli sayında işıq üzü görmüş “Borçalı qəzası və
onun tələbləri” sərlövhəli məqaləsində rast gəlinir. Borçalı qəzasının həm ərazisinə, həm də
əhalisinin sayına görə nəinki Tiflis quberniyasının, ümumən Cənubi Qafqazın ən iri
qəzalarından olduğu, tatarların (Azərbaycan türklərinin) qəza əhalisinin böyük əksəriyyətini
təşkil etdiyi vurğulanan məqalədə gürcü müəllif erməni millətçilərinin Loru bölgəsi
üzərində iştahası və qriqoryan ermənilərdən başqa, digər yerli əhali qruplarının buna qəti
etirazları üzərində dayanaraq yazırdı:
Ötən 1917-ci ilin sentyabr ayında qəza komissarı Əbdürrəhman bəy (adı səhv
yazılmışdır – F.V., N.V.) Haqverdiyevin sədrliyi ilə Cəlaloğlu kəndində 18 kənd
icra komitəsinin üzvlərinin toplantısı keçirilmişdir. Bu toplantıda Lori
bölgəsinin Aleksandropol quberniyasına birləşdirilməsi məsələsi müzakirə
olunmuş və yalnız cəlaloğlulu yerli şovinist, daşnakların lideri Artaşes Avakov
istisna olmaqla, hər kəs tərəfindən yekdilliklə Lori bölgəsinin Tiflis
quberniyasının tərkibində saxlanması və heç bir vəchlə Aleksandropol
quberniyasına birləşdirilməməsi xahişi ilə hökumətə müraciət ünvanlamaq
barədə qərar qəbul edilmişdir (“Qruziya” qəz., 1918, 7 noyabr, № 54, s. 4).
1917-ci ilin fevral inqilabından (ikinci rus inqilabı) sonra paytaxt Petroqradda formalaşmış Müvəqqəti hökumət
Cənubi Qafqazda mülki hakimiyyəti IV Dövlət Dumasının Cənubi Qafqazdan olan üzvləri tərəfindən yeni yaradılmış
OZAKOM-a («Особый Закавказский Комитет») vermişdi.
190 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
185
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
Komissar Ə.Haqvediyevin sədrliyi ilə 1917-ci ilin 25 noyabr tarixində keçirilmiş
fərqli məzmunlu başqa bir toplantı barədə Tiflisin digər rusdilli mətbu orqanı olan “Borba”
qəzeti məlumat yayırdı. Bu məlumat Rusiya Sosial-Demokrat Fəhlə Partiyasının
(menşeviklər) nümayəndəsi L.O.Elbakyantsın və Borçalı qəzasının Uzunlar kəndinin bir
qrup sakininin 1917-ci ilin 17 noyabr tarixində Müəssislər Məclisinə keçirilən seçkilərdə
onların kəndlərində baş vermiş qanun pozuntuları ilə əlaqəli şikayət məktubuna əlavə olaraq
dərc edilmişdi. Şikayət məktubunda Uzunlar sakinləri seçki zamanı “Daşnaksütyun”
partiyasının təmsilşisi A.Kalantaryanın Lori nahiyəsinin digər erməni kəndlərini nümunə
göstərərək bir nəfərin öz yaxın qohum-əqrəbasının yerinə də səs verə biləcəyinin
mümkünlüyünü iddia etdiyini, nəticə etibarilə Elbakyantsın etirazına baxmayaraq,
səsvermədə iştirak edən bəzi şəxslər tərəfindən seçki qutusuna bir neçə bülletenin atıldığını
bildirir, seçkilərin nəticələrini ləğv edib qısa müddətdə yeni seçkilərin keçirilməsini tələb
edirdilər. Bununla əlaqədar Müəssislər Məclisinə seçkilər üzrə Borçalı qəza komissiyası
sədr Ə.Haqvediyevin və komissiya üzvləri – nahiyə müstəntiqi Kaçaryantsın, Çatulovun,
Tuçkovun və Elbakyantsın iştirakı ilə qəza mərkəzi Şulaverdə öz iclasını keçirir. İclasda
Elbakyantsın və Uzunlar kəndinin sakinlərinin müraciətləri nəzərə alınaraq yeni seçkilər
təyin edilir (“Borba” qəz., 1917, 14 dekabr, № 178).
Qeyd edək ki, Əbdürrəhim bəy Borçalı qəzasında komissar vəzifəsində çalışarkən
Borçalı əsilli tanınmış maarifçi ziyalıları öz yanında işlə təmin etmişdi; əslən qəzanın
Faxralı kəndindən olan təhsil xadimi Mirzə Rza Əlizadə onun müavini, qəzanın Kirəc
Muğanlı kəndinin sakini, mollanəsrəddinçi yazar-şair Həsən Məcruh (Mirzə Həsən
Məmmədov) isə katibi (kargüzarı) olmuşdur (Məmmədli, 2003, s. 168).
1918-ci ilin 26 may tarixində Gürcüstan Milli Şurası (GMŞ) tərəfindən Gürcüstanın
müstəqilliyi elan olunduqdan sonra Əbdürrəhim bəy Haqvediyev siyasi-ictimai fəaliyyətini
yenidən Tiflisdə davam etdirir. O, burada həmin ilin yayında radikal solçu Əliheydər
Qarayevin sədrliyi ilə təsis edilmiş Gürcüstan Müsəlmanları Milli Şurasının (GMMŞ) rəhbər
heyətində təmsil olunur, eyni zamanda Türk Dram Cəmiyyətini yaradaraq ona sədrlik edir
və GMMŞ-nin təsis etdiyi müsəlman ali pillə ibtidai məktəbində inspektor vəzifəsində
pedaqoji fəaliyyətlə məşğul olur.
Yeni yaradılmış Gürcüstan (Demokratik) Respublikasında parlament funksiyasını
həyata keçirən GMŞ-də qəbul edilmiş 13 sentyabr 1918-ci il tarixli qanunla milli azlıqların
nümayəndələrinə bu ilk qanunverici orqanda təmsilçilik kvotaları ayrılırdı; bu çərçivədə
Azərbaycan türklərinə 4 yer ayrılmışdı. Qanuna görə, sözügedən kvotalar milli azlıqların
Gürcüstan ərazisində fəaliyyət göstərən milli şuralarının nümayəndələri hesabına
doldurulmalı idi (“Sakartvelos respublika” qəz., 1918, 11 oktyabr, № 63, s. 3-4). Buna
uyğun olaraq, 29 sentyabr 1918-ci ildə Tiflisdə toplanan GMMŞ Əliheydər Qarayev,
Əbdürrəhim Haqverdiyev, Əbdüləziz Şərifov (tanınmış ədəbiyyatşünas-alim Əziz Şərif) və
Mirzə Hüseyn Həsənzadəyə parlamentdə təmsilçilik mandatını verir (Şərif, 1977, s. 221).
Mandat qazanmış şəxslərin heç biri əslən Gürcüstan türklərindən olmasalar da, hansısa
şəkildə Tiflis və ya Borçalı ictimai-siyasi və ədəbi-ziyalı mühiti ilə bağlılıqları var idi.
“Qruziya” qəzeti 10 oktyabr 1918-ci il tarixli sayında “Gürcüstan parlamentində
müsəlmanlar” başlığı altında onların qısa tərcümeyi-halını dərc edirdi:
-
Haqverdiyev Əbdürrəhim bəy – Şuşa qəzasının yerli kiçik
zadəganlarındandır. Natamam orta təhsil almışdır. Rusiya I Dövlət Dumasına
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O186
O K 191
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
deputat seçilmiş və Duma buraxılandan sonra Vıborq bəyannaməsini
imzalamamışdır. “Nadejda” (“Ümid”) sığorta cəmiyyətində, sonra isə
H.Z.Tağıyevin gəmiçilik şirkətində işləmiş və oradan məşhur mühəndis
Behbudovun işi ilə əlaqədar çıxarılmışdır. Daha sonra, əsasən, “Molla
Nəsrəddin” yumoristik jurnalı ilə əməkdaşlıq edərək jurnalistika ilə məşğul
olmuşdur. İnqilabın (1917-ci ilin oktyabr çevrilişinin – F.V., N.V.) ilk
günlərində şəhərlər ittifaqında xidmət edə-edə müsəlmanların ictimai
işlərində iştirak etmişdir. Sonra Zaqatalaya qəza komissarı təyin olunmuşdur,
ancaq yerli müsəlman əhali onu qəbul etməmişdir. Sonradan Borçalı qəzasına
eyni vəzifəyə təyin edilmişdir. “Müsavat” partiyasından Zaqafqaziya
Seyminə namizəd olmuşdur. Borçalı qəzasının komissarı vəzifəsindən azad
olunduqdan sonra “Hümmət” sosial-demokrat partiyasının sıralarına daxil
olmuşdur;
-
Şərifov Ə. – Moskva Kommersiya İnstitutunun 2-ci kurs tələbəsi. Tiflisdə 1
saylı gimnaziyanın şagirdi olmuş, oradan kommersiya məktəbinə keçmişdir.
İnqilabın əvvəlində sosialist kimi çıxış etməyə başlamışdır. “Gələcək” adlı
partiya mətbu orqanının redaktorlarından biridir;
-
Həsənzadə M. H. – Qori Müəllimlər İnstitutunda-Seminariyasında təhsil
almışdır. Tiflis ibtidai məktəblərində müəllim işləmişdir. Eyni zamanda
Zaqafqaziya Şiə Ruhani İdarəsinin katibinin köməkçisi vəzifəsini tutmuşdur.
İnqilaba qədər cənab A.İ.Xatisov (1910-1917-ci illərdə Tiflis şəhərinin
erməni əsilli başçısı – F.V., N.V.) tərəfindən dəfələrlə müsəlmanların
nümayəndəsi olaraq dəvət olunmuşdur. Bütün qeyd olunan vəzifələrlə
bərabər, yeni dumada (Tiflis şəhər duması nəzərdə tutulur – F.V., N.V.)
tərcüməçi vəzifəsində çalışmışdır;
-
Qarayev Ə. – Vətəndaş yetkinliyi yaşına yeni çatmışdır. Birinci kurs
tələbəsidir. Dürüst və ideoloji “hümmətçi”lərdən hesab olunur. Gənc olduğu
üçün elə bir xüsusi ictimai xidməti olmayıbdır (“Qruziya” qəz., 1918, 10
oktyabr, № 31).
Qeyd edək ki, Ə.Haqverdiyevin “Qruziya”da dərc olunmuş tərcümeyi-halında
müəyyən qeyri-dəqiqliklər var. Xüsusən onun partiya mənsubiyyəti ilə bağlı verilən
bilgilərin həqiqəti əks etdirmədiyini elə həmin qəzetin səhifələrində Əbdürrəhim bəyin onu
tez-tez siyasi mövqeyini dəyişməkdə ittiham edən yazıçı həmkarı Eynəli bəy Sultanova
verdiyi cavabda görmək olur. Rusdilli mətbuatda çox zaman “Musulmanin” (“Müsəlman”)
imzası ilə çıxış edən E.Sultanov bu imza altında “Qruziya” qəzetində çap etdirdiyi
“”Hümmət” partiyasının yeni üzvü” başlıqlı məqaləsində yazırdı:
Bizə verilən məlumatlara görə, Tiflis müsəlman sosial-demokratlarının
“Hümmət” partiyası müsəlman yazıçı-dramaturqu Əbdürrəhim bəy
Haqverdiyevin simasında yeni üzv əldə edibdir. Cənab Haqverdiyev Qafqazın
“Vıborq bəyannaməsi” – Rusiya İmperiyasının I Dövlət Duması çar II Nikolay tərəfindən buraxıldıqdan 2 gün sonra
– 9 (22) iyul 1906-cı ildə deputatların xeyli hissəsinin əhalini vətəndaş itaətsizliyinə çağıran “Xalqa xalq
təmsilçilərindən” başlıqlı müraciətinin elmi ədəbiyyatda qəbul olunmuş adı (F.V., N.V.).
1911-ci ildə Hacı Zeynalabdin Tağıyevin onun şirkətlərində mühüm vəzifələr tutmuş ən etibarlı işçilərindən olan
şuşalı gənc mühəndis Lütfəli bəy Behbudovla qısqanclıq zəminində münasibəti pozulur. Hətta aralarında məhkəmə
çəkişməsi də baş verir. “Tağıyev-Behbudov işi” uzun müddət dövri mətbuatın gündəmini zəbt edir. H.Z.Tağıyev
L.Behbudovun acığına öz şirkətlərində çalışan bütün qarabağlıları işdən azad edir (F.V., N.V.).
192 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
187
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
digər xalqlarının birinci dərəcəli yazıçıları ilə eyni sıraya qoyula bilməz, ancaq
Azərbaycan müsəlmanları arasında o, az-çox görkəmlidir, çünki ondan
istedadda geri qalmayan Azərbaycan dramaturqu N.Vəzirov çoxdandır yazmağı
dayandırıb, müsəlman dramının digər müəlliflər kütləsi isə həddən artıq
görünməyən ölçüdədirlər.
Buna görə də cənab Haqverdiyevin (bəlkə o, bizim onu “yoldaş”
adlandırmağımızı arzu edir) bu və ya digər partiyaya mənsubiyyətinin
müsəlmanların ziyalı dairələrinə aidiyyatı var, elə bunun əsasında biz yerli
müsəlmanların həyatında baş vermiş belə bir hadisəyə diqqət ayırırıq.
Bizə bəlli olduğu qədər, cənab Haqverdiyev rus inqilabının ilk günlərindən
müsəlman ziyalıların digər bütün ali təbəqələri kimi “Müsavat” partiyasına
qoşulmuşdu. O, indi də Azərbaycan hökumətinin nümayəndələri ilə öz
əlaqələrini tam olaraq kəsməmişdir. Necə və hansı səbəbə o, indi Azərbaycanın
əleyhdarlarının düşərgəsinə keçibdir?
Biz cənab Haqvediyevdən qeyd olunan məsələ ilə bağlı dərc olunmuş şəkildə
izah və cavab tələb edirik. Əks halda həm də “müsəlman yazıçısı” adlandırıla
biləcək bizim yeganə dramaturqumuzun siyasi görüşlərinin “külək əsən səmtə”
dəyişdiyini bilmək məcburiyyətində qalacağıq. Kədərlidir (“Qruziya” qəz.,
1918, 9 oktyabr, № 30, s. 2).
“Musulmanin”ə cavabında Ə.Haqvediyev ümumiyyətlə heç bir siyasi partiyanın
üzvü olmadığını vurğulayırdı:
“Bununla bəyan edirəm ki, heç zaman “Müsavat” partiyasının üzvü olmamışam və deyiləm.
Zaqafqaziya Seyminə mənim namizədliyim “Müsavat” partiyası tərəfindən deyil, onun partiyasız
qanadı (Zaqafqaziya Mərkəzi Müsəlman Komitəsindən olan partiyasızlar qrupu – F.V., N.V.)
tərəfindən irəli sürülmüşdü. Əksinə, mənim namizədliyim “Müsavat” partiyası tərəfindən təpki ilə
qarşılanmış və adım ön sıralardan çıxarılıb onuncu sıraya salınmışdı.
Hümmət” partiyasının da üzvü deyiləm. Doğrudur, “Hümmət” partiyasının
nəşrlərində iştirak edirəm, ancaq mənim iştirakım yalnız partiyanın proqramı ilə
ümumi heç bir şeyi olmayan ədəbi məzmunlu məqalələrlə məhdudlaşır.
Mən heç zaman heç bir partiyanın üzvü olmamışam və parlamentə daxil olanda
da özümü partiyasız elan etmişəm.
Yekun olaraq bildirirəm: Mən həmişə solçu sosialist partiyalara rəğbət
bəsləmişəm və indi də bəsləyirəm, çünki öz xalqımın xoşbəxtliyini onların
proqramının icrasında görürəm (“Qruziya” qəz., 1918, 20 oktyabr, № 39).
Ə.Haqverdiyevin cavabı E.Sultanovu qane etmir və o, “Qruziya” qəzetində bununla
bağlı daha bir yazı ilə çıxış edərək bu dəfə artıq Əbdürrəhim bəyin parlamentin üzvü kimi
legitimliyini də şübhə altına alır: “Cənab Haqverdiyev Gürcüstan vətəndaşıdırmı və nə
vaxtdan, Gürcüstan müsəlmanlarının səlahiyyətli orqanı tərəfindənmi parlamentə seçilib, bu
barədə o, ehtiyatla susur” (“Qruziya” qəz., 1918, 20 oktyabr, № 39).
Əlavə edək ki, 1918-1919-cu illər gürcü mətbuatında da Ə.Haqverdiyevin
“Hümmət”in üzvü olduğu barədə yanlış qeydlərlə qarşılaşmaq mümkündür.
Gürcüstan (Demokratik) Respublikasının parlamentində milli azlıqların
nümayəndələrinin dövlət dilini bilmək məcburiyyəti və öhdəliyi olmasa da, Ə. Qarayev
deputat seçilməsindən təqribən bir ay sonra gürcü dilini bilməməsini əsas gətirərək
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O188
O K 193
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
parlament rəhbərliyinə istefa ərizəsi ilə müraciət edir. Ə. Qarayevin ərizəsi Parlamentin 5
noyabr 1918-ci il tarixli iclasında dinlənilir və qəbul olunur (“Sakartvelos respublika” qəz.,
1918, 7 noyabr, № 85, s. 2).
Bundan sonra siyasi fəaliyyətini artıq Bakıda davam etdirən Ə.Qarayevi Gürcüstan
Müsəlmanları Milli Şurasının sədri vəzifəsində Əbdürrəhim bəy Haqverdiyev əvəz edir.
Beləliklə, Azərbaycan türkləri Gürcüstan parlamentində 3 nəfərlə (Ə.Haqverdiyev,
Ə.Şərifov, M.H.Həsənzadə) təmsil olunurlar. Stenoqrafik hesabatlardan bəlli olur ki,
Ə.Haqverdiyev parlament iclaslarında aktiv iştirak edərək mühüm ümumölkə əhəmiyyətli
məsələlərdə siyasi mövqe ortaya qoymaqdan çəkinmir və təmsilçisi olduğu toplumun,
əsasən, təhsil sahəsində üzləşdiyi problemləri mütəmadən qaldırırdı.
Parlamentin 22 noyabr 1918-ci il tarixli iclasında təhsil müəssisələrində din fənninin
icbari qaydada tədrisinin ləğvi məsələsi müzakirə olunur. Bu iclasda Ə.Haqverdiyev söz
alaraq Azərbaycan məktəblərində şəriətin tədrisinin saxlanılmasının labüdlüyünü dilə
gətirir:
... Şəriətin tədrisinin ləğv edilməsi vətəndaşların inancına qarşı mübarizə aktı
deyil, ancaq buna rəğmən əhalinin müsəlman kəsiminin azşüurlu kütləsi
arasında təbliğat aparmaq üçün müxtəlif təxribatçılara material vermək lazım
deyil. Belə azşüurluluğun mövcud olduğu halda şəriətin tədrisinin
dayandırılması bütün müsəlman məktəblərinin bağlanmasına bərabərdir. Şəriət
din dərsi deyil, Məhəmməd dini əsasında yaranmış əxlaq təlimidir və onu yalnız
müsəlmanlar öyrənmir (”Qruziya” qəz., 1918, 24 noyabr, № 69, s. 3).
Parlamentin bir həftə sonrakı 29 noyabr tarixli iclasında Ə.Haqverdiyev yenə çıxış
edərək xalq təmsilçilərinin diqqətini Borçalı qəzasında və ümumən müsəlmanlar yaşayan
bölgələrdə təhsilsizliklə, savadsızlıqla bağlı mövcud vəziyyətə yönəldir. O, Tiflisdə belə tək
bircə müsəlman məktəbinin fəaliyyət göstərdiyini, onun da maddi çatışmazlıq ucbatından
bağlanmaq üzrə olduğunu bildirərək, parlamentdən yaranmış durumla bağlı müvafiq
addımlar atılmasını xahiş edir (“Sakartvelos Respublika” qəz., 1918, 1 dekabr, № 106, s. 3).
“Saxalxo sakme” qəzeti “hümmətçi” Ə.Haqverdiyevin sözügedən çıxışda hökuməti
müsəlman bölgələrinə diqqət yetirməməkdə günahlandırdığını yazırdı (“Saxalxo sakme”
qəz., 1918, 1 dekabr, № 398, s. 2). 1918-1921-ci illərdə müstəqil və demokratik Gürcüstan
Respublikasında azərbaycanlıların təhsili məsələlərini tədqiq etmiş pedaqoq-alim Gülnarə
Qocayeva-Məmmədova Ə.Haqverdiyevin qaldırdığı problemin aktuallığına diqqət yetirərək
yazırdı: “Gerçəkdən də, siyasi gərginlik üzündən 1918/19 tədris ilində Tiflis və Borçalı
qəzalarında 11 məktəbdə məşğələlər aparılmırdı, məktəbyaşlı uşaqların 62.1 faizi təhsildən
kənarda qalmışdı” (Paşayev, Bayramov və Qocayeva-Məmmədova, 2012, s. 165).
Qeyd edək ki, GMMŞ yerli türk-müsəlman əhalinin təlim-tədris və mədəni-maarif
məsələləri ilə məşğul olmaq, hətta məktəblər açmaq səlahiyyətinə sahib idi. Şura Tiflis
müsəlman ikisinifli məktəbinin bazasında yüksək pillə ibtidai məktəbin yaradılması barədə
qərar qəbul etmiş və bu məktəbin inspektoru vəzifəsinə Ə.Haqvediyevin namizədliyini təklif
etmişdi. Tiflis müsəlman yüksək pillə ibtidai məktəbinin dövlət xəzinəsindən
maliyyələşdirilməsi ilə bağlı müvafiq strukturlara müraciətlərinə müsbət cavab ala bilməyən
GMMŞ bu layihəsini yarımçıq saxlamağa məcbur olmuşdu (Paşayev, Bayramov və
Qocayeva-Məmmədova, 2012, s. 168, 175-176).
194 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
189
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
Gürcüstan parlamentinin Maarif komissiyasının 18 dekabr 1918-ci il tarixli iclasında
iki azərbaycanlı deputatın – Ə.Haqverdiyevin və H.Həsənzadənin iştirakı ilə respublikadakı
Azərbaycan-türk məktəblərinin durumu müzakirə olunur. Həmin iclasda da Ə.Haqverdiyev
məruzə ilə çıxış edərək Gürcüstan ərazisində ümumilikdə 15 müsəlman məktəbinin
olduğunu və onlardan yalnız 10-nun fəaliyyət göstərdiyini bildirir. Yekun qərar bu olur ki,
iclasda iştirak edən Maarif Nazirliyinin təmsilçisi Q.Cumberidzeyə müsəlman müəllimlər
üçün kursların açılması ilə bağlı tez bir zamanda plan hazırlayıb Maarif komissiyasına
təqdim edilməsi barədə tapşırıq verilsin (Paşayev, Bayramov və Qocayeva-Məmmədova,
2012, s. 170).
1918-ci ilin sonlarında tam bir il öncə o zaman Borçalı qəzasının komissarı
vəzifəsini tutan Ə.Haqverdiyevin də fəal iştirakı ilə qarşısı alınmış problem − ermənilərin
Gürcüstanın güneyindəki Borçalı və Axalkələk qəzalarına yönlənmiş ərazi iddiaları yenidən
baş qaldırır. Bu dəfə ermənilər artıq hərbi yola əl ataraq 1918-ci ilin dekabr ayında
Gürcüstanın ərazi bütövlüyünə silahlı təcavüz edirlər. Ermənistan (Ararat) Respublikasının
ordu birliklərinin Borçalı qəzasına soxularaq aktiv hərbi əməliyyatlara başlaması Gürcüstan
parlamentində bu mövzuda geniş müzakirələrin aparılmasına yol açır. Parlamentin erməni
işğalına həsr olunmuş 17 dekabr 1918-ci il tarixli iclasında Əbdürrəhim bəy Haqverdiyev
Gürcüstan müsəlmanları adından nitq söyləyərək bu ölkədəki soydaşlarının digər tarixi
dövrlərdə olduğu kimi, indi də əsl vətəndaşlıq mövqeyi sərgilədiklərini və düşmən əleyhinə
vuruşduqlarını bəyan edir:
Vətəndaşlar! Parlament üzvləri!
Bu tarixi anda mən Gürcüstan Respublikasının müsəlman vətəndaşları adından
çıxış edirəm. Böyük Avropa müharibəsi (Birinci Dünya müharibəsi – F.V.,
N.V.) sona yetdi. Biz əmin idik ki, bu dəqiqələrdən sonra xalqlar, xüsusilə də
Cənubi Qafqazda yaşayan xalqlar birlikdə mehriban şəraitdə yaşamağa
başlayacaqlar. Ancaq bizim gözləntilər özünü doğrultmadı. Qonşu respublika
bizə müharibə elan etdi. Axı mənə elə gəlir ki, indi bu müharibə üçün heç bir
səbəb yox idi. Gürcülərlə ermənilər arasında mövcud olan bütün bu məsələləri
sülh konfransı yolu ilə həll etmək olardı. Bugün çap olunmuş teleqramlardan da
göründüyü kimi, bizim hökumət mübahisəli məsələlərin nizamlanması üçün öz
səylərini əsirgəmirdi. Amma bir erməni partiyası (“Daşnaksutyun” nəzərdə
tutulur – F.V., N.V.) sırf eqoist səbəblər ucbatından bu atəşin alovlanmasına
cəhd göstərdi. Mən deməliyəm ki, 1905-ci il atəşinin (1905-1906-cı illər türkerməni toqquşmaları nəzərdə tutulur – F.V., N.V.) üçüncü tərəfin əli ilə
yaxıldığına əmin idim, ancaq indi buna bir az şübhəm var (Qabaşvili: “Biz onda
da şübhələnirdik”).
Biz parlamentə daxil olanda və öz bəyanatımızda bildirdik ki, Gürcüstan
müsəlmanları öz vətənlərini, düşmənin kim olmasından asılı olmayaraq, hər
kəsdən bütün mümkün vasitələrlə qoruyacaqlar və indi də, sözdən əmələ
keçmək lazım olan bir vaxtda da bu bəyanatı təntənəli şəkildə təkrar edirik
(alqışlar). XVIII əsrin sonlarında mərhəmətsiz Ağa Məhəmməd xanın qoşunları
Şuşa qalasını mühasirəyə alanda, şahzadə Aleksandr İrakli oğlunun başçılığı
altında Gürcüstan ordusu Qarabağ xanı İbrahimi xilas etmək üçün yürüş etdi
(Veşapeli: “Sizin yaxşı yaddaşınız var imiş!”). Bundan sonra İran şahı gürcülərə
acıqlananda və öz qoşunlarını onların üzərinə yönəldəndə onda bizim Borçalı
qəzasının müsəlmanları Gürcüstan qoşunlarının səflərində yer aldılar və öz
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O190
O K 195
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
dindaşlarına qarşı çıxdılar (Vaçnadze: “Yaşasın Borçalı!”). Bütün bunlar Borçalı
qəzasının müsəlmanlarının törəmələrinin yaddaşında bugünədək yaşayır.
Və indi müsəlman dəstəsi artıq yaranıbdır və onlar Gürcüstanın düşmənləri
əleyhinə vuruşurlar (alqışlar). Bu düşmənlər yalnız Gürcüstanın deyil, bütün
Cənubi Qafqazın müstəqilliyinə qarşı müharibə elan ediblər və müstəqilliyə
dəyər verən hər kəs onu bütün vasitələrlə qorumalıdır. Müsəlmanlar bunu
anlayır və Gürcüstan və Cənubi Qafqazın müstəqilliyini ayaqlar altına atmağa
köklənənlərə qarşı məmnuniyyətlə mübarizə aparırlar (yerdən səslər:
“Doğrudur”). Mən inanıram ki, Gürcüstan Respublikasının digər hissələrinin
müsəlmanları: Siqnax, Telav, Axalsıx və digər qəzaların müsəlmanları da
Borçalı müsəlmanları kimi davranacaqlar və bütün imkanlarından istifadə
edərək onlar da öz vətənlərini dəstəkləyəcəklər.
Və yenə də bəyan edirəm, parlamentə daxil olanda olduğu kimi, böyük
məmnunluq hissi ilə bəyan edirəm: - Yaşasın Gürcüstan! (gurultulu alqışlar)
(“Ertoba” qəz., 1918, 21 dekabr, № 276, s. 2; “Sakartvelos Respublika” qəz., 1918, 19
dekabr, № 119, s. 2-3; “Saxalxo Sakme” qəz., 1918, 20 dekabr, № 412, s. 2; “Qruziya”
qəz., 1918, 20 dekabr, № 89).
Əbdürrəhim bəyin alovlu nitqi gürcü ictimaiyyətində geniş əks-səda doğurur. Bu
barədə mətbuat dəyərləndirmə apararaq yazırdı: “Ermənilərin Gürcüstana qarşı çıxışı onların
Qafqaz xalqlarının müstəqilliyini dəfn etmək arzusu ilə diktə olunubdur, bu məhz beləcə də
anlaşılıbdır, yekdilliklə belə qiymətləndirilibdir. Bu baxımdan müsəlman təmsilçisi
Haqverdiyevin bizim parlamentdə söylədiyi nitq diqqətəlayiqdir...” (“Qruziya” qəz., 1918,
21 dekabr, № 90).
22 noyabr 1918-ci il tarixində Gürcüstan parlamenti “Müəssislər Məclisinə seçkilər
barədə Əsasnamə”ni təsdiq edir (Gürcüstan Demokratik Respublikasının hüquqi aktları, 1990,
s. 84-109). Əsasnaməyə görə, ölkənin yeni qanunverici orqanı olacaq Müəssislər Məclisi
ümumi, bərabər və birbaşa seçki hüququ əsasında gizli və azad səsvermə yolu ilə keçirilmiş
ümumxalq seçkiləri nəticəsində formalaşmalı idi. Parlament tərəfindən, həmçinin, seçkilərin
təşkili üçün Parlament Mərkəzi Seçki Komissiyası (PMSK) yaradılır. PMSK-da hər bir
seçki subyekti üçün ən azı bir üzvlük mandatı nəzərdə tutulur, eyni zamanda parlament
fraksiyalarına təmsilçi sayına müvafiq olaraq müxtəlif sayda yerlər ayrılır. Parlamentin
müsəlmanlar (“tatarlar”) blokunu PMSK-da Əbdürrəhim bəy Haqverdiyev təmsil edir
(Gürcüstan Mərkəzi Tarix Arxivi, fond № 1834, siyahı 2, iş № 74). Bu qurumda tərcümə
işləri Ə.Haqverdiyev və daşnakların təmsilçisi D.Davitxanyanın rəhbərliyi altında
yaradılmış komissiya tərəfindən həyata keçirilirdi (“Sakartvelos Respublika” qəz., 1919, 29
yanvar, № 22, s. 2). Qeyd edək ki, PMSK üzvlərinin eyni zamanda Müəssislər Məclisinə
seçkilərdə namizəd qismində iştirakına heç bir məhdudiyyət qoyulmamışdı.
Parlamentin 10 yanvar 1919-cu il tarixli iclasında qəbul olunmuş “Müəssislər
məclisinə seçkilərin təyin olunması barədə” Qanuna görə, Müəssislər Məclisinə seçkilərin
ilk günü 14 fevral 1919-cu il tarixinə təyin olunur (Gürcüstan Demokratik Respublikasının
hüquqi aktları, 1990, s. 204).
Gürcüstanın türk-müsəlman siyasi-ictimai fəallarının bir qismi sosial-demokratların
siyahılarında, digər qismi qeydiyyatdan keçirilmiş iki ayrı seçki subyektinin –
Ə.Haqverdiyevin sədrlik etdiyi Gürcüstan Müsəlmanları Milli Şurasının və Borçalı Qəzası
Müsəlmanları Qrupunun (BQMQ) sıralarında seçkilərə qatılırlar.
196 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
191
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
Gürcüstan Milli Tarix Arxivində saxlanılan sənədlərdən aydın olur ki, GMMŞ
tərəfindən bu təşkilatın sədr müavini Halay bəy Bayramovun imzası ilə PMSK-ya
göndərilmiş altı nəfərlik ilkin namizədlər siyahısında aşağıdakı adlar əks olunmuşdur
(Gürcüstan Mərkəzi Tarix Arxivi, fond № 1834, siyahı 2, iş № 83).
1. Halay bəy Aslan ağa oğlu Bayramov (təlimatçı-aqronom);
2. Əbdürrəhim bəy Haqverdiyev (GMMŞ-nin sədri, Gürcüstan Parlamentinin
üzvü);
3. Ömər Faiq Nemanzadə (jurnalist);
4. Əlimirzə bəy Nərimanov (müəllim, Nəriman Nərimanovun əmisi nəvəsi);
5. İbrahim bəy Mursaqulov;
6. Mirzə Rza Əlizadə (müəllim).
Bu siyahının ardınca PMSK-ya GMMŞ-nin sədri Ə.Haqverdiyevin imzasıyla əlavə
namizədlərdən ibarət beş nəfərlik başqa bir siyahı göndərilir. Bu əlavə siyahıda ardıcıllıqla
Abbasqulu Xanəhmədov (tacir), Fətəli bəy Rəşid bəy oğlu Axundov (tələbə, Mirzə Fətəli
Axundovun nəvəsi), Qasım Abbas oğlu Bayramov (GMMŞ-nin katibi, tramvay
konduktoru), Məşədi Əli Bayram oğlu Quliyev (tacir) və İsmayıl Xəlilovun (kiçik usta)
adları qərarlaşırdı (Gürcüstan Mərkəzi Tarix Arxivi, fond № 1834, siyahı 2, iş № 83).
Beləliklə, GMMŞ ilkin olaraq seçkilərdə 11 nəfərlik siyahı ilə iştirak etməyi
planlaşdırsa da, sonradan müəyyən səbəblərdən dolayı bu siyahı qısaldılaraq 5 nəfərlə
məhdudlaşdırılır. Yekun siyahıda Ə.Haqverdiyevin adına rast gəlinmir. Eyni proseslər
BQMQ-də də baş verir.
Hər iki müsəlman siyasi subyekti seçkilərdə fiaskoya uğrayır; GMMŞ cəmi 105,
BQMQ isə 224 səs toplaya bilir. Zənnimizcə, belə zəif nəticə, başlıca olaraq, seçkiqabağı
xaotik proseslərdən, xüsusən də seçki siyahılarının tərtib olunması zamanı yaranmış
çaşqınlıq və anlaşılmazlıq, Ə.Haqverdiyev, Ö.Nemanzadə, İsrafil bəy Yadigarov kimi türkmüsəlman əhali arasında böyük nüfuza malik şəxslərin yekun siyahılardan kənarda qalması,
eləcə də namizədlər arasında təxmin edə biləcəyimiz ixtilaflardan qaynaqlana bilərdi.
Beləliklə, 1919-cu ilin 14-17 fevral tarixlərində keçirilmiş demokratik seçkilər
nəticəsində Gürcüstan Milli Şurasının transformasiyası əsasında yaranmış parlament
fəaliyyətini dayandırır və ali qanunvericilik səlahiyyətini Gürcüstan Müəssislər Məclisinə
ötürür. Bununla, Gürcüstan parlamentində deputatlıq fəaliyyəti başa çatan Əbdürrəhim bəy
Haqverdiyev 19 fevral 1919-cu ildə Gürcüstan Müsəlmanları Milli Şurasında tutduğu sədr
vəzifəsini Əlimirzə bəy Nərimanova təhvil verir (Paşayev, Bayramov və QocayevaMəmmədova, 2012, s. 168) və sonrakı taleyini Azərbaycanla bağlayır. Çox keçmədən o,
Azərbaycan Respublikasının (Azərbaycan Xalq Cümhuriyyətinin) Dağlı Respublikasında,
Gürcüstan Müəssislər Məclisinə seçkilərlə bağlı daha ətraflı bax: F.Valehoğlu-Hacılar. Gürcüstanın demokratik
yolla seçilmiş ilk parlamentinə − Müəssislər Məclisinə seçkilər. Qaraçöplü deputat Hüseynqulu Məmmədov,
“Gürcüstan” qəzeti, Tiflis, 18.05.2018, № 37-38, s. 3 və 25.05.2018, № 39-40, s. 6-7; F.Valehoğlu-Hacılar.
Gürcüstan Parlamentinin ilk türk-müsəlman deputatı. Qaraçöplü Hüseynqulu Məmmədov, “Birlik” jurnalı, Bakı,
2018, № 30, s. 50-53.
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O192
O K 197
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
24 avqust 1919-cu ildən etibarən isə Ermənistan Respublikasında diplomatik nümayəndəsi
təyin olunur və 1920-ci ilin mart ayının 16-na qədər bu vəzifəni uğurla icra edir. Böyük
ehtimal, Əbdürrəhim bəyin Gürcüstan Müəssislər Məclisinə seçkilərdə deputatlığa namizəd
qismində iştirakdan son mərhələdə kənarda qalması Azərbaycan hökuməti tərəfindən ona
təklif olunan yüksək diplomatik vəzifə ilə əlaqəli olmuşdur.
Azərbaycanda sovet hakimiyyəti qurulduqdan sonra ictimai-mədəni və ədəbi-bədii
sahələr üzrə müxtəlif məsul vəzifələrdə çalışan Ə.Haqverdiyev tiflisli ədəbiyyat və incəsənət
xadimləri ilə yaradıcılıq ünsiyyətini davam etdirmişdir. Onun ən çox əlaqədə olduğu,
məktublaşdığı və görüşdüyü Tiflis ziyalısı keçmiş deputat həmkarı Əziz Şərif idi. Onların
arasında dostluq münasibəti Ə.Şərifin “Molla Nəsrəddin” jurnalının redaksiyasında işlədiyi
dövrdə yaransa da, Gürcüstan parlamentində birgə fəaliyyət göstərdikləri zaman daha da
dərinləşmişdir. Bu barədə Ə.Şərif xatirələrində yazırdı:
...Tiflisdə müsəlman milli şurası həmin il (1918-ci il – F.V-H., N.V.) 29
sentyabrda öz tərəfindən Gürcüstan parlamentinə dörd nəfər nümayəndə
seçmişdi: Əbdürrəhim bəy Haqverdiyev, Əliheydər Qarayev, müəllim Mirzə
Hüseyn Həsənzadə və mən. Bu vaxtdan etibarən ta Haqverdiyev Bakıya gedən
günə qədər biz hər gün, ya günaşırı görüşür, danışır, dərdləşirdik. Nəticədə biz
daha da yaxınlaşdıq... Mənim arxivimdə Tiflisdə K.Y.Zubalov adına xalq evi
nəzdində türk dram cəmiyyətinin 1919-cu il üçün üzvlük bileti vardır. Mənim
adıma yazılmış bu bileti türk dram cəmiyyəti idarə heyətinin sədri
Ə.Haqverdiyev imzalamışdır. Bundan bəlli olur ki, Tiflisdə məsul siyasi vəzifə
daşıyan yazıçımız yenə də məftun olduğu teatr işindən əsla ayrılmır və bu
sahədə fəaliyyət göstərirmiş (Şərif, 1977, s. 221-222).
Həqiqətən, Əbdürrəhim bəy deputatlığa paralel olaraq Türk Dram Cəmiyyətinin
sədri qismində də məhsuldar çalışmış, Tiflis Türk (Azərbaycan) Teatrının fəaliyyətinin
təşkili və inkişafında, yeni istedadların teatra cəlb olunmasında səylərini əsirgəməmiş, iki
dərnəyə bölünmüş teatr truppasının dağılmasının qarşısını almışdır. Teatrın repertuarının
müəyyən edilməsində onun tövsiyələri nəzərə alınmışdır. Dramaturq Gürcüstanda yaşadığı
illərdə Tiflis ədəbi mühitinin Azərbaycan ədəbiyyatına bəxş etdiyi dahilərdən
M.F.Axundzadənin “Hacı Qara” və N.Nərimanovun “Nadir şah” pyeslərinə, N.Vəzirovun
“Yağışdan çıxdıq, yağmura düşdük” və N.Qoqolun “Müfəttiş” komediyalarına, Ş.Saminin
“Dəmirçi Gavə” və Y.Çirikovun “Yəhudilər” pyeslərinə, eləcə də özünün müəllifi olduğu
“Dağılan tifaq”, “Bəxtsiz cavan”, “Ac həriflər”, “Pəri cadu”, “Ağa Məhəmməd şah Qacar”
və “Millət dostları” əsərlərinə bədii quruluş və tərtibat vermişdir (Mərdanov, 1959, s. 41;
Hacıyev, 1984, s. 86-87).
Tiflis Dövlət Türk (Azərbaycan) Teatrının kollektivi də öz növbəsində Əbdürrəhim
bəy Haqverdiyevin onlara yönəlik qayğısını diqqətdən kənarda qoymamış, 1927-ci ilin
fevral ayının 4-də Tiflisin Rustaveli Teatrında bu böyük şəxsiyyətin ədəbi-ictimai
fəaliyyətinin 35 illik yubiley gecəsinin yüksək səviyyədə keçirilməsində aparıcı rol
oynamışdır.
Bu barədə filologiya elmləri doktoru Adilxan Bayramov yazır: “Mərasimdə rəsmi
şəxslər, ayrı-ayrı respublikaların, o cümlədən Gürcüstanın teatr ictimaiyyətinin
nümayəndələri, şair və yazıçılar yubilyarı təbrik etmiş, Tiflis Azərbaycan Dövlət Dram
Teatrı aktyorlarının iştirakı ilə dramaturqun “Bəxtsiz cavan” pyesinin ikinci pərdəsi və “Ac
198 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
193
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
həriflər” pyesi oynanılmış, eyni zamanda böyük konsert verilmişdir. Mərasim Tiflis
mətbuatında geniş işıqlandırılmışdır” (Bayramov, 2012).
Ona həsr olunmuş yubiley tədbirinin məhz Tiflisdə keçirilməsi Ə.Haqverdiyevi
mütəəssir etmişdi. Bununla bağlı o, tədbirin əsas təşəbbüskarı və təşkilatçılarından olan
dostu Əziz Şərifə 7 may 1927-ci ildə yazdığı məktubunda bu şəhərə vurğunluğunu və Tiflis
əhlinə minnətdarlığını belə ifadə edirdi:
Mənim günlərimin gözəlləri, cavanlığım Tiflisdə keçdiyindən, o şəhərə mənim
xüsusi bir məhəbbətim var...
Mənim burada (Azərbaycanda – F.V-H., N.V.) yubileyimin olmadığından mən
əsla dilgir deyiləm. Əvvəla, Zaqafqaz miqyasında götürülmüş təntənənin burada
təkrarı mümkün deyildi. İkincisi, heç kəs öz vətənində peyğəmbər olmayıb. Qırx
illiyə də... ya nəsib!
Tiflis cavanlarının, əhalisinin, aktyorlarının, təşkilatının, sənin və Rzaqulunun
(Rzaqulu Nəcəfov – maarifpərvər, publisist, diplomat, Əliqulu Qəmküsarın
qardaşı – F.V-H., N.V.) qulluq eləməkdə təngə gəldiyimiz qiyamətədək mənim
xəyalımdan getməz. Mən Qafqazda bir nəfər üçün bu cəlal ilə təşkil olunmuş
yubiley görməmişdim (Haqverdiyev, 2005, s. 387-388).
Əbdürrəhim bəy Haqverdiyevin siyasi-ictimai fəaliyyətinin 1916-1919-cu illəri
əhatə edən Gürcüstan dövrü Sovetlər Birliyi dönəmində hakim ideoloji konyunkturun
tələblərinə uyğun olaraq tam öyrənilməmiş, böyük ədibin həyat və yaradıcılığının
tədqiqatçıları tərəfindən onun üzərindən sadəcə sükutla keçilmişdir. Əbdürrəhim bəy özü də
bəlli səbəblərdən bu barədə qısa xatırlama ilə kifayətlənmişdi:
1916-cı sənədə məişətimizin ağırlaşmasına görə Tiflisə gedib orada “Şəhərlər
ittifaqı”nın Qafqaz şöbəsinə qəbul oldum və “Şəhərlər ittifaqı”nın Qafqaz şöbəsi
əxbarının rus dilində aylıq jurnalının müdiriyyətini mənə həvalə etdilər. Fevral
inqilabından sonra Tiflis icraiyyə komitəsinin və onun mərkəzi şurasının
üzvlüyünə intixab olundum. Həmin ilin mart ayında Borçalı qəzasına komissar
intixab olunub Şulaver qəsəbəsinə gedib, bir il yarım orada işlədim. Zaqafqaziya
xüsusi cümhuriyyətlərə ayrıldıqdan sonra gürcü hökuməti idarələri
milliləşdirməyi qərara aldı. O səbəbdən işlədiyim idarəni gürcülərə təhvil verib
Tiflisə qayıtdım. Tiflisdə azərbaycanlılar üçün təzə açılmış ali-ibtidai məktəbə
inspektor təyin olunub yenə müəllimliyə üz qoydum. Həmin sənənin
oktyabrında Gürcüstan parlamanına Tiflis azərbaycanlıları tərəfindən göndərilən
dörd məbusun biri mən oldum. 1919-cu sənədə Gürcüstan parlamanı əvəzinə
məclisi-müəssisan çağırıldı. 1919-cu sənədə müsavat hökuməti məni Bakıya
çağırıb Dağıstana göndərdi... (Haqverdiyev, 2005, s. 401).
Fəqət yuxarıda təqdim olunan məlumatlardan görünür ki, həmin siyasi fırtınalar və
təlatümlər dövründə Ə.Haqverdiyev məhsuldar siyasi-ictimai fəaliyyəti ilə seçilmişdir. O, həm
Borçalı qəzasında dövlət məmuru, həm də Gürcüstan Müsəlmanlarının Milli Şurasının sədri və
Gürcüstan parlamentinin deputatı vəzifələrini ləyaqətlə daşıyaraq Gürcüstanın ərazi bütövlüyü
məsələlərində prinsipiallığını nümayiş etdirmiş, yerli türk-qarapapaq əhalinin əsas problemlərindən
olan təhsil probleminin həll olunması üçün səylərini əsirgəməmişdir.
Yekun olaraq qeyd etmək istərdik ki, arxiv mənbələri, eləcə də həmin dövrün gürcüdilli və
rusdilli mətbuat yazıları əsasında təqdim olunan materiallar Əbdürrəhim bəyin Gürcüstanda siyasiictimai fəaliyyətinə işıq salmaqla, onun zəngin həyat yolunun və irsinin tam şəkildə araşdırılması
istiqamətində mövcud boşluqların aradan qaldırılmasında mühüm əhəmiyyət kəsb edir.
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O194
O K 199
Qaynaqlar
“Ertoba” (ერთობა“) qəz., 1918, 21 dekabr, № 276.
“Saxalxo sakme” („სახალხო საქმე“) qəz., 1918, 1 dekabr, № 398; 20 dekabr, № 412.
“Sakartvelos respublika” (“საქართველოს რესპუბლიკა”) qəz., 1919, 29 yanvar, № 22;
“Sakartvelos respublika” (“საქართველოს რესპუბლიკა”) qəzeti, 1918, 11 oktyabr, №
63; 7 noyabr, № 85; 1 dekabr, № 106; 19 dekabr, № 119.
«Борьба» (“Borba”) qəz., 1917, 14 dekabr, № 178.
«Грузия» (“Qruziya”) qəz., 1918, 9 oktyabr, № 30; 10 oktyabr, № 31; 20 oktyabr, № 39; 7
noyabr, № 54; 24 noyabr, № 69, 20 dekabr, № 89; 21 dekabr, № 90.
«Слово» (“Slovo”) qəz., 1920, 19 avqust, № 187.
Bayramov, A. (2012) Əbdürrəhim bəy Haqverdiyev və Tiflis Azərbaycan teatrı,
“Mədəniyyət” qəz., 13.01.2012.
F.Valehoğlu-Hacılar. GDR-in ilk ali qanunverici orqanı: Gürcüstan Milli Şurası və onun
azərbaycanlı üzvləri. “Gürcüstan” qəzeti. Tiflis, 11.05.2018, № 35-36 (№ 12697),
s. 6-7.
F.Valehoğlu-Hacılar. Gürcüstan Parlamentinin ilk türk-müsəlman deputatı. Qaraçöplü
Hüseynqulu Məmmədov, “Birlik” jurnalı, Bakı, 2018, № 30, s. 50-53.
F.Valehoğlu-Hacılar. Gürcüstanın demokratik yolla seçilmiş ilk parlamentinə − Müəssislər
Məclisinə seçkilər. Qaraçöplü deputat Hüseynqulu Məmmədov, “Gürcüstan”
qəzeti, Tiflis, 18.05.2018, № 37-38, s. 3 və 25.05.2018, № 39-40, s. 6-7.
Gürcüstan Mərkəzi Tarix Arxivi, fond № 1834, siyahı 2, iş № 74.
Gürcüstan Mərkəzi Tarix Arxivi, fond № 1834, siyahı 2, iş № 83.
Hacıyev, A. (1984). Tiflis Azərbaycan Teatrı, Bakı: İşıq Yayınları.
Haqverdiyev, Ə. (2005). Seçilmiş əsərləri, II cild, Bakı: Lider Nəşriyyat.
Kərimov, İ. (1975). Ə.Haqverdiyev və teatr, Bakı: Elm Yayınları.
Məmmədli, Ş. (2003). Azərbaycan ədəbiyyatının Borçalı qolu (1920-ci ilə qədər), Tiflis:
Kolori Yayınları.
Mərdanov, M. (1959). 50 il Azərbaycan səhnəsində (Xatirələrim), Bakı: Azərbaycan Uşaq
və Gənclər Ədəbiyyatı Yayınları.
Paşayev, Ə.; Bayramov, N. və Qocayeva-Məmmədova, G. (2012). Gürcüstanda Azərbaycan
məktəbləri, Tiflis: Tbiliselebi Yayınları.
Sarabski, H. (1982). Köhnə Bakı, Bakı: Yazıçı Yayınları.
Şərif, Ə. (1977). Keçmiş günlərdən. Xatirələr, Bakı: Azərnəşr.
საქართველოს დემოკრატიული რესპუბლიკის სამართლებრივი აქტების
კრებული: 1918-1921 (Gürcüstan Demokratik Respublikasının hüquqi aktları:
1918-1921), tərtibçilər: E.Qurqenidze, V.Şaraşenidze. (1990), Tiflis: Tsodna
Yayınları.
195
INFLUENCE OF THE MODERN GREEK LANGUAGE AND CULTURAL CENTER
AT BAKU SLAVIC UNIVERSITY ON THE RELATIONS BETWEEN AZERBAIJAN
AND GREECE
Ilyas HUSEYNOV
BAKÜ SLAVYAN ÜNİVERSİTESİNDEKİ MODERN YUNAN DİLİ
VE KÜLTÜRÜ MERKEZİNİN AZERBAYCAN-YUNANİSTAN
İLİŞKİLERİNE ETKİSİ
Öz
Modern dönemde Yunanca öğrenmek hem kardeş Türkiye hem de
Azerbaycan için önemli bir öneme sahip olmakla kalmaz, aynı zamanda
büyük bir stratejik öneme sahiptir. Bakü Slavyan Üniversitesindeki Modern
Yunan Dili ve Kültür Merkezinin Azerbaycan-Yunanistan ilişkilerine etkisi
adlı tez çalışması 22 Haziran 2004 tarihinde Bakü Slavyan Üniversitesi'nde
Yunanistan Cumhuriyeti 14. Cumhurbaşkanı Konstantinos Stephanopoulos
tarafından açılan Modern Yunan Dili ve Kültürü Merkezi'nin faaliyetlerinden
bahs etmektedir.
Modern Yunan Dili ve Kültürü Merkezi, Yunanistan hükümetinin,
Yunanistan'ın Azerbaycan Büyükelçiliğinin ve Bakü Slavyan Üniversitesi'nin
desteğiyle kurulmuştur. Merkez, iki ülke ve iki halk arasında bir köprü rolü
oynamak, Yunanistan'ın zengin tarihi ve etnografisi, sosyal ve felsefi düşünce
tarihi, Yunan kültürü, ekonomisi, coğrafisi ve uluslararası ilişkiler hakkında
ayrıntılı bilgi vermek amacı ile kuruldu.
Merkez, Yunanistan'ın modern Yunan dili, kültürü ve tarihinin
öyrenilmesi aynı zamanda da tanıtımını desteklemektedir. Modern Yunanca,
1999 yılından itibaren Bakü Slavyan Üniversitesi'nde öğretilmektedir. Tezde
ayrıca merkezin Yunan kültürü, Yunanistanın sosyal ve politik yaşamı,
Yunanistan-Azerbaycan ilişkileri ve modern Yunan dili üzerine yuvarlak
masalara ev sahipliği yaptığı belirtiliyor. Ana sınıflar Yunanistan'dan konuk
uzmanlar tarafından organize edilmektedir. Merkezde üç çalışma odası
bulunmaktadır.
Merkezin kütüphanesinde, modern çağda Yunan tarihi, kültürü, Edebiyatı,
Yunanistan-Azerbaycan ilişkileri üzerine yaklaşık 1000 gazete, dergi, kitap,
ders Kitabı, CD, DVD ve ses materyali bulunmaktadır. Burada, ayrıca Yunan
klasikleri ile birlikte, yunanca'ya çevrilmiş dünya klasiklerinin eserleri de
bulunmaktadır. Merkezde Yunan klasiklerinin eserlerinin Azerbaycan diline,
Azerbaycan yazarlarının eserlerinin de yunanca'ya çevrildiğini özellikle
kaydedelim.
Merkez, Konstantinos Kafavis'in şiirini, Huseyn Cavid'in “Şeyda” adlı
drama eserini ve Azerbaycan'ın büyük şairi Mehseti Gencevi'nin eserlerini
Azerbaycan diline çevirdi. Merkeze düzenli olarak yeni basılmış kitaplar,
dergiler ve ders kitapları Azerbaycan'daki Yunanistan Büyükelçiliği
aracılığıyla sağlanmaktadır. Öğrencilerin merkez kütüphanesini kullanma
programı ücretsizdir.
Anahtar Sözcükler: Yunanistan, Yunanca, Yunan Edebiyatı, kültür,
Bakü Slavyan Üniversitesi, eğitim, bilim, kültürel
ilişkiler
PhD Candidate; Baku Slavic University International Relations Department,
[email protected].
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 201
196
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
Introduction
The study of the Greek language in modern times is important relevance for both
brotherly Turkey and Azerbaijan, as well as of great strategic importance. This thesis deals with
the activities of the Modern Greek Language and Cultural Center, which was opened by the
14th President of the Hellenic Republic Constantinos Stephanopoulos on June 22, 2004 at Baku
Slavic University.
Reasons for the establishment of Baku Slavic University
During the 70 years of the Soviet Union, all relations of Azerbaijan with the peoples of
the world, including Slavic and Eastern European countries, were carried out only through the
Russian language. At the same time, the people of Azerbaijan, in turn, have benefited from
world cultures through the Russian language. National leader Heydar Aliyev always took care
of Azerbaijan's education and paid special attention to its development. On his initiative and the
decision of the Government of Azerbaijan No. 362 dated November 2, 1972, the Azerbaijan
Institute of Russian Language and Literature named after Mirza Fatali Akhundov was restored
on the basis of the Azerbaijan Pedagogical Institute of Languages named after Mirza Fatali
Akhundov. The Institute provided opportunities for studying, improving the Russian language
and other subjects related to it and implementing special programs.
However, after Azerbaijan gained independence, the situation changed radically. After
that, independent Azerbaijan entered the system of international relations with the countries of
the world. Our Republic faced with the need to establish direct relations with the world,
including with the Slavic peoples. The creation of the Baku Slavic University (BSU) by great
leader Heydar Aliyev was an event born out of the requirements of new conditions. As a result,
according to the decree of great leader Heydar Aliyev dated June 13, 2000, Baku Slavic
University was established on the basis of the Azerbaijan Pedagogical Institute of Russian
Language and Literature named after Mirza Fatali Akhundov.
Regarding the establishment of the university, the great leader Heydar Aliyev said: “In
1972, we created a special, high-level institute with all its attributes. Now this is a Slavic
University. I think this university has a great future and great prospects. ... the importance of
languages for every nation, foreign language in general, the importance of Russian language for
Azerbaijanis and Azerbaijani youth did not decrease, on the contrary, it increased. Now it is of
great importance to know the Russian language and other European languages. Therefore, we
have great hopes for this university (Mərdanov və Şahbazlı, 2005, s. 321).
Language factor in modern international relations
The importance of the language factor is due to its ability to unite and bring together
representatives of different ethnic groups, religions and social groups. Today, changes in the
geopolitical map of the world, the intensification of migration flows and the formation of crossborder linguistic communities (Мухарямов и Януш, 2009, c. 39), the expansion of the sphere
of influence of world languages lead to the fact that a language in one status or another, as well
as linguistic situations (national, subnational, regional, transboundary) become the subject of
foreign policy influence (Портнягина, 2008, с. 24). The linguistic dimensions of international
political relations create several subdisciplinary analytical perspectives and spaces (Кочетков,
2008, с. 24). In this context, language is becoming an important resource that governmental and
202 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
197
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
non-governmental actors (especially language communities) are beginning to actively use to
address their foreign policy issues (Пашаева, 2016, с. 7).
The process of starting teaching Greek language at Baku Slavic University
For the first time in Azerbaijan, the training of specialists with a wide range of Slavic
languages has been implemented at Baku Slavic University. The universality and uniqueness of
the university is determined by this. Since 1999, the university has started to accept students in
the specialty of “regional studies” and in 2003 it was the first graduation of bachelors in the
specialty of Regional Studies. The first graduation of bachelors in Greek studies also took place
in 2003. Today, the training of specialists in this specialty continues successfully (Qacar, 2016,
s. 10). BSU cooperates with a number of higher education Institutions of Greece, in particular
with the Macedonia, National University of Athens and Capodistria. Greek language teachers
have been teaching at BSU for several years with the support of the Greek Ministry of
Education, and Azerbaijani specialists and students have internships at Greek universities
(Azərtac, 2011).
Modern Greek Language and Cultural Center (main purpose of creation and
directions of activity)
The relations between Azerbaijan and Greece go deep into the centuries and cover
various areas (Abdullayeva, 2015, s.7). If we look at the depths of history, we can see that there
are quite common features that unite the Azerbaijani and Greek peoples. After regaining its state
independence, Azerbaijan established direct diplomatic relations with Greece. Mutual visits of
the Presidents of the two countries have created favorable conditions for further expansion of
these relations. The Modern Greek Language and Cultural Center was established with the
support of the Government of Greece, the embassy of Greece in Azerbaijan and Baku Slavic
University. The center was opened on June 22, 2004 by the President of the Hellenic Republic
Constantinos Stefanopoulos (Modern Greek Language and Cultural Center).
Works of Greek thinkers, ancient Greek literature, history and culture are taught at Baku
Slavic University. The center was established to play the role of a bridge between the two
countries and two peoples, to instill detailed knowledge of the rich history and ethnography of
Greece, the history of socio-philosophical thought, Greek culture, economy, geography and
international relations. The center promotes the modern Greek language, Greek culture and
history. The modern Greek language has been taught at Baku Slavic University since 1999. The
Modern Greek Language and Cultural Center for also hosts roundtables on Greek culture, sociopolitical life, Greece-Azerbaijan relations and modern Greek language. Master classes are
organized by invited experts from Greece. The center combines three teaching rooms. About
1000 newspapers, magazines, books, textbooks, CDs, DVDs and audio materials on the history,
culture, literature of Greece and relations between Greece and Azerbaijan in the modern period
are collected in the library of the center. In addition to the Greek classics, there are also works
of world classics translated into Greek language.
It should be noted that the center translates works of Greek classics into Azerbaijani,
and works of Azerbaijani writers into Greek. The center translated Konstantinos Kafavis's
poetry into Azerbaijani, Huseyn Javid's drama “Sheyda” and a portrait-essay of the great
Azerbaijani poet Mahsati Ganjavi into Greek (Алифли, 2019, c. 79).
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O198
O K 203
The center is regularly provided with newly published books, magazines and textbooks
through the Greek Embassy in Azerbaijan. The schedule of students' use of the central library is
free.
Conclusion
The language factor plays a major role in the modern system of international relations.
In this regard, the teaching of the Greek language in Azerbaijan is important. The Modern
Greek Language and Culture Center at Baku Slavic University also contributes to the
development of bilateral relations. It hosts a number of cultural events, meetings with Greek
statesmen, scientists, politicians, cultural figures, thematic seminars, lectures, and a Greek
language and culture club. The center has a library with materials on Greek history, culture,
Azerbaijan-Greece relations in the modern period, and classrooms equipped with technical
means. The center's services are used by students of the university specializing in Greece and
other European countries, as well as those interested in Azerbaijan-Greece relations.
References
“Azərtac”, (2011) Yunanıstan Prezidenti Karolos Papulyasa BSU-nun fəxri doktoru diplomu
təqdim
edilmişdir
//
06.04.2011.
URL:
https://azertag.az/xeber/Yunanistan_Prezidenti_Karolos_Papulyasa_BSU_nun_fexri_do
ktoru_diplomu_teqdim_edilmisdir-517777
“Modern Greek Language and Cultural Center” // “Baku Slavic University”. URL: https://bsuuni.edu.az/en/centers/8
Abdullayeva, S. (2015) Azərbaycanla Yunanıstan elm və mədəniyyət işığında // 525-ci qəzet. 12
mart. s. 7.
Qacar, M. (2016) Bakı Slavyan Universitetinin tarixindən // “Elmi əsərlər” İctimai-siyasi elmlər
seriyası. Birgə nəşr. №1. Bakı-Minsk: Mütərcim s. 4-13.
Mərdanov, M., Şahbazlı, F. (2005) Azərbaycanın təhsil siyasəti 1998-2004. I kitab.- Bakı:
Çaşıoğlu, 832 s.
Алифли, А. (2019) Сотрудничество Азербайджана и Греции в области культуры // Elmi iş.
(Humanitar elmlər üzrə aylıq beynəlxalq elmi jurnal) № 2 (3), с. 78-80.
Кочетков, В. (2008) Внешняя политика государства в ХХI веке: теория (и), методология,
прикладной анализ // Вестник Московского Университета. Серия 18. Социология
и политология. № 4. с. 20-34.
Мухарямов, Н.М. Януш, О.Б. (2009) Языковые сообщества как форма международнополитического взаимодействия // Вестник Московского Университета. Сер. 12.
Политические науки. № 6, с. 37-47.
Пашаева, Г. (2016) Мировые языки как составная часть публичной дипломатии. SAM
Комментарии. Выпуск XVI, ноябрь 2016. 68 с.
Портнягина, И. (2008) Внешняя политика государства в ХХI веке // ОбозревательObserver, № 7, с. 23-35.
199
BURSA IRGANDI ÇARŞILI KÖPRÜSÜ’NDE BİR AHŞAP OYMA USTASI BEKİR
USLU
Hülya TAŞ
Öz
Nilüfer nehrinin bir kolu olan Gökdere üzerine 1442 yılında kurulmuş
olan Irgandı Köprüsü, Osmanlıların tek arasta köprüsüdür. Tarihi Irgandı
köprüsünün 2004 yılında restorasyonunun bitmesiyle burada yer alan
dükkânlar çoğunlukla geleneksel el sanatları ile uğraşan ustalara verilmiştir.
Bursa’ya gelenlerin ilk olarak ziyaret ettiği yerlerden biri olan bu çarşılı
köprü, geleneksel el sanatları ürünlerinin hem icra edildiği hem de
sergilendiği yer olması bakımından önemlidir. Önceleri Bursa Büyükşehir
Belediyesi tarafından işletilen tarihî köprülü çarşının vakıflara
devredilmesiyle birlikte şimdilerde bu çarşıda ahşap oyma, ebru, hat, ney,
tezhip, el sanatları ve resim atölyeleri bulunmaktadır. Bu çalışmada Somut
Olmayan Kültürel Miras kapsamında yer alan geleneksel el sanatlarından
ağaç oyma sanatını icra eden Bekir Uslu’nun çıraklığı, motifleri belirlemesi,
eserlerinde kullandığı malzemeler, üretim aşaması, kazanç durumu, sosyal
ilişkileri, mesleğinin geleceği ile beklentileri gibi başlıklarda incelenecektir.
Bilgilerin elde edilmesinde derleme metotlarından gözlem ve görüşme
tekniği kullanılmıştır.
Anahtar Sözcükler: Bursa, ahşap oymacısı, geleneksel el sanatları,
Irgandı Köprüsü, Bekir Uslu.
A WOODEN CARVING MASTER BEKİR USLU IN BURSA
IRGANDI ÇARŞILI BRIDGE
Abstract
Irgandı Bridge, that was built upon Gökdere (a branch of Nilüfer River) in
1442 is the only bazaar-bridge of the Ottoman Empire. After its restoration in
2004, the shops here were given to the traditional handcraft masters. The
bridge is one of the most popular sight-seeing locations of tourists. Its
importance comes from being a place of both production and sale of the
traditional hand-craft items. The ownership of the place once belonged to the
Bursa Municipality but now it is transferred to the non-profit organizations.
Woodworking, ebru, hat, ney, tezhip, localcraft and painting studios are
placed on the bridge. In this study, these will be discussed: Bekir Uslu’s (who
is a traditional woodcarving master) apprenticeship, his decision of motifs,
the material used by him, process of production, his revenue, his social
network, the future of his profession and his expectations. In order to acquire
this information, observation and interview methods are used.
Keywords: Bursa, woodcarving, traditional handcraft, Irgandı Bridge,
Bekir Uslu.
Irgandı köprüsü Bursa’da şehrin içinde Yeşil semtini ikiye ayıran Gökdere üzerinde inşa
edilmiş erken Osmanlı dönemi mimari eserlerinin en önemlilerinden biridir. Tartışmalı olmakla
beraber yazılı belgelere göre 1442 Miladi yılında Irgandî Ali’nin oğlu Hoca Muslihuddin
tarafından yaptırıldığı anlaşılan köprü, sonradan Irgandı köprüsü adıyla şöhret bulmuştur.
Prof. Dr.; Bursa Uludağ Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü,
[email protected].
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 205
200
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
Foto 1: Irgandı Köprüsü
Köprü hakkında bize bilgi veren önemli kaynaklardan biri Evliya Çelebi’nin
Seyahatnamesidir. XVII. yüzyılın ünlü Türk seyyahı Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde 640
yılında Bursa’yı ziyaret ettiği zaman Irgandı köprüsünü gördüğünü belirtmiş, köprünün orijinal
mimarisinden söz edip köprünün üzerindeki çarşıda 200 kadar hallaç dükkânının olduğunu
anlatmıştır. Köprünün orijinal mimarisinden de bahseden Çelebi, köprüye Irgandı adının neden
verildiğini de bir efsane ile açıklamıştır (Önge, 1992, s.426). Evliya Çelebi Seyyahatnamesi’nde
her ne kadar köprü üzerinde 200 hallaç dükkânının olduğundan bahsetse de gerçekte köprü
üzerinde her iki tarafta 16 dükkân olmak kaydıyla 32 dükkân bulunduğu ifade edilmekle birlikte
tarihte gerçekleşen çeşitli değişimler sonucu köprü kısalmış dükkân sayısı 22’ ye indirilmek
zorunda kalınmıştır (Dostoğlu, 2003, s.9).
Foto 2: Evliya Çelebi’nin Irgandı Köprüsü hakkında anlattığı efsanenin bulunduğu pano.
Tarihî Irgandı Köprüsü, 1922 yılında Yunanlıların Bursa’yı tahliyesi esnasında
dinamitle tahrip edilmiş esaslı bir tamir görmemiş ve çaya düşen taşları kaybolmuştur. 1949
yılında Kazım Baykal’ın girişimleriyle dönemin valisi Haşim İşcan tarafından dükkânsız bir
şekilde betonarme olarak onarılan köprü (Kepecioğlu,1992, s.137) yapılan restorasyonlarla
aslına uygun bir şekilde bugünkü hâline 2004 yılında Bursa Belediyesi tarafından tamamlanan
restorasyonla getirilmiştir. İlk önce Osmangazi Belediyesi tarafından işletilen daha sonra da
Vakıflara devredilen bu dükkânlar, geleneksel el sanatları ile uğraşan ustalara sembolik
rakamlarla kiraya verilmiştir.
206 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
201
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
Osmanlıların tek arasta taş köprüsü olarak bilinen bu köprünün benzeri dünyada sadece
Venedik’te, İtalya’da, Bulgaristan’da bulunmaktadır. Bursa’ya gelen yerli ve yabancı turistlerin
ilk olarak ziyaret ettiği yerlerden biri olan tarihî çarşılı köprü, geleneksel el sanatları ürünlerinin
hem icra edildiği hem de sergilendiği yer olması bakımından önemlidir. Bu çarşıda ebru, hat,
ney, tezhip, el sanatları ve resim, ahşap oyma gibi geleneksel el sanatları atölyeleri
bulunmaktadır.
Foto 3: Tarihî Irgandı Köprüsü’nün Girişi
Bizde bu çalışmada Somut Olmayan Kültürel Miras kapsamında Tarihî Irgandı
Köprüsü’nde yer alan geleneksel el sanatlarından ahşap oyma sanatı ve bu sanatı icra eden Bekir
Uslu hakkında bilgi vermeye çalışacağız.
Ağacın günlük hayatta kullanılmaya başlaması mimarlık, sanat tarihi ve el sanatlarında
ahşap işçiliğinin doğmasına yol açmıştır. Pazırık kazılarında ele geçen çeşitli parçalar, Orta
Asya Türkleri’nin çok eski tarihlerden beri ahşapla ilgilendiklerini ortaya koymuştur.
Radloff’un 1865 yılında Altaylar’daki kurganlarda bulduğu ahşap eşya bu konudaki ilk
örnekleri oluşturmaktadır. Leningrad Müzesi’nde muhafaza edilen Hunlar’a ait bu eserler
arasında, özellikle içi oyulmuş ağaç gövdesinden yapılmış bir lahit ile bazı at koşumları önem
taşımaktadır (Yücel, 1989, s.182).
Ahşap oyma sanatı Anadolu’da Selçuklularla gelişmiş ve orijinal üslup yaratmış,
beylikler devrinde de aynı gelenek devam etmiş olduğu için bu dönemde büyük ustalıkla
işlenmiş birçok eser verilmiştir. Bugüne kalan eserler özellikle cami ve mescitlere ait minberler,
rahleler, korkuluklar, pencere ve kapı kanatları, sütun başlıkları, kirişler ve konsollardır.
Özellikle ceviz, elma, armut, sedir, abanoz ve gül ağacından yapılan ve büyük zevkle işlenen
ahşap malzemede çeşitli teknikler uygulanmıştır. En yaygın teknik oyma ve kabartma olarak
adlandırılan işçiliktir. Büyük ustalıkla gerçekleştirilen bu teknikte satıhların işleniş durumuna
göre düz satıhlı derin oyma, yuvarlak satıhlı derin oyma, çift katlı kabartma tekniği, eğri kesim
tekniği, kafes tekniği ve ajur tekniği olarak adlandırılmaktadır (Öney, 1992, s. 137-139).
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O202
O K 207
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
Foto 4: Ahşap Oyma Ustası Bekir USLU
Ahşap Oyma ustası Bekir Uslu
Bursa’da Selçuklu ve Osmanlı motiflerini ahşaba işleyen Bekir Uslu, Yozgat’ın
Akmadeni ilçesine bağlı Kırlar köyünde nüfus cüzdanındaki tarihe göre 1962 yılında
doğmuştur. Yedi kardeşi olan Uslu, ilkokulu bitirene kadar köyden çıkmamıştır. Ortaokul ikiden
ayrılan Uslu babasına ve 7 kardeşine yardım etmek için kendisinden iki yaş büyük abisi ve
köydeki birkaç arkadaşı ile birlikte 14 yaşında Ankara’ya gidip mobilyacılar sitesinde Ahmet
Kılıç ustanın yanında çalışmaya başlamıştır. 1982 yılında askere gitmiş, askerden döndükten
sonra da bir müddet ustasının yanında çalışmış, Ustasının da rızasıyla 1984 yılında Ankara’dan
ayrılarak Bursa İnegöl’de mobilyacılar çarşısında çalışmaya başlamıştır. Ancak İnegöl’de
istediği çalışma ortamını bulamayan Uslu Ankara’ya dönmeye karar vermişken 1985 yılında
Bursa’da yaşayan bir arkadaşından ortak dükkân açma teklifi gelince Ankara’ya dönmekten
vazgeçer. Bursa’ya gelir ve yerleşir. Uslu, 2004 yılından itibaren Tarihî Irgandı Köprüsü’ndeki
atölyesinde çalışmaktadır.
Foto 5: Bekir USLU’nun Dükkânın Dıştan Görünümü
208 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
203
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
Foto 6: Bekir USLU’nun Dükkânının İçinden Bir Görüntü
Çırak Olarak Çalışma Hayatına Başlaması
Ahşap Oyma ustası Uslu işe 14 yaşında mobilya atölyesinde çıraklığa nasıl başladığını
şöyle anlatmaktadır: “Güneş doğmadan kalkar kalkmaz kahvaltımızı hazırlardık. Başımızda
anne yok, baba yok. Güneş doğmadan 5-6 kişi kahvaltımızı yapardık. Erken gitmemiz lâzım
çünkü dükkânı açacağız, sobayı yakacağız. Bizden sonra kalfalar daha sonra da Ahmet usta
gelirdi. Kalfalar bir şey yemeden geldilerse parasını verirlerdi. Sen de gider simit, peynir
alırsın, sofrasını da kurarsın. Onlar yer, çekilir, başlarlar işe. Sen temizler toparlarsın. Akşam
yedide sekizde herkes giderdi. Biz malzemeleri preslerdik. Sonra onları tezgâhlara
yerleştirirdik. Bütün dükkânın temizliğini yapar evde sobada yakmak için de talaş alır, evimizin
yolunu tutardık.
Mobilya atölyesinde başladığında hiçbir işi bilmediğini belirten Usta, zımpara yapmakla
işe başladığını zımpara yapmaktan ellerinin hep yara olduğunu ama azmi sayesinde diğer
çırakların yapamadığını başarıp bir senenin sonunda oyma kısmında çalışmaya başladığını,
mobilya atölyesinde bütün işleri yapabilecek düzeye geldiğinde de kalfa olduğunu
belirtmektedir.
Usta- Çırak İlişkisi
Ustası Ahmet Kılıç’ın kendisinin yetişmesinde önemli etkisi olduğunu belirten Uslu,
ustasının mizacının çıraklara yansıdığını ve ustalarını örnek aldıklarını ifade etmektedir.
“Ustam da Yozgat’ın Şefaatli köyündendi. Şeker gibi bir insandı. Çalışırken Türk Sanat
Müziği’nden şarkılar söylerdi. Ben de çalışırken hep Neşet Ertaş’ın türkülerini dinlerim. Bizim
atölyede hiçbir çırağa kötü davranmadı. Başka atölyelerde çalışan arkadaşlarımızla öğle
yemeğinde buluşurduk. Top oynardık. O zaman arkadaşlarımız ustalarının kendilerine
bağırdığını ve onları tokatladıklarını anlatırlardı. Hatta bu işi ustalar yapmaz daha çok kalfalar
yapardı. Benim ustam bu gibi olaylara hoş bakmazdı. Çıraklar arasında da kavga olmasını
istemezdi. Ustamızın tabiatı bize de yansıdı.”
Uslu, yanında 7-8 çırak çalıştırdığını ama günümüz çırakların kendileri gibi iş
yapmadıklarını ve geleneksel el sanatlarına ilgi duymadıklarını belirtmektedir. “Aslında çırak
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O204
O K 209
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
olarak benim yanımda çalışmaya gelenlere benim para vermemem lazım. Çünkü çıraklık eskisi
gibi değil. Bizim zamanımızda iş çoktu, biz çok çalışırdık. Gençler sebat etmiyorlar. Çabuk
sıkılıyorlar. Ben ona iş yaptırmıyorum ki… Bir sanat öğretiyorum. Devamlı benimle olacak,
gelecek, benimle yaşayarak öğrenecek.”
Motifin Belirlenmesi
Bekir Uslu istediği ahşabı bulunca hangi motifin uygun olacağına karar vermek için
uzun uzun düşündüğünü ifade etmektedir.
“Bazen ahşaba uzun uzun bakarım. Aklıma yatan, gönlümü tatmin eden münasip bir
desen bulamam. Malzememin günlerce beklediği olur. Nihayet ilham gelir ve âdeta ahşabın
üzerinde motifi görür gibi olurum. İşte o an tasavvur çemberi tamamlanmış demektir.”
(Kiremitçi, 2011, s.84)
Kullanılan Malzemeler
Ağaç seçimi: Ağaç, kerestecilerden temin edilmektedir. Marangoza kestirilir, biçtirilir
ve bir müddet kurutulmaya bırakılır. Çünkü ahşap yaş iken işlenirse çatlamaktadır. Uslu,
çalışmalarında genellikle ceviz ağacını tercih ettiğini bu ağacın ince işçiliği kaldırdığını ifade
etmektedir. Bununla birlikte gül, kayın, ıhlamur, kestane ağacını da kullanmaktadır.
Foto 7: Ceviz Ağacından Yapılmış Sandık ve Kutular
210 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
205
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
Foto 8: Kestane Ağacı Üzerine Yapılan Bir Hat Örneği
Foto 9: Kağnı Tekerleği Üzerinde Ahşap Oyma Örneği
Tezgâh: Düz tahtadan yapılan tezgâhın üstünde motif çıkarılıp, oyma işlemi yapılır.
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O206
O K 211
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
Foto 10: Çalışma Tezgâhı
Tokmak: Ağaç tornacısında şekillendirilen tokmağın özellikle sap kısmı ustanın eline
uygun bir şekilde yapılır. Meşe ağacından yapılmasının nedeni sert olmasıdır. Tokmak köşeli
olmaz. Yuvarlak olmasının nedeni oyma işlemi yapılırken tokmağa bakılmadığı için tokmağın
ele değmesini önler. Oyma işleminde metal çekiç kullanılmaz. İskarpinlerin sapı ahşap olduğu
için tokmağın sapının da ahşap olması gerekmektedir.
Foto 11: Tokmak
İskarpela: 20’den fazla çeşidi vardır. Kimi düz kimi olukludur. İskarpela ile dış kesim
yapıldığı gibi motiflere kavis vermek için de kullanılır. Motiflerin köşeleri ise V biçiminde olan
kalemlerle oyulmaktadır.
212 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
207
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
Foto 12: İskarpela Çeşitleri
Tırnak: Keçi tırnağı da denir. Desenin kaba hatlarını almak için kullanılır. Çeşitli
ölçülerde vardır.
İşkence (Mengene): Malzemenin hareket etmemesi için işkencelerle tezgâha tutturulur.
Foto 13: İşkence (mengene)
Üretim Aşamaları
Ahşap temin edildikten sonra seçilen motifin hangi boyutlarda yapılacağına karar
verilir. Episkop makinalarında motif büyültülür ya da küçültülür. Aydıngere kopyası çıkarılır.
Motifin altına karbon kağıdı konularak üzerinden kalemle gidilip motif ahşaba geçirilir. Desen
ve kabartmaların derinliği tırnakla, iskarpelayla verilir. Motiflerin arasına dolan malzeme
temizlendikten sonra pürüzsüz bir görünüm için zımpara yapılır sonra da gomalak denilen bir
cila sürülerek işlem tamamlanır.
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O208
O K 213
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
Foto14-15: Aydıngere Çizilmiş Desen Örnekleri
Foto:16: Hat Deseni Örneği
Bekir usta ağacı nasıl işlediğini şöyle anlatmaktadır: “Motifin büyük olması önemli
değildir. Ne yapacaksam onu dörde bölüp çeyrek kısmın bir kopyasını çıkarıp ağacın üzerine
koyup çizerim. Kağıdı katlayarak birleştiririm. Sonra derinliğini veririm. Bundan sonrası gönül,
göz ve el emeğine kalır. Bu işlemleri yaparken de tamamen geleneksel yöntemleri kullanırım”.
214 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
209
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
Foto 17: Bekir USLU’nun Kağıt Üzerine Çizdiği Motif Örneği
Uslu yaptığı işlerden bahsetmeyi ve akılda tutmayı sevmemektedir. Muradiye
Külliyesi’ndeki ana kapıyı onardığını, Kanada’ya, Danimarka’ya mihrap gönderdiğini, Bursa ve
çevresindeki camilerin hatta Akçaabat’ da bir caminin de ahşap oyma işlerini yaptığını atölyeye
devamlı gelen arkadaşlarından öğrenebildik.
Sosyal İlişkiler
Çevresinde yer alan komşularıyla iyi ilişkileri olduğunu ifade eden Uslu, Ramazan
ayında orucu beraber açtıklarını, sahura kadar burada kalıp hem çalışıp hem de sohbet ettiklerini
belirtmektedir. Ancak son iki senedir çarşıda geleneksel sanatlarla uğraşanların dışındaki
kişilere dükkânların kiraya verilmesi ve ticari kaygının devreye girmesiyle şikâyetlerin ve
huzursuzlukların olduğunu, eski samimiyetin kalmadığını ifade etmektedir.
Görüşmemiz esnasında Uslu’nun atölyesine yanındaki dükkânlarda çalışan arkadaşları,
ustayı iş yaparken görmek isteyen meraklı yerli turistler ( Covid 19 salgınına rağmen), ziyarete
gelen dostları ile boş kalmamaktadır. Uslu’nun gelen misafirlerine devamlı taze çay ikram
etmesi de sohbetlerin derinleşmesine vesile olmaktadır.
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O210
O K 215
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
Foto 18: Uslu Gelen Her Misafirine Çay Demleyip İkram Ederken
Foto 19: Uslu Atölyesine Devamlı Gelen Dostlarıyla Sohbet Ederken
Mesleğin Geleceğine Bakış
Uslu, bu sanatı uzun zamandır yapmasına rağmen kendinin talebe olduğunu ifade
etmektedir. Bildiklerini öğretmek içinde halk eğitim merkezlerinde ders vermek istemiş ancak
kendisinden eğitim belgesi istenince hevesi yarıda kalmış.
“Ben çıraklıktan yetişmişim. Şimdi gidip kimden belge alacağım. Meslek lisesi hocası
ders verebilir ama yaptığım işi benim gibi anlatamaz, gösteremez. Her şeyden önce kursiyerler
atölyenin kokusu alacaklar. İşin derinliğini hissedecekler.”
216 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
211
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
Bekir Uslu’nun Yaptığı Ürünlerden Bazı Örnekler
Foto 20: Daire İçi Hatai Kenarları Rumi İşlenmiş Tavan Göbeği Örneği
Foto 21-22: Ahşap Oyma Tekniği ile Yapılmış Kavukluk ve Ahşap Üzerine Oyulmuş Hat Yazısı
Örneği
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O212
O K 217
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
Foto 23-24: Ahşap Saat ve Kavukluk
Foto 25-26: Ahşap Üzerine Yapılmış Bursa Evleri Tasviri ve Bekir Uslu’nun Çırağına
Yaptırdığı Rahle
218 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
213
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
Foto 27: Ahşap Cami Penceresi Örneği
Sonuç
Sonuç olarak Ankara ‘da mobilyacılar sitesinde çalışmaya başlayıp 1985 yılında
Bursa’ya gelen ve 2004 yılından itibaren de Tarihî Irgandı Çarşılı Köprü’sünde geleneksel
ahşap oyma sanatını icra etmeye çalışan Selçuklu ve Osmanlı motiflerini ahşaba işleyen Bekir
Uslu’nun 7-8 çırağı olmuş ancak devam ettiren olmamıştır. İki oğlu olan Uslu’nun da çocukları
bu mesleğe ilgi duymamaktadır. Günümüzde geleneksel mesleklere ilgi duyanların daha çok
emeklilerin ve kadınların olduğu, hobi olarak başladıkları bu sanatın güç ve kuvvet
gerektirdiğini tecrübe edince de bıraktıkları ifade edilmektedir.. UNESCO’nun Somut Olmayan
Kültürel Miras kapsamında geleneğin ustaları Yaşayan İnsan Hazineleri olarak
tanımlanmaktadır. (Oğuz, 2008,s.9) 14 yaşından beri bu mesleğin içinde olan gerekli mesleki
bilgi ve birikime sahip olan, hâlâ öğrenmesi ve geliştirmesi gereken şeyler olduğunu belirten,
teknolojinin sağladığı imkânları kullanmayan, tamamen el işçiliğine dayanan eserlerinin devamı
ne yazık ki mesleğini kendisinden sonra devam ettirecek bir çırağı olmadığı için şimdilerde bu
mesleğin sürdürülebilirliğini sağlayamamaktadır. Mücadeleci bir yapısı olmadığı, bürokratik
işlemleri sevmediği ve sanatı değerlendirilmek isteniyorsa kendi atölyesinde uzmanların gelip
değerlendirme yapmasını beklediği için de Yaşayan İnsan Hazineleri’ne aday olarak
başvuramamaktadır.
Kaynaklar
Dostoğlu, N.(2003). Irgandı Köprüsünün tarih içindeki gelişimi. Bursa Araştırmaları Dergisi, 1,
s. 912Kepecioğlu, K. (1992). Irgandı Köprüsü. Bursa Kütüğü, Cilt II. Bursa: Bursa
Büyükşehir Belediyesi Yayınları.
Kiremitçi, D. (2011). Cumhuriyet döneminde (2005’ten günümüze) Bursa Irgandı
Köprüsü’ndeki geleneksel el sanatları üzerine halk bilimsel bir inceleme.
Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara: Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü.
Oğuz, Ö.(2008) UNESCO ve geleneğin ustaları. Millî Folklor, 20(77), 5-10
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O214
O K 219
Öney, G.(1992). Anadolu Selçuklu mimari süslemesi ve el sanatları. Ankara: Türkiye İş Bankası
Yayınları.
Önge, Y. (1992). Bursa'da Irgandı Köprüsünün orijinal mimarisi. Vakıflar Dergisi, 13, 425-447.
Yücel, E. (1989). Ahşap. İslam Ansiklopedisi, Cilt 2. İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları.
215
KOCAELİ ETNOGRAFYA MÜZESİNDEKİ OSMANLI KUMAŞLARININ YÜZEY
TASARIMININ İNCELENMESİ
Melek YILDIZ
Öz
Osmanlı İmparatorluğu’nun gücünü ve görkemini yansıtan kumaşlar 16.
yüzyılda teknik, desen ve tasarım açısından en parlak dönemini yaşamıştır.
Bir statü sembolü olan saray kumaşları 17. yüzyıldan sonra sanayileşmenin
etkisiyle eski değerini yitirmiştir.
Çalışmada, Kocaeli Etnografya Müzesi’nde bulunan 19. ve 20. yüzyıla
tarihlenen Osmanlı kumaşları, desen, kompozisyon, renk ve teknik açıdan
incelenmiştir. Söz konusu kumaşların en önemli özellikleri, ipek kumaş,
klaptan, sırma ile dokunmaları ve kendi içinde eşsiz motiflere sahip
olmalarıdır. Etnografik eserler içerisinde teşhir salonunda ve depoda bulunan
904 adet tekstil ürünleri arasından sık rastlanılan kumaş çeşitleri olarak Düz
Pamuklu, Abani, Şib, İpekli Brokar, Atlas (İpek) ve Kadife örneklerinden
giyilebilir kumaş olarak 130 adet yer almaktadır. Bu kumaşlardan Atlas, Şib
ve Hereke Brokar İpeklisi örnek olarak alınarak dokuma özelliği, desen ve
komposzisyon özelliklerine göre 5 adeti çalışma kapsamına alınmıştır.
Kumaşların fotoğrafları çekilerek, kompozisyon şeması çıkartılarak ve
motifleri çizilerek katalog çalışması yapılmıştır. Nitel araştırma yöntemi
kullanılmıştır. Literatür taramasıyla konunun teorik kısmı desteklenmiştir.
Elde edilen bulgular sonuç kısmında paylaşılmıştır. Müze’de daha önce bu
konu üzerine akademik çalışmanın yapılmamış olması, araştırmanın önemini
arttırmıştır. Bu nedenle, söz konusu kumaşların tasarım özelliklerinin
incelenerek, literatüre kazandırılması hedeflenmiştir.
Anahtar Sözcükler: Kumaş, Osmanlı Kumaşları, Kocaeli Etnografya
Müzesi Kumaşları, Osmanlı Tekstil Ürünleri,
Osmanlı Tekstil Ürünleri Yüzey Tasarımı.
RESEARCH OF THE SURFACE DESIGN OF OTTOMAN FABRICS
AT THE KOCAELİ ARCHAEOLOGY AND ETNOGRAPHY
MUSEUM
Abstract
In the 16th century, it experienced its brightest period in the technique,
pattern and design phase. It lost its former value after the 17th century with
the effect of industrialization.
In the study, Ottoman fabrics, dating back to the 19th and 20th centuries
in Kocaeli Ethnography Museum, include patterns, composition, color and
technical features. The most important features of these fabrics are that they
are woven with silk fabric, lapel, and have unique motifs. There are 130
wearable fabrics from Plain Cotton, Abani, Shib, Silk Brocade, Atlas (Silk)
and Velvet samples. Atlas, Shib and Hereke Brocade Silk, for example,
according to the woven weaving feature, pattern and composition features, 5
of them according to the scope of the study. It is under catalog work by
taking photos of the fabrics, drawing the composition scheme and drawing
“19. ve 20. Yüzyıl Osmanlı Kumaşlarındaki Desen Tasarımları: Kocaeli Etnografya Müzesi Örneği” başlıklı tezden
üretilmiştir.
Yüksek Lisans Öğrencisi; Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimleri Enstitüsü,
[email protected].
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 221
216
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
the motifs. Under the qualitative research method. The theoretical part of the
subject was supported with the literature review. The findings were shared
from the results review. In Academic, it has increased the importance of
research on this subject before. In this regard, it is aimed to examine the
design features of these fabrics and obtain literature.
Keywords: Fabric, Ottoman Fabrics, Kocaeli Ethnographic Museum
Fabrics, Ottoman Textile Products, Ottoman Textile Products
Surface Design.
Giriş
Tarihi yüzyıllara dayanan dokuma kumaşlar, Türk tekstil sanatı içerisinde önemli bir
yer tutmaktadır. Zengin motif çeşitliliğiyle Saray Kumaşları olarak da adlandırılan Osmanlı
dokuma kumaşları, teknik ve sanatsal özelliği ile dönemin statü sembolü hâline gelmiştir. Bu
kumaşlar, toplumun din, kültür, siyasi ve sosyo-ekonomik durumunu rengiyle, deseniyle, zengin
malzemesiyle yansıtarak sözsüz bir dil olmuştur. Kültürel miras olarak günümüze kalan bu
kumaşlar, Türkiye’nin farklı illerindeki müzelerde sergilenmektedir. Bu müzelerden birisi de
zengin kültürel bir geçmişe sahip Kocaeli Etnografya Müzesi’dir.
Müze, 1873’de Kocaeli ili, Merkez İlçesi, Eski Gar alanı ismiyle anılan, 1873 yılında
demiryolunun yapımından sonra Alman Mimar Otto Ritter tarafından yapıldığı düşünülen gar
binası ve bu alana ilerleyen yıllarda eklenen yapı topluluklarından oluşmaktadır. Tamamı 19
dönüm olan alanın planlama çalışmaları sırasında 11 dönümlük kısmı Arkeoloji ve Etnografya
Müzesi’ne ayrılarak Müze fonksiyonu verilmiştir. Müze alanı içerisinde Tamir Atölyesi, Su
Deposu, Lojman Binası gibi daha önce işlevine ait yapılar bulunmaktadır. Alanda bulunan iki
adet tekel binasının birleştirilerek teşhir salonları, eser deposu ve 131 kişilik konferans salonu
oluşturulmuştur. Yeni müzenin tamamlanması ile Saatçi Ali Efendi Konağında hizmet veren
müze bu yeni alana taşınmış ve 20 Haziran 2007 tarihinde müze yeni teşhiri ile beraber ziyarete
açılmıştır. İdari bina olarak gar alanı içerisinde bulunan yapılar değerlendirilmiştir. Eserlerin
teşhir edildiği Müze binası Arkeolojik ve Etnografik eserlerin sergilendiği birbirine geçmeli 2
ayrı salondan oluşmaktadır. Arkeolojik eser salonunda Paleotik Çağdan İslami Döneme kadar
olan eserler sergilenmektedir. Etnografik eser salonunda ise, günümüze kadar süre gelen zaman
zarfı içerisinde halkın gelenek ve göreneğini yansıtan günlük yaşamda kullanılmış eserler
sergilenmektedir. Bölgede yapılan Çukurbağ kazısından gelen yüksek kabartma taş eserlerin
teşhirine yönelik ise yine gar alanı içerisinde bulunan Hangar binası değerlendirilmiş ve teşhir
çalışmalarına başlanmıştır (Kaya, 2008, s. 104-107). Müzede sergilenen Arkeolojik eserler;
2320, Etnografik eserler; 1951, Sikkeler; 5405 adet olup, toplam eser sayısı; 9676 adettir. Müze
pazartesi günleri hariç haftanın diğer günleri mesai saatleri içerisinde ziyarete açık olup, kültür
bakanlığı tarafından ücretlendirilmiştir Ö. Titiz (kişisel iletişim, 7 Eylül 2019).
Çalışmanın yapıldığı Kocaeli Etnografya Müzesinin deposunda muhafıza edilen ve
teşhir salonunda sergilenen işlemeli ve kedinden desenli giyilebilir veya örtülebilir kumaşların
desenleri tasarım açısından incelenmiştir. Müzedeki kumaş örnekleri arasında işlemeli uçkurlar,
kaftanlar, cepkenler, keseler, oyalı yazmalar, bindallılar, peşkirler, elbiseler, para keseleri yer
almaktadır. Ancak çalışma kapsamına elbise, üç etek, şalvar formunda karşımıza çıkan kumaşlar
alınmıştır.
Kumaşlar incelendiğinde Düz Pamuklu, Abani, Şib, Hereke İpekli Broker, Atlas (Saten)
ve Kadife adı verilen Osmanlı Saray kumaşlarını kısmen yansıttıkları görülmüştür. Bu kumaşlar
Osmanlı’nın son çeyreğinde kullanılmış olan satın alma veya müzeye hediye edilmiş
222 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
217
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
parçalardır. Desen, motif ve teknikleri incelendiğinde cumhuriyet dönemine daha yakın bir
zaman dilimine ait ve Avrupa’dan etkisi görülen örneklerdir. Bu kumaşlarını yorumlayabilmek
için öncelikle Osmanlının kumaş tarihinde geçirmiş olduğu süreçlere değinmemiz
gerekmektedir. Her ne kadar kumaş ve dokuma tarihi insanlığın varoluşuna dayanmış olsa da,
Osmanlı kumaşları başlangıç noktası 15. ve 16. yüzyıllar olarak tarihlendirilmektedir.
15. yüzyıl saray kumaş arşivinin tutulmaması nedeniyle 15. Yy kumaşları ile ilgili
yeterli bilgi edinilememektedir. Fakat 16. yüzyılda en parlak dönemini yaşayan kumaşların
süreç içerisindeki değişim ve dönüşümü hakkında ki bilgilere dayanarak, araştırma kapsamına
alınan örnekleri inceleyebilmek mümkündür. Buna bağlı olarak Müze’de bulunan birçok tekstil
ürünü içerisinde 19. ve 20. Yüzyıla tarihlenen Osmanlı kumaşlarını karşılaştırmak mümkün
olduğundan, Batı etkisinin yoğun olarak yaşandığı dönemden izler taşıdığını söylemek
mümkündür.
Çalışmanın amacı, söz konusu müze yetkilileri ile yapılan görüşmeler ve literatür
taramaları sonucunda, buradaki kumaşlar üzerine bilimsel araştırma yapılmamış olması
çalışmanın önemini arttırmıştır. Bu bakımdan söz konusu kumaşlar arasından kumaş özellikleri
açısından 5 adet örnek çalışma kapsamına alınmış ve tasarım özellikleri incelenmiştir.
Bu çalışma nitel araştırma yöntemi ile hazırlanmıştır. Bu makalenin konusu Kocaeli İli
Etnografya Müzesi deposunda ve teşhirde sergilenen 19. ve 20. yüzyıl Osmanlı kumaşlarıdır.
Osmanlı Kumaşları
Geleneksel dokumalar en eski medeniyetlerden bugüne gelişimini devam ettirerek
gelmiştir. Göktürk, Hun, Uygur gibi göçebe Türk toplulukları dokumacılık geleneğini
sürdürmüş, ipekli dokumalar ticarette para yerine kullanmıştır (Akpınarlı, 1996, s. 11).
Bilindiği üzere, 15. - 20. yüzyılları arasında Osmanlı İmparatorluğu, coğrafi konumu
itibariyle dokumacılık dışında diğer sanat dalları içinde zengin kaynaklara sahiptir. Bu nedenle,
birçok sanat ve zanaat kolunun devletlerarası etkileşimine aracı olmuş; kendi sanat ve
zanaatlarını onlara da aktarmış; üretimlerine yeni teknik, malzeme, motif ve süsleme araçları
ekleyerek tasarım ve dokumacılıkta zenginleşmiştir (İnalcık, 2008, s. 13).
Devlet, topraklarını genişletirken, yönetimi altındaki saray, askeri ve sivil halkın giyim
kuşamı üzerinde sık sık değişiklikler yapmıştır. Devlet yapısında olan bir değişiklik önce askeri
sonra halk giyimine yansımıştır. Bu nedenle, Osmanlı dönem kıyafetlerinde birçok değişim ve
düzenlemeler olmuştur (Küçükerman, 1996, s. 13). Dokumacılığın; Osmanlı’nın kültürüne,
refah düzeyine, sanat ve tekniğine göre ilerlemesi ve ham maddeye ulaşımını kolaylaştırmış
olması, kalite ve çeşitliliği arttırmıştır. Bir bakıma, tüketim ve ticaret arasında denge kurularak
dokumacılığın yanı sıra diğer sanat ve zanaat dallarının da gelişimini sağlamıştır (Gürsu, 1988,
s. 17). 15. yüzyılda Osmanlı giyim arşivi tutulmamasından dolayı, Kumaşlar ile ilgili bilgiler
Avrupalı gezginlerin yazılı kayıtlarından, tablolarından, Türk nakkaş ve ressamlarının eser ve
minyatürlerinden yola çıkarak yorumlanmıştır (Hasarlı, Ocakoğlu ve Kıcıroğlu. 2010, s. 1-2).
Günümüzde müzelerimizde bulunan pek çok giysi, saray mensuplarına ait giysilerin bir
kısmını oluşturmaktadır (Öz, 1946, s. 8). Saray mensuplarının giyime-kuşama önem
verdiklerinin ve kalitesi yüksek kumaşları kullandıklarının kanıtı günümüze kadar gelmiş kumaş
örneklerinde görülmektedir. 16. yüzyıldan 20.yüzyılın ilk çeyreğine kadar saklanıp, arşivlenmiş
ve hâlâ müzelerde etnografik eserler arasında sergilenen Osmanlı padişah ve şehzade kaftan ve
elbiseleri bizlere daha somut bilgiler verebilmektedir (Akpınarlı ve Balkanal, 2012, s. 180-181).
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O218
O K 223
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
19. Yüzyılda Meşrutiyet’in ilanından itibaren Avrupa modası etkisi, kıyafetlerin motif
ve modellerinde yansımıştır. İncelenen örneklerdeki 19. yüzyıl kadın kıyafetlerine bakıldığında;
üç etek, entari, şalvar, elbise, kaftan, gömlek ve yeleklerden oluşmaktadır. 19. yüzyılın
başlarında erkek kıyafetleri, yüzyılın ortasından sonra kadın kıyafetlerinde bu moda etkisiyle
değişim görülmektedir. Bu kumaşlar, Osmanlı kültür ve zevkinin ince detaylarını
yansıtmaktadır. Günlük hayatın her alanında karşımıza çıkan bu kumaşlar, hassas
malzemelerden yapıldığından ötürü, iyi koşullarda saklanamamış veya tadilat görmemiş; bazı
kumaşlar ise günümüze ulaşamamıştır (Hasarlı, Ocakoğlu ve Kıcıroğlu. 2010, s. 1-2). 19.
yüzyılda Lâle Devri’nin başlamasıyla ve Sultan III. Ahmed’in bir fermanla gümüş sırmalı
kumaşların yapımını yasaklamıştır. (Rasim, 1994, s. 163-169).
Saray kumaşlarının yanı sıra halk dokumaları daha ucuz fakat yine de işlemelidir.
Kendinden desenli (dokuma esnasında oluşturulan desenler ya da baskılı kumaşlar), işlemeli ve
yardımcı gereçlerle süslenmiş düğün, tören, günlük giysi örneklerinin bir kısmı çeyiz yoluyla
günümüze kadar gelebilmiştir. Müze koleksiyonlarında ve özel koleksiyonlarda muhafaza
edilen bu kumaşların bir kısmı onarım ve bakım görmüşken bir kısmı ise restorasyon alanında
uzman kişilerin yeterli olmayışı veya orijinalliği bozulur endişesi ile onarım görmemiş,
çürümeye yüz tutmuştur.
Kumaşlar genel olarak dokuma atölyelerinin bulunduğu şehirlere, renk sayısına,
desenine, kullanım alanlarına ve dokuma tekniklerine göre isimlendirilmektedir. Bu kumaşlar
dokundukları şehre göre; Halep kumaşı, Bursa kumaşı gibi, kullanıldıkları yere göre; Trablus
kuşağı, Konya Sevaisi gibi, şahıs isimlerine göre; Hacı Ali bezi, Bakkaloğlu işi, Selimiye gibi
adlar almışlardır. Bu kumaşlar tekniklerine göre Kadife, Çatma, Kemha, Seraser, Atlas, Canfes
ve Kutnu olarak adlandırılırlar. Renk sayısına göre adlandırılanlar; Serenk, Heftrenk, desenine
göre adlandırılanlar ise; Gülistanî, Çınarlı, Benekli gibi kumaşlardır (Yetkin, 1993, s. 332). Bu
dokumaların ortak özellikleri ham ipekten dokunmaları, bazılarında altın ve gümüş iplikler ve
kIlaptan kullanılmasıdır (Gümüşer, 2011, s. IV). Dönemin dokumalarına gelindiğinde, sıklıkla
yünlü kumaşlar, Bursa ipeklileri, Kutnu, Serenk, İpekli Brokar, Çatma, Zerbaft, Seraser, Atlas,
Heftrenk, Gülistanlı, Çınarlı, Benekli, Canfes, Kadifeler ve Hatayi türleri karşımıza çıkmaktadır
(Akpınarlı ve Başaran, 2018, s. 28-36).
Daha öncede bahsedildiği gibi, Osmanlı kumaşları estetik değerlerinin yanı sıra renkleri
ve motifleri bakımından zengin bir çeşitliliğe sahiptir. Kumaşlar üzerindeki her bir motif ve
renk, hem estetik hem de anlam bakımından önemli bir değer taşımaktadır. Özellikle saray
kumaşlarını süsleyen motifler, rastgele oluşturulmamış; her bir motif onu tasarlayan ve giyen
kişiyi ya da bulunduğu dönemin yansıtıldığı görsel bir dil olmuştur.
Kocaeli Etnografya Müzesi Osmanlı Kumaş Örnekleri
Çalışma kapsamında dönemin Osmanlı kumaş motiflerinden sıklıkla kullanılan Avrupa
üslubu bitkisel bezemeler dikkat çekmektedir. Kumaş üzerine motiflerin demet hâlinde, sıralı,
sıralı serpme ve birkaç farklı kompozisyonun ve tekniğin bir arada uygulandığı görülmektedir.
224 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
219
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
Fotoğraf 1: (solda). Hereke İpekli Brokar, 19. ve 20.yy, Env. No:2007/348. Kocaeli Etnografya Müzesi.
( Fotoğraf Çekim Tarihi: 06.09.2019)
Çizim 1. Hereke İpekli Borakar (Yıldız, 2019)
Eserin Adı: Üç Etek Entari
Müzeye Geliş Tarihi: Envanter kayıtlarına alınmamıştır.
Ölçü: Kol: 56 cm Boy: 131 cm
Malzeme ve Gereçler: ipek ve pamuklu iplik, sim sırma, pamuklu dokuma, sırma harç
Teknik: Bezayağı dokuma tekniğidir. Çözgü ipliklerinde sarı sırma, atkı ipliklerinde ise
açık yeşil, mavi, lacivert, pembe ve mor renkli ipliklerin saten örgüsü, atlas görüntüsü
vermektedir.
Renkler: Mor, mavi, lacivert, pembe, altın rengi sim sırma, yeşil.
Tasarım Özellikleri: Bitkisel bordürlü (Yollu); sıralı renkli ince ve kalın aralıklı dikey
şeritler içerisine yerleştirilmiş, birbirini takip eden düzenli sıralı lale motifi, geometrik motif,
mine ve yaprak motifleri bulunmaktadır.
Örnekte en belirgin motif lale motifidir. Osmanlı sanatında kullanımı hakkındaki
tanımlamalarına baktığımızda; Osmanlı’da 18. yüzyıl Lale Devri olarak adlandırılmıştır, Sultan
III. Ahmet Döneminde çiçekler stilize edilerek, dönemi simgeleyen Lale ile ilgili birçok
kompozisyon ile süsleme sanatımızın pek çok dalında uygulanmaya başlanmış ve döneme
damgasını vurmuştur (Duran, 2018, s.186). Lâlenin Osmanlı Devleti tarafından ilgi görmesinin
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O220
O K 225
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
en önemli nedenlerinden biri Arapça yazıldığın da, Allah lafzında bütün harfleri kapsamaktadır.
Harflerin karşılığındaki sayıların hesaplanmasına dayanan yönteme göre “Allah” lafzı ile “ lâle”
kelimesinin aynı sayılara karşılık gelmesidir. Lâle, Arap harfleri ile yazılıp, tersinden okunursa
Hilal =Ay olur; Hilal veya Ay da Osmanlı’nın simgesidir (Türk Ansiklopedisi, 1975, s. 459).
Lale motifi bu neden ile Osmanlı sanatında sıklıkla kullanılan bir motif olmuştur.
Fotoğraf 2: (solda). Atlas, 19. ve 20.yy, Env. No: 2007/354; Kocaeli Etnografya Müzesi.
( Fotoğraf Çekim Tarihi: 06.09.2019)
Çizim 2. Atlas (Yıldız, 2019)
Eserin Adı: Üç Etek Entari
Müzeye Geliş Tarihi: Envanter kayıtlarına alınmamıştır.
Ölçü: Kol: 47 cm Boy: 138 cm
Malzeme ve Gereçler: İpek iplik, pamuklu iplik, altın kılaptan, pamuklu dokuma,
sırma harç
Teknik: Çözgü yüzlü ipekli dokuma
Renkler: Mor, kırmızı, açık mavi, altın rengi sim sırma, açık yeşil
Tasarım Özellikleri: Kumaş zeminin de kendi mor renginde sıralı küçük mineler ve
dallarla dokuma sırasında desenler oluşturulmuştur. Bu desenler kumaşa yakından baktığımızda
görülmektedir. Kumaş yüzeyinde, altın rengi tel, kırmızı, yeşil, mavi renk atkı iplikleriyle, iri
226 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
221
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
dal, iri yapraklar, gül motifi ve püsküller ile bezenmiş sıralı desen mevcuttur. Dal ve yapraklarla
aynı renkte olan püsküller motife hareket kazandırmıştır.
Kumaş üzerindeki motiflerin yorumları incelendiğinde; Osmanlı’da gül motifinin
anlamı, İslam felsefesinde Peygamber efendimizi temsil etmesinden dolayı önemi büyüktür (
Açıl, 2015, s. 5-11). İslam inancında ve tasavvuf da gül, ilahi güzelliği, duruluğu, teslimiyeti
temsil etmektedir. Tasavvufda gonca gül birliği, açılmış gül birlikte çokluğu temsil etmektedir.
Gonca gül ise insanın kendisi ve yaratıcıyla baş başa kalmasını sembolize etmektedir. Ayrıca
kuruyan gülün her baharda yeniden canlanmasından dolayı yeniden dirilişi ve ebediyeti
simgelemektedir (Çelikdağ, 2017, s.107).
Fotoğraf 3: (solda). Atlas, 19. ve 20.yy, Env. No: 2007/360; Kocaeli Etnografya Müzesi.
( Fotoğraf Çekim Tarihi: 06.09.2019)
Çizim 3. Atlas (Yıldız, 2019)
Eserin Adı: Şalvar
Müzeye Geliş Tarihi: Envanter kayıtlarına alınmamıştır.
Ölçü: Bel: 92 cm Boy: 107 cm
Malzeme ve Gereçler: İpek iplik, pamuklu iplik, altın kılaptan
Teknik: Çözgü yüzlü ipekli dokuma
Renkler: Mavi, krem rengi
Tasarım Özellikleri: Motifler olarak kumaş yüzeyinde, yaban gülü, üzüm salkımı ve
asma yaprağı bulunmaktadır. Bu motifler sıralı serpme şeklinde dokunmuştur. Asma yaprakları
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O222
O K 227
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
sonsuzluk, üzüm= bereket ve cennet meyvesi olarak, yaşam ve ölümsüzlük ile
ilişkilendirilmiştir (Çal ve İltar, 2011, s. 45).
Fotoğraf 4: (solda). Atlas, 19. ve 20.yy, Env. No:508; Kocaeli Etnografya Müzesi.
( Fotoğraf Çekim Tarihi: 06.09.2019)
Çizim 4. Şib (Yıldız, 2019)
Eserin Adı: İçli-Dışlı cepken
Müzeye Geliş Tarihi: 22.10.1982
Ölçü: Kol: 45 cm Boy: 45
Malzeme ve Gereçler: İpek iplik, pamuklu iplik, altın kılaptan, sarı sırma ve pembe
harç, içlikte pamuklu dokuma
Teknik: ipekten, atlas zemin üzerine kılaptan (telin) kullanılan dokuma
iplik
Renkler: Mavi, sarı kılaptan, harçta pembe ve sarı sırma , içlikte yeşil ve pembe ipek
Tasarım Özellikleri: Mavi zemin üzerinde yaban gülü motifi sarı klaptanlarla
dokunmuş, oval formda dikey olarak kaydırılmış tekrarlı desenden oluşmuş kompozisyondur.
Cepkenin kol ve yaka kısımları kordon veya sutaşı ile süslenmiştir. Kötü saklama koşulları,
onarım görmemiş olması nedeniyle ceket kolları gövdeden ayrılmış, kumaşta tahribatlar
oluşmuştur.
228 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
223
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
Fotoğraf 5: (solda). Atlas, 19. ve 20.yy, Env. No: 2007/330; Kocaeli Etnografya Müzesi.
( Fotoğraf Çekim Tarihi: 06.09.2019)
Çizim 5. Atlas (Yıldız, 2019)
Eserin Adı: Kız Çocuk Elbisesi
Müzeye Geliş Tarihi: Envanter kayıtlarına alınmamıştır.
Ölçü: Kol: 48 cm Boy: 112 cm
Malzeme ve Gereçler: İpek iplik, sarı kılaptan, yakada- kollarda bej renk tül ve harç,
yaka kısmında üç adet kumaş çiçek
Teknik: Çözgü yüzlü ipekli dokuma
Renkler: Bej, pembe, altın rengi sim sırma
Tasarım Özellikleri: Bel ve kolları büzgülü, kol manşetleri ve yaka dantel ve harç
detaylı atlas kumaştan dikilmiştir. Pembe çözgü iplikleri üzerine altın kılaptan çözgü iplikleri ile
papatya, krem rengi pamuklu iplik ile demet gül, başak ve stilize bulut motifleri (Dolantı-çizgi
bulut) düzenli sıralı bir şekilde dokunmuştur. Dokuma yüzeyinde klaptanla kabartılmış yaban
gülü motifi, bulut ve diğer kompozisyon ögeleriyle birlikte hareket ve ahenk kazandırmıştır.
Buğday başağı, yeniden doğuş ve bereketi simgelemektedir (Gümüştekin, 2011, s. 103118). Bulut motifi yüzyıllara dayanan geçmişi ile kendisine özgü üslub ve doğadan stilize
edilerek kullanılmıştır. Geleneksel Türk Sanatlarımızda süsleme öğesi olarak kullanılmıştır.
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O224
O K 229
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
(Akar ve Keskiner, 1978, s. 13). Çin sanatlarında yaygın olarak kullanılan bulut motifi,
mitolojik varlıklar olan Ejderha ve Simurg’un mücadele sahnelerinde öfke-hırs ile
burunlarından çıkan ateş ya da buhar olarak sembolize edilmektedir (Birol ve Derman, 1995, s.
153; Birol, 2012, s. 61-62). Bir başka inanışa göre Bulut motifi; geçmiş Türk ve Çin
inançlarında yağmur yağdırdığına inanılan Ejderha’nın bulut şeklinde üsluplaştırılmış hâli
olarak kabul edilir ve “çiğ” olarak adlandırılır (Özcan, 1990, s. 8).
Bulgular
Müzede bulunan etnografik eserler içerisinde teşhir ve depoda bulunan 904 adet tekstil
ürünleri arasından sık rastlanılan kumaş çeşitleri olarak Düz Pamuklu, Abani, Şib, İpekli
Broker, Atlas (Saten) ve Kadife örneklerinden 130 adet yer almaktadır. Bu kumaşlardan 5 adeti
dokuma özelliği, desen ve komposzisyon özelliklerine göre seçilmiş; kumaşların desenleri
incelenerek çizimleri yapılmış ve desenlerin anlamları açıklanmaya çalışılmıştır.
Müzede kapsamında ki Şib, Hereke İpekli Brokar, Atlas dokumları tanımlamak
gerekirse;
Şîb: İpek iplikten ve kılaptan ile dokuması zenginleştirilmiş bir kumaştır. Telli ya da
sade olarak iki çeşidi bulunmaktadır ve İstanbul Şib’i meşhurdur. Anadolu’da dokunanlar ise,
ipekten olup, atlas zemin üzerine da kullanıldığı yerel dokumalardır (Tezcan, 1993, s.33).
Hereke İpek Brokar: Çözgüsü renkli ipliklerden oluşmakta, saten örgüsü, atlas
görüntüsü vermektedir. Motifleri atkı takviyeli iplikler oluşturmaktadır. Zemin dokuma tekniği
bezayağıdır. Zemini farklı kalınlıkta ve renkte atkı ipliği ile çözgüler arasından bir alt bir üst
gidiş-dönüş yapılarak enine çizgiler oluşturulmaktadır. Çözgüde ikinci bir renk ile boyuna
çizgiler oluşturulmaktadır. Kilim dokumalarında olduğu gibi çözgü ipliklerinin arasından renkli
atkı ipliklerinin bir desene bağlı kalarak dokunmasıyla oluşturulmaktadır. Bu kumaşlardaki atkı
ipliği hem çözgülerle bağlantı kuran temel atkı ipliğidir, hem de motifleri oluşturan desen
ipliğidir. Çeşitli renklerde kullanılan bu iplikler motif içindeki renk ayırımına göre kullanılır.
Her renk bitiminde ipliğin ucu çözgüler arasına kaynaştırılarak kaybedilir (İmer, 1989, s.196).
Atlas: İpek iplikle dokunmuş saten olarak ta adlandırılan bir kumaş çeşididir. Dokuma
esnasında atkı iplikleri kumaş yüzeyinde görülmez, dokumanın alt kısmında gizli kalır. Çözgü
iplikleri ise, kumaş yüzeyinde sık ve yan yana gelerek parlak bir görünüm vermektedir. Önceleri
İran, Şam ve Venedik’ten getirtilen atlaslar daha sonlaları Osmanlı Devleti tarafından İstanbul,
Alaşehir, Bursa ve Maraş’ta kurulan dokuma atölyelerin de üretilmeye başlanmıştır. Padişah
kaftanlarında kırmızı, mavi ve yeşil renkler kullanılmış olup, desenli, yollu ve taraklı atlas
çeşitleri vardır (Gürsu, 1988, s. 25-27).
Beş adet giysilik kumaş yukarıda bahsi geçen Şib, İpekli Brokar, Atlas (Saten) müze
tekstil örnekleri arasında sık karşımıza çıkan dokumalardır. Bu dokuma motiflerinin Osmanlı
geleneğindeki anlamları bakımından incelenmesiyle, her örneğin kısa tanımlaması ele
alınacaktır.
Sonuç
Çalışmada müze kapsamında ki eserler arasında halk dokumaları olan pamukluların
yanı sıra, Atlas (ipek), Kadife, Şib, İpekli Hereke Brokar olarak adlandırılan örneklere
rastlanmıştır. Bu örnekler incelendiğinde ipek iplik, klaptan, sırma, iç astar için kalın pamuklu
tülbent, kullanımının ortak özellikleri olduğu görülmüştür. 19. ve 20. yy. kompozisyon
230 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
225
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
özellikleri olarak doku, gölgelendirme, uyum, düzenli sıralı dikine, sola ya da sağa verevine
motif ve düzenli dalgalı birbirini takip eden bitkisel ve geometrik motif kompozisyonları dikkat
çekmektedir. Çalışmada ki örneklerin seçiminde dönemin özelliklerini taşıyan, sıklıkla
kullanılan malzeme, teknik ve kompozisyon özelliklerini yansıtması açısından önem verilmiştir.
Çalışmada envanter kayıtlarına yer verilmesinin yanı sıra, örneklerin fotoğraf çekimi
yapılarak malzeme, dokuma tekniği, renk, desen ve kompozisyon özellikleri üzerinde
çalışılmıştır. Çalışma kapsamında ki örneklerin envanter kayıtlarında yeterli bilgi
bulunmamasından dolayı tarihlendirme, malzeme ve teknik, hakkında ki bilgilerine
ulaşılamamıştır. Envanterlerde tarihlendirmelerin işlenmemiş veya yazılan tarihlendirmeler ile
birlikte kimden ya da nereden alındığı detaylı bir şekilde not edilmemiştir. Sözel olarak 19. ve
20. yüzyıl olarak tarihlendirilen eserler dışında önceki yüzyıllara ait eserlere rastlanmamıştır.
Birçok çalışılmış kaynakta; teknik, malzeme ve desenlerden bahsedilmiş fakat birçoğunda
desenin ne anlam taşıdığı, neden uygulandığı hakkında bilgi verici araştırmalara
rastlanmamıştır.
Müze kapsamında ki eserler üzerinde tahribatlar mevcuttur ve bu eserler üzerindeki
tahribatlar tadilat görmemelerinden dolayı desen kayıplarına neden olmaktadır. Müzelerimizde,
koleksiyonerlerde ve evde sandıklarda saklanan tarihimize ışık tutacak olan eserlerin hiçbir
onarım ve bakım görmediği bilinmektedir. Bu onarımı yapabilecek yeterlilikte ve yeterli sayıda
uzmanın bulunmaması, var olan eserlerimiz üzerinde gün geçtikçe oluşan tahribatlarla birlikte
desen, renk ve teknik bakımından yok olmaya neden olmaktadır.
Bu kapsamda çalışmalar yapılması, kaybolmadan desenlerin kataloglanması, kumaş
teknik ve malzemelerinin kayıt altına alınması önemli bir husustur. Bu nedenle, bu konu
kültürel değerimizin yok olmaması ve unutulmaması için çalışma kapsamına alınarak belge
oluşturulması sürdürülebilirlik açısından önem taşımaktadır.
Kaynaklar
Açıl, S. (2015). klasik türk şiirinde estetik bir unsur olarak çiçekler. FSM İlmi Araştırmalar
İnsan ve Toplum Bilimleri Dergisi, 5, 1-28.
Akar, A. ve Keskiner, C. (1978). Türk süsleme sanatlarında desen ve motif. İstanbul: Tercüman
Sanat ve Kültür Yayınları.
Akpınarlı, H. F. (1996). Şanlıurfa çulha dokumacılığı. Şanlıurfa: Şurkav Yayınları.
Akpınarlı, H. F. ve Balkanal, Z. (2012). 16-18. yüzyıllarda İstanbul’da üretilen kumaşlarda
bitkisel bezemelerin incelenmesi. Motif Akademi Halkbilimi Dergisi, 1, 180-181.
Akpınarlı, H.F. ve Başaran, F.N. (2018). Geleneksel kumaşların özellikleri ve kullanım alanları:
Çankırı örneği. Podgorica, Multidisipliner Çalışmalar-4, 28-36.
Birol, İ. A. (2012). Tezhip. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C 41, 61-62.
Birol, İ. A. ve Derman, Ç. (1995). Türk tezyini sanatlarında motifler. İstanbul: Kubbealtı
Neşriyatı/26. 153.
Çal, H. ve İltar, G. (2011). Giresun ili mezar taşları. Ankara: Giresun Valiliği Yayınları, 45.
Çelikdağ, S. G. (2017). Türk kültüründe değerler simgesi gül. Akra Kültür Sanat ve Edebiyat
Dergisi. 13, 107.
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O226
O K 231
Duran, G. (2018). Osmanlı tezhip sanatında natüralist üslupta çiçekler. Süleyman Demirel
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 31, 186.
Gümüşer, T. (2011). Motifs in contemporary Turkısh textile designs influenced by Ottoman
court fabrics in 16th century. Master Thesıs, İzmir: İzmir University Of Economics
Social Sciences Institute
Gümüştekin, N. (2011). Anadolu ve diğer kültürlerde işaret ve simgelerde anlam. Balıkesir
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 26, 103 – 118.
Gürsu, N. (1988). Türk dokumacılık sanatı çağlar boyu desenler. İstanbul: Redhouse Yayınevi.
Hasarlı, G. Ocakoğlu, N. Kıcıroğlu, B. (2010, Ekim). XVIII. ve XIX yy. Osmanlı sarayı kadın
giysileri ve bir modernizasyon çalışması. Myo-Os 2010- Ulusal Meslek Yüksekokulları
Öğrenci Sempozyumu, Düzce.
İmer, Z. (1989). Dokuma tekniği II. Ankara: Türkiye. Sistem Ofset Ltd. Şti.
İnalcık, H. (2008).Türk kumaş tarihi. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
Kaya, Ş. (2008). Tanzimat’tan Cumhuriyet’e İzmit kenti. Yayımlanmamış doktora tezi, İstanbul:
İstanbul Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Küçükerman, Ö. (1996). türk giyim sanayinin tarihi kaynakları. İstanbul: GSD Dış Ticaret,
Mayıs.
Öz, T. (1946). Türk kumaş ve kadifeleri. İstanbul: Fasikül I, Milli Eğitim Basın Evi.
Özcan, Y. (1990). Türk kitap sanatında şemse motifi. Ankara: Kültür Bakanlığı Tanıtma
Eserleri/31.
Rasim, A. (1994), Osmanlı tarihi. İstanbul: MEB.
Tezcan, H. (1993). Atlaslar atlası. İstanbul: Yapı Kredi Koleksiyonları.
Türk ansiklopedisi, (1975). Milli Eğitim Basım Evi, Ankara, C.22, s. 459
Yetkin, Ş. (1993). Türk kumaş sanatı, başlangıcından bugüne Türk sanatı. Ankara: İş Bankası
Kültür Yayınları.
227
YAŞAR KEMAL’DE BİR HALK ANLATISINDAN YOLA ÇIKARAK DEĞİŞİMİN
SOSYOKÜLTÜREL BOYUTUNU DEĞERLENDİRMEK
Aziz ŞEKER
Öz
Yaşar Kemal’in romanlarının sosyolojik temeli, büyük ölçüde Anadolu
coğrafyasında yaşayan Türkmenlerin sözlü gelenekleri, anlatımları ve
ritüelleriyle yapılandırılırken, onların insana, topluma ve doğaya bakışlarını
oluşturan kültürel miraslarıyla yakından ilişkilidir. Hemen hemen bütün
romanlarında bu kültürel mirasın değerleri en ince ayrıntısına kadar işlenir.
Yazar bu insancıl kültürel birikimin üzerinden hareket edip insan, toplum ve
doğa etkileşimini değişme ve yozlaşma açısından işleyerek, yerel ögeleri
barındıran evrensel temalı romanlar kaleme almıştır. Bu bağlamda, özellikle
yazarın Çukurova’da geçen romanlarında toplumsal değişmenin insani;
sosyokültürel ve ekolojik boyutları ile İstanbul’u ve İstanbul’daki değişen
sosyal yapıyı ele aldığı romanlarında da toplumsal değişmenin sosyal
sonuçları insani bir duyarlılık çerçevesinden ayrıntıyla işlenmiştir.
Bu makalede, yazarın “o iyi insanlar, o güzel atlara bindiler çekip gittiler”
mottosuna dayalı bir halk anlatısından yola çıkarak, feodal ilişkilerin
çözülüşünü, tarımda makineleşmeyi, sermaye birikimiyle yeni ticari
ilişkilerin Çukurova’daki Türkmen aşiretlerinde nasıl yozlaşmayı beraberinde
getirdiğini, Demirciler Çarşısı Cinayeti ve Yusufçuk Yusuf romanlarında
çözümleyeceğiz. Makalede ayrıca toplumun belleğinde halk anlatılarının
işlevi göz önünde tutularak, yazarın değişmeyi boylamsal ve bütünsel olarak
yansıtan söz konusu romanlarında halk anlatısı boyunca evrensel anlamda da
insanın özünü verişi ile değişim ve yozlaşma olgusu irdelenecektir.
Toplumsal bellekte yer edinip sonraki kuşaklara aktarılan halk anlatıları her
iki romanda göreceğimiz gibi aynı zamanda temsil ettikleri değerler ve
eleştirel baktıkları durumlar nedeniyle de bildirim yüklüdürler.
Anahtar Sözcükler: Yaşar Kemal, roman, değişim, Çukurova, halk
anlatısı.
AN EVALUATION OF THE SOCIO-CULTURAL DIMENSION OF
CHANGE BY STARTING FROM A FOLK NARRATIVE IN YASAR
KEMAL
Abstract
The sociological basis of Yasar Kemal’s novels is structured with the oral
traditions, narratives and rituals of the Turkmens living in Anatolia and they
are closely related to their cultural heritage, which constitutes their view of
people, society and nature. In almost all of his novels, the values of this
cultural heritage are dealt with in the finest detail. Depending on this cultural
background, the writer dealt with the society and nature in terms of change
and degeneration and wrote novels with universal themes containing local
elements. In this context, the writer dealt with in detail the human, sociocultural and ecological dimensions of social change in his novels set in
Cukurova as well as the social consequences of social change in his novels
set in Istanbul and the changing social structure in Istanbul. Taking as a
starting point a folk narrative based on the writer’s statement “those beautiful
people mounted their beautiful horses and left”, in this paper, we will analyze
Dr.; Amasya Üniversitesi,
[email protected].
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 233
228
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
the dissolution of feudal relations, mechanization in agriculture, and how the
new commercial relations with capital accumulation brought about corruption
in the Turkmen tribes in Cukurova in the framework of the writer’s
Demirciler Çarsısı Cinayeti and Yusufçuk Yusuf novels.
Taking into account the function of folk narratives in the memory of
society, the paper will examine how the writer dealt with the essence of
human beings along with universal themes as well as local ones and the
change and corruption in his novels reflecting change longitudinally as well
as from a holistic perspective. Folk narratives that take place in social
memory and pass on to future generations communicate lots of messages via
both the values they represent as well as the situations they view critically, as
we will be seeing in both of the novels.
Keywords: Yasar Kemal, novel, change, Cukurova, folk narrative.
Giriş
Yaşar Kemal yirminci yüzyılın ortalarından yirmi birinci yüzyılın ikinci on yılına kadar
dünya edebiyatının büyük ustalarından biri olarak kabul edilir. O, Doğu ve Batı
medeniyetlerinin binlerce yıllık temellerine katkıda bulunmuş olan kültürel “tortu”nun zengin
olduğu modern Türkiye’de kültürel bir güçtür (Tharaud, 2017, s. 39). Aynı zamanda Yaşar
Kemal insanoğlunun zengin bilinçdışı içeriğini çok iyi tanıyan, bunları bilinçli duyarlılık içinde
yapıtlarına aktarabilen bir romancıdır. Onun yapıtlarında dünyanın bozuk düzenini iyileştirecek
özlem yüklü, umut ve sevgiyle beslenen, yaşamı güzelleştiren, Doğu’dan Batı’ya yayılan
gökkuşağına benzer büyülü bir ses vardır. Bu kardeşliğin, paylaşmanın en güzel sesidir. Yaşar
Kemal’in yapıtlarından insanı, doğayı, hayvanları sevmenin yani özde sevginin kokusu yayılır.
Sevginin kokusu, kokuların en mavisi en güzelidir. Sosyolojik bir gözle bakıldığında ise Yaşar
Kemal, özellikle Çukurova bölgesinin sosyal-kültürel-ekonomik-tarihsel yapısının
biçimlendirdiği insan ilişkilerini ve toplumsal değişmeyi, roman içeriğinde oluşturduğu
karakterler yoluyla dokuyarak/yansıtarak işlerken, anlatımındaki özgünlüğüyle de evrensel bir
romancı kimliğine ulaşmıştır. Yazarın, toplumsal etkileşimleri çözümlerken, insanların içinde
bulunduğu toplumsal gerçeklere ilişkin tartışmalarını ve arayışlarını karakterler aracılığıyla, dar
kalıplara girmeden insancıl bir felsefe inşa ederek yerine getirdiğini söylemek mümkündür
(Öztürk, 2016, s. 184, Şeker, 2014, s. 193; Şeker, 2020, s. 323).
Bu çalışmada Yaşar Kemal’in, üç cilt olarak planladığı Akçasazın Ağaları yapıtının
Demirciler Çarşısı Cinayeti ve Yusufçuk Yusuf ciltleri bir halk anlatısından yola çıkarak sosyal
kültürel değişme açısından ele alınacaktır. İki cildin incelenmesinin nedeni yazarın
Anavarza/Kırmızı Leylek adını vermeyi planladığı üçüncü cildi yazmamış olmasıdır. Öte yandan
Yaşar Kemal, Feridun Andaç’a verdiği bir söyleşide yazmayı planladığı bu romandan şöyle söz
eder:
Günlük değişimler değil benim gerçeğim. Benim gerçeğim doğayla birlikte insanın nasıl
değiştiği… Zaten veriyorum temel olarak. Üstelik ilk defa dünya romanında hatta hatta
dünya biliminde (bir-iki kişi var) sınıflarla beraber doğanın değiştiğini ve sınıfların suretini
aldığını… Bilimsel olarak iki-üç kişi, ama romancı olarak ilk adam benim. Feodal düzenin
doğası şudur, kapitalist ilişkilere geçenin doğası böyle olur… Dünya romanında ilk
söyleyen adamım bunu ben. Şimdi bu adama gel de sen şaşıracaksın de. Keşke gerçeklerim
değişebilseydi. Akçasazın Ağaları’nın üçüncü cildi, Anavarza’da yine yeni bir doğayı ele
alacağım. Yeni bir doğa, o değişimle Çukurova’da ne oluyor? Gene de Adana’da olanı
yazmıyorum. Benim romanımın dünyasında yazıyorum (Andaç, 2016, s. 75).
234 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
229
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
Yaşar Kemal, Demirciler Çarşısı Cinayeti ve Yusufçuk Yusuf romanlarında Türkiye’de
geç olmakla beraber, tarımda makineleşmenin başladığı Çukurova’da, değişen insan doğa
ilişkisini, tarımdaki kapitalistleşmenin doğaya ve insan ilişkilerine yansımalarını, kültürel
yozlaşmayı, feodal unsurların toplumsal yapı içinde zamanla elenerek yerini kapitalist birikimin
yasalarına terk etmeye başlamasını iki kan davalı aşiret üzerinden giderek işler. Akyollu
Mustafa Bey ve Sarıoğlu Derviş Bey, iki Türkmen aşiretinin ileri gelenleridir. Çiftliklerinde
mensuplarının yaşadığı, kendi yasalarıyla var olmaya çalışan bu aşiretler, aynı zamanda yıllardır
kör bir kan davasını sürdürmektedirler. Her iki taraftan sırayla insanların acımasızca
öldürüldüğü kirli hesaplaşmaya kuşaklararası feodal hınç da eklenince, her iki aşiret beyi
etraflarında olup bitenlerin, değişen dünyanın tam anlamıyla ayırdında olamazlar. Kendi feodal
gururları her şeyin üstündedir. Diğer yandan giderek anlamını kaybeden geleneklerine ise son
derece bağlıdırlar. Çevrelerindeki aşiretler topraklarını makineli tarıma açarak bir yandan büyük
sermaye sahipleri olmaya başlarken diğer yandan yöredeki ekonomiye dayalı sosyal değişmenin
getirilerini yakından takip etmektedirler. Bu aşiretlerin beyleri, kan davalı iki aşiretin
topraklarını yavaş yavaş satın almayı amaçlamaktadırlar. Bunu büyük oranda başarırlar. Ne var
ki roman bütününde, acımasızca süren kan davasının bile kan davalı ailelerin bir kuşak sonraki
çocuklarının ticari birlikteliklerinin önüne geçememesi, ekonominin toplum inşasında en az
kültür kadar güçlü bir unsur olduğunu bir kez daha kabul etmemizi sağlar.
Yaşar Kemal’in bu roman serisinde ekolojik döngü de olağan üstü bir şekilde verilir.
Romanların fiziki çevresini oluşturan yöredeki bitki örtüsü ve yaban hayvanlarının; yani
makineli tarıma/endüstriyel tarıma geçişte topraktaki hızlı değişimlerle; bataklıkların kurutulup
tarıma açılması sürecinde, toprak ıslahının ve kullanılan ilaçların yoğunluğu ile türlerin yok
olup gittiği gözlenmektedir. Romanda ayrıca küçük toprak sahiplerinin varlıklarına türlü
oyunlarla güçlü ağalar tarafından el konulması, özellikle çeltik ve pamuk yetiştiriciliği, açılan
fabrikalar, dağ köylerinden çalışmak için Çukurova’ya ırgatların inmesi, toplumsal yapıdaki
değişim ve dönüşümle birlikte verilir. Dolayısıyla Demirciler Çarşısı Cinayeti ve Yusufçuk
Yusuf romanları yalnızca iki eski Türkmen beyinin kan davasına odaklanmıyor. Aşiretlerin
kendi gerçeklikleri ile etraflarındaki dışsal maddi koşullar birlikte işleniyor. Toplumsal
koşullarda, ekonominin yasalarının giderek baskın olduğunu görüyoruz. Kan davasını inatla
sürdürürken bazı kültürel geleneklere sahip çıkan roman karakterlerinin davranışları çelişkili
gibi görünse dahi feodalitenin kimi özellikleriyle birlikte değerlendirmek gerekir. Örneğin
Mustafa Bey’in oğlu, artık makineli tarıma geçişi ve aşiretin emek yoğun çalışan üyelerinin
işlerine son vermeyi teklif ettiğinde, Derviş Bey’in oğlunu öldürerek, kan davasını sürdüren
Büyükana Karakız Hatun’un tepkisi bir meydan okumaya dönüşür. Yaşadıkça böyle bir
uygulamaya izin vermeyeceğini, kendi aşiretinin kalacağını, üyelerinin bakım ve
korunmasından kendilerinin sorumlu olduğunu söylemesi, sosyolojik yönüyle aşiret beylerinin
sosyal destek ve gözetim açısından işleviyle ilgili değerlendirmeye açık bir konudur. İlk bakışta
insani görünebilen kimi feodal tutkular, değişen toplum yasalarının karşısında kültürel olarak
varlığını koruyabilmektedir. Ancak kapıyı çalan değişim karşısında nereye kadar dayanabilir?
Her iki roman bu sorunun yanıtını da vermektedir.
Yusufçuk Yusuf romanının sonlarına doğru, iki aşiretin liderleri birbirlerinin varlığını
ortadan kaldıramayınca, yaşamdan kendi iradeleriyle sessizce çekilip gideceklerdir. Yaşasalar,
giderek yabancılaşma döngüsüne kendisini kaptıran sosyal çevrelerinin, onları sürükleyeceği
açmazlarla, büyük ölçüde baş edemeyeceklerdir. Geride bıraktıkları çocukları ise onlar daha
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O230
O K 235
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
hayattayken ekonomik ortaklıklar kurup değişmekte olan koşullarda yaşamlarını sürdürmeyi
seçmişlerdir.
Edebiyatta insan aklının alabileceği en derin iki trajik durumu, ilk olarak Shakespeare
tasvir etmiştir. Bunlar felaketin sebep olduğu çılgınlık ve felakette yalnız kalıştır (Stael, 1989, s.
205). Akçasazın Ağaları açısından bakıldığında Mustafa ve Derviş Bey’ler için felaket, geçmişe
dayanan bir kan davasıdır. Sevdikleri insanların zamansız toprağa gömülmesidir. İki aşiret
beyinin sosyal çevrelerinden yalnızlaşarak, ölüme gitmeleri ise değişmeyle gelen felakette
yalnız kalışlarıyla sonuçlanırken, geride bıraktıklarının kültür ve değişme anlamında özeti “o iyi
insanlar, o güzel atlara bindiler çekip gittiler” mottosunda okurda bir hüzne dönüşmektedir. Bu
söylem, her iki roman karakterinden ziyade, içinde yetiştikleri, değişme karşısında birçok
özelliğini yitirmeye yüz tutmuş Türkmen kültürünün insancıl değerleriyle birlikte okunduğunda
ancak bir anlam örüntüsü kazanmaktadır.
Yaşar Kemal, kan davalı iki Türkmen aşiretinin sosyal-ekonomik sürece yaydığı
değişen durumunu verirken, bir halk anlatısından yola çıkıyor. Türkmen aşiretlerinin bazı
geleneklerinin giderek kaybolması ile özdeşleştirebileceğimiz anlatı, insani yozlaşma
noktasında, değişme olgusunun roman sosyolojisindeki yeri bakımından bir tartışma alanı
aralarken, Anadolu Türkmenlerinin sözlü kültürünün roman kurgusunda yazıya dökülmesini de
amaçlıyor. Buradan hareketle denebilir ki, geçmişte sayısız kere roman yazarları, çağdaşlarının
yüzleştiği ve üstesinden gelmekte zorlandığı konuları, yeni rota değişikliklerini veya yeni
eğilimleri ilk fark edip inceleyen kişiler oldular. Yazarlar, çoğu sosyoloğun fark etmeyeceği
veya umursamayıp marjinal olmaları veya sözde geri dönüşsüz bir biçimde azınlık statüsüne
düşürülmeleri nedeniyle ilgilenmedikleri bir aşamada, yeni kopuşları tespit edip
yakalayabilmişlerdir. Bu anlamda Yaşar Kemal de roman yazarları arasında en etkili
aydınlardan ve sosyologlardan biri olarak kabul edilmektedir. Sosyal konulu edebiyatı var
etmenin yanında o da tıpkı Saramago gibi sözcüklerin önemini ölçmeye yarayan standartları
çoğumuzun yapmaya cüret edeceği ve uğraşacağından çok daha yukarılara çekmiştir (Bauman
ve Mazzeo, 2019, s. 12-138). Bununla birlikte Yaşar Kemal, insanlığımızı yok etme tehdidinde
bulunan metalaşmış kültür değerlerine ve davranışlarına karşı duran bir başkaldırandır, çok
gerekli bir başkaldıran (Tharaud, 2017, s. 453).
1. Demirciler Çarşısı Cinayeti ve Yusufçuk Yusuf Romanlarında Bir Anlatı
Üzerinden Değişimi Okumak: “O İyi İnsanlar” Neden Gitti?
Yaşar Kemal’in Akçasazın Ağaları isimli nehir romanının ilk cildi Demirciler Çarşısı
Cinayeti anlamlı bir halk anlatısıyla başlar. Kısa anlatı ikinci cilt Yusufçuk Yusuf’ta da her iyi
olan şeyin yitip gidişinde okura anımsatılır. Yazar bunu, edebiyatın bellek oluşturma rolünü
yerine getirircesine roman karakterleri yolu ile inşa eder. Roman halk anlatısının şu cümlesiyle
yola çıkar: “O iyi insanlar, o güzel atlara bindiler çekip gittiler” (Kemal, 1998, s. 7). Neden gitti
insanlar? Bu gidişin toplumsal bellekte oluşturduğu sosyolojik imge nasıl değerlendirilmelidir?
Elbette bunun nedeni bozulan insan-insan, insan-toplum, insan-çevre ilişkisinin sosyal
sonuçlarından başka bir şey değildir. Anlatıyla devam edelim: “Dünyayı dolaşan genç adam
güzel bir şehre geldi. Gözleri Emir Sultanın gözlerine benzerdi. Kaşları çatık, rengi yanık sarı,
kalın dudakları soluk. İnce, uzun boylu. Erkeğin yakışıklısı dünyadaki en güzel yaratıktır.
Dünyada bir Arap atının tayı güzel olur, bir de erkeğin yakışıklısı. Genç adam atından indi,
baktı ki bu şehir başka. Öteki şehirlere hiç benzemiyor” (Kemal, 1998, s. 30). Şehir refah içinde,
236 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
231
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
insanlara güven veriyor, insanları mutlu. Genç adamın şaşkınlığı bu kadar iyinin nasıl bir arada
yaşanabilmekte olduğundan kaynaklıdır. Öyle ki:
Şehrin insanları dünyanın en kanı sıcak, en cana yakın insanları. Konuk için dersen
deli divane oluyorlar. Fıkarası yok gibi, zengini de cömert. Bet bereket dersen yedi
iklim dört bucaktan taşıyor. Bütün şehrin insanlarının yüzyıllardan beri büyük bir
mutluluk içinde oldukları besbelli. Bura halkının hiç mi hiçbir şeyden şikayetleri
yok. Bir şikayetleri varsa o da ölümden. Herhal ölüm bile güzel olur bu şehirde.
Yolcu böyle düşündü (Kemal, 1998, s. 31).
Şehrin henüz ekolojik dengesiyle oynanmamıştır. Şehrin insanları, şehrin yaşayan
doğasına sahip çıkmaktadır. Ayrıca: “Bu şehirde bir de çok güzel atlar vardı. Küheylanı,
seklavisi, cins cins, don don. Dorusu doruların en parlağı, alı kırı, kulası, abeşi, demirkırı,
yağızı da öyle. Burada atların donları da bir başka. Her bir atlar ki tüyleri yıldır yıldır. Her
birisi sürmeli gözlü ceren gibi…” (Kemal, 1998, s. 33).
Genç adam karşılaştığı güzel manzaradan olağanüstü bir şekilde etkilenmiştir:
Adam bu güzel şehre, bu iyi insanlara, bu cins atlara hayran kaldı. Bu şehirde bir
süre kaldı. Sonra ayrıldı. Bundan sonra da nereye gittiyse, kimi gördüyse yıllar yılı
bu şehri, bu insanları, bu atları söyledi. Dilinden düşürmedi. Hayranlığını bir ömür
dile getirip, bütün insanları da bu şehre hayran kıldı (Kemal, 1998, s. 34).
Mekâna yayılan zaman değişmeyle birlikte birçok iyi şeyi alıp götürmüştü. İnsan
doğaya verdiği zarar ölçüsünde iyi olan şeyleri yitirmişti. Genç adam artık yaşlanmıştı ve o
gördüğü şehre özlem duyuyordu:
Adam çok yaşlandı. Günlerden bir gün kendi kendine dedi ki, ölmeden, şu güzelim
dünyayı terk etmeden varayım da o güzel şehri, o iyi insanları, o soylu atları bir daha
göreyim. Göreyim de, hiç olmazsa, şu dünyadan ağız tadıyla ayrılayım. Ora senin,
bura benim günlerce yol tepti, bir sabah iyi insanların, güzel atların mutlu şehrine
geldi (Kemal, 1998, s. 35).
Ancak gördükleri karşısında dehşet bir acı duyar: “Geldi ki ne görsün, şehir ne o eski
şehir, insanlar ne o eski insanlar, atlar da yok. Her şey değişmiş, her şey bambaşka” (Kemal,
1998, s. 36). İnsanlar değişmiş, insancıl değerlerini yaşamlarından çıkarmışlardır. Şehir ise
doğası tükenmiş bir görünüme bürünmüştür:
O eski konuksever, her bir sözleri cana can katan kişiler verdiği selamı bile
almıyorlar. Geldi ki ne görsün, yalnız selamını almamak değil, yüzüne bile
bakmıyorlar. Yüzleri kara, karanlık, mutsuz. Şehrin büyük çayırları, ovası, tarlaları,
ahırlar da bomboş. O ceren gibi atların imi timi yok. Adam şaşkınlığından,
kederinden ne edeceğini bilemedi. Beli büküldü. Issız, yıkık, bir örene dönmüş şehri
lalü ebkem dolaşırken o eski, mutlu günlerden kalmış yaşlı bir adama rastladı. Adam
sırtını bir hanın yıkık duvarına vermiş güneşleniyordu. Ak sakalı kir içinde, kızarmış
hastalıklı gözlerine sinekler üşüşmüş (Kemal, 1998, s. 37).
sorar:
Kötü manzaranın nedenlerini merak eden konuk, duvar dibinde güneşlenen yaşlı adama
Bir zamanlar bu şehirde konuksever, sıcak yürekli, dost canlısı iyi insanlar, ceren
gibi, kırmızı mercan gözlü, uzun boyunlu, kalem kulaklı, suna gibi cins atlar vardı.
Onlara ne oldu? Yaşlı adamdır ki, azıcık doğruldu, ak sakalı kirli, titredi, yüzü eski
bir ışıkla parıldadı, derin bir aaah dedi, ciğeri söken. Aaaah! Duvara sırtını iyice
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O232
O K 237
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
verdi. Neden sonra gözlerini açtı: “O iyi insanlar,” dedi, “o güzel atlara bindiler
çekip gittiler… Aaaah! Aaaaah! Aaaaaah!” (Kemal, 1998, s. 38).
İyi insanlara artık o toplumda rastlanılmıyordu. Geride kalanlar yaşadıkları doğayı,
yaşanmaz hâle getirirken, önem verdikleri kültürel değerlerini günlük yaşamlarından
çıkarmışlardı. Yazar anlatıyı, Sarıoğlu ve Akyollu aşiretlerinin roman boyunca varoluşsal
mücadelesi ekseninde işleyerek, değişimin sosyokültürel ve ekolojik boyutlarının farklı
açılardan analiz edilmesine olanak sağlar. Yaşar Kemal, nehir romanın ikinci cildinde işlenen
yıkım dolu o gerçekliği aslında ilk ciltte vermeyi ise şöyle ihmal etmez: “Yürekli, temiz,
insanca, dostça yaşayan iki hüyükte iki ada. Sarıoğlu konağıyla, Akyollu konağı. İkisi de
batmaya mahkumdu. İkisi de son günlerini yaşıyordu” (Kemal, 1998, s. 63). Sonuçta kültür de
her canlı varlık alanı gibi değişir. Ancak değişmenin hızı, zamana ve mekâna ya da toplumun
özelliklerine bağlıdır. İnsanoğlu bu değişimi yaşar (Güvenç, 1991, s. 289).
Romana yukarıdaki halk anlatısından yola çıkılarak bakıldığında, geçmişin güzel
günlerinde insanlar için en azından toplumu var eden temel sosyal/ahlaki değerler arasında yer
alan; sevgi, saygı, geleneklere bağlılık, konukseverlik, doğa sevgisi gibi unsurların, toplumsal
yapıda çözülüşünün oluşturduğu hayal kırıklığıyla karşılaşırız. Değişimin aynı zamanda
yozlaştırıcı etkisinin insan ve toplum dokusunda yarattığı tahribatı görmek yönünden
değerlendirildiğinde, romancının yaptığı bu yüzleştirme arayışını, distopik bir roman yazımı
değil de okur için önemsenmesi gereken iyiyi anımsatma olarak kabul etmek mümkündür.
2. Demirciler Çarşısı Cinayeti ve Yusufçuk Yusuf Romanlarında Değişimin
Sosyokültürel Boyutunu Sosyolojik Açıdan Değerlendirmek
Demirciler Çarşısı Cinayeti romanında o güzel atların ve insanların çekip gitmesi
anlatısı, Çukurova’da yerleşik yaşama geçmiş iki Türkmen aşiretinden Sarıoğlu aşireti beyi
Derviş ile başlar. Yazar, Türkmen geleneklerine sıkı sıkıya bağlı Derviş Bey’i anlatırken, üst
anlatıcı olarak şu cümleleri örgüler: “…Demirin tuncuna, insanın piçine kaldık. Şu dünyanın
yaşaması müşkül hâl ilen. Bin iyiyi bir kötüye kul eden…” (Kemal, 1998, s. 14). Kötü ve güçlü
olan kazanacaktır. Ekonominin bölgedeki değişim yasası bunu zorlamaktadır. Derviş Bey’in bu
süreç karşısındaki tutumu, yazar tarafından yer yer üst anlatıcı işleviyle kendisini göstermek
istediği yerlerde varoluşsal felsefi bir tartışmaya dönüşür. Örneğin şu çözümlemede insanın
biricikliği ve hayatının sonlu oluşu aktarılır:
Şu dünyada her bir yaratığın tutunacak bir dalı var, insanın yok. Şu dünyada yalnız
olan, kimsesiz, çaresiz olan yalnız be yalnız insandır. Herkesin, her şeyin yaşaması,
ölümsüzlüğü var, insanın yok. Ağaç, kuş, otlar, böcekler, yılanlar çıyanlar, hiçbirisi
yok olmuyor. Ama insan yok oluyor. Çünkü insan kendinde başlayıp kendinde
bitiyor (Kemal, 1998, s. 14).
Yaşar Kemal, insani gerçekliğin en çıplak duygusu kabul edilen korkuyu ölüm-yaşam
diyalektiği açısından ara ara masaya yatırır. Romanın erkek kahramanlarından Sarıoğlu Derviş
Bey kendi kendine hep düşünür: “…Evrenin en korkak yaratığı insandır. Onun içindeki korkuyu
sök al, o zaman onda elle tutulacak çok az şey kalır” (Kemal, 1998, s. 25). Yazar, romanın iki
kavgalı zalim karakterinin içlerindeki tartışmalarda insan varoluşunu arar. Derviş Bey bunları
düşünürken, kan davalısı Mustafa’da da aynı arayış ve umursama vardır. Akyollu Mustafa’ya
göre: “…Ölümü bilmeyenler yaşıyor da sayılmazlar. Ya ölüm olmasaydı, ya ölüm korkusu
olmasaydı? Usandırıcı şey… Ölüm olduğu için biraz daha çok yaşamak istiyoruz. Ölüm
olmasaydı…” (Kemal, 1998, s. 69-70). Derviş Bey’e göre ise “…Her kim ki, hangi canlı ki
238 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
233
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
korkuyorsa, o ölümü biliyor. Otlarda, ağaçlar, kelebekler, böcekler de ölümü biliyor. Yalnız
ölümün boşluğunu bilmiyorlar, acısını, acısının ötesinde boşluğunu bilmiyorlar. Mutlular,
mutlular, mutlular…” (Kemal, 1998, s. 213). Öte yandan “korkan adam kadar tehlikeli bir
yaratık gelmemiştir bu dünyaya” teziyle, korkak insanların aslında en tehlikeli işleri yapmaya
aday kişiler olduklarını belirtir (Kemal, 1999, s. 132). Yazarın, okuru götürdüğü yer bağlamında
çözümlemeler doğayla bütünleşmiş bir yaşam sürdüren, Türkmen kültürüyle hemhal olagelmiş
sosyal gerçekliği dışa vurur. Bir bakmışsınız ki yazar, iki kan davalı karakterin söylemlerindeki
felsefi derinliğin faili olmuştur. Örneğin Derviş Bey’de özetlenir: “…Demek ki her şey
ölecekti… Biraz daha yaşamak neden? Yaşamakta bir büyü var. Sonsuz bir güç, sonsuz,
erişilmez bir büyü” (Kemal, 1998, s. 87). Romanda, Derviş Bey’in hayatındaki varoluşsal
kaygıları, çatışmaları, doğa ve insan üstüne öngörüsünde önemli bir etki bırakmış olan bir Alevi
dedesini öğreniriz. Yaşamının bir döneminde Derviş Bey’in karşısına bir piri fani, yani bu Alevi
Dedesi çıkmıştır. Dede, ona, bir sözlü anlatıdan biyo-kültür olayı olan ölümle ilgili şu
çıkarsamayı taşımıştır: “…her şey ne kadar ölümse o kadar yaşamdır. Bu tek yönlü olamaz…
Sürüp giden ölüm değil, yaşamdır” (Kemal, 1998, s. 112). Yaşam güdüsünün ölüm güdüsüne
baskın oluşuna ilişkin psikanalistlerin yaklaşımları, insan için ölüm mutlak olsa bile yaşam
duygusunun en güçlü niteliğe sahip olduğu yönündedir. Bir de umut vardır bunu besleyen.
Yaşar Kemal, bu minval üzere şu cümleyi kurar: “Umut kesmek insanlığa aykırıdır” (Kemal,
1998, s. 176). Maddi dünyanın ve insan dışındaki koşulların insan yaşamına etkisinin ne kadar
belirleyici olduğunu dile getirmesi romanın felsefesiyle ilişkilidir. Şu cümle buna somutluk
kazandırır: “İnsanı yürek değil, düşünce yürekli yapar. Koşullar yürekli yapar” (Kemal, 1998, s.
73). Yaşanan dünyayı tahlil biçimi, aslında koşulların önemiyle kristalize olmuş bir düşünce
yapısının özelliğidir. Bu, varlık bilinci belirler, cümlesiyle özetlenebilir. Söz konusu temel
üzerinde ise roman tek varoluş nedenini, sadece romanın söyleyebileceği şeyleri söyler
(Kundera, 2014, s. 44).
Romanda felsefi arayışların yanında, kan davası tüm hışmıyla sürerken, Büyükana
Karakız Hatun, Derviş’in ölümünü gönülden her gün daha dehşetle ister. Kendi obasına
bakışında ise feodal bir duyarlılık gözlemlenir. Bir yandan makineli tarıma geçilmesi için
Mustafa’nın oğlu Memet Ali diretince, Mustafa’nın annesi Karakız Hatun, aşiretin işsiz ve evsiz
kalacağını düşünerek: “Dünyada hiçbir şeyin gereği olmaz da bir insana, dünyada her şey eskir
de, her şeyin gereği geçer de, bir şeyin gereği geçemez. O da insanın. Obanın, aşiretin” diyerek
karşı çıkar (Kemal, 1998, s. 264). Kan davasını sürdürdükleri ölçüde, kendi aşiretine bağlı
insanların korunması ve gözetlenmesi düşüncesine koşulsuz bir duyguyla bağlıdır. Aynı
zamanda bu, geleneksel toplumda kültürün yaşlı bireyler tarafından sürdürüldüğüne bir örnektir.
İki aşiretin yıllara yayılmış kan davasının yanında, roman mekânının doğası çok renkli
ve çeşitlidir. İlk ciltte sapsarı yağan yağmur, mavi yağmur, zehir yeşili yağmur, nar çiçekleri,
bakır çiçekleri, su çiçekleri, zeytin ağacı, dut ağacı, kadife çiçeği, mor çiçekli hayıt çalısı,
fesleğen, çiriş çiçekleri, nane, karacan ağaçları, okaliptüs, sakızlık ağacı, nilüfer, mersin, tavşan
kulağı, pembe çiçekler, söğüt, hanımeli, salep çiçeği, buğday, çirişsikiler, zıncar, karaçalı,
sazlık, nergis, kars ağacı, cilpirti, limon çiçekleri, mor çiçekli hayıt, hünnap ağacı, pabuç inciri,
ağınağacı, alıç ağaçları, devedikenleri, böğürtlenler, itburnu çiçeği vb. kokularıyla birlikte
yazarın anlattığı doğal bir zenginliktir. Bu ekolojinin içinde yaban hayatı da yerini almıştır:
Yılan, kurbağa, ince gagalı sarıasma, sarı kuşlar, ceren, turna, kertenkele, karınca, sivrisinek,
Geyikdağda heykiren kaplan, mavi kanatlı kızböceği, yeşil sinekler gibi… (Kemal, 1998) Yaşar
Kemal bunları roman kurgusuyla ekososyolojik açıdan sunmayı ihmal etmez: “Çukurova
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O234
O K 239
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
toprağı uyanan insanlar, kişneyen atlar, böğüren sığırlar, heykiren parslarla dolmuş, ötüşen,
birbirine değen kanatları gökyüzünü hışırtıyla doldurmuş kuşlar, kuşlarla, kelebekler, böcekler,
ceylanlar, geyikler, sansarlarla dolmuş. Ağzına kadar dolmuş çalkanan, zelzeleye uğramışçasına
şangırdayan Çukurova toprağı…” (Kemal, 1998, s. 30).
İkinci ciltte de doğal çeşitlilik roman içeriğinde verilmeye devam edilir: Nergis, pamuk,
karakılçık, buğday, domates, üzüm, incir, çamsakızı, sarı sığırkuyrukları, karacan, dut, çınar,
pıtıraklar, şebboy, portakal, nar, limon ağaçları, okaliptüs, sakız sardunyaları, kavak ağacı, ayva,
zeytin ağacı, turunç, Osmanlı gülleri, asma, gül, fesleğen, kadife çiçeği, tavus kuşu (genelde
tasvirlerde yer alır), ağın ağaçları, şeftaliler, hanımelleri, kamış, böğürtlen, yabanasmaları, çınar,
karacan ağaçları, yoğurt çiçeği, susam çiçeği, mersin çalısı, yaban çiçekleri, kengerler, kekikler
ve diğer yandan hayvanlar: turaç, kaplumbağa, pembe balıkçıllar, oklu kirpi, uzun kuyruklu
tilkiler, çakalların pavlamaları, arılar, kelebekler, üveyik, deldellice, keklik, okyılanı, köpekler,
at, eşek, kırlangıç, serçe, sarıca arılar, kurbağalar, su kaplumbağaları, cırlavuk böcekleri,
baykuş… (Kemal, 1999). Doğal zenginliğin yanı başında, serinin ikinci cildi Yusufçuk Yusuf
romanında, güzel insanların ve güzel atların yitişi mitosu etrafında olaylar devam eder. Ekolojik
bir yıkım gelmektedir. Şu olay döngüsü, bozulan doğanın adeta hem kendisinden hem insandan
intikam almasını yansıtır. Romanda görüldüğü üzere hastalıktan ölen at leşleri ilaçlanınca bazı
hayvanların tükenişi başlar:
…Kartal ölüleri ovaya tarlalarca serildi, at ölülerinin yanına. Sonra kurt, çakal, tilki
ölüleri görüldü onların yanlarında. Ve Çukurova göğünde bir tek kartal gözükmez
oldu, bir tek karakuş, bir tek doğan… Bir kurt, bir tek tilki… Atlarla birlikte,
kartallar, çaylaklar, karakuşlar da gittiler. Kurtlar, tilkiler, sırtlanlar, çakallar da…
(Kemal, 1999, s. 16).
Sonrasında yazar üst anlatıcı kimliğiyle noktayı koyar: “…Çukurovayı ovalıktan
çıkardılar. Yakında bir kuru toprak kalacak, bir de bomboş gökyüzü. Ne ot, ne çiçek, ne çalı, ne
ağaç, ne kurt kuş, ne börtü böcek” (Kemal, 1999, s. 17). Sözlü halk anlatısındaki ana cümleyle
ise insani ve ekolojik yıkımı özetler: “O iyi insanlar, o güzel atlara bindiler çekip gittiler.
Kartallar da, kartallar da…” (Kemal, 1999, s. 21).
Yazarın, yapısal dönüşümün olumsuzluğunu roman sayfalarında işlemesi, okuru bir
umutsuzluk sarmalına sürüklememekte aksine roman karakterlerinin çok derinlerden gelen ve
kültürleriyle yoğrulu varoluşsal sorunlarına (yaşam, şiddet, kan davası, adam kullanma,
dedikodu, cinayet, yalan vb.), ölümün kol gezdiği karanlık bir dünya içinde dahi yanıt üretirken,
ortaya koydukları düşünceler, yüzleşmeler ve arayışlar önemsenmesi gereken konular olarak
belirmektedir. Örneğin yazar, Derviş Bey’i anlattığında araya girer: “İnsanlar herşeyi herkesten
saklamayı öğrenmişlerdir. Ama kendilerini en az kendilerinden saklayabilirler. İnsanoğlu
kötülük saydıklarını, zulüm, işkence, korkaklıklarını kendilerinden bile saklarlar.
Saklayamadıklarını da bağışlamanın, olumlulaştırmanın bir yolunu mutlaka bulurlar” (Kemal,
1999, s. 560). Bu, insanın kendisini bilmesiyle ilgilidir. İnsan psikolojisine ilişkindir, insan
kendisinden kaçamaz. İnsan insanı bilir: “İnsan insanı yüzünden anlar” (Kemal, 1999, s. 130).
Öyle ki, “insan insanın kurdudur. Bu belki doğru, ama eksik bir düşünüştür. İnsan her şeyin
kurdudur. Halk olunduğundan bu yana şu insan yaratığı durmadan dört bir yanına ölüm ve
rahatsızlık saçıyor. Tek sebebi de başlangıcından ve sonundaki karanlığın, yok olmanın acısına
katlanamaması”dır (Kemal, 1999, s. 264). Hâl böyle iken romanda bir öneri sunulur: “İnsan bu
dünyada yaşayacaksa, onuruyla yaşamalı…” (Kemal, 1999, s. 250). Kısa ama derin
çözümlemelerde görüyoruz ki, Yaşar Kemal insana ve topluma bakışta, inandığı değerler ve
240 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
235
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
düşünce sistematiğinin özünü somutlaştırmıştır. Öte yandan yukarıda sözü edildiği gibi ona göre
“koşulları değiştirmeden insanları değiştirmeye kalkmak bir ahmaklıktır, bir boş çabadır”
(Kemal, 1999, s. 412).
Romanın sonlarına doğru, kan davalı Mustafa, yaşlı bir kadının bakıcılığında kalıp,
daha sonra ölümü tercih ederken, yanında ailesinden kimselerin olmaması, bir gelenek
bozulmasını akla getirmektedir. Topraklar satılmakta, konak yıkılmakta, Çukurova’daki sosyal,
kültürel ve ekonomik dönüşümün nimetlerinin peşinden aile üyeleri koşmaktadır. Derviş Bey’in
çocuklarıyla ekonomik ortaklıklar kovalanırken, Derviş Bey de yozlaşmayı artık kabul etmiş
olmalı ki ölüme gitmeden önce, ilk ciltte konağına sığınan Emir Sultan’ı, yani Türkmen
kültüründeki konukseverliğin önemi kim olursa olsun kendisine sığınanı vermemek üzerine
kuruluyken, romanın bitiminde onu bekleyenlerin önüne atar. Emir Sultan oracıkta linç edilir…
Böylece bir kültür ögesi daha anlamını kaybeder.
Sonuç
Yaşar Kemal, yaşadığı çağın ve toplumun koşullarının ona bağışladığı olanakları
yaşantısına katan büyük bir sanatçıdır. Yazarın bu anlamda öznelliği, kendi yaşantısının aynı
çağda ve koşullardaki öbür insanların yaşantılarından bütün bütüne değişik olmasına değil, daha
güçlü, daha bilinçli ve daha yoğun olmasına bağlı olmuştur. Sanatçı kimliğiyle yeni toplumsal
ilişkileri öyle bir biçimde ortaya çıkarmaktadır ki, başkaları da adeta bu ilişkileri
görebilmektedir. Sanatçının öznelliği burada toplum adına çalışmaktadır. Sanatın kendisinin bir
toplum gerçeğine dönüştüğü bilinciyle yazar, kültürel-sosyal arka planı olan eski bir anlatının,
halk belleğinde insana duyulan ilginin boyutuyla etkileşimde olarak, somut olmayan bir mirasa
evrilmesini aktarır (Fischer, 1993, s. 43). İmgesel yönü güçlü halk anlatısı insan sevgisinin,
insanlar arası dayanışmanın ve dostluğun insan ilişkilerindeki duygusal kavranışıdır. Anlatının
evrensel bağlamında, özellikle maddi toplumsal değişmenin insan ilişkilerinde oluşturabileceği
kimi olumsuzluklar vurgulanırken, yerel bağlamda anlatıya mekân oluşturan yöredeki
topluluğun sosyal kültürel değerlerinin yitip gitmesi, bizleri cevabını aradığımız soruya götürür.
Diğer bir deyişle, odağında insan ve değişme bulunan yerel halk anlatıları evrensel temalarla
örtüşürken toplumsal bellek oluşturmak adına sosyal-kültürel yönleriyle de değerlendirilmeyi
hak etmektedirler.
Yaşar Kemal, Demirciler Çarşısı Cinayeti ve Yusufçuk Yusuf yapıtlarında değişmenin
yozlaştırıcı yanını tartışmaya açarken, sosyal ve kültürel atmosferini siyaset ötesi bir şekilde
kurguluyor. Ancak ağaların toplum üzerindeki baskısını besleyen bürokratik oligarşinin
soluğunu da duyumsatıyor, bunu estetize ederken ise kaba bir siyasi söylemler arenasına
romanını davet etmiyor. Roman aracılığıyla toplumsal olanı inşa ederken sosyolojik çözümleme
için bir alan oluşturuyor. Okura açıkçası Stendhal’in, Parma Manastırı romanındaki şu
saptamasını anımsatıyor: “Yazınsal bir yapıtta siyaset, bir konserin ortasında atılan bir el
tabancaya benzer, kaba bir şeydir…” (Stendhal, 1999, s. 458). Bu sebeple Yaşar Kemal’in
roman kurgusundaki biçimsel yetkinliği, sosyal gerçeklikleri aktarışı ve içeriğindeki estetik
boyutları, romanda bir aşama olarak kaydetmek gerekir. Çukurova’da geçen bu nehir
romanlarda, kan davalı iki feodal ailenin beylerinin, değişmenin kaçınılmazlığı karşısında
kültürleriyle ve yaşam tarzlarıyla nasıl bir sonla yüzleştikleri sosyal ilişkilerden gidilerek
örgülenirken, Yaşar Kemal’in kendi düşünsel felsefesi de romanların içeriğinde yer yer
aktarılmıştır. Türkmen kültürünün sevgiye ve umuda dayalı değerlerinin, öncelikle tarımdaki
sanayileşmenin üst yapıya yansımasıyla yavaş yavaş dönüşümünü sosyolojik bir bilgi olarak
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O236
O K 241
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
romandan ediniriz. İyi olan, gitmektedir, diğer yandan denebilir ki, “insan baktığı sürece
evrendeki her şey insandır” özünün beslediği insan ilişkileri, ekonomik hırsın, yeni ağaların ve
beylerin toprak kavgalarının gölgesinde kalmıştır (Kemal, 1998, s. 446). Dolayısıyla kısmen
Çukurova’nın yeni kapitalistleri bile ekonomik bağlamda gitgide daha çok sermaye biriktirme
peşinde, ekonomi yaşamının tüm alanlarında; işgücü, üretim, paranın kullanımı, yatırım gibi
toplumsal süreçlerin tümünü metalaştırmaya çalışmaktan geri durmamışlardır (Wallerstein,
2012, s. 17). Yaşar Kemal bu süreçte ataerkil değerlerin çözülüşü, mucizelere duyulan ve elbette
boşa çıkmaya yazgılı inanç, hükmedenlerin siyasal çıkar ve hesapları, tarımda makineleşme
üzerinden umutsuzluk ve umut arasında deneyimlenen değişmenin kaçınılmazlığı, hızlı
modernleşmeyle at başı giden ulus devletle dünya sistemi arasında sıkışmış bir anlatı uzamıyla
var olur (Sadak, 2017, s. 34). Bu tarihsel kesitte, Yaşar Kemal’e göre, Akyollu Mustafa ile
Sarıoğlu Derviş Bey’in karakterlerini büyüten romanın mekânlarından, “Akçasaz bir dönüm
toprağı olmayan nice adamları büyük çiftlik sahibi etti, zengin, milyoner etti. Fabrika sahibi etti.
Akçasazda yetişen Ağalar politikaya atılıp bir süre koca bir memleketin kaderine hükmedenlerin
arasına katılıp, en olumsuz, en korkunç rolleri oynadılar” (Kemal, 1998, s. 123). Topraksız
köylüler, ağalar, beyler Akçasaz bataklığını kurutup toprak almanın kavgasındaydılar.
“Bereketli topraklar üzerinde” bir toprak kavgası ölümle sürmekteydi. Traktörler toprağa
girdikten sonra ölüm kalım savaşı daha hoyrat bir hâl alır. Sazlıklar kurumaya başladığında
hayvan türleri de yok olur. Yaşar Kemal, insani ve ekolojik yitişin gerçek öyküsünü yazarken,
iyi insanlar ve güzel atların hatırına olsa da kendi biyografisinde rastladığımız hâliyle romanda
adaleti savunan Arzuhalci Ali Efendi olmakta, ağaların yalanlarıyla yakalanıp, linç edilmekten
son anda kurtulurken, diğer yandan sürekli hareket hâlinde ölümden kaçtığına inanan Yel
Veli’ye belki de insancıl felsefenin kaynağına bağlı cümleleri kurma görevini vermektedir:
“Ölümün çaresi yok, bir yerde mekan tutup toprağa oturmalı. Ölümün çaresi yoksa, kimseyi
öldürmemeli. Ölümün çaresi yoksa, delirmemeli, düşünmemeli, kötülük etmemeli, gönül
yıkmamalı, karıncayı incitmemeli…” (Kemal, 1999, s. 158).
Ölümün çaresinin olmadığını bilen insanlar, o güzel şehri o güzel atları yaşamlarından
çıkardıklarında, nasıl yalnızlaşacaklarının ve yabancılaşacaklarının acısıyla, geri dönüşü
olmayan bir sonun onları beklediğini artık umutsuzca kabul etmişlerdi. Yaşar Kemal bu noktada
yozlaşanı, kötü olanı, doğaya zarar vereni göstererek, roman karakterleri için açmadığı kapıyı
okurlar için son bir kez aydınlığa ve umuda açmayı, somut olmayan kültürel bir mirasın
pratiğinden; toplumsal bellekte yer edinmiş bir halk anlatısından yola çıkarak yerine
getirmektedir. Sonuçta diğer nehir romanlarında olduğu gibi bu roman serisinde de doğa
sevgisi, insanın temel çatışmalarını en yalın hâliyle yakalama isteği ve şiddeti bir kötülükten
çok bir mecburiyet olarak görmesiyle Yaşar Kemal, bizlere şehir hayatının efsaneleri
öldürdüğünü söylemektedir. Sanki bu kayıp destansı hayatın çok fazla uzaklarda olmadığını
bize hatırlatmak için romanlarını yazmıştır (Pamuk, 1999, s. 187). Bu niteliği onu, romanlarını
sözlü halk anlatıları ve kültürü üzerine kuran bir toplumsallıktan kaçmayan, insan ve toplum
gerçekliğine demokratik bir tutumla eğilen evrensel bir romancı konumuna taşımıştır.
Kaynaklar
Andaç, F. (2016). Yaşar Kemal bir ömür edebiyat. İstanbul: Eksik Parça Yayınları.
Bauman, Z. ve Riccardo M. (2019). Edebiyata övgü. (Akın Emre Pilgir, çev.). İstanbul: Ayrıntı
Yayınları.
Fischer, E. (1993). Sanatın gerekliliği. (Cevat Çapan, çev.). (7.bs.). Ankara: Verso Yayınları.
242 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
237
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
Güvenç, B. (1991). İnsan ve kültür. (5.bs.). İstanbul: Remzi Kitabevi.
Kemal, Y. (1998). Demirciler çarşısı cinayeti, akçasazın ağaları 1. (3.bs.). İstanbul: Adam
Yayınları.
Kemal, Y. (1999). Yusufçuk yusuf, akçasazın ağaları 2. (3.bs.). İstanbul: Adam Yayınları.
Kundera, M. (2014). Roman sanatı. (Aysel Bora, çev.). (5.bs.). İstanbul: Can Yayınları.
Öztürk, O. M. (2016). Özerk benlik, kul benlik. “Biat” toplumunun ruhsal kökenleri. (3.bs.).
İstanbul: Okuyanus Yayınları.
Pamuk, O. (1999). Öteki renkler. İstanbul: İletişim Yayınları.
Sadak, Y. (2017). Yaşar Kemal ya da Dionysos’un dönüşü. İstanbul: Öteki Yayınevi.
Stael, M. (1989). Edebiyata dair. (Safiye Hatay ve Vahdi Hatay, çev.). İstanbul: MEB
Yayınları.
Stendhal, (1999). Parma manastırı. (Nesrin Altınova, çev.). (2.bs.). İstanbul: Oda Yayınları.
Şeker, A. (2014). Homerostan binboğalara Yaşar Kemal. Ankara: Sabev Yayınları.
Şeker, A. (2020). Edebiyat ve toplumsal cinsiyet. Ankara: Gece Yayınları.
Tharaud, B. C. (2017). Çukurova Yaşar Kemal edebiyatının temelleri. (Tahsin Çulhaoğlu, çev.).
İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Wallerstein, I. (2012). Tarihsel kapitalizm ve kapitalist uygarlık. (Necmiye Alpay, çev.). (6.bs.).
İstanbul: Metis Yayınları.
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O238
O K 243
YUSUF ATILGAN’IN “ANAYURT OTELİ”NDE SÖYLEMİN VAROLUŞSAL AÇIDAN
BİLİNÇDIŞINA ETKİLERİ
Barkın Burak BİNGÖL
Öz
Modernist Türk Edebiyatı’nda romancılığı modernist seviyeye ulaştıran
sayılı isimlerden olan Yusuf Atılgan, kullandığı şiirsel(poetik) dil ve izlekler
ile öncü bir yazardır. Atılgan, yaşadığı yüzyılın özelliklerini eserine yansıtan
ve bu yansıtmada özgünlüğü yakalayabilen bir yazardır. Yaşadığı dönemde
popüler olan “varoluşçuluk”, “sürrealizm” akımlarının etkilerinden hareketle
eserlerinde kullandığı izlekler onun hem kendi çevresini çok iyi
anlatabilmesini hem de kendi trajiğini yakalayabilmesini sağlamıştır. Bu
trajiği özgün bir yaratım alanı olan edebiyat ile ortaya koyması “dil” kavramı
sayesindedir. Atılgan kullandığı dil ile oluşturduğu dünyasında özgün
semboller ve metaforlar oturtabilmiş ve bu oturtmaları psikanaliz sayesinde
izleyebilmekteyiz. Bu çalışmada Yusuf Atılgan’ın “Anayurt Oteli” adlı eseri,
Paul Ricoeur’un “Yorum Teorisi” adlı kitabındaki görüşleri göz önüne
alınarak incelenecektir. Öncelikle, Yusuf Atılgan’ın kullandığı şiirsel(poetik)
dil ve söylemi çözümleyip anlam bakımından çağrışım alanları
açıklanacaktır. Daha sonra romanda yazar tarafından kullanılan sembol ve
metaforların oluşumu bilinçdışı etmenler çerçevesinde ele alınacaktır.
Anahtar Sözcükler: Paul Ricoeur, yorum teorisi, Yusuf Atılgan, Anayurt
Oteli, modernist Türk edebiyatı, roman,
bilinçdışı, söylem, dil, sembol, metafor.
THE EFFECTS OF SPEECH ON YUSUF ATILGAN'S “ANAYURT
OTELİ” ON THE UNSCONSCIOUS TERMS OF EXISTING
Abstract
Yusuf Atılgan is the one of the few names in Modernist Turkish
Literature who brought novelism to a modernist level also he is a pioneer
writer with his poetic (poetic) language and themes. Atılgan is an author who
reflects the characteristics of the century he lived in to his work and can
attain originality in this reflection. Based on the effects of "existentialism"
and "surrealism" movements that were popular in his lifetime, the themes he
used in his works enabled him to both explain his surroundings very well and
catch his own tragic. It is thanks to the concept of "language" that he reveals
his tragedy with literature, which is a unique field of creation. Atılgan was
able to use original symbols and metaphors in the world he created with the
language he used. Atılgan was able to use original symbols and metaphors in
the world he created and we can follow these situations in his novel thanks to
psychoanalysis. In this article, Modern Turkish Novel’s one of the important
name Yusuf Atılgan work of Anayurt Oteli will be examined by considering
opinions in Paul Ricoeur’s book “Interpretation Theory”. Firstly, we will
analyzing Yusuf Atılgan’s poetic language and discourse. Then, the
formation of symbol and metaphors used by the author in the novel will be
discussed of unconscious factors.
Keywords: Paul Ricoeur, interpretation theory, Yusuf Atılgan, Anayurt
Oteli, Modernist Turkish Literature, Novel, Discourse,
Language, Symbol, Metaphor.
Yüksek Lisans Öğrencisi; Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi,
[email protected].
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 245
239
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
Giriş
Atılgan, yaşadığı döneme modernizmi en iyi uygulayan öncü yazarlardan birisidir.
Kullandığı anlatım teknikleri ve kendi trajiğini yakalamaya verdiği özen ona özgün bir söylem
kazandırmıştır. Atılgan sadece kendi trajiğini yakalamakla kalmamış eserlerinde kendi özgün
motif ve sembolleriyle toplumsal eleştiri yapmayı da başarmıştır. Yazar kullandığı bilinç akışı,
iç konuşma, leitmotif gibi analtım tekniklerini kullanarak hem söylem oluşturmakta hem de
bilinçdışının izlerini eserlerine yansıtmıştır. Dil, yazar için bir oyun dünyasıdır ve bu oyun
dünyası onun biricikliğini veya bireyselliğini bize aktarmaktadır. Dr. Sigmund Freud, bu
durumu şu şekilde ifade etmektedir:
Sanatçı da oyun oynayan bir çocuk gibi davranır tıpkı; o da kendine bir hayal
dünyası yaratarak bu dünyayı pek ciddiye alır, yani zengin bir duygu hazinesiyle
donatarak realite'den kesin sınırlarla ayırır onu. Sanatsal yaratıyla çocuk oyunu
arasındaki akrabalığın izlerini dilde hâlâ saptayabilmekteyiz; çünkü dil, somut
nesnelere yaslanan ve tekrar tekrar sergilenebilme olanağını içeren sanat yapıtlarını
oyun sözcüğü içinde toplamakta, bunları eğlendirici oyun (güldürü) ve acıklı oyun
(ağlatı) diye nitelendirmekte, söz konusu yaratılan sahnede canlandıran kişiye ise
oyuncu demektedir (Freud, 2001, s. 105).
1. Anayurt Oteli’nde Varoluşçu Söylemin Sonuçları
“Dil gerçekliği aktarmaz, bir anlamda yaratır. Başka bir deyişle, gerçeklik bizim
kurduğumuz bir kurmacadır, çünkü anlam dilden önce varolamaz ve kurmaca gerçekliğin bir
kopyası değil BİR GERÇEKLİKTİR.” Ronald SUKENICK, Surfiction.
Atılgan 1973 yılında kaleme aldığı ikinci romanı olan “Anayurt Oteli”nde içinde
yaşadığı topluma karşı yabancılaşmayı ve bu yabancılaşma sonucunda bireyin çektiği çeşitli
psikolojik rahatsızlıklar sonucunda intihar etmesini konu eder. Atılgan 1953’te kaleme aldığı ilk
romanı olan “Aylak Adam”da “Bay C.” ile yakaladığı bireyin trajiğini bu romanında “Zebercet”
ile yakalamıştır. Bu benzerlik hakkında Moran şu sözleri ifade etmiştir:
İki roman arasında öyle benzerlikler göze çarpar ki insan, Atılgan’ın aynı konuyu,
farklı roman anlayışlarının getirdiği bir teknikle ikinci kez yazmak istediği sanısına
kapılabilir. İki yapıtın da baş kişisi toplumdan kopmuş ve yalnız kişiler; ikisi de tek
bir kadınla iletişim kurabilmede görüyor sorunun çözümünü ve ikisinin de çabası
başarısızdır (Moran, 1994, s. 219).
Zebercet de Bay C. gibi kendi varoluşunu anlamlandırmaya çalışmakta ve içinde
yaşadığı topluma bu yüzden yabancılaşmaktadır. Bu arayış roman karakterlerini
bireyselleştirmiş ve bu bireyselleşme sonucunda ise toplumdan farklı bir bilinç seviyesine
ulaşmışlardır. Bu bilincin farklı ve özgün olmasının en önemli sebebi yaşanılan dönemde ortaya
çıkan “varoluşçuluk” ve “sürrealizm” akımlarının etkisidir. Dil bu bilinci ortaya dökmede
kullanılan en önemli araçtır ve biz bu bilincin izlerini Atılgan’ın eserlerinde izleyebilmekteyiz.
Umberto Eco, kaleme aldığı “Üç Tür Amaç” adlı yazısında metinde aranması gereken
özellikleri sıralamıştır. Sıralanan özellikler bu çalışmanın ilk bölümünün izleğini yansıtması
bakımından önemlidir:
Her ne kadar son zamanlarda okurun girişimine (metnin tanımlanmasının tek ve
biricik ölçütü olarak) tanınan ayrıcalık, son derece belirginleşmişse de, gerçekte
klasik tartışma her şeyden önce şu iki program arasındaki karşıtlık çerçevesinde
eklemleniyordu:
246 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
240
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
-
metinde, yazarın ne söylemek istediğini aramak gerekir;
- metinde, metnin ne söylediğini (yazarının amaçlarından bağımsız olarak) aramak
gerekir.
Ve aşağıdaki karşıtlık da ancak bu karşıtlığın ikinci öğesi benimsendiğinde
sağlanabilirdi:
- metinde, metnin ne söylediğini, metnin kendi bağlamsal tutarlılığına ve
gönderdiği anlamlama dizgelerinin durumuna başvurarak araştırmak gerekir;
- metinde, alıcının orada ne bulduğunu, alıcının kendi anlamlama dizgilerine ve /
ya da arzularına, itkilerine, isteklerine başvurarak araştırmak gerekir (Rifat, 2014,
s. 283).
Ricoeur, kitabında ele aldığı kavramlardan birisi “mesaj”dır ve bu kavramı şu şekilde
ifade etmiştir:
Mesaj maksatlıdır; birisi mesajı kastetmiştir. Kod ise anonimdir ve bir kasta, niyete
dayanmaz. Bu anlamıyla bilinç dışıdır; güdüler ve dürtülerin Freudcu
metapsikolojiye göre bilinç dışı olmaları anlamında değil, libidinal
olmayan(nonlibidinal) yapısal ve kültürel bilinç dışı anlamında (Ricoeur, 2019, s.
17).
“Anayurt Oteli”nde şüphesiz hem bireysel hem de toplumsal mesajlar vardır. Güngör bu
durumu şu şekilde ifade etmiştir:
Anayurt Oteli’nde de, bireyin “yabancılaşması”ndan ve bundan dolayı da çevreye
duyarsızlaşıp ondan ayrı kalmasından ötürü içinde bulunulan duruma yönelik
eleştiriden kaynaklı bir fikir unsurunun varlığını görebiliriz. Ancak buradaki durum
da, tıpkı yazarın Aylak Adam romanında olduğu gibi genel bir toplumsal eleştiriyi
değil de, bürokratik bir kurum olarak yargının karar mekanizmasındaki eleştiri
olarak adlandırılmalıdır (Güngör, 2014, s. 84).
Zebercet’in söylemlerinden hareketle toplumsal eleştiri bize romanda şiirsel(poetik) bir
biçimde şu şekilde yansıtılmıştır:
Af buyurun yabancı mısınız hayır evet yabancı gibiyim gelip geçenlerden bir
tanıdığım ara sıra konuşulacak bir yakınım mı var burda damacılar kahvesine gitmeli
bir sabah belinde kasap önlüğü elinde satırla sokakta koşarken görenler güler miydi
kaçışır mıydı avluya girince ninesi ayakyoluna koymuş yemek tenceresini kaçamak
kokmaya başlamıştı kaç gün dayanır Emekli Subay'ın kızının iki haftada çıkmış
kokusu apartman katıymış tavanarası serin önümüz kış en azından üç hafta dayanılır
mı kütüğün üstünde satırla et doğrarken karısı aklına gelince bir testere almalı
kemikler katıdır demir testeresi almalı soğuk demircilerde bulunur belki Ekrem'e
ayırmıştım kestaneleri
arkasından yaklaşıp beline bir tekme
ensesine bir yumruk
ensesinden mi kesilir başı
yandan kaval kemiğine tekmeyle
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O241
O K 247
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
önce ayakları tabanları karamsı ayaklarını yıkasana yatmadan kalçalarına varınca
kimbilir kaç parçada kolları iki hayır üç parça kanı donmuştur bedenindeki etler
keskin bir bıçakla sıyrılır her gün birkaç saat arayla bir parçasını kâğıda sararak
sundurmanın altına götürüp ocakta çamaşır suyu kaynattığı kazanın altında yakarken
kokuyu duyan olsa bile birisi yemeğin dibini tutturmuş (Atılgan, 2013, s. 86).
Zebercet içinde bulunduğu topluma karşı kendisini yabancılaştırmasının bir sebebi de
Toplumun normlarına ve yaşayış şekline karşı hayıflanmasından gelmektedir. Toplumun
kendisini bireysel düzeyde anlamadığını; “hayır evet yabancı gibiyim gelip geçenlerden bir
tanıdığım ara sıra konuşulacak bir yakınım mı var(…)” bu sözlerle ifade etmiştir. Baştaki
söyleminde yer alan “hayır evet yabancı gibiyim” gibi ikircikli ifade kalıpları bu durumdan ne
kadar rahatsız olduğunu bize göstermektedir.
Atılgan bu parçada toplumsal boyutta eleştirisi yine söylemlerinde yer alan göstergeler
üzerinden imgesel bir dille; “ensesine bir yumruk”, “yandan kaval kemiğine tekmeyle”,
“kokuyu duyan olsa bile birisi yemeğin dibini tutturmuş” ifade etmiştir. Güngör’ün de
bahsettiği gibi bürokratik bir eleştiri bu parça da söz konusudur ve Zebercet bu durumdan
hayıflanmaktadır. Paul Ricoeur bu durumu kelime ve cümle üzerinden yaptığı “gösterge”
kavramıyla açıklamaktadır:
Yalnızca cümle, aynı konuşma olayı gibi fiilîdir(…) Cümle daha büyük yahut daha
kompleks bir kelime değildir, o yeni bir entitedir. O kelimelere ayrıştırılabilir, fakat
kelimeler kısa cümlelerden başka bir şeydir. Cümle, parçalarının toplamına
indirgenemez bir bütündür. Kelimelerden meydana gelir, ancak kelimelerin
türetilmiş bir fonksiyonu değildir. Cümle göstergelerden oluşur, fakat kendisi bir
gösterge değildir (Ricoeur, 2019, s. 21).
Atılgan ve diğer şiirsel(poetik) dil kullanan romancılar Ricoeur’un “cümlenin bir
gösterge olmadığı” düşüncesini yıkmışlardır. İmgesel bir biçimde yukarıda olduğu gibi kurulan
bu parçalar tek bir göstergeyi niteleyecek karakterdedirler. Gennadiy Pospelov bu durumu şu
şekilde ifade etmiştir:
Dilde imgeselliğe kavuşmak, ille de dilin şu veya bu özel biçimlerinin, özellikle de
mecazlı ifadelerin kullanılması yoluyla olmaz; aynı zamanda dilin en yalın
araçlarıyla belirtilebilen görsel ayrıntıların ustaca seçilmesi yoluyla da olur.
Söyleyen ya da yazan kişi, bir-kere’lik bir olguyu yeniden yaratmaya yöneldiğinde,
dilin her biçimi de imgesel bir anlam kazanabilir (Pospelov, 2014, s. 86).
Zebercet, benliğinin olabildiğince farkındadır ve bu farkındalık onun varoluşunu
zedeleyen en temel unsurdur. Bu durum onun benliğinde özyıkıma kadar varmıştır. Atılgan
romanda bu farkındalığı genellikle Zebercet’in fiziksel görünüşü üzerinden imlemiştir:
Orta boylu denem ez; kısada değil. Askerliğindeki ölçülere göre boyu bir altmış iki,
kilosu elli dört. Şimdilerde, otuz üç yaşında, gene don-gömlek kantara çıksa elli altı
ya da elli yedi kiloyu bulur. İki yıldır karın kasları gevşemeye başladı. Başı bedenine
göre büyükçe, alnı geniş; saçları, kaşları, gözleri, bıyığı koyu kahverengi; yüzü kuru,
biraz aşağıya çekik ama gecikmeli Ankara treniyle gelen kadının gittiği sabah
aynaya baktığında gördüğü kadar değil. Elleri küçük, tırnakları kısa; omuzları, göğsü
dar (Atılgan, 2013, s. 12).
248 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
242
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
Zebercet fiziksel görünüşünden memnun değildir ve bu memnuniyetsizliğe karşı daima
hayıflanmaktadır. Bu durum onda “aşağılık kompleksi” yaratmıştır. Uyur “aşağılık
kompleksi”ni şu şekilde açıklamaktadır:
Sosyal durumlar karşısında korku duyan ve aşağılık hissini motive edici güç olarak
kullanan insanlardan farklı tutum sergileyerek, gizli şekilde duyduğu aşağılık
hislerini aşağılık kompleksine çeviren ve psikotik belirtiler gösteren insanlar
sekonder türler oluşturur. Elde edilemeyecek bir hayat planı doğrultusunda hareket
eder, çevrelerine karşı uygunsuz davranışlar sergilerler. Bu kişiler bir yandan
çevredeki insanları kendilerinden uzaklaştıran olumsuz tutum ve davranışlar
sergilerken diğer taraftan insanların kendilerine yaklaşımına korku ve aşağılık
hisleriyle reaksiyon verirler. Sürekli yaşadıkları bu hisleri dengelemek için organize
savunma mekanizmaları geliştirirler (Uyur, 2015, s. 55).
Zebercet, Uyur’un da bahsettiği gibi “çevredeki insanları kendilerinden uzaklaştıran
olumsuz tutum ve davranış”ları sergilediği için kendisi de bu açıdan yabancılaşmaya mahkûm
olmuştur. Ayrıca Zebercet içinde bulunduğu durumdan da memnun değildir ve sürekli bunu
düşünmektedir. Bu durum söylem bakımından esere sürekli “ben”e yapılan atıflarla görünür
kılınmıştır. Riceour bu durumu hem “şimdi”ye hem de “özne” kavramına değinerek şu sözleri
ifade etmiştir:
Ben,” bir kavram değildir. Onun şu anda konuşan kişi benzeri evrensel bir ifadenin
yerine geçmesi mümkün değildir. Onun yegâne fonksiyonu bütün cümleyi konuşma
olayının öznesine atıfta bulunduğu her defa yeni bir anlam kazanır. “Ben,” cümlede
mantığın gerektirdiği özne olarak ortaya çıkan “ben” kelimesini konuşmada kendine
uygulayan kişidir. Başka yerdeğiştiriciler, söylem referansını konuşucusuna atfeden
başka gramatik taşıyıcılar da vardır. Bunlar, şimdiki zamanın etrafında toplandıkları
ölçüde fiil zamanlarını içerir ve dolayısıyla konuşma olayının ve konuşucunun
şimdi”sine atıfta bulunur (Ricoeur, 2019, s. 27).
Romanda bu durum sürekli Zebercet’in yüzünde irdelediği “bıyık” ile verilmiştir.
“Bıyık” onun benliğini yineleme ve çevresinin onu tanımasına yarayan fiziksel eril bir özelliğini
imlemektedir. Romanda bu durum şu şekilde ifade edilmiştir:
— Bu sabah var mıydı bıyığım?
— Farketmedim, dedi adam; çıkıp gitti.
Bu bıyık sorununu kolayca kapayamayacaktı demek. Sorması gereksizdi; adam
kesinlikle 'vardı' ya da 'yoktu' dese bile durumu aydmlatmayacaktı bu (Atılgan,
2013, s. 24).
Romanın bir başka yerinde: “Kimi ayrıntılar ya da belli bir ayrıntı (28 Kasım gibi)
önemsendiğinde, bir kesinlik arandığında (tam bir gün aynaya baktıkça yerinde gördüğü
bıyığını bir uzmana götürüşü gibi) dolaylı da olsa başkalarının saptamı, tanıklığı gerekliydi.”
(Atılgan, 2013, s. 95).
İki alıntı da Zebercet’in “ben”iyle alakalı olan bir durumu başkalarının onayı ve
tanıklığı ile kanıtlayabileceğini görüyoruz. Zebercet için “şizoid kişilik bozukluğu” olduğunu
söylemek yanlış olmaz. Zebercet daima benliği ile ilgili düşüncelerde ikilik hâlindedir. Dr.
Ronald David Laing bu durumun şu şekilde ifade etmektedir:
Herkes şu ya da bu zamanda bir ölçüde, böylesi bir yararsızlık, anlamsızlık ve
amaçsızlık duygu durumlarına maruz kalır, fakat şizoid bireylerde bu duygu durumu
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O243
O K 249
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
özellikle inatçıdır. Bu duygu durumları algı kapılarının ve/veya eylem yollarının
benliğinin kumandasında olmaması, fakat, sahte bir benlik tarafından sürdürülmesi
ve yürütülmesi olgusundan doğar. Algıların gerçekdışılığı ve tüm etkinliğin
anlamsızlığı ve sahteliği, sahte bir benliğin -“hakiki” benlikten kısmen çözülmüş,
dolayısıyla bireyin başka kişilerle ve dünyayla ilişkililiğinde doğrudan katılmaktan
dışlanmış bir dizgenin- komutasında olan algı ve etkinliğin zorunlu sonuçlarıdır.
Böylece bireyin kendi varlığı içinde sahte bir ikilik yaşantılanır. Birey, dünyayı
bütünlüklü bir benlikte karşılamak yerine, dünyadaki kişilerle ve şeylerle olan
dolaysız bağını reddederek kendi varlık parçasını reddeder (Laing, 2015, s. 79).
Atılgan romanda sürekli Zebercet’in veya diğer karakterlerin “eylem”lerini uzunca
tasvir eder. Eylem, söylem için oldukça önemlidir ve kişinin bu dünyadaki işlevlerini imler.
Riceour, söylem içindeki eylemin semantik bir varoluş yarattığını ifade etmiştir:
Söyleyerek yaptığımız eylem (illocutionary act) bir vaadi bir emir, dilek, yahut
iddiadan ayırt eden şeydir. Ve söyleme içindeki eylemin (illocutionary act) “gücü”
tam da olay ile anlam diyalektiğini sunar. Her durumda spesifik bir “gramer,”
söyleme içindeki eylemin (illocutiınary act) ayırt edici “güç”ünü ifade ettiği belirli
bir niyete tekabül eder. İnanmak, istemek, yahut arzulamak gibi psikolojik terimlerle
dile getirilebilen şey, bu gramatik aygıtlar ile söyleme içindeki eylem (illocutionary
act) arasındaki korelasyon sayesinde semantik bir varoluşla kuşatılır (Ricoeur,
2019, s. 28).
Romanda karakterler tarafından yapılan her eylem anlamlı değildir ancak kullanılan
şiirsel(poetik) dil bu durumu imgesel bir boyuta taşıdığı için anlam değerleri kazanmaktadır.
Atılgan, Ricoeur’un kastettiği “inanma”, “arzulama” vs. gibi isteklerin farkındadır ve roman
karakterleri de bu duygu durumlarına göre hareket etmektedirler. Hatta romanda “eylem”in
özelliği şu şekilde ifade edilmiştir:
Dışarısı serindi. Bankaların önündeki geniş kaldırım da duvar kıyısından yürüyordu.
İç cebini yokladı; Tırnak çakısı oradaydı. Bir portakal kabuğuna ya da balgama
basmıştı anlaşılan, ayağı kaydı; düşerken duvara sürtündü, elini yere dayayıp
doğruldu. Gelip geçenlerden kim se gülmedi. Onu görmüyorlardı mıydı yoksa?
Köşeyi dönünce durdu. Kestaneci yerindeydi, elindeki maşayla kestaneleri
çeviriyordu. Başını kaldırmadan 'Kebap!' diye bağırdı. Zebercet titredi; yüzü sarardı.
Bir eylemin ertesini, sonuçlarım göze alabilirse ya da bunlara kayıtsız kalabilirse,
insanın yapmayacağı şey yoktu (Atılgan, 2013, s. 89).
Atılgan, “arzu” ve “istek”leri genellikle bastırılmış bir bilincin ışığında bize anlatmaya
çalışmıştır ve bunu bilinçli bir biçimde yapmıştır. Atılgan, “psikanaliz”in insanının varoluşuna
yaptığı katkıyı bilmektedir ve eserlerinin olay örgüsünün bir kısmını bunun üzerine
kurgulamıştır. Güngör’ün deyişiyle ifade edecek olursak:
Atılgan, eserlerinde Batı toplumlarının ileri kapitalist döneminde ortaya çıkan
varoluşçuluk gibi felsefi akımların kavramlarından yararlanmakla birlikte, modern
psikolojinin –özellikle de psikanalizin- verilerinden de sıklıkla yararlanır. Bunun
sebebi, toplumların modern dönemlerinde orta-sınıfa mensup aydınların yahut da
yazarların büyük çoğunluğunda görülen “bireyci” tutumda aranmalıdır (Güngör,
2014, s. 4).
250 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
244
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
Atılgan’ın ebeveynleri romanın olay örgüsünde yoktur ve onun kişiliğine aktif bir
şekilde etkide bulunmazlar. Ancak, Zebercet’in otele bağlılığı ebeveynlerine bağlıdır ve bu
sebeple otel onun bağımlı kişiliğini yansıtır. Uğurlu, bu durumu şu şekilde ifade etmektedir:
Zebercet'in, otelin hizmetlisi olduğu söylenebilir. Kendi adına çalışmayan, iş yerinin
gelirlerini asıl sahibine her ay düzenli olarak gönderen bir emanetçidir. Emanetçisi
bulunduğu bu yer, bir yandan onun evidir, dışarı ile ilişkisini ve ilişkisizliğini sağlar,
diğer yandan da ve asıl olarak onu dışarının bütün tekinsizliklerinden koruyan faillik
bir mekân, bir tür anne karnıdır (Uğurlu, 2007, s. 1736).
Atılgan öncelikle babasının otelde yer alan bir oda üzerinden Zebercet’e adeta bir
vasiyette bulunmuştur:
Eskiden birgün babası bitpazarından alıp getirmiş, buraya asmıştı. 'Oğlum Zebercet,
ben ölünce olur olmaz kimselere vermezsin bu odayı. Bir otelde böyle bir oda
gerek.' Sırtını kapıdan çekip yürüdü, resmin önünde durdu; bir süre baktı (Atılgan,
2013, s. 9).
Daha sonra Atılgan, ebeveynlerin ölümünü şu şekilde yansıtmıştır:
İlkokulu bitirdiği yaz sünnet oldu. Gene o yaz anası öldü. Ortaokula göndermedi
babası; askere gidinceye değin sekiz yıl birlikte çekip çevirdiler oteli. Askerliğini
bitirip geldikten iki ay sonra öldü babası; otel başka ellere düşmesin diye onun
dönüşünü bekleyip de Ölmüştü sanki (Atılgan, 2013, s. 14).
Son olarak Zebercet, romanın sonlarına doğru kaçma isteği duyar ancak “bağımlı
kişiliği” buna izin vermemektedir:
Bağımlı kişilik bozukluğu olan bireylerde aşırı ilgilenilme gereksinimi görülür ve bu
da kopamayan ve boyun eğen bir davranış örüntüsüne yol açar. Bu kişilerde aynı
zamanda ayrılık olasılığına ya da bazen yalnızca tek başına kalma gerekliliğine karşı
kendini yetersiz görmeden kaynaklanan akut bir korku gözlemlenir (Bucher,
Mineka ve Holey, 2013, s. 664).
Atılgan romanda bu durumu şu şekilde yansıtmıştır:
Afrika'da bir köye mi
öyle sanıyorum
çok ağırsınız inin karnımdan lütfen
evet gidiyorum kaçmam gerek siz
ben kaçamam bağlıyım burada ölülere konağa (Atılgan, 2013, s. 93).
Ricoeur dilin tek başına bir dünya olmadığını ve bu dünyayı anlamlı kılanın tecrübeler
olduğunu ifade etmiştir:
Mânâ ile referans diyalektiği, bağımsız bir kılavuz sayılabilecek kadar orjinaldir.
Yalnızca bu diyalektik, dil ile dünyadaki varlığın ontolojik durumu arasındaki ilişki
hakkında bir şey söyler. Dil kendi başına bir dünya değildir. O, bir dünya bile
değildir. Ancak dünyada olduğumuzdan, durumlardan etkilendiğimizden ve
kendimizi bu durumlara bilinçle yönelttiğimizden, söyleyecek bir şeyimiz, yani dile
getirilecek tecrübelerimiz vardır (Ricoeur, 2019, s. 35).
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O245
O K 251
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
Romanda Zebercet’in yaşadığı “yalnızlaşma”, “yabancılaşma” gibi duygu durumlarını
kendi yaşadığımız tecrübelerden hareketle anlamlandırabiliriz Bu durum söylemin
sınırlılıklarının birisidir ve bu sınır aynı zamanda edebî eserlerin varoluşa olan katkısını da
belirlemektedir. Ricoeur bu durumu şu şekilde ifade etmektedir:
Alımlama estetiğinin iletişim sorununu ele alabilmesi için gönderme [referans]
sorununa da bakması gerekir. İletilen şey, son noktada, bir yapıtın anlamı ötesinde, o
yapıtın yansıttığı dünya ile orada oluşturacağı ufuktur. Bu açıdan, dinleyici ya da
okur söz konusu dünyayı kendi algılama yeteneklerine göre alımlar; bu yetenek de
hem sınırlı olan hem de bir dünya ufkuna açılan durumla tanımlanır (Ricoeur,
2007, s. 149).
Ricoeur, “dil”i teknik kurallarının bir parçası olarak görmekte ve edebî türleri ise
“üretici aygıtlar” olarak nitelendirmektedir. Bu nitelendirme de yazar “yapıcı” konumdadır:
Dil, sanat eserleri ve üretiminden, dolayısıyla söylemin eserlerinden bahsetmemizi
mümkün kılan bir tür zanaatkârlık kurallarına tâbidir. Şiirler, tahkiyeler ve
denemeler, söylemin bu tür eserleridir. Bizim edebî türler diye adlandırdığımız
üretici aygıtlar, edebî türlerin üretimini yöneten teknik kurallardır. Dahası bir eserin
üslubu, bir ürünün veya eserin bireysel konfigürasyonundan başka bir şey değildir.
Burada yazar konuşucu değil, aynı zamanda kendi eseri olan bu eserin yapıcısıdır da
(Ricoeur, 2019, s. 47).
Atılgan yapıtlarında kullandığı şiirsel(poetik) dili “Anayurt Oteli”nde de kullanmıştır.
Bu poetik dil yazarın bilinçaltı ve bilinçdışı etmenlerini göstermekle beraber yazarın kurduğu
üslubu da bize göstermesi bakımından oldukça önemlidir. Romanın bir çok yerinde bu üslubun
yansımalarını görmekteyiz:
kestanelere bir avuç kum atılabilir kumu Domuz Deresinden alırız
domuza benziyorsun sen
eşeğe
öküze
ineğe
katıra
maymuna
ayıya
su aygırına
hamam böceğine
sıçana
köpeğe
çakala
çakalın üstüne atılıp boğmuş dayısı söylüyor çakallara yedirmem kısrağımı demiş
dayım boğar mıydı bıraksalar bilinir mi sonuna dek gitmekten korkar mıydı
korkmamış olanakların sonuncusuna varınca kendini asmasaydı şimdi buruşuk yüzü
sırtı eğik bastonuyla parktaki yaşlı adam gibi çok güzelmiş ondokuzunda terziler
yalvarırmış giysilerini dikmek için ak ketenden giysileri varmış üstünde merdiven
252 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
246
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
boşluğunda ayakkabılarından birkaç karasinek erkek sinek kondurmamış kızının
üstüne de iyi haltetmiş (Atılgan, 2013, s. 85).
Atılgan görüldüğü üzere romanda, bilinçdışını etkileyen unsurları “bilinç akışı”
tekniğiyle ile biçimsiz bir şekilde yansıtmıştır. Alıntıda yazar insanları çeşitli üstelik mizaç
itibarıyla kötü hayvanlara benzettikten sonra yine kullandığı şiirsel(poetik) dil ile olay, mekân
ve kişileri imgeselleştirerek eleştiri yapmaktadır. Güngör bu durumu şu şekilde ifade etmiştir:
Modern bir romancı olan Atılgan’ın eserlerindeki dil ve üslubun da; basit olduğu
kadar söz konusu yazarın sık sık kullandığı “bilinç-akımı” tekniğinin ve işlediği
konuların doğrultusunda bir anlamda “modernizmin eleştirel dili” olarak da
tanımlanması gerekmektedir (Güngör, 2014, s. 79).
2. Anayurt Oteli’nde Söylemin Sembol ve Metafor Alanının Bilinçdışına
Yansımaları
İnsan dahil, organik (canlı) tabiatı çizgisel-geometrik şekillere indirgerler ve halis
bir çizgiler, şekiller ve renkler dünyası oluşturmak için çoğu zaman organik
dünyadan tamamen uzaklaşırlar. Süs burada artık bir süs olmaktan çıkar, … hayatın
akışını takip etmeyen, fakat ona katı şekilde karşı çıkan bir şey olur. … Amaç artık
bir şeye benzetmek, benzer bir şey meydana getirmek değil, büyü yapmaktır. Süs …
Zaman’ın dışına çıkmış bir şeydir; o tamamen oturmuş ve sabit bir uzantıdır.
Wilhelm WORRINGER, Abstraktion und Einfühlung.
Bilinçdışı kabaca Dr. Sigmund Freud’un psikanaliz öğretisinde bizim karar yetimizi
etkileyen dış unsurların depolandığı alandır. Dış dünya ile olan ilişkilerimizin bizde bıraktığı iyi
veya kötü etkileri bu sayede yorumlayabilmekteyiz. Atılgan’ın kaleme aldığı “Anayurt Oteli”
adlı romanda Zebercet karakteri üzerinden bilinçdışı etmenleri rahatlıkla izleyebilmekteyiz.
Zebercet, “bastırma (bilinçdışına itme)” ile arzu ve isteklerini görünür kılmaktadır. Freud’un
ifadeleriyle açıklayacak olursak:
BASTIRMA (BİLİNÇDIŞINA İTME): (…) Freud’a göre, bilinçdışına itimler
yaşantıların kendileri değil, anıları üzerinde gerçekleştirilir. Amaç, söz konusu
isteklerin doyuma kavuşturulmasının yol açacağı elem duygusundan kaçmaktır. (…)
Bilinçdışına itilmiş yaşantı malzemesi belli bir içgüdüsel enerjiyle yüklüdür ve bu
enerji sürekli olarak doyum peşinde koşar. Öte yandan, ben, enerjisinin bir
bölümünü harcayarak bilinçdışına itilmiş enerjiyi bulunduğu yerde tutmaya çalışır
(Freud, 1979, s. 336).
Ricoeur “bilinçdışı” kavramını ele almış ve bu kavramın söylem, eylem ve anılarımızı
oluşturduğunu düşünmektedir ve şu sözlerle bu durumu ifade etmiştir:
Gerçekten de başlangıçta bilinçdışı olma niteliği hâlâ bilince göre anlaşılmaktaydı;
yalnızca yok olmuş, ama yeniden ortaya çıkabilecek olanın temel niteliğine işaretti.
Bilinmeyen durumunda olan, bilinçdışı tarafıydı. Bilinçdışını kabul ediyor ve onu
bilinçten ödünç aldığımız belirtilerle yeniden kuruyoruz, çünkü anıları yiten de odur,
anıların yeniden belirdiği yer de o. Böylesine bir bilinçsiz temsilin varlığını nasıl
sürdürdüğünü ve yok oluş durumu içinde nasıl kaldığını bilemesek de, bu ilk
bilinçdışı kavramını örtülülük olarak tanımlarken bilince göre bir tanım yapmış
oluyoruz (Ricoeur, 2007, s. 113).
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O247
O K 253
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
Anayurt Oteli’nde bilinçdışının izlerini kullanılan dilsel semboller ve metaforlar
aracılığıyla görmekteyiz. Ricoeur’un şematize ettiği metafor önermesi bu durumu açıklamak
için önemlidir:
(1) Metafor bir mecazdır, adlandırmayı ilgilendiren bir söylem figürüdür.
(2) O, bir adın anlamının kelimelerin lafzî anlamından saparak genişlemesini temsil
eder.
(3) Bu sapmanın nedeni benzerliktir.
(4) Benzerlik, aynı yerde kullanılmış olabilecek lafzî anlamın yerine bir kelimenin
figüratif anlamını koymaya yarar.
(5) Bu sebeple vekalet eden anlam herhangi bir semantik yenilik sunmaz. Biz bir
metaforu tercüme edebiliriz. Aslında, vekil (figüratif anlam) artı orijinal (lafzî)
anlam eşittir sıfır.
(6) Semantik bir yenilik sunmadığından, metafor gerçeklik hakkında herhangi bir
yeni malûmat sağlayamaz. Metaforun, söylemin hissî fonksiyonlarından biri
sayılmasının nedeni budur (Ricoeur, 2019, s. 65).
Atılgan’ın üslubunda önemli bir yer kaplayan “bilinç-akımı” tekniğinin özelliklerinden
birisi olan metafor, Ricoeur’un bakış açısından ele alındığında anlam katmanlarına pek önemli
olmadığı görülür. Ancak, mecazlı ifade veya söyleyiş yazarın çevresinde yer alan etmenlere
yüklediği diğer anlamları göstermektedir. Örneğin, Anayurt Oteli’nde yabancılaşma unsuru bir
metafor olarak aşk izleği üzerinden verilmeye çalışılmıştır. Zebercet’in, “gecikmeli Ankara
treniyle gelen kadın”a aşık olması ve bu sebepten dolayı hayatını değiştirmeye
çalışmasından(bıyığını kesmesi ve giyimini değiştirmesi) sonra yaşadığı hayal kırıklığı romana
şu şekilde yansımıştır:
Yarım saat sonra, erkek giysileri satan bir mağazada yakışıklı, genç bir satıcının
biraz alaylı, gülümsemeli yardımıyla seçtiği bir kara pantolonu, yakası kapalı açık
mavi kazağı, üç düğmeli kara ceketi paravanayla ayrılmış bir köşede duvara dayalı
dar uzun aynanın önünde giymiş, eski ceketinin ceplerindekileri yenisine
aktarıyordu. Ankara treniyle gelen kadının kaldığı odanın anahtarını, mendili sağ
cebine, dış kapının anahtarını, sigara paketini, kibriti sol cebine, kasanın anahtarını,
tırnak çakısını iç cebine koydu (Atılgan, 2013, s. 22).
Zebercet, “gecikmeli Ankara treniyle gelen kadın”ın odasında yer alan yastıkla onu
hayal ederek cinsel ilişkiye girmiştir:
Gece lambasını yaktı; öteki ışığı söndürdü. Ayakkabılarını, çoraplarını çıkardı;
terlikleri giydi. Soyundu; giysilerini askıya astı. Ayaklarını yıkadı; otelin havlusuyla
kuruladı. Dönüp yatağa girdi, yorganı üstüne çekti. Yastığı çevirdi, yüksek sesle
'Gelmeseydin ölürdüm’ dedi. Yastığı kokladı, öptü. Erkeklik organı dimdikti. Sıcaktı
içerisi; avuçları terliyordu. Doğruldu; yorganı ayakucuna itti. Göğsünün kılları
seyrekti; yüzü sarıydı, gergindi. Kadının unuttuğu karaları ince, sarıları kırmızıları
kalın çizgili havluyu demirden aldı; yatağın ortasına serdi: yastığın bir ucunu
havlunun altına çekip abandı; sarıldı. Yüksek sesle bir daha 'Gelmeseydin ölürdüm’
dedi. Kadın bir şey sormuştu anlaşılan; ‘Evet’ dedi. Kolları oldukça ince, bacakları
kıllıydı. Kıçı da kıllıydı/sivilceliydi; tekdüze, ağır ağır kalkıp iniyordu. Yüzünü
yastıktan ayırıp kadınınkine benzetmeye çalıştığı ince bir sesle ‘Ooh, bırakma sakın;
memelerimi ısır’ dedi. Az aşağıya kayıp yastığı ısırdı. İnledi. Bacakları, sırtı gerile
254 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
248
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
gerile, gittikçe hızlanarak uzun süre kalkıp indi kıçı; durdu, ince, yorgun bir sesle,
kulağına söyleniyormuş gibi yavaşça 'Ooh, nasıl seninim’ dedi (Atılgan, 2013, s.
41).
Atılgan, metaforlu söyleyişi “toplumsal eleştiri” yapmak için kullanmıştır. Toplumun
yapısınının yabancılaşmaya müsait olduğunu ve en büyük problemin “iletişimsizlik” olduğu
ifade edilmiştir. Moran, Zebercet üzerinden verilen bu eleştiriyi şu şekilde açıklamaktadır:
Zebercet yalnızlığı, iletişimsizliği, kendi psikolojik nedenlerinden ötürü daha uç
noktalarda yaşar, ama sorunu genel insanlık sorunudur. Ayrıca romanın topluma
dönük bir yanının olduğunu da unutmamalıyız. Atılgan haksız düzenden,
sömürüden, ezilenlerden söz etmese de Anayurt Oteli bir tür başkaldırı romanıdır,
çünkü dolaylı biçimde sergilediği toplum, anlayışsızlığın, acımasızlığın, şiddetin ve
ahlaksızlığın yaygın olduğu yozlaşmış bir toplumdur (Moran, 1994, s. 221).
Romanda bu durum bize yozlaşmış yargı sistemi üzerinden şu şekilde yansıtılmıştır:
(Süngülü iki candarmanın arasında elleri kelepçeli Ağırceza'nın ardına dek açık
kapısından girerken kapının yanında duran yaşlı bir adam içeri girmek isteyen
sinekleri inceliyor dişileri bırakıyor erkekleri kovuyor kızı içerdeymiş bunun diyor
biri tahta parmaklıklı bölmede kelepçeyi çıkarırlarken kürsünün ardında oturan üç
yargıçtan ortadaki Emekli Subay gülümsüyor işler tıkırında diyor avukat
sandalyesindeki Dişçi Bey dinleyici sıralarında bir örnek giyinmiş kara bıyıklı dört
adam gelip elini sıkıyorlar ömrün uzun olsun diyorlar yerlerinize geçin diye
bağırıyor Yargıç savunma günü bugün Avukat ayağa kalkıp çantasından birkaç kâğıt
çıkarıyor okuyor sayın yargıçlar sonsuz bir boşlukta bir ışık günü öteden iş hanının
köşesindeki kestanecinin mangalından sıçrayan bir kıvılcım gibi görünen ateş
parçasının çevresinde ağır ağır dönen bir toprak yığını üstünde ne yaptıklarını
bilmeden kıpırdayan birbirlerini öldürmeseler de öleceklerini bilen sorular soran
varlıklardan Yargıç kürsüye vuruyor savunmanızı öldürme hakkı üstüne kurduğunuz
anlaşılıyor bu konu burada tartışılmaz burada bir eylem yasaların bir bölmesine
sığdırılır diyor Avukat elindeki kâğıtları çantasına koyup başka kâğıtlar çıkarıyor
okuyor sayın yargıçlar durumunu sizin yargınıza getirince savunmasını üstüme
aldığım sanığın önce bir erkek olduğunu göz önünde tutarak son iki haftalık kesinti
dışında on yıldır çoğu geceler olduğu gibi otuz Ekimi otuz bir Ekim’e bağlayan
çarşamba gecesi bu kolayca uyanmayan kadının odasına girerek onu yarı uyur yarı
uyanık soyduk tan sonra af buyurun üstüne vardığında Yargıç elini kaldırıyor
savunmanız kadının ölümüyle ilgili anlaşılan diyor evet sayın başkan Emekli Subay
oysa sanık kadını değil kediyi öldürdüğü için yargılanıyor deyip göz kırpıyor
Avukat elindeki kâğıtları çantasına koyup başka birini çıkarıyor bütün olasılıkları
olanakları önceden düşünmek yararlıdır deyip okumaya başlarken yeter diye
bağırıyor arkalardan biri dayısı bu ayağa kalkmış ak ketenden giysileriyle ince-uzun
anası babası da oradalar ne işin var senin buralarda diyor salon karışıyor Savcı atın
şunu dışarı diye bağırıyor candarmalar kapıdaki adam dinleyiciler koşuşuyorlar
kargaşalıkta gürültüde Yargıç'ın sesini açıkça duyuyor yirmi sekiz Kasıma bırakıldı)
(Atılgan, 2013, s. 94).
Atılgan, duruşmadan verdiği bu kesit üzerinden toplumun içinde bulunduğu
iletişimsizlik ve karar mekanizmasının ne kadar kötü olduğunu metaforlu söyleyiş sayesinde
açıklamıştır. Ricoeur bu durumu şu şekilde ifade etmiştir:
Gerilim metaforları, kendi anlamlarını yarattığı için tercüme edilebilir değildir. Bu,
onların ifade edilemez olduklarını söylemek değil, tam da bu tür bir ifadenin
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O249
O K 255
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
hudutsuz ve yaratıcı anlamın tüketilemez olduğunu söylemektedir. İkinci sonuç,
metaforun bir söylem süsü olmadığıdır. O hissî bir değerden fazlasına sahiptir,
çünkü yeni enformasyon/ malûmat sunar. Kısacası, metafor bize gerçeklik hakkında
yeni bir şeyler söyler (Ricoeur, 2019, s. 69).
METAFOR
BİLİNÇDIŞI
OLAY
SEMBOL
Atılgan’ın Zebercet’in bilinçdışını oluşturan etmenleri yukarıda verdiğimiz şekille
gösterebiliriz. Bu etmenlerden “olay” öncelikle zihinde bir “metafor”a dönüşmüş ve sonrasında
“sembol” ile imaj kazanarak Zebercet’in ruhsal çatışmalarını ve vereceği kararlara itki doğuran
şeyleri açığa çıkarmıştır.
Ricoeur daha sonra metaforlardan sembole geçişin kaynağı olarak rüyaları ele almıştır
ve buranın ayrı bir anlam alanı olduğunu vurgulayarak şu sözleri ifade etmiştir:
(…) psikanaliz; rüyalarla, başka septomlarla ve sembolik derin ruhsal çatışmalar
olarak onlara benzer kültürel nesnelerle ilgilenir. Oysa – bu terimi geniş anlamda
anlarsak – poetik; sembolleri, imtiyazlı şiir imajları, ya da bir yazarın eserlerine veya
bir edebiyat okuluna hakim imajlar, yahut bütün bir kültürün kendi bilincine vardığı
uzun ömürlü figürler, veyahut da – kültürel farklılıkları umursamadan – bir bütün
olarak insanlığın yücelttiği büyük arketip imajları olarak anlar (Ricoeur, 2019, s.
70).
Psikanaliz öğretisinde Dr. Sigismund Freud, rüyaların bilinçdışına giden kral yolu
olduğunu vurgulamıştır. Bastırılmış duygular, arzuların özgün bir biçimde burada ortaya
çıkmaktadır. Freud rüya hakkında şu sözleri ifade etmiştir:
uyanık durumda kişinin kafasında yaşattığı, içerisinde çeşitli düşüncelerin, isteklerin
ve çevresel gerçek olayların birbirine karıştığı canlı hayaller (fantazyalar). Gündüz
düşü olarak da nitelenen düşlemde istekler düşteki gibi simgesel kılığa bürünmüş
olarak değil, tüm çıplaklığıyla kendilerini açığa vurur. Örneğin, bir kişi düşmanını
nasıl bir hançerle öldürdüğünü ya da kalabalık bir insan topluluğunun kendisini
alkışladığını hayalinde yaşatabilir. Gelecekte olayları önceleyen düşlemler istekleri
256 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
250
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
özel bir güçle donatabildiğinden, yaşamın şekillendirilmesine olumlu katkıda
bulunur (Freud, 2016, s. 339).
Dr. Sigmund Freud’un deyişiyle “canlı hayaller (fantazyalar)” kendini rüya aleminde
tüm çıplaklığı ile ortaya çıkarmaktadır. Atılgan, psikanaliz kuramının özelliklerini çok iyi
bildiğini biliyoruz. Bu sebeple “Anayurt Oteli” adlı romanında bu duruma önem vermiş ve
Zebercet’i uyku ve uyanıklık durumu açısından sürekli irdelemiştir. Romanda bu durum şu
şekillerde bize yansımıştır:
Zebercet yatmaya giderken kadının odası önünde duraksıyor, yatağında döne döne
güç uyuyordu. Askerliğini yaptığı uzak kentin genelevindeki o uzun boylu kadını
görüyordu düşlerinde; ikisi birbirine karışıyordu. Sabahları onu uyandırmak için
girdiği eğri tavanlı küçük odada ağır bir koku olurdu. Pencereyi açar, yatağın
yanında durur, omuzlarından tutup sarsarken yanlışlıkla olmuş gibi memelerini
ellerdi. Bir gece yatmışken kalktı, bitişik odaya girdi, ışığı yaktı. Sıcaktı, örtüsüz
uyuyordu; gömleği sıyrılmış. Kapıyı kapadı, yaklaştı. Düğmelerini çözdü,
memelerini avuçlarına aldı; dolgun, gergin. Sarstı. Kadın kıpırdamadı; 'Geldin mi
dayı?' dedi uykusunda. Bir daha sarstı; 'Uyansana kız!' Gözlerini açıp doğruldu:
'Kalkıyom ağa/ 'Kalkma, öte git biraz.' Yatağın ötesine kayarken Zebercet'in çıplak
göğsüne, kısa donunun önündeki kabarıklığa baktı; arkasını dönüp yattı. Yatağa
girdi, sırtüstü çevirdi. Kadın gözlerini kapadı. Donunu güçlükle çıkardı, attı. Kılları
gürdü. Üstüne abanıp soluya inleye aldı. Az sonra doğrulduğunda kadın upuzun
yatıyordu. Eğilip dinledi: soluğu düzgündü.) (Atılgan, 2013, s. 15, 16).
Bu alıntıda görmekteyiz ki Atılgan, düşlerinde genelevdeki uzun boylu kadını
görmektedir. O kadına karşı bastırdığı cinsel arzuyu “Ortalıkçı kadın” ile bastırmaktadır. Aynı
zamanda bu alıntıda Zebercet’in dışında “Ortalıkçı kadın”ın da uyku ve uyanıklık durumu
arasında olduğu “Uyansana kız!” adlı söylemeyle bize yansıtılmıştır. Romanın diğer bir yerinde
rüya imajına şu şekilde yansıtılmıştır:
Uzunca ufak bardağa rakı koydu; iki yudum içti yüzünü buruşturmamaya çalışarak.
Günlerdir kafasında, yüreğinde gittikçe artan ağırlığı biraz olsun azaltır mıydı bu?
Arkasındaki iki adamın konuşmalarını kesik kesik duyuyordu; 'İlk üç haftası...
dayanılmaz gibi geliyor... günler... alışıyor sonra... düşlerde bile çıkılmıyor dışarı.'
'... yararlanmadın mı?' 'Hayır... tutmadı... iki yıl günü gününe...' '... olmadı mı?' '
(Atılgan, 2013, s. 87).
Bu alıntıda ise Zebercet konuşmalarını duyduğu arkasındaki iki adamların da kendi
durumunda olduğunu görmektedir. Zebercet ve bu adamlar içinde bulunduğu durumdan
rahatsızlardır ve bu rahatsızlık onların bilinçdışına da etki ederek düşlerinde bile bu hapis
oldukları dünyadan çıkamamaktadırlar.
Sonuç
Modern Türk Romanı’nın önemli ve özgün şahsiyetlerinden biri olan Yusuf Atılgan’ın
“Anayurt Oteli” adlı romanı, Paul Riceour’un “Yorum Teorisi” adlı kitabında yer alan söylem,
metafor ve sembol hakkındaki görüşlerinden hareketle tespitlerde bulunulmuştur. Makalenin ilk
kısmında, “Anayurt Oteli”nde yazıldığı döneme ait olan “varoluşçuluk” akımının etkisinde
kullanılan edebî üslup ve dilin roman karakterlerinin söylemlerine toplumsal ve daha çok
bireysel açıdan nasıl etki ettiğini ve nasıl anlam alanları olduğunu açıkladık. Makalenin ikinci
kısmında ise psikanaliz öğretisinde yer alan “bilinçdışı” kavramına atıf yapılarak,
“bilinçdışı”nın roman karakterlerinin çevresinde gelişen olayları nasıl etkilediğini ortaya
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O251
O K 257
koyduk. Ayrıca, “bilinçdışı”nda olaylardan hareketle ortaya çıkan sembol ve metaforların roman
karakterlerinin söylemlerini nasıl etkilediğini açıkladık.
Kaynaklar
Atılgan, Y. (2013). Anayurt oteli. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Bucher, J. N., Mineka, S. ve Hooley, J. M. (2013). Anormal psikoloji. Kaknüs Yayınları.
Freud, S. (2001). Sanat ve sanatçılar üzerine. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Güngör, B. (2014). Yusuf Atılgan’ın hayatı, eserleri ve fikirleri (1921-1989). İstanbul: Marmara
Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü.
Laing, R. D. (2015). Bölünmüş benlik. İstanbul: Pinhan Yayıncılık.
Moran, B. (1994). Türk romanına eleştirisel bir bakış II Sabahattin Ali’den Yusuf Atılgan’a.
İstanbul: İletişim Yayınları.
Pospelov, G. (2014). Edebiyat bilimi. İstanbul: Evrensel Basım Yayın.
Ricoeur, P. (2019). Yorum teorisi ve artı anlam. İstanbul: Pinhan Yayıncılık.
Ricoeur, P. (2007). Yoruma dair- Freud ve felsefe. İstanbul: Metis Yayınları.
Ricoeur, P. (2007). Zaman ve anlatı 1. zaman-olayörgüsü-üçlü mimesis. İstanbul: Yapı Kredi
Yayınları.
Rifat, M. (2014). XX. yüzyılda dilbilim ve göstergebilim kuramları. İstanbul: Yapı Kredi
Yayınları.
Uğurlu, S. B. (2007). Yusuf Atılgan’da baba imgesi: psikanalitik bir yaklaşım. 38. ICANAS
(Uluslararası Asya ve Kuzey Afrika Çalışmaları Kongresi) 10-15 Eylül 2007- Ankara.
Bildiriler: Edebiyat Bilimi Sorunları ve Çözümleri. Cilt 4 (Yayına Hazırlayanlar: Zeki
Dilek, Mustafa Akbulut, Zeki Cemil Arda, Zeynep Bağlan Özer, Reşide Gürses, Banu
Karababa Taşkın). Ankara: Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Başkanlığı.
Uyur, A. E. (2015). Din psikoloji açısından ‘Alfred Adler psikoloji’sinin değerlendirilmesi.
İstanbul.
252
HURUF-I MUNFASILA FİKRİNİN SAVUNUCUSU DOKTOR MİLASLI İSMAİL
HAKKI’NIN “HURÛF-I MUNFASILA NUMÛNESİ VE MENÂFİʿİ HAKKINDA
BİRKAÇ SÖZ” ADLI MAKALESİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ
Ebubekir ERASLAN
Öz
Tanzimat’la birlikte başlayan ve II. Meşrutiyet’le birlikte zirveye çıkan
konuların başında huruf-ı munfasıla fikri gelmektedir. Hem eserleriyle hem
konferanslarıyla hem de kurdurduğu ve kurulmasına vesile olmasını sağladığı
cemiyetlerle harflerin ayrı ayrı yazılması gerektiğini savunan ve bir kamuoyu
oluşturulmasını amaçlayan kişi Doktor Milaslı İsmail Hakkı’dır. 1912 yılına
gelindiğinde Enver Paşa, Doktor Milaslı İsmail Hakkı’nın önerdiği huruf-ı
munfasılaya dayalı yeni yazı sistemini değil Tanin gazetesinin öncülüğünü ettiği
düzeni orduda uygulamaya koymuştur. Savaş zamanı olması sebebiyle bu
sistemin ömrü çok kısa sürmüştür.
Doktor Milaslı İsmail Hakkı; 1912’den sonra da huruf-ı munfasılaya dayalı
yeni yazı sistemiyle ilgili faaliyetlerinde devam etmiştir. Söz gelimi yazdığı
hurûf-ı munfasıla numûnesi ve menâfiʿi hakkında birkaç söz adlı makalesinde
huruf-ı munfasıla fikrini çeşitli örnekler vermiştir. Yazar makalesinde; Arap
harflerini değiştirmeden harfleri ayrı, biraz daha iri ve harflerin arasına birkaç
ünlü harf ekleyerek dünyanın en iyi yazısına sahip olunabileceğini ifade
etmektedir. Ayrıca huruf-ı munfasılanın kabulüyle muasır medeniyet seviyesine
çıkabileceğimizi, Japonların da böyle yaparak ilerlediklerini ve okuma-yazmayı
genele yaydığını; yeni yazının el yazısında da bitişmemesiyle hız ve kolaylık
açısından büyük tasarruf edildiğini belirtmektedir.
Anahtar Sözcükler: Doktor Milaslı İsmail Hakkı, huruf-ı munfasıla, Arap
alfabesi, yazma, harf.
EVALUATION OF THE ARTICLE “A FEW WORDS ABOUT THE
SAMPLE OF HURUF-I MUNFASILA AND ITS BENEFITS” BY
DOCTOR MİLASLI İSMAİL HAKKI, THE DEFENDER OF THE IDEA
OF HURUF-I MUNFASILA
Abstract
One of the discussions that started with Tanzimat and peaked after 1908 was
the idea of the reclamation of letters. Dr. Milasli Ismail Hakki is one of the
people who advocates this idea. Milasli Ismail Hakki, who was a medical doctor
by profession, published newspapers and published books and articles in order to
defend the idea of reforming the letters. Thus, a public opinion was formed and
this public opinion was instrumental in the establishment of the Islah-ı Huruf
Cemiyeti. Dr. Milaslı Ismail Hakkı ensured both the formation of this association
and the publication of the newspaper. The efforts of both the society and
intellectuals who espoused the idea of reclamation of letters came to fruition
during the Balkan war and Enver Pasha implemented the idea of reclamation of
letters. But this situation didn’t last long because of the war.
Dr. Milasli Ismail Hakki has published many works on the correction of
letters before and after the trial. One of the articles he published is his article
"ıslah-ı huruf meselesi”. In this article, the author says that the Arabic letters
should not be left, but that the letters should be reformed after being reevaluated
in a scientific context.
Keywords: Doctor Milasli Ismail Hakki, huruf-ı munfasila, alphabet, writing,
letter.
Dr. Öğr. Gör.; Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi, Kötekli/Muğla,
[email protected].
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 259
253
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
Giriş
Yönünü resmî olarak Tanzimat’la birlikte Avrupa’ya çeviren Osmanlı’da aydınların
üzerinde en çok durdukları konuların başında dil ve bu dilin nasıl yazılacağı konusu gelmiştir.
Ahmet Cevdet Paşa ve Münif Paşa’yla başlayan Arap alfabesinde bir takım değişiklikler,
düzeltmeler yapma fikri neredeyse 70 yıl tartışılmış ve 1908 sonrasında daha somut adımlar
atılmaya başlanmıştır.
1839-1908 yılları arasında yazıda kullanılan Arap harflerini ayrı ayrı yazma, harflerin
arasına harekeler koyma, harflerin arasına sesli harf ilave etme, harfleri noktasız kullanma,
harflerin sayısını azaltma veyahut artırma gibi tartışmaların arasında II. Meşrutiyet sonrasında
huruf-ı munfasıla (harfleri ayrı ayrı yazma) fikri ön plana çıkmıştır. Huruf-ı munfasıla (alfabede
her seslinin harflerin arasına konularak yazılması, daha sonra da harflerin şeklinde değişiklik
yapılarak tüm harflerin ayrı ayrı yazılması) fikriniyse hem eserleriyle (kitap, makale) hem
konferanslarıyla hem de kurulmasını sağladığı cemiyetlerle kamuoyu oluşturulmasını sağlayan
kişi Doktor Milaslı İsmail Hakkı olmuştur.
Doktor Milaslı İsmail Hakkı’nın savunduğu huruf-ı munfasıla fikri Dr. Necmettin Arif
ve Ali Nusret gibi isimler tarafından da kabul görmüş, Recaizade Mahmut Ekrem’in kaleme
aldığı bir davetnameyle dönemin ileri gelen aydınları Darülfünun’da yapılacak toplantıya
çağırılmıştır.
3 Şubat 1911 tarihinde Darülfünun’daki toplantıya Muhtar Paşa, Mahmut Esat, Ata
Bey, Eski Darülfünun Edebiyat Şubesi Müdürü İsmail Hakkı Bey (Baltacıoğlu), Eski Bursa
Mebusu Tahir Bey, devrin Musul Valisi Süleyman Nazif, Sıhhıye Reis-i sanisi Cenap
Şehabettin, Celal Nuri, Celal Sahir ve Dava Vekili Celalettin Arif Bey olmak üzere çok sayıda
kişi katılmıştır. Bu toplantıda on sekiz maddelik bir nizamnameyle Islah-ı Huruf Cemiyeti
kurulmuş ve Yeni Yazı adlı bir gazetenin çıkarılması kararlaştırılmıştır (Akçay, 2007, s. 5).
Literatürde Enver Paşa yazısı olarak da anılan huruf-ı munfasılaya dayalı yeni yazı
sistemi; Ahmed Cevdet Paşa ve Münif Paşa ile başlayan Tamim-i Maarif ve Islah-ı Huruf
Cemiyeti, Islah-ı Huruf Cemiyeti ve Yeni Yazı Öğretme Derneği’nin çabalarıyla Balkan harbi
esnasında hayata geçmiştir. Fakat Enver Paşa huruf-ı munfasıla fikrini uygulamaya koyarken
Doktor Milaslı İsmail Hakkı’nın önerdiği harfleri değil, Tanin gazetesinde neşredilen Ahmed
Hikmet ve Celal Esad’ın önerisini temel almıştır. O dönemde Hatt-ı Cedîd, Hatt-ı Enverî, Ordu
Elifbası ve Alman Yazısı gibi isimlerle adlandırılan bu yeni yazının ömrü savaş sebebiyle uzun
sürmemiştir.
Doktor Milaslı İsmail Hakkı; Tamim-i Maarif ve Islah-ı Huruf Cemiyeti, Islah-ı Huruf
Cemiyeti ve Yeni Yazı Öğretme Derneği’nin kurulmasına öncülük etmiş, fikirlerini halka
ulaştırmak ve yaygınlaştırmak için Teceddüt ve Yeni Yazı adlı gazetelerin ortaya çıkmasını
sağlamış, alfabedeki düşündüğü değişikliklerle ilgili kitaplar ve makaleler neşretmiştir.
Neşrettiği makalelerden birisi de huruf-ı munfasıla dayalı yeni yazıyla ilgili yazdığı Hurûf-ı
Munfasıla Numûnesi ve Menâfiʿi Hakkında Birkaç Söz adlı makalesidir.
1. Doktor Milaslı İsmail Hakkı’nın Hayatı ve Eserleri
1.1. Hayatı
Doktor Milaslı İsmail Hakkı 1869 yılında Muğla’da doğmuştur. Hayatı boyunca dil, tıp,
din ve ahlak bahisleriyle ilgili çeşitli kitaplar ve makaleler yayımlamıştır.
260 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
254
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
Muğla’da bulunduğu sırada medrese eğitiminden de geçen yazar; ilk, orta ve lise
öğreniminden sonra İstanbul’a gelmiş ve burada tıp eğitimi almıştır. Doktor olduktan sonra
görevinin o zamanki Osmanlı coğrafyasının pek çok yerinde farklı unvanlarla sürdürmüş ve
1929 yılında emekli olmuştur.
Doktor Milaslı İsmail Hakkı; II. Meşrutiyet öncesinde daha çok tıbbî yazılar
neşretmişken 1908 sonrasında yönünü dile, alfabeye ve özellikle de huruf-ı munfasıla yazı
sistemine çevirmiştir. Özellikle huruf-ı munfasıla fikrinin geniş kesimlere ulaştırılması için
Teceddüt ve Müceddit isimli gazeteler çıkarmıştır (Özcan ve Bulut, 2013, s. 2).
1944-1945 yıllarında Ankara’da çıkan Kutlu Bilgi adlı derginin yazı kadrosunda da yer
alan yazarın ölüm tarihi pek çok kaynakta yanlışlıkla 1938 olarak gösterilmektedir. Hâlbuki
yazarın hem 1938 sonrasında yayımladığı kitaplar vardır hem de 1940’lı yıllarda çıkan dergide
de yazıları mevcuttur (Çatalbaş, 2014, s. 105; Üzüm, 2002, s. 492).
Doktor; literatürde İzmirli İsmail Hakkı, Ispartalı İsmail Hakkı ve İsmail Hakkılarla
zaman zaman karıştırılmaktadır. Bu karışıklığın önüne geçmek için, eserlerinde de çoğunlukla
Doktor Milaslı İsmail Hakkı adını kullanması sebebiyle, adının Doktor Milaslı İsmail Hakkı
olarak yaygınlaşması ve literatüre yerleşmesi gerekmektedir.
1.2. Eserleri
Hayatı boyunca oldukça velut bir kalem olan yazarın 20 adet telif eseri vardır (Çatalbaş,
2014, s. 102-107; Erat, 1991, s. 236). Bu kitaplardan birisi Arapça, geri kalanları Türkçedir.
Doktor Milaslı İsmail Hakkı, 1915 yılına kadar eserlerinde Milaslı İsmail Hakkı adını,
1915 ve sonrasındaki eserlerinde Doktor Milaslı İsmail Hakkı adını kullanmıştır. Yazarın telif
tek Arapça kitabındaysa adı İsmail Hakkı el-Milasî olarak geçmektedir.
40 s.
1899-1946 yılları arasında yayımladığı kitapların listesi tarih sırasına göre şöyledir:
Frengi İlleti Hakkında Herkese Elzem Olan Malumat, İstanbul, Asır Matbaası, 1899,
Namazın Tıbben Faydası, İstanbul, Tahir Bey Matbaası, 1899, 24 s.
Frengi İlletinin Tedavi-i Umumîsi ve Bazı Emraz-ı Zühreviye-i Saire, İstanbul, Asır
Matbaası, 1901, 328+17 s.
Tamim-i Maarif ve Islah-ı Huruf, İstanbul, A. Asaduryan Matbaası, 1908, 24 s.
Din-i İslam ve Ulum ve Fünun, İstanbul, Numune-i Tıbaat, 1910, 334 s.
Sıtma ve Sıtmalı Yerlerde Çare, İstanbul, İkdam Matbaası, 1911, 16 s.
İçki Beliyyesi ve Kurtulmanın Çareleri, İstanbul, Hilal Matbaası, 1915, 84 s.
Yeni Yazı ve Elifbası, İstanbul, Hürriyet Matbaası, 1915, 20 s.
Yeni Harflerle Elifba, İstanbul, Matbaa-i Hayriye ve Şürekası, 1917, 47 s.
Kuran Tercüme Edilebilir Mi ve Yeni Vadide Fatiha Tercüme ve Tefsiri, İstanbul,
Hukuk Matbaası, 1919, 15 s.
Malarya Yani Sıtma Hakkında Kimler Neler Bilmeli?, İstanbul, Hilal Matbaası,
1923, 32 s.
Tezkiyetü’l-Lühum fi’l-İslam1, İstanbul, Matbaatü’l-Adl, 1923, 22 s.
Hakikat-i İslam: Anglikan Kilisesinin Sualleri Münasebetiyle Yazılmıştır, İstanbul,
Hilal Matbaası, 1924, 221+3 s.
1
Eserin dili Arapçadır.
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O255
O K 261
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
Latin Hurufu mu Kendi Harflerimizi Islah mı?, İstanbul, Hilal Matbaası2.
İslam Dininde Etlerin Tezkiyesi3, İstanbul, Ahmet Sait Matbaası, 1933, 31 s.
Kuran’a Göre Hazreti İsaʼnın Babası, İstanbul, Ankara Matbaası, 1934, 88 s.
Kuran’ın Mucizeleri ve Müteşabih Ayetlerin Tefsirleri, İstanbul, Türkiye Matbaası,
1935, 165 s.
Hristiyanlık ve Müslümanlık, İstanbul, Türkiye Matbaası, 1935, 133 s.
Kadir Gecesinin Doğru Manası Nedir ve Asıl Sevabı Nereden Geliyor?, İstanbul,
Reklam Basımevi, 1936, 15 s.
Dinimizi Bilelim ve Bildirelim, Ankara, Yeni Cezaevi Basımevi, 1946, 47 s.
Doktor Milaslı İsmail Hakkı, muhafazakar kesimin o dönem yayın hayatındaki yegane
sesi olan Sıratımüstakim/Sebilürreşat dergisinde toplamda 27 adet makale yayımlamıştır (Şen,
2013, s. 265-266). Ayrıca 1918’de Türk Yurdu, Türk Derneği, Yeni Yazı dergi ve gazetelerinde
1’er adet; 1925 yılında Çanakkale Muallimler Birliği Dergisi’nde 3 tane makalesini
neşretmiştir. 1944-1945 yılları arasında Kutlu Bilgi adlı dergide de 6 adet makalesi çıkmıştır
(Üzüm, 2002, s. 492). Yayın hayatında yazar, şu an için tespit edebildiğimiz kadarıyla, 39 adet
makale yazmıştır.
Yazarın makalelerinde de başlangıçta kullandığı isim İsmail Hakkı (Milaslı Doktor),
Milaslı İsmail Hakkı, İsmail Hakkı (Doktor Milaslı), Milaslı İsmail Hakkı (Doktor)’ken
1919’dan 1934’e kadar sadece Doktor Milaslı İsmail Hakkı adını kullanmıştır. Soyadı kanununu
çıktıktan sonra da Milaslı soyadını almış ve yazılarını İsmail Hakkı Milaslı olarak çıkarmaya
devam etmiştir.
1910-1945 yılları arasında yayımladığı makaleler kronolojik olarak şöyledir:
Din-i İslam ve Ulum-ı Fünun Namındaki Eser-i Mutebereden, İstanbul, Sırat-ı
Müstakim, 14 Temmuz 1910, c. 4, s. 97, ss. 329-330.
Tasvir-i Efkar ve Elifbamız, İstanbul, Türk Derneği, 1911, yıl 1, s. 6, ss. 190-198.
Islah-ı Huruf Meselesi, İstanbul, Sebilürreşat, 26 Haziran 1913, c. 10, s. 250, ss. 262263.
Yeni Yazının El Yazısında Da Bitişmemesi Büyük Meziyettir, İstanbul, Sebilürreşat,
2 Nisan 1914, c. 12, s. 290, ss. 70-71.
İnsafa Davet, İstanbul, Yeni Yazı, 8 Mayıs 1914.
Sebilürreşat Ceride-i İslamiyesine: Müslüman Kardeşlerime, İstanbul, Sebilürreşat,
20 Mayıs 1915, c. 14, s. 339, ss. 5-6.
Türk Ocağı Konferansları: Milliyet ve Terbiye, İstanbul, Türk Yurdu, 16 Şubat 1918,
c. 14, s. 3 (153), ss. 86-94.
Kuran-ı Kerim Tercüme Olunabilir mi?, İstanbul, Sebilürreşat, 5 Şubat 1919, c. 15,
s. 390, ss. 447-449.
Tefsir, İstanbul, Sebilürreşat, 13 Şubat 1919, c. 16, s. 391, ss. 1-3.
Düello, Şerî Şerife Muvafık Olabilir mi?, İstanbul, Sebilürreşat, 27 Şubat 1919, c.
16, s. 393, ss. 39-40.
Din ve Asrîlik, İstanbul, Sebilürreşat, 17 Nisan 1919, c. 16, s. 408-409, ss. 168-171.
2
3
Esere fiziki olarak ulaşılamadığından kaynaktaki bilgi verilmiştir (Erat, 1991, s. 236).
Arapça olan yukarıdaki eserin Türkçe tercümesidir.
262 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
256
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
İçkilerin Amerika’da Resmî Memnuiyeti: Acaba Hangisi Asrîlik? (Asrîliği Yalnız
Kadınları Açmaktan İbaret Bilen Büyük Mecmuacılara), İstanbul, Sebilürreşat, 1 Mayıs 1919, c.
16, s. 410-411, ss. 191-193.
İçkilerin Menine Çalışmak Lüzumu, İstanbul, Sebilürreşat, 8 Mayıs 1919, c. 16, s.
412-413, ss. 206-208.
Hâlâ Eski Yanlış Yollara Gidiyoruz (Rıza Tevfik Bey’in Darülfünun’daki Nutukları
Münasebetiyle), İstanbul, Sebilürreşat, 22 Mayıs 1919, c. 16, s. 416, ss. 232-234.
Hukukumuzu Muhafaza için Nasıl Çalışmalıyız?, İstanbul, Sebilürreşat, 29 Mayıs
1919, c. 17, s. 417-418, ss. 10-12.
İşlerini Na-ehil Ellere Tevdi Eden Milletler Yaşayamazlar, İstanbul, Sebilürreşat, 5
Haziran 1919, c. 17, s. 419-420, ss. 22-24.
Verilen Sözü Tutmak, Sıdk-ı Ahd, Sıdk-ı Vaad, İstanbul, Sebilürreşat, 12 Haziran
1919, c. 17, s. 421-422, ss. 40-43.
Müslümanlar Neden Geri Kaldılar ve Niçin İlerleyemiyorlar?, İstanbul, Sebilürreşat,
19 Haziran 1919, c. 17, s. 423-424, ss. 56-59.
Başka Milletler Niçin Terakki Ediyorlar, Biz Niçin Edemiyoruz?, İstanbul,
Sebilürreşat, 10 Temmuz 1919, c. 17, s. 427-428, ss. 86-88.
Geri Kalmaklığımızın Sebebi Dinimiz Midir? Usulsüzlüğümüz müdür? Daha Başka
Bir Şey Midir?, İstanbul, Sebilürreşat, 17 Temmuz 1919, c. 17, s. 429-430, ss. 102-104.
Milletlerin Terakkisinde Elifbanın Hissesi, İstanbul, Sebilürreşat, 24 Temmuz 1919,
c. 17, s. 431-432, ss. 119-122.
Huruf-ı Munfasıla Numunesi ve Menafii Hakkında Birkaç İstanbul, Sebilürreşat, 14
Ağustos 1919, c. 17, s. 435-436, ss. 154-155.4
Milletimiz için Müthiş Tehlike Sıhhatsizliktir. Teşkilat-ı Sıhhiyemiz Nasıl Olmalı?,
İstanbul, Sebilürreşat, 21 Ağustos 1919, c. 17, s. 437-438, ss. 167-171.
Aksekili Ahmed Hamdi Efendi’nin “Dini Dersler” Kitabı Mühim Bir Eksiğimizin
İtmamına Doğru Bir Hatve, İstanbul, Sebilürreşat, 25 Eylül 1919, c. 17, s. 442, ss. 219-221.
[Hilal-i Ahdar Cemiyeti] Doktor Milaslı İsmail Hakkı Beyefendi’nin Nutku,
İstanbul, Sebilürreşat, 1 Nisan 1920, c. 18, s. 462, ss. 236-237.
Ahlak Bahsi: Büyük Millet Meclisinde Fuhşun Meni Hakkında Musib Tedbirler
Düşünülmesi, İstanbul, Sebilürreşat, 10 Ocak 1924, c. 23, s. 583, ss. 163-166.
Maarifçilerimize: Akl-ı Salah, Bizde İlm-i Terbiye-i Etfal Niçin Olmuyor? İstanbul,
Sebilürreşat, 14 Şubat 1924, c. 23, s. 588, ss. 249-252.
İntihar: İlm-i Ahlak ve Din Nazarında (1): Müslümanlar Arasında İntiharların
Çoğalması Münasebetiyle, İstanbul, Sebilürreşat, 24 Ocak 1924, c. 23, s. 585, ss. 199-201.
İntihar: İlm-i Ahlak ve Din Nazarında (2) : Müslümanlar Arasında İntiharların
Çoğalması Münasebetiyle, İstanbul, Sebilürreşat, 31 Ocak 1924, c. 23, s. 586, ss. 210-212.
Sıhhî Sütun Sıtma, Çanakkale Muallimler Birliği Dergisi, 24 Temmuz 1925, s. 3, ss.
10.
Sıhhî Sütun Sıtma, Çanakkale Muallimler Birliği Dergisi, 15 Ağustos 1925, s. 4, ss.
12
Sıhhî Sütun Sıtma, Çanakkale Muallimler Birliği Dergisi, 31 Ağustos 1925, s. 5, ss. 8-10.
Bu makalenin adı hemen hemen tüm yazılarda Ne, Nasıl, Niçin Yazmalıyız? şeklindedir. Fakat bu bilgi doğru
değildir. Çünkü hem Ne, Nasıl, Niçin Yazmalıyız? yazısından sonra N. rumuzuyla makalenin yazarı belirtilmiştir hem
de makalenin bittiği metin içi işaretle gösterilmiştir.
4
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O257
O K 263
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
Düello: İlm-i Ahlak ve Din Nazarında, İstanbul, Sebilürreşat, 31 Ocak 1925, c. 23, s. 586, ss.
212-213.
Ahlak Vazifeleri I, Ankara, Kutlu Bilgi, 01.11.1944, s. 4, ss. 101-103.
Ahlâk Vazifeleri II, Ankara, Kutlu Bilgi, 01.12.1944, s. 5, ss. 133-136.
Ahlâk Vazifeleri III, Ankara, Kutlu Bilgi, 01.01.1945, s. 6, ss. 167-170.
Ahlak Vazifeleri IV, Ankara, Kutlu Bilgi, 01.03.1945, s. 6, ss. 198-201.
Ahlak Vazifeleri V, Ankara, Kutlu Bilgi, 01.04.1945, s. 8, ss. 231-234.
Memleketimizde Tifüse Karşı İlk Fenni Savaş, Ankara, Kutlu Bilgi, 01.05.1945, s. 9, ss. 273275.
2. Sebîlürreşât Dergisi
183. sayısına kadar Sırâtımüstakîm, 183. sayısından itibaren de Sebîlürreşât adıyla 1908-1925
yılları arasında matbuat aleminde yer alan dergi; Mehmet Akif’in desteği ve Eşref Edip’in gayretiyle
çıkarılmıştır. İlk sayısından son sayısına kadar döneminin önde gelen pek çok aydını, şairi, yazarı, din
âlimi, hatibi derginin yazı kadrosunda yer almıştır. Zaman zaman sansüre, yasaklara, işgale takılan dergi;
İstanbul dışında da Milli Mücadele’ye destek olmak amacıyla Kastamonu ve Ankara’da da
yayımlanmıştır (Efe, 2009, s. 251).
Doktor Milaslı İsmail Hakkı, Sırâtımüstakîm/Sebîlürreşât dergisinde 1910 yılından itibaren
yazmaya başlamış ve derginin son yayım yılı olan 1925’e kadar burada makale neşrini sürdürmüştür.
Doktor Milaslı İsmail Hakkı burada dinî, fikrî, lisanî, ahlakî ve sıhhî konularda makalelerini çıkarmıştır.
3. Sebîlürreşât’taki “Hurûf-ı Munfasıla Numûnesi ve Menâfiʿi Hakkında Birkaç Söz”
Makalesi
3.1. Osmanlı Türkçesiyle Yazılmış Metin
Belge 1 : Hurûf-ı Munfasıla Numûnesi ve Menâfiʿi Hakkında Birkaç Söz
264 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
258
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
Belge 2 : Hurûf-ı Munfasıla Numûnesi ve Menâfiʿi Hakkında Birkaç Söz
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O259
O K 265
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
3.2. Osmanlı Türkçesiyle Yazılmış Metnin Latin Harflerine Aktarılması
Bismillâhirrahmânirrahiym
Rabbiyessirvelâtüassir
rabbitemmimbilhayri
Medde
Üstün
Esre
Kalın
Ördekteki
Üzümdeki
Olmaktaki
Üçüzdeki
esre
ötre
ötre
ötre
ötre
A
E
İ
Kalın I
EU
U
O
OU
Ana
Ebe
İlik
Ilık
Ödünç
Üzüm
Odun
Uzun
266 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
260
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
Bizim bu derece geri kalmamızın en büyük sebebi yazımızın fennî olmamasıdır; bir kere
bu yeni yazıyı kabûl etsek nisbetle pek az bir zamanda selâmet ve saâdetlerimizi Allah’ın
inâyetiyle te’mîn edeceğimiz şüphesizdir.
Fetha-i sakîleler için yalnız ( ) ا5 ( ) ا ﻞ م ا ﻦ6 kullanılıp bu (
harekelerde kullanmak muvâfık olur
7
) meddesini memdût
gibi.
Bu yeni yazıyı küçük büyük herkes kolayca öğrenebilir.
Hurûf-ı Munfasıla Numûnesi ve Menâfiʿi Hakkında Birkaç Söz
ʿÂlem-i İslâm’ın geri kalması başka milletlerin müthiş terakkîleri esbâbının hâlline dâir
yazdığım dört makâlenin netîcesinde bütün âlem-i İslâm’a ʿâmm u şâmil olarak yalnız dînimiz
ile resm-i hattımız mevcût olup gösterilen diğer esbâbın bütün âlem-i İslâm’a şâmil
olamayacağını ve dînimizin her türlü terakkiyât-ı medeniye ve saʿâdât-ı maddiye ve maʿneviye
için en büyük bir lutf-ı İlâhî olduğunun yâr u ağyâr nazarında ʿilmen sâbit olmuş bir hakîkat-i
bâhire bulunduğunu fakat muttasıl yazımız mukteziyât-ı fenniyeye tevâfuk etmediğinden bütün
Elif.
Alman.
7
âmâl
5
6
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O261
O K 267
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
geriliklerimizin o yüzden neşʼet ettiğini etrâfıyla ʿarz ve ispât etmiştim. İşte bu defʿa hurûf-ı
ʿArabiyemizi hiç değiştirmeksizin gâyet kolay ve basît bir tarzda iri iri yazarak ve aralarına
lâzım gelen sâʼitler ʿilâve edilerek dünyânın en mükemmel bir yazısına mâlik olacağımızı irâʼe
için bâlâdaki nümûneleri derç ediyoruz.
Bu tarzın kabûlü hâlinde Allah’ın ʿinâyetiyle bizim de Japonlar gibi ve belki dahâ
kolaylıkla terakkî ederek meʼmûl edilmeyecek kadar az vakitte kendimizi kurtaracağımızda
şüphe yoktur. Zîrâ bu sûretle iki üç sene zarfında köylülerin çoğu din ve diyânetlerini ve sıhhat
ve servetlerini muhâfaza için lâzım gelen maʿârifi yetecek kadar edinebileceklerdir.
Japonlar da ancak Hiragana ismindeki yeni yazılarını yaptıktan sonra ilerleyebilmişler,
yazılarını dediğimiz vech ile fennîleştirmezden evvel terakkî edememişlerdir. Yeni yazımız tedkîk
edilecek olursa Latin harflerine ve bütün milel-i mevcûde yazılarına sürʿat, sühûlet, vuzûh ve
ihtisârca ve’l-hâsıl her cihetçe fâʼik olduğu anlaşılır. Yalnız ezberden hükmetmeyip defaʿât ile
yazıp mukâyese buyurulmasını ricâ ederiz.
Eski kitaplarımızı ancak bu yeni yazı ile ihyâ edebileceğimiz de muhakkaktır. Çünkü
okuryazarlarımızın pek ziyâde azlığı yüzünden kitâp okuyan ve satın alanlarımız o kadar azdır
ki zavallı kitapçıklarımız kütüphâne dolaplarında [155] çürümekte olduğu gibi kitâpçılarımız,
müʼellif ve muharrirlerimiz, tâbiʿlerimiz işlerini hîç terakkî ettirememektedirler. Basılıp
meydâna çıkarılmalarından istifâde edilecek ne kadar kitâplarımız vardır ki tabʿ masrafını
çıkaramamak korkusundan metrûk bir hâlde kalmaktalardır. Eğer yeni yazı kabûl edilirse
okuryazarlarımız az vakitte çoğalıp kitâp müşterîleri artacağını ve hangi bir kitap basılsa
mutlakâ az çok ticâret teʼmîn edeceği cihetle yirmi otuz sene zarfında kütüphânelerimizdeki
nâfiʿ kitâpların çoğu yeni yazı ile basılarak zıyâʿ ve hasârdan kurtarılacaklardır.
Bâhusûs yeni yazı Latin hurûfu gibi ecnebî bir yazı olmayıp esâs yine eski
harflerimizden olduğundan azıcık tahsîl görmüş kimseler eski yazı ile yazılmış kitâpları da pek
kolay okuyabilirler. Hele yeni yazının fennî olması sâyesinde dimâğlar yorulmadan,
bozulmadan tahsîle devâm edilebileceği cihetle eski kitâpları dahâ mükemmel sûrette tedkîk
edebilecek zevât pek çok yetişecektir.
Baʿzı kimseler bu yeni yazının tek tek yazılmasını sürʿate mâniʿ zannediyorlar. O cihetle
“el yazılarında Latin hurûfu tarzında bitişse iyi olacaktır.” diyorlar. Hâlbûki mesʼele tamâmen
ʿaksinedir. Latin hurûfu tarzında bitiştirmenin kelimeyi el kalkmadan bir çırpıda çıkarmasında
görülen sürʿat ve sühûlet bir galat-ı histir. Biz bunu ʿamelî ve nazarî sûrette ispâta hâzırız:
Meselâ ى و ﺲ و ﻒ8 kelimesi yeni yazıda tek tek yazılabildiği gibi Latin harflerinde olduğu vech
ile harfler bozulmaksızın uçları birbirine vasl edilerek birleştirilebilir. Şimdi önümüze bir
sâniyeli sâʿat alıp bu kelimeyi bir dakîka tek tek harflerle yazacak olursak otuz ى و ﺲ و ﻒ9
yazabiliriz ve kalemimiz ancak üç kere şaşırır. Fakat Latin harfleri tarzında bitiştirerek
yazarsak dakîkada ancak yirmi beş defʿa yazabiliriz. ʿAcaba bunun sebebi nedir? Onu da
nazarî olarak ispât edelim: Tek tek yazmaktaki sürʼat ve sühûletin bir sebebi, insanın harfleri
munfasıl yazarken gerek ellerinin ve gerek dimâğının basît şeylerle meşgūl olması; bitiştirmekte
ise bi’l-ʿakis külfet bulunmasıdır.
İkinci sebep de gerek harfler tek tek yazılsın gerek Latin hurûfu gibi bitiştirilsin
harekâtın ʿadedi ʿaynıdır. Yalnız fark kalemin kâğıt üzerinde veya havâdan gitmesindedir. Tek
8
9
Yûsuf.
Yûsuf.
268 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
262
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
tek yazıldığında kalem havadan gider, el için kolaylık vardır. Bitiştirildiği vakit ise kalem
kâğıdın mukâvemetine dûçâr olduğundan el dahâ ziyâde yorulur, yazı daha ağır olur ve zâten
biz tek tek harflerle yazı yazmaya alışkınız ve hiç güçlüğü de yoktur. Bu bâpta Türkçeden ve
ʿArapçadan intihâp ettiğimiz şu misâllerden mes’ele pek kolay anlaşılır:
Türkçe misâl:
10
.ا و ر د ى
درت اوردك
11
ادم اون
.و ا ر د ر
.ا د ا ر ه د ه د ر
12
13
آو
درهدن اوچ
اوواده
اوراق
وارد
ازون
دون
دوز
اوردودن
.ا و ر ا د ن آ ل
Arapça misâl:
14
Hâsılı kelâm; eğer biz muttasıl yazımızla kalırsak ne kadar taʿdîlât yapılsa ve ne kadar
çalışılsa pek büyük sühûlet ve terakkiyâta mazhar olmuş milletlerle hem-hizâ olabilmemizin
mümkün olamayacağı artık herkesçe anlaşılmış olduğundan bu bâpta vakit kaybedecek
zamanımız yoktur.
Bu yeni yazı ile hem ʿâlem-i İslâm’ın önündeki mâniʿa-i ʿazîmeyi kaldırmış hem de
Latin hurûfunu kabûl ettirmek için uğraşmakta olan Frenk-perestânın önüne set çekerek ʿâlem-i
İslâm arasında te’sîs edilmek istenen vahîm bir tefrika temelini yıkmış olacağız. Şurasını tekrar
edelim ki köylüler ve ekseriyet yalnız yeni yazı ile kendilerini kurtardıkları gibi tahsîllerini
ilerletenler eski yazıyı da pek kolay okuyup yazabileceklerdir. Nitekim Japonlar da böyle
yapmışlardır. Hem yeni yazı ile maârifi taʿmîm etmişler hem de eski yazılarını tahsîl-i ʿâlî
erbâbı arasında muhâfaza etmişlerdir.
Ve’l-hâsıl bütün Müslümanların ve bâ-husûs vâlide olacak kadınlarımızın az vakit
içinde okuyup yazmak öğrenerek dinini, dünyâsını bilir; ʿaklı, vücûdu, ahlâkı sağlam nesil
yetiştirebilmeleri ve bu sûretle bi-ʿavnihî teʿâlâ her türlü saʿâdet ve selâmetlere muvaffak
olabilmemiz için başka çâre yoktur.
Ve bu yeni yazının ʿâlem-i İslâm için en ʿâcil ve en zarûrî bir ihtiyâç olup bir ân evvel
tatbîk ve taʿmîmi lüzûmuna dâʼir ʿulemâ-i ʿArap tarafından dahi fetvâlar verilmiştir.
15
Dün Uzun Dere’den üç adam on dört ördek vurdu.
Düz ovada av vardır.
12 Ordudan vârid evrâk idârededir.
13 Oradan al.
14 Bu Arapça ibare de huruf-ı munfasılaya göre yazılmıştır.
15
Hud Suresi (11/88) “Fakat başarmam Allah’ın yardımına bağlıdır. Yalnız ona dayanıyor ve ona yöneliyorum.
10
11
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O263
O K 269
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
Gâyet mühim bir ricâ bu yeni yazı bundan sonra öğrenecekler içindir. O cihetle
kimsenin hâtırına yeniden ʿacemî olacağız gibi bir mülâhaza gelmemesini ve yalnız milletin
istikbâli için çalışılmasını pek ziyâde ricâ ederiz. Bu da mekteplere bu yazının da ʿilâve
olunması ve ibtidâʼî mekteplerinde bununla başlanması için hükûmet nezdinde her vâsıta ile
teşebbüs etmek ve millet arasında yeni yazının menfaʿatini anlatmak için uğraşmakla olur.
Doktor Milaslı İsmail Hakkı
3.3. “Hurûf-ı Munfasıla Numûnesi ve Menâfiʿi Hakkında Birkaç Söz” Makalesinin
Değerlendirmesi
1839 sonrası başlayan 1908 sonrasında zirveye çıkan konuların başında alfabe meselesi
gelmektedir. Tanzimat’la başlayan bu süreçte pek çok yazar Arap alfabesiyle ilgili çeşitli
görüşler ortaya atmışlardır. Bazıları harfleri değiştirmek, bazıları harfleri ayrı ayrı yazmak,
bazıları yeniden harekeli yazmak, bazıları harekleri yukarıya ya da aşağıya değil ortaya yazmak
gerektiğini savunmuşlardır. Bu ve buna benzer görüşlerin tamamında ortak payda Arap
harfleriyle ilgili mutlaka bir değişiklik yapılması fikriydi. Fakat uygulama örneklerinde
ayrılıklar bulunmaktaydı.
Alfabeyle ilgili fikirlerin en başında gelen ve en çok savunulan ve de kısa da olsa
Balkan harbi zamanında hayata geçirilebilen tek sistem huruf-ı munfasıla, yani harflerin
birleşmeden ayrı ayrı yazılması, gelmektedir. Huruf-ı munfasıla fikrinin hem eserleriyle hem
verdiği konferanslarıyla, hem de çıkardığı veya çıkmasına vesile olduğu gazeterlerle,
kurdurduğu veyahut destek çıktığı cemiyetlerle ete kemiğe büründüren ve bunun literatür
bilgisini ortaya koyan kişi Doktor Milaslı İsmail Hakkı olmuştur.
Doktor Milaslı İsmail Hakkı, makalenin başlığında da bahsedildiği üzere ilk olarak yeni
yazı örneklerine yer vermiştir. Sebîlürreşât gibi dergide yazan ve dinî pek çok eseri de olan
yazar, klasik geleneğe bağlı kalarak ilk olarak besmeleyle daha sonra işleri kolaylaştırdığı
düşünülen rabbi yessir duasıyla yeni yazı örneğine yer vermektedir. 1919 yılında yayınlanan
yazarın bu makalesinden önce Balkan harbinde denenen yeni yazı (huruf-ı munfasıla) artık
gündemde eski yoğunluğu kadar olmadığı bir vakitte bile yazar, belki de kendi önerisi kabul
edilmediği için, fikrini savunmak için yazılarını çıkarmaya devam etmektedir. Nitekim yazarın
Balkan harbinden sonra yeni yazı örneklerini ve yeni yazının faydalarını da anlatığı Tamim-i
Maarif ve Islah-ı Huruf, Yeni Yazı ve Elifbası, Yeni Harflerle Elifba adlı eserleri de mevcuttur.
Yazar daha sonra yeni yazıdaki ünlüleri gösteren bir tabloyu okurlarına sunmaktadır.
Tabloya göre ünlülerin seslendirilmesinde harekeler önde gelirken esre/kalın esreyle aslında
yazarın kalınlık-incelik uyumunu yakaladığını bir an düşünsek de diğer ünlülerde buna
değinmediğini görmekteyiz. Ayrıca eu’yla ö, ou’yla da u harfi bir nevi transkribe etmektedir.
Hâlbuki yazar üstte verdiği örneklerden hareket etse ve tek sesi tek bir harfle verse fonetik
açısından belki de daha sağlıklı bir yola girmiş olacaktı.
Yazar 1908 sonrası kurulan Talim-i Maarif ve Islah-ı Huruf Cemiyeti’nin faaliyetlerine
katılmıştır. Bu cemiyet sadece Türkiye’de yazılan Arap harflerini değil, diğer Müslüman
coğrafyalarında da kullanılan Arap harflerinin ıslah edilmesini savunmuştur. Nitekim bu amaç
270 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
264
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
için Mısır’da yirmi sayfalık el-Hattu’l-Cedîd16 adında bir risaleyle El-Hilâlü’l-Osmânî
Cerîdesi17 adlı bir de gazete çıkarılmıştır.
Doktor Milaslı İsmail Hakkı’nın makalesinin öncesinde verdiği örneklerde 1908
sonrasında çokça tartışılan geri kalmışlığı yazıya (alfabeye) sebebiyle olduğu düşüncesine şöyle
cevap vermektedir:
Bizim bu derece geri kalmamızın en büyük sebebi yazımızın fennî olmamasıdır; bir kere
bu yeni yazıyı kabûl etsek nisbetle pek az bir zamanda selâmet ve saâdetlerimizi Allah’ın
inâyetiyle te’mîn edeceğimiz şüphesizdir.
Yazar hurûf-ı munfasıla numûnesi ve menâfiʿi hakkında birkaç söz adlı makalesinde
şunları söylemektedir:
İslam âleminin geri kalmasının nedenlerini sıraladığı dört makalesinde18 bizim diğer
milletlerin terakkilerinden geride olmamızın İslam diniyle ilgili olmadığını, tam tersi dînimizin
her türlü terakkiyât-ı medeniye ve saʿâdât-ı maddiye ve maʿneviye için en büyük bir lutf-ı İlâhî
olduğunu dile getirmekte ve bunun ʿilmen sâbit olmuş bir hakikati sağladığını, bizim tek
engelimizin birleşik yazdığımız Arap harflerimizi fen dairesine uydurmamamız olduğunu ifade
etmektedir. Huruf-ı munfasılayı hayata geçirirken asla ve asla Arap harflerini hiç
değiştirmeksizin gâyet kolay ve basît bir tarzda iri iri yazarak ve aralarına lâzım gelen ünlüler
ʿilâve edilerek dünyânın en mükemmel bir yazısına mâlik olacağımızı ve bu yeni yazının
örneklerini üst tarafta19 verdiğini söylemektedir. Yazar ilk paragrafta fen dairesinde Arap
harflerinin revize ettikten sonra biraz daha büyük yazarak ve harflerin arasına ünlü harf koyarak
dünyanın en mükemmel yazısı olan huruf-ı munfasılanın elde edileceğini iddia etmektedir.
II. Meşrutiyet sonrasında İslamî kesim Japonya’yı moderneleşmede her alanda örnek bir
ülke olarak göstermektedir. Nitekim makalenin ikinci paragrafında da bu tarzın kabûlü ile
kendimizi kurtaracağımızda şüphe olmadığını, kolaylıkla terakkî edilebileceğimizi söyleyen
yazar; iki üç sene zarfında köylülerin çoğunluğunun kendileri için lâzım gelen maʿârifi yetecek
kadar edinebileceklerini ifade etmektedir. Burada aslında hem makalenin hem de huruf-ı
munfasıla fikrinin en temel amacı ortaya çıkarmaktadır. Hem Tanzimat hem de Meşrutiyet
aydınlarının en büyük amacı halka bir an evvel ve çabucak okuma yazma öğretmektir. Aslında
Arap alfabesinde uygulamayı düşündükleri değişikliklerinin de ana nedeni budur. Aydınların ve
dolayısıyla devlet ricalenin bu amaçları ortak olsa da yöntemleri farklı olmuştur. Kimi
okullaşmanın artmasını, kimi dilin sadeleşmesini, kimi alfabenin değişmesini, kimi de Doktor
Milaslı İsmail Hakkı gibi harflerin ıslahını savunmuştur.
Yazar Japonların terakkilerini Hiragana20 adını verdiklerini yeni yazı sistemiyle
gerçekleştirebildiklerini yoksa modernleşemeyeceklerini, bu yüzden Hiragana’nın Türk usulü
olan huruf-ı munfasılanın kabulüyle bizim de ilerleme katedebileceğimizi; bu yeni yazının
incelendiğinde hem Latin harflerinden hem de diğer tüm milletlerin kullandığı alfabelerden hız,
“Yeni Yazı” anlamına gelen bu eser, 20.10.1896 tarihinde el-Muktetaf dergisinin onuncu bölümü olarak Kahire’de
olarak yayınlanmıştır. (Özünlü, 2020)
17 Mısır’da Abdülaziz Çaviş tarafından Müslümanlığın ve Osmanlılığın müdafaasını yapmak amacıyla siyâsî, iktisâdî,
edebî Türkçe, Arapça günlük bir gazete çıkarmışlardır. (bk. Matbuat, “Sebilürreşat”, c. 8, sayı 185, 21.03.1912, s. 51)
18
Yazarın bahsettiği dört makale şunlardır: İşlerini Na-ehil Ellere Tevdi Eden Milletler Yaşayamazlar, Müslümanlar
Neden Geri Kaldırlar ve Niçin İlerleyemiyorlar?, Başka Milletler Niçin Terakki Ediyorlar, Biz Niçin Edemiyoruz?,
Geri Kalmaklığımızın Sebebi Dinimiz Midir? Usülsüzlüğümüz Müdür? Daha Başka Bir Şey Midir?,
19 Yazının başlığından önce verilen yeni yazı örnekleri Latin harflerine yapılan aktarımda üstte gösterilmiştir.
20
Japonya’da kullanılan bir yazı sistemi olup Çince kökenli yazı karakterlerinin hızlı yazılmasıyla oluşmuştur.
16
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O265
O K 271
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
kolaylık, açıklık ve sadelik bakımından üstün olduğunun anlaşılabileceğini söylemektedir.
Ayrıca kendisi de bir hekim olan yazar, kimsenin öne sürdüğü fikre ezberden hükmetmeden
evvel defaʿât ile yazıp karşılaştırma yapmasını herkesten rica etmektedir.
Doktor Milaslı İsmail Hakkı; huruf-ı munfasıla ile eski kitapların ihya edilebileceğini
söylemektedir. Yine yazar okuryazarlarımızın azlığı yüzünden kitapçıklarımızın kütüphane
dolaplarında çürümekte olduğunu; kitapçılarımız, müellif, muharrirlerimiz ve tâbilerimizin
işlerinin iyi gitmediğini; aslında basılıp meydâna çıkarılmalarından istifâde edilecek ne kadar
kitâplarımız olduğunu fakat basım masrafını çıkaramamak korkusundan eserlerin metrûk bir
hâlde kaldığını söylemekte ve eğer yeni yazı kabûl edilirse okuryazarlarımız az vakitte
çoğalacak, kitap müşterileri artacak, hangi türde kitap basılırsa basılsın mutlaka eserin alıcısı
olacak, yirmi otuz sene zarfında kütüphânelerimizdeki yararlı kitapların çoğu yeni yazılayla
basılırak unutulmaktan ve de hasardan kurtarılmış olacağını söylemektedir.
Görüldüğü üzere yazarın yeni yazı dediği huruf-ı munfasılanın kabul edilmesiyle
okuryazarlık oranın artacağını, eski kitapların yeni basımlarının yapılarak bu kitapların
korunacağını, kitap basım masraflarının azalacağını, kitap müşterilerinin de 20-30 sene de
artacağını ifade etmektedir.
Özellikle huruf-ı munfasılaya dayalı yeni yazının Latin harfleri gibi yabancı bir sistem
olmadığını, eski harflerimizin (Arap harfleri) içinden çıktığı için eski usülle okuma yazma
bilenler bu yeni yazıyla yazılacak eserleri kolaylıkla okuyabileceklerini iddia etmektedir. Hatta
yazar, yeni yazının fennî olması sâyesinde beyinlerin yorulmadan, bozulmadan tahsîle devâm
edilebileceğini ve böylece eski kitâpları dahâ mükemmel sûrette incelenip araştırılacağını ve bu
alanda pek çok uzman kişilerin yetiştirilebileceğini makalesinde yazmaktadır.
Yazar yazısının ilerleyen bölümlerinde yeni yazıyla ilgili eleştirilere cevap vermektedir.
Yazar, söz konusu eleştirilerin başında yeni yazının tek tek yazıldığı için yazıda hızı azalttığı ve
bu yüzden Latin harflerinde olduğu gibi yeni yazının el yazısında da bitiştirilerek yazılması
gerektiğini mesele edinenlere gelmektedir. Yazar hâlbûki mesʼele tamâmen ʿaksine diyerek
cevap vermeye başladığı karşı eleştirisinde, yeni yazıyı el yazısında Latin harfleri gibi
birleştirmenin kelimeyi el kalkmadan bir çırpıda çıkarmasında görülen hız ve kolaylık
duygusunun gerçeği yansıtmadığını ve bu fikrini ʿamelî ve nazarî sûrette ispâta hazır olduğunu
beyan etmektedir. Yazar fikrini amelî olarak ispat etmek için önümüze bir saat alarak Arap
harfleriyle bir dakikada tek tek yazacağımız Yusuf kelimesiyle toplamda otuz kez Yusuf
yazabileceğimizi elimizin ancak üç kez şaşıracağını belirtmektedir. Fakat Latin harflerinde
olduğu gibi Arap harflerini de birleşik yazdığımız takdirde Yusuf kelimesini ancak yirmi beş
kez yazabileceğimizi söylemekte ve eklemektedir: ʿAcaba bunun sebebi nedir? Yazar, kendi
sorduğu soruya bu sefer de nazarî olarak Arap harflerini ayrı ayrı yazarken hız ve kolaylığın
sebebinin insanın ellerinin ve zihninin basit şeylerle meşgul olması, bitişirken de bunların
külfete dönüşmesinden ileri geldiğini şeklinde ifade etmektedir.
Yazarın yeni yazının el yazısında da bitişmemesi için teorik ve pratikte ispatlamaya
çalıştığı bir dakikalık Arap harfleriyle yazacağımız Yusuf kelimesini, harfleri hem birleştirip
hem de ayrı yazdığı iki örnek arasında fazla yazım konusunda beş sanayilik bir fark vardır ki bu
da çok fazla değildir. Üstelik yazar bir de tek tek yazmakta üç kez hata edilebildiğini bizzat
kendisi söylemektedir. Dolayısıyla Arap harflerinin birleşik ve ayrı yazmak arasında aslında
yazımda bir farkın pek de olmadığına şahitlik edilmektedir.
272 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
266
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
Doktor Milaslı İsmail Hakkı, makalesinin diğer paragrafında harfleri ayrı ayrı yazmanın
birleştirerek yazmaya göre avantaj olarak gördüğü ikinci nedeni açıklamaktadır. Ona göre
gerek harfler tek tek yazılsın gerek Latin harfleri gibi bitiştirilsin hareketlerin adedi aynıdır.
Yalnız fark kalemin kâğıt üzerinde veya havâdan gitmesindedir. Tek tek yazıldığında kalem
havadan gider, el için kolaylık vardır. Bitiştirildiği vakit ise kalem kâğıdın direncine
uğradığından el dahâ ziyâde yorulur, yazı daha ağır olur. Zâten biz tek tek harflerle yazı
yazmaya alışkınız ve hiç güçlüğü de yoktur dedikten sonra pratikte hem Türkçe hem de Arapça
olarak verdiği cümlelerle huruf-ı munfasılaya dayalı yeni yazı sisteminin hız ve kolaylığını
ispata çalışmaya devam etmektedir.
Burada üzerinde önemle durulması gereken noktaysa Doktor Milaslı İsmail Hakkı ve
onun huruf-ı munfasılaya dayalı yeni yazı sistemini savunanların ideallerini sadece Türkçede
değil Arapça da gerçekleştirmek istemeleridir. Nitekim Tamim-i Maarif ve Islah-ı Huruf
Cemiyeti’nin yayın organı olan Yeni Yazı gazetesinin Arap versiyonu El-Hilâlü’l-Osmânî
Cerîdesi adıyla Mısır’da çıkmış, yine cemiyetin yayınları arasında çıkan Doktor Milaslı İsmail
Hakkı’nın kaleme aldığı Yeni Yazı ve Elifbası ve Yeni Harflerle Elifba adlı eserlerin Arapça
muadili de el-Hattu’l-Cedîd ve el-Hattu’l-Cedîd ve Menâfiuhû adlı risaleyle karşılık bulmuştur.
Doktor Milaslı İsmail Hakkı; bitişik yazımızla devam edersek istediğimiz kadar
çalışalım, çabalayalım muasır medeniyet seviyesine ulaşmamızın mümkün olamayacağının artık
herkesçe anlaşılmış olmasından dolayı bu konuda vakit kaybedecek zamanımız olmadığını
yazmaktadır.
Diğer paragrafta yazar; huruf-ı munfasılaya dayalı yeni yazının kabul edilmesiyle hem
İslam âleminin önündeki en büyük engelin kaldırılacağını hem de Latin harflerini kabul
ettirmek için uğraşan Frenkseverlerin önüne set çekileceğini ve böylece İslam âlemi arasında
yapılmak istenen ayrışmanın da temelden yıkılacağını belirtmektedir.
Makalede; Japonların yazılarını değiştirerek eğitimi genele yaymaları ve böylece eski
yazılarını yüksek eğitimli kesim arasında muhafaza ettikleri gibi bizde de yeni yazıyı
öğrenecekler kendilerini kurtardıkları gibi eğitimlerini ilerletecekler ve eski yazıyla yazılan
eserleri kolayca okuyup yazabilecekleri söylenmektedir.
Ez-cümle bütün Müslümanların ve kadınların az vakit içinde okuyup yazmak öğrenerek
dinini, dünyasını bilen;ʿaklı, vücûdu, ahlâkı sağlam nesil yetiştirebilmeleri ve böylece her türlü
saʿâdet ve selâmetlere ulaşabilmeleri için yeni yazıyı öğrenmekten başka bir çareleri
olmadığuını yazar beyan etmektedir. Yine yeni yazının halk ve ulema tarafından dinî
çekincelerle karşı gelinmesine engel olmak amacıyla pek çok ʿulemâ-i ʿArap tarafından yeni
yazının ʿâlem-i İslâm için en ʿâcil ve en zarûrî bir ihtiyâç olduğunu ve bu yönde fetvalar
alındığını yazar ifade etmektedir.
Makalenin sonuna gelindiğinde Doktor Milaslı İsmail Hakkı; bu yeni yazının bundan
sonra okuma-yazma öğreneceklere öğretilmesini, kimsenin aklına acemî olup cahil kalacağını
getirmemesi gerektiğini, asıl amacın yalnız ve sadece milletin geleceği olduğunu, hükûmet
nezdinde her türlü araç ve imkanla huruf-ı munfasıla dayalı bu yeni yazının okullarda
okutulmasını ve yararlarının millet arasında anlatılarak bir kamuoyu oluşturulmasını özellikle
herkesten rica etmektedir.
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O267
O K 273
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
Sonuç
Tazimat’tan sonra Osmanlı aydının tartıştığı konuların başında alfabe meselesi
gelmektedir. Ahmet Cevdet Paşa ve Münif Paşa’yla başlayan bu tartışmalar II. Meşrutiyet’ten
sonra zirveye çıkmıştır.
Doktor Milaslı İsmail Hakkı; harflerin ayrı ayrı yazılmasına dayanan huruf-ı munfasıla
fikrinin özellikle II. Meşrutiyet sonrasında hem eserleriyle (kitap, makale) hem verdiği
konferansları ve gazeteciliği kimliğiyle hem de kurduğu ve kurulmasına vesile olduğu
cemiyetlerle huruf-ı munfasılaya dayalı yeni yazının teorisyeni ve uygulayıcısı durumundadır.
Harfleri ayrı ayrı yazılmasına dayanan yeni yazı sistemini yaygınlaştırmak için 1911
yılında Tamim-i Maarif ve Islah-ı Huruf Cemiyeti kurulmuştur. Ardından yazarın hem
kuruluşunda hem de yönetiminde yer aldığı Islah-ı Huruf Cemiyeti teşekkül etmiş, son olarak da
Yeni Yazı Öğretme Derneği tesis edilmiştir. Doktor Milaslı İsmail Hakkı’nın amacı huruf-ı
munfasılanın kabul edilmesi olduğu için amaçları aynı yöntemleri farklı olan bu üç cemiyetin
faaliyetlerine katılmış, bu cemiyetlerin yayınları arasında eserleri çıkmış ve faaliyetlerini
desteklemiştir. Nitekim bu ve buna benzer çabalar sonucunda huruf-ı munfasılaya dayalı yeni
yazı sistemi Balkan harbi zamanında askeriyede kullanılmış fakat savaş zamanı uygulandığı için
bu yazı sistemi çok kısa sürede kaldırılmıştır. Enver Paşa uygulamaya koyduğu harfleri ayrı ayrı
yazmaya dayalı yeni yazı sisteminde Doktor Milaslı İsmail Hakkı’nın önerdiği uygulamayı
değil, Tanin gazetesinde tefrika edilen yine harflerin ayrı ayrı yazılmasına dayanan sistemi
kabul etmiştir. Doktor, belki de kendi önerdiği sistemin 1912’de uygulanmamasından olacak
huruf-ı munfasılaya dayalı yeni yazı sistemini 1919 yılında dahi yazdığı hurûf-ı munfasıla
numûnesi ve menâfiʿi hakkında birkaç söz adlı makalesiyle savunmaya devam edecektir.
Doktor Milaslı İsmail Hakkı tıp doktorudur. Tıpla ilgili pek çok kitabı ve makalesi
vardır. Fakat tıp dışında da din, ahlak ve lisan konularında da eserler vermesi yazarın çok
kimlikli ve kültürlü bir Osmanlı münevveri olduğunu göstermektedir.
Doktor Milaslı İsmail Hakkı’nın ölüm tarihi pek çok kaynakta 1938 olarak verilse de
yazarın bu tarihten çok sonra da yazdığı eserler olması ve dergilerin yazı kurularında yer alması
sebebiyle ilgili tarihin doğru olmadığı görülmektedir. Aynı zamanda yazar diğer İsmail
Hakkılarla literatürde zaman zaman karıştırılmaktadır. Bu yüzden eserlerinde daha çok Doktor
Milaslı İsmail Hakkı adını kullanılması sebebiyle bu adın yaygınlaştırılması gerekmektedir.
Yazar; hurûf-ı munfasıla numûnesi ve menâfiʿi hakkında birkaç söz adlı makalesinde
özetle şunları söylemektedir:
İslam dini her türlü maddî ve manevî gelişmeye açık bir dindir. Fakat bizim geri
kalmamızın nedeni harflerimizi fen dairesinde ıslah etmemizdir. Hâlbuki böyle yapsak, yani
Arap harflerini muhafaza ederek harfleri biraz daha büyük yazsak ve harflerin arasında ünlü
harfleri eklesek dünyanın en mükemmel yazısına ulaşmış olacağız diyerek makalesinin başına
tavsiye ettiği yeni yazı sisteminin örneklerini koymuştur.
Japonlar muasır medeniyet seviyesine harflerini ıslah ederek ulaşmışlardır. Biz de
harflerimizde ilmî değişiklik yaptığımız takdirde az vakitte Japonlar kadar ilerleme
katedebiliriz. Zira bizim huruf-ı munfasılaya yani harfleri ayrı ayrı yazmaya dayalı yeni yazı
sistemi tüm alfabelerden hız, kolaylık ve açıklık bakımından oldukça ileri seviyededir.
274 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
268
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
Yeni yazımızla eski kitaplarımız ihya edilecek, okuryazarlık oranı artacak, kitap satış
oranları yükselecek, basın âlemiyle ilgilenen herkes ekonomik ve sosyal açıdan gelişecek, basım
maliyetleri düşecek, 20-30 sene içerisinde kütüphanelerimizdeki yararlı pek çok eski kitap
yeniden basılacak ve böylece bu kitaplar unutulmaktan kurtarılacaktır.
Huruf-ı munfasıla dayalı yeni yazının fennî bir yazı olması sebebiyle dimağlar
yorulmadan ve bozulmadan eğitime devam edebileceklerdir. Böylelikle eski kitapları daha iyi
araştırılıp inceleyeceklerdir.
Bazı kimseler bu yeni yazının Latin yazısında olduğu gibi bitişik yazılmasını istese de
hız ve kolaylık açısından bu iyi bir düşünce değildir. İsteyenlerin Arap harfleriyle yazılan Yusuf
kelimesini 1 dakikalık süre içerisine hem harfleri ayrı ayrı hem de birleşik yazarak
karşılaştırabilir.
Yine yazar ikinci neden olarak harflerin tek tek yazılmasında kalemin havadan gittiğini
bunun el için kolaylık olduğunu; harfler bitiştirildiğindeyse kalem kağıdın emrinde olduğu için
elin yorulacağını ve yazının da daha ağır olduğunu ifade etmektedir. Ayrıca yazar, bizim de tek
tek yazmaya alışkın olduğumuzu verdiği Türkçe ve Arapça cümle örnekleriyle pratikte
ispatlamaya çalışmaktadır.
Yazımızı değiştirmediğimiz; daha doğrusu eski yazı sistemimizle devam etmeye
kalktığımız takdirde istediğimiz kadar ilerleme katedelim muasır medeniyet seviyesine
ulaşamayacağımızı, bu yüzden vakit kaybetmeden bir an evvel harflerin ayrı ayrı yazılmasına
dayalı yeni yazı sisteminin kabul edilmesini istediğini söylemektedir.
Yazar; eğer huruf-ı munfasılaya dayalı yeni yazıyı kabul edersek hem İslam dünyasının
önündeki en büyük engeli kaldırmış olacağız hem de Latin harflerinin kabulünü savunan
Avrupa hayranlarının önüne geçerek İslam alemini bölmeye yönelik bu fikri tarümar
edebileceğimizi ifade etmektedir. Nitekim Japonlar yazılarını değiştirerek ve eğitimlerini
genelleştirip herkese yaygınlaştırarak ilerlemişlerdir. Biz de yeni yazıyı kabul edersek halkın
çoğunluğu kendisini kurtaracak ve de eski yazıyı da kolayca okuyup yazacaktır. Böylece
özellikle bütün kadınlarımız az zamanda okuma yazma öğrenecek ve zeki, çevik ve ahlaklı
nesiller yetiştirip her türlü saadet ve esenliğe yeni yazıyla ulaşabileceklerdir.
Yeni yazının tüm İslam dünyası için acil ve elzem olduğunu pek çok ulema kabul
etmekte ve bu yönde fetvalar vermektedir.
Bütün bunlar düşünüldüğünde yazarın okuyucularından tek istediği şey şudur: Huruf-ı
munfasılaya dayalı yeni yazının herkes tarafından öğrenilerek maarifçe kabul edilmesinden
sonra okullarımızda okutulması ve bunun için bir kamuoyu oluşturulmasını istemektedir.
Kaynaklar
Akçay, Y. (2007). Osmanlı dönemi alfabe tartışmaları bağlamında Dr. İsmail Hakkı Bey ve
ıslah-ı huruf cemiyeti. Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Kongresi, (1-16). Erzurum:
Atatürk Üniversitesi.
Çatalbaş, R. (2014). Milaslı Dr. İsmail Hakkı’nın hayatı, eserleri ve İslam ile görüşleri. Artuklu
Akademi, 1(1), 99-129.
Efe, A. (2009). Sebîlürreşâd. İslam Ansiklopedisi, 36, 251-253. 16 Temmuz 2020,
https://islamansiklopedisi.org.tr/sebilurresad
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O269
O K 275
Erat, M. (1991). Türk Basınında Alfabe Meselesi (1862-1918). Yayımlanmamış Yüksek Lisans
Tezi, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Ertem, R. (1991). Elifbe’den alfabe’ye Türkiye’de harf ve yazı meselesi. İstanbul: Dergâh
Yayınları.
Kılıç, A. (2007). Çanakkale muallimle birliği dergisinde eğitim ve öğretimde ilgili görüş ve
düşünceler. Çanakkale Araştırmaları Türk Birliği, 5(5), 87-101.
Milaslı, İ. H. (1913). Islah-ı huruf meselesi. Sebilürreşat, 10(250), 262-263.
Özcan, M. ve Bulut, N. (2013). Tıp dışındaki farklı alanlarda da iz bırakan Muğlalı üç hekim.
Lokman Hekim Journal, 3(2), 1-10.
Özege, M. S. (1971-1977). Eski harflerle basılmış Türkçe eserler kataloğu. 1-5 cilt, İstanbul:
Fatih Yayınevi Matbaası.
Özünlü M. (2020). Yeni Yazı. http://www.dibace.net/portreler/17715/, 25.07.2020.
Sönmez, M. A. (1995). İsmail Hatip Erzen. İslam Ansiklopedisi, 11, 318. 17 Temmuz 2020,
https://islamansiklopedisi.org.tr/erzen-ismail-hatip
Şen, E. (2013). Milaslı İsmail Hakkı’nın (1870-1938) Kurʼân tercümesine dâir bir risâlesi:
“Kurʼân tercüme edilebilir mi? ve yeni vâdîde Fâtiha tercüme ve tefsîri”. Tokat İlmiyat
Dergisi, 1(2), 261-286.
Üzüm, İ. (2002). Kutlu bilgi. İslam Ansiklopedisi, 26, 492. 18 Temmuz 2020,
https://islamansiklopedisi.org.tr/kutlu-bilgi
“Matbuat”. Sebilürreşat, 8(185), 21.03.1912.
http://ataturkkitapligi.ibb.gov.tr/yordambt13/yordam.php 16.07.2020.
http://ktp.isam.org.tr/?url=makaleosm/findrecords.php, 17.07.2020.
270
KLASİK TÜRK ŞİİRİNDE KAYNAK ESERLER: NEV’Î DİVANI ÖRNEĞİ
Merve MENTEŞE
Öz
Muhtevası yönüyle oldukça zengin olan Klasik Türk şiiri, oluşumunu
tamamlarken pek çok kaynaktan beslenmiştir. Tarih, sosyal ve kültürel hayat,
din, insan, efsanevî ve mitolojik unsurlar, mucizeler vb. bu kaynaklardan
bazılarıdır. Sayılan tüm bu ve benzeri kaynakların yanı sıra birçok birikimin
neticesi olarak farklı ilim ve bilim dallarında kaleme alınmış eserler de
Klasik Türk şiirinin beslendiği kaynaklardandır. Bahsi geçen bu eserler
yalnızca ilim ve bilim dallarıyla sınırlı olmayıp, dinî kitaplar, farklı şairlerin
yazmış oldukları divanlar hatta şairlerin kendi divanları olarak da
genişletilebilmektedir. Şiirlerde yer alan eser isimleri şairin biyografisi,
yaşadığı yüzyıl ve özellikle de aldığı eğitimle doğrudan ilgilidir. Yapılan
araştırmalarda Klasik Türk şiirinde rastlanılan eser isimlerini, daha çok
şairlerin yaşadığı yüzyıllarda medreselerde okutulan ders kitapları
oluşturmaktadır. Dolayısıyla bu çalışmada Klasik Türk şiirinde kaynak
eserlerin yerine, önemine, daha çok hangilerinin anıldığına değinildikten
sonra, Nev’i Divanı örneği üzerinden eserler değerlendirilmeye çalışılacaktır.
Öncelikle Nev’î’nin yaşadığı 16. yüzyılın medrese eğitimi ve müfredatı
hakkında bilgi verilecektir. Biyografisi hakkında da bilgiler verilecek olan
Nev’î, ilk eğitimini tasavvuf konusunda çok iyi yetişmiş bir zât olan
babasından almıştır. Daha sonra medrese eğitimine başlayarak çeşitli
hocalardan dersler almıştır. Aldığı eğitimler neticesinde mülâzımlıkla
başlayan görev hayatına, uzun yıllar çeşitli medreselerde müderrislik yaparak
devam etmiştir. Ardından şehzadelere hocalık vazifesinde bulunmuştur.
Ömrünü ilim öğrenmeye ve öğretmeye adamış bir şair olan Nev’î, kuşkusuz
ki divanında ilmî kaynaklara sıkça yer vermiştir. Nev’î divanında dört büyük
kitabın yanı sıra adı geçen fıkıh, tasavvuf, mantık, kelam, belagat, astronomi
alanlarındaki eserler belirlenip örnek beyitlerle değerlendirilmeye
çalışılacaktır.
Anahtar Sözcükler: Klasik Türk şiiri, divan, kaynak eserler, ilim, bilim,
Nev’î.
SOURCE WORKS IN CLASSICAL TURKISH POETRY: EXAMPLE
OF NEV'I DIVAN
Abstract
Classical Turkish poetry, which is very rich in its content, was fed from
many sources while completing its formation. History, social and cultural
life, religion, human, mythical and mythological elements, miracles, etc.
these are some of the sources. In addition to all these and similar sources,
works written in different sciences and sciences as a result of many
accumulation are also among the sources of classical Turkish poetry. These
works are not limited only to science and science, but can be extended as
religious books, divans written by different poets, and even poets ' own
divans. The names of works included in the poems directly relate to the poet's
biography, the century in which he lived, and especially the education he
received. The names of the works found in Classical Turkish poetry in the
research are mostly textbooks taught in madrasas during the centuries when
Arş. Gör.; Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü,
[email protected]
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 277
271
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
poets lived. Therefore, in this study, instead of the source works in Classical
Turkish poetry, the importance of, which ones are referred to more after
being mentioned, works will be evaluated through the example of Nev'i
divan. Firstly, Nev'i lived on the 16th. madrasa education and curriculum of
the century will be given information about. Nev'i, whose biography will also
be given information about, received his first education from his father, a
person who was very well trained in Sufism. Later, he started his madrasa
education and took lessons from various teachers. As a result of the education
he received, he continued his career as a teacher in various madrasas for
many years. Then he served as a teacher to the Princes. Nev'i, a poet who
devoted his life to learning and teaching science, has undoubtedly given
frequently to scientific sources in his divan. In addition to the four great
books mentioned in the divan of Nev'i, works in the fields of fiqh, sufism,
logic, kalam, eloquence, astronomy will be determined and evaluated with
sample couplets.
Keywords: Classical Turkish poetry, divan, source works, learning,
science, Nev'i.
Giriş
Muhtevası yönüyle oldukça zengin olan Klasik Türk şiiri, oluşumunu tamamlarken pek
çok kaynaktan beslenmiştir. Tarih, sosyal ve kültürel hayat, din, insan, efsanevî ve mitolojik
unsurlar, mucizeler vb. bu kaynaklardan bazılarıdır. Sayılan tüm bu ve benzeri kaynakların yanı
sıra birçok birikimin neticesi olarak farklı ilim ve bilim dallarında kaleme alınmış eserler de
Klasik Türk şiirinin beslendiği kaynaklardandır.
Bahsi geçen bu eserler yalnızca ilim ve bilim dallarıyla sınırlı olmayıp, dinî kitaplar,
farklı şairlerin yazmış oldukları divanlar hatta şairlerin kendi divanları olarak da
genişletilebilmektedir. Şiirlerde yer alan eser isimleri şairin biyografisi, yaşadığı yüzyıl ve
özellikle de aldığı eğitimle doğrudan ilgilidir. Yapılan araştırmalarda Klasik Türk şiirinde
rastlanılan eser isimlerini, daha çok şairlerin yaşadığı yüzyıllarda medreselerde okutulan ders
kitaplarının oluşturduğu tespit edilmiştir. Dolayısıyla ilk olarak Nev’î’nin yaşadığı 16. Yüzyılda
medreselerde okutulan derslere değinmek doğru olacaktır.
1. Yüzyılda Medreselerde Okutulan Dersler
XVI. yüzyılın ortalarına kadar Osmanlı medreselerinde müderrisin merkezde olduğu bir
sistem hâkimdir. Aslında bu gelenek Osmanlılardan önce de vardır. Eğitim-öğretim
faaliyetlerinin devlet tarafından sınırları ve muhtevası tam olarak belirlenmemiştir. Vakıf
kurucusunun kısmen tespit ettiği, ama daha çok geleneğin yönlendirdiği bir biçimde
yürütülmüştür. Bu süreçte devlet, medreseleri sadece yakından takip etmeye çalışmış, ama
müdahale mekanizmasını büyük ölçüde işletmemiştir.
Bizzat müderrisin nezaretinde yürütülmekte olan derslerin işlenmesi, seçilen kitabın
takip edilmesi tarzında ilerlemiştir. Belli sürede okunması gereken kitap ya da kitapların belirli
bölümleri tamamlanmadıkça başka bir derse geçilmesi söz konusu olmamıştır. Bu anlamda
medreselerde sınıf geçme yönteminin aksine, ders/kitap geçme yöntemi uygulanmıştır.
Dersler, her bir ders için belirlenmiş olan bir veya birkaç ana kitap üzerinde takrir
yoluyla yapılmış ve dersler bu kitapların adı ile anılmıştır. Okutulan dersler aşağı dereceli
medreselerde muhtasar (özet), yüksek dereceli medreselerde ise mufassal (ayrıntılı) olarak
işlenmiştir (Uzunçarşılı, 1988, s. 39).
278 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
272
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
İslâm coğrafyasında olduğu gibi o dönemde medreselerde öğretilen bütün ilimler, “aklî”
ve “naklî” olmak üzere iki gruba ayrılmıştır. Osmanlı medreselerinde okunan ilimler farklı bir
tasnifle “ulûm-ı âliye” ve “ulûm-ı ‘âliye” olarak da isimlendirilmiştir. İsmail H. Uzunçarşılı’ya
göre genel olarak medreselerde okunan ve okutulan kelâm, mantık, belâgat, lügat, nahiv,
hendese, hesap, hey’et, felsefe, tarih ve coğrafya ile ilgili dersleri “ulûm-ı âliye”; aralarında
Kur’ân, hadis ve fıkıh konuları bulunan diğer dersleri de “ulûm-ı ‘âliye” (yüksek ilimler) olarak
iki ana başlık altında değerlendirmiştir (Uzunçarşılı, 1988, s. 20).
Fatih döneminde hazırlanmış olduğu ileri sürülen “Kânûnnâme-i Talebe-i Ulûm” veya
“Kânûn-ı Örfiye-i Osmâniye” adlı talimatnamede şu ifadeler yer almıştır: “Şüyûh-ı müderrisîn
kütüb-i mu‘teberâtdan Şerh-i Adud ve Hidâye ve Keşşâf ve sâir ihtiyâr etdikleri kitâbları ayıdalar. Ve
şüyûh-ı mezkûreden derecede aşağı olan kimesneler Telvîh’e dek ayıdalar. Andan bir derece aşağı olanlar
Miftâh’a dek ayıdalar ve ol dereceden bâkî sıgâr-ı müderrisîn Şerh-i Tavâli‘ ve Şerh-i Metâli‘ ve
Mutavvel ve Hâşiye-i Tecrîd ayıdalar. Ve mütûn-ı fıkhı ve şürûhu dahi her müderris tâkâtı yetdikce
ayıdalar... Tetimmelerde Şerh-i Şemsiyye ve mâ-fevkın ayıtdıralar, tâ ki İsfahânî’ye varınca; mülâzim
olup kapuma mülâzemete geldikleri vakt ol temessük içün müderrisînden alınan mektûbları bile
getüreler” (Baltacı, 1976, s. 36).
Osmanlı medreselerinde XV. ve XVI. yüzyıllar gibi erken dönemlerde medreselerde
okunan ve okutulan kitaplar veya dersler elbette sadece talimatnamede adı geçen kitaplarla
sınırlı değildir. Bunların dışında müderrislerin okuttukları pek çok eser bulunmaktadır.
Kanunnâmede yer alan “Şüyûh-ı müderrisîn kütüb-i mu’teberâtdan… ihtiyâr etdikleri kitâbları
ayıdalar” ifadesi de, medreselerde okutulan ders kitaplarının belirli kurallara bağlanmadığını,
müderris tercihlerinin kitap seçiminde önemli rol oynadığını, belirli dersler ve eserlerin yanında
bu dersleri anlamayı kolaylaştıracak başka derslerin ve kitapların da okutulduğunu işaret
etmektedir.
Fatih döneminde hazırlanmış olan bu ve benzeri kanunnamelerde hangi derecedeki
medresenin ne tür dersleri okutacağı belirtilmektedir. Cahit Baltacı, kanunnâme ve müderris
biyografilerinden hareketle XV. ve XVI. yüzyıllarda çeşitli derecelerdeki medreselerde okutulan
dersleri ve ders kitaplarını listeler hâlinde tespit etmiştir (Baltacı, 1976, s. 37-43).
Medrese derecesi
Yirmili
Ders adı
Kelâm
Fıkıh
Belâgat
Okutulan Kitaplar
Hâşiye-i Tecrîd
Şerh-i Ferâiz
Mutavvel
Otuzlu
Belâgat
Fıkıh
Kelâm
Hadis
Şerh-i Miftâh
Tenkîh, Tavzîh
Hâşiye-i Tecrîd
Mesâbih
Kırklı
Belâgat
Fıkıh
Hadis
Fıkıh Usulü
Miftahu’l-Ulûm
Sadruşşerîa,
Meşârik
Mesâbih (Begavî)
Tavzîh (Taftazânî)
Ellili Hâric
Ellili Dâhil
Fıkıh
Hadis
Kelâm
Fıkıh
Hadis
Tefsir
Fıkıh Usulü
Hidâye
Mesâbih
Şerh-i Mevâkıf
Hidâye
Buhârî
Keşşâf, Beyzâvî
Telvîh
Sahn-ı Seman
Fıkıh
Hidâye
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O273
O K 279
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
Altmışlı
Hadis
Tefsir
Fıkıh Usulü
Buhârî
Keşşâf, Beyzâvî
Telvîh, Şerh-i Adud
Fıkıh
Hadis
Kelâm
Tefsir
Fıkıh Usulü
Hidâye,
Şerh-i
Buhârî
Şerh-i Mevâkıf
Keşşâf
Telvîh
Ferâiz
Tüm bu bilgiler doğrultusunda aşağıda ilim dalları kategorileri altında Nev’î Divanı’nda
yer alan eser isimlerine ve beyit örneklerine yer verilmiştir.
Kuşkusuz ki divanlarda bu eser adlarının anılması, genellikle şairlerin biyografilerine
bakıldığında aldıkları eğitimle ve eğitim alanındaki görev hayatlarıyla oldukça ilgilidir.
Beyitlerdeki anılış şekillerine geçmeden önce Nev’î’nin biyografisine kısaca değinmek uygun
olacaktır.
2. Nev’î’nin Hayatı (d. 940/1533-1534 - ö. 1007/1599)
940 (1533-34) yılında Malkara’da dünyaya gelen ve asıl sdı Yahyâ olan Nev’î’nin
babası Pîr Ali, Ankara’dan gelip Malkara’ya yerleşmiş olan Nasuh Halife’nin oğludur.
Nev’î’nin annesi ise Muhammediyye müellifi Yazıcıoğlu Mehmed’in soyundan gelmiştir. Bir
Halvetî şeyhi olan Pîr Ali önce Şeyh Bâyezîd-i Rûmî’ye, ardından İbrâhim Gülşenî’ye intisap
etmiş, Malkara’da Turhan Bey Camii imamlığı ve sıbyan mektebi muallimliği yapmış, 952
(1545) yılında vefat edince ders verdiği mektebin hazîresine gömülmüştür. İlk eğitimini
tasavvuf konusunda yetişkin bir zat olan babasından alan Nev‘î, 957’de (1550) İstanbul’a
giderek “Ahaveyn” olarak bilinen iki kardeşten Karamanî Ahîzâde Ahmed Efendi’nin Dâvud
Paşa Medresesi’nde ve Mehmed Efendi’nin Sahn’daki derslerine devam etmiştir. Bu süreçte
aynı zamanda bir taraftan Hoca Sâdeddin, Bâkî, Remzîzâde, Hüsrevzâde, Üsküplü Vâlihî,
Edirneli Mehmed Mecdî, Cevrî ve Camcızâde gibi geleceğin tanınmış kişileri arasında yer
alacak olan şairlerle arkadaşlık kurmuştur. Bilhassa Ahîzâde Mehmed Efendi’ye büyük saygı ve
bağlılık gösteren Nev‘î, hocasının Edirne’deki Beyazıt Medresesi’ne tayini üzerine onunla
beraber gitmiştir (962/ 1555). Yine hocasının Süleymaniye Medresesi’ne tayiniyle İstanbul’a
dönerek mülâzım olmuştur (970/1563). Daha sonra Gelibolu’daki Balaban Paşa ve Mesih Paşa
medreseleri müderrisliğine gönderilen Nev‘î (973/1566), 980’de (1572) İstanbul’da Şahkulu,
ardından Murad Paşa, Câfer Ağa, bir yıl sonra da Mihrimah Sultan medreselerinde müderrislik
yapmıştır. 993’te (1585) evlendikten iki yıl sonra tayin edildiği Çınarlı Medresesi’ndeki
müderrisliği 998’e (1590) kadar sürmüştür. Aynı yıl Bağdat kadılığına gönderilmişse de hiç
istemediği bu göreve gitmeden III. Murad tarafından Şehzade Mustafa’nın hocalığına
getirilmiştir. Bâyezid, Osman ve Abdullah adlı şehzadelerin de katıldığı bu dersler şehzadelerin
öldürüldüğü 1003 (1595) yılına kadar devam etmiştir. Daha sonra almakta olduğu maaşa
ilâveten kendisine kazasker emekli maaşı bağlanmış, ayrıca kayınpederi Nişancı Mehmed
Bey’in kurduğu medresenin 50 akçelik yevmiyesi de kendisine verilmiştir. 30 Zilkade 1007 (24
Haziran 1599) tarihinde vefat edince Şeyh Vefâ Camii hazîresinde Şeyh Şâban Efendi’nin
yanına defnedilmiştir. Yüksek seviyede tasavvuf terbiyesi almış bir şair olan Nev‘î, III.
Murad’ın yakın ilgisini görmüş, sultandan başka hiç kimseden armağan kabul etmemiş, dünya
nimetlerine değer vermediği için eline geçen bütün servetini ihtiyaç sahiplerine dağıtmış, hatta
öldüğünde hiçbir varlığı çıkmadığı için cenaze masrafları padişah tarafından karşılanmıştır.
280 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
274
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
Kaynaklara göre Nev'î, ilim ve fazilet sahibi bir şairdir. Onun rind edalı, dervişmeşrep,
tasavvufa, zühd ve takvaya mütemayil bir zat olduğu hakkında bilgiler bulunmaktadır. Daha on
yaşında iken babasının tavsiyesi üzerine zikre başlamış, önce Sarhoş Bali Efendi'ye intisap
etmiş, ardından Kurt Mehmed Efendi'ye mürid olmuş, daha sonra da Şeyh Şaban Efendi'den
feyiz almıştır. Tasavvuf terbiyesinin izleri şiirlerinde görülen Nev'î, Arapça ve Farsça'ya hakim,
atasözü ve deyimleri şiirlerinde ustalıkla kullanabilen bir şairdir. Kendisinin de ifade ettiği gibi
sanat göstermeye düşkün değildir. Özellikle gazellerinde sade bir dil hakim olmakla beraber
akıcı bir söyleyiş görülür. Kasidelerinin nesib bölümleri renkli hayal ve benzetmeler ihtiva
etmektedir. Şehzade Mehmed'in sünnet düğünü münasebetiyle yazdığı "Sûriyye"si de çok
meşhur olmuştur. Samimi ve aşk dolu bir şair olan Nev'î, divan şiirinin zirveye ulaştığı ve İran
şiirini taklitten kurtularak kendi benliğine kavuştuğu XVI. yüzyılın en önemli ve gözde
şairlerindendir.
Eserleri; Divan, Tercüme-i Hadis-i Erbain, Hasb-i Hâl, Keşfü’l-Hicâb min Vechi’lKitâb, Netâyicü’l-Fünûn ve Mehâsinü’l-Mütûn, Nevâ-yı Uşşâk, Faslun fî Fazîletü’l-Işk,
Fezâilü’l-Vüzerâ ve Hasâilü’l-Ümerâ, Risâle-i Şikâyeti-i Rûzigâr, Sinan Paşa’ya Mektup,
Tercüme-i Münşeât-ı Hâce-i Cihân, Gül-i Sadberg şeklindedir (Sefercioğlu, 2007, s. 52-54).
Ömrünü ilim öğrenmeye ve öğretmeye adayan bir şair olan Nev’î, kuşkusuz ki
divanında ilmî kaynaklara sıkça yer vermiştir. Fıkıh, tasavvuf, mantık, kelam, belagat, dört
büyük kitap ve astronomi olarak gruplandırabileceğimiz toplam 17 eser ve beyitlerdeki
şekillerine değinecek olursak;
3. Fıkıh
Fıkıh, dinin füruuna, amelî hayata ait bilgileri ve hükümleri ihtiva eden bir ilim dalıdır.
Nev’î Divanı’nda fıkıh ilmine dair iki kaynak esere rastlanmıştır.
3.1. Hidâye: Burhâneddin el-Mergīnânî’nin (ö. 593/1197) Hanefî fıkhına dair eseridir.
Hanefî fıkhının en tanınmış ve muteber metinlerinden biridir. Eser on üç yılda kaleme
alınmıştır. el-Hidâye’de el-Câmiʿu’s-Sağîr’in tertibi esas alınmakla birlikte el-Câmiʿu’s-Sağîr
kırk bölüm olduğu hâlde el-Hidâye’de bölüm sayısı elli altıya çıkmıştır. Konular incelenirken
önce el-Muhtasar’da, ardından el-Câmiʿu’s-Sağîr’deki meselelere yer verilmiş, aralarında ihtilâf
bulunduğu takdirde el-Câmiʿu’s-Sağîr’den yapılan nakillere işaret edilmiştir. Müellif meseleleri
ele alırken önce Ebû Hanîfe’nin, sonra da talebeleri Ebû Yûsuf ve Muhammed b. Hasan eşŞeybânî’nin görüşünü vermiştir. Bazen de Züfer b. Hüzeyl’in görüşüne de yer vermiştir.
Bunların delillerini verirken tercih ettiği görüşün delilini diğerlerine cevap olması için en sona
bırakmıştır. Genellikle Ebû Hanîfe’nin görüşlerini tercih etmekle birlikte İmâmeyn’in görüşüne
yaklaştığı durumlarda ise sıralama değişmiştir. Her meselede kime ait olursa olsun en son
kaydettiği delile uygun olan görüşü benimsemiş olan müellif, bu arada muhtemel soru veya
itirazlara da cevap vermiştir (Kallek, 1998, s. 471-473).
3.2. Dürer: Şemseddin Konevî’nin (ö. 788/1386) Hanefî fıkhına dair eseri. İbnü’sSââtî’nin Mecmaʿu’l-bahreyn adlı eserinde yer alan Ebû Hanîfe, Ebû Yûsuf, Muhammed b.
Hasan eş-Şeybânî, Züfer b. Hüzeyl, İmam Şâfiî ve Mâlik’in görüşlerine Ahmed b. Hanbel’in
görüşleri de ilâve edilmek üzere kaleme alınan bir eserdir. Konular klasik fıkıh kitaplarındaki
tasnife uyularak düzenlenmiş, mezhep imamlarının ittifak ve ihtilâf ettikleri meselelere ayrı ayrı
işaret edilmiştir (Özcan, 2002, 166-167).
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O275
O K 281
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
Nûr-ı fazlından Hidâye bir çerâg-ı sûhte
Nükte-i melfûze tûmâr-ı kelâmından Dürer
K. 12 / 811
Örnek beyitte Hidâye olgunluk nurundan yanmış, aydınlanmış bir kandil; Dürer ise söz
tomarından okunan güzel manalı söz olarak nitelendirilmiş ve övülmüş iki eser olarak karşımıza
çıkmaktadır.
4. Tasavvuf
İslâm’ın zâhir ve bâtın hükümleri çerçevesinde yaşanan manevî ve derûnî hayat tarzını
ihtiva eden ilim dalıdır. Nev’î Divanı’nda tasavvuf ilmiyle alakalı altı eser adı yer almaktadır.
4.1. Gülistân: Sa‘dî-i Şîrâzî’nin (ö. 691/1292) ünlü Farsça eseridir. Gülistân gerek
kendi türü içinde gerek sanat değeri bakımından taklit edilemeyen bir eserdir. Eser münâcât,
na‘t ve yazılış sebebini anlatan bir önsözle başladıktan sonra padişahların hâl ve hareketlerini,
dervişlerin ahlâkını, kanaatin faziletini, susmanın faydalarını, aşk ve gençliği, güçsüzlük ve
ihtiyarlığı, terbiyenin etkisini ve sohbet âdâbını konu alan sekiz bölümden meydana gelmektedir
(Yazıcı, 1996, s. 240-241).
Her serv-i revân sebzeye bir mışra’-ı mevzun
Ebyât-ı Gülistân’a nezâyir didi gülzâr
G. 556 / 2
Örnek beyitte yürüyen servi boylu güzeller, Gülistân adlı eserin beyitlerine nazire
olacak derecede vezinli bir mısraya benzetilmiş, sevgilinin güzelliğini övme unsuru olarak
kullanılması vesilesiyle Gülistan adlı eseri de burada övüldüğü görülmüştür.
4.2. Mantıku’t-Tayr: Ferîdüddin Attâr’ın (ö. 618/1221) tasavvufî mesnevisidir. Bazı
nüshalarında adı Maḳâlât-ı Ṭuyûr, Maḳâmât-ı Ṭuyûr, Ṭuyûrnâme şeklinde kayıtlı olan ve
nüshalar arasındaki farklılıklar dikkate alındığında 5000 beyti biraz aşan eser otuz bir bölüm
(makale) hâlinde remel bahriyle kaleme alınmıştır. Hamd, tevhid, münâcât, na‘t ve dört halife
ile ashabın övgüsüne ayrılan bir girişin devamında mesnevi hüdhüde merhaba ile başlar ve 583
yılı Receb ayının 20. günü (25 Eylül 1187) tamamlandığı kaydedilen bir hâtime ile sona erer
(Sevgi, 2003, s. 29-30).
Mantık-ı 'Attâr okur evrâk-ı gülden 'andelîb
'Arz ider mazmûn-ı şi'r-i Kâsımu'l-Envâr gül
K. XXXI / 11
Bülbül gülün yapraklarından Attâr’ın Mantıku’t-Tayr’ını okurken, gül ise Kâsımu’lEnvâr’ın şiirinin anlamlı sözlerini söyler. Beyitte İran’lı mutasavvıf şair Kâsımu’l-Envâr ile
Ferîdüddin Attâr’ın Mantıku’t Tayr vesilesiyle karşılaştırılarak bir arada kullanılması söz
konusudur.
1
Çalışmamızda yer verilen beyitler, Mertol TULUM tarafından hazırlanmış olan Nev’î Divanı Tenkidli
Basım’ından alınmıştır (bk. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul 1977). K., G. vb.
harfler şiir kısaltmalarını, bunlardan sonra gelen rakamlar şiir, taksim işaretinden sonra gelenler ise beyit
numaralarını göstermektedir.
282 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
276
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
4.3. Gülşen-i Râz: Şebüsterî’nin (ö. 720/1320) tasavvufî mesnevisidir. Müellif, esere
yazdığı yetmiş beyitlik önsözde vahdet-i vücûd görüşünü kısaca anlattıktan sonra eserin telif
sebebi hakkında açıklamalarda bulunurmuştur. Eserine Gülşen-i Râz adını vermesini kendisine
Allah’ın ilham ettiğini belirtmiştir. Eserin yazma nüshalarında beyit sayısı 999 ile 1008 arasında
değişmektedir (Sevgi, 1996, s. 253-254).
Gülşen-i râz olmış idi külbe-i ahzânumuz
Bülbül-i dil bir güle zar olmış idi dün gice
G. 405 / 3
Örnek beyitte gönül bülbülü bir güle ağlayıp inlerken, Gülşen-i râz ise hüzünler
kulübesine benzetilerek anılmıştır.
4.4. Mahzenü’l Esrâr: Nizâmî’nin 1502-1510 yılları arasında kaleme aldığı ve Sultan
II. Bayezid’e sunduğu mesnevidir. Fars edebiyatında Penc Genc adı verilen Mahzenü'l-esrâr,
Husrev ü Şîrîn, Leylâ vü Mecnûn, Heft Peyker, İskendernâme mesnevilerinden oluşan hamseyi
meydana getiren ilk mesnevidir. Sırlar Hazinesi anlamına gelen Mahzenü’l-Esrâr’da, diğer dört
mesnevîdeki aşk ve kahramanlık konularına değinilmeyip, ahlâkî değerler üzerinde durulmuştur
(Kartal, 2013, s. 62).
4.5. Matlau’l-Envâr: Emir Hüsrev Dehlevî’nin ahlakî öğretileri içeren, tasavvufî
temelli kaleme aldığı hamsesidir (Kartal, 2013, s. 63).
Tulü’ idüp hicâb-ı mahzenü’1-esrâr-ı ma’nâdan
Cemâli mihri kıldı matla’u’l-envâr dîvânı
G. 522 / 3
Beyitte “mananın sırlarının hazinesinin perdesinden doğan güzellik güneşi, divanı
nurların doğuş yeri hâline getirdi”denilirken, aynı zamanda birbiriyle ilintili olan iki esere de yer
verilmiştir.
4.6. Fütûhatü’l-Mekkiyye: Muhyiddin İbnü’l-Arabî’nin (ö. 638/1240) tasavvufî
görüşlerini en geniş boyutlarıyla açıkladığı eseridir. Peygamberlerin ve velîlerin Allah hakkında
akıl ve fikir yoluyla oluşturulan bir bilgiye sahip bulunmadıklarını, Allah’ın onları bundan uzak
tuttuğunu ve keşiflerinin açılmasıyla (fütûhu’l-mükâşefe) Hakk’ın bilgisini elde ettiklerini
söylediği, ilham ürünü olan bilgilerin kendisine Mekke’de geldiğini ve eseri burada yazmaya
başladığı için bu kitaba el-Fütûḥâtü’l-Mekkiyye adını verdiğini belirttiği eserdir (Kılıç, 1996, s.
251-258).
5. Astronomi
Gök cisimlerinin uzaydaki durumlarını, hareketlerini, fiziksel ve kimyasal yapılarını
inceleyen bilim dalı olan astronomi ile ilgili eserlerden Nev’î Divanı’nda bir tane geçmektedir.
5.1. Minah (Menah): İbnül Benna’nın takvime dair yazdığı eseridir. Takvimle ilgili bu
eserin en önemli özelliği “menâh” kelimesini ilk defa takvim anlamında kullanmış olmasıdır.
Daha sonra bu kelime Avrupa dillerine “almanak” şeklinde geçmiştir (Fazlıoğlu, 1999, s. 530534).
Aşağıda yer alan örnek beyitte Fütûḥâtü’l-Mekkiyye ve Minâh beraber anılmıştır.
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O277
O K 283
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
Açılmadı bir kimseye bu kapu
Ne miñâh ile ne fütuhat ile
G. 68 / 2
Farklı alanlara ait iki eserin kişiye yol gösterici kabul edilmesi yönüyle bir arada
kullanıldığı görülmüştür. Biri tasavvuf, diğeri ise astronomi alanına ait olan bu eserler
vesilesiyle farklı ilim dallarına ve eserlerine, dönemin eğitim veren ve eğitim gören kişileri
tarafından eşit derecede önem verildiği ve güven duyulduğu anlaşılmaktadır.
6. Mantık
Bilginin yapısını inceleyen, doğru ile yanlış arasındaki akıl yürütmenin ayrımını yapan
disiplin olan mantık ilmine dair Nev’î Divanı’nda toplam üç eser adı geçmektedir.
6.1. Kânûn-ı Şifâ: İbn Sînâ’nın (ö. 428/1037) mantık ve nazarî felsefe disiplinlerine
dair ünlü eseridir. Filozofun kendi ilimler tasnifine dayalı olarak kaleme aldığı eser, onun
terminolojisinde felsefî ilimler veya aklî ilimler diye geçen çok sayıda disiplini konu edinmiştir.
Eserde mantıkla temellenen felsefî araştırma tabiat felsefesi ve matematik ilimleriyle bilimsel
boyutlar kazanmış, metafizikle taçlanmış, peygamberliğin ispatı meselesiyle son bulmuştur
(Kutluer, 2010, s. 131-134).
Yokdur haberüñ gerçi ki Kânûn-ı Şifâ’dan
Nutkuñ dem-i ‘İsa gibi her derde devâdur
K. XIV / 19
Beyitte “Kânûn-ı Şifâ’dan haberin olmamasına rağmen söyleyişin, İsâ’nın nefesi gibi
her derde devâdır” denilirken Kânûn-ı Şifâ adlı eseri okumanın gerekliliği ve okumamış
olmanın eksiklik sayıldığı vurgulanmıştır.
6.2. İşârât: İbn Sînâ’nın (ö. 428/1037) mantık, fizik ve metafiziğe dair en son
görüşlerini ihtiva eden eseri. İbn Sînâ’nın felsefe konusunda yazdığı en son ve en başarılı
kitaptır. Son derece veciz bir üslûpla yazılan, girişinde felsefenin ilke ve önermelerinin ele
alınacağı belirtilen eser mantık ilmiyle başlayıp fizikle devam etmekte ve metafizik bölümüyle
sona ermektedir (Durusoy, 2001, s. 421-422).
Bu nükte bilinmez kinâyât ile
Bu hikmet tuyulmaz işârât ile
G. 68 / 1
Beyitte kinaye hakkında yazılmış Kinâyât eseri ile, mantık hakkında yazılmış İşârât
eserinin bir arada anıldığı görülmektedir.
6.3. Şemsiyye: Ali b. Ömer el-Kâtibî el-Kazvînî’nin (ö. 675/1277) mantığa dair risâlesi.
Eser daha önceki mantık kitaplarının sistemine bağlı kalmadan yazılmış ve esere önceki
eserlerde bulunmayan bilgiler eklenmiştir. eş-Şemsiyye bir mukaddime, üç bölüm (makale) ve
bir hâtimeden meydana gelmektedir (Durusoy, 2010, s. 530-531).
284 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
278
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
7. Kelam
Kelâm, İslam dininin inanç konularını irdeleyen dini-felsefi kuram ve teorilerle
ilgilenen ilim dalıdır. Nev’î Divanı’nda kelam ile ilgili üç kaynak eser yer almıştır.
7.1. Metaliu’l-Enzâr: Mahmûd b. Abdurrahman el-İsfahânî (ö. 749/1349) tarafından
Beyzâvî’nin Tavâliu’l-envâr adlı kelâm kitabına yazılan şerhtir (Yavuz, 2011, s. 180-181).
Aşağıdaki örnek beyitte Şemsiyye ve Metaliu’l-Enzâr eserleri aynı beyitte yer almıştır.
Şemsiyye bilüp sen gerek ezberle Metali’
Kılmaz -hüner aşsı kişide olmasa tâli’l
G. 212 / 1
Bu beyitte de mantık kaynağı olan Şemsiyye ile kelam kaynağı olan Metali’ eserlerinin
okunup bilindiği takdirde kişiye hüner kazandırması beklentisi vurgusuyla iki farklı alandan
eserin kişinin olgunluğuna sağlayabileceği katkı vesilesiyle bir arada kullanıldığı görülmektedir.
7.2. Tavâliu’l-Envâr: Kadî Beyzâvî’nin (ö. 685/1286) kelâm ilmine dair eseridir. Dört
fasıldan oluşan giriş mahiyetindeki mukaddimede mebâdî (tasavvur, tasdik, nazarın tanımı),
tarif (hadd-i tâm, hadd-i nâkıs, müfred ve mürekkeb), kıyas ve çeşitleri (kat‘î, zannî, aklî ve
naklî deliller), nazarın hükmü ve değeri gibi mantık konularına yer verilmiştir. Kitabın yarısına
yakın bir hacmi kapsayan ilk bölümü “mümkinât” başlığı altında üç bölüme ayrılmıştır. İkinci
bölüm ilâhiyyât bahisleriyle ilgili olup üç bölüm hâlinde düzenlenmiştir. Üçüncü bölüm
“Nübüvvet Konuları ve Buna İlişkin Hususlar” başlığını taşımakta ve üç bölümden meydana
gelmektedir (Yavuz, 2011, s. 180-181).
7.3. Tecrîd: Nasîrüddîn-i Tûsî’nin (ö. 672/1274) kelâma dair eseridir. Otuz sayfalık bir
risâle olan eser altı bölüm (maksad) hâlinde düzenlenmiş, bölümler de fasıllara ayrılmıştır.
İçeriğinde vücûd ve adem, mahiyet, illet-ma‘lûl bahisleri gibi konular ihtiva etmektedir.
(Topaloğlu, 2011, s. 250-251).
Aşağıdaki örnek beyitte Tecrîd ve Tavâli’ eserleri birlikte kullanılmıştır.
Sineñde tulü’ itmeyicek nûr-ı hakikat
Şerh eyleye mi kalbüñi Tecrîd ü Tavâli’
G. 212 / 4
Beyitte gönülde hakikatinin nurunun ancak Tecrîd ve Tavâli’ eserleri şerh edilerek
okunursa oluşabileceği dile getirilmiş, aynı alana dair iki eser anlamı güçlendirmek maksadıyla
bir arada kullanılmıştır.
8. Belâgat
Sözün fasih (güzel, düzgün) olmakla beraber, hâle ve makama uygun olması ile
ilgilenen ilim dalıdır. Nev’î Divanı’nda belâgat ilmiyle alakalı bir kaynak eser bulunmaktadır.
8.1. Miftâh: Ebû Ya‘kūb es-Sekkâkî’nin (ö. 626/1229) Arap grameri ve belâgatına dair
eseridir. Konunun önemi, kitabın adı ve planı hakkında kısa bilgi verilen bir mukaddimeden
sonra üç bölüme ayrılan eserin birinci bölümünde sarfın mahiyeti ve tarifi, harfler ve
mahreçleri, kelimelerin teşekkülü, kalıp ve vezinleriyle sarfın tamamlayıcısı niteliğinde kabul
edilen iştikak konusu incelenmiştir. İkinci bölümde nahvin tarifi ve faydası, âmil, ma‘mul, i‘rab
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O279
O K 285
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ve i‘rab alâmetleri gibi Arap dilinin söz dizimi kurallarına ve sebeplerine dair mantıkî izahlar
yapılmıştır. Üçüncü bölümde meânî ve beyân ilimlerinin tarifleri, isnad, müsnedün ileyh,
müsned, fasıl-vasıl, îcâz-ıtnâb ve kasr bahisleriyle inşâî (talebî) cümleler ve söz dizimi içinde
fiillerin etkisinde bulunan öğeler (müteallikat) gibi meânî ilminin temel meselelerinden sonra
beyân ilminin ana konuları olan teşbih, mecaz, istiare, kinaye ele alınmış, ardından bedî‘ ilmine
geçilerek mâna ve lafız sanatları incelenmiştir (Benli, 2005, s. 20-21).
Miftâh-ı bâb-ı milk-i fenâdur disem n’ola
Meftûh ider neye ki duhûl itse harf-i la
G. 1 / 2
Beyitte “Geçici dünya mülkünün kapısı miftahdır desem ne olur. La harfini neye dahil
etse açılır.” denilerek, bir gramer kaynağının bile Klasik Türk şiirinde nasıl yer bulabildiği
gözler önüne serilmiştir.
9. Dört Büyük Kitap
Nev’î Divanı’nda dört kutsal kitaptan sadece Kur’an-ı Kerîm beyitlerde yer almıştır.
9.1. Kur’ân-ı Kerîm: İslâm dininin kutsal kitabıdır. Kur’ân-ı Kerîm âyetlerden ve
değişik sayılarda âyetlerin yer aldığı sûrelerden oluşmuştur. Toplam 114 sûre ihtiva etmektedir.
Kur’ân-ı Kerîm, Hz. Peygamber’in ilk muhatabı olan toplulukların çeşitli tavır ve
davranışlarına, ihtiyaçlarına, olayların gelişimine vb. değişik hâl ve şartlara göre farklı
zamanlarda âyet veya sûre şeklinde nâzil olduğundan, konu bütünlüğü oluşturacak şekilde bir
sıra izlemediği gibi mevcut mushaflardaki sûrelerin bizzat Resûl-i Ekrem’in tâlimatıyla oluşan
içeriğinin yanı sıra dizilişi de sistematik eserlerde alışılageldiği biçimiyle bir yapı
arzetmemekte, muhtevayı oluşturan konular mushafın başından sonuna yayılmış bulunmaktadır.
Bu tertip şekli, tekrarların da katkısıyla Kur’an’ı okuyan veya dinleyenlerin aynı anda birden
çok konuyu gözden geçirmeleri, bir defalık okumayla birçok irşad ve uyarıya muhatap olmaları,
ayrıca Kur’an’ın bu örgüsüyle çeşitlilik arzeden kendi hayatları arasında paralellik sezmeleri
gibi yönlerden daha etkileyici, eğitici ve yararlıdır (Çağrıcı, 2002, 390-393).
İderler mahfilinde cem‘ olup elhân-ı Dâvûdî
Bu gün Kur’ân okunmak anda hatm olmış durur mahzâ
K. IV / 9
Klasik Türk şiirinde en çok başvurulan kaynaklardan Kur’an-ı Kerîm, tabii ki Nev’î
divanında da anılmıştır.
Sonuç
Sonuç olarak divan şairinin aldığı eğitimin, yaptığı eğitime dair görevlerin kaynak
eserlerin divanlardaki kullanım sıklıklarını etkilediği gözlemlenmiştir. Nitekim hayatını ilim
öğrenmeye ve öğretmeye adamış Nev’î’nin şiirlerinde belirlenen toplam 17 esere övgülerle,
tanık göstermelerle, birbiriyle kıyaslamalarla, anlamda oluşturacağı etkinin güçlenmesi adına
birden fazla olarak bir arada kullanımlarıyla, önemlerinin vurgulanmasıyla rastlanmıştır. Bu
çalışma vesilesiyle Klasik Türk şiirinin kaynakları olan tarih, insan, kültürel hayat vb. unsurların
yanı sıra bir çok alana dair kaynak eserlerin de azımsanamayacak derecede Klasik Türk şiirine
kaynaklık ettiği alanın araştırmacılarına gösterilmeye çalışılmıştır.
286 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
280
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
Kaynaklar
Benli, M. S. (2005). Miftâhu’l-ulûm. DİA, C 30, 20-21.
Çağrıcı, M. (2002). Kur’an-ı Kerîm muhtevâsı, DİA, C 26, 390-393.
Durusoy, A. (2001). El işârât ve’t-tenbihât. DİA, C 23, 421-422.
Durusoy, A. (2010). Eş-şemsiyye. DİA, C 38, 530-531.
Fazlıoğlu, İ. (1999). İbnü’l-bennâ el-merkkâküşî. DİA, C 20, 530-534.
Kallek, C. (1998). El-hidâye. DİA, C 17, 471-473.
Kartal, A. (2013). Doğunun uzun hikâyesi. İstanbul: Doğu Kütüphanesi Yayınları.
Kılıç, M. E. (1996). El-fütühatu’l-mekkiyye. DİA, C 13, 251-258.
Kutluer, İ. (2010). Eş-şifâ. DİA, C 39, 131-134.
Özcan, T. (2002). Şemseddin konevî. DİA, C 26, 166-167.
Sefercioğlu, N. (2007). Nev’î. DİA, C 33, 52-54.
Sevgi, H. A. (1996). Gülşen-i râz. DİA, C 14, 253-254.
Sevgi, H. A. (2003). Mantıkut’t-tayr. DİA, C 28, 29-30.
Topaloğlu, B. (2011). Tecrîdü’l-itikâd. DİA. C 40, 250-251.
Tulum, M. (1977). Nev’î divanı tenkidli basım. İstanbul: İstanbul Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Yayınları.
Yavuz, Y. Ş. (2011). Tavâliu’l-envâr. DİA, C 40, 180-181.
Yazıcı, T. (1996). Gülistân. DİA, C 14, 240-241.
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O281
O K 287
HAROLD BLOOM’UN “ETKİLENME ENDİŞESİ”NDEN HAREKETLE KİRALIK
KONAK VE FATİH HARBİYE ROMANLARININ İNCELEMESİ
Orçun AYDOĞDU
Öz
Harold Bloom’un kaleme aldığı Etkilenme Endişesi adlı teorik çalışma,
şiir incelemelerine yeni bir bakış açısı getirmiştir. Çalışma, kendisinden sonra
gelen kişiler tarafından beğenilmiş ve günümüzde de önemli bir teori yöntemi
olarak kullanılmaktadır. Etkilenme Endişesi, halef ve selef ilişkisine
dayanmaktadır. Bu ilişkiyi ortaya çıkarırken, Freud’un Ödipal
Kompleksi’nden faydalandığını söyleyebiliriz. Bloom’a göre, halef,
selefinden istifade etmekte ve ondan etkilenmektedir. Mamafih, selef
sayesinde, kendi özgünlüğünü kazanmaktadır. Bu bağlamda, Etkilenme
Endişesi’nde altı bölüm söz konusudur: Clinamen, Tessera, Kenosis,
Daimonikleşme, Askesis, Apophrades. Harold Bloom’un ortaya koyduğu
görüşler, Türk edebiyatına da uyarlanabilmektedir. Şiir üzerine yazılan teori,
romana uyarlanmaya çalışarak, Türk edebiyatının iki önemli eseri, Etkilenme
Endişesi’nden hareketle incelenmiştir.
Kiralık Konak, Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun kaleme aldığı ilk
romandır. 1922 yılında yayımlanmıştır. Konak mefhumu üzerinden, üç neslin
çatışmasını konu almaktadır. Naim Efendi, Tanzimat Dönemi aydınını temsil
etmektedir. Değişen döneme bağlı olarak, Naim Efendi’nin nesli, eski olarak
nitelendirilmektedir. Damadı Servet Bey ise, Doğu medeniyetinden, Batı
medeniyetine geçmek isteyen ve şekil mefhumu üzerinde yoğunlaşan biridir.
Servet Bey’in Batı hayali, şekilcilik üzerine dayanmaktadır. Beyoğlu‘nda bir
apartmana taşınmıştır. Naim Efendi’nin torunu ve Servet Bey’in kızı olan
Seniha ise, toplum ile bağları koparmış, Batı hayranı nesli temsil etmektedir.
Peyami Safa’nın kaleme aldığı Fatih Harbiye ise, Kiralık Konak’ta anlatılan
nesil çatışmasının Cumhuriyet yıllarındaki hâlini aksettirmektedir. Neriman,
Seniha’nın karşılığı, Faiz Bey ise Naim Efendi’nin karşılığıdır. Her iki
romanda da benzer kahramanlar, benzer biçimlerde işlenmiştir. Bunu da
Harold Bloom’un teorisi ile açıklamak mümkündür. Bildiride, Etkilenme
Endişesi’nden hareketle, Fatih Harbiye’deki Kiralık Konak etkisini tespit
etmeye ve şiir için yazılan bir teorinin gerektiğinde kurgusal metne de
uyarlanabildiği gösterilmeye çalışılmıştır.
Anahtar Sözcükler: Kiralık Konak, Fatih Harbiye, Yakup Kadri
Karaosmanoğlu, Peyami Safa, Etkilenme Endişesi,
Harold Bloom.
A REVIEW OF KIRALIK KONAK AND FATIH HARBIYE BASED ON
THE ANXIETY OF INFLUNCE OF HAROL BLOOM
Abstract
The theoretical work written by Harold Bloom brought a new perpective
to poetry analysis. The study was appreciated by those who come after him
and is still used as an important theory method today. It is based on successor
and predecessor relation. When revealing this relation it benefits from
Oedipus Complex of Freud. According to Bloom the successor benefits and
is affected by predecessor. In addition it gains its own originality thanks to its
Yüksek Lisans Öğrencisi; Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
[email protected].
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 289
282
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
predecessor. In this case there are six parts in The Anxiety of Influence:
Clinamen, Tessera, Kenosis, Daemonization, Askesis, Apophades. The ideos
of Harold Bloom can also be applied to Turkish literature. Trying to adapt the
theory written on poetry to the novel, two important Works of Turkish
literature have been examined thanks to The Anxiety of Influence.
Kiralık Konak is the first novel written by Yakup Kadri Karaosmanoğlu.
It published in 1922. It is about the conflict of three genarations through the
concept of mansion. Naim Efendi represents the intellectual of the Tanzimat
Period. Depending on the changing period, Naim Efendi is considered to be
old. In the other hand Servet Bey who is Sekine’s husband has adopted
western civilization. Servet Bey’s western dream is based on formalism. He
moved to an apartment in Beyoglu. The grandson of Naim Bey and the
daughter of Servet Bey ‘Seniha’ who lost ties with society, represents the
generation of western follower. Fatih Harbiye written by Peyami Safa and it
reflects the generation conflicts like Kiralık Konak but this is in republic
years. Neriman with Seniha are similar each other and Faiz Bey with Naim
Efendi are similar each other. Similar heros are depicted in similar ways in
both novels. İt is possible to explain this with theory of Harold Bloom. In this
article, it is tried to Show that a theory written for poetry can be adapted to
fictional text.
Keywords: Kiralık Konak, Fatih Harbiye, Yakup Kadri Karaosmanoğlu,
Peyami Safa, The Anxiety of Influend, Harold Bloom.
Giriş
“Daha az yetenekli şairler idealize ederler; tahayyülü güçlü olanlar ise kendilerine mal
ederler. Ama her şeyin bir bedeli vardır. Kendine mal eden şair müthiş bir borçluluk endişesi
duyar, zira hangi güçlü yaratıcı kendisini yaratmayı başaramadığını fark etmek ister ki?
Etkilenme endişesini aşacak güce sahip olmadığı için şairliği başaramadığını bilen Oscar Wilde,
etkilenmenin karanlık hakikatlerini de biliyordu” (Bloom, 2008, s. 47)
Amerikalı yazar ve teorisyen olan Harold Bloom, Etkilenme Endişesi adıyla, şiir teorisi
üzerine bir çalışma kaleme almıştır. Etkilenme Endişesi, 1967 yılında yazılmaya başlayıp, 1973
yılında nihayete erdirilmiştir. Mamafih, beş senelik bir emeğin ürünü olarak teşekkül
etmektedir. Çalışmanın özeti, halef ile selef ilişkisine dayanmaktadır. Bir şair veyahut yazar, ne
kadar kaçmaya çalışsa da selefinden etkilenmektedir. Mühim olan, etkilenmenin özgünlüğe
kavuşmasında yatmaktadır. İyi şair veyahut yazar da etkilenme endişesini kabul edip, özgünlüğe
kavuşan kişidir. Harold Bloom teorisini, Sigmund Freud’un Ödipal Kompleksi’ne
dayandırmaktadır. Yazar, bu etkiyi kabul etmemektedir. Lakin her iki çalışmaya, mukayeseli bir
şekilde bakıldığında, bu yargıya varılmaktadır. Bloom’un amacı, bir yazar veyahut şairin, başka
bir yazar veya şairden ne şekilde ve hangi yollarla yararlandığını ortaya çıkarmaktır. Bloom,
ortaya koyduğu esasların değişebileceğini ve artabileceğini söyleyerek, mutlak kurallara yer
vermemiştir. Yazar, halefin selefinden altı aşamada etkilendiğini söylemektedir. İsimlendirme,
Bloom’a dayanmaktadır ve kişiseldir. Lakin Batı’nın kültür birikiminde, manası olan isimlerdir.
Bu durumu “Verilen adlar keyfi olmakla beraber Batı'nın tahayyül yaşamında merkezi yere
sahip çeşitli geleneklerden geliyor ve ben yararlı olabileceklerini umuyorum.”(Bloom, 2008, s.
52) diyerek net bir şekilde ortaya koymuştur.
Harold Bloom’un Etkilenme Endişesi’nde ortaya koyduğu altı aşama şunlardır:
Clinamen, Tessera, Kenosis, Daimonikleşme, Askesis, Apophrades. Belirtilen aşamalar, şu
şekilde açıklanabilir:
290 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
283
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
1. Clinamen: Şairin veyahut yazarın yanlış okunduğu aşamaya verilen isimdir. Selefin,
halefini yarattığı ilk aşama olarak da tanımlanabilir. Güçlü olan seleften etkilenen halef, kendi
benliğini oluşturabilmek için selefin eserlerini okur ve okurken, kendince yorum geliştirir. “Ben
daha iyisini yapabilirim” diyerek yola çıkar. Mamafih, güçlü ile yeninin veyahut gelenek ile
modernin çatışması olarak görebileceğimiz bir adım karşımıza çıkar. Özet olarak, seleften ve
güçlü olandan sapmanın ilk aşaması, clinamendir.
2. Tessera: Şair veyahut yazarın, selefe karşı tezini geliştirdiği bölüme verilen isimdir.
Halef, selefine benzer konular işlemesine rağmen, derin yüzeyde ondan ayrılmaya başlar.
Bundan dolayı da tamamlama veya antitez aşaması olarak nitelendirilir. Tamamlama, seleften
bir sapma olarak okunabilir. Çünkü, otoriteden farklılaşmaya başlamaktadır. Bu bölümü yazar,
“Ben ol ama ben olma şeklinde özetlemiştir.z
3. Kenosis: Halefin, selefle olan ilişkisini kestiği bölüme verilen isimdir. Selefin halefle
olan sürekliliği kesilir. “Bozma hareketi” olarak da nitelendirilen bu bölüm, seleften
kopulduğunun ilan edildiği kısımdır. Bu bölümde selef, halefe benzer kısımlarının var olduğunu
fark eder ve bir arayışa geçer. Bu arayış, selefin haleften ayrılmak için çabaladığı kısımdır.
Roman söz konusu olduğunda, selefin, kurgu bakımından, haleften ayrılma çabası olarak
yorumlanabilir.
4. Daimonikleşme: Halefin, yüce olarak görülen selefe karşı tepkisinin doruk noktasına
ulaştığı bölüme verilen isimdir. halefin yazdığı şiir veyahut kurguda oluşturduğu kahramanlar,
selefe tepki olarak tezahür eder. Bu ortaya çıkış, bir özgünlük olarak karşımıza çıkmaktadır.
Yazar bu sayede, seleften etkilenerek, ondan ayrılmaya çalışır. Bu durumu, “yüceye karşı, karşı
yücenin oluşturulduğu bölüm” olarak da nitelendirilebilir. Mamafih, halef, selefin ötesinde
olduğuna inanmaya başlar.
5. Askesis: Arınma veyahut Tekbencilik olarak adlandırılan bölüme verilen isimdir.
Halef, selefinden üstün olduğunu ve onu geçtiğini düşünür. Bundan dolayı da seleften arındığını
düşünür. Kendi benliğinin oluştuğuna karar verir. Bunu yaparken müellifin amacı, selefin geride
kaldığını ve özgün bir şair veyahut yazar olarak, devrin kendisine ait olduğunu sezdirmektir.
6. Apophrades: “Ölülerin dönüşü” olarak nitelendirilen bölümdür. Yazar veyahut şair,
etkilendiği gücü ortadan kaldırmak için çaba sarf eder ve selefin etkisini kırarak, kendisine
özgün bir alan açar. Bunu yaptığı vakit, aslında başladığı noktaya geri dönmüş olur. Bunun
nedeni ise zikredilen etkilenme sürecinin her zaman var olmasından kaynaklanır. Halef,
selefinin yerini aldığı vakit, aslında kendisi de selef olmaya adaydır. Bundan dolayı da ölülerin
dönüşü olarak nitelendirilmiştir.
Harold Bloom’a göre, kutup olan bir şairin yukarıdaki altı aşamadan geçmesi
gerekmektedir. Bu aşamalardan geçtikten sonra, halef, özgünlüğünü ispat etmiş olur. Lakin
belirtilmesi gerekiyor ki bu altı aşamanın sırayla yaşanması gerekmemektedir. Sıralama
değişebilir, aşamalar artabilir ama isimler değişse de bu aşamalar devam eder. Aşamaların
özetini Bloom, “Ben ol ama ben olma” diyerek özetlemiştir.
Yakup Kadri Karaosmanoğlu, gençlik yıllarında, Fecr-i Âti topluluğuna katılmıştır.
Sanatın bireysel olduğunu benimsemiştir. Balkan Savaşları ve ardından gelen I.Dünya Savaşı ile
bu düşüncesinden vazgeçen sanatçı, sanat ile toplum arasındaki ilişkiye yönelmiştir. (Moran,
1998, s.104) Kiralık Konak ile başlayıp, Panorama ile nihayete eren nehir romanlar, bu
düşüncenin ürünüdür.
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O284
O K 291
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
Kiralık Konak, Yakup Kadri tarafından önce İkdam gazetesinde, 8430 ile 8491 sayıları
arasında, 55 sayı tefrika edilmiştir. 1922 yılında ise yayımlanmıştır. Bu eser, Yakup Kadri’nin
kitap olarak yayımlanan ilk eseridir. Yazar bu eserde, bir değişim sürecine giren Osmanlı’nın,
bu süreçten nasıl etkilendiğini ele almıştır. Zaman olarak da bu etkilenmenin belirgin biçimde
yaşandığı 1908 ve sonrası tercih edilmiştir. Yakup Kadri, romanını karşıtlar üzerine kurmuştur.
Olayların ve kişilerin geliştirilmesinde çatışma olgusundan yararlanmıştır. Temeldeki çatışma
eski-yeni, Doğu-Batı kavramlarıyla açıklanabilir. (Karaosmanoğlu, 1990, s. 15, 19, 20) Kiralık
Konak bir çatışma romanıdır. Romanda üç neslin çatışması söz konusudur:
a. Eski nesil veya Tanzimat öncesi nesil (Naim Efendi)
b. Orta nesil veya geçiş dönemi nesli (Sekine Hanım)
c. Alafranga nesil, Yeni nesil veya Tanzimat sonrası nesil (Seniha)
Yakup Kadri’nin bu üç nesli seçmesi çok önemlidir. Çünkü bu nesillerin tarihî
gerçekliği vardır. Özellikle II. Meşrutiyet döneminde bu üç nesli bir arada görmemiz
mümkündür. Romanın da II. Meşrutiyet döneminde geçmesinin başlıca nedeni budur.
Fatih Harbiye Peyami Safa tarafından 1931 yılında Semih Lütfü Kütüphanesi tarafından
basılmıştır. (Tekin, 1990, s. 6) Romanın yazıldığı sıralarda, Doğu-Batı musikisi tartışmaları
şiddetli bir şekilde devam etmektedir. Romanda, Şinasi üzerinden, Alaturka musikisinin değeri
ve önemi üzerinde durulmaktadır. Neriman ise Alaturka ile başlayıp, Alafranga’ya geçmeye
çalışan, yeni nesli temsil etmektedir. Bu tartışmada, Peyami Safa’nın tuttuğu taraf, Doğu
musikisidir. Yusuf Ziya Ortaç kaleme aldığı Portreler’de bu hususu şöyle anlatır: “Peyami,
oldukça güzel ud, güzel keman çalardı: Alaturka musikinin bütün ses hünerlerini perde perde
bilerek ve hayranlıkla anlatarak…” (Ortaç, s. 199) Roman incelendiğinde de Safa’nın Klasik
musiki ile olan ilişkisi görülmektedir.
Romanda, Doğu-Batı ve nesil çatışması ağırlık kazanmaktadır. Karşılaşılan çatışmalar,
Neriman ile Faiz Bey arasında tezahür eder. Faiz Bey, Klasik musikinin temsilcisidir. Aynı
zamanda iyi derecede ney çalmaktadır. Neriman da Klasik musiki eğitimi almasına rağmen, bu
musikiden hoşlanmaz. Batı musikisine meyletmeye başlar. Diğer bir çatışma da Neriman ile
Şinasi arasında, Macit’ten dolayı teşekkül eder. Bu durumu şu şekilde tablolaştırılabilir:(Tekin,
1990, s. 71)
DOĞU
BATI
Faiz Bey
Macit
Şinasi
Dayı Kızları
Fatih
Beyoğlu
Bu bildiride, Kiralık Konak ile Fatih Harbiye arasındaki benzerlikler ve farklılıklar,
Harold Bloom’un Etkilenme Endişesi kuramındaki aşamalarından hareketle incelenmeye
çalışılmıştır.
292 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
285
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
1. Clinamen ya da Şiirin Yanlış Okunması
Harold Bloom’un kaleme aldığı Etkilenme Endişesi’nde ilk adım, yanlış okumak
üzerine teşekkül etmektedir. Bir şairin, romancının, hikayecinin selefinin eserlerini yanlış
okuması, etkilenme endişesinin başlangıcıdır. Yazar veyahut şair, dönemin önde gelen yazarının
veya şairinin metinlerini okur ama okuduğu metinde bir eksiklik bulur. Böylece kendisinin daha
iyisini yapabileceğini düşünür ve kendi ürününü ortaya çıkarmaya başlar. Bu aşamaya
“Clinamen” veyahut şiirin yanlış okunması denir. Bloom, şiirsel etkilenme üzerine şunları
söyler:
“Şiirsel Etkilenme entelektüel revizyonizm denen daha büyük fenomenin parçasıdır.
(…) Şiirsel Etkilenme bir öz bilinç hastalığıdır. (…) Blake gibi bizlerin de bildiği üzere Şiirsel
Etkilenme tarih labirentinin sillesini yemiş kazanç ve kayıplardır. (…) Şiirsel Etkilenme
bireylerin ya da tikellerin durumlardan geçmesidir. Her revizyonizm gibi Şiirsel Etkilenme de
bize ruhun bir hediyesidir ve bu hediye bize yalnızca serinkanlı bir biçimde, ruhun sapkınlığı ya
da Blake’in daha doğru tespitiyle, durumların sapkınlığı denen şey sayesinde gelir.” (Bloom,
2008, s. 67-68).
Önceden yazılmış olan bir şiir veyahut kurgusal metinden etkilenme, sanatçının tabii bir
özelliğidir. Her edebiyatçı bu aşamalardan geçer. Bloom’un “ruhsal bir hediyesidir” diyerek,
kastettiği tam olarak budur. Etkilenmenin sadece edebiyatçıya özgü olduğunu söylemek, eksik
bir ifadedir. Sanatın her alanında, söz konusudur. Etkilenmenin sonucunda kayıp ve kazanç söz
konusudur. Kazanç, sürecin başarıyla gerçekleşmesi sonucunda, özgünlüğün tezahür etmesidir;
kayıp ise, süreci başarıyla tamamlayamayanların, sadece etkilenmiş ve otoritenin gerisinde
kalmış olmasıdır. Şiirsel etkilenme iki güçlü şair üzerinde olursa, başarının daha etkili olacağı
bilinmektedir. Bloom da bundan dolayı, Shakespeare’den örnek verir. Bu hususta yazar şunları
söyler:
“Şiirsel Etkilenme –iki güçlü, has şair söz konusu olduğunda– her zaman önceki şairin
yanlış okunmasıyla, yani gerçekte ve zorunlu olarak bir yanlış yorumlama olan yaratıcı bir
düzeltme edimi yoluyla ilerler. Verimli şiirsel etkilenmenin tarihi: Bu da demektir ki
Rönesans’tan bu yana Batı şiirinin ana geleneği, bir endişe ve kendi kendini kurtarıcı bir
karikatür tarihidir, tahrifat tarihidir, modern şiirin varlığını borçlu olduğu sapkın, bilinçli
revizyonizmin tarihidir” (Bloom, 2008, s. 69).
Modern sanat, bir etkilenme ürünü olarak karşımıza çıkmaktadır. Rönesans, bu
bakımdan, bir dönüm noktası teşkil edebilir. Sanatçılar arasında, etkilenmenin olmadığını
söylemek, sadece teorik olarak mümkündür. Uygulamada bu durum söz konusu değildir.
Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun kaleme aldığı Kiralık Konak’a bakıldığında, Peyami
Safa’nın Fatih Harbiye adlı eserini oldukça etkilediği görülmektedir. Bloom’un teorisinin ilk
aşaması, ele alınan iki eser arasındaki benzerlikleri oluşturmaktadır. Fatih Harbiye’
incelendiğinde, benzerliklerin oldukça fazla olduğu görülmektedir.
Kiralık Konak’ta yer alan Seniha bir tiptir. Avrupa’yı taklit etmekten hoşlanmakta ve
kendi kültüründen hazzetmemektedir Hayatının merkezi Avrupa olmuştur. Mamafih, parayı ve
süslenmeyi sevmektedir: “Çölde yürüyene serap neyse Seniha’ya da Avrupa odur. (…) Parayı
para için seven kızlardandır; gayesi fazla süslenmek, fazla eğlenmek, geniş yaşamak, çok
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O286
O K 293
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
seyahat etmektir.” (Karaosmanoğlu, 1990, s. 33-35)1 Peyami Safa’nın kaleme aldığı Fatih
Harbiye’de de Neriman karşımıza çıkmaktadır. Neriman ile Seniha birbirine çok benzemektedir.
O da Seniha gibi Avrupa hayali kurmaktadır ve yegâne hayalinin Avrupa olduğu
anlaşılmaktadır. Bu durumu Peyami Safa şöyle anlatır: “Neriman Beyoğlu’na çıktığı vakit, halis
Türk mahallelerinde oturanların çoğu gibi, kendini büyük bir seyahat yapmış sanırdı. Gene Fatih
uzakta, çok uzakta kaldı. Tramvayla bir saat bile sürmeyen bu mesafe, Neriman’a Efgan yolu
kadar uzun görünürdü ve Kâbil’le New York arasındaki farkların çoğuna İstanbul’un iki semti
arasında kolayca tesadüf edilir.” (s. 30)
Her iki kahramana da bakıldığında, yukarıdaki alıntılardan da anlaşılacağı üzere, benzer
düşüncelere sahip oldukları görülmektedir. Gerek Seniha’nın gerekse de Neriman’ın hayatının
odağını Avrupa oluşturmaktadır ve her ikisi de Avrupa’nın şekilciliğine meyletmektedir.
Seniha’nın hayatının değişmesi, Faik Bey sayesinde olmuştur. Faik Bey ile Avrupa’ya kaçan
Seniha, hayatının kırılma noktasını yaşar ve Yakup Kadri de Seniha’nın bu hatasını
cezalandırarak, onu masalara meze yapar. Fatih Harbiye’deyse, Neriman’ın hayatının
değişmesi, Macit sayesinde olmuştur. Bu da her iki romanda da benzer bir durumun söz konusu
olduğunu göstermektedir.
Kiralık Konak’ta yer alan Naim Efendi, Seniha’nın dedesidir ve eski nesli temsil
etmektedir. Romanın başkahramanıdır. Esere adını veren konağın ise hem sahibi hem de tek
varisidir. Yaşı altmışın üzerinde, temiz ve düzenli giyinen bir adamdır. Dışarıda İstanbulin,
ütülü pantolon, beyaz gömlek, siyah kravat, beyaz dik kolalı yakadan meydana gelen bir
kıyafetle dolaşır. Evin içinde ise gecelik biçiminde entari giyer, başına takke geçirir. Ne çok
zengin ne çok hesapsızdır. Babasından kalmış bir serveti gençliğinden beri oldukça büyük bir
ihtimamla idare ve muhafaza eder. Kendisi II.Abdülhamid ricalinden olmakla beraber, bu
servete hiçbir şey ilave edememiştir. Gençliğinde, babası gibi Mabeyn-i Humayun’a mensuptur.
Sonra birçok defa valilik görevlerinde bulunmuş ve memleketin çeşitli yerlerinde dolaşma
imkânı bulmuştur. Şûra-yı Devlet azası, Rüsumat Müdir-i Umumisi olmuş ve sonunda Defter-i
Hakanî ve Evkâf Nezaretlerine geçerek çalışmıştır. İnkılaptan iki sene sonra ise tevliyet davası
yüzünden istifa ederek, günden güne kötüye giden hükûmet işlerinden tiksinmiş ve bir köşeye
çekilmiştir.
Naim Efendi bir redingotlu nesle mensup olsa da vücudu henüz körpe iken istanbulin
içinde yetişip gelişmiş kimselerdendir. Tanzimat neslini temsil eden ve Tanzimat devrine ait
gelenekleri yaşatmayı amaç edinen Naim Efendi, konaktaki diğer kişilerin temsil ettikleri nesle
karşı mesafeli durur. Torunlarının, kızı ve damadının yeni olarak nitelendirdiği ve
alafrangalıktan başka bir şeye hizmet etmediğini düşündüğü davranışları, kendisine tuhaf gelir.
Konakta rastladığı çoğu uygulamaya, kendi zihin ve ruh dünyasına hitap etmediğinden dolayı,
uzak durur. Eski terbiyeye göre yetişmiş, bilgili, görgülü ve kültürlü birisidir. Çekingen, içten
titiz, iradesi zayıf, eğlenceyi seven; ahbaplar arasındaki sohbet ve ziyafetlere düşkün, zevkleri
kırk yıl evveline ait; bir ana kadar müşfik, bir dul kadın kadar titiz biridir. Evdeki garip ve sefih
hayatı kabul etmediği hâlde, bir türlü aktif tavır alamaz. Konakta eski otoritesini kaybetmesi ve
değişen hayat şartlarına karşı kendi alışkanlıklarını sürdürmeye devam etmesi, romanın sonuna
doğru yalnızlaşmasına sebep olur. Seniha ile Naim arasındaki ilişki şu şekilde anlatılır: “Naim
Efendi biraz da torunlarını çok sevdiği için sesini çıkaramazdı. Yoksa her şeye rağmen konağın
içinde hürmet edilen, korkulan yegâne amir yine o idi. Biraz şiddet gösterecek olsa her şeyin
1
Bundan sonra romanlardan yapılacak alıntılarda, kolaylık sağlaması adına, sadece sayfa numarası verilecektir.
294 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
287
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
yoluna girmesi ihtimali henüz mevcuttu. Fakat ne yazık ki o, zayıf kalpli bir büyükbaba idi.
Sonra da aldığı terbiye onun kim olursa olsun, yüksek sesle konuşmasına bile müsait değildi.”
(s. 18)
Fatih Harbiye’de ise Faiz Bey’le karşılaşılır. Faiz de Naim gibi yalnızdır: Faiz Bey,
gene, yalnız gözlerini kaldırarak Şinasi'ye sert sert baktı, sonra derin bir nefes aldı. (s. 17)
Olayları anlamasına rağmen, ses etmemektedir. Naim Bey, torunu için üzülürken, Faiz Bey de
kızı için üzülmektedir ama olaylara mümkün mertebe dışardan bakmaya çalışır: “Faiz Bey
sesini çıkarmıyordu. Bu, mümkün olduğu kadar septik bir adamdı. Etrafında geçen hadiselerin
bütün sebeplerine bir anda intikal etmek isteyen ihtiyatkar zekâsı, Neriman'ın bu hâlinde de yeni
arniller arıyor ve aldanmıyordu; fakat bir taraftan da Neriman'ın ahlakında salaha doğru yeni bir
iman yolu açan bu hareketlerinden korku ile karışık, mütereddit bir sevinç duyuyordu.” (s. 44)
Buradan da anlaşılıyor ki Naim ile Faiz birbirine benzeyen ili kahramandır. Yazarların amacı
ortaktır. Anlatmak istediklerini daha etkili bir şekilde gösterebilmek için tip yaratmışlardır.
Sonuç olarak, benzer olaylara benzer tepkiler vermektedirler.
Kiralık Konak’ın mühim kahramanlarından birisi de Şair Hakkı Celis’tir. Hakkı Celis’in
dönüşümüne bakıldığında, Yakup Kadri’nin hayat hikayesiyle benzer yönlerinin olduğu tespit
edilebilir. Hakkı Celis, Seniha’ya âşıktır. Lakin Seniha, Avrupa’ya kaçar ve yanında da Faik
Bey vardır. Fatih Harbiye’ye baktığımız zaman da karşımıza Şinasi akseder. Şinasi, Neriman’a
âşıktır. Neriman da Şinasi’ye âşıktır ama bir süre sonra, Batı hayranlığı doruk noktasına ulaşır
ve Macit ile ilişki yaşamaya başlar. Şinasi’nin anlatıldığı satırlara bakıldığında, Hakkı Celis’in
ikinci dönemi olan, vatanı ve milletine âşık insan profiline benzediği söylenebilir.
Kiralık Konak’ta “konak” oldukça önemli bir mekandır. Romandaki üç nesil,
başlangıçta bu konaktadır. Ayrıca konak ile Osmanlı Devleti özdeşleştirilmiştir. Romanın
sonuna doğru, parasızlıktan, Naim Efendi’nin konağı kiraya verilmek zorunda kalınır. Böylece
konak elden gitmiş, devlet de yok olmuş olur. Fatih Harbiye romanı da bu hususta, tam
manasıyla, Kiralık Konak’tan etkilenmiştir. Faiz Bey’in Fatih’teki evine ipotek konmuştur ve
Faiz Bey emeklilik aylığının bir kısmını borçlarına ayırmaktadır. Bu durum romana şöyle
yansır: “Daha bir ay evvel, yeni mantosunu, yeni iskarpinlerini yaptırmak için babasını ne
büyük fedakarlıklara sevk etti: Fatih’teki ev rehine konmuştu ve bu ağır faizli borcu ödemek için
babası, her ay, tekaüt maaşının bir kısmını ayırmağa mecburdu.” (s. 33) Neriman’dan dolayı
gerçekleşen bu olay, adeta Kiralık Konak’tan esinlenerek oluşturulmuştur.
Kahramanlar ve olaylar haricinde, iki roman arasındaki çatışmalar da benzerlik teşkil
etmektedir. Doğu-Batı münakaşası ve nesil çatışması bu bakımdan mühimdir. Bir tarafta, Naim
Efendi ile Seniha varken, diğer tarafta Neriman ile Faiz Bey söz konusudur. Ayrıca her iki
romanda da âşıkların çatışması ele alınır. Seniha ile Hakkı Celis Kiralık Konak’ta söz
konusuyken, Neriman ile Şinasi Fatih Harbiye’de karşımıza çıkar. Bu hususlar da iki romanın
birbirinden etkilendiğini göstermektedir.
Yukarıda; kahramanlar, olaylar ve çatışmalar üzerine yapılan karşılaştırma, Harold
Bloom’un teorisinde, Clinamen ya da şiirin yanlış okunması aşamasına örnek teşkil etmektedir.
Benzer karakterlere yer verilmesi, benzer çatışmaların söz konusu olması ve karakterlerin
benzer tepkiler verip, belirli bir kesimi temsil etmiş olmaları iki roman arasındaki benzerliği
göstermesi bakımından önemlidir. Mamafih, Peyami Safa’nın Yakup Kadri’den etkilendiğini
söylemek yanlış olmasa gerektir.
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O288
O K 295
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
2. Tessera ya da Tamamlama ve Antitez
Şair veyahut yazarın, selefe karşı tezini geliştirdiği bölüme verilen isimdir. Halef,
selefine benzer konular işlemesine rağmen, derin yüzeyde ondan ayrılmaya başlar. Bundan
dolayı da tamamlama veya antitez aşaması olarak nitelendirilir. Tamamlama, seleften bir sapma
olarak okunabilir. Çünkü otoriteden farklılaşmaya başlamaktadır. Bu bölümü yazar, “Ben ol
ama ben olma şeklinde özetlemiştir.” Antitezin ne olduğu ve etkilenmedeki önemini de Bloom
şu cümleler ile okuyucuya aksettirir:
“Okur olarak duyduğumuz üzüntüler şairlerin utançlarıyla özdeş olamaz ve hiçbir
eleştirmen adil ve ağırbaşlı bir öncelik iddiasında bulunmamıştır. Ben eleştirinin daha zıt daha
‘anti tetik’ olmasını savunarak, onu zaten girmiş olduğu bir yolda daha da ilerlemeye teşvik
ediyorum. Bizler şairler karşısında ölülerle boğuşan ephefre’ler olmaktan çok, ölülerin
terennümünü duymak için yırtınan ölü falcılarına daha yakınız. Bu güçlü ölüler bizim
Sirenlerimizdir, ama bizi hadım etmek için terennüm etmezler. Bu seslere kulak verirken
Sirenlerin kendi üzüntülerini -bizler için olmasa da başkaları için endişeler yaratan içlerindeki
endişeleri- hatırlamamız gerekir.” (Bloom, 2008, s. 98)
Tessera aşamasında mühim olan, benzer olanda farklılıkları ortaya çıkarmaktır. Fatih
Harbiye’de bu bakımdan Kiralık Konak’tan etkilenmiştir. Benzer kahramanlar ve benzer
çatışmalar olmasına rağmen, benzerde farklılık söz konusudur.
Yakup Kadri Karaosmanoğlu ile Peyami Safa söz konusu olduğunda, Peyami Safa’nın
Karaosmanoğlu’nu belirli konularda, geri planda bıraktığını söyleyebiliriz. Kiralık Konak,
Osmanlı döneminde cereyan eder ve “konak” üzerinden bir devletin yıkılışını ele alır. 1953-54
yıllarında kaleme aldığı Panorama adlı romanda da Atatürk devrinden sonra, inkılabın aleyhinde
cereyan eden olayları ve Atatürk’ün yolundan ayrılışı konu edinir. Lakin Atatürk döneminde
yapılan hatalar, Yakup Kadri’nin romanlarında yer almaz. Gerek Ankara gerekse de
Panorama’da ideal dönem, Atatürk devridir. Olumsuz hiçbir durum söz konusu değildir.
Buradan hareketle, yazarın Atatürk devrini bir dönüm noktası olarak aldığı ve olumsuzlukları
romanlarına sirayet ettirmediğini söyleyebiliriz. Peyami Safa ise bu yola başvurmaz. Atatürk
devrinde olan olumsuz olaylara da romanlarında yer verir. 1920 ile 1930 yıllarının anlatıldığı
Fatih Harbiye bu bakımdan mühimdir. Batı musikisine yönelip, Klasik musikinin geri plana
atıldığını Peyami Safa romanında işler ve eleştirir. Faiz Bey, Doğu’nun ve Klasik musikinin
temsilcisidir. Ney çalıyor olması da bu bakımdan mühimdir. Kızı Neriman ise Klasik
musikiden, Batı musikisine geçmeye çalışır. Bu da devirde var olan Doğu-Batı çatışmasının
musiki üzerinden yansıtılmasıdır. Romanın sonlarına doğru, Faiz Bey, Şinasi ve Muammer
meşk etmek için bir araya toplanır ve o ara Neriman içeriye girer. Aralarında geçen konuşmalar,
musiki meselesini aydınlatması bakımından mühimdir:
“Sizin Darü’l-elhan'ın alaturka kısmını lağvediyorlarmış. Bunu münakaşa ediyoruz. Siz
alaturka kısmındasınız. Fakat siz de orada kalmak istemiyorsunuz, demin bahsiniz geçti.
Söyleyin niçin istemiyorsunuz? Neriman gülümsedi. Ferit'in evinde münakaşasız bir meclise hiç
tesadüf etmemişti. Gene kendi fikirlerini kabul ettirmek için başlarına kan çıkan ve yüzleri
kızaran bu insanların birtakım nazariyeler üzerinde kendilerini harap etmelerini tuhaf
buluyordu.
-Daha karar vermedim, dedi.
Muammer ısrar etti:
296 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
289
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
- Hayır! İster karar verin ister vermeyin ... Alaturka kısmının lağvedilmesine memnun
olur musunuz?
- Henüz bir fikrim yok, doğrusu ...
Bu sefer Ferit sordu:
- Alafranga kısmına geçmek arzusu sana nereden geldi?
- Bilmiyorum. Bir aralık ut çalmak sinirime dokunuyordu.” (s. 113)
Buradan da anlaşıldığı üzere Peyami Safa, Atatürk devrinde tasvip etmediği olayları da
romanına yansıtır. Lakin Yakup Kadri’ye bakıldığında, bununla karşılaşılmaz. Bu da benzer
konular işlemelerine rağmen, Peyami Safa’nın Yakup Kadri’yi geçtiği kısım olarak, Bloom’un
Tessera aşamasına bir örnek teşkil eder.
Kiralık Konak’ta Seniha’nın sonu, vurguncuların masalarında, meze olmaktır. Romanın
son bölümünde yer alan şu ifadeler bu bakımdan mühimdir: “Hele şuna bak! Hele şuna bak!
Nerede ise kızcağızı yiyecek!’ diyordu; sonra hiddetle başını sallayarak (…)” (s. 265)
Kaymakam Azmi Bey ile silah arkadaşı Binbaşı Hüsnü arasında geçen bu konuşma, Seniha’nın
ne hâle geldiğini göstermektedir. Yakup Kadri, kahramanına acımamıştır ve “zübbe”liğin
sonunu, masalarda bulunmakla ödetmiştir. Seniha Avrupa’ya kaçtığında, arkasından söylenen
sözler de Seniha’nın kötü duruma düştüğü ve adeta “bir fahişeden” farkı kalmadığı ima edilir.
Bu gibi ifadeler, yazarın kahramanına karşı olan tutumunu gayet açık bir şekilde göstermektedir.
Fatih Harbiye’ye ele alındığında, Neriman’ın ilk zamanları, Seniha gibidir. Batı’yı
merkeze alan ve Fatih Harbiye’den kurtulmaya çalışan bir tiptir. Lakin zamanla, tipten
karaktere geçiş söz konusu olur. Neriman’ın, dayı kızlarından dinlediği “Rus kızının hikayesi”
onun için bir dönüm noktası olur ve Batı medeniyetine olan yüzeysel bakış açısı ve meyletmesi
ortadan kalkar. Neriman’ın dönüşmesindeki ikinci etmen ise Faiz Bey’in, Neriman için
yaptıklarının, Neriman tarafından fark edilmesidir. Faiz Bey’in Neriman’ın balosu için para
bulmaya çalışması, Neriman’ı oldukça derinden etkiler ve kahraman, dönüşümünü tamamlar.
Neriman ile babası arasında geçen satırlar bu bakımdan mühimdir: “Hayır, baba, artık hiç
yorulmayacaksınız. İsabet ki aradığınızı bugün bulamadınız. Ben vazgeçtim. Söyledim ya
fikrimden dönmüyorum.” (s. 124)
Ayrıca, Peyami Safa, psikolojiye yer vererek, Neriman’ın duygularını da romana dahil
eder. Aşağıda yer alan ifadeler, Neriman’ın düşüncelerini ortaya koymaktadır. Neriman ile Faiz
Bey ve Şinasi arasında geçen diyalogda Neriman, kendisini şöyle ifade eder:
“-Siz bir alçaksınız: Sen ve babam ve sizin gibi düşünenlerin hepsi. Hiçbiriniz beni
tanımıyorsunuz! Ben de artık sizi tanımıyorum, artık aranızda bulunmayacağım, hiç hiç ... Ve
gidiyorum, şimdi gidiyorum, anladınız mı? Şimdi, hemen, karşıya, Beyoğlu'na ... Anladınız mı?
Ben züppeyim, sahteyim, cahilim, ben sükût etmişim, anlıyorsunuz değil mi? Ben ... Sustu, oda
kapısına baktı, çıkmak için bir hareket yapmak istedi. Fakat bütün kuvvetleri bir anda kesilerek
sandalyeye çöktü, ağlamaya başladı.” (s. 120)
Yakup Kadri’de, Seniha’nın psikolojisinin romana sirayet etmediği fark edilir.
Karşımızda sadece bir tip vardır ve kendisine biçilen rolü oynayarak, sahneyi terk eder. Peyami
Safa bunu yapmak yerine, tipten karaktere geçişle, kahramanının psikolojik dünyasına da yer
verir.
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O290
O K 297
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
Buradan da anlaşıldığı üzere, Peyami Safa, Yakup Kadri’yle benzer konular işlemesine
rağmen bazı noktalarda, ondan ayrılmaktadır. Bu da Bloom’un “Ben ol ama ben olma” dediği
merhaleye karşılık gelmektedir.
3. Kenosis ya da Tekrar ve Süreksizlik
“Selefin şiiri neyse benim şiirim de orada olsun” düşüncesiyle hareket eden halef, kendi
özgünlüğünü ispat etmeye çalışır. Bu amaçla, selefini alçaltmaya çalışır. Bunu yaparken amacı,
kendisine yer açmaktır. Çünkü bir metin yanlış okunmadan, bunu başarabilmek mümkün
değildir: “Tarihsel açıdan sağlıklı bir durum olan şiirin yanlış okunması, bireysel açıdan
sürekliliğe, önem arz eden tek otoriteye, yani bir şeyi ilk önce adlandırmış olma mülkiyetine ya
da önceliğine karşı işlenmiş bir suçtur.” (Bloom, 2008, s. 110)
Selefin amacı, halefi ortadan kaldırmaktır. Çünkü onun bulunduğu konumda yer almak
ister. Bunun için de selefini, küçük düşürmeye çalışır. Onu tekrar ettiğinin farkındadır ve bu
tekrardan kurtulması gerekmektedir. Tekrardan kurtulma isteği, halefte bir direnç doğurur ve
özgünlük teşekkül etmiş olur. Kenosis de tam olarak özgünlüğün başladığı aşamadır. Çünkü
yazar veyahut şair, selefine benzediğini fark eder ve ondan kurtulmaya çalışır. Söz konusu Fatih
Harbiye romanı olunca da etkilenmenin var olduğunu söylememiz gerekir. Peyami Safa, Kiralık
Konak’tan etkilendiğini fark edere ve özgünlüğünü ortaya çıkarmak için bazı adımlar atar.
Peyami Safa ve Yakup Kadri’ye göre, roman cemiyete ışık tutmakla yükümlüdür.
Safa’nın bu konuda Tasvir-i Efkar’da yazdığı şu satırlar durumu net bir şekilde göstermektedir:
“Roman, bize aksettirdiği cemiyetle beraber onu hükmü altında bulunduran nâzım fikrin de
emrindedir ve bu müşterek ölçü ile birlikte cemiyet ne ise roman da odur.” (Safa, 1942, s. 2)
Karaosmanoğlu’nun Kiralık Konak’tan başlayarak, Panorama’ya kadar giden serisi cemiyetin
bir aynası niteliğindedir. Safa, bu hususta Yakup Kadri’yle aynı düşünmektedir. Lakin Kenosis
aşamasına gelindiğinde, Safa’nın değiştiği gözlemlenir.
Peyami Safa’nın romanında, ilahî olana değer vermek esastır. Ona göre, yazdığı bütün
romanlarda ilahî arayış söz konusudur. Bu bakımdan Bir Tereddüttün Romanı’ndaki tereddüt,
Matmazel Noraliya’nın Koltuğu’nda ortadan kalkar. Binaenaleyh, Safa’nın romanlarında bir
süreklilik söz konusudur. Mana arayışı her zaman karşımıza çıkar. Yakup Kadri’nin
romanlarında da bir süreklilik söz konusudur ama onun sürekliliği, konu ve kişiler bazındayken;
Safa’nın sürekliliği konu ve arayış bazında olmuştur. Böylece Bloom’un belirttiği Kenosis
ortaya çıkar. Safa, Karaosmanoğlu’nu tekrar ettiğinin farkına vararak, kendisine özgü bir alan
teşekkül eder. O alanın adı da psikoloji ve arayış olur. Böylece kendisine açtığı özgün alan, onu
Türk edebiyatının en mühim edebiyatçılarından birisi yapar.
4. Daimonikleşme ya da Karşı-Yüce
Kendisini ispatlamaya çalışan halef, selefine karşı üstünlük göstermeye başlar. Artık
kendisinin de üstün olduğu yerler vardır ve selefine karşı bir tez ortaya çıkarabilir.
Daimonikleşme süreci tam olarak anti-tez aşamasıdır. Halef, selefinin artık geçmişte kaldığını
ispatlamak için kendi tezini ortaya atarak, selefini çürütmeye çalışır. Bu aşamayla ilgili Bloom
şunları söyler:
“Güçlü şairin Yüce'sinin okurun da Yüce'si olabilmesi için her okurun yaşamının da bir
Yüce Alegori olması şarttır. Karşı-Yüce yetkinliğini ispatlayan tahayyüle sınır koymak için
ortaya çıkmaz. Bu aktarımda gölgede bırakılan ya da ayrışan tek gözle görülür nesne selefin
engin suretidir ve zihin tümüyle içine kapanmaktan mutludur.” (Bloom, 2008, s. 130)
298 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
291
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
Bloom’a göre, bir şairin veyahut yazarın, kendisini ispat ettiği aşama, anti-tezini
oluşturduğu Daimonikleşme aşamasıdır. Bunu başaran şair ya da yazar, kendi özgür alanını
oluşturmaya başlar.
Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Peyami Safa’nın Yirminci Asır gazetesinde “Asrın
Hikayeleri” başlığıyla yazdığı metinleri övmektedir. Yahya Kemal ve Yakup Kadri bu aşamada,
edebiyatın mühim bir şahsiyet ile karşılaştığını ve Safa’nın geleceğinin parlak olduğunu
söylerler. Hatta Yahya Kemal, İsmail Safa’nın en güzel eserinin Peyami Safa olduğunu
söyleyerek, müellifin başarısını ortaya koyar. Böylece “üstat” kavramı altında bir Yakup Kadri
tezahür etmiş olur. Çünkü Safa’nın eserlerini okuyup, beğenmektedir. Böylece “selef”
konumundaki Karaosmanoğlu’nun “halef” olan Peyami Safa tarafından yıkılması
gerekmektedir. Bunun farkında olan Safa da kendi karşı-yücesini oluşturmaya çalışır ve bunda
da başarılı olur.
Fatih Harbiye’de, Neriman’ın başlangıçta, Seniha’ya benzediği söylenebilir. Lakin
romanın sonuna doğru Seniha değişmeye ve dönüşmeye başlayarak, kendi kültürünü benimser.
Bu da tam olarak Peyami Safa’nın Yakup Kadri’ye karşı anti-tezi veyahut Daimonikleşme’si
olarak nitelendirilir. Mamafih, her iki roman da nesil çatışmasını ele almaktadır. Lakin Peyami
Safa’nın ele alış biçimi ile Karaosmanoğlu’nun ele alış biçimi farklıdır. Safa, kurtuluş yolunu,
kültürel bağlarda bularak, öze dönülmesi gerektiğini söyler; Yakup Kadri ise fikrini belli
etmeyerek, durum tespiti yapar. Romanın sonunda Naim Efendi konağını kaybetmiş, Seniha,
masalara meze olmuş ve Hakkı Celis de ölmüştür. Buradan hareketle, müellifin sadece durum
tespiti yapmakla yetindiği söylenebilir. Safa ise romanın sonunda Neriman’ı dönüştürerek,
kültüre verdiği önemi belli eder. O hâlde, Peyami’nin Yakup Kadri’ye karşı bir anti-tez
geliştirdiği görülmektedir. Böylece Safa, Daimonikleşme aşamasını başarıyla tamamlayarak,
kendisine özgün bir alan açmayı başarır.
5. Askesis ya da Arınma ve Tekbencilik
Selefin, halefinden koptuğu ve özgünlüğünü kazandığı aşamadır. Bir önceki aşama olan
Daimonikleşmede yazar veyahut şair, özgünlüğüne kavuşur ama Askesis aşamasına
gelindiğinde, yerini sağlamlaştırdığı için artık tam olarak özgündür. Halefin, selefinin koltuğunu
elinden aldığı söylenebilir. Bu aşamada selef, halefinin koltuğunu geçerek, kendi öz benliğini de
bulmuş olur. Bloom bu aşamayı şöyle anlatır:
“(…) güçlü şair, arındırıcı Askesis sürecinde, yalnızca kendisini ve en sonunda yok
etmek zorunda olduğu Öteki’ni –bu zamana kadar hayalî ya da birleşik bir figüre dönüşmüş
olması muhtemel olan; ama kendilerini her zaman hatırlatan geçmişte yazılmış gerçek şiirlerin
oluşturduğu bir figür olarak kalan selefini– tanır. Zira Clinamen ve Tessera ölüleri düzeltmek ya
da tamamlamak için çabalarken Kenosis ve Daimonikleşme ölülerin hatırasını bastırmak için
yaşar; ama Askesis gerçek çekişmedir, ölülerle ölümüne bir kapışmadır.” (Bloom, 2008, s. 148)
Böylece çekişmenin nihayete ermesi yaklaşır ve selefin koltuğu, elinden gitmeye başlar.
Artık selefin yerini, halef almıştır.
Yakup Kadri Karaosmanoğlu ile Peyami Safa arasındaki ilişkiye bakıldığında, selef ile
halef ilişkisi açık bir şekilde görülmektedir. Peyami Safa’yı överek, onun gelecekte iyi bir yazar
olabileceğini söyleyen Yakup Kadri, haklı çıkar. Peyami Safa iyi bir yazar olur ve selef olarak
gördüğü Karaosmanoğlu’nu koltuğundan alaşağı eder. Safa, artık anti-tezini oluşturmuş ve
özgünlüğünü ilan etmiş bir yazardır. Yakup Kadri ile Nazım Hikmet arasında gerçekleşen
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O292
O K 299
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
tartışmada, Nazım Hikmet’in yanında saf alan Peyami Safa, Yakup Kadri’ye karşı cephe alır.
Böylece selefinin gücünü kırmayı başarır. Artık karşımızda Askesis aşamasını tamamlayıp,
zirveye yerleşen bir yazar vardır.
Fatih Harbiye’ye bakıldığında, psikolojinin oldukça yer kapladığı görülmektedir.
Neriman bu bakımdan önemlidir. Onun duygu değişimleri roman üzerinden takip edilebilir.
Fatih Harbiye’deki psikolojik yoğunluk, Yalnızız ve Matmazel Noraliya’nın Koltuğu’nda zirve
noktaya ulaşır. Bu da Safa’nın giderek geliştiğine ve Askesis aşamasında başarılı olduğuna
kanıttır.
Bir diğer husus ise Peyami Safa’nın mistisizm ile olan ilişkisidir. Yalnızız ve Matmazel
Noraliya’nın Koltuğu incelendiği vakit Safa’nın mistisizmden faydalandığı görülecektir.
Matmazel Noraliya bu yönden Safa’nın hedeflediği noktaya ulaştığı romanıdır. Mistisizm
burada doruk noktasındadır. Romanın baş kahramanı olan Ferit üzerinden mistik unsurlar takip
edilebilmektedir. Yakup Kadri Karaosmanoğlu’na baktığımız vakit, mistisizm ile ilişkisinin
olmadığı ve romanlarının, bu bakımdan, sığ olduğunu söyleyebiliriz. Yakup Kadri, tarihî
olaylara ağırlık vererek, dönemin bir panoramasını sunar. Lakin çözüm önerisi sunmadığı gibi
çoğunlukla kahramanları da ayrıntılı bir şekilde işlemez. Çünkü ona göre, kahramanlar
“ideoloji”yi anlatmak uğruna bir vasıtadır.
Peyami Safa’nın roman anlayışında, her türlü unsurdan faydalanmak yer almaktadır.
Safa’nın tıp bilgisinin bir doktor kadar var olduğu bilinmektedir. Dokuzuncu Hariciye Koğuşu
ele alındığı zaman, bu husus net bir şekilde görülmektedir. İsimsiz kahramanın başına gelenler
tahlil edilirse, romanın kurgusunda, tıbbın ne kadar önemli olduğu görülecektir. Ayrıca, Peyami
Safa kendi kendisini yetiştiren bir yazardır. Her türlü bilgiyi ve beceriyi okul sıralarında veyahut
özel öğretmenler vasıtasıyla değil; kendi okumasıyla edinmiştir. Yakup Kadri’ye baktığımız
zaman gerek tıp bilgisinin gerekse de eğitim sürecinin, Safa gibi gerçekleşmediği görülür. Bu da
Safa’nın Karaosmanoğlu’ndan ayrıldığı hususlardandır.
İsmail Safa’nın oğlunda, köşe yazarlığı mühim bir yer tutar. Dönemin çoğu gazete ve
dergisinde yazıları yer almıştır. Yazılarının önemli bir kısmı da hiciv üzerinedir. Yakup
Kadri’nin yazıları da dönemde popülerdir ama Safa kadar olmadığı ve onun kadar farklı türlere
yönelmediği bilinmektedir. Kadri’nin yazıları daha çok siyasî ve edebî iken, Safa’nınkiler
birçok farklı konuda kaleme alınmıştır. Hiciv de bunların başında gelir. Son olarak, iki yazarın
eser sayılarına baktığımız vakit, Safa’nın Yakup Kadri’yi geçtiği görülmektedir. Buradan da
anlaşıldığı üzere Peyami Safa, Askesis aşamasını geçerek, Karaosmanoğlu’nu “selef”lik
koltuğundan alaşağı etmeyi başarmıştır.
Sonuç olarak, Peyami Safa ile ilgili yapılan bütün çalışmalar, Safa’nın özgün bir yazar
olduğunu ve kendisinden sonra gelenleri de etkilediğini belirtmektedir. Mamafih, selefi olan
Yakup Kadri ile girdiği çekişmede, selefini aşarak, özgünlüğünü ve yetkinliğini kazanmıştır.
Böylece romana kendi damgasını vurmuş ve Askesis aşamasını başarıyla tamamlamıştır.
6. Apophrades ya da Ölülerin Dönüşü
Apophrades aşamasında, selefini yerinden eden yazar, bir şeyi fark eder ki asla
selefinden kurtulamamaktadır. Bu da ölülerin dönüşü olarak nitelendirilir. Çünkü etkilenme
endişesi her zaman var olacaktır. Bu aşamada, halefine yerini kaptırmış olan selef, yeniden
koltuğu ele geçirmeye ve zirve noktaya gelmeye çalışır ama başarılı olamaz. Bunun nedeni ise
selefin artık kendisini ispat etmesidir. Daimonikleşme ve Askesis aşamalarından geçen yazar,
300 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
293
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
artık rüştünü ispat etmiştir ve zirve noktaya oturmuştur. O noktada, kendi üslubunu oluşturmuş
ve kendisinden sonra gelenleri etkilemeye başlamıştır. Selef için artık tek sıkıntı, onu
koltuğundan edecek olan halefin var olmasıdır. Harold Bloom bu aşama ile ilgili şunları söyler:
“Bir güçlü şairin eserinin, selefin eserinin kefaretini ödediği de söylenebilir ama sonraki
vizyonların öncekiler pahasına kendilerini temizlediklerini söylemek daha doğru olabilir. Fakat
güçlü ölüler hayatta olduğu gibi şiirde de geri dönerler ve de yaşayanların hayatını karartmadan
geri gitmezler. Tümüyle olgunlaşmış güçlü şair ölülerle revizyonist ilişkisinin bu son
aşamasında özellikle savunmasızdır. Bu savunmasızlık en çok da nihai bir netlik arayan
şiirlerde, salt güçlü şaire ait olan yeteneğin (ya da bizim onun eşsiz yeteneği olarak
hatırlamamızı istediği yeteneğin) kanıtları olmaya, nihai bildirimler olmaya çalışan şiirlerde
bariz bir şekilde görülür.” (Bloom, 2008, s. 165).
Etkilenme endişesi her zaman var olacak bir kavramdır. Bundan dolayıdır ki halefinin
koltuğunu ele geçiren selef de orada kalıcı değildir. Bir süre sonra, yeni halef ile karşılaşılır ve
yeni selef yerinden indirilir. Bunu bilen selef de artık eskisi gibi rahat değildir. Harold
Bloom’un ortaya koymaya çalıştığı da etkilenmenin her zaman süreceğidir.
Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Kiralık Konak romanı ile Peyami Safa’nın Fatih
Harbiye romanı okunduğu vakit, iki roman arasındaki müşterek vasıflar düşünülmüyorsa, bu
Peyami Safa’nın başarılı olduğunu göstermektedir. Ayrıca bu yargıyı, Safa’nın bütün
romanlarına uyarladığımız vakit, Karaosmanoğlu’nun akla gelmiyor olması, yine müellifin bir
başarısı olarak değerlendirilmelidir. Her iki romanda da benzer kahramanların ve benzer
olayların yer alması, Safa’da Yakup Kadri etkisinin olduğunu düşündürecektir. Lakin Fatih
Harbiye okunduğunda, bu görüş aşılacaktır. Safa’nın psikolojiye önem vermesi ve bireyi ön
plana çıkarması burada mühim bir yer işgal etmektedir.
Peyami Safa’nın roman, hikâye gibi kurgusal metinler haricinde, Türk İnkılabına
Bakışlar, Sosyalizm Marksizm Komünizm, Din İnkılap İrtica gibi teorik kitaplar da yazmış
olması Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nu geçtiğini göstermektedir. Türk İnkılabına Bakışlar
hakkında Safa’nın söylediği “bu alandaki tek kitap” sözü de müellifin, selefini ortadan kaldırıp,
selef mertebesine yükseldiğinin bir kanıtı mahiyetindedir.
Sonuç
Harold Bloom’un Etkilenme Endişesi adlı çalışması, bir şiir teorisi olarak kaleme
alınmasına rağmen, kurgusal metinlere de uyarlanabilmektedir. Yakup Kadri
Karaosmanoğlu’nun Kiralık Konak romanı ile Peyami Safa’nın Fatih Harbiye adlı romanı bu
bakımdan kıymetlidir. Böylece kurgusal metinlere farklı bir bakış açısı getirilmiştir. Bloom’a
göre, halefler olduğu müddetçe, selefler de olacaktır. Mamafih, halefler de başarılı oldukları
vakit, seleflerin yerine geçecek ve bu süreç ömür boyu sürecektir. Ayrıca Bloom, bu aşamaların
değişebileceğini söyleyerek, isimlendirmenin şahsi olduğunu belirtmiştir. Lakin şair veyahut
yazarın bu süreci bilerek ve isteyerek gerçekleştirmediğini de söylemiştir. Böylece
birbirlerinden habersiz olan yazarlar arasında, halef selef ilişkisi doğmaktadır.
Bu çalışmada, Modern edebiyatın iki önemli şahsiyeti olan Yakup Kadri
Karaosmanoğlu ve Peyami Safa’nın romanları üzerinden, iki müellif arasında etkilenme
endişesinin var olup olmadığını ve kurgusal metne şiir teorisi üzerinden bakılıp
bakılamayacağını incelemeye çalıştık. Bu bağlamda söyleyebiliriz ki Peyami Safa’nın Fatih
Harbiye’si Yakup Kadri’nin Kiralık Konak’ı üzerinden okunabildiği gibi, şiir teorisi de kurgusal
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O294
O K 301
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
eserlere uyarlanabilir. Dolayısıyla, Fatih Harbiye’nin birçok yönünde, Kiralık Konak etkisi
görülmüştür. Kahramanlar ve olay örgüsü bu bakımdan önemlidir. Neriman ile Seniha
arasındaki ilişki, Faiz Bey ile Naim Bey arasındaki bağlantı bu duruma örnek teşkil eder. Her iki
romanda da nesil çatışmalarının var olması da değerlendirilmeye alınmalıdır. Mamafih, Batı
şiirine ait olan bir teori kitabı, Türk edebiyatına, hatta kurgusal bir metne, selef-halef ilişkisi
üzerinden uygulanabilmektedir. Peyami Safa’nın Yakup Kadri’yi yanlış okuyarak, özgünlüğünü
kazanmış olduğu, Bloom’un belirttiği çerçevede, ortaya konmuştur.
Kaynaklar
Akı, N. (1960). Yakup Kadri Karaosmanoğlu insan-eser-fikir-üslûp. İstanbul: İstanbul
Matbaası.
Akpınar, S. (2008). Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun romanlarında “alafrangalık” teması.
Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, 1(4), 62-76.
Ayvazoğlu, B. (1998). Peyami hayatı-sanatı-felsefesi-dramı. İstanbul: Ötüken Neşriyat.
Baş, M. (2013). Yakup Kadri’nin romanlarını ‘sosyal kronik’ olarak okumak mümkün müdür?
Turkish Studies, 8(1), 1003-1032.
Bloom, H. (2008). Etkilenme endişesi bir şiir teorisi. İstanbul: Metis Yayınları.
Elkatmış, V. (2018). ‘Etkilenme endişesi’ çerçevesinde Hafız-Fuzuli karşılaştırması. Bayterek
Uluslararası Akademik Araştırmalar Dergisi, 2, 190-218.
Erzen, M. (2015). Nesil çatışmasının mekâna yansıyan yüzü: ahşap konak’ın katları. Gazi
Türkiyat, 17, 39-65.
Göze, E. (1993). Peyami Safa. Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları.
Göze, E. (1995). Peyami Safa Nazım Hikmet kavgası. İstanbul: Boğaziçi Yayınları.
Gülüm, E. (2015). Etkilenme endişesi bağlamında Orhan Pamuk’un benim adım kırmızı
romanına bakış denemesi. Turkish Studies, 10(16), 579-592.
Gülüm, E. (2015). Harold Bloom etkilenme endişesi – bir şiir teorisi. Uluslararası Türkçe
Edebiyat Kültür Eğitim Dergisi, 4(4), 1755-1781.
Hayber, A. (1993). Halide Edip, Yakup Kadri ve Reşat Nuri’nin romanlarında nesil çatışması.
İstanbul: Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları.
İspir, M. (2018). Halef-selef ilişkisi ve etkilenme endişesi boyutuyla klasik Türk şairlerinin
değerlendirilmesi. Osmanlı Mirası Araştırmaları Dergisi (OMAD), 11, 71-86.
Karaburgu, O. (2013). Etkilenme endişesi’ bağlamında Namık Kemal ve Abdülhak Hâmid
Tarhan üzerine bir değerlendirme. Turkish Studies, 8(9), 1745-1750.
Karadeniz, H. (2015). Peyami Safa’nın Fatih-Harbiye romanında yapı ve izlek. Pamukkale
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 22, 55-75.
Karaosmanoğlu, Y. K. (1990). Kiralık konak. İstanbul: İletişim Yayınları.
Köseoğlu, N. (2002). Peyami Safa. Ankara: Alternatif Yayınları.
Moran, B. (2012). Türk romanına eleştirel bir bakış 1. İstanbul: İletişim Yayınları.
Safa, P. (1942). Roman cemiyetin aynası. Tasvir-i Efkâr, 5223/866, 2.
302 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
295
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
Safa, P. (2019). Fatih harbiye. İstanbul: Ötüken Neşriyat.
Şahin, V. (2010). Peyami Safa’nın ‘fatih-harbiye’ adlı romanında simgesel değerler. Bilig, 55,
147-164.
Tekin, M. (1990). Peyami Safa’nın roman sanatı ve romanları üzerinde bir araştırma. Konya:
Selçuk Üniversitesi Yayınları.
Tüzer, İ. (2007). Kimliklerin çatıştığı mekân: ‘kiralık konak’ ve evini/evrenini arayan nesiller.
Bilig, 41, 225-239.
Uç, H. (1990). Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun romanlarında şahıslar. Erzurum: Dicle
Üniversitesi Eğitim Fakültesi Yayınları.
Uludağ, M. E. (2005). Üç devrin yol ayrımında Yakup Kadri Karaosmanoğlu. Ankara: Anı
Yayıncılık.
Yalçın, A. (2017). Siyasal ve sosyal değişmeler açısından Cumhuriyet devri Türk romanı.
Ankara: Akçağ Yayınları.
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O296
O K 303
DERVİŞ MUHAMMED YEMÎNÎ'NİN FAZÎLETNÂMESİ’NİN HİCRİ 992 NÜSHASI
ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME
Gökhan ŞENYURT*
Öz
XVI. yüzyıl tekke şairlerinden olan Derviş Muhammed Yemînî, AlevîBektaşî sahasındaki “Yedi Ulu Ozan” içerisinde önemli bir yere sahiptir.
Hayatıyla ilgili kesin ve detaylı bir bilgi olmamakla birlikte şairin kaleme
aldığı Fazîletnâme adlı eser, yaşadığı çevreye ve kendisine ışık tutacak
birtakım bilgiler içermektedir. H 925 yılında tamamlanan bu eser, Hz. Ali’nin
hayatıyla ve kerametleriyle donatılmış, temel nazım şekli mesnevi olan fakat
şairin hicviye, medhiye gibi nazım türleriyle müdahalesi sonucunda 7409
beyite ulaşan hacimli ve didaktik bir yapıt hâline gelmiştir.
Yemînî’nin Fazîletnâmesi, XVI. yüzyıldan günümüze kadar olan süreçte
sıkça okunan ve bir o kadar da yol gösterici bir eser olarak kabul
edilmektedir. Bu görüş, eserin nüsha sayısının fazla olmasıyla
desteklenmektedir. Ulaşılan ve incelenen kaynaklardan tespit edildiği
kadarıyla Fazîletnâme’nin en az 74 nüshası olduğu sonucuna varılmıştır.
Şahsi kütüphanelerde de olma ihtimali düşünüldüğünde, bu sayının artması
gayet mümkün görünmektedir.
Bu çalışmada, nüshalar içerisinde istinsah tarihi, müellif nüshasına *en
yakın olan H 992 nüshasının analizini yapma, nüshadaki sorunları bulma ve
gerekli müdahalelerden sonra özgün bir veri oluşturma çabasına girilmiştir.
Eser, öncelikle referans kaynaktaki tenkitli metinle kıyaslanmış, nüshanın her
sayfası tek tek karşılaştırılarak eksik veya farklı beyitlerin tasnifi yapılmıştır.
Bunun yanı sıra sayfa numaralandırması üzerinde durularak, anlam
bütünlüğünü koruyucu bir sıralama ve düzenleme yoluna gidilmiştir. Tüm
güncellemeler detaylı bir tablo hâline getirilerek çalışmaya eklenmiştir.
Böylece, H 992 nüshasını incelemek isteyen/inceleyecek olan araştırıcılara
yol gösterici nitelikte bir kılavuz ortaya çıkmıştır.
Anahtar Sözcükler: Fazîletnâme, Derviş Muhammed Yemînî, H 992
nüshası, inceleme, tasnif.
THE ASSESSMENT ON THE HIJRI 922 COPY OF DERVISH
MUHAMMED YEMINI’S ‘FAZILETNAME’
Abstract
Being one of the 16th century poet, Dervish Muhammed Yemini has an
important place among the ‘Seven Noble Poet’ in the field of Alevi-Bektashi.
Although there isn’t certain and detailed information about his life, his work,
Faziletname has got some informations about him and where he lived. This
work, which was finished in Hijri 925, was filled with Hazrat Ali’s life and
miracles. It’s main verse is Mesnevi, but it becomes a didactic composition
including 7409 couplet by intervention of the poet using different type of
verses like eulogy and satire.
Yemini’s Faziletname is accepted as being frequently read from 16th
century to nowadays and also as a guiding work. This opinion is supported
with having many copy numbers. As fas as getting information from the
reached and analyzed sources, it is concluded that Faziletname has got at
*
Bilim Uzmanı/Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni, Millî Eğitim Bakanlığı,
[email protected].
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 305
297
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
least 74 copies. When the possibility of being in personal libraries is
considered, it is likely to see the increase of the number.
In this work, it is struggled to create peculiar data after analyzing, finding
the faulties and necessary intervention of the Hijri 992 copy which is the
closest one to the auther’s copy. First of all, the work is compared with
criticized copy in referance source, missing and different couplets are
classified by comparing each page one by one. Apart from this, by
emphasizing on the numbering of the pages, the way of classifying and
organizing by maintaining the integrity of meaning is preferred. All the
updates are attached to the work by making detailed table. So, it emerges a
guide book that shows a way for researchers who want to study the copy of
Hijri 992
Keywords: Faziletname, Dervish Muhammed Yemini, H 992 copy,
researching, classifying.
Giriş
Derviş Muhammed, XVI. yüzyıl Alevî-Bektaşî sahası şairlerindendir. Hayatı ile ilgili
bilgilere, bugüne kadar hiçbir tezkirede rastlanmamıştır. İncelenen çeşitli kaynaklarda ise, şairin
yaşamına yönelik bazı detaylara tesadüf olunmuştur. Bu kaynaklarda, Derviş Muhammed’in asıl
adının Ali olduğuna (Özmen, 1995, s. 43), kutbu saydığı Otman Baba’dan ve Otman Baba’nın
vefatıyla birlikte posta geçen Akyazılı Sultan’dan sonra Hurufîlik anlayışını yaymaya çalıştığına
(Gölpınarlı, 1973, s. 29), XVI. yüzyılın ilk yarısında Manastır dolaylarında şehit edildiğine
(Tevfik, 1327, s. 59-60; Noyan, 1999, s. 278-279) dair açıklamalar mevcuttur. Bunun yanında
Demir Baba Velâyetnâmesi’nde de Derviş Muhammed’e ve yaşadığı döneme temasıyla ilgili
birtakım bilgiler yer almaktadır (Kılıç ve Bülbül, 2011, s. 18-150).
Bu muhtelif eserler dışında Derviş Muhammed’le ilgili bazı ayrıntılara, kendi eseri olan
Fazîletnâme’de rastlanmaktadır. Öncül kaynak olarak alınan Fazîletnâme’ye göre, şairin
mahlası Yemînî’dir. Tosun Baba olarak anılan Semerkantlı hafız bir babanın oğludur (Şahin,
2013, s. 11-12). Eserini H 925 yılında (M 1519) tamamlamıştır. Eserin orijinal metni Şeyh
Rükneddin tarafından yazılan Farsça mensur bir eserdir. Yemînî, bu eseri Türkçe nazma
çevirmiştir. Eser, hacim itibariyle 7409 beyitten oluşmaktadır.1 İçeriğin asıl teması Hz. Ali’dir.
Hz. Ali’nin doğumundan ölümüne kadar olan kısım, yer yer didaktik bir şekilde ve çoğunlukla
Hz. Ali’nin kerametleriyle donatılmış tahkiyelerden oluşmaktadır. Bunun yanında eserde, Dört
Halife, Ehl-i Beyt, H z. Muhammed, On İki İmam2 gibi İslâm tarihinde önem arz eden
şahsiyetler ile din uğruna yapılan savaşlarla ilgili anlatılar da yer almaktadır (Tepeli, 2002, s. 328).
Derviş Muhammed Yemînî’nin Fazîletnâmesi, özellikle Alevî-Bektaşî toplumu
tarafından sıkça okunan bir eser hâline gelmiştir. Eserdeki öğreticilik unsuru ile Hz. Ali temelli
anlatıların varlığı, söz konusu toplum tarafından dikkate alınmış ve asırlardan beri okunup
çoğaltılarak, önemini kaybetmeden canlı tutulmaya çalışılmıştır. Bu yaklaşım, Fazîletnâme’nin
Bu sayı, Yusuf Tepeli’nin doktora tezi çalışmasında ortaya çıkmıştır (Tepeli, 2002, s. 95). Yusuf Tepeli ayrıca
Fazîletnâme ile ilgili nüsha tespiti de yapmış ve bunun sonucunda otuz beş adet nüshanın tasnifini de çalışmasına
dahil etmiştir (Tepeli, 2002, s. 16-28). Bunun yanı sıra çalışmasının asıl konusunu meydana getiren ve Londra British
Museum 19,805; Erzurum Atatürk Üniversitesi Kütüphanesi 439; Nevşehir Hacı Bektaş İlçe Halk Kütüphanesi
Elyazması Eserler Bölümü 263 demirbaş numaralı nüshalarla şekillenen tenkitli metin, sonraki bilimsel çalışmalar
için de referans kaynak niteliğinde kullanılmıştır (Kırman, 2004; Kırman, 2013; Şenyurt, 2019; Şenyurt, 2020a;
Şenyurt, 2020b; Şenyurt, 2020c).
2 Eserde Hz. Ali dışında On İki İmam’ın da önemli bir yeri vardır. Yemînî, eserinin medhiye, münacat gibi
kısımlarına On İki İmam’ı serpiştirerek manevi bir ahenk oluşturmuştur (Şenyurt, 2020b, s. 94-106).
1
306 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
298
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
nüsha sayısının fazla olmasıyla desteklenmektedir. Buradan hareketle, aşağıdaki başlıktan
itibaren nüshaların kısa bir değerlendirilmesi yapılacak ve H 992 nüshası üzerinde durulacaktır.
Nüshalar
Fazîletnâme’nin, Kültür ve Turizm Bakanlığı Türkiye Yazma Eserler Kurumu
Başkanlığı sitesinde3 yetmiş üç nüshası olduğu tespit edilmiştir (Şenyurt, 2020a, s. 48-55). Bu
nüshaların bir kısmı yurt dışı kütüphanelerinde yer almakta ve bazı nüshalara sanal ortamda
erişim imkânı verilmemektedir. Bunun dışında bir nüshanın da İbrahim Gökçe adında Tarih
öğretmeninin şahsi kütüphanesinde yer aldığına dair bilgiler mevcuttur (Tarama Sözlüğü, 2009,
s. XXII). Ayrıca Bedri Noyan, kendisinde 1902 istinsah tarihli ve müstensihi Hattat Derviş
Mustafa olan bir nüshanın olduğunu belirtmektedir (Noyan, 1999, s. 278-279). Böylece nüsha
sayısının şahsi kütüphanelerdeki yazmalarla birlikte daha da artabileceği kuvvetle muhtemeldir.
Nüshalar incelenirken tesadüf olunan H 992 nüshası, müellifin yaşadığı döneme yakın
olması sebebiyle dikkatleri üzerine toplamıştır. Aşağıdaki başlıktan itibaren bu nüsha üzerine
yapılan değerlendirmelere yer verilecektir.
Hicri 992 Nüshası
Ankara Millet Kütüphanesi Eskişehir İl Halk Kütüphanesi Koleksiyonu 26 Hk 1110
demirbaş numaralı bu nüsha, Fazîletnâme’nin yazıldığı H 925 yılına çok yakın bir döneme
aittir. H 992 yılında istinsah edilen ve müstensihi belli olmayan nüshanın belli başlı özellikleri
şunlardır:
* 235 varaktan (PDF dosyasından) oluşmaktadır.4
* Sayfalarda 15’er satır olmakla birlikte bazı sayfalarda bu sayı 1-2 beyit azalmakta
veya artmaktadır.
* Rika, Ta’lik ve Nesih yazı türleri kullanılmıştır.
* Okunamayacak harf, sözcük veya sözcük grubu neredeyse yoktur.
Bu özelliklerin yanında nüsha ile ilgili detaylı bir inceleme yoluna gidilmiştir. Nüshanın
ilk sayfasında tespit edilen bir sorundan hareketle tüm dosyalar beyit beyit, anlam bütünlüğü ve
sayfa düzeni korunacak şekilde iki defa taranmıştır. Tespiti yapılan sorunlar aşağıda verilmiştir:5
* Nüshanın bazı sayfalarının sırası hatalıdır.
* Nüshadaki bazı beyitlerin sırası hatalıdır.
* Nüshada eksik beyitler vardır.
* Sorun olmamakla birlikte nüshada yeni beyitler tespit edilmiştir.
* Nüshadaki kimi beyitlerde bazı sözcüklerin yanlış yazımından kaynaklı vezin
kusurları mevcuttur.6
http://www.yazmalar.gov.tr//basit-arama?q=yemini
Nüshanın dijital ortamdan görüntülerini yazmalar.gov.tr sitesinden talep ettikten sonra tarafımıza gönderilen
sıkıştırılmış klasördeki dosya sayısı bu şekildeydi. Fakat ilgili kurumun sitesinde, nüshanın 249 yaprak (dosya)
olduğuna dair bilgi mevcuttur. İncelemek için bk. (http://www.yazmalar.gov.tr/eser/faz%C3%AElet-name/24694)
5 Nüshayı incelerken Prof. Dr. Yusuf Tepeli’nin doktora tezi referans alınmıştır. İncelemek için bk. (Tepeli, 2002).
6 Çalışmanın amacı nüshanın iskelet kısmındaki sorunları ortaya koymak olduğundan, vezin kusurları, yazım hataları
gibi kısımlar tenkitli metin çalışmasına daha uygun olacağı için inceleme dışı bırakılmıştır.
3
4
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O299
O K 307
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
Yukarıda sıralanan sorunların tamamını daha somut ve toplu bir şekilde göstermek
amacıyla, tespit edilen tüm çıktılar bir tablo hâline getirilmiştir. Tablonun oluşma düzeni, ilk
sütundan başlamak suretiyle şu şekildedir:
* 1. sütun, tarafımıza gönderilen nüshanın yeniden düzenlenerek nasıl bir sıralamada
olması gerektiğini gösteren PDF sıra numarasını göstermektedir.
* 2. sütun, tarafımıza gönderilen nüshanın PDF sıra numarasını göstermektedir.
* 3. ve 4. sütunlar, ilgili dosyanın sağ tarafındaki beyitler ile o kısımdaki eksik/fazla
beyitleri göstermektedir. Dosyanın sağ tarafı B olarak isimlendirilmiştir.
* 5. ve 6. sütunlar, ilgili dosyanın sol tarafındaki beyitler ile o kısımdaki eksik/fazla
beyitleri göstermektedir. Dosyanın sol tarafı A olarak isimlendirilmiştir.
* Son sütun, ilgili dosyanın genel beyit aralığını göstermektedir.
* Eksik beyitler için sadece beyit numarası veya beyit aralığı verilmiş, yeni beyitlerin
varlığı ayrıca ifade edilmiştir.
Tablo 1: Hicri 992 Nüshasının Detaylandırılması
Pdf
Sırası
(Düzenli)
1
2
3
4
5
6
7
8
9
Pdf Sırası
(Nüsha)
B Tarafı
(Sağ)
Eksik/Fazla
Beyit (B)
1
17/A
18
19
20
21
22
23
24
BOŞ
29-43
58-72
88-102
118-131
146-160
175-189
205-219
1-14 arası.
-
Kapak
15-28
44-57
73-87
103-117
132-145
161-174
190-204
220-234
10
25
235-248
-
249-260
11
12
13
14
15
16
17
Pdf
Sırası
(Düzenli)
18
19
20
26
27
28
29
30
31
32
Pdf Sırası
(Nüsha)
261-275
291-305
321-335
351-365
381-395
414-428
444-458
B Tarafı
(Sağ)
413
Eksik/Fazla
Beyit (B)
276-290
306-320
336-350
366-380
396-412
429-443
459-473
A Tarafı (Sol)
33
34
35
474-487
503-516
532-546
546-871 arası
488-502
517-531
872-886
-
21
22
23
24
25
26
27
36
37
38
39
40
41
42
887-901
917-930
946-960
975-989
1005-1019
1034-1048
1064-1078
-
902-916
931-945
961-974
990-1004
1020-1033
1049-1063
1079-1094
28
43
1095-1108
-
1109-1122
1093. beyit
28B’de.
-
308 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
A Tarafı (Sol)
Eksik/Fazla
Beyit (A)
Genel
Beyit
Aralığı
Sayfadaki 10.
beyit Yusuf
Tepeli neşrinde
yok.
340
409 ve 411
15-28
29-57
58-87
88-117
118-145
146-174
175-204
205-234
Eksik/Fazla
Beyit (A)
235-260
261-290
291-320
321-350
351-380
381-412
414-443
444-473
Genel
Beyit
Aralığı
474-502
503-531
532-546 /
872-886
887-916
917-945
946-974
975-1004
1005-1033
1034-1063
1064-1094
1095-1122
300
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
29
30
44
45
1123-1137
1153-1166
-
1138-1152
1167-1181
-
1123-1152
1153-1181
31
46
1182-1196
-
1191-1215
1182-1215
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
44
45
46
47
48
Pdf
Sırası
(Düzenli)
49
50
51
52
53
54
55
56
57
58
59
60
61
62
63
64
65
66
67
68
69
70
71
72
73
74
75
76
77
78
79
80
81
Pdf
Sırası
(Düzenli)
82
47
48
89
50
51
52
53
54
55
56
57
58
59
60
61
62
63
Pdf Sırası
(Nüsha)
1216-1230
1245-1259
1275-1289
1305-1319
1335-1347
1364-1379
1395-1409
1425-1439
1453-1465
1483-1497
1514-1528
1543-1556
1572-1585
1601-1615
1631-1645
1661-1675
1691-1705
B Tarafı
(Sağ)
1367
Eksik/Fazla
Beyit (B)
1231-1244
1260-1274
1290-1304
1320-1334
1348-1363
1380-1394
1410-1424
1440-1452
1466-1482
1498-1513
1529-1542
1557-1571
1586-1600
1616-1630
1646-1660
1676-1690
1706-1720
A Tarafı (Sol)
1197, 1200, 1204,
1210, 1211.
1357
1472, 1481.
1505
Eksik/Fazla
Beyit (A)
64
65
66
67
68
69
70
71
72
73
74
75
76
77
78
79
80
81
82
83
84
85
86
87
88
89
90
91
92
93
94
95
96
Pdf Sırası
(Nüsha)
1721-1735
1751-1766
1782-1796
1812-1827
1843-1856
1872-1886
1902-1915
1931-1945
1962-1976
1992-2006
2022-2036
2052-2066
2082-2096
2111-2125
2141-2154
2170-2183
2199-2213
2229-2243
2259-2274
2290-2304
2320-2336
2352-2366
2381-2394
2410-2424
2440-2454
2470-2484
2500-2517
2530-2544
2559-2573
2589-2603
2619-2633
2649-2663
2680-2694
B Tarafı
(Sağ)
1761
1873
2266
2330 ve 2333
Eksik/Fazla
Beyit (B)
1736-1750
1767-1781
1797-1811
1828-1842
1857-1871
1887-1901
1916-1930
1946-1961
1977-1991
2007-2021
2037-2051
2067-2081
2097-2110
2126-2140
2155-2169
2184-2198
2214-2228
2244-2258
2275-2289
2305-2319
2337-2351
2367-2380
2395-2409
2425-2439
2455-2469
2485-2499
2515-2529
2545-2558
2574-2588
2604-2618
2634-2648
2664-2679
2695-2709
A Tarafı (Sol)
1954
2664
Eksik/Fazla
Beyit (A)
97
2710-2724
-
2725-2740
2729
1216-1244
1245-1274
1275-1304
1305-1334
1335-1363
1364-1394
1395-1424
1425-1452
1453-1482
1483-1513
1514-1542
1543-1571
1572-1600
1601-1630
1631-1660
1661-1690
1691-1720
Genel
Beyit
Aralığı
1721-1750
1751-1781
1782-1811
1812-1842
1843-1871
1872-1901
1902-1930
1931-1961
1962-1991
1992-2021
2022-2051
2052-2081
2082-2110
2111-2140
2141-2169
2170-2198
2199-2228
2229-2258
2259-2289
2290-2319
2320-2351
2352-2380
2381-2409
2410-2439
2440-2469
2470-2499
2500-2529
2530-2558
2559-2588
2589-2618
2619-2648
2649-2679
2680-2709
Genel
Beyit
Aralığı
2710-2740
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O301
O K 309
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
83
84
85
98
99
100
2741-2755
2771-2785
2801-2815
-
2756-2770
2786-2800
2816-2830
-
2741-2770
2771-2800
2801-2830
86
101
2831-2844
2845-2858
-
2831-2858
87
88
89
90
91
92
93
94
95
96
97
98
99
100
101
102
103
104
105
106
107
108
109
110
111
112
Pdf
Sırası
(Düzenli)
113
114
115
116
117
118
119
120
121
122
123
124
125
126
127
128
129
130
131
132
133
102
103
104
105
106
107
108
109
110
111
112
113
114
115
116
117
118
119
120
121
122
123
124
125
126
127
Pdf Sırası
(Nüsha)
2859-2873
2890-2901
2920-2934
2950-2964
2980-2994
3009-3022
3038-3052
3067-3081
3097-3113
3129-3143
3159-3173
3188-3201
3217-3231
3246-3259
3275-3289
3305-3319
3335-3349
3364-3378
3394-3408
3424-3438
3454-3468
3484-3498
3514-3528
3544-3557
3573-3587
3602-3616
B Tarafı
(Sağ)
Sayfadaki 7.
beyit Yusuf
Tepeli neşrinde
yok.
3105, 3108.
Eksik/Fazla
Beyit (B)
2874-2889
2905-2919
2935-2949
2965-2979
2995-3008
3023-3037
3053-3066
3082-3096
3114-3128
3144-3158
3174-3187
3202-3216
3232-3245
3260-3274
3290-3304
3320-3334
3350-3363
3379-3393
3409-3423
3439-3453
3469-3483
3499-3513
3529-3543
3558-3572
3588-3601
3617-3631
A Tarafı (Sol)
2874
-
128
129
130
131
132
133
134
135
136
137
138
139
140
141
142
143
144
145
146
147
148
3632-3646
3662-3675
3690-3704
3720-3734
3750-3765
3781-3795
3811-3826
3842-3856
3869-3882
3897-3911
3926-3940
3956-3970
3986-3999
4014-4028
4044-4058
4075-4089
4104-4118
4133-4147
4163-4177
4193-4207
4223-4237
3761
3811
-
3647-3661
3676-3689
3705-3719
3735-3749
3766-3780
3796-3810
3827-3841
3857-3868
3883-3896
3912-3925
3941-3955
3971-3985
4000-4013
4029-4043
4059-4074
4090-4103
4119-4132
4148-4162
4178-4192
4208-4222
4238-4256
2859-2889
2890-2919
2920-2949
2950-2979
2980-3008
3009-3037
3038-3066
3067-3096
3097-3128
3129-3158
3159-3187
3188-3216
3217-3245
3246-3274
3275-3304
3305-3334
3335-3363
3364-3393
3394-3423
3424-3453
3454-3483
3484-3513
3514-3543
3544-3572
3573-3601
3602-3631
Genel
Beyit
Aralığı
3632-3661
3662-3689
3690-3719
3720-3749
3750-3780
3781-3810
3811-3841
3842-3868
3869-3896
3897-3925
3926-3955
3956-3985
3986-4013
4014-4043
4044-4074
4075-4103
4104-4132
4133-4162
4163-4192
4193-4222
4223-4256
134
135
136
149
150
151
4257-4271
4287-4301
4317-4331
-
4272-4286
4302-4316
4332-4346
310 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
Eksik/Fazla
Beyit (A)
4065
4246, 4248, 4251,
4254.
-
4257-4286
4287-4316
4317-4346
302
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
137
138
139
152
153
154
4347-4361
4377-4390
4405-4419
4420-4448 arası
4362-4376
4391-4404
4449-4463
-
140
141
142
143
144
Pdf
Sırası
(Düzenli)
145
146
147
148
149
150
155
156
157
158
159
Pdf Sırası
(Nüsha)
4464-4478
4495-4509
4524-4538
4554-4568
4584-4598
B Tarafı
(Sağ)
Eksik/Fazla
Beyit (B)
4479-4494
4510-4523
4539-4553
4569-4583
4599-4613
A Tarafı (Sol)
Eksik/Fazla
Beyit (A)
160
161
162
163
164
165
4614-4628
4644-4658
4674-4688
4704-4718
4733-4347
4763-4777
4629-4643
4659-4673
4689-4703
4719-4732
4348-4762
4778-4792
-
151
166
4793-4812
4813-4827
-
4793-4827
152
153
154
155
167
168
169
170
4828-4842
4858-4872
4888-4902
4918-4932
4801, 4802,
4804, 4805,
4806, 4807.
* Sayfadaki 10.
beyit Yusuf
Tepeli neşrinde
yok.
-
4347-4376
4377-4404
4405-4419
/ 44494463
4464-4494
4495-4523
4524-4553
4554-4583
4584-4613
Genel
Beyit
Aralığı
4614-4643
4644-4673
4674-4703
4704-4732
4733-4762
4763-4792
4843-4857
4873-4887
4903-4917
4933-4947
-
4828-4857
4858-4887
4888-4917
4918-4947
156
171
-
4948-4993
172
173
174
175
176
177
178
179
180
181
182
183
184
185
186
187
188
Pdf Sırası
(Nüsha)
4952-4966 arası,
4971.
5035
5416
Eksik/Fazla
Beyit (B)
4979-4993
157
158
159
160
161
162
163
164
165
166
167
168
169
170
171
172
173
Pdf
Sırası
(Düzenli)
174
175
176
177
178
179
180
181
182
4948-4951,
4967-4978
4994-5008
5023-5038
5055-5069
5085-5099
5115-5129
5145-5159
5175-5189
5205-5219
5235-5248
5263-5277
5293-5307
5323-5336
5352-5366
5382-5396
5412-5427
5443-5457
5473-5487
B Tarafı
(Sağ)
5009-5022
5038-5054
5070-5084
5100-5114
5130-5144
5160-5174
5190-5204
5220-5234
5249-5262
5278-5292
5308-5322
5337-5351
5367-5381
5397-5411
5428-5442
5458-5472
5488-5502
A Tarafı (Sol)
Eksik/Fazla
Beyit (A)
189
190
191
192
193
194
195
196
197
5503-5517
5532-5546
5561-5575
5590-5604
5620-5634
5650-5664
5680-5694
5710-5724
5739-5752
-
5518-5531
5547-5560
5576-5589
5605-5619
5635-5649
5665-5679
5695-5709
5725-5738
5753-5766
-
4994-5022
5023-5054
5055-5084
5085-5114
5115-5144
5145-5174
5175-5204
5205-5234
5235-5262
5263-5292
5293-5322
5323-5351
5352-5381
5382-5411
5412-5442
5443-5472
5473-5502
Genel
Beyit
Aralığı
5503-5531
5532-5560
5561-5589
5590-5619
5620-5649
5650-5679
5680-5709
5710-5738
5739-5766
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O303
O K 311
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
183
184
185
186
187
188
189
190
191
192
193
194
195
196
197
198
199
200
201
202
203
204
Pdf
Sırası
(Düzenli)
205
206
207
208
209
210
211
212
213
214
215
216
217
218
219
220
221
222
223
224
225
226
227
228
229
230
231
232
233
234
235
198
199
200
201
202
203
204/B,
4/A
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17/B, 2/A
5767-5781
5796-5810
5826-5840
5856-5870
5886-5900
5916-5930
5946-5959
-
5782-5795
5811-5825
5841-5855
5871-5885
5901-5915
5931-5945
5960-5972
-
5767-5795
5796-5825
5826-5855
5856-5885
5886-5915
5916-5945
5946-5972
5973-5987
6002-6016
6033-6046
6060-6074
6090-6104
6120-6132
6147-6159
6169-6183
6195-6204
6218-6226
6241-6255
6271-6285
6301-6314
6315-6450 arası
5988-6001
6017-6032
6047-6059
6075-6089
6105-6119
6133-6146
6160-6168
6184-6194
6205-6217
6227-6240
6256-6270
6286-6300
6451-6465
6018
-
3
4/B,
204/A
Pdf Sırası
(Nüsha)
6466-6480
6496-6510
-
6481-6495
6511-6525
-
5973-6001
6002-6032
6033-6059
6060-6089
6090-6119
6120-6146
6147-6168
6169-6194
6195-6217
6218-6240
6241-6270
6271-6300
6301-6314
/ 64516465
6466-6495
6496-6525
B Tarafı
(Sağ)
Eksik/Fazla
Beyit (B)
A Tarafı (Sol)
Eksik/Fazla
Beyit (A)
205
206
207
208
209
210
211
212
213
214
215
216
217
6526-6540
6556-6570
6586-6598
6614-6628
6644-6658
6674-6688
6704-6718
6734-6748
6765-6779
6795-6811
6827-6841
6857-6871
6887-6902
6541-6555
6571-6585
6599-6613
6629-6641
6659-6671
6689-6703
6719-6733
6749-6764
6780-6794
6812-6826
6842-6856
6872-6886
6903-6916
218
219
220
221
222
223
224
225
226
227
228
229
230
231
232
233
234
235
6917-6930
6946-6960
6976-6990
7006-7020
7036-7050
7066-7080
7096-7109
7125-7139
7155-7167
7183-7197
7213-7227
7243-7256
7271-7284
7300-7314
7330-7344
7360-7374
7390-7404
6807 ve 6810
6900. beyit
217A’da.
6917
-
6755
6900. beyit
sayfanın ilk beyti.
7268
7408
312 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
6931-6945
6961-6975
6991-7005
7021-7035
7051-7065
7081-7095
7110-7124
7140-7154
7168-7182
7198-7212
7228-7242
7257-7270
7285-7299
7315-7329
7345-7359
7375-7389
7405-7409
Kapak
Genel
Beyit
Aralığı
6526-6555
6556-6585
6586-6613
6614-6643
6644-6673
6674-6703
6704-6733
6734-6764
6765-6794
6795-6826
6827-6856
6857-6886
6887-6916
6917-6945
6946-6975
6976-7005
7006-7035
7036-7065
7066-7095
7096-7124
7125-7154
7155-7182
7183-7212
7213-7242
7243-7270
7271-7299
7300-7329
7330-7359
7360-7389
7390-7409
304
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
Sonuç
Derviş Muhammed Yemînî’nin H 992 nüshasının incelenmesi sonucunda 550 adet
eksik beyitin tespiti yapılmış ve beyit numaraları tabloya eklenmiştir. Aynı şekilde nüshada
Yusuf Tepeli’nin neşrinde olmayan 3 adet yeni beyite tesadüf olunarak bu beyitlerin numaraları
da tabloya işlenmiştir. Bunların dışında nüsha, anlam bütünlüğü korunacak şekilde düzenlenerek
yeniden numaralandırılmıştır. Nüshanın müellif nüshasına yakın tarihli olması, araştırıcıların
dikkatini çekmesi bakımından önem arz etmektedir. Fakat bir saha çalışanı, Fazîletnâme’yi bu
nüshayı referans alarak tanıyacaksa, içeriği bilmemesinden dolayı birçok sorunu da
göremeyecek ve dolayısıyla farkında olmadan hatalı bir çalışma yapmış olacaktır. Yukarıdaki
çalışma çıktılarının, bu sorunlara çözüm getirecek ve araştırma sahasına rehberlik edecek bir
kılavuz olması bakımından katkı sağlayacağı ümit edilmektedir.
Kaynaklar
Gölpınarlı, A. (1973). �ur�fîl�k met�nler� kataloğu. Ankara: Türk Tar�h Kurumu Yayınları.
Kılıç, F., ve Bülbül, T. (2011). Dem�r baba velâyetnâmes� ��n�eleme-tenk�tl� met�n�. Ankara:
Graf�ker Yayınları.
Kırman, A. (2004). Yemînî’n�n fazîletnâmes� şek�l ve mu�teva ta�l�l�. Yayımlanmamış Doktora
Tez�, İzm�r: �ge �n�vers�tes�
Kırman, A. (2013). Yemînî. TDV İslâm Ans�klo�ed�s�. (c. 43, ss. 420-421). İstanbul: Türk
D�yanet �akfı Yayınları.
Noyan, B. (1999). �ütün yönler�yle �ektâşîl�k ve Alevîl�k. Ankara: Ardıç Yayınları.
Özmen, İ. (1995). Alevî-�ektâşî ş��rler� antolo��s�, � �. Ankara: Saypa Yayınları.
Şah�n, Ş. H. (2013). Yemînî fazîlet-nâme �İmam Al�’n�n erdemler��. Ankara: Sarıyıldız
Matbaacılık.
Şenyurt, G. (2019). Yemînî’n�n fazîletnâmes�’n�n on dokuzun�u fazîlet� üzer�ne b�r �n�eleme.
Yüksek L�sans Tez�, İstanbul: Arel �n�vers�tes� Sosyal B�l�mler �nst�tüsü.
Şenyurt, G. (2020a). Fazîletnâme ışığında Yemînî. Ankara: La Kitap Yayınları.
Şenyurt, G. (2020b). Derviş Muhammed Yemînî’nin fazîletnâmesi’nde on iki imam’ın yeri.
Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, 71, 94-106.
Şenyurt, G. (2020c). Nusayrîliğin Alevî-Bektaşî edebiyatına tesiri ve Nusayr-i Tûsî anlatısı.
Dede Korkut Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi, 22, 210-232.
Tepel�, Y. (2002). Derv�ş �u�ammed Yemînî fazîlet-�âme� g�r�ş-�n�eleme-met�n. Ankara:
Türk D�l Kurumu Yayınları.
Tevf�k, M. (1327). �anastır v�lâyet� tar���es�. Manastır: Beynelm�lel T�caret Matbaası.
Türk Dil Kurumu, (2009). Tarama sözlüğü. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O305
O K 313
NÂBÎ’NİN ‘GÖRMÜŞÜZ’ REDİFLİ GAZELİ İLE TIRSÎ’NİN ‘AYNI’ REDİFLİ
GAZELİNİN KARŞILAŞTIRMALI EDEBİYAT BİLİMİ BAĞLAMINDA
İNCELENMESİ
Ogün PEÇENEK
Öz
Karşılaştırmalı edebiyat bilimi son yıllarda revaçta olan bir çalışma
alanıdır. Bu çalışma alanı, iki veya daha fazla edebî çalışmayı biçim ve
içerik, dil ve üslûp, karakter, motif, zaman ve mekân, estetik vs. gibi
konularda karşılaştırma yapabilme imkânı sunmaktadır. Bu bilimin
amaçlarından biri de edebî çalışmalar arasındaki benzerlikleri, farklılıkları ve
bunların nedenlerini ortaya koymaktır.
Klasik Türk edebiyatı, zengin birikimi ve kültürüyle karşılaştırmalı
edebiyat bilimi alanında çalışmak isteyenler açısından oldukça elverişlidir.
Klasik Türk edebiyatı şairleri birbirlerinden etkilenmiş ve bazı şairler
birbirlerinin şiirlerine nazire yazmışlardır. Bu nazirelerden biri de İbrahim
Tırsî’nin Nâbî’nin meşhur “görmüşüz” redifli gazeline yazmış olduğu aynı
redifli naziredir. Ancak Tırsî’nin yazmış olduğu nazire, nazirenin bir benzeri
ya da nazirenin bir alt türü olarak değerlendirilen tehzildir. Alaya alma
anlamına gelen tehzil, şekil bakımından nazireye benzese de işlenen konu
itibariyle asıl şiirden ayrı ve mizahi bir yönü bulunmaktadır. Dolayısıyla
çalışmada Tırsî’nin aynı redifle yazmış olduğu gazel, tehzil türü üzerinden
incelenip değerlendirilmiştir.
Nâbî 17. yüzyıl, Tırsî ise 18. yüzyıl şairidir. Bu iki şairin edebî kişilikleri
farklılık göstermektedir. Tırsî’nin Nâbî’nin gazeline tehzil türünde nazire
yazması, yaşadıkları yüzyıllar ve edebi kişiliklerinin farklı olması, en az iki
farklı şiirin mevcut durumu, iki şairin özgün imajlarla şiirlerini oluşturması,
klâsik şiir geleneğinin nasıl bir yol izlediğine dair izler taşıması nedeniyle
nazire, karşılaştırmalı edebiyat bilimi açısından incelenmeye oldukça
elverişlidir.
Bu kapsamda bildiride, karşılaştırmalı edebiyat bilimi bağlamında
Nâbî’nin “görmüşüz” redifli gazeliyle, Tırsî’nin aynı redifli gazeli biçim ve
içerik, zaman ve mekân, şairlerin yaşadıkları edebî dönem, konu ve sosyal
zemin, şahıs kadrosu ve edebî sanatlar bakımından benzerlikleri ve
farklılıkları karşılaştırmalı olarak incelenmiştir. Ayrıca bu iki şairimizin
gazellerindeki dil ve üslûp farklılıkları değerlendirilmiş ve bunun nedenleri
gösterilmiştir.
Anahtar Sözcükler: Karşılaştırmalı edebiyat bilimi, klâsik Türk
edebiyatı, Nâbî, Tırsî, gazel, nazire, tehzil.
EXAMINATION OF NABI'S’ GÖRMÜŞÜZ 'REDIF GAZELLE AND
TIRSI'S ‘SAME’ REDIF GAZELLE IN THE CONTEXT OF
COMPARATIVE LITERARY SCIENCE
Abstract
Comparative Literature Science is a field of study that has been popular in
recent years. This field of study includes two or more literary works in form
Arş. Gör.; Düzce Üniversitesi Eğitim Fakültesi, Türkçe ve Sosyal Bilimler Eğitimi Bölümü Araştırma Görevlisi,
[email protected].
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 315
306
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
and content, language and style, character, motif, time and space, aesthetics,
etc. it offers the opportunity to make comparisons on such issues. One of the
aims of this science is to identify the similarities, differences between literary
works and their causes.
Classical Turkish literature, with its rich accumulation and culture, is very
favorable for those who want to work in the field of Comparative Literature.
Classical Turkish literature poets were influenced by each other, and
some poets wrote nazire to each other's poems. One of these nazires is the
same redifli Nazire that Ibrahim Tırsi wrote in Nabi's famous “görmüşüz”
redifli gazelle. But the nazire, written by Tırsi, is a tehzil, which is considered
an analog of the naziren or a subspecies of the naziren. Although tehzil,
which means mockery, is similar to nazire in form, it has a separate and
humorous aspect from the actual poetry in terms of the subject matter
processed. Therefore, in the study, the ghazal, which Tırsi wrote with the
same redifle, was examined and evaluated over the type of tehzil.
Nabi 17. century, 18. Tırsî is a century poet. The literary personalities of
these two poets differ. Nazire is very suitable for study from the point of
view of Comparative Literary science due to the fact that Tirsi wrote nazire
in the genre of Nabi's gazeline tehzil, the centuries they lived and their
literary personalities were different, the current state of at least two different
poems, the fact that two poets created their poems with original images, the
way the tradition of classical poetry followed.
In this context, the statement in the context of Comparative Literary
Science Nabi “görmüşüz” redifli gazelle with Gazelle redifli Tirsi the “same”
in form and content, time and space, their poets, literary period, subject, and a
social floor, party staff, and literary arts in terms of similarities and
differences were investigated comparatively. In addition, the differences in
language and style in the ghazals of these two poets were evaluated and the
reasons for this were shown.
Keywords: Comparative literature science, classical Turkish literature,
Nâbî, Tırsî, gazelle, nazire, tehzil.
Giriş
Bir sanatkârın başka bir sanatkârdan etkilenmesi kadar doğal bir şey yoktur. “Etki, bir
eserin başka bir eser üzerinde sağladığı ince ve gizemli bir mekanizmadır denilebilir.”
(Rousseau ve Pichois, 1994, s.81). Sanatın ve sanatçının gelişmesi hep etki ile olmuştur. Sanatın
önemli bir bölümünü oluşturan yazma eylemi de –dolayısıyla yazarlık ve yazar- bu
etkilenmeden nasibini almıştır. Bir yazar metnini oluştururken daha önce okuduğu bir metne
benzer bir metin ortaya koyması mümkündür. Dahası, bir yazar yazarlık yolunda ilerlerken
hayran olduğu bir yazarı kendisine rol-model alabilir. Dolayısıyla rol-model aldığı yazarın
metinlerine benzer bir metin oluşturması yüksek bir ihtimaldir.
Bir yazarın başka bir yazardan etkilendiğine dair birkaç örnek aktarılabilir1: Ezra
Pound, Rene Taupin’e yazdığı önemli mektubunda (1928), kendi üzerinde cereyan eden etkileri
daha fazla inkâr edemez. Bu etkileri üçe ayırır: Maruz kalınan; kabul edilen (Flubert’den); boş
verme ve tahrik değeri yapmacık etkiler.”(Rousseau ve Pichois, 1994, s.81). Örneklerden de
Gide, bugünün en orijinal ruhlarından biri, bütün tesir kaynaklarından içmiş ve hâlâ susuzluğunu giderememiştir.
Fakat hiçbir şair tesir altında kaldığını Şeyh Gâlip kadar gururla söylememiştir:
‘Esrarını mesneviden aldım
Çaldımsa da miri malı çaldım
Fehmetmeğe sen de himmet eyle
Ol gevher bul da sirkat eyle’ Aytaç, a.g.e., s,23
1
316 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
307
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
anlaşılacağı üzere bir yazarın başka bir yazardan etkilenmesi gayet tabiî olduğu gibi yazarlar da
bunu ifade etmekten çekinmemişlerdir.
Sözü edilen ‘etki’ konusu Klâsik Türk şiirinde kendisini net bir şekilde belli eder.
Klâsik Türk şiirinde şairler belli bir gelenek çerçevesinde şiirler yazmasına rağmen orijinal
hayal ve imajlar ortaya koymaya çalışmışlardır. Bunun yanı sıra şairler şiirlerini oluştururken
bazen başka bir şairden etkilenerek onu taklit etmişlerdir. Çünkü bir şairin başka bir şairden
etkilenip taklit etmesi onun sanatının gelişmesine katkı sağlamaktadır. Denilebilir ki taklit,
sanatın ve sanatçının gelişmesinde önemli bir rol oynamaktadır. Bununla ilgili olarak M. Fatih
Köksal eserinde şunu ifade eder: “Eğer sanat, oluşumu itibariyle bir özenme ve taklit
duygusuna dayanıyorsa –ki öyledir- sanatkârın üstatların eserlerinin bir benzerini ortaya
koymaya çalışması kadar tabiî bir şey yoktur.” (Köksal, 2006, s.9).
Türk şiir tarihinde adeta bir mektep gibi şairlerin yetişmesinde önemli bir gelenek olan
nazireciliğin temelinde de taklit söz konusudur. “Gerçek sanatkâr, taklitle, öykünmeyle
başladığı numunelerin zamanla aslından da üstününü ortaya koyandır ve bu bağlamda
nazirecilik, şüphesiz çok önemli ve faydalıdır.” (Köksal, 2006, s.9).
Klâsik edebiyat metinleri genellikle klâsik şerh yöntemleriyle anlaşılmaya ve şairin
hayal dünyası ve edebî kişiliği bu metinlerle keşfedilmeye çalışılmıştır. Ancak son dönemlerde
farklı uygulamalar da ortaya çıkmıştır2. Bunlardan biri de karşılaştırmalı edebiyat bilimidir.
Karşılaştırmalı edebiyat bilimi bize aynı edebiyatın veya farklı edebiyatların iki farklı metnini
karşılaştırmalı olarak inceleyebilme imkânı sunar. Karşılaştırmalı edebiyat bilimi açısından
bakıldığında, klâsik Türk şiiri metinlerinin karşılaştırılmalı olarak incelenmesi oldukça
elverişlidir. Çünkü şairlerin birbirlerinden etkilenmesi, birbirlerinin şiirlerine nazire yazmaları,
nazirelerde orijinal üslup yakalamaya çalışmaları, aynı konuları farklı hayallerle anlatma
gayretleri bizlere bu metinlerin karşılaştırmalı olarak incelenmesi imkânını verir.
Dolayısıyla karşılaştırmalı edebiyat biliminin bu geniş imkânlarından faydalanarak
farklı yüzyıllarda yaşamış ve farklı kimlikleri olan Nâbî ile onun “görmüşüz” redifli gazeline
aynı redifle nazire yazan İbrahim Tırsî’nin gazelini karşılaştırmalı olarak incelenecektir. İki
gazeli karşılaştırmalı edebiyat bağlamında incelemenin amacı iki metnin karşılıklı değerini ve
güzelliklerini ortaya çıkarmaktır.
Çalışmanın da verimliliğini artırması bakımından öncelikle nazire, tehzil ve
karşılaştırmalı edebiyat kavramlarına yer vermek yerinde olacaktır. Son bölümde de de iki gazel
karşılaştırmalı edebiyat bilimi bağlamında uygulamalı olarak incelenecektir.
Nazire ve Tehzil
Nazire, Klâsik Türk edebiyatında şairlerin şiirlerinde uygulamış oldukları metotlardan
biridir. Nazire ile ilgili farklı tanımlar mevcuttur. F. Köksal eserinde bu tanımlardan bazılarına
yer vermiştir: “Karşılık, müsabaka yollu şiir karşılığı.” (Ahmed Vefik Paşa, 1306:2/3421), “Bir
şairin bir şiirini takliden söylenilen şiir.” (Şemseddin Sami 1317:1464), “Bir şairin manzum bir
2Sibel
Üst, Dilbilimsel İnceleme Yöntemleri ve Klâsik Türk Edebiyatı, Uşak Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi,
2014, 7/2; Yavuz Bayram, Ontolojik Analiz Metodu ve Bir Uygulama, Yom Sanat, S:12, Adana 2003; Cem Dilçin‚
Fuzûlî’nin Bir Gazelinin Şerhi ve Yapısal Yönden İncelenmesi, Türkoloji Dergisi, C.9, Ankara 1991, s.43-98; İlhan
Genç, Klâsik Türk Edebiyatı Metinlerini Anlamada Modern Yaklaşımlar, Turkish Studies- International Periodical
For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic-, Volume 2/4 Fall Ankara2007,; TÖKEL Dursun Ali
Divan Şiiri'ne Modern Metin Çözümleme Yöntemlerinden Bakmak, Turkish Studies- International Periodical For the
Languages, Literature and History of Turkish or Turkic-, Volume 2/3 Summer Ankara 2007.
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O308
O K 317
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
eserine daha ziyade gazeline başka bir şair tarafından aynı vezin ve kafiyede olmak üzere
yazılan benzeri hakkında kullanılır bir tabirdir.”(Pakalın 1993: 2/666). “Bir şairin şiirine
başka bir şairce aynı ölçü, uyak ve redifte yazılan benzerine denir.” (Dilçin 1983: 269).”, Bir
başka şairin eserini geçmek amacıyla yazılan şiir.” (Gibb, 1900:100 krş Gibb 1999? :79).
(Köksal, 2006, s.13,14). Tanımlardan da anlaşılacağı üzere nazirede müsabaka, taklit, zemin
şiire benzer bir şiir yazma söz konusu olmakla birlikte zemin şiiri geçme amacı da
bulunmaktadır.
Nazire sadece basit bir taklit olarak görülmemelidir. Çünkü nazirecilik şairlerin
yetişmesinde önemli bir vasıta olmuştur. Nazirecilik bir mektep hâlini almış şairlerde bu
mektepten yetişmişlerdir. “Nazirecilik geleneği, şairlerin yetişmeleri şiirlerini olgunlaştırmaları
ve eksikliklerini tamamlamaları bakımından da önemliydi. Gelenek bu yönüyle “mektep”
konumundadır. (Köksal, 2006, s.95).
Görüldüğü üzere şairler model şiiri örnek alarak yeni bir şiir oluşturma yoluna
gitmişlerdir. Böylece yeni ürünler ortaya çıkmıştır. Aslında sanat tam da bu noktada
gelişmektedir. Çünkü bir sanatçıyı beğenip onun sanatına özenmek veya ondan daha iyi sanat
eserleri üretmeye çalışmak, sanatın olmazsa olmazlarındandır. Dolayısıyla nazirelere de bu
bakış açısıyla bakmak gereklidir. Böylece nazireler Klâsik Türk edebiyatının zenginleşmesinde
önemli bir vasıta aracı olmuştur.
Yapılan çalışmalar neticesinde şairlerin nazire benzeri şiirler ortaya koyduğu da
görülmüştür.3 Bu şiirlerden çalışmayla ilgili olan ve nazireye en çok benzeyen tür “tehzil”dir.
Çalışmada incelenen Tırsî’nin şiiri, ilk bakışta nazire gibi görünse de aslında nazirenin bir türü
olan tehzil kavramına daha yakındır. Tehzil kavramına bakıldığında “edebiyatta ünlü bir şaire
aynı ölçü ve kafiyede şaka ve alay yollu yazılmış benzer şiirdir.” (Pala, 2011, s.445) ifadesi ile
karşılaşılmaktadır.
Tehzil kavramıyla ilgili biraz daha detaylı bilgi vermek gerekirse, tehzil nazirenin bir
türü olup hezl adıyla bilinir. Bu türde nükte esastır ve herhangi bir konu mizahî nitelikler içinde
verilebilir. Ayrıca ciddi şiirler de mizahî bir duruma sokularak zarif bir nükte ile anlatılabilir.
Daha çok ünlü gazel ve kasideler konu alınır ve günün şartlarına uygun bir eleştiri yapılır.
Tehzil bir kişiye ya da bir kurum ve devlet düzeninin eleştirisiyle ilgili yazılabilir. Şair bu türde
fikir bakımından özgürce hareket eder. Ayrıca bu türde beyit bağlamında zemin şiire bağlı
kalmak söz konusu değildir. Şair vezin ve kafiyeyi esas alarak kendi fikirleriyle hareket edip
şiirin özünden ve söyleyiş biçiminden uzaklaşabilir. (Pala, 2011, s.446).
Tehzilde şair asıl şiire nükteli bir eleştiri ya da yazıldığı döneme uygun yeni bir söyleyiş
getirebilir. Özgürce hareket edebilir ve beyit sayısı olarak zemin şiire bağlı kalmak zorunda
değildir. Çalışmanın ‘uygulama’ bölümünde detaylı bir şekilde incelenecek olan Tırsî’nin şiiri
de içerik ve konularıyla tehzil kavramının bir örneğini teşkil etmektedir.
Nazire ve nazirecilik, Klâsik Türk edebiyatında önemli bir yer teşkil etmektedir. Şairler
kendi devrinden önce veya kendi devrinde yaşamış şairlerin şiirlerine benzer ya da farklı şiir
yazma yoluna gitmişlerdir. Dolayısıyla nazire yazmak isteyen bir şair model şiiri rastgele
seçmez. Nazire yazan şair model şiiri beğenmiş ve bu model şiire benzer bir şiir yazma veya
geçme amacıyla yeni bir şiir oluşturmuştur. Bazen de bazı şairler nazireye benzerliği oldukça
Bu şiir türleri; tehzil, tazmin, terbi, tahmis, tesdis… (eklemeli nazım şekilleri), selh, muşaare, nakîza, müşterek şiir.
Bu türlerle ilgili detaylı bilgi için bk. Köksal, age., s. 49-63.
3
318 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
309
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
yüksek kabul edilen tehzil aracılığıyla şiirlerini oluşturarak yeni bir eda, farklı bir dil, farklı
konular ve imajlar kullanmaya çalışmış ve bu şiirlerde mizah yapma yoluna gitmişlerdir.
Tırsî’nin Nâbî’nin gazeline tehzil türünde nazire yazması, yaşadıkları yüzyıllar ve edebi
kişiliklerinin farklı olması, en az iki farklı şiirin mevcut durumu, iki şairin özgün imajlarla
şiirlerini oluşturması, klâsik şiir geleneğinin nasıl bir yol izlediğine dair izler taşıması nedeniyle
nazire, karşılaştırmalı edebiyat bilimi açısından incelenmeye oldukça elverişlidir.
Karşılaştırmalı Edebiyat Bilimi
Bildirinin giriş kısmında da söz edildiği gibi sanatkârların birbirinden etkilenmesi doğal
bir durumdur. Bu durum iki eserin karşılaştırmalı olarak incelenmesine imkân verir. Aynı
durum edebi metinler açısından da söz konusudur. Bir diğerinden etkilenen iki edebî metni
incelemek karşılaştırmalı edebiyat biliminin yolunu açmıştır.
Karşılaştırmalı edebiyat bilimi, Goethe’nin çalışmalarıyla ilk tohumlarını atmaya başlar.
(Aytaç, 2001, s.3). “Karşılaştırmalı edebiyat bilimi tarihsel olarak da 18.yüzyıl sonu 19. Yüzyıl
başlarında arka arkaya yapılan çalışmalarla daha da ilerler4.
Karşılaştırmalı edebiyat hâlen gelişmekte olan bir bilim olduğu için farklı tanımlar söz
konusu olmuştur. “Karşılaştırmalı edebiyat analoji, akrabalık ve etkileşim bağlarının
araştırılması suretiyle, edebiyatı diğer ifade ve bilgi alanlarına ya da zaman ve mekân
içerisinde birbirine uzak veya yakın durumdaki olaylarla edebî metinleri birbirine yaklaştırmayı
amaçlayan yöntemsel bir sanattır. Yeter ki edebi metinler birçok dile ya da kültüre ait olsunlar:
onları daha iyi tanımlayıp anlamak ve onlardan zevk alabilmek için aynı geleneğe ait
bulunsunlar. (Rousseau ve Pichois 1994, s.182). Aytaç’ın tanımı ise “Edebiyat eserlerini
inceleyen, araştıran edebiyat biliminin bir dalı, karşılaştırmalı edebiyat bilimi’dir. Görevi,
işlevi, farklı dillerde yazılmış iki eseri, konu, düşünce ya da biçim bakımından inceleyerek, ortak
benzer ve farklı yanlarını tespit etmek, nedenleri üzerine yorumlar getirmektir.” (Aytaç, 2001,
s.1). Bu tanımlardan anlaşılacağı üzere karşılaştırmalı edebiyat biliminin temelinde en az iki
metni birbiriyle karşılaştırmak söz konusudur. Ayrıca hem farklı edebiyatların hem de aynı
geleneğe ait edebiyatların incelenmesi mümkün olmaktadır.
Karşılaştırmalı edebiyatın yöntem, amaç ve çalışma alanları zamanla daha net çizgilerle
ifade edilmiştir. Sınırlı ve kesin bir alana uygulanan teknik olmadığı vurgulanmış, edebî
gelişmelere açık ve sentez zevkine dayanan bir alan olduğu ortaya konulmuştur.(Rousseau ve
Pichois, 1994, s.49). Karşılaştırmalı edebiyatın sınırlarının ortadan kalkmaya başlaması,
araştırmacıların farklı edebiyat sahalarını merak etmesi karşılaştırmalı edebiyata olan ilgiyi daha
da artırmış araştırmacıların da çalışma alanını genişletmiştir.
İki metnin karşılaştırmalı olarak incelenebilmesi bazı durumlara bağlıdır. Aynı dilde
aynı konuyu işleyen iki eser hangi dönemden olursa farklılık arz etmelidir. Ortak bir konuda bir
metin oluşturulsa dahi o konu başka türlü işlemeyle sağlanır. Başka türlüden kasıt ise bakış
açısı, anlatım tutumu ve düşünce donanımıdır (Aytaç, 2001, s.14).
Görüldüğü üzere, karşılaştırmalı edebiyat bilimi 18.yüzyıl sonlarında ortaya çıkmış,
21.yüzyıla gelindikçe tanımı, amaçları ve yöntemi daha net ortaya konulmuş bir bilimdir. Bu
bilim önceleri farklı ulusların edebiyatlarını karşılaştırmayı amaç edinse de zamanla aynı ulusa
1795 yılına Goethe’nin karşılaştırmalı anatomi yazısı (Erster Entwurf einer allgeimenen Einleitung in die
Vergleichende Anatomie) yayınlanır. Eser şu sözlerle başlar: “Tabiat tarihi zaten karşılaştırmaya dayanır.”
4
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O310
O K 319
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ait edebiyatları da karşılaştırmayı da kapsamı içine almıştır. Bu edebiyat biliminde amaç, iki
farklı edebiyatın güzelliklerini, kendine ait değerlerini ortaya koymaktır. Karşılaştırmalı
edebiyat neticesinde edebiyat alanıyla birlikte sosyal ve kültürel alanda da bilgiler elde edebilme
imkânı doğmaktadır.
Nazireler de etki, taklit, benzerlikler ve farklılıklar söz konusu olduğu için nazirelerin
karşılaştırmalı olarak incelenmesine imkân vermektedir. Dolayısıyla bildiride karşılaştırmalı
edebiyat biliminin imkânlarından faydalanarak Nâbî’nin görmüşüz redifli gazeli ile ona aynı
redifle nazire türünde tehzil yazan Tırsî’nin şiiri karşılaştırmalı edebiyat bilimi bağlamında
incelenmeye çalışılmıştır.
Yöntem ve Uygulama: Nâbî’nin Görmüşüz Redifli Gazeli ile İbrahim Tırsî’nin
“Aynı” Redifli Gazelinin Karşılaştırmalı Edebiyat Bilimi Bağlamında İncelenmesi
Yöntem:
Bildiride temel kaynak eser olarak kullanılan Gürsel Aytaç’ın “Karşılaştırmalı Edebiyat
Bilimi” adlı kitabının, “yöntem” bölümünde karşılaştırmalı edebiyat çalışmasının nasıl
yapılmasına gerektiğine dair yol gösterici birtakım bilgiler verilmiştir. Eserin “yöntem” kısmı
detaylı olarak incelendiğinde bu bilgiler aşağıda maddeler hâlinde gösterilmiştir:
Karşılaştırmalı edebiyat biliminde asıl beklenti, söz konusu araştırmacının
karşılaştıracağı eserlerde o yazarların, ortak konuyu ya da motifleri “nasıl” işlediklerini
belirlemesi gerekmektedir.
Eserlerin incelenmesinden önce o eserlerin yazarları hakkında tanıtıcı bilgiler
verilmelidir.
Ortak konu, motifler tek tek incelenmeli, işlenişteki farklılıklar, uygulanan
inceleme yöntemi çerçevesinde belli bir zemine oturtulmalıdır.
Farklı dönemlere ait eserler incelenirse ortak konu ve motiflerin işlenişindeki edebî
ve düşünsel akımla ilgili farklılıklar ortaya çıkarılmalıdır.
Seçilen eserlerin neden seçildiğini göstermek gereklidir.
İki eser arasında benzerlikler ortaya konulmalıdır. Araştırmacı, alıcı yazarın kendi
yaratısına yeni olarak neler kattığını bulup göstermelidir. (Aytaç, 2001, s.77-86).
Yukarıda aktarılan bu maddeler, çalışmanın yol haritası niteliğinde olmasının yanında
bir karşılaştırmalı edebiyat bilimi çalışmasının nasıl olması gerektiğine dair de oldukça
önemlidir.
Aytaç, eserinde, karşılaştırmalı edebiyat bilimi incelemelerinde yol gösterici bilgiler
aktarsa da “karşılaştırmalı edebiyat biliminde yöntem birliğinin olmaması aslında yöntem
çeşitliliğine de yol açmaktadır” demektedir. (Aytaç, 2001, s.86). Böylece araştırmacılar, yeni
bakış açıları, yeni tasnifler sunmaları bakımından oldukça elverişli bir alan bulmakla birlikte
istediği metotta karşılaştırmalı edebiyat çalışması yapabilme imkânı elde etmektedir.
Karşılaştırmalı edebiyat çalışmalarıyla ilgili olarak, yapılan taramalarda iki eserin
karşılaştırmalı inceleme yönteminde farklı sınıflandırmalar yapıldığı gözlemlenmiştir.
320 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
311
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
Dolayısıyla bu alanda hâlâ net bir sınıflandırma olmamakla birlikte yeni sınıflandırmaların da
denenebileceği açıktır.
Klâsik edebiyat alanında, özellikle iki gazelin karşılaştırmalı edebiyat çerçevesinde
incelemelerin söz konusu olduğu çalışmalarda genellikle biçim ve içerik yönünden
karşılaştırmalara gidildiği tespit edilmiştir. Çalışmada bu çerçevenin dışına çıkılmamaya
çalışılmıştır. Bu alanda yapılan biçim incelemesinde genel bakış açısına uymakla birlikte içerik
kısmında birtakım farklı uygulamalar denenmiştir.
Özetle; Gürsel Aytaç’ın da sunduğu metotlardan da yararlanılarak Nâbî’nin “görmüşüz”
redifli gazeli ile İbrahim Tırsî’nin “aynı” redifli gazeli şu başlıklar altında karşılaştırmalı olarak
incelenecektir:
A. Biçim
Nazım şekli
A.1. Ahenk Unsurları
Vezin
Kâfiye-Redif
Tekrarlar
Terkipler
B.
Muhteva
Anlatma problemi ve bakış açısı
Konu ve sosyal zemin
Tür
Şahıs kadrosu
Zaman ve mekân
Edebî sanatlar
Dil ve üslûp
İki gazeli karşılaştırmalı olarak incelemeden önce gazelleri ve günümüz Türkçelerine
çevirilerini vermek yerinde olacaktır.
Şiirlerin Günümüze Türkçelerine Çevirileri
Nâbî’nin Görmüşüz Redifli Gazeli
1.
2.
Bâğ-ı dehrün hem hazânın hem
bahârın görmişüz
Biz neşâtun da gamun da rûzgârın
görmişüz
Çok da mağrûr olma kim mey-hâne-i
ikbâlde
Günümüz Türkçesine Çevirisi
1.
2.
Biz bu dünya bahçesinin hem sonbaharını
hem de ilkbaharını görmüşüz. Biz
sevincin de üzüntünün de çağını /
zamanını görmüşüz.
Talih meyhanesinde çok da gururlanma
ki biz gururdan sarhoş olan binlercesinin
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O312
O K 321
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
3.
4.
5.
6.
7.
Biz hezârân mest-i mağrûrun humârın
görmişüz
3.
Tûb-ı âh-ı inkisâra pâydâr olmaz yine
Kişver-i câhun nice sengîn hisârın
görmişüz
4.
Bir hurûşiyla ider bin hâne-i ikbâli
pest
Ehl-i derdün seyl-i eşk-i inkisârın
görmişüz
Bir hadeng-i cân-güdâz-ı âhdur
sermâyesi
Biz bu meydânın nice çâpük-süvârın
görmişüz
Bir gün eyler dest-beste pâygâhı câygâh
Bî-‘adet mağrûr-ı sadr-ı i‘tibârın
görmişüz
Kâse-i deryûzeye tebdîl olur câm-ı
murâd
Bu bezmün Nâbiyâ çok bâde-hârın
görmişüz
5.
6.
7.
İbrahim Tırsî Görmüşüz Redifli Gazeli
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
9.
Biz bu şehrün kış güni yağmurla
karın görmişüz
Cümle etfâlün kızaklarla kayarın
görmişüz
Hîç göz açdurmaz dipi kör odabaşıya
müdâm
Çec gibi esüp savurmanun ne kârun
görmişüz
Açılup lâle gibi dâg-ı derûn oldı bana
Hâsılı soğuklarun vâfir zırârın
görmişüz
İstesen bir yük kömür dirler bu ne
yüz karası
Buna kâni‘ olmayup evden kovarın
görmişüz
Dostluğı hovardagânun cümle buz
üstindedür
Kaldırım
yeniçerisinün
vakârın
görmişüz
Gabgabı kûtehdür av almaz dimek
bühtân olur
Mîr-i Burnazın bu kış sayd u şikârın
görmişüz
Rûm ili beygirleri tenbel olur sanma
sakın
Dobrıca etrâfınun eşkin tavarın
görmişüz
Bir kapuya varsa bir âdem eli boş
hâdimân
Nerdübândan yok ağa diyü savarın
görmişüz
Ardına düşüp zağarlar gibi eyler cüst
ü cû
Ehl-i sûkun rûz ü şeb kârın ararın
görmişüz
322 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
ayıldıktan sonraki baş ağrısını görmüşüz.
Biz, yine kalbi kırılmış olanların ah
toplarının karşısında makam sahiplerinin
ülkesindeki taştan kalelerin ayakta
kalamayıp yıkıldıklarını görmüşüz.
Bir coşkusuyla bin mutluluk evini yıkar.
Dert ehlinin kırılmış gözyaşlarının selini
görmüşüz.
Sermayemiz olan ah okuyla hızlı at
binen, sırtı yere gelmez denilen birçok
süvarinin bu meydanda yere serildiklerini
görmüşüz.
Biz, en yüksek makamlarda olup
gururlanan sayısız insan gördük ki, bir
gün eşik önünde el bağlayıp durduklarını
görmüşüz.
Ey Nâbî! İstek kadehi dilenci kadehine
döner. Çünkü biz bu mecliste çok şarap
içen görmüşüz.
Günümüz Türkçesine Çevirisi
1.
Biz bu şehirde kış mevsiminde
yağmur ve kar görmüşüz. Bütün
çocukları da kızaklarla kayarken
görmüşüz.
2. Kör olan odabaşıya devamlı hiç göz
açtırmaz. Tahıl yığınları gibi esip
savurmanın
ne
zaman
kârını
görmüşüz.
3. Lale gibi açılıp gönül yarası oldu
bana. Sonuçta soğukların çokça
zararını görmüşüz.
4. Bir yük kömür istesen bu ne yüz
karası derler. Bu kömüre de kanaat
getirmeyip
evden
kovanları
görmüşüz.
5. Hovarda olanların hepsinin dostluğu
buz üstündedir. Bu hovardalarda
kaldırım
yeniçerisinin
vakarlı
duruşunu görmüşüz.
6. Çenesi kısadır avcılık yapmaz demek
ona iftira olur. Burnaz’ın bu kış tuzak
ve avcılığını görmüşüz.
7. Sakın Rum ili beygirlerinin tembel
olduğunu
zannetme.
Dobruca
etrafında eşek ve davarları görmüşüz.
8. Bir insan eli boş bir şekilde bir kapıya
vardığında,
hizmetçilerin
merdivenden ‘ağa yok’ diyerek
gönderdiklerini görmüşüz.
9. Köpekler
gibi
ardına düşerek
araştırma yaparlar. Sükun ehlinin
(sessiz olanların) gece ve gündüz
kârını aradıklarını görmüşüz.
10. Bizim bostanların karpuzu gerçi çok
iridir. Mevsiminde Lanka hıyarının
çok güzel olduğunu görmüşüz.
313
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
10. Pek iridür
bûstânlarun
Mevsiminde
görmişüz
11. Tırsîyâ çok
râhatde ol
Sen kılıklı
görmişüz.
karpuzı
gerçi
bizüm
Lankanun böyle hıyarın
11. Ey Tırsi çok koşuşturup gezme otur
rahatta ol. Sen gibi cezbe ehlinin
itibarını görmüşüz.
çok yelüp gezme otur
ehl-i cerrün i‘tibârın
İki şiir karşılaştırılmalı olarak incelenmeden önce şairlerimiz tanıtılmış ve biyografileri
ve edebî kişilikleri ile ilgili benzerlikler ve farklılıklar ortaya konulmuştur.
Uygulama
1. Şairler Hakkında Tanıtıcı Bilgiler ve Karşılaştırmalı İncelenmesi
Nâbî5
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
9.
10.
11.
12.
13.
14.
15.
1642’de Şanlıurfa’da doğdu.
1712’de İstanbul’da vefat etmiştir.
Altı padişah dönemi görmüştür. Bu
padişahlar; İbrahim, IV.Mehmed,
II.Süleyman, II.Ahmed, II.Mustafa,
III.Ahmed.
Çocukluğunu ve ilk gençlik yıllarını
Urfa’da geçirmiştir. Burada iyi bir
eğitim alıp, Arapça ve Farsça
öğrenmiştir.
1666 yılında İstanbul’a gelmiştir.
İstanbul’da Damat Mustafa Paşa ile
tanışmış ve bu vesileyle divan
kâtipliğine getirilmiştir.
Divan kâtipliğinden sonra Mustafa
Paşa’nın kethüdalığını yapmıştır.
Mustafa Paşa’nın ölümünden sonra
Halep’e
yerleşmiş
ve
burada
evlenmiştir.
III. Ahmed ve II.Mustafa tahta çıktığı
zaman onlara birer tane cülus kasidesi
göndermiştir.
1710 yılında Sadrazam Baltacı
Mehmet
Paşa’nın
vesilesiyle
İstanbul’a geri dönmüştür.
İstanbul’daki son devrinde şiir ve
kültür çevrelerince zamanın şeyhü’şşuarâsı olarak kabul edilmiş ve büyük
bir takdir görmüştür.
İstanbul’daki son devrinde darphane
eminliği,
başmukabelecilik,
mukâbele-i
süvari
mansıplığına
getirilmiştir.
Nedim, Seyyid Vehbî, Mustafa Sami
Bey gibi şairlerle müşaareleri de son
döneme rastlar.
Hoşsohbet, kültürlü, zeki, çok güzel
konuşan, şiire kazandırdığı hikemî
tarz dolayısıyla kendisinden sıkça söz
edilen bir sanatkârdır.
Anlamı
ön
planda
tuttuğu
İbrahim Tırsî6
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
9.
10.
11.
12.
13.
14.
15.
16.
17.
Doğum tarihi hakkında net bir bilgi
yoktur.
Vefat tarihiyle ilgili olarak 1727,
1754, 1766 gibi tarihler gösterilir.
18.yüzyıl şair ve hattatlarındandır.
Hattatlıktan başka kâtiplik ve kâğıt
eminliği yapmıştır.
Yine manzumelerinden defterdarlık
yaptığı, maliyede çalıştığı, hocalık
ettiği, tersanede kaptanlık yaptığı,
bezistanda Hint malları satan bir
dükkânı olduğu bilinmektedir.
Doğum yeri ve soyu hakkında bir
bilgi bulunmamaktadır.
Divanındaki
şiirlerden
Uşak’ta
doğduğu ve gayr-i müslim olduğu
tahmin edilmektedir.
İstanbul’dayken bulunduğu semtleri
şiirlerinde anlatır.
Yine şiirlerinden Edirne ve Balkanlar
bölgesine gittiği tahmin edilmektedir.
İstanbul’da Defterdarlık Mektubî
Kalemi Baş Halifesi Sinek Ahmed’ten
Divân-ı Hümâyûn’da ferman ve
beratların yazımında kullanılan dîvânî
ve diğer yazı türlerini öğrenir.
Şiirlerinde çok kitap karıştırıp, iyi bir
eğitim aldığından söz eder.
Tırsî,
kendinden
önceki
şiir
geleneğinin parodisini yapmıştır.
Orijinalliği az, argo ifadelerle yüklü
bir şiir tarzını benimser.
Hezel tarzında şiirler yazmıştır.
Tırsî için şiirde bir anlam ve amaç
yoktur; beklediği, sadece eğlenmek ve
eğlendirmektir.
Tırsî, kendi muhitinin ve devrinin
günlük hayatıyla alâkalı bütün
konularla ilgilenmiştir.
Mücerret mefhumlar yerine, gerçek
ve somut dünya ile ilgilenmeyi yeğler.
Nâbî’nin biyograsi ve edebi kişiliğine ait bilgiler Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisinden alınmıştır.
Abdulkadir Karahan, (2206), “Nâbî”. İslâm Ansiklopedisi. C. 32. İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yay. s.258-260.
6 İbrahim Tırsî’nin biyograsi ve edebi kişiliğine ait bilgiler Doç. Dr. Kadriye Yılmaz’ın hazırlamış olduğu İbrahim
Tırsî divanından alınmıştır. Kadriye Yılmaz, İbrahim Tırsî ve Dîvânı, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kütüphaneler
ve Yayımlar Genel Müdürlüğü Yayınları, Ankara 2017
5
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O314
O K 323
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
16.
17.
18.
19.
manzumelerinde hem düşünen hem
düşünmeye sevkeden ifadelere sahip
bulunduğundan
Türk
şiirindeki
hikemî tarzın temsilcisi olarak
görülmüştür.
Sosyal meselelere işaret edip onları
eleştirirken çözüm yolları da önerir.
Mevcut dünya ve hayat görüşü,
ondan sonra bu tarzda şiir yazanların
çoğalmasına ve Nâbî okulu diye
adlandırılabilecek hikemî bir şiir
okulunun
doğmasına
yardımcı
olmuştur.
Sebk-i
Hindî’nin
en
başarılı
mümessillerinden
biri
olarak
kişiliğini
ve
sanat
kudretini
koruyabilen
şairlerin
de
önemlilerindendir.
Mahallîleşme
cereyanı
onun
manzumelerinde daha açık şekilde
görülür.
Manzum Eserleri
1. Divan
2. Divançe
3. Hayriyye
4. Tercüme-i Hadîs-i Erbaîn
5. Hayrâbâd
6. Surnâme
Mensur Eserleri
1. Tuhfetü’l-Haremeyn
2. Münşeât
3. Fetihnâme-i Kamaniçe
4. Zeyl-i Siyer-i Veysî
18. Divan şiirinin en önde gelen
konularından biri olan aşka yer
vermez.
Eserleri
1.
Divan
Elde edilen bilgilerden yola çıkarak İbrahim Tırsî’nin gençlik çağı Nâbî’nin vefat
etmeden önceki son yıllarına rastladığı düşünülmektedir. Her iki şairde ömrünün büyük
bölümünü İstanbul’da geçirmiştir. Nâbî’nin çocukluktan itibaren iyi bir eğitim aldığına
kaynaklarda rastlanırken, Tırsî de şiirinde iyi bir eğitim aldığını ifade eder. Nâbî ve Tırsî’de
devlet kademesinde çalışmıştır. Her iki şairde kâtiplik yapmıştır. Hem Nâbî hem Tırsî sosyal
konulara yer vermiştir. Ancak Tırsî’de gündelik hayat daha ağır basar. Her iki şairde
mahallîleşme akımına özgü şiirler oluştururken Tırsî’de mahallî unsurlar çok daha fazladır.
Nâbî’nin hangi yılda doğup vefat ettiği bellidir. Ancak Tırsî’de belli değildir. Nâbî 17.
yüzyıl şairi iken Tırsî 18. yüzyıl şairi olarak kayıtlarda geçer. Nâbî Arapça ve Farsça
bilmektedir. Tırsî’de böyle bir bilgi yoktur. Nâbî’nin Çorlulu Ali Paşa’dan dolayı zarar gördüğü,
Tırsî’nin ise Çorlulu Ali Paşa’ya divanını sunduğu bilgisi bulunmaktadır. Nâbi şiir ve kültür
çevrelerince zamanın şeyhü’ş-şuarâsı olarak kabul edilmiş, Tırsî ise kendi döneminde usta bir
hezel şairi olarak tanınmıştır. Nâbî hikemî tarzıyla klâsik şiir geleneğinin çizgisini korurken
Tırsi klâsik şiir geleneğinden uzak bir görüntü sergiler. Nâbî hem mensur hem de düzyazı
tarzında çok sayıda eser ortaya koyarken Tırsî’nin elde sadece divanı bulunmaktadır. Nâbî öğüt
verme amaçlı şiirler ortaya koyarken Tırsî tam tersine şiirde eğlenmeyi amaç edinir.
324 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
315
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
2.Şiirlerin Biçim ve Ahenk Unsurları Bakımından Karşılaştırılması
Nâbî’nin şiiri
Nazım şekli
Nazım birimi
Ölçü
Kafiye örgüsü
Uyak-redif
Mısra sayısı
Kelime tekrarları:
Sesgruplarının
tekrarları:
Terkipler:
Tırsî’nin şiiri
Gazel
Beyit
Aruz fâilâtün/ fâilâtün/ fâilâtün/
failün
aa/ba/ca/da/ea/fa/ga
âr: mürdef kafiye, ın görmüşüz:
redif
7 beyit/14 mısra/107 kelime
Hem, görmişüz, biz, ikbâl, olma ve
olmaz, âh, nice, bu, bezm, inkisâr
Dehrün, neşâtun, gamun, câhun,
derdün, bezmün, mağrûrun,
humârın, hazânın, rûzgârın,
meydânın, sengîn, hisârın, itibârın
inkisâr, pâydâr, süvâr, mey-hâne,
hâne
Bâğ-ı dehrün, mest-i mağrûrun,
kişver-i câhun, ehl-i derdün, meyhâne-i ikbâl, bin hâne-i ikbâl, tûb-ı
âh-ı inkisâr, seyl-i eşk-i inkisâr,
mağrûr-ı sadr-ı i‘tibâr
Gazel
Beyit
Aruz fâilâtün/ fâilâtün/ fâilâtün/
failün
aa/ba/ca/da/ea/fa/ga…
âr: mürdef kafiye, ın görmüşüz:
redif
11beyit/22 mısra/ 154 kelime
Biz, bu, görmişüz, gibi, kış, bir,
çok, ehl
şehrün, etfâlün, savurmanun,
derûn, soğuklarun, esüp,
hovardagânun, yeniçerisinün,
etrâfınun, Lankanun, cerrün,
kârun, bûstânlarun, açılup,
olmayup, düşüp, yelüp, Dostluğı,
Hâsılı, karası, Gabgabı,
yağmurla, karla, karın, zırârın,
kovarın, vakârın, Burnazın,
şikârın, eşkin, tavarın, savarın,
ararın, hıyarın, i‘tibârın
dâg-ı derûn, Mîr-i Burnazın, Ehl-i
sûkun, ehl-i cerrün, cüst ü cû, rûz
ü şeb
A. Ahenk
2.1.2.1.Biçim
2.1. Nazım Şekli ve Nazım Birimi:
Nâbî ve Tırsî’nin şiirlerinde (şekil) özelliklerine bakıldığında benzerlikler görülür. Her
iki şairde klâsik Türk şiirinin en yaygın kullanılan şekillerinden olan gazel nazım şeklini
kullanmıştır. İki şiirde dış yapı olarak farklılık beyit sayılarındadır. Nâbî’nin şiiri 7 beyit 14
mısra iken Tırsî’nin şiiri 11 beyit 22 mısradır. Tırsî’nin şiirinin beyit sayısının fazla olmasından
dolayı Nâbî’nin şiirine göre kelime sayısı fazladır. Gazellerinin beyit sayısının 5/11 olması
şairlerin geleneğin dışına çıkmadığının bir göstergesi olarak yorumlanabilir.
2.2.Ahenk Unsurları
2.2.1.Vezin:
İki şiir de aruzun 15’li klâsik fâilâtün/ fâilâtün/ fâilâtün/ failün kalıbıyla yazılmıştır. Her
iki şair klâsik Türk şiirinde en çok kullanılan kalıplardan biri olan bu kalıbı tercih etmiştir. Tırsî
zemin şiirdeki aynı kalıbı koruma yoluna gitmiştir. Nazire yazmanın avantajlarından biri de
hazır kalıplardır. Tırsî de yazmış olduğu tehzil türündeki nazirede Nâbî’nin şiirindeki hazır
kalıbı kullanmıştır.
2.2.2.Kafiye, Redif ve Örgü:
Klâsik Türk şiirinde kafiye ve redifin rolü oldukça büyüktür. Şiirin ahengini sağlamada
önemli bir rol üstlenirler. Redif hem anlama hem de forma katkı sunar. Redif simetrik tekrarı ile
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O316
O K 325
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
belli kavramları ve konuları bir araya toplar. Böylece şiiri bir atmosfere sokar. (Akün, 1994,
s.402). Tanpınar da şiir de asıl temanın kafiye ve redif olduğunu, şairin ilhamının büyük bir
bölümünü oluşturduğunu, hayal ve duygunun kafiye ve redif etrafında kurulduğunu söyler.
(Tanpınar, 1997, s.20).
Şiirlere bakıldığında her iki şiirin kafiye ve redifinde benzerlikler görülür. Her iki şiirde
kafiye bir sesli bir sessiz harften oluşan mürdef kafiyedir. Redifler “ın görmüşüz” dür. Tırsî’nin
tehzilinde hazır kalıbı kullandığı gibi hazır kafiye ve redifi de kullandığı görülmektedir.
Her iki şiirinde kafiye örgüsü aa/ba/ca/da/ea/fa/ga şeklindedir. Tırsî, şiirini aynı redif,
aynı kafiye ve aynı vezinde yazmasına rağmen beyit sayısını aynı tutmamasının nedeni zemin
şiiri geçme arzusu ya da zemin şiiri çok beğendiği ve bundan dolayı da şiirini uzattığı yorumları
yapılabilir.
2.2.3.Tekrarlar:
Şiirde kullanılan tekrarlar ahengi ve ritmi artırmada önemli bir rol üstlenirler. Bu
tekrarlar sadece kafiye ve redif değil dizeler arasındaki simetrik kelime ve harf tekrarlarıdır.
Ayrıca Arapça ve Farsça terkipler de şiirin yapısına ve ritmine katkı sağlar.
Bu bağlamda her iki şairin şiirindeki tekrarlara bakıldığında benzerlikler ve farklılıklar
mevcuttur. Her iki şairde kelime tekrarının fazla olduğu görülür. Nâbî’nin beyit sayısı Tırsî’nin
beyit sayısına göre daha az olmasına rağmen şiirde kullandığı kelime tekrarları daha fazladır.
Her iki şairin ortak kullandığı kelime tekrarları; “biz, bu, görmüşüz” kelimeleridir.
Ses gruplarının tekrarı her iki şiirde oldukça fazladır. Tırsî’nin tehzilinde ses gruplarının
tekrarı Nâbî’nin şiirine oranla daha fazladır. Her iki şairde ortak ses grupları ise “ün, un, ın”
sesleridir. Bu ses grupları şiirde oldukça yer kaplamaktadır.
Her iki şairin şiirinde ses ve kelime tekrarlarına yoğun bir şekilde yer vermesi şiirin
ritmini artırma niyetiyle ilgilidir denilebilir. Böylece ahenk arka plana atılmamış; söyleyiş de ön
planda tutulmuştur.
2.2.4.Terkipler:
Terkip, Arapça ve Farsça tamlamalarla ilgili kullanılan bir kavramdır. Şiirde kullanılan
terkiplere bakıldığında Nâbî’de terkip sayısı Tırsî’ye göre daha fazladır. Nâbî çok sayıda ikili ve
üçlü Farsça terkip kullanmasına rağmen Arapça terkip kullanmaması dikkat çekicidir. Tırsî ise
az sayıda terkip kullanmasına rağmen hem Arapça hem de Farsça terkipler kullanmıştır.
Terkipler de şiirdeki ahenge katkı sağlamıştır. Tırsî’nin daha sade bir Türkçe ile şiirini
yazmasına rağmen az sayıda terkip kullanması, klâsik Türk şiir geleneğine hâkim olduğunu ve
isterse bu tarzda da şiirler oluşturabileceği yorumları yapılabilmektedir.
3. Şiirlerin Muhteva Bakımından Karşılaştırılması
3.1. Anlatıcı Problemi ve Bakış Açısı:
Her iki şiirde kullanılan anlatıcı tipi benzerdir ve “biz” anlatıcısı kullanılmıştır. Nâbî
şiirinde ‘ben’ anlatıcısı yerine ‘biz’i tercih etmiştir. Bu tercihinin nedeni onun mütevazı
kişiliğiyle ilgili olarak açıklanabilir. Nâbî, hikemî üsluba uygun bir anlatıcıyı seçmiştir. Tırsî de
tehzilinde Nâbî ile aynı anlatıcı tipini tercih ederek ‘biz’ anlatıcı tipini kullanmıştır. Tırsî zemin
şiirle aynı redifle şiirini oluşturduğundan aynı anlatıcı tipine yönelmiştir.
326 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
317
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
Şairler biz anlatıcısını kullanıp şiirde birinci çoğul şahıs ağzıyla konuşmalarına rağmen
arka planda birinci tekil şahıs ağzı söz konusudur. Dolayısıyla şairler şiirde aynı zamanda
anlatıcı konumundadırlar ve şiire dâhil olup, anlatılanların içindedirler. Bu hâliyle her iki şiirde
“kahraman bakış açısı” ile anlatılmış gibidir. Ancak şiirde “gözlemci bakış açısı” da
görülebilmektedir. Çünkü şair şiirde misal verdiği konuları yakından görmüş ama o konulara
dâhil olmamış gibidir. Eğer okur şairin şiirdeki olayları da yaşadığına kanaat getirirse kahraman
bakış açısı, eğer şairin şiirdeki olayları yaşamadığını düşünürse gözlemci bakış açısı söz
konusudur denilebilir. Araştırmacının kanaati ise şair, görmüşüz redifiyle sadece görmekle
kalmamış anlattığı konulara dâhil olmuş ve bunları yaşamıştır.
3.2.Konu ve Sosyal Zemin:
Klâsik Türk şiirinde şairlerin gazel yazma nedenleri arasında, aşk, şarap, ayrılık, sevgili
gibi konular sayılabilir. Dolayısıyla şairin şiirini oluşturmak için bir neden söz konusu
olmalıdır. Nâbî’nin şiirine bakıldığında da klâsik gazel konusunun dışında hikemî, ahlakî bir
üslup sezilmektedir. Bu durum Nâbî’nin yaşadığı 17. yüzyılın bir özelliğidir. Nâbî bu dönemde
hikemî üslupla şiirler yazma yoluna gitmiş adeta bir ekol oluşturmuş ve ondan sonra gelen bazı
şairler de bu üslupla şiirler yazmışlardır. Nâbî yaşadığı yıllar itibariyle iki döneme denk
gelmiştir. Bunlar; Osmanlı’nın duraklama devri ve Karlofça antlaşması ile gerilemeye başladığı
gerileme devridir. Duraklama devri askeri, eğitim ve ekonomi alanında bozulmaların başladığı
bir dönemdir. Halkın devlete olan güveni azalmış ve iç isyanlar başlamıştır. Bunun neticesinde
ıslahat çalışmalarına ağırlık verilmiştir. Bu dönemlerde Divan şiiri bir önceki yüzyılın sağlam
temelleri üzerinde ilerler. Hikmet şairi Nâbî’nin yanında usta kasideci Nef’i, samimi
söyleyişiyle Şeyhülislam Yahya ve Sebk-i Hindi’nin ilk temsilcileri Nâilî ve Neşâtî göze çarpar
(Pala, 2011, 123).
Nâbî’nin şiirini neden yazdığına dair bilgiler mevcuttur. Nâbî İstanbul’dan ayrılıp
Halep’e yerleştikten bir süre sonra III. Ahmed’in damadı ve sadrazamı Çorlulu Şehid Ali Paşa
Nâbî’nin malikânesini elinden almış ve aylığını kesmiştir. Ancak bu durum uzun sürmemiştir.
Bu vakitlerde de Nâbî’nin bu duruma istinaden “görmüşüz” redifli gazelini oluşturduğu
söylenmektedir. (Karahan,258-260). Nâbî’nin gazelindeki konular; hüzün ve sevinç, kibre
kapılmama, mazlumların ahını almama, kalp kırmama ve adaletin önemi gibi ahlakî konulardır.
Nâbî’nin şiiri ele aldığı konular itibariyle yek-ahenk gazel özelliğini göstermektedir.
Tırsî ise bir hezel şairi olarak tehzil türünde şiirler yazmasıyla bilinmektedir. Şair
yazdığı şiirde zemin şiir olarak Nâbî’nin şiirini seçmiştir. Çünkü tehzilde konu bakımından
ciddi şiirler tercih edilir ve amaç ciddi bir şiiri mizahi bir duruma sokmaktır. (Köksal, 2006,
s.50). Tırsî de ciddi bir şiir özelliği gösteren Nâbî’nin şiirini tercih etmiştir.
Tırsî’nin şiirini yazdığı dönem olan 18.yüzyılda farklı edebî akımlar söz konusu
olmuştur. I8. yüzyılda Divan şiiri İran edebiyatından uzaklaşarak bir parça mahallîleşir. Nedim
İstanbul Türkçesini kullanarak orijinalliği göze çarpar. Sebk-i Hindi devam eder ve en güçlü
temsilcisi Şeyh Galip’tir. Galip dışında Enderunlu Fazıl, Koca Ragıp Paşa, Fıtnat gibi şairler de
bu akımla şiirlerini oluşturur. (Pala, 123). Tırsî’nin mahallîleşme akımı çerçevesinde şiirini
oluşturduğu ve şiirinde mahallî unsurları kullandığı görülür. Tırsî’nin şiirinde ele aldığı konular;
mevsimler, tutumluluk, soğuk havalar, kanaat, dostluk, Burnaz Bey, hayvanlar (beygir, eşek,
davar), iyilik görmemek, gıdalar, karpuz ve hıyar gibi gündelik mefhumlardır.
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O318
O K 327
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
Görüldüğü üzere iki şiir arasında konu bakımından benzerlikten ziyade farklılıklar göze
çarpar. Nâbî’nin şiirlerinde hâkim olan konu iyi insan olmak, adaletli davranmak, mazlumların
ahını almamak gibi öğeler üzerine kuruluyken Tırsî’nin şiirlerinde hâkim olan konu gündelik
hayatta karşılaşılan durumlar, mevsimler, çevresindeki insanların tavırları, gıdalar ve yiyecekler
gibi öğelerin üzerine kuruludur.
Ancak Tırsî’nin gazellerinde mahalli unsurlar, gündelik yaşam hâkim olmasına rağmen
bazı beyitlerinde hikemî üslubu da yansıtması açısından Nâbî ile benzerlik gösterir. Mesela
ikinci beyitte esip savurmanın yani gereksiz yere harcama yapmanın faydasının olmayacağı,
dördüncü beyitte kanaatın önemi, sekizinci beyitte insanın başkalarına muhtaç kalabileceği
konular nasihat niteliğinde olduğu için Nâbî’nin şiiriyle çok az da olsa benzerlik arz etmektedir.
Her iki şiirin benzer bir yönü de yeni arayışların bir sonucu olmasıdır. 17. ve 18. yüzyıl
klâsik şiirimizde yeni arayışların olduğu, yeni konuların eklendiği bir dönemdir. Her iki şiirde
bu hâliyle kendi dönemlerini yansıtmışlardır.
3.3. Şahıs Kadrosu:
Edebî metinde yer alan insan veya insan hüviyetinde aktarılan diğer varlıklar ve
kavramlar şahıs kadrosu içinde yer alırlar. (Aktaş, 2005: 133). Klâsik şiirde genellikle âşık,
rakip ve sevgili tipi söz konusudur. Yani şahıs yerine tip kullanılır ve genellikle başka şahıslara
yer verilmez. Çünkü klâsik şiirde çerçeve genellikle bu üçlü etrafında kurulur.
Bu bağlamda her iki şiire bakıldığında klâsik Türk şiiri geleneğinden farklı bir durum
söz konusu olmuştur. İki şiirde de âşık, rakip ve sevgili dışında şahıslar yer almıştır. Bu
özelliğiyle her iki şiir benzerlik gösterir. Ancak Tırsî’de yer alan şahıs sayısı Nâbî’nin şiirine
göre daha fazladır. Nâbî’de yer alan şahıs kadrosu; “biz, ehl-i derd, çapük-süvar şairin
kendisidir. Tırsî’nin şiirindeki şahıs kadrosu ise “biz, etfal, odabaşı, hovarda olan insanlar,
yeniçeri, Mîr-i Burnaz, bir âdem, hizmetçiler ve şairin kendisidir.” Nâbî’de kullanılan şahıslar
istiare olarak kullanılırken, Tırsî’de istiareli değil bizzat günlük hayatta yaşayıp karşılaştığı
şahıslardır.
3.4. Zaman ve Mekân:
Zaman ve mekân incelemesi klâsik Türk şiiri incelemelerinde üzerinde pek durulmayan
bir konudur. Yeni Türk edebiyatı sahasında metin tahlillerinde zaman ve mekân incelemesi
geniş bir yer tutmaktadır. Ancak klâsik Türk edebiyatında böyle bir durum pek söz konusu
değildir. Disiplinlerarası yapılan çalışmalar klâsik Türk edebiyatı sahasında da böyle
incelemeler yapabilme imkânı sunmaktadır. Bu tarz incelemeler yapmak günümüz okurlarının
klâsik Türk edebiyatına ilgisini biraz daha artırabileceği kanısı taşınmaktadır.
Şiirlere bakıldığında Nâbî’nin şiirinde net bir zamandan söz edilmez. Ancak ‘görmüşüz’
redifinden yola çıkılarak şairin geçmiş zamanı kastetmesiyle birlikte öğüt verici bir üslupla
şiirini oluşturduğu için ayrıca gelecek zaman da ima edilmektedir.
Tırsî de ise zaman oldukça bellidir ve birden fazla zaman söz konusudur. Şair, 1-6
beyitleri arasında zaman olarak kış mevsimini konu edinirken, 9. Beyitte gece ve gündüzü 10.
beyitte ise yaz mevsimini konu edinmektedir.
Nâbî’de geçmiş zaman daha baskın iken Tırsî’nin şiirinde kış ve yaz mevsimi baskındır.
Nâbî’nin kullandığı zaman dilimi hikemî tarzın bir göstergesi durumundadır. Şiirinde adeta
328 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
319
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
geçmişten ders alıp gelecekte de ona göre hareket edilmesi gereken bir hava sezilmektedir. Tırsî
de ise böyle bir durum söz konusu değildir. Tırsî mahallileşmenin bir özelliği olan gündelik
dille şiirlerini oluşturmaya çalıştığı için sanki o an yaşadığı mevsimi konu edinmiş gibidir.
Özelikle ilk altı beyitte kış mevsimine ağırlık vermesi şiirin kış mevsiminde yazıldığı izlenimi
vermekle birlikte kışın yaşadığı durumları da yansıtmış gibidir.
Mekân ise şiirde konunun geçtiği yerlerdir. Her iki şairin şiirinde mekân unsuru oldukça
fazla kullanılmıştır. Nâbî’nin şiirinde hemen her beyitte ayrı bir mekân söz konusudur. Şiirde
sırasıyla geçen mekânlar; dünya, meyhane, ev, meydan, eğlence meclisidir. Ancak bu şiirde
geçen mekânlar soyuttur ve metafor olarak kullanılmıştır. Bu mekânlar da dünya kastedilir ve
dünyanın geçiciliğine vurgu yapılır. Şairin klâsik şiir çizgisinde hareket edip mekânları istiareli
bir şekilde kullandığı yorumları yapılabilir.
Tırsî’de de mekân oldukça fazla yer kaplar. Bu mekânlar sırasıyla, şehir, ev, Rum ili,
Dobruca ve bostandır. Tırsî’nin kullandığı mekânlar, Nâbî’deki gibi soyut değil somuttur.
Bizzat o mekânlarda neler olup bittiğini bilmektedir. O mekânlara gitmiş, yaşamış ve hakkında
bilgi edinmiş gibidir. Tırsî şiirinde somut mekânlara yer vermesiyle gelenekten ayrılır ve
değişime ayak uydurduğunu göstermektedir.
3.5.Edebî Sanatlar:
Edebî sanatlar şiirlerin etkisinin artırması açısından oldukça önemli işleve sahiptirler.
Klâsik Türk şiirinde edebî sanatlar yoğun bir şekilde kullanılmaktadır. Her iki şairin şiirine
bakıldığında edebi sanatlar söz konusudur.
Nâbî’nin gazeline bakıldığında;
1.beyitte, bağ-ı dehrün (dünya bahçesi) tamlamasıyla dünya bahçeye benzetildiği için
teşbih-i beliğ, 1. mısrada yer alan hazan ve bahar kelimeleri ile de 2. mısrada yer alan gam ve
neşat kelimeleri arasında da leff ü neşir söz konusu olmuştur. Ayrıca rüzgâr kelimesiyle de
zaman, dönem kastedildiği için de tevriye sanatı yorumu yapılabilir.
2, 3 ve 4.beyitlerde sırasıyla, meyhane-i ikbâl (mutluluk meyhanesi), mutluluk
meyhaneye, tûb-ı âh-ı inkisâr (kırılmış insanların ahının topları) tamlaması ile de top, ah’a,
hane- i ikbâl tamlamasında da mutluluk eve, benzetilerek teşbih-i beliğ söz konusu denilebilir.
4.beyitte ehl-i derd ile de sıkıntıda olanlar kast edilerek istiare yapılmıştır.
7.beyitte de bezm yani meclis kelimesiyle dünya istiarelenmiştir.
Tırsî’nin gazeline bakıldığında;
2.beyitte, ‘ne kârın görmüşüz’ ifadesiyle tecâhül-ü ârif sanatı yapılmıştır. Şair hiçbir kâr
görmediğini ne sorusuyla sorarak bildiği şeyi aslında bilmemiş gibi göstermektedir.
3.beyitte, gönül yarası laleye benzetiliyor.
4.beyitte, kömür ve yüz karası kelimeleri birbirleriyle uyumlu kullanılarak mecaz
yapılıyor.
7.beyitte, beygirlerin tembel olduğundan bahsedilerek teşhis sanatı söz konusu
olmuştur.
Dolayısıyla her iki şiire bakıldığında edebî sanatların yoğun olarak kullanıldığı görülür.
Ancak şiirlerde kullanılan sanatlar tamamen birbirinden farklıdır. Nâbî’nin şiirinde teşbih-i
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O320
O K 329
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
beliğ, leff ü neşir, istiare kullanılırken, Tırsî’nin şiirinde tecâhül-ü ârif, teşbih, mecaz, teşhis
sanatları kullanılmıştır.
3.6.Dil ve Üslûp:
Çalışmanın önemini ve niteliğini ortaya koyması açısından dil ve üslup incelemeleri
oldukça önem taşır. Çünkü iki şiirin dil ve üslup açısından karşılaştırılması şairlerin ve şiirlerin
aralarındaki etkileşimi ve neden-sonuç ilişkisini, benzerlik ve farklılıklarını ortaya koymaktadır.
İki şiirin dil ve üslûp bakımından karşılaştırılmadan önce şiirlerin kısa tahlillerine yer
vermek önemlidir.
Nâbî’nin gazelinin kısa bir tahlili
Nâbî gazelinin girişinde yani matla beytinde bu dünyada hem sevindiğini hem de
üzüldüğünü söylemiştir. Talih meyhanesi olan bu dünyada gurura kapılmamak gerekir. Çünkü
bu gurur yüzünden hataya düşenlerin sonradan çektikleri sıkıntıları görmüştür. Kimsenin
gönlünü kırmamak gerektir. Çünkü bundan dolayı nice makam sahibi makamlarından olmuştur.
Şair bu öğüdünü pekiştirmek maksadıyla dertlilerin gözyaşının mutluluk evlerini yıktığından
bahseder. Yine üçüncü beyti pekiştirmek maksadıyla, -konunun epey üzerinde
duruyormuşçasına- dördüncü ve beşinci beyitte makam sahiplerinin, bana bir şey olmaz
diyenlerin meydanda yere düşen süvariler gibi yere serildiklerini anlatır. Altıncı beyit de diğer
iki beyti desteklercesine makamından düşenlerin el bağlayıp dilenci durumuna düştüklerini
söyler. Son olarak kendisine sanki öğüt verirmişçesine şiirini bitirir. Çok fazla isteklerin
insanları dilenci hâline getireceğini anlatır.
Tırsî’nin gazelinin kısa bir tahlili
Tırsî, tehzil türünü yansıtırcasına şiire daha alaycı bir şekilde başlar. Matla beytinde kış
günü yağmur ve karı gördüğünü, çocukların da kızaklarla oynadıklarını aktarır. İkinci beyitte
insanın elindekini muhafaza etmesi gerektiğini tahıl yığınlarının savrulması ile anlatır. Tırsî de
gönül yarası çekmektedir ancak bu aşktan değil soğuktan kaynaklıdır. İnsanın bazen bir şeylere
ihtiyaç duyabileceği ancak bazen o şeylere de kanaat getirmediğini kömür üzerinden anlatır.
Hovarda olanların dostluğuna güvenilmez, buz gibi kaygandır. Ayrıca bu hovarda olanlar da
yeniçeri gibi bir duruş bulunmaktadır. Şairin Burnaz adında avcı bir tanıdığı vardır. Bu kış
mevsiminde yine tuzak ve avcılık yapmıştır. Rum ilinin beygirleri de tembel değildir. Dobruca
etrafında eşek ve davarlar da bulunmaktadır. Dördüncü beyte benzer bir mana sekizinci beyitte
de verilmiştir. İnsan muhtaç olduğunda çevresindekiler ona yardım etmeyebilir. Ayrıca sessiz
olanlar gece ve gündüz çalışmalarına, kazançlarını aramaya devam etmektedirler. Şair yaşadığı
bölgede karpuz ve hıyar mevsiminde bu ürünlerin oldukça güzel olduğunu söylemektedir. Son
beyitte de çok gezmeyip biraz rahat olması gerektiğinden söz eder.
Her iki şiirin dil ve üslup açısından benzerlik ve farklılıkları karşılaştırıldığında pek bir
benzerlik olduğu söylenemez. İki şiirde dil açısından benzerlik sadece bazı Farsça terkiplerin
kullanılmasında görülür. İki şiirde “biz” şahıs zamiri ile “görmüşüz” redifinin kullanılması,
tehzil türünün bir gereği olarak Tırsî’nin aynı ölçü ve redifle şiir yazmasından kaynaklanır.
Dil bakımından farklılıklar karşılaştırıldığında ise farklılıkların çok fazla olduğu
görülür. Nâbî’nin şiirinde Türkçe kelimeler Tırsî’nin şiirine göre daha az sayıdadır. Bu durum
tamamen şairlerin tarzının özeti gibidir. Nâbî, hikemî akım çerçevesinde sanatlı bir söyleyiş
yakalama maksadıyla şiirlerini daha çok Arapça ve Farsça kelime ve terkiplerle oluşturmuştur.
330 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
321
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
Bâğ-ı dehrün, tûb-ı âh-ı inkisâr gibi ikili ve üçlü terkipler bulunmaktadır. Böylece Nâbî’nin
şiirinde ağır ve sanatlı bir söyleyiş söz konusu olmuştur. Ancak Tırsî de beyit sayısının fazla
olmasına rağmen Arapça ve Farsça kelimelerin Nâbî’ye oranla daha az olması Türkçe
kelimelerin oldukça fazla kullanılmasının bir neticesi olarak, Tırsî’nin dili daha sade bir görüntü
vermektedir. Bu durumda mahallileşmenin ve tehzil türünün bir göstergesi durumundadır.
Şiirlerin üslubu açısından bazı benzerlikler söz konusudur. Şairlerin anlattıklarıyla
yaşantıları arasında paralellik söz konusudur ve dolayısıyla her iki şairde samimi bir ortam
sezilmektedir. Her iki şairde ‘diyalog’ tarzını kullanmıştır. Karşısında bir dinleyen varmış ve
onunla konuşuyormuş gibi bir hava sezilir. Özellikle Nâbî örneklendirmelere ağırlık verdiği
şiirlerde verdiği örnekleri yaşamış gibidir. Şairler klâsik şiirin hâkim dili olan ben yerine biz
dilini kullanır. Nâbî’nin şiiri zemin şiir olduğu için bu şiir üzerinden yorum geliştirmek yerinde
olacaktır. Nâbî hikemi tarzda şiirler yazdığı için bu üslubun gereği olarak mütevazı kimliğini
öne çıkarır ve biz zamirini tercih eder. Tırsî de şiirin ahengini bozmamak hem de görmüşüz
fiilindeki “üz” şahıs ekine uygunluk açısından biz zamirini tercih etmiştir denilebilir. Nâbî’nin
ilk beytinde mevsimler üzerinden konuyu anlatması Tırsî’ye de ilham vermiş olacak ki o da ilk
beytinde kış mevsimini kullanır. Tırsî ikinci, dördüncü ve sekizinci beyitte Nâbî gibi hikemi
üslûbu tercih eder. Bu beyitlerde kanaatın önemine, insanların birbirlerine yardımcı
olmayabileceğinden söz eder. Konular farklı olsa da bir nasihat bir uyarı şeklinde bu beyitleri
oluşturur.
Her iki şiirde üslup açısından farklılıklara bakıldığında; Daha önce de vurguladığımız
gibi Nâbî hikemî üslupla şiirini oluşturmuştur. Şiirinde Çorlulu Ali Paşa ile yaşadığı durumdan
ötürü onun makamına aldanmaması ve makamın gelip geçici olduğunu anlatır. Ancak Tırsî’de
böyle bir amaç yoktur. Tırsî’nin şiirine bakıldığında sanatlı, hikemî bir söyleyiş söz konusu
değildir. Aksine o tamamen gündelik ve sokak ağzını kullanır gibi hareket eder. Bu nedenle
mahallîleşmenin tam örneğini bizlere sunar. Klâsik şiirde 17.yüzyılda başlayan değişimin
tohumlarını yeşertmiş gibidir. Bu nedenle Tırsî’de şairi geçme veya övme amacından ziyade
yazdığı tehzilde alaya alma söz konusudur. Dolayısıyla Tırsî şiirinde öğüt vermeyi amaç
edinmez tam tersine şiiri eğlence keyif alma aracı olarak görür. Ancak bu yorumların aksine
şiirinde ikinci, dördüncü ve sekizince beyitte öğüt verme gibi bir amaç sezilir. Şair bu beyitlerde
her ne kadar hikemi üslup kullanıyor gözükse de bunu mahalli bir dil ile gündelik ögeler ile
yapar. Adeta bizlere gündelik dil ile de nasihat verilebileceği mesajını aktarır.
Nâbî şiirinde tamamen sonuç odaklı hareket ederken Tırsî tam tersine şiirde istediğimi
yapabilirim der gibi dağınık bir görüntü verir. Nâbî ilk beyitten son beyte kadar dünyada
zenginde fakirde olunabileceği, makam sahibi olanların herhangi bir vakitte o makamın elinden
gidebileceği mesajını verir. Tırsî ise İlk beyitte şehirde kış mevsiminde yağmur ve karın
yağdığını çocukların kızaklarla oyun oynadığın söylerken ikinci beyitte tahılların savurmanın
kârını görmediklerini, soğukların ona zarar verdiğini, kömüre kanaat ettiğini, çevresindeki
Burnaz Bey’in iyi bir avcı olduğunu, Rum ili beygirleri gibi farklı farklı konulardan söz eder.
Tırsî’nin şiirinde tek ortak olan öğe kış mevsimi gibidir. Ancak son beyitte karpuz ve hıyardan
bahsetmesi az da olsa bu imajı kırmaktadır.
Her iki gazelde şairlerin üslûbunun farklı olmasında sadece içerik değil söyleyiş de
etkilidir. Şairlerin kullandıkları kelimeler, terkipler, cümle yapıları, tekrarlar gibi dilbilgisel
birimler üslûbun ortaya çıkmasında başlı başlına bir etkendir.
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O322
O K 331
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
Sonuç
Bildiride Nâbî’nin ‘görmüşüz’ redifli gazeli ile Tırsî’nin ‘aynı’ redifli gazeli
karşılaştırmalı edebiyat bilimi bağlamında incelenmiş ve şu sonuçlar elde edilmiştir:
Nâbî ve Tırsî’nin şiiri şekil bakımından benzerlikler taşımaktadır. Bu benzerlikler,
biçim, nazım birimi, vezin, kafiye ve redif, kafiye örgüsü, ses ve kelime tekrarları ve terkiplerde
görülmüştür. İki şiirin biçim özellikleri incelendiğinde her iki şairin biçim olarak ahenge önem
verdiği yorumları yapılabilmektedir.
İki şair de şiirinde benzer olarak ‘biz’ anlatıcı tipini kullanmıştır. Ancak farklılık olarak
Nâbî’nin ‘biz’ anlatıcı tipini kullanması mütevazı kişiliğinden, Tırsî’nin ise zemin şiiri rolmodel almasından kaynaklanmıştır denilebilir.
Şairler şiirde aynı zamanda anlatıcı konumundadırlar ve şiire dâhil olup, anlatılanların
içindedirler. Bu hâliyle her iki şiirde “kahraman bakış açısı” ile anlatılmış gibidir. Ancak
şairlerin şiirde misal verdiği konuları yakından görmüş ama o konulara dâhil olmadığı izlenimi
de uyandığından “gözlemci bakış açısı” da söz konusu olmuştur.
Şairlerin şiirlerinde ele aldığı konular farklıdır. Nâbî’nin şiirinde hüzün ve sevinç, kibre
kapılmama, mazlumların ahını almama, kalp kırmama ve adaletin önemi gibi ahlakî konulardır.
Tırsî’nin şiirinde ele aldığı konular; mevsimler, tutumluluk, soğuk havalar, kanaat, dostluk,
Burnaz Bey, hayvanlar (beygir, eşek, davar), iyilik görmemek, gıdalar, karpuz ve hıyar gibi
gündelik mefhumlardır.
Her iki şairde şiirinde klâsik gazele konu edinen âşık, sevgili, rakipten farklı şahıslara
yer vermişlerdir. Nâbî’de yer alan şahıs kadrosu; “biz, ehl-i derd, çapük-süvar şairin kendisidir.
Tırsî’nin şiirindeki şahıs kadrosu ise “biz, etfal, odabaşı, hovarda olan insanlar, yeniçeri, Mîr-i
Burnaz, bir âdem, hizmetçiler ve şairin kendisidir.”
Her iki şiir zaman ve mekân yönünden de farklılık göstermektedir. Nâbî’nin şiirlerinde
net bir zamandan söz edilemezken Tırsî’ de zaman daha belirgindir. Ancak Nâbî’de ‘görmüşüz’
redifinden yola çıkılarak şairin geçmiş zamanı kastetmesiyle birlikte öğüt verici bir üslupla
şiirini oluşturduğu için ayrıca gelecek zaman da ima edilmektedir. Tırsî de ise zaman oldukça
bellidir ve birden fazla zaman söz konusudur. Şair, 1-6 beyitleri arasında zaman olarak kış
mevsimini konu edinirken, 9. Beyitte gece ve gündüzü 10. beyitte ise yaz mevsimini konu
edinmektedir.
Her iki şairin şiirinde mekân unsuru oldukça fazla kullanılmıştır. Şiirde sırasıyla geçen
mekânlar; dünya, meyhane, ev, meydan, eğlence meclisidir. Tırsî’de de mekân oldukça fazla yer
kaplar. Bu mekânlar sırasıyla, şehir, ev, Rum ili, Dobruca ve bostandır. Her iki şair mekân
unsurunu kullanmasına rağmen kullandıkları mekânlar farklıdır.
Her iki şiire bakıldığında edebî sanatların yoğun olarak kullanıldığı görülmüştür. Ancak
şiirlerde kullanılan sanatlar tamamen birbirinden farklıdır. Nâbî’nin şiirinde teşbih-i beliğ, leff ü
neşir, istiare kullanılırken, Tırsî’nin şiirinde tecâhül-ü ârif, teşbih, mecaz, teşhis sanatları
kullanılmıştır.
Dil bakımından farklılıklar karşılaştırıldığında ise farklılıkların oldukça fazladır.
Nâbî’nin şiirinde Türkçe kelimeler Tırsî’nin şiirine göre daha az sayıdadır.
332 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
323
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
Şiirlerin üslûbu açısından bazı benzerlikler söz konusudur. Şairlerin anlattıklarıyla
yaşantıları arasında paralellik söz konusudur ve dolayısıyla her iki şairde samimi bir ortam
sezilmektedir. Her iki şairde ‘diyalog’ tarzını kullanmıştır. Karşısında bir dinleyen varmış ve
onunla konuşuyormuş gibi bir hava sezilir.
Her iki şiirde üslup açısından farklılıklara bakıldığında; Daha önce de vurguladığımız
gibi Nâbî hikemî üslupla şiirini oluşturmuştur. Aksine Tırsî tamamen gündelik ve sokak ağzını
kullanır gibi hareket etmiştir.
Tırsî, tehzil yazdığı Nâbî’nin ciddi bir üslûpla yazdığı şiirinden farklı olarak şiirine
mizahî bir hava katmış, mahallîleşme akımının etkisiyle de daha sade bir Türkçe kullanarak
gazelini oluşturmuştur.
Kaynaklar
Aktaş, Ş. (2005). Roman sanatı ve roman incelemesine giriş. Ankara: Akçağ Yayınları.
Akün, Ö. F. (1994). “Divan Edebiyatı”, TDVİA C. 9. İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yay.
ss.389-427.
Aytaç, G. (2001). Karşılaştırmalı edebiyat bilimi. Ankara: T.C Kültür Bakanlığı Yayınları.
Bayram Y. (2004). Karşılaştırmalı edebiyat bilimi ve bir uygulama. SÜ Türkiyat Araştırmaları
Dergisi, 16, 69-93.
Bayram, Y. (2003). Ontolojik analiz metodu ve bir uygulama. Yom Sanat, 12-15.
Dilçin‚ C. (1991). Fuzûlî’nin bir gazelinin şerhi ve yapısal yönden incelenmesi. Türkoloji
Dergisi, 9, 43-98
Durkaya, H. (2013). Metinlerarasılık ve karşılaştırmalı edebiyat bağlamında bülbül mazmunu ve
Mehmet Akif Ersoy’un bülbül şiiri. Turkish Studies - International Periodical For The
Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, 8(13), 847-856.
Genç, İ. (2007). Klâsik Türk edebiyatı metinlerini anlamada modern yaklaşımlar. Turkish
Studies- International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish
or Turkic, 2(4), 393-403.
Karahan, A. (2006). “Nâbî”, TDVİA C. 32. İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yay. 258-260.
Köksal, M. F. (2006). Sana benzer güzel olmaz divan şiirinde nazire. Ankara: Akçağ Yayınları.
Pala, İ. (2011). Ansiklopedik divan şiiri sözlüğü. İstanbul: Kapı Yayınları.
Rousseau, A.M- Pichois, CI. (1994). Karşılaştırmalı edebiyat. Ankara: MEB.
Tanpınar, A. H. (1997). 19’uncu asır Türk edebiyatı tarihi. İstanbul: Çağlayan Kitabevi.
Tökel, D. A. (2007). Divan şiiri'ne modern metin çözümleme yöntemlerinden bakmak. Turkish
Studies- International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish
or Turkic, 2(3), 535-555.
Üst, S. (2014). Dilbilimsel inceleme yöntemleri ve klâsik Türk edebiyatı. Uşak Üniversitesi
Sosyal Bilimler Dergisi, 7(2).
Yılmaz, K. (2017). İbrahim Tırsî ve dîvânı. Ankara: T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı,
Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğü Yayınları.
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O324
O K 333
KONUŞMA YÖNTEM VE TEKNİKLERİNİN TÜRKÇE DERS KİTAPLARINA
SOMUT YANSIMALARI (ALTINCI SINIF ÖRNEKLEMİ)
Meltem ÇETİNKAYA
Öz
İnsan doğası gereği konuşma yetisini doğuştan getiren bir canlıdır. Her ne
kadar doğuştan getirilen bir beceri olsa da konuşma, ancak eğitim yoluyla
geliştirilip istendik düzeye getirilebilir. Bu becerinin öğretimi de dört temel
dil
becerisine
dayanan
Türkçe
derslerinde
yoğun
olarak
gerçekleştirilmektedir. Öğretmenler öğrencilerin konuşma becerisinin
geliştirilmesinde çeşitli materyallerden yararlanabileceği gibi en başta ders
kitaplarından yararlanmaktadırlar. Bu nedenle Türkçe ders kitaplarında
öğrencilerin konuşma becerisini geliştirecek konuşma etkinliklerine ve bu
etkinliklerde etkili bir biçimde kullanılacak konuşma yöntem ve tekniklerine
ihtiyaç duyulmaktadır. Bu çalışmada da Eksen Yayıncılık tarafından
hazırlanmış altıncı sınıf Türkçe ders kitabındaki konuşma etkinliklerinin,
Türkçe Dersi Öğretim Programındaki konuşma yöntem ve tekniklerini
örnekleme açısından incelenmesi amaçlanmıştır. Araştırma, doküman
incelemesi yönteminin kullanıldığı nitel bir çalışmadır. İnceleme sonucu elde
edilen veriler betimsel analiz yoluyla çözümlenmiştir. İlk olarak araştırmaya
konu olan ders kitabının Eğitim Bilişim Ağı (EBA) üzerinden temini
gerçekleştirilmiştir. Kitapta okuma ve dinleme metinlerinden sonra konuşma
etkinliklerine yer verildiği görülmüştür. Ancak serbest okuma metinleri için
etkinlik düzenlenmediğinden bu metinler araştırma kapsamına dâhil
edilmemiştir. Konuşma etkinlikleri araştırmacı tarafından araştırmanın
amacına ve alt problemlerine uygun olarak taranmıştır. Kitapta yer alan
konuşma yöntem ve teknikleri sınıflandırılmış ve her bir tema başlığı
altındaki dağılımları ile kullanım sıklıkları tablolar hâlinde sunulmuştur.
İnceleme sonucunda konuşma yöntem ve tekniklerinin Türkçe Dersi Öğretim
Programının hedeflediği çeşitlilik düzeyinde olmadığı görülmüştür. Kitap
genelinde belli başlı yöntem ve teknikler üzerine odaklanıldığı, bazı konuşma
yöntem ve tekniklerine ise hiç yer verilmediği tespit edilmiştir. Bu veriler de
altıncı sınıf Türkçe ders kitabında yer alan konuşma yöntem ve tekniklerinin
kitap genelinde dengeli bir dağılım göstermediği şeklinde yorumlanmıştır.
Araştırma sonucunda, belli yöntem ve tekniklere odaklanmak yerine
kullanılan konuşma yöntem ve tekniklerinin çeşitlendirilmesinin yerinde bir
davranış olacağı fikri öne sürülmüştür. Çeşitli konuşma yöntem ve
tekniklerine yer verilebilmesi amacıyla kitaptaki konuşma etkinliklerinin
sayısının arttırılması, bu sayının arttırılırken konuşma etkinliklerinin
niteliklerinin de iyileştirilmesi gerektiği önerilerine yer verilmiştir.
Anahtar Sözcükler: Türkçe ders kitabı, konuşma, konuşma becerisi,
yöntem, teknik.
Doktora Öğrencisi, İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü Türkçe Eğitimi Ana Bilim Dalı,
[email protected].
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 335
325
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
CONCRETE REFLECTIONS OF SPEECH METHODS AND
TECHNIQUES IN TURKISH TEXTBOOKS (SIXTH GRADE
SAMPLE)
Abstract
Human beings are naturally born with the ability to speak. Although it is
an innate skill, speaking can only be developed and brought to the desired
level through education. Teaching of speaking skill is carried out in Turkish
lessons consisting of four basic language skills. For this reason, there is a
need for speaking activities that will improve the speaking skills of students
in Turkish textbooks and speaking methods and techniques to be used
effectively in these activities. In this study, it was aimed to examine the
speaking activities in the sixth grade Turkish textbook prepared by Eksen
Publishing in terms of sampling the speaking methods and techniques. The
research is a qualitative study using the document analysis method. The data
obtained as a result of the analysis were analyzed through descriptive
analysis. The textbook was taken from Eğitim Bilişim Ağı(EBA). After
reading and listening texts, speaking activities are included in the book.
However, since activities were not organized for free reading texts, these
texts were not included in the study. The speaking methods and techniques in
the book are classified, and the distribution and usage frequencies under each
theme title are presented in tables. As aresult of the examination, it was seen
that the speaking methods and techniques were not at a sufficient level of
diversity. It has been observed that certain methods and techniques are
included throughout the book and some speech methods and techniques were
neglected. These data were interpreted as speaking methods and techniques
in the sixth grade Turkish coursebook did not show a balanced distribution
throughout the book. In order to include various speaking methods and
techniques, suggestions are made that the number of speaking activities in the
book should be increased and the qualities of speaking activities should be
improved while increasing this number.
Keywords: Turkish textbook, speaking, speaking skils, method,
technique.
1. Giriş
1.1. Konuşma
Geçmişten günümüze kadar konuşma ile ilgili birçok tanım yapılmıştır. Calp (2007, s.
81), Güneş (2014, s. 105), Gürlek ve Aksu (2013, s. 181), Tuncer (2009, s. 37) ve Yangın
(1999, s. 106) konuşmanın sözel yönü üzerinde durarak konuşmayı duygu, düşünce ve isteklerin
karşı tarafa sözlü olarak aktarılması olarak tanımlamışlardır (aktaran Çetinkaya, 2017, s. 10).
Bilindiği gibi konuşmanın meydana gelmesi için birçok organ bir arada çalışır. Bunlar
konuşmanın fiziksel ve zihinsel unsurlarını oluşturmaktadır. Konuşmanın fiziksel unsurları; ses,
solunum ve çeşitli konuşma organları başlıkları altında toplanabilir. Konuşmanın zihinsel
unsurlarını ise beyin ve bellek oluşturmaktadır. Tüm bu organlar ortaklaşa çalışarak bireyin
konuşmasını ve böylece karşılıklı iletişim sürecine dâhil olmasını sağlar. Yıldırım (2020) da
anlatma becerilerinden olan konuşmanın gerçekleşebilmesi için ilk olarak anlama boyutunun
meydana gelmesinden bahsederek aslında konuşmanın fiziksel ve zihinsel olarak bir bütün
hâlinde işleyen bir süreç olduğundan bahsetmektedir.
İnsanlar arası iletişimin temel ayaklarından birini oluşturan konuşma hem çocuk hem de
yetişkinler için geliştirilmesi gereken becerilerin başında gelmektedir; çünkü kendini ifade etme
336 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
326
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
noktasında günlük hayatta sıklıkla başvurulan bir beceri olan konuşma sayesinde insan sosyal
yaşama katılabilmektedir.
Sosyal bir varlık olan insan çevresindeki diğer bireylerle iletişim kurma, onlara duygu,
düşünce ve isteklerini aktarma ihtiyacı duyar. Dünyaya doğuştan dil yetisiyle gelen insan
sosyalleşmeyi, günlük ilişkilerini, iş hayatını ve eğitim hayatını konuşma becerisi sayesinde
yürütür. Girdiği iletişim ortamlarında duygu, düşünce ve isteklerini karşı tarafa iletirken
konuşma ve dinleme becerilerini bir arada kullanır. Dinleme ve konuşma birbirini tamamlayan
iki beceri alanıdır. Bilindiği gibi iletişimin oluşması için bir konuşana bir de dinleyene ihtiyaç
duyulmaktadır. Kişinin karşısındakiyle/karşısındakilerle sağlıklı bir iletişim kurabilmesi için
konuşma becerisinin gelişmiş olması gerekir; çünkü konuşma becerisi gelişmiş, kendini iyi
ifade edebilen bireyler iyi birer konuşmacı özelliği göstermeleri hâlinde toplumda kendilerine
yer edinebilmektedirler.
1.2. Konuşmanın Eğitimdeki Yeri
Bilindiği gibi insan doğası gereği konuşma yetisini doğuştan getiren bir canlıdır. Bu
yetisi onu diğer canlı türlerinden ayıran en önemli özelliklerin başında gelmektedir. İşte
doğuştan gelen bu yeti nedeniyle okula başladığında belli bir seviyede konuşabilen öğrencinin
konuşmayı öğrendiği varsayılarak konuşma becerisi öğretiminin ihmal edildiği görülmektedir.
Her ne kadar doğuştan getirilen bir beceri olsa da konuşma, ancak eğitim yoluyla geliştirilip
istendik düzeye getirilebilir. Bu nedenle konuşma eğitimi günümüz okullarında dikkatle
üzerinde durulması gereken becerilerden birisidir.
Konuşma becerisinin öğretimi dört temel dil becerisine dayanan Türkçe derslerinde
yoğun olarak gerçekleştirilmektedir. Sever, Kaya ve Aslan (2013, s. 25-27) öğrencilerin anlama
ve anlatmada istenilen düzeye gelebilmeleri için Türkçe öğretimine ihtiyaç olduğunu ve ana dili
öğretmenine önemli görevler düştüğünü söylemektedir. Okullarda da bu görev öncelikle Türkçe
ve sınıf öğretmenlerine düşmektedir. Kurudayıoğlu ve Kiraz (2020) konuşma eğitiminin sil
baştan öğretilemeyeceği, öğrencinin var olan konuşma yetisinin çeşitli yöntemlerle
zenginleştirilebileceği bahsi üzerinde durmaktadır. Öğrencinin konuşma becerisinin istendik
düzeye gelebilmesi için sınıf ortamında yapılacak etkinlikler yoluyla bu becerinin gelişimine
katkı sağlanılmalıdır.
Öğretmenler, öğrencilerin konuşma becerisinin geliştirilmesinde çeşitli materyallerden
yararlanabileceği gibi en başta ders kitaplarından yararlanmaktadırlar. Ders kitapları,
öğrencilerin kolayca edinebileceği, her zaman elinin altında olan ve eğitim-öğretim döneminde
sürekli faydalandıkları bir ders materyalidir. Günümüz okullarında da Türkçe derslerinin
işlenişinde bu ders kitaplarından sıklıkla faydalanılmaktadır. Bu nedenle Türkçe ders
kitaplarındaki metin ve etkinlikler öğrenci ihtiyaçlarına cevap verici nitelikte olmalıdır. Bu
kitaplarda öğrencilerin konuşma becerisini geliştirecek konuşma etkinliklerine ve bu
etkinliklerde etkili bir biçimde kullanılacak konuşma yöntem ve tekniklerine ihtiyaç
duyulmaktadır. Bu amaçla ders kitaplarının öğrencinin konuşma becerisini geliştirici nitelikte
olması beklenmektedir. İşte bu beklenti çalışmamızın çıkış noktasını oluşturmaktadır.
Çalışmamıza konu olan Türkçe ders kitabı, konuşma yöntem ve tekniklerine göre
incelenmiştir. Bu konuşma yöntem ve teknikleri:
1. İkna etme,
2. Eleştirel konuşma,
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O327
O K 337
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
3. Katılımlı konuşma,
4. Tartışma,
5. Kendisini karşısındakinin yerine koyarak konuşma (empati kurma),
6. Güdümlü konuşma,
7. Kelime ve kavram havuzundan seçerek konuşma,
8. Serbest konuşma,
9. Yaratıcı konuşma,
10. Hafızada tutma tekniği olarak ifade edilebilir.
1.3. Problem Cümlesi
Araştırmanın problem cümlesi; “Ortaokul altıncı sınıf Türkçe ders kitabındaki konuşma
etkinliklerinin konuşma yöntem ve teknikleri açısından dağılımı nasıldır?” şeklinde
oluşturulmuştur.
1.4. Alt Problemler
a) İncelenen Türkçe ders kitabında Türkçe Dersi Öğretim Programındaki konuşma
yöntem ve tekniklerine yer verilmiş midir?
b) Kitapta hangi konuşma yöntem ve tekniklerine ne sıklıkta yer verilmiştir?
1.5. Araştırmanın Amacı
Bu çalışmada Eksen Yayıncılık tarafından hazırlanmış altıncı sınıf Türkçe ders
kitabındaki konuşma etkinliklerinin konuşma yöntem ve tekniklerini örnekleme açısından
incelenmesi amaçlanmıştır.
1.6. Araştırmanın Sınırlılıkları
Bu araştırma 2018-2019 eğitim öğretim yılında okullara ücretsiz dağıtılan Eksen
Yayıncılık’a ait altıncı sınıf Türkçe ders kitabında yer alan konuşma etkinlikleri ile sınırlıdır.
2. Yöntem
2.1. Araştırmanın Deseni
Araştırma, doküman incelemesi yönteminin kullanıldığı nitel bir çalışmadır. Yıldırım ve
Şimşek’e (2013, s. 217-218) göre doküman incelemesi, araştırılması hedeflenen olgu veya
olgular hakkında bilgi içeren yazılı materyallerin analizini kapsamaktadır. Eğitim ile ilgili bir
araştırmada ders kitapları, program (müfredat) yönergeleri vb. veri kaynağı olarak kullanılabilir.
Çalışmada, araştırmaya konu olan ders kitabı araştırmacı tarafından taranmış ve tarama
sonucunda elde edilen veriler betimsel analiz yoluyla çözümlenmiştir.
2.2. İncelenen Doküman
Bu araştırmanın incelenen dokümanını 2018-2019 eğitim öğretim yılında okutulmak
üzere hazırlanan, Eksen Yayıncılık’a ait altıncı sınıf Türkçe ders kitabı oluşturmaktadır.
338 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
328
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
Türkçe Ders Kitabının
Adı
Yazarı
Yayınevi
Basım Yeri
Basım Tarihi
Tablo 1: İncelenen Türkçe ders kitabının künyesi
6. Sınıf Ortaokul Türkçe Ders Kitabı
Yasemin Şekerci
Eksen Yayıncılık
Ankara
2018
2.3. İşlem Yolu
Bu aşamada ilk olarak araştırmaya konu olan ders kitabının Eğitim Bilişim Ağı (EBA)
üzerinden temini gerçekleştirilmiştir. Ardından kitapta yer alan konuşma etkinlikleri araştırmacı
tarafından araştırmanın amacına ve alt problemlerine uygun olarak taranmıştır. Kitapta yer alan
konuşma yöntem ve teknikleri araştırmacı tarafından sınıflandırılmıştır. Sınıflandırılan konuşma
yöntem ve tekniklerinin dağılımı ile kullanım sıklıkları tablolar hâlinde sunulmuştur.
3.0. BULGULAR
Çalışmanın bu kısmında Eksen Yayıncılık tarafından hazırlanmış altıncı sınıf Türkçe
ders kitabındaki konuşma etkinliklerinde yer alan konuşma yöntem ve tekniklerine ait sayısal
veriler ile bunların dağılımına yer verilmiş ve elde edilen bulgular yorumlanmıştır.
Altıncı sınıf Türkçe ders kitabındaki metinlerin hangi temada yer aldığı, metin adı ve
metnin okuma, dinleme veya serbest okuma metinlerinden hangisi olduğuna Tablo 2.’de yer
verilmiştir:
Temalar
Erdemler
Tablo 2: Eksen Yayıncılık Türkçe ders kitabında yer alan tema ve metinler
Millî Kültürümüz
Millî
Mücadele
Atatürk
Çocuk Dünyası
Birey ve Toplum
İletişim
Doğa ve Evren
ve
Metinler
Forsa (Okuma Metni)
Kaynatılmış Tohum (Okuma Metni)
Ceylana Yardım Edenler (Okuma Metni)
Adsız Çeşme (Dinleme Metni)
Dostluk (Serbest Okuma Metni)
Nevruz (Okuma Metni)
Türküler Dolusu (Okuma Metni)
Boş Bir Kümes, Birkaç Dolu Kalp (Okuma Metni)
Bayrak (Dinleme Metni)
Önce İğneyi Kendine Batır, Sonra Çuvaldızı Ele (Serbest Okuma Metni)
Atatürk Orman Çiftliği (Okuma Metni)
Atatürk Geometri Kitabı Yazmış (Okuma Metni)
30 Ağustos (Okuma Metni)
Ankara Türk Odası (Dinleme Metni)
Dolunayda Kurtlar (Serbest Okuma Metni)
Nasrettin Hoca Fıkraları (Okuma Metni)
Ben Kimim? (Okuma Metni)
Bilmece (Okuma Metni)
Kentlerde Yaşayan Çocuklar da Oyun Oynamak İster (Dinleme Metni)
Çocuk ve Resim (Serbest Okuma Metni)
Birlikte (Okuma Metni)
Geri Kazanım (Okuma Metni)
Ömür Törpüsü (Okuma Metni)
Sihirli Pasta (Dinleme Metni)
Değerlere Uymada Üç Hata (Serbest Okuma Metni)
Güler Yüze ve Gülmeye Dair (Okuma Metni)
Teknolojik Bayram Kutlamaları (Okuma Metni)
Pulsuz Dilekçe (Okuma Metni)
Bilgilenirken Medya (Dinleme Metni)
Bilinçli Medya Tüketimi (Serbest Okuma Metni)
Uzaklar (Okuma Metni)
Gezegenimiz Isınıyor (Okuma Metni)
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O329
O K 339
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
Bilim ve Teknoloji
Orman (Okuma Metni)
Beyaz Diş (Dinleme Metni)
Gün Doğuyor (Serbest Okuma Metni)
Uçakla Yolculuk (Okuma Metni)
Robotik ile Enerji (Okuma Metni)
Newton’un (Nivtın’ın) Elması (Okuma Metni)
Bilimsel Araştırma Yaparken Nelere Dikkat Etmeliyiz? (Dinleme Metni)
Mikrop Savaşları (Serbest Okuma Metni)
Tablo 2.’de de görüldüğü gibi altıncı sınıf Türkçe ders kitabında sekiz ayrı tema
bulunmakta ve her temanın altında da üçer okuma metni, birer de dinleme ve serbest okuma
metni yer almaktadır. Kitap genelinde toplam kırk adet metin yer almaktadır. Okuma ve
dinleme metinlerinin ardından konuşma etkinliklerine yer verilmiştir. Ancak serbest okuma
metinleri için etkinlik düzenlenmediğinden bu metinler araştırma kapsamına dâhil edilmemiştir.
Tablo 3: “Erdemler” temasında yer alan konuşma yöntem ve teknikleri
Erdemler
Güdümlü Konuşma
Eleştirel Konuşma
Tartışma
Serbest Konuşma
Toplam
f
2
1
1
1
5
“Erdemler” temasında beş adet konuşma yöntem ve tekniği kullanılmıştır. Bunlardan
güdümlü konuşmanın iki kez kullanıldığı eleştirel konuşma, tartışma ve serbest konuşmanın ise
birer kez kullanıldığı görülmektedir.
Tablo 4: “Millî Kültürümüz” temasında yer alan konuşma yöntem ve teknikleri
Millî Kültürümüz
Serbest Konuşma
Tartışma
Güdümlü Konuşma
Kelime ve Kavram Havuzundan Seçerek Konuşma
Toplam
f
2
1
1
1
5
“Millî Kültürümüz” temasında da beş adet konuşma yöntem ve tekniğine yer
verilmiştir. Bunlardan iki kez kullanılan serbest konuşma ilk sırada yer alırken tartışma,
güdümlü konuşma ile kelime ve kavram havuzundan seçerek konuşmanın ise birer kez
kullanıldığı görülmektedir.
Tablo 5: “Millî Mücadele ve Atatürk” temasında yer alan konuşma yöntem ve teknikleri
Millî Mücadele ve Atatürk
Güdümlü Konuşma
Katılımlı Konuşma
Toplam
f
3
1
4
“Millî Mücadele ve Atatürk” temasında dört adet konuşma yöntem ve tekniği
kullanılmıştır. Bunlardan üçü güdümlü konuşma, biri ise katılımlı konuşmadır.
Tablo 6: “Çocuk Dünyası” temasında yer alan konuşma yöntem ve teknikleri
Çocuk Dünyası
Güdümlü Konuşma
Serbest Konuşma
Eleştirel Konuşma
Kendisini Karşısındakinin Yerine Koyarak Konuşma
Toplam
f
2
2
1
1
6
“Çocuk Dünyası” adlı temada kullanılan konuşma yöntem ve tekniklerinden güdümlü
konuşma ve serbest konuşmaya ikişer kez, eleştirel konuşma ve kendisinin karşısındakinin
340 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
330
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
yerine koyarak konuşmaya ise birer kez olmak üzere toplam altı konuşma yöntem ve tekniğine
yer verildiği görülmektedir.
Tablo 7: “Birey ve Toplum” temasında yer alan konuşma yöntem ve teknikleri
Birey ve Toplum
Eleştirel Konuşma
Tartışma
Güdümlü Konuşma
Yaratıcı Konuşma
Toplam
f
1
1
1
1
4
“Birey ve Toplum” teması altında dört konuşma yöntem ve tekniğine yer verilmiştir.
Bunlar birer kez kullanılan eleştirel konuşma, tartışma, güdümlü konuşma ve yaratıcı
konuşmadır.
Tablo 8: “İletişim” temasında yer alan konuşma yöntem ve teknikleri
İletişim
Güdümlü Konuşma
Katılımlı Konuşma
Serbest Konuşma
Toplam
f
2
1
1
4
Yine “İletişim” isimli temada dört adet konuşma yöntem ve tekniği karşımıza
çıkmaktadır. Bunlardan iki kez kullanılan güdümlü konuşma ilk sırada yer alırken katılımlı
konuşma ve serbest konuşma ise birer kez kullanılmıştır.
Tablo 9: “Doğa ve Evren” temasında yer alan konuşma yöntem ve teknikleri
Doğa ve Evren
Güdümlü Konuşma
Serbest Konuşma
Toplam
f
3
1
4
“Doğa ve Evren” temasında dört adet konuşma yöntem ve tekniğine yer verilmiştir.
Bunlardan güdümlü konuşma üç kez kullanılırken serbest konuşma bir kez kullanılmıştır.
Tablo 10: “Bilim ve Teknoloji” temasında yer alan konuşma yöntem ve teknikleri
Bilim ve Teknoloji
Serbest Konuşma
Katılımlı Konuşma
Kendisini Karşısındakinin Yerine Koyarak Konuşma
Toplam
f
2
1
1
4
“Bilim ve Teknoloji” temasında da dört adet konuşma yöntem ve tekniği kullanılmıştır.
Bunlardan serbest konuşmaya iki kez, katılımlı konuşma ve kendisinin karşısındakinin yerine
koyarak konuşmaya ise birer kez yer verilmiştir.
Türkçe Dersi Öğretim Programında yer alan konuşma yöntem ve teknikleri
tablolaştırılarak Tablo 11.’de gösterilmiştir:
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O331
O K 341
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
Tablo 11: Türkçe Dersi Öğretim Programında yer alan konuşma yöntem ve teknikleri
Konuşma Yöntem ve Teknikleri
İkna Etme
Eleştirel Konuşma
Katılımlı Konuşma
Tartışma
Kendisini Karşısındakinin Yerine Koyarak Konuşma (Empati Kurma)
Güdümlü Konuşma
Kelime ve Kavram Havuzundan Seçerek Konuşma
Serbest Konuşma
Yaratıcı Konuşma
Hafızada Tutma Tekniği
Eksen Yayıncılık tarafından hazırlanan altıncı sınıf Türkçe ders kitabında yer alan
konuşma yöntem ve tekniklerine Tablo 12.’de yer verilmiştir:
Tablo 12: Eksen Yayıncılık altıncı sınıf Türkçe ders kitabında yer alan konuşma yöntem ve teknikleri
Altıncı Sınıf Türkçe Ders Kitabında Yer Alan Konuşma Yöntem ve Teknikleri
Güdümlü Konuşma
Serbest Konuşma
Eleştirel Konuşma
Katılımlı Konuşma
Tartışma
Kendisini Karşısındakinin Yerine Koyarak Konuşma
Kelime ve Kavram Havuzundan Seçerek Konuşma
Yaratıcı Konuşma
Toplam
f
14
9
3
3
3
2
1
1
36
Altıncı sınıf Türkçe ders kitabında toplamda otuz altı adet konuşma yöntem ve tekniği
kullanılmıştır. Bunlardan ilk sırayı alan kitap genelinde on dört kez kullanılan güdümlü
konuşmadır. Ardından serbest konuşmanın dokuz kez kullanıldığı görülmektedir. Daha sonra
sırasıyla üçer kez eleştirel konuşma, katılımlı konuşma ve tartışmanın, iki kez kendisini
karşısındakinin yerine koyarak konuşmanın ve birer kez de kelime ve kavram havuzundan
seçerek konuşma ile yaratıcı konuşmanın kullanıldığı görülmektedir.
Tablo 13: Eksen Yayıncılık altıncı sınıf Türkçe ders kitabında yer almayan konuşma yöntem ve teknikleri
Altıncı Sınıf Türkçe Ders Kitabında Yer Almayan Konuşma Yöntem ve Teknikleri
İkna Etme
Hafızada Tutma Tekniği
Tablo 13.’te de görüleceği üzere kitap genelinde konuşma yöntem ve tekniklerinden
ikna etme ve hafızada tutma tekniği Türkçe Dersi Öğretim Programında yer almasına rağmen bu
konuşma yöntem ve tekniklerini içeren etkinlik düzenlenmemiştir. Bu konuşma yöntem ve
tekniklerine kitap genelinde yer verilmemesi dikkat çekicidir.
Sonuç, Tartışma ve Öneriler
Konuşma becerisinin Türkçe dersi aracılığıyla geliştirilmesinde kullanılacak yegâne
kaynaklardan olan ders kitabı çeşitli araştırmacılar tarafından bu amaca uygun olarak
incelenmiştir. Bunlardan Ayaz ve Yenen Avcı (2017), “Türkçe Öğretmen Kılavuz Kitaplarında
Konuşma Eğitimi” adlı çalışmalarında 2013-2014 eğitim-öğretim yılında okullarda okutulması
karara bağlanan Türkçe dersi öğretmen kılavuz kitaplarını (6, 7 ve 8. Sınıflar) incelemişlerdir.
İncelemeleri sonucunda bazı yöntem ve tekniklere sıklıkla bazılarına ise az yer verildiğini tespit
etmişlerdir. Bu yöntem ve tekniklerden ikna etme, kendisini karşısındakinin yerine koyarak
konuşma, serbest konuşma (7. Sınıf); eleştirel konuşma ve hafızada tutma tekniğinin (8. Sınıf)
342 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
332
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
öğretmen kılavuz kitaplarında bulunmadığını tespit etmişlerdir. Bu durum için kitaplardaki
yöntem ve tekniklerin dengeli bir şekilde dağıtılmasını önermişlerdir.
Coşkun ve Narinç (2018) ise yaptıkları “2017 Türkçe Öğretim Programı Esas Alınarak
Hazırlanan 5. Sınıf Türkçe Ders Kitabında Yer Alan Yazma ve Konuşma Etkinliklerinin
İncelenmesi” adlı çalışmalarında konuşma yöntem ve tekniklerinden en çok kendini
karşısındakinin yerine koyarak konuşma yöntem ve tekniğine yer verildiğini tespit etmişlerdir.
Kitapta bazı kazanımlara ve yöntem-tekniklere fazla yer verilirken bazı kazanımların ve
yöntem-tekniklerin ise ihmal edildiğini saptamışlardır.
Marangoz (2014) da yapmış olduğu “İlköğretim Türkçe Ders Kitaplarında Konuşma
Eğitimi Uygulamaları” adlı yüksek lisans tezinde benzer sonuçlara ulaşmıştır. Birçok konuşma
yöntem ve tekniğinin Türkçe ders kitaplarında yer almadığını ve bu nedenle kitapların konuşma
becerisini geliştirmede yetersiz kaldığı sonucuna ulaşmıştır. Sözü edilen bu çalışmalar
araştırmamızın sonuçlarını destekler niteliktedir.
Altıncı sınıf Türkçe ders kitabındaki konuşma etkinlikleri üzerinde yapılan incelemede
konuşma yöntem ve tekniklerinin istenilen düzeyde olmadığı görülmüştür. Kitap genelinde belli
başlı yöntem ve teknikler üzerine odaklanıldığı bazı konuşma yöntem ve tekniklerinin
ötelendiği görülmüştür. Bu da altıncı sınıf Türkçe ders kitabında yer alan konuşma yöntem ve
tekniklerinin dengeli bir dağılım göstermediğini ortaya koymaktadır. Kitapta kullanılan otuz altı
adet konuşma yöntem ve tekniğinden güdümlü konuşmanın on dört kez kullanılarak kitap
genelinde en çok kullanılan yöntem ve teknik olduğu görülmektedir. Ardından serbest konuşma
dokuz kez, daha sonra sırasıyla üçer kez eleştirel konuşma, katılımlı konuşma ve tartışma, iki
kez kendisini karşısındakinin yerine koyarak konuşma ve bir kez de kelime ve kavram
havuzundan seçerek konuşma ve yaratıcı konuşma yöntem ve tekniklerinin kullanıldığı
görülmektedir. Türkçe Dersi Öğretim Programında yer almasına rağmen ikna etme ve hafızada
tutma tekniğine kitapta hiç yer verilmediği görülmektedir. Bu da dikkate değer bir durum olarak
karşımıza çıkmaktadır. Belli konuşma yöntem ve tekniklerine odaklanmak yerine kitap
genelinde kullanılan konuşma yöntem ve tekniklerinde çeşitlendirmeye gidilmesi yerinde bir
davranış olacaktır. Diğer konuşma yöntem ve tekniklerine de yer verebilmek amacıyla kitap
genelinde konuşma etkinliklerinin sayısı arttırılmalıdır. Bu sayı arttırılırken konuşma
etkinliklerinin niteliklerinin de iyileştirilmesine dikkat edilmelidir. Konuşma becerisinin
gelişimini sağlamak için okullarda konuşmaya ayrı ders saati ayrılmalıdır. Bu ders saati
içerisinde zengin konuşma yöntem ve tekniklerini içeren etkinliklerin yer aldığı ders kitapları
kullanılarak Türkçe dersleri işlenmelidir.
Konuşma becerisi kişinin akademik ve sosyal hayatında, iletişim kurmada en çok
kullandığı becerilerden birisi olması sebebiyle bu becerinin kazandırılmasına önem verilmeli ve
Türkçe ders programları ve bu derslerin işlenmesinde faydalanılan Türkçe ders kitapları da bu
doğrultuda hazırlanmalıdır. Derslerde uygulanacak konuşma etkinliklerinde zengin konuşma
yöntem ve teknikleri kullanılarak çocuklar eğitim sürecine dâhil edilmeli, daha zevkli ve
eğlenceli dersler işlenilmesi sağlanmalıdır. Çocuğun eğlenerek öğrenmesi, konuşma becerisini
geliştirmesi hedeflenmelidir.
Araştırmamız altıncı sınıf Türkçe ders kitabıyla sınırlandırılmıştır. Tüm sınıf
seviyelerindeki ders kitapları (1-8. sınıf Türkçe) incelenerek konuşma yöntem ve tekniklerinin
bu kitaplardaki yansımaları daha ayrıntılı bir çalışmayla değerlendirilmeli ve ilgili kitaplar arası
karşılaştırmalara yer verilmelidir. Bu karşılaştırmalar sınıf seviyeleri arasında yapılabileceği
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O333
O K 343
gibi Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları ile özel yayınevleri ya da özel okullar tarafından
hazırlanan her bir seviyedeki Türkçe ders kitaplarındaki konuşma etkinliklerinin konuşma
yöntem ve tekniklerini içerme durumu bakımından karşılaştırılması şeklinde de
gerçekleştirilebilir.
Kaynaklar
Ayaz, H. ve Yenen Avcı, Y. (2017). Türkçe öğretmen kılavuz kitaplarında konuşma eğitimi.
International Journal of Languages’ Education and Teaching, 5(1), 745-760.
Coşkun, H. ve Narinç, F. N. (2018). 2017 Türkçe öğretim programı esas alınarak hazırlanan 5.
sınıf Türkçe ders kitabında yer alan yazma ve konuşma etkinliklerinin incelenmesi.
Iğdır Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 16, 627-645.
Çetinkaya, M. (2017). Ortaokul Türkçe ders kitaplarının sözlü iletişim becerilerini geliştirme
açısından değerlendirilmesi. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İzmir: Dokuz Eylül
Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü.
Kurudayıoğlu, M. ve Kiraz, B. (2020). Hazırlıksız konuşma stratejileri. RumeliDE Dil ve
Edebiyat Araştırmaları Dergisi, 20, 167-189.
Marangoz, M. M. (2014). İlköğretim Türkçe ders kitaplarında konuşma eğitimi uygulamaları.
Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Uşak: Uşak Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü.
Sever, S., Kaya, Z. ve Aslan, C. (2013). Etkinliklerle Türkçe öğretimi. İzmir: Tudem Yayınları.
Şekerci, Y. (2018). 6. sınıf ortaokul Türkçe ders kitabı. Ankara: Eksen Yayıncılık.
Yıldırım, A. ve Şimşek, H. (2013). Sosyal bilimlerde nitel araştırma yöntemleri. Ankara: Seçkin
Yayıncılık.
Yıldırım, N. (2020). Öğretmen görüşlerine göre ortaokul öğrencilerinin konuşma kusurları. Ana
Dili Eğitimi Dergisi, 8(2), 597-610.
334
ULUSLARARASI ÖĞRENCİLERİN EĞİTİM SİSTEMİNE VE SOSYAL HAYATA
UYUM REHBERİ PROJESİ
Harun ŞAHİN
Öz
Son yıllarda, bilim ve teknoloji alanındaki gelişmeler ile birlikte, bilgiye
erişim ve iletişim sistemleri de hızla gelişme göstermektedir. Ülkemizde
gerek devlet, gerek vakıf üniversitelerinin sayısındaki artışın devamında
eğitimin önde gelen problemlerinden biri de eğitimin niteliği olmuştur.
Eğitimde nitelik arayışı yükseköğretimde uluslararasılaşmayı da gündeme
getirmiş ve T.C. Yükseköğretim Kurulu ve Yükseköğretim Kurumları
tarafından, uluslararasılaşmanın sağlanması için çalışmalara hız verilmiştir.
Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı tarafından hazırlanan, 2019 Üniversite
İzleme ve Değerlendirme Genel Raporu’nda 2017-2018 eğitim ve öğretim
yılında 126.681 yabancı uyruklu öğrenci öğrenim gördüğü bilgisine ver
verilmiştir. Diğer taraftan 1929 yılında yapılan 1416 Sayılı Ecnebi
Memleketlere Gönderilecek Talebe Hakkında Kanun çerçevesinde ve diğer
ülkeler tarafından T.C. Vatandaşlarına sağlanan öğrenci bursları ile birçok
araştırmacı / akademisyen ülkemizin sınırları dışında eğitim almaktadır.
Bunların haricinde binlerce öğrenci de kendi imkânlarıyla diğer ülkelerin
yükseköğretim kurumlarımda öğrenim görmek için yollara düşmektedir.
Hem Türkiye’de bulunan uluslararası öğrencilere hem de Türkiye’den
diğer ülkelere gitmek isteyen öğrencilerin başvurabileceği derli toplu bir bilgi
kaynağının, kullanıcı dostu bir mobil yazılımın bulunmayışı bir ihtiyaç olarak
karşımızda durmaktadır.
Bu eksikliği telafi etmek için Bursa Uludağ Üniversitesi öncülüğünde,
yurt içinden bazı kurum ve kuruluşlar ile ve Avrupa Birliği üye ülkelerinden
bazı üniversitelerin katılımı ile bir Avrupa Birliği Projesi hazırlanmıştır.
“Uluslararası Öğrencilerin Eğitim Sistemine ve Hayata Uyum Rehberi
Projesi” olarak isimlendirilen ve kısa adı SOS (Software of Student) olan
projenin özünü, yurtdışında okumayı planlayan / okuyan uluslararası
öğrencilere; öğrencilik kabul süreci, eğitim - öğretim süresi, tanınma ve
denklik şartları, lisans ve lisans sonrası eğitim, ekonomik süreçler, sosyokültürel süreçler, mezuniyet sonrası süreçlerle vb. ile ilgili mobil yazılım,
rehber kitap ve kamu spotları aracılığıyla rehberlik etmektir.
Bu bildiride, Bursa Uludağ Üniversitesi öncülüğünde hazırlanan SOS
(Software of Student) öğrenci yazılım projesinin amacı, kapsamı, hedefleri ve
planlanan fikrî çıktıları hakkında bilgi verilecektir.
Anahtar
Sözcükler:
Uluslararası
öğrenci,
yükseköğretimde
uluslararasılaşma, öğrenci yazılımı, uluslararası
öğrenci rehberi.
Dr.; Müfettiş, Yükseköğretim Denetleme Kurulu Başkanlığı,
[email protected].
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 345
335
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
PROJECT FOR A GUIDE FOR ADAPTATION TO THE
EDUCATION SYSTEM AND SOCIAL LIFE OF INTERNATIONAL
STUDENTS
Abstract
In recent years, together with the developments in science and
technology, access to information and communication systems have been
developing rapidly. One of the leading problems of education in the
continuation of the increase in the number of both state and foundation
universities in our country has been the quality of education. The search for
qualification in education has brought internationalization in higher education
to the agenda and the studies have been accelerated by the T.C. Council of
Higher Education and Higher Education Institutions to ensure
internationalization.
In the 2019 University Monitoring and Evaluation General Report
prepared by the Council of Higher Education, it was informed that 126,681
foreign students were educating in the 2017-2018 academic year. On the
other hand, many researchers / academicians receive education outside the
borders of our country with the student scholarships provided by other
countries to Turkish Citizens within the framework of the Law No. 1416 on
the Request to be Sent to Foreign Countries in 1929. Apart from these,
thousands of students are on their way to educate in higher education
institutions of other countries with their own means.
The absence of a compact information resource and a user-friendly
mobile software that both international students in Turkey and students who
want to go to other countries from Turkey can apply is a necessity.
In order to compensate for this deficiency, a European Union Project was
prepared under the leadership of Bursa Uludağ University, with the
participation of some domestic institutions and organizations and some
universities from the European Union member countries.
The essence of the project called SOS (Software of Student), which is
named as the International Students' Adaptation to the Education System and
Life Guide Project, is to international students who plan / educate abroad; to
guide through mobile software, guidebooks and public spots related to the
student admission process, education - training period, recognition and
equivalence requirements, undergraduate and postgraduate education,
economic processes, socio-cultural processes, post-graduation processes, etc.
In this paper, the information will be given about the purpose, scope,
goals and planned intellectual outputs of the SOS (Software of Student)
student software project prepared under the leadership of Bursa Uludağ
University.
Keywords: International student, internationalization in higher education,
student software, international student directory.
1. Projeye Duyulan İhtiyaç
Son yıllarda, bilim ve teknoloji alanındaki gelişmeler ile birlikte, bilgiye erişim ve
iletişim sistemleri de hızla gelişme göstermiştir. Yükseköğretim Kurulu Başkanlığının
açıkladığı verilere göre Türkiye’de 2019 yılı itibari ile 206 yükseköğretim kurumu faaliyet
göstermektedir. Bunların 129’u devlet üniversitesi, 72’si vakıf üniversitesi, 5’i vakıf meslek
yüksekokuludur (YÖK, 2019, s. 9).
2547 Sayılı Yükseköğretim Kanunu’na tabi olan gerek devlet, gerek vakıf
üniversitelerinin sayısındaki artışın devamında, eğitimin önde gelen problemlerinden biri de
346 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
336
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
eğitimin niteliği olmuştur. Eğitimde nitelik arayışı, yükseköğretimde uluslararasılaşma
kavramını da gündeme getirmiş ve T.C. Yükseköğretim Kurulu ve yükseköğretim kurumları
tarafından, uluslararasılaşma bir hedef olarak belirlenmeye başlamıştır.
Üniversitelerin uluslararasılaşması ile ilgili olarak, 2019-2023 yıllarını kapsayan On
Birinci Kalkınma Planı’nda şu hedeflere yer verilmiştir:
563. Ülkemizin yükseköğretim alanında uluslararasılaşma düzeyi artırılacaktır.
563.1. Etkili tanıtım çalışmalarıyla yükseköğretim sistemine uluslararası erişim
kolaylaştırılacaktır.
563.2. Yükseköğretim sistemindeki nitelikli uluslararası öğrenci sayısı artırılacaktır.
563.3. Nitelikli yabancı uyruklu akademisyenlerin toplam istihdamı oranı içindeki
payı artırılacaktır.
563.4. Yabancı dilde eğitim veren programların sayısı artırılacak, yükseköğretim
kurumlarının uluslararası öğrencilere yönelik barınma imkânları geliştirilecek ve
uluslararasılaşmada kurumsal kapasite artırılacaktır (On Birinci Kalkınma Planı,
s.143).
Yükseköğretim Stratejik Planında da “Türkiye yükseköğretim sisteminin
uluslararasılaşma düzeyini arttırmak” bir stratejik hedef olarak belirlenmiştir (YÖK: 2016, s.
25).
Yükseköğretim sisteminin uluslararasılaşma bağlamında Türkiye’de faaliyet gösteren
Yükseköğretim Kurumlarında 2017-2018 eğitim ve öğretim yılında 126.681 yabancı uyruklu
öğrencinin öğrenim görmüştür (YÖK, 2019, s.7).
Dünya geneline baktığımızda, Türk Yükseköğretim kurum ve kuruluşlarının
uluslararasılaşma bağlamında dünyadaki öğrenci sayısına kıyasla önemli bir yere tutmadığı
söylenebilir. Zira 1975’te tüm dünyada bir milyonun altında olan uluslararası öğrenci sayısı,
1990’da 1,3 milyona, 2000’de 2,1 milyona ulaşmıştır. 2010’da bu sayı 4,1 milyon olarak
gerçekleşmiştir. Yükseköğretim uzmanlarının öngörülerine göre bu artış devam ederek 2025
yılında 8 milyona ulaşacaktır (Çetinsaya, 2014,s.143).
1929 yılında yapılan 1416 Sayılı Ecnebi Memleketlere Gönderilecek Talebe Hakkında
Kanun çerçevesinde ve diğer ülkeler tarafından T.C. Vatandaşlarına sağlanan öğrenci bursları
ile birçok araştırmacı / akademisyen ülkemizin sınırları dışında eğitim almaktadır. Bunların
haricinde çok sayıda öğrenci de kendi imkânlarıyla diğer ülkelerin yükseköğretim kurumlarımda
öğrenim görmek için yollara düşmektedir.
Hem Türkiye’de bulunan uluslararası öğrencilere hem de Türkiye’den diğer ülkelere
gitmek isteyen öğrencilerin başvurabileceği derli toplu bir bilgi kaynağının, kullanıcı dostu bir
mobil yazılımın bulunmayışı bir ihtiyaç olarak karşımızda durmaktadır.
Bu eksikliği telafi etmek için Bursa Uludağ Üniversitesi öncülüğünde, yurt içinden bazı
kurum ve kuruluşların ortaklığı ve Avrupa Birliği üye ülkelerinden bazı üniversitelerin katılımı
ile bir Avrupa Birliği Projesi hazırlanmıştır.
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O337
O K 347
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
2.Projenin
2.Projenin
Projenin
Adı
Adı
Adı
veLogosu
veve
Logosu
Logosu
Logosu
2.2.Projenin
Adı
ve
Kısa
Kısa
Kısa
adıadı
adı
SOS
SOS
SOS
(Software
(Software
(Software
of
Student)
Student)
Student)
olan
olan
olan
projenin
projenin
projenin
adıadı
adı
“The
“The
“The
Adaptation
Adaptation
Adaptation
Guide
Guide
Guide
Kısa
adı
SOS
(Software
ofofof
Student)
olan
projenin
adı
“The
Guide
totototo
Adaptation
Educational
Educational
Educational
System
System
System
&
&
&
Social
Social
Social
Life
Life
Life
for
for
for
International
International
International
Students”
Students”
Students”
(Uluslararası
(Uluslararası
(Uluslararası
Öğrenciler
Öğrenciler
Öğrenciler
İçin
İçin
Educational System & Social Life for International Students” (Uluslararası Öğrenciler İçinİçin
Eğitim
Eğitim
Eğitim
Sistemine
Sistemine
Sistemine
veve
Sosyal
Sosyal
Sosyal
Hayata
Hayata
Hayata
Uyum
Uyum
Uyum
Rehberi)
Rehberi)
Rehberi)
isimli
isimli
isimli
proje
proje
proje
(2019-1-TR01-KA205-073529)
(2019-1-TR01-KA205-073529)
(2019-1-TR01-KA205-073529)
Eğitim
Sistemine
veveSosyal
Hayata
Uyum
Rehberi)
isimli
proje
(2019-1-TR01-KA205-073529)
nolu,
nolu,
nolu,
Türkiye
Türkiye
Türkiye
Ulusal
Ulusal
Ulusal
Ajansı
Ajansı
Ajansı
tarafından
tarafından
tarafından
finanse
finanse
finanse
edilen
edilen
edilen
Erasmus+
Erasmus+
Erasmus+
Program
Program
Program
–Gençlik
–Gençlik
Gençlik
alanında
alanında
alanında
nolu, Türkiye Ulusal Ajansı tarafından finanse edilen Erasmus+ Program
– –Gençlik
alanında
Stratejik
Stratejik
Stratejik
Ortaklık
Ortaklık
Ortaklık
projesidir.
projesidir.
projesidir.
Proje
Proje
Proje
Logosu
Logosu
Logosu
Mehmet
Mehmet
Mehmet
Fatih
Fatih
Fatih
Kılıç
Kılıç
Kılıç
tarafından
tarafından
tarafından
Öğr.
Öğr.
Öğr.
Gör.
Gör.
Gör.
Stratejik
Ortaklık
projesidir.
Proje
Logosu
Mehmet
Fatih
Kılıç
tarafından
Öğr.
Gör.
taşarlanmıştır.
taşarlanmıştır.
taşarlanmıştır.
taşarlanmıştır.
2.Projenin
2.Projenin
Projenin
Koordinatörü
Koordinatörü
Koordinatörü
veProje
veProje
Proje
Ortağı
Ortağı
Ortağı
Kuruluşlar
Kuruluşlar
Kuruluşlar
2.2.Projenin
Koordinatörü
veveProje
Ortağı
Kuruluşlar
“SOS”
“SOS”
“SOS”
(Software
(Software
(Software
of
Student)
Student)
Student)
isimli
isimli
isimli
projenin
projenin
projenin
koordinatör
koordinatör
koordinatör
kuruluşu
kuruluşu
kuruluşu
Bursa
Bursa
Bursa
Uludağ
Uludağ
Uludağ
“SOS”
(Software
ofofof
Student)
isimli
projenin
koordinatör
kuruluşu
Bursa
Uludağ
Üniversitesi
Üniversitesi
Üniversitesi
olup
olup
olup
kurum
kurum
kurum
adına
adına
adına
proje
proje
proje
yürütücü
yürütücü
yürütücü
Prof.
Prof.
Prof.
Dr.
Dr.
Dr.
Cengiz
Cengiz
Cengiz
ALYILMAZ’dır.
ALYILMAZ’dır.
ALYILMAZ’dır.
Projeye
Projeye
Projeye
ortak
ortak
ortak
Üniversitesi olup kurum adına proje yürütücü Prof. Dr. Cengiz ALYILMAZ’dır. Projeye ortak
kurumların
kurumların
kurumların
isimleri
isimleri
isimleri
vefaaliyet
vefaaliyet
faaliyet
gösterdiği
gösterdiği
gösterdiği
ülkeler
ülkeler
ülkeler
şöyledir:
şöyledir:
şöyledir:
kurumların
isimleri
vevefaaliyet
gösterdiği
ülkeler
şöyledir:
1.Polar
1.Polar
Polar
Tekonoloji
Tekonoloji
Tekonoloji
A.Ş.
A.Ş.
A.Ş.
(Ankara
(Ankara
(Ankara
/ Türkiye)
/ /Türkiye)
Türkiye)
1.1.Polar
Tekonoloji
A.Ş.
(Ankara
/ Türkiye)
2.Kültürlerarası
Kültürlerarası
Kültürlerarası
Araştırma
Araştırma
Araştırma
veDostluk
Dostluk
Dostluk
Vakfı
Vakfı
Vakfı
SIRF-KARVAK
SIRF-KARVAK
SIRF-KARVAK
(Ankara
(Ankara
(Ankara
2.2.2.
Kültürlerarası
Araştırma
veveve
Dostluk
Vakfı
SIRF-KARVAK
(Ankara
/ / //
Türkiye)
Türkiye)
Türkiye)
Türkiye)
3.Ankara
3.Ankara
Ankara
Student
Student
Student
Youth
Youth
Youth
Group
Group
Group
(Ankara
(Ankara
(Ankara
/ Türkiye),
/ /Türkiye),
Türkiye),
3.3.Ankara
Student
Youth
Group
(Ankara
/ Türkiye),
4.Solutıon:
4.Solutıon:
Solutıon:
Solidarité
Solidarité
Solidarité
&Inclusion
&Inclusion
Inclusion
(Marsilya
(Marsilya
(Marsilya
/ Fransa)
/ /Fransa)
Fransa)
4.4.Solutıon:
Solidarité
&&Inclusion
(Marsilya
/ Fransa)
5.Ovıdıus
5.Ovıdıus
Ovıdıus
Unıversıty
Unıversıty
Unıversıty
Of
Constanta
Constanta
Constanta
(Köstence
(Köstence
(Köstence
/ Romanya),
/ /Romanya),
Romanya),
5.5.Ovıdıus
Unıversıty
OfOfOf
Constanta
(Köstence
/ Romanya),
6.Pereyaslav-Khmelnytsky
6.Pereyaslav-Khmelnytsky
Pereyaslav-Khmelnytsky
State
State
State
Pedagogıcal
Pedagogıcal
Pedagogıcal
Unıversıty
Unıversıty
Unıversıty
(Kiev
(Kiev
(Kiev
/ Ukrayna)
/ /Ukrayna)
Ukrayna)
6.6.Pereyaslav-Khmelnytsky
State
Pedagogıcal
Unıversıty
(Kiev
/ Ukrayna)
348 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
338
338
338
338
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
3. Projesinin Amacı,
Projenin amacı, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olup yurtdışında, lisans ve lisansüstü
eğitim almayı planlayan öğrenci adaylarına ve Türkiye’de lisans ve lisansüstü eğitimi görmek
isteyen yabancı uyruklu öğrenci adaylarına:
1. Öğrenci kabul süreci ile ilgili (kabul sınavı, öğrenci vizesi, ikamet alma işlemleri,
örnek formlar vb.),
2. Eğitim süreci ile ilgili (üniversite tanıtımı, dil hazırlığı, öğrenim süresi, akademik
zorluk düzeyi, öğrenci-akademisyen ilişkileri, tanıma ve denklik şartları, lisans ve lisans sonrası
eğitim ile ilgili şartlar ve süreçler vb.),
3. Ekonomik süreçlerle ilgili (burs imkânları, burs kazanma şartları, burs kaybetme
nedenleri, burs başvuru adresleri, ülkelere göre öğrencilerin ekonomik yaşam standartları,
çalışma imkânları - lisans ve lisansüstü olarak- öğrencileri destekleyen kuruluşların listesi vb.),
4. Sosyo-kültürel süreçlerle ilgili (yerel öğrenciler tarafından kabullenilme-dışlanma,
kültürel bariyerler ve önlemler, hedef ülkenin kültür yapısı, yemek kültürü, kıyafet, tören ve
bayramlar, kültürel bilgilenme ofisleri vb.),
5. Mezuniyet sonrası süreçlerle ilgili (hedef ülkede iş bulma imkânları, çalışma izni
alma süreci, oturum izni vb.),
6. Hukuk ile ilgili (disiplin mevzuatı, adli suçların oranı ve dikkat edilmesi gereken
hususlar, başvurulacak yerler vb.),
7. Sağlık hizmetleri ile ilgili (uluslararası öğrenci sağlık sigortası, genel sağlık
sigortasına dâhil olma süreçleri, sağlık hizmetlerinden yararlanma basamakları, başvurulacak
yerler vb.),
8. Sunulan fırsatlarla ilgili (öğrenci değişim imkânları, uluslararası öğrenci kartları –
ISIC-, uluslararası öğrenci dernekleri-platformları, başvurulacak yerler ve iletişim bilgileri vb.)
konularda mobil yazılım, rehber kitap ve kamu spotları aracılığıyla rehberlik etmektedir.
4. Projenin Hedefleri
1. Uluslararası öğrencilerin eğitim hayatını ve sosyal uyumu kolaylaştıracak mobil bir
uygulama üretebilmek,
2. Proje çalışmalarını kamuoyuna anlatan ve fikri çıktıların görünürlüğünü /
indirilmesini sağlayan bir web sayfasını kullanıma sunabilmek,
3. Mobil uygulamayı anlatan bir kılavuz kitap (kullanıcı rehberi) üretebilmek,
4. Uluslararası öğrencilerin sorunlarını çözmeye yönelik görseller / kısa filmler
üretebilmek,
5. Üretilen fikri çıktıları paydaş sivil toplum kuruluşları ve ilgili kurum ve kuruluşlarla
birlikte yaygınlaştırabilmek,
6. Uluslararası öğrenci çalıştayları ile uluslararası öğrencilerin yaşadıkları sorunları ve
çözüm önerileri toplayarak, projenin sürdürülebilirliğini sağlayabilmek,
7. Proje çıktılarının uluslararası yaygınlaştırma çalışmalarını yapabilmek olarak
belirlenmiştir.
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O339
O K 349
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
5. Proje Adımları
1. Proje kapsamında üç adet proje yönetim toplantısı ve üç adet öğrenme, öğretme ve
eğitim faaliyet toplantısı gerçekleştirilecektir. Bu faaliyetler sonucunda; SOS Mobil Yazılım,
kılavuz kitap ve kısa filmlerden oluşan çıktılar elde edilecektir.
2. Proje çalışmaları kapsamında Aralık 2020 tarihinde SOS Mobil Yazılımın ilk
versiyonu deneme amacıyla ortak kurum ve kuruluşlarda test edilecektir. Programın deneme
versiyonu uluslararası öğrenci kuruluşlarına ve öğrencilere değerlendirmeleri amacıyla
ulaştırılacaktır. Alınan geri bildirimlerle mobil uygulama tamamlanarak herkesin kullanımına
açılacaktır.
3. Uluslararası öğrencilerin ve ilgili STK’ların davet edileceği bir çalıştay ile; SOS
Mobil Yazılım, ortakların ülkelerindeki yükseköğrenim sistemini anlatan bir rehber kitap ve
proje kısa filmleri tanıtılacaktır.
4. Proje çıktıları Türkçe, İngilizce, Arapça, Fransızca, Rumence ve Ukrayna dillerinde
üretilecektir. Proje süreci 30 Mayıs 2021 tarihine kadar devam edecektir. Bu süreçte yapılacak
çalışmaların işlem basamakları aşağıdaki şekilde kararlaştırılmıştır.
6. SOS Fikri Çıktı İşlem Basamakları
6.1. Veri Toplama:
-
Uluslararası öğrencilere anket uygulaması,
-
Uluslararası öğrencilerle ilgili çalışma yapanlarla işbirliği.
6.2. SOS Mobil Yazılım:
-
İhtiyaç analizlerinde ortaya çıkan sorunları kategorik hâle getirme,
-
Her ihtiyaç alanına dair literatür ve mevzuat taraması yapma,
-
Elde edilen verileri yazılım formatına dönüştürme (kodlama).
6.3. Kullanıcı Rehberi Kitabı:
-
SOS mobil uygulamanın nasıl kullanılacağını gösteren yazılı ve görsel içerikler
oluşturma,
-
Türkiye, Romanya, Ukrayna ve Fransa'daki yükseköğrenim sistemini, üniversiteleri
ve kolaylaştırıcı önerileri içeren kitap hazırlama.
6.4. Kısa Film:
- Uluslararası öğrencilere yol gösteren kısa filmler oluşturma ve yayınlama.
7. SOS mobil yazılım içerik basamakları
7.1. Öğrenci Kabul İşlemleri
- Giriş sınavı için başvuru (şartlar ve gerekli belgeler)
- Öğrenci vizesi (şartlar, belgeler ve başvuru yerleri)
- Üniversite kaydı (gerekli belgeler)
- Öğrenci ikamet izni (başvuru yerleri, belgeler ve şartlar)
- Okul ücretleri
350 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
340
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
7.2. Yükseköğretim Kurumları Tanıtımı
- Türkiye, Fransa, Ukrayna, Romanya (Kurumlar, kayıt şartları, ulaşım, öğrenim
süreleri, akademik kadrosu vb.)
7.3. Ekonomik Şartlar
- Burs (şartlar, gerekli belgeler, bursu kazanma/kaybeme)
- Harcamalar (ulaşım, yeme-içme, kitap-kırtasiye vb.)
- Çalışma imkânları (çalışma izni, şartları ve tahmini kazançlar - iş çeşitleri)
7.4. Konaklama
- Yurt imkânları (kamu ve özel yurt başvuru şartları, belge ler)
- Ev kiralama (şartlar ve ücretler, öneriler, kira sözleşme örnekleri vb.)
7.5. Sosyal ve Kültürel Sartlar
- Kültürel özellikler (milli, dini törenler, günler; hasssas konular, kıyafet ve yemek
çeşitleri, vb.)
7.6. Toplumsal yaşam şartları
- Üniversitelerin sosyal çevreleri
- Kütüphane hizmetleri
7.7. Eğitim
- Dil yeterliliği (kurslar vb.)
- Tanıma ve Denklik
- Eğitim süreleri (ön lisans, lisans, y.lisans ve doktora)
- Akademik süreçler (sınav, disiplin, devam, öğrencilik hakkını kaybetme vb.)
- Yükseköğrenim mevzuatı
7.8. Sağlık
- Sağlık sigortası (Başvuru, ücreti, kapsamı, geçerliliği, belgeler)
- Genel sağlık sigortası (Başvuru, ücreti, geçerliliği)
- Yararlanılacak sağlık kuruluşları
7.9. Faydalı Linkler
- Uluslararası öğrenci kuruluşları (Örneğin; YTB, YÖK)
- Uluslararası öğrencilerle ilgili STK'lar (SIRF, UDEF, VB.).
- CİMER
- Dışişleri Bakanlığı / Ülkelerin misyon temsilcilikleri
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O341
O K 351
Sonuç
Proje sonunda, tablet ve cep telefonları için geliştirilecek IOS / ANDROİD uygulaması
geliştirilecektir. Bu yazılım, dünyanın herhangi bir yerinden, yükseköğretim eğitim için yola
çıkacak öğrence adaylarına rehberlik yapacaktır.
“SOS” (Software of Student) olan projenin fikrî çıktıları ile öğrencilere ve öğrenci
adaylarına, başvurusundan, mezuniyete kadar öğrencinin yaşayabileceği her durumda, kendisine
rehberlik edecek çok dilli bir uygulamaya kavuşmuş olunacaktır.
Kaynaklar
Çetinsaya, G. (2014). Büyüme, kalite, uluslararasılaşma: Türkiye yükseköğretimi için bir yol
haritası. Ankara: Yükseköğretim Kurulu.
On Birinci Kalkınma Planı (2019 23 Temmuz 2019 tarihle ve 30840 sayılı Mükerrer Resmi
Gazete), https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2019/07/20190723M1.pdf adresinden
01.10.2020 tarihinde erişim sağlanmıştır.
YÖK. (2015). Yükseköğretim Kurulu stratejik planı 2016-2020,
https://www.yok.gov.tr/Documents/Kurumsal/strateji_dairesi/YOK_Stratejik_Plan_201
6_2020.pdf adresinden 01.10.2020 tarihinde erişim sağlanmıştır.
YÖK. (2019). Üniversite izleme ve değerlendirme genel raporu-2019,
https://www.yok.gov.tr/Documents/Yayinlar/Yayinlarimiz/2020/universite-izleme-vedegerlendirme-genel-raporu-2019.pdf adresinden 01.10.2020 tarihinde erişim
sağlanmıştır.
342
GÜRCİSTAN'DA İSLAMİYE SIBYAN MEKTEPLERİ (19. YÜZYIL İLE 20.
YÜZYILIN BAŞLARI)
Gülnara GOCA MEMMEDLİ
Öz
Gürcistan coğrafyasında Müslümanların asırlar boyu yaşamaları burada
İslam eğitiminin de geniş vüsatla devam etmesine vesile olmuştur. Buradan
yola çıkarak, sunulan bildiride Gürcistan arazisinde faaliyet göstermiş
İslam ruhani mektepleri ele alınır. Amaç, Gürcistan'da İslam dininin,
öncelikle de İslamî maarifin hem geçmişte hem de günümüzde gelişmiş
olduğunu gözler önüne sermekten ibarettir.
Bildiride 19. yüzyıl ile 20. yüzyılın başlarında ülkenin başkenti Tiflis
şehrinde ve Ahıska, Borçalı, Kahet kazalarında, Karayazı nahiyesinde
faaliyet göstermiş İslamiye Sıbyan mektepleri ayrı ayrılıkta
incelenmektedir.
Müslüman
ruhani
mekteplerinden,
medreseler
bünyesindeki mekteplerden, köylerdeki cami-mescit mekteplerinden
bahsedilmektedir. Mekteplerin müfredat içeriğine de değinilmekte,
Gürcistan'daki mekteplerde Arap alfabesinin, okuma ve yazma rehberinin,
Kuran'dan surelerin ve ayetlerin öğretildiği, hadis, fıkıh, usul, mantık,
meani, beyan, edebiyat bilimi, heyet, nücüm, semahat, lisan, kimya, siyer,
tababet derslerinin okutulduğu özelinde bilgiler verilmektedir. İlkin
kaynaklar olarak Gürcistan Millî Arşivinin ilgili materyalleri temel
alınmıştır. Öne çıkarılan hipotez; Gürcistan arazisinde İslam dininin, İslam
medeniyetinin zengin mirasının var olduğunun kanıtlanmasıdır.
Anahtar Sözcükler: Ahıska, Borçalı, Gürcistan'da İslam, İslam eğitimi,
mektep, Tiflis.
ISLAMIC SIBYAN MAKTABS IN GEORGIA
(19TH CENTURY TO EARLY 20TH CENTURY)
Abstract
The centuries-long existence of Muslims in the geography of Georgia
has led to the continuation of Islamic education here as well. Based on this,
the presented paper deals with Islamic spiritual schools operating in
Georgia. The aim is to demonstrate that the religion of Islam, primarily
Islamic education, has developed in Georgia both in the past and today.
In the paper, the schools of Islamiye Sibyan, which operated in Tbilisi,
the capital city of the country, and in the districts of Ahiska, Borchali,
Kakheti, and Karayazi in the 19th and early 20th centuries, are examined
separately. Muslim spiritual schools, schools within the madrasahs,
mosque-masjid maktabs in villages are mentioned. The curriculum content
of the schools is also mentioned. It is given specific information on which
courses and medicine are taught. Firstly, the relevant materials of the
Georgian National Archive were taken as the basis. The proposed
hypothesis; It is proving that the rich heritage of Islam, Islamic civilization
exists in the territory of Georgia.
Keywords: Meskhetian Turks, Borchali, Islam in Georgia, Islamic
education, maktabs.
Dr. Öğr. Üyesi; Ardahan Üniversitesi İnsani Bilimler ve Edebiyat Fakültesi,
[email protected].
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 353
343
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
Giriş
Bellidir ki, mektep, Arapça “yazmak” anlamındaki ketb kökünden gelerek, yazılan yer
anlamını taşımaktadır. Mektephane sözü de kullanılmıştır. Mekteplerde ders öğretenlere
muallim, okuyanlara şakirt denilmiştir. Mektep kelimesi, Azerbaycan Türkçesinde hem ruhani
hem de laik (beşeri) eğitim kurumları için söylenir. Hatta üniversitelere de âli mektep denir.
Gürcistan'da dini mekteplerin tarihinin zengin olduğunu diyebiliriz. 8. asırdan itibaren
İslam âleminin mühim şehirlerinden olmuş, “dar'el İslam” İslam arazisi olarak tanınmış
Tiflis'te Araplar “kendi ibadetgâhlarını – mescitler ve mektep-medreseler inşa ettikleri”
özelinde bilgiler mevcuttur (Memmedov 2016, s. 55). 9. yüzyılda Tiflis Narınkale'sindeki
Şahtahtı istihkâmında Müslümanların rasathane işlettikleri, 9–13. yüzyıllarda Tiflis, Hunan,
Dumanis şehir ve kasabalarının İslam intibah kültürünün meşhur ocaklarına dönüştüğü, bu
merkezlerde Nizamiye mektepleri açıldığı, kervansaraylar, İslam öncülerinden, sofilerden,
şairlerden ötürü saraylar yapıldığı, camiler yanında medrese ve mektepler teşkil edildiği, bu
ziya ocaklarının, Tiflis kütüphanesinin meşhurlaştığı bilinmektedir. Safevilerce 1522'de Tiflis
Meteh köprüsünün tam kıyısında yapılmış, 1606'da genişletilmiş Aliye Eyvanlı camisinde
“birkaç asır zarfında büyük âlimler ders demişler” (İsmailzade 2010, s. 29).
1785'de tertiplenmiş Tiflis kent planında beş mescit olduğu notu düşülmüştür. Kür
nehri üzerinde köprünün Narınkale semtinde Aliye camisi, Müslüman hamamlarının yanında
Bektaşiye camisi, Gence Kapısı mahallesi camisi, Meydan mahallesinde Soylu mescidi
olmuştur ve bu mescitler nezdinde mektepler, medreseler de faaliyet göstermişler. Borçalı
bölgesinde de İslam eğitim ocaklarının yaygın tipleri mektepler ve medreseler olmuştur.
İlkin kaynaklar, mehazlar Gürcistan Milli Arşivinin Tarih Arşivi'ndeki ilgili
malzemelerdir. Adı geçen arşivde korunan belgeler arasında daha çok 1847–1918 yıllarına ait
Tiflis Müslüman Mektepleri fonundan (GMATA 1480/1/1), 1849–1892 yıllarına ait Kafkasya
Eğitim Dairesi fonundan (GMATA 422/1/7150) (GMATA 422/2/5697), 1862–1919 yıllarına
ait Tiflis İstatistik İdaresi fonundan (GMATA 414/2/112) yararlanmış bulunmaktayız.
Gürcistan'da İslam kültürü ve eğitimi tarihine dair Hüseyin Ehmedov, Emrulla
Paşaev, Osman Mert, Zurab Kiknadze, Nevruz Bayramov, Rizvan İsmailzade, Gela Guniava,
Cengiz Alyılmaz, Ali İpek, Zaza Tsurtsumia, Ayşegül Aydıngün, Rasim Memmedov, İkram
Çınar ve başkalarının önemli araştırmaları da (Ehmedov, 1985; Paşaev, 1997; Mert 2004;
Kiknadze, 2008; Bayramov, 2009; İsmailzade, 2010; Guniava, 2013; Alyılmaz, 2015; İpek,
2015; Tsurtsumia, 2015; Aydıngün, 2016; Memmedov, 2016; Çınar, 2019) kaynak olarak
irdelenmiştir.
1. Ülke Çapında İslamiye Mektepleri Hususunda Genel Bilgiler
Kaynaklardan görülür ki, 1890'da Tiflis vilayetinde 111, Kutais vilayetinde 258,
Batum kazasında belirli sayıda Müslüman mescit mektebi veya ev mektebi faaliyet
göstermiştir. 1911'de mescit mekteplerine ilişkin rapora göre, Tiflis vilayetinde Sünni
mezhepliler için 123 mektep olmuş ve onlarda 2.020 erkek ve 1.543 kız öğrenci okumuştur,
131 muallim çalışmıştır. Bunlardan Ahıska kazasında 89, Ahılkelek kazasında 11, Borçalı
kazasında 10, Tiflis kazasında 5, Sığınak kazasında 3, Telav kazasında 3, Tiflis şehrinde 2
mektep faaliyet göstermiştir (Kafkasya Eğitim Dairesi 1911, s. 202; Kafkasya Eğitim Dairesi
1912, s. 214; Kafkasya Eğitim Dairesi 1915, s. 141).
354 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
344
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
Mekteplerde birer molla ders demiştir. Raporlarda bildirilir ki, bu ruhani
mekteplerinin belirli bütçesi olmamış, mektepler ebeveynlerin gönüllü iane-bağışları
sayesinde faaliyet göstermişler (GMATA 414/2/112, s. 3–4).
İlköğrenimini Ahıska'da mollahanede almış görkemli gazeteci Ömer Faik Nemanzade
şöyle hatırlamıştır: “Ahalsıh uyezdindeki Azgur mektebinde diz üstte oturup yırğalana
yırğalana: rebb yhurr vela tuassir sehm aleyne yamüyesser ezberliyordum. Diz üstte otura
otura bacaklarım ağrımış, ayaklarım ezişmişti” (Nemanzade 1992, s. 370).
Gürcistan'daki mescit mektepleri ve şahsi mollahaneler öğrencilerden toplanan eğitim
ücretiyle yönetilmiştir; öğrencilerin ekserini emekçi çocukları teşkil etmişlerdi.
Mektebdarlar – köy mollaları, muallimler Arap ve Fars dillerini mükemmel
biliyorlardı. Onların çoğu mescitler bünyesindeki mektepleri, medreseleri bitirmişlerdi,
kimileri İstanbul'da, Horasan'da, Tebriz'de, Erdebil'de, Dağıstan'da medreselerde bilgin
ruhanilerin yanında eğitim almışlardı.
Mektepler önce müstakil olmuştu, yüzyılın ortalarında ülke mektepler idaresine tabi
edilmiş, 1872'den sonra mescit mekteplerine nezareti vilayet ruhani meclisi, onları
denetlemeyi kaza kadıları üstlenmişlerdi. 1874 yılında mektep ve medreselere ilişkin hususi
yasaya istinaden, Gürcistan'daki mescit mektepleri de halk okulları denetçisinin nezaretine
verilmişti, yeni mektepler açılmasına yalnızca halkın vesaitiyle Rus dili öğretmeninin
bulunması koşuluyla müsaade edilmişti, yurt dışından ders kitapları getirilmesi yasaklanmıştı
(Ehmedov 1985, s 264). Bu şartlarla ilgili Gürcistan'da mescit Sıbyan mekteplerinin sayı
azalmış, buna karşılık hükümet okulları meydana çıkmıştı.
Müslüman mescit mekteplerinin çoğu eyaletlerde, yani Borçalı ve Ahıska kazalarında
olmuştur. Aynı zamanda Müslümanların yaşadıkları diğer bölgelerde – Sığınak, Telav
kazalarında, Batum ilinde, Tiflis kazasının Karayazı nahiyesinde de mescit mektepleri teşkil
edilmişti. Batum'daki Orta Cami ve Aziziye Camisi nezdinde mektepler açılmıştı.
2. Tiflis Şehrindeki Mektepler
17. yüzyılda Osmanlı-Türk gezgini Evliya Çelebi Gürcistan'ı ziyareti sırasında Tiflis'i
mescitleri ve ulemasıyla bir İslam şehri olarak tanıtmıştır (Alyılmaz 2015, s. 81) (Tsurtsumia
2015, s. 24).
Gürcistan'ın başkentinde 17. yüzyıla ait “Gök Mescit”, 1723–1735 yıllarına ait
“Osmanlı Camisi”, 19. yüzyıl sonlarına ait “Cuma Mescidi” isimleriyle bilinen camiler
ibadete açık olmuştur. Bu camiler nezdinde İslamiye mektepleri faaliyet göstermiştir. 19.
yüzyılda Tiflis şehrinde Müslüman Ruhani Mektebi, Aliye medresesi bünyesinde İslamiye
mektebi, Ömeriyye medresesi nezdinde İslamiye mektebi, Müftüyi İslam Mektebi olarak
adlandırılan dini öğretim kurumları önümüze çıkar.
2.1. Müslüman Ruhani Mektebi
Şehrin Tatar (Türk) Meydanı mahallesinde yerleşmişti. Bu mekteplerin varlığını onun
muallim ve mezunlarının özgeçmiş bilgilerinden öğreniyoruz.
Ahund Ahmed Hüseyinzade (1812–1887), Selyanlı Ahund Muhammed Ali
Hüseyinzade'nin oğlu olup, Tiflis Müslüman Ruhani Mektebinde okuduktan sonra Irak'ta
345
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 355
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
yüksek din eğitimi almış, 1862'den 1884'e kadar Kafkasya şeyhülislamı görevini icra etmiştir.
Dine, ayrıca edebiyata, tarihe, eğitim meselelerine dair önemli ilmi kitapların müellifidir.
Hüseyin Efendi Kayıpzade (1830–1917), Azerbaycan'ın Kazah kazasının Salahlı
köyünden olup, Tiflis'te ruhani mektebinde, Gori'deki öğretmen semineriyesinde çalışmıştır.
1883 yılından 1917 yılına kadar Kafkasya müftüsü olmuştur. Tiflis'te İslam eğitiminin
gelişiminde mühim hizmetleri olmuştur.
Ahund Memmed Hasan Mövlazade (1853–1932), Şekilidir. Evvelce Tiflis'teki
Müslüman Ruhani mektebinde, sonra İran'da yüksek din eğitimi almış. Tiflis'te Aliyye (Ali
talimi) medresesinde şeriat ve fıkıhtan ders demiş, bir süre kadı, 1907'den 1909 yılına kadar
şeyhülislam vekili olmuştur. “Kitab'ül Beyan Fitefsir'il Kuran” kitabı bellidir.
2.2. Medreseler Nezdinde Mektepler
Tiflis şehrinde 1847 yılından faaliyette olan “Aliyye” ve “Ömeriyye” İslamiye
medreseleri bünyesinde 1901 yılında yüksek dereceli iptidai mektep de açılmıştı. Bu mektepte
Şeriatın öğretimi güçlendirilmişti (GMATA 422/1/7150, s. 46–51).
2.3. Müftüyi İslam Mektebi
Bu mektebi Hüseyin Efendi Molla Yusufoğlu Kayıpzade 1883 yılında Kafkasya
müftüsü atandığı zaman kendi hesabına açmıştı. Önce Sıbyan mektebi olarak teşkil edilmiş bu
mektep, sonra altı sınıflı “Müftüyi İslam Mektebi”ne dönüştürülmüştür.
3. Köylerde Cami / Mescit Mektepleri
19. yüzyıl sonlarında genelde Gürcistan arazisinde Türklerin meskûn oldukları kaza
ve nahiyeler üzere cami-mescit mekteplerinin sayısı aşağıdaki çizelgede ifade edilmektedir.
Tablo 1: Tiflis guberniyasında İslam mekteplerinin sayısı (19. yüzyıl sonları)
Kazalar, nahiyeler
Ahıska-Ahılkelek kazaları
Borçalı kazası
Kahet kazası
Karayazı nahiyesi
Mektep sayısı
40
24
9
3
3.1. Borçalı kazasında
Gürcistan'da Azerbaycan veya başka deyişle Karapapak Türklerinin en çok yoğun
bulundukları bölge Borçalı çevresidir. Kazanın kalabalık köyleri olan Arıklı, Fahralı, Görarkı,
Kaş Muğanlı, Kızılhacılı, Sadaklı, Saral, Sarvan ve başka yerlerde mescit evleri var idi, bu
ibadethanelerin hepsinde mektepler faaliyet göstermişti. Camileri bulunmayan köylerimizin
bazılarında de ev ortamında mescit mektepleri tipinde şahsi mollahaneler var idi.
Bölgede İslam dini eğitim kurumları esasen camiler / mescitler nezdinde yaratılmıştı.
Bu tip mektepleri bulunmuş aşağıdaki köyleri listeleyebiliriz.
Tablo 2: Borçalı bölgesinde köy mescit mektepleri
Açılış tarihi
1590 yılı
1739 yılı
1787 yılı
1787 yılı
1794 yılı
18. yüzyıl
18. yüzyıl
356 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
Köyler
Görarkı
Sarvan
Baydar
Kurtlar
Aşağı Saral
Araplı
Tekeli Yadigâroğullar
346
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
19. yüzyıl ilk yarısı
1853 yılı
1854 yılı
1870 yılı
1872 yılı
1881 yılı
1898 yılı
19. yüzyıl sonları
19. yüzyıl sonları
19. yüzyıl sonları
19. yüzyıl sonları
1900 yılı
1907 yılı
1910 yılı
1912 yılı
1916 yılı
20. yüzyıl başları
Büyük Muğanlı
Kırıklı
Ahlımahmudlu
Bala Muğanlı
Kızılhacılı
Sadaklı
Candar
Lecbeddin
Karatehle
Sarvan Minasazlı
Sarvan Talipli
İmirhasan
Fahralı
Kosalar Kacarlar
Arıklı
Hasanhocalı
Kızılkilise
1905 yılında sadece bir köyde – Arıklı'da beş tane mollahane mektebi bulunmuştur.
Şeyh Muhammed Ali Ahund Ağa Hüseyinoğlu (1889–1937), Sarvan mescit mektebini
bitirdikten sonra yüksek ruhani öğrenimini Horasan, Bağdad şehirlerinde medreselerde
almıştı. Borçalı kadısı, Hayriye meclisi başkanı olmuş, 1930–1935 yıllarında Güney Kafkasya
Müslümanları Ali Ruhani İdaresinin başkanı görevini üstlenmiştir.
Görarkı mescit mektebinde “Kuran ve din derslerinin tedrisi teşkil olunmuştu”
(İsmailzade 2010, s. 149).
Lecbeddin mescit mektebinde “20. asrın evvellerinde Anadolu'dan gelmiş Hoca
(teessüf ki, adı hatırlanmıyor), Dağıstanlı Molla Abdulkadir, yerli ruhanilerden Derzili Molla
Mahmud, Osmanöyü'nden Molla Musa ve başkaları çocuklara yazma, Kuran okuma
öğretmişler. Bu mollahaneler Aliyar Karabağlı'nın (sonralar tanınmış profesör) açtığı ilk yeni
usullü mektebe kadar faaliyet göstermişler” (İsmailzade 2010, s. 158).
Büyük Muğanlı camisi mektebini “muallim ahund Mir Yusuf tesis etmişti. Mektepte
ayrıca yaşlılar için Kuran tefsirine ait ders koyulmuştu, bu derste asli bu köyden olan meşhur
din hadimi Şeyh Muhammed Ali de iştirak etmişti” (İsmailzade 2010, s. 167).
3.2. Ahıska-Ahılkelek bölgesinde
Burası Ahıska Türklerinin dede-baba yurdudur. 1944 yılında buradan sürgün edilene
kadar bölgenin köylerinde Ahıska Türkleri yoğun bulunmuşlardı.
1870 yılı bilgilerine göre, Ahıska bölgesinin aşağıdaki köy ve kasabalarında mescit
mektepleri var olmuştur: Abastuman, Adıgün, Ahılkelek, Ahaşen, Aspinza, Azgur, Çeçla,
Entel, Georgisminda, Hevaşen, Heyot, Hırtız, Horcam, İdumala, İndusa, Kikinet, Klde,
Koltahev, Laşihev, Mugaret, Niyala, Ongora, Oşora, Persa, Pğero, Sağunet, Sinis, Sinuban,
Svir, Şolaver, Şurdo, Toloş, Ude, Vale, Varhan, Varnet, Yeniköy, Zahan, Zikilia (Tiflis
Vilayeti 1870, s. 357–388).
1905 bilgisine göre, Ahıska kazasında 64, Ahılkelek kazasında 15 mescit mektebi
kayda alınmıştı.
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O347
O K 357
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
3.3. Kahet kazasında
Bölge, Gürcistan'ın doğu kısmındadır. Burada Türkler, yoğun olmasa da, on kadar
köyde toplu şekilde meskûndur. Bu köylerin ekserinde cami-mescit mektepleri teşkil
edilmişti.
Tablo 3: Kahet bölgesinde köy mescit mektepleri
Açılış tarihi
19. yüzyıl başları
19. yüzyıl
1860 yılı
1868 yılı
1870'li yıllar
1895 yılı
1900'lü yılları başları
1900'lü yılları başları
1900'lü yılları başları
Köyler
Genceli
Karaçöp Keşeli
Telav Karacala
Karaçöp Lembeli
Tüller
Kabal
Düzeyrem
Yor Muğanlı
Karacalar
3.4. Karayazı nahiyesinde
Söz konusu dönemde Karayazı, Tiflis guberniyasına bağlı bir nahiye konumunda
bulunmuştu. Buradaki köy cami-mescitlerinde de mektepler, çocukların İslami değerlerle
aydınlanmasına katkıda bulunmuştu.
Tablo 4: Karayazı nahiyesinde köy mescit mektepleri
Açılış tarihi
1825 yılı
1894 yılı
19. yüzyıl sonları
19. yüzyıl başları
19. yüzyıl başları
Köyler
Karatepe
Karayazı Kosalı
Karatehle
Hacılar
Nazarlı
Karayazı Kosalı camisi mektebinde 1894 yılında “Hacı Veli çok insanlara Arapça
dersler vermiştir” (İsmailzade 2010, s. 256).
Karatehle mescit mektebinde Meşhedi Asker, molla Esed, molla Hüseyin, molla
Muhammed Bağır vaazlar okumuş, din dersleri geçmişler (İsmailzade 2010, s. 262).
4. Sıbyan Mekteplerinin Şakirt Kontenjanı
Bu mekteplerin bazılarında öğrenci kontenjanı kısmen çok, bazılarında az olmuş, hatta
bazı mekteplerde toplam 2 veya 3 öğrenci okumuştur.
Gürcistan'ın Müslümanlar yaşayan kazalarında ruhani mekteplerin, bu mekteplerde
okuyan şakirtlerin sayısı açısından istatistik şöyle olmuştur:
Tablo 5: Gürcistan'da mekteplerin ve öğrencilerin sayısı (Paşaev, 1997)
Yıllar
1877
1887
1888
1898
1905
Mektep sayısı
98
133
24
112
103
Öğrenci sayısı
1465
3110
460
574
2404
Mescit mekteplerinde kızlar da okumuşlardı; nitekim 1887'de şakirtlerin 383'ü,
1888'de 121'i, 1898'de 90'ı kızlar olmuştur.
358 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
348
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
1901'de Tiflis vilayetinde 92 Müslüman mescit mektebine 1.326 erkek, 752 kız
olmakla toplamda 2.078 öğrenci devam etmiştir. Aynı yıl Tiflis'te bu tipten olan 2 mektepte
14 erkek ve 7 kız olmakla toplam 21 öğrenci olmuştur (Gocaeva 2000, s. 16).
Karacala mescit mektebinde 40, Nazarlı'da 30, Muğanlı-Keşeli'de 20, Lembeli'de 18,
Arıklı'da 11, Karacalar'da 10, Demircihasanlı'da 9, Lecbeddin'de 9, Sadaklı'da 8, Baydar'da 7,
Bolus Kepenekçi'de 6, Şindiler'de 6, Hasanhocalı'da 5, Kurtlar'da 5, Kamerli'de 4, Saraclı'da 3
öğrenci okumuştu.
1910 yılına ait rapora göre, Tiflis vilayetinde 123 ruhani mektebinde 3.563 öğrenci
okumuştur. 1911'de bu rakamlar muvafık olarak 138 ve 4.343, sonra 1914'te 34 ve 490
olmuştur (Kafkasya Eğitim Dairesi 1911, s. 202; Kafkasya Eğitim Dairesi 1912, s. 214;
Kafkasya Eğitim Dairesi 1915, s. 141).
1914 yılında Batum Orta Cami'sindeki mektepte şakirtlerinin sayısı 68 olmuştur.
Sonuç
Önceki dönemlerde izlenilmiş gelenekler devam ettirilerek, 19. yüzyılda ve 20.
yüzyılın başlarında da Gürcistan'da Tiflis şehrindeki, Borçalı, Ahıska, Kahet kazaları,
Karayazı nahiyesi merkezlerindeki, Türklerin kalabalık olarak yaşadıkları köylerdeki camimescitler bünyesinde Sıbyan mektepleri açılmıştı. Bazı yerlerde yerli mollaların evlerinde, ya
da köylerin merkez hissesindeki evlerin birinde de bu tip mektepler faaliyet göstermişti.
Çocuklar mollahanelerde okuma yazma öğrendikten sonra ruhani mektebine devam etmiş,
Kuran'ı burada hatmetmişlerdi.
Gürcistan'ın Müslümanlar yaşayan yerleşim yerlerinden camisi bulunan yaşayış
meskenlerinde camiler nezdinde Sıbyan mektepleri teşkil olunmuştu. Bu cami ve mescitlerde
din ayinleri düzenlenmesinin yanı sıra, din dersleri de geçilmişti. Camileri bulunmayan
köylerin bazılarında ev ortamında mescit mektepleri tipinde şahsi mollahaneler var idi.
Gürcistan'daki Sıbyan iptidai mektepleri için mektebdarlar esas itibarıyla yerli
mollalar, imamlar arasından atanırlardı. Muallimler ruhani tahsilli olmuşlar, Tiflis'teki ve
kaza, nahiye merkezlerindeki medreselerde eğitim almışlar, sonra mekteplerde çalışmışlar.
Bu mekteplerde en çok Kuran öğretilmiş, aynı zamanda okuma yazma, serf nehv,
hadis, şiir, hesap dersleri de geçilmişti. Önce Arap alfabesi, okuma ve yazma kılavuzu, sonra
Kuran'dan sureler ve ayetler öğretilmişti, hadis, fıkıh, usul, mantık, meani, beyan, edebiyat
bilimi, heyet, nücüm, semahat, lisan, kimya, siyer, tababet geçilmişti. Alfabe, Kuran tilaveti,
Fars dili ve edebiyatı, Arap dilinin serf-nahvi öğretilmişti.
Sıbyan mekteplerinin mezunları mollalıkla meşgul olmuşlardı, ağa-beyler yanında
arzuhalcilik yapmışlardı, az bir kısmı ruhanilikte mansaba ulaşmışlardı. Şakirtlerin bazıları
medreselerde öğrenimini devam ettirmişlerdi, bazıları daha eğitimli ruhani şahısların yanında
özel olarak bilgilerini artırmışlardı.
Dolayısıyla, Türk töresinin ve medeniyetinin de önemli bir ocağı olan Gürcistan'da
İslam eğitimi, Müslüman ahalinin aydınlanmasını sistem düzeninde nitelik ve nicelik
itibarıyla sağlamaktadır.
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O349
O K 359
Kaynaklar
Alyılmaz, C. (2015). Gürcistan'da Türkler ve Türk eserleri. Yeni Türkiye, 78/8: 72–84.
Aydıngün, A.; Asker, A.; Şir, A. Y. (2016). Gürcistan'daki Müslüman topluluklar (azınlık hakları,
kimlik, siyaset). Ankara: Terazi yay.
Bayramov, N. E. (2009). Gürcistan'da Azerbaycan mektepleri tarihi. Tiflis: Stamba.
Çınar, İ. (2019). Sürgün ve eğitim: Ahıska Türkleri. Uluslararası Türk Toplulukları Bilgi Şöleni:
Ahıska Türkleri Bildiriler Kitabı. Bursa.
Ehmedov, H. M. (1985). 19. asır Azerbaycan mektebi. Bakü: Maarif neşriyatı.
GMATA (414/2/112). Gürcistan Milli Arşivi'nin Tarih Arşivi, Tiflis İstatistik İdaresi fonu (1862–
1919).
GMATA (422/1/7150). Gürcistan Milli Arşivi'nin Tarih Arşivi, Kafkasya Eğitim Dairesi
Mütevellisi fonu (1849–1892).
GMATA (422/2/5697). Gürcistan Milli Arşivi'nin Tarih Arşivi, Kafkasya Eğitim Dairesi
Mütevellisi fonu (1849–1892).
Gocaeva, G. N. (2000). Gürcistan Demokratik Cumhuriyeti'nde Azerbaycanlıların tahsili.
Yayınlanmamış Doktora Tezi. Bakü: Bakü Devlet Üniversitesi.
Guniava, G. (2013). 1800–1917 yılları Gürcistan arşivleri belgelerine göre Kafkas İslam camiası.
Гуниава, Г. Исламская община Кавказа по документам грузинских архивов 1800–
1917 гг. Tiflis: Alul Beyt yay.
İpek, A. (2015). Gürcistan'da İslam kültür ve medeniyeti. Yeni Türkiye, 78/8: 7–23.
İsmailzade, R. (2010). Gürcistan'da İslam abideleri. Marneuli: Ehli Beyt yay.
Kafkasya Eğitim Dairesi (1911, 1912, 1915). Kafkasya Eğitim Dairesi Eğitim Kurumlarının 1910,
1911, 1014 Yılları Durumuna İlişkin Raporlar. Отчеты о состоянии учебных заведений
Кавказскаго учебного округа. Tiflis.
Kiknadze, Z. (2008). Gürcistan'da dinler. კიკნაძე, ზ. რელიგიები საქართველოში. Tiflis:
Tolerantoba yay.
Memmedli, Ş. B. (2018). Gürcistan'da Türk edebiyatı. Erzurum: Fenomen yay.
Memmedov, R. M. (2016). Gürcistan'da İslam tarihi: Tiflisî nispeli muhaddisler. Tiflis.
Mert, O. (2004). Gürcistan (Borçalı) Karapapaklarının / Terekemelerinin eğitim tarihine dair.
Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, 11/24: 233–251.
Nemanzade, Ö. F. (1992). Seçilmiş eserleri. Bakü: Yazıcı neşriyatı.
Paşaev, E. H. (1997). 19. yüzyılda ve 20. yüzyılın evvellerinde Gürcistan'da Azerbaycan
okullarının tarihi. Пашаев, А. Х. Очерки истории азербайджанской школы в Грузии в
ХIХ – начале ХХ веков. Bakü: ADPU neşriyatı.
Tiflis Vilayeti (1870). Tiflis Vilayeti Tasviri Materyaller Mecmuası. Сборникъ материаловъ для
описания Тифлисской губернии. Tiflis. (Gürcistan Milli Kütüphanesi arşivi, R2353.486/3).
Tsurtsumia, Z. (2015). Gürcistan'da İslam: tarih ve bugün. Yeni Türkiye, 78/8: 24–33.
http://givargi.blogspot.com/2012/02/blog-post_527. Kantaria, K. Tiflis şehir mescitleri. Кантариа,
К. Мечети города Тбилиси. (2.9.2020).
http://qafqazislam.com/indeh.php?lang=az&=77. Kafkas Müslümanları İdaresi. (2.9.2020).
http://www.census.ge/en/results/census. National statistics office of Georgia. Ethnic groups by
major administrative territorial units. (2.9.2020).
http://www.nplg.gov.ge/wikidict/indeh.php/ისლამი_საქართველოში (2.9.2020).
350
SOSYAL BİLGİLER ÖĞRETMENLERİ İÇİN HİZMET İÇİ EĞİTİM PROGRAMI
GELİŞTİRME
Hüseyin BAYRAM
Öz
Türkiye’deki okullarda eğitimin zaman zaman istenilen düzeye
ulaşamamasının nedenlerinden biri, eğitimcilerin öğretim programlarına
yönelik bilgilerinin eksik kalmasıdır. Ders kitaplarının öğretim programları
kapsamında hazırlanıyor olması, söz konusu programların öğretmenler
tarafından incelenmesini ve öğrenilmesini zorunlu kılmaktadır. Alanyazında
öğretmenlerin öğretim programlarına yönelik sorunlar yaşadığına ilişkin
araştırmalar yer almaktadır. Söz konusu araştırmalardan sağlanan bilgiler
ışığında gerçekleştirilen bu çalışmada; Sosyal Bilgiler öğretmenlerine yönelik
bir hizmet içi eğitim programının geliştirilmesi amaçlanmıştır. Herhangi bir
uygulamaya tabi tutulmayan ancak program geliştirme kriterleri gözetilerek
yürütülen bu çalışmanın, özellikle eğitimde hizmet içi program geliştirmek
amacıyla
çalışma
yürüten
araştırmacılara
kaynak
oluşturacağı
düşünülmektedir. Çalışma, derleme türünde gerçekleştirilmiştir. Çalışmada
program geliştirmenin unsurları olan ‘’hedef, içerik, eğitim durumları ve
değerlendirme’’ temel alınarak bir program geliştirilmiştir. Söz konusu
programa neden gereksinim duyulduğu ise ihtiyaç saptama aşamasında ifade
edilmiştir. Programda yer alan hedefler şöyle ifade edilmiştir: ‘’Sosyal
Bilgiler Dersi Öğretim Programının özel amaçlarını sıralayabilecek’’,
’’Sosyal Bilgiler Dersi Öğretim Programındaki temel becerileri öğrencilere
kazandırmanın gereğini kavrayabilecek’’, ‘’Sosyal Bilgiler Dersi Öğretim
Programında yer alan değer eğitimini uygulayabilecek’’, ‘’Sosyal Bilgiler
Dersi Öğretim Programının uygulanmasında dikkat edilecek hususları
kavrayabilecek’’, ‘’Sosyal Bilgiler Dersi Öğretim Programının yapısını ve
önemini kavrayabilecek’’, ‘’öğrencilerin Sosyal Bilgiler 4, 5, 6 ve 7. sınıf
derslerindeki kazanımları edinmesini sağlayabilecek’’. Bu çalışmada teorik
bir yapı biçiminde ortaya konan tasarımın geliştirilmesi durumunda Sosyal
Bilgiler öğretmenlerine yönelik hizmet içi eğitimde yararlı olabileceği
düşünülmektedir.
Anahtar Sözcükler: Sosyal Bilgiler, öğretmenler, hizmet içi eğitim,
program geliştirme.
DEVELOPING IN-SERVICE TRAINING PROGRAM FOR SOCIAL
STUDIES TEACHERS
Abstract
One of the reasons that education in schools in Turkey does not reach the
desired level from time to time is that the information of the educators about
the teaching programs is lacking. The preparation of textbooks within the
scope of instructional programs requires that these programs be examined
and learned by teachers. There are studies in the literature that show that
teachers have problems with teaching programs. In this study, which was
carried out in the light of the information obtained from these researches; It is
aimed to develop an in-service training program for Social Studies teachers.
This study has not been subjected to any application. However, it is thought
Arş. Gör.; Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Sosyal Bilgiler Eğitimi Anabilim Dalı,
[email protected]
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 361
351
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
that this study, which is carried out by adhering to the program development
criteria, will create a resource for researchers who want to develop in-service
programs in education. This study was conducted as a review study. In the
study, a program was developed based on ‘target, content, educational
situations and evaluation’, which are elements of program development. The
reason for the need for Program design has been stated in the need
determination phase. The goals expressed in the program are: "To list the
special aims of the Social Studies Lesson Teaching Program", "to understand
the importance of teaching students the basic skills in the Social Studies
Curriculum", "to be able to apply the value education included in the Social
Studies Curriculum", "to understand the issues to be considered in the
implementation of the Social Studies Lesson Curriculum", "to understand the
structure and importance of the Social Studies Lesson Curriculum", "to
provide students with the gains of 4th, 5th, 6th and 7th grades ''. It is thought
that if the design created theoretically in this study is improved, it may be
useful in in-service training for Social Studies teachers.
Keywords: Social Studies, teachers, in-service training, program
development.
Giriş
Öğrenme, olay ve durumlar aracılığıyla gerçekleşen yaşantıların ürünüdür. Öğrenmenin
doğru ve yararlı biçimde olabilmesi için sistemli süreçler gereklidir. Söz konusu süreçlerin
temel değişkenleri ise bilgi kaynağı ve iletim kanalının doğru organize olmasıdır. Bu da bilgi
kaynağının donanımlı olması ve iletim kanalını doğru biçimlendirmesi ile mümkün
olabilmektedir. Eğitimde bilgi kaynağı olma ya da bilgiye ulaşmada rehberlik etme işlevi
öğretmene aittir. Öğretmen, sahip olduğu bilgiyi öğretim sürecinde uygun yöntem ve teknikler
aracılığıyla öğrencilere aktararak öğrenmenin gerçekleşmesini sağlar. Öğretmenin
donanımsızlığı veya öğreteceği içeriğe ilişkin eksik bilgisi, öğrenmenin gerçekleşmesini
zorlaştırdığı gibi öğrenci-öğretmen arasındaki iletişimin de çarpık bir hâl almasına neden olur.
Öğretmenlik mesleğini yapan kişilere, ilgili kurumlarca zaman zaman hizmet içi eğitim
programları uygulanarak mesleğe yönelik eksikliklerin giderilmesi amaçlanır. Hizmet içi eğitim
programları, diğer tüm programlar gibi kapsamlı bir süreç sonunda ortaya konulurlar. Bu sürece,
eğitimde program geliştirme süreci denir.
Program geliştirme, birçok aşamadan oluşmaktadır. Demirel (2017, s. 5)’e göre
eğitimde program geliştirme, ‘’eğitim programının hedef, içerik, öğrenme-öğretme süreci ve
değerlendirme öğeleri arasındaki dinamik ilişkiler bütünü’’dür. Bu öğeler, alanyazında şöyle
ifade edilmektedirler:
Hedef: ‘’Planlanmış ve düzenlenmiş yaşantılar yoluyla kazandırılması
kararlaştırılan, davranış değişikliği ya da davranış olarak ifade edilmeye uygun olan bir
özelliktir’’ (Ertürk, 1972, s. 24).
İçerik: Programa dahil edilen ve aktarılması amaçlanan bilgiler bütünü (Yüksel,
1998, s. 518).
Öğrenme-öğretme Süreci: Kazandırılmak istenen davranışların düzenlenmesi
(Demirel, 1998, s. 160).
Değerlendirme: Süreç boyunca gerçekleşen faaliyetlerin amaca hangi oranda
hizmet ettiğinin sınanması (Demirtaş, 2017, s. 758).
362 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
352
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
Yukarıda ifade edilen 4 temel aşamaya ek olarak program geliştirme sürecinin
başlangıcında ‘’ihtiyaç saptama’’, yer almaktadır (Tutkun ve Aksoyalp, 2010, s.158). İhtiyaç
saptama, programın hangi ihtiyaçlar kapsamında geliştirileceğine ilişkindir (Demirel, 2017,
s.85).
Türkiye’deki okullarda eğitimin zaman zaman istenilen düzeye ulaşamamasının
nedenlerinden biri, eğitimcilerin öğretim programlarına yönelik bilgilerinin eksik kalmasıdır.
Yapılan alanyazın taramasında; öğretmenlerin öğretim programlarına ilişkin bilgi, görüş ve
algılarını araştıran çalışmalara (Tekbıyık ve Akdeniz, 2008; Dinç ve Doğan, 2010; Orbeyi ve
Güven, 2008; Korkmaz, 2006; Çiftçi vd., 2013) ulaşılmıştır. Söz konusu çalışmaların
öğretmenlerin öğretim programlarını genel olarak yeterli düzeyde bilmedikleri sonucuna
ulaştıkları görülmüştür. Ders kitaplarının öğretim programları kapsamında hazırlanıyor olması,
söz konusu programların incelenmesini ve öğrenilmesini zorunlu kılmaktadır.
Alanyazında yer alan ‘’öğretmenlerin öğretim programlarını yeterince önemsemediği ve
öğrenmediği’’ bilgisinden (Epçaçan ve Erzen, 2008; Çiftçi ve Tatar, 2015; Yangın ve Dindar,
2007) hareketle gerçekleştirilen bu çalışmada Sosyal Bilgiler öğretmenlerine yönelik bir hizmet
içi eğitim programının geliştirilmesi amaçlanmıştır. Herhangi bir uygulamaya tabi tutulmayan
ancak program geliştirme kriterleri gözetilerek ortaya konan bu çalışmanın, özellikle eğitimde
hizmet içi program geliştirmek amacıyla çalışma yürüten araştırmacılara kaynak oluşturacağı
düşünülmektedir.
Sosyal Bilgiler öğretmenlerine yönelik hizmet içi eğitim programı tasarlamaya yönelik
bu çalışma, bir alanyazın derlemesidir. Alanyazından çalışmanın konusuna uygun bilgiler
derlenerek örnek bir program tasarlanmıştır. Tasarlanan programın içeriği ve aşamaları şöyledir:
Programın gerekçesi
Güncellenen Sosyal Bilgiler Öğretim Programının tanıtılması.
Programın süresi
Program, yaz tatilinin sonunda 1-6 Eylül 2020 tarihleri arasında uygulanmak üzere
tasarlanmıştır. Eğitim süresi, hizmet içi eğitim programı 6 konudan oluşacağı için her güne bir
konu düşecek şekilde düzenlenmiştir. Bu tarihlerde uygulanacak program, normal eğitimöğretim sürecinin aksamasına neden olmayacaktır. Diğer taraftan öğretmenlerin hem zihnen
hem de bedenen dinlenmiş olarak programa katılabilmeleri için uygun bir zaman aralığıdır.
Ayrıca okulların açılmasına yakın bir tarih olduğundan; öğretmenler edindikleri bilgi ve
becerileri doğrudan uygulayabileceklerdir.
Program düzenleme yaklaşımı
’’Sosyal Bilgiler Öğretim Programının Tanıtılması Programı’’nın düzenlenmesinde;
sorun merkezli program düzenleme yaklaşımlarından çekirdek (core) kullanılacaktır. Bu
yaklaşımın kullanılmasının nedeni; hizmet içi eğitim programının içeriğini oluşturan çekirdek
konuların sıralı modüller hâlinde sunulacak biçimde tasarlanmış olmasıdır. Modüllerin belli bir
sıraya göre oluşturulduğu programlara en uygun yaklaşım, çekirdek yaklaşımıdır. Söz konusu
yaklaşım, programa konu olan sorunların merkeze alınmasına ilişkindir. Bu yaklaşım ile
tasarlanan programlarda amaç sorunlara yönelik farkındalık yaratmaktır. Hedef kitle, söz
konusu soruna çözüm arayışında denek olarak ele alınırlar ve işteş çalışarak sorunun çözümüne
katkıda bulunmaya yöneltilirler. Çekirdek yaklaşımında hedef kitlenin bilgiyle donatılması
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O353
O K 363
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
temele alınır. Öğretilecek konular, sıralı bir şekilde organize edilir ve tüm kitleye sunulur
(Baykal, 2003, s.4-5).
Aşama 1. İhtiyaç Saptama
İhtiyaç saptama aşamasında alanyazın taramasından yararlanılmıştır. Alanyazında yer
alan bilgiler ışığında Sosyal Bilgiler öğretmenlerine Sosyal Bilgiler öğretim programının
tanıtılmasının gerekliliğine karar verilmiştir.
Aşama 2. Hedef
Bu hizmet içi eğitimden sonra öğretmenler;
1. Sosyal Bilgiler Dersi Öğretim programının özel amaçlarını sıralayabilecek,
2. Sosyal Bilgiler Dersi Öğretim programındaki temel becerilerin öğrencilere
kazandırmanın gereğini kavrayabilecek,
3. Sosyal
uygulayabilecek,
Bilgiler
Dersi
Öğretim
programında
yer
alan
değer
eğitimini
4. Sosyal Bilgiler Dersi Öğretim programının uygulanmasındaki dikkat edilecek
hususları kavrayabilecek,
5. Sosyal Bilgiler Dersi Öğretim programının yapısını ve önemini kavrayabilecek,
6. Sosyal Bilgiler Dersi 4, 5, 6 ve 7. Sınıfların kazanımlarını derslerinde etkili bir
şekilde uygulayabileceklerdir.
Bu program, eğitim-öğretimde yeni Sosyal Bilgiler Programına bağlı karşılaşılan
sorunların en aza indirilmesini sağlamaya yöneliktir.
Aşama 3. İçerik
3.1. İçerik Seçme Ölçütleri
Program geliştirmede hedefler saptandıktan sonra içeriğin belirlenmesi gerekmektedir.
Program içeriği, hedeflere ilişkin tüm değişkenleri (bilgi, beceri, tutum vb.) kapsar. Bu aşamada
hedefe ulaşmak için “ne öğretelim?” sorusu yanıtlanmaya çalışılır. Program tasarım sürecinde
içerik belirlenirken bazı ölçütler kullanılmaktadır. Sosyal Bilgiler Öğretim Programının
Tanıtılması Programının içeriği belirlenirken de bu ölçütler temel alınmıştır. Çünkü; programın
amaca hizmet etmesi bu ölçütlerin uygulanmasına bağlıdır. Söz konusu ölçütler ve bu programa
ilişkin içerikleri, şöyledir:
Bireysel fayda: Öğretmenlere uygulanacak hizmet içi öğretim programı, öğretim
sürecinde öğretmenlerin işini kolaylaştırmayı amaçlamaktadır.
Toplumsal fayda: Hizmet içi eğitim programı, toplumun ulusal ve uluslararası
çıkarlarına hizmet etmeye yöneliktir.
Öğrenme öğretme: Programın içeriği, öğretim sürecinin ihtiyaçlarına yanıt vermeye
ilişkindir.
Bilginin yapısında anlamın yeri: Hizmet içi öğretim programının, bütün
katılımcılar tarafından hangi ölçüde öğrenileceği üzerinde durulacaktır.
364 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
354
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
3.2. İçerik Düzenleme Yaklaşımı
Sosyal Bilgiler Öğretim Programının Tanıtılması Programının içeriği, modüler
programlama yaklaşımına göre düzenlenecektir. Bu yaklaşımda öğretilecek içerik, modüllere
ayrılır. Her modülde, farklı içerik düzenleme yaklaşımı işe koşulabilir. Bu yaklaşımda esas olan,
modüller arası bağ değil, her modülün kendi içerisinde tutarlı olmasıdır (Demirel, 2017, s. 144).
Bu yaklaşımın tercih edilmesine bağlı olarak aşağıda listelenmiş program konularının her
birinin yer aldığı modüller, ‘’modüler programlama yaklaşımı’’na uygun olarak ardışık biçimde
düzenlenerek katılımcılara sunulacaktır. Bu konular birbiriyle bağlantılı biçimde
yapılandırılmıştır. Fakat katılımcılar her bir modülü bağımsız şekilde de anlayabileceklerdir.
3.3. Programda Yer Alan Konular:
1. Sosyal Bilgiler Dersi Öğretim Programı’nda Özel Amaçlar,
2. Sosyal Bilgiler Dersi Öğretim Programı’nda Temel Beceriler,
3. Sosyal Bilgiler Dersi Öğretim Programı’nda Değerler Eğitimi,
4. Sosyal Bilgiler Dersi Öğretim Programı’nın Uygulanmasında Dikkat Edilecek
Hususlar,
5. Sosyal Bilgiler Dersi Öğretim Programı’nın Yapısı,
6. Sosyal Bilgiler Dersi 4, 5, 6 ve 7. sınıfların kazanımları.
Aşama 4. Eğitim Durumları
4.1. Öğretim İlkeleri
Öğretim ilkeleri, öğretmenlerin hazırbulunuşluğu göz önünde bulundurularak
belirlenmiştir. Eğitim durumlarının tasarımında benimsenen ilkeler şunlardır.
Bilinenden Bilinmeyene: Program içeriğini hazırlama ve sunma sürecinde, hizmet
içi eğitime katılan öğretmenlerin sahip oldukları muhtemel bilgiler değerlendirilmiştir.
Katılımcılara kazandırılması hedeflenen yeni bilgi ve becerilerin mevcut olanların geliştirilmesi
kapsamında sunulması amaçlanmaktadır. Böylelikle katılımcıların sahip oldukları bilgi ve
becerilerden hareketle yeni yaşantılar edinmeleri hedeflenmiştir.
Güncellik: Hizmet içi eğitim programları, güncel bilgilerin sunulması amacını taşır.
Bu temelden hareketle Sosyal Bilgiler öğretmenlerine hâlen yürürlükte olan 2018 Sosyal
Bilgiler dersi öğretim programının tanıtılması amaçlanmıştır.
Ekonomiklik: Eğitim-öğretim faaliyetlerinde zaman, emek ve harcama gibi
girdilerin minimalize edilerek en yüksek çıktının alınması hedeflenmektedir. Bu açıdan söz
konusu faaliyetler planlı bir biçimde yürütülmelidir. Bu programın tasarımında ekonomiklik
ilkesi göz önünde bulundurularak gereksiz sarfiyattan kaçınılmıştır.
Açıklık: Geliştirilen tüm programların sunum aşamasında katılımcıların tüm içeriği
net bir biçimde görmesi, duyması gerekmektedir. Kullanılan video, ses kaydı, grafik vb. eğitim
unsurları, katılımcıya somut bir biçimimde ulaşmalıdır. Sosyal Bilgiler öğretmenlerine yönelik
olan bu programda da açıklık ilkesi göz önünde bulundurularak ses, görüntü ve oturma düzeni
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O355
O K 365
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
gibi durumlar, tüm
yapılandırılmıştır.
katılımcıların
sunumu
net
şekilde
algılayabilecekleri
biçimde
Etkin Katılım: Eğitim-öğretim etkinliklerinde yapılandırmacı eğitim yaklaşımın
etkisiyle aktif katılım ön plana çıkmıştır. Süreçte aktif olarak yer alan katılımcılar, hem
kazandırılmak istenen bilgileri daha iyi özümserler hem de araştırma ve girişimcilik gibi
becerilerini geliştirirler. Bu nedenle programın uygulama sürecinde katılımcılarla sürekli olarak
aktif iletişim kapsamında çok çeşitli öğretim teknikleri kullanılarak sunum yapılması
hedeflenmektedir.
4.2. Öğretim Yaklaşımı
Programda sunuş yoluyla öğretim yaklaşımı uygulanacaktır. Bu yaklaşımın tercih
edilmesinin nedeni, hizmet içi öğretim programlarında yetişkinlere yönelik en uygun yaklaşım
olmasıdır.
4.3. Teknikler
Programın sunum aşamasında kullanılacak öğretim tekniklerinin sunuş yoluyla
öğretime uygun biçimde; anlatım, tartışma ve soru-cevap olması uygun görülmüştür.
Anlatım: Bu tekniğin işe koşulmasındaki neden, sunumun ilk aşamasında
katılımcıları konuya ilişkin bilgilendirmek amacının güdülmesidir.
Soru-Cevap: Katılımcıların öğrenmelerini, sunum sırasında kontrol etmek amacıyla
kullanılması planlanmıştır.
Tartışma: Programın zayıf ve güçlü yönlerinin katılımcılar tarafından
değerlendirilmesi ve konuyla ilgili fikirleri zenginleştirme açısından hizmet içi eğitim programı
için kullanışlı bir teknik olarak düşünülmüştür.
4.4. Araç-Gereç
Sosyal Bilgiler Öğretim Programının Tanıtımı programında kullanılacak öğretim
yaklaşımıyla uyum sağlanması amacıyla; bilgisayar, projektör, video, fotoğraf, grafik, kitap,
ansiklopedi, dergi, broşür, karatahta ve beyaz tahta araçlarının kullanılması uygun görülmüştür.
Aşama 5. Değerlendirme
Programın değerlendirme aşamasında Stufflebeam tarafından geliştirilen bağlam-girdisüreç-ürün modelinin kullanılması planlanmıştır. Bu model, Stufflebeam’in yöneticilere doğru
kararlar almada yardımcı olmak amacıyla tasarlanan yönetim yönelimli değerlendirme
yaklaşımı olduğu için tercih edilmiştir.
Stufllebeam’in Modeli; değerlendirme aşamasını, uygulama sürecinin bir parçası olarak
değerlendirmektedir (Gözütok, 1999, s. 165). Bu modele göre program değerlendirmedeki
amaç, program üzerinde tasarruf yetkisi olan kişi ve kurumların programın etkililiği konusunda
bilgilendirilmesidir. Stufflebeam Modeli’nde 4 aşamalı karar verme süreci söz konusudur. Bu
aşamalar (Ornstein ve Hunkins, 1998’den akt. Akdemir, 2012, s. 32);
Planlamaya ilişkin karar verme
Yapılanmaya ilişkin karar verme
366 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
356
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
Uygulamaya ilişkin karar verme
Yeniden düzenlemeye ilişkin karar verme
Sonuç ve Öneriler
Öğretmenlerin öğretim programlarına yönelik bilgilerinin az olması, derslerin etkili
biçimde öğretilmesini zorlaştırmaktadır. Hizmet içi eğitim programları aracılığıyla
öğretmenlerin bu eksikliklerinin giderilmesi mümkün olabilmektedir. Alanyazında yer alan
benzer çalışmalarda da (Gültekin ve Çubukçu, 2008; Günbayı ve Taşdöğen, 2012; Demirtaş,
2010) bu konuya değinildiği görülmüştür. Örneğin; Demirel ve Budak (2003), öğretmenlerin
hizmet içi eğitim ihtiyacını araştırdıkları çalışmada öğretimin belli bir program kapsamında
yürütülmemesinin sorunlara neden olduğu sonucuna ulaşmışlardır. Benzer bir çalışma Ergin,
Akseki ve Deniz (2012) tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu çalışmada da öğretmenlerin hizmet
içi eğitim ihtiyacı üzerinde durularak bunun başlıca gereksinimlerden biri olduğunu
saptamışlardır.
Sosyal Bilgiler öğretmenlerine Sosyal Bilgiler dersi öğretim programını tanıtmaya
yönelik örnek bir hizmet içi program tasarımı yapmak amacıyla gerçekleştirilen bu çalışmada
ihtiyaç saptamadan değerlendirme aşamasına kadar varsayımsal bir tasarım yapılmıştır.
Herhangi bir uygulamaya tabi tutulmadan teorik bir yapı biçiminde ortaya konan tasarımın
geliştirilmesi durumunda Sosyal Bilgiler öğretmenlerine yönelik hizmet içi eğitimde yararlı
olabileceği düşünülmektedir. Yapılan alanyazın incelemesi sonucunda Sosyal Bilgiler
öğretmenlerine yönelik hizmetiçi eğitim programlarına ağırlık verilmesi gerektiği görülmüştür.
Kaynaklar
Akdemir, E. (2012). Aday öğretmenlere yönelik hizmet içi eğitim
değerlendirilmesi. Eğitim Teknolojisi Kuram ve Uygulama, 2(2), 25-41.
programının
Baykal, A. (2003). Program geliştirme yaklaşımlarında alansal bağlam. Boğaziçi Üniversitesi
Eğitim Dergisi, 20(2), 1-11.
Çiftci, O. ve Tatar, E. (2015). Güncellenen ortaöğretim matematik öğretim programı hakkında
öğretmen görüşleri. Türk Bilgisayar ve Matematik Eğitimi Dergisi, 6(2), 285-298.
Çiftçi, Z. B., Akgün, L. ve Deniz, D. (2013). Dokuzuncu sınıf matematik öğretim programı ile
ilgili uygulamada karşılaşılan sorunlara yönelik öğretmen görüşleri ve çözüm
önerileri. Anadolu Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü Dergisi, 3(1), 1-21.
Demirel, Ö. (1998). Eğitimde Program Geliştirme. Ankara: Pegem Akademi Yayıncılık.
Demirel, Ö. (2017). Eğitimde Program Geliştirme: Kuramdan uygulamaya. Ankara: Pegem
Akademi Yayıncılık.
Demirel, Ö. ve Budak, Y. (2003). Öğretmenlerin hizmetiçi eğitim ihtiyacı. Kuram ve
Uygulamada Eğitim Yönetimi Dergisi, 9(1), 62-81.
Demirtaş, Z. (2010). Öğretmeni hizmet içinde yetiştirmenin bir aracı olarak denetim. Elektronik
Sosyal Bilimler Dergisi, 9(31), 41-52.
Demirtaş, Z. (2017). Eğitimde program değerlendirme yaklaşımlarına genel bir bakış. Sakarya
University Journal of Education, 7(4), 756-768.
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O357
O K 367
Dinç, E. ve Doğan, Y. (2010). İlköğretim ikinci kademe sosyal bilgiler öğretim programı ve
uygulanması hakkında öğretmen görüşleri. Sosyal Bilgiler Eğitimi Araştırmaları
Dergisi, 1(1), 17-49.
Epçaçan, C. ve Erzen, M. (2008). İlköğretim Türkçe dersi öğretim programının
değerlendirilmesi. Journal of International Social Research, 1(4), 182-202.
Ertürk, S. (1972). Eğitimde Program Geliştirme. Ankara: Yelkentepe Yayın.
Gözütok, F. D. (1999). Cumhuriyet Döneminde Eğitim. Program Değerlendirme. Ankara: MEB
Yayınları.
Gültekin, M. ve Çubukçu, Z. (2008). İlköğretim öğretmenlerinin hizmetiçi eğitime ilişkin
görüşleri. Manas Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 10(19), 185-201.
Günbayı, İ. ve Taşdöğen, B. (2012). İlköğretim okullarında çalışan öğretmenlerin hizmet içi
eğitim programları üzerine görüşleri: bir durum çalışması. İnsan ve Toplum Bilimleri
Araştırmaları Dergisi, 1(3), 87-117.
Korkmaz, İ. (2006). Yeni ilköğretim birinci sınıf programının öğretmenler tarafından
değerlendirilmesi. Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, (16), 419-431.
Orbeyi, S. ve Güven, B. (2008). Yeni ilköğretim matematik dersi öğretim programının
değerlendirme öğesine ilişkin öğretmen görüşleri. Eğitimde Kuram ve Uygulama, 4(1),
133-147.
Tekbıyık, A. ve Akdeniz, A. R. (2008). İlköğretim fen ve teknoloji dersi öğretim programını
kabullenmeye ve uygulamaya yönelik öğretmen görüşleri. Necatibey Eğitim Fakültesi
Elektronik Fen ve Matematik Eğitimi Dergisi, 2(2), 23-37.
Tutkun, Ö. ve Aksoyalp, Y. (2010). 21. yüzyılda eğitimde program geliştirmede yönelim,
kavram ve anlayışlar. Sakarya Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, (19), 156-169.
Yangın, S. ve Dindar, H. (2007). İlköğretim fen ve teknoloji programındaki değişimin
öğretmenlere yansımaları. Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, 33(33),
240-252.
Yüksel, A. G. S. (1998). Okula dayalı program geliştirme. Kuram ve Uygulamada Eğitim
Yönetimi, 16(16), 513-525.
358
OKUL-ÇEVRE İLİŞKİLERİ BAĞLAMINDA ETNOPEDAGOJİNİN ROLÜ
İkram ÇINAR
Öz
Okul, bireyi toplumsal hayata hazırlayan eğitim kuruluşudur. Okul belli
bir çevre içinde yer alır. Çevre, okulu etkileyen kişi, kurum, kuruluş, olay,
olgu ve düşüncelerdir. Okul ve onu kuşatan çevre çeşitli boyutlarda ve
yoğunluklarda birbiri ile ilişki içindedir. Bu ilişkilerin niteliği okulun başarısı
üzerinde olumlu ya da olumsuz yönde etki yapar.
Okul, içinde bulunduğu topluma hizmet sunan bir kuruluştur.
Öğretmenler bu hizmetleri yaparken toplumu tanımalı ve beklentilerini
bilmelidir. Aynı zamanda eğitimin ulusal ve bilimsel amaçlarıyla toplumun
beklentileri arasında sağlıklı ilişkiler kurmak zorundadır. Bunu eğitimin
ulusal ve bilimsel amaçlarından ödün vermeden yapılabilmesi toplumla
rasyonel ve yakın bir ilişki kurmasına bağlıdır.
Bütün ulus-devletler içlerinde birden çok toplumu (kavmi, etnik grubu)
barındırır. Bu toplumlar büyük ortaklık noktalarının yanı sıra küçük
farklılıklara da sahiptir. Bu farklılıklar genellikle değer ve davranış sistemine
dair farklılıklardır. Öğretmenlerin hizmet sunduğu toplumlardaki bu
farklılıkları bilmeleri onlarla iyi bir iletişim kurmalarına, onlara eğitimin
amaçlarını daha incelikli biçimde aktarmasına ve sonuçta okul-çevre
ilişkilerinin gelişmesine hizmet eder.
Bu bağlamda etnopedagojinin ortaya koyduğu bakış açısı öğretmenlere
büyük kolaylıklar sağlayacaktır. Etnopedagoji, bir toplumun çocuklarını
kendi deneyim birikimiyle yetiştirerek ülküsel insanını elde etme çabasının
araştırılmasıdır. Bu bilgiyle donanmış öğretmenler hem bu deneyim
birikiminden yararlanmış hem de okulun aktardığı değerlerle toplumun
geleneksel değerlerini karşı karşıya getirmemiş olur.
Bu bildiride ülkemizde yeni bir çalışma alanı olarak ortaya çıkan
etnopedagojinin ne olduğundan hareketle, okullarda öğrenciler arasındaki
kültür ve davranış farklılıklarından kaynaklanan hususlara ve öğretmenlerin
yaklaşım biçimleri üzerinde durulmuştur.
Anahtar Sözcükler: Etnopedagoji, okul yönetimi, okul-çevre ilişkileri,
etnodidaktik, değerler eğitimi.
THE ROLE OF ETHNOPEDAGOGY IN THE CONTEXT OF
SCHOOL-ENVIRONMENT RELATIONSHIPS
Abstract
The school is an education institution that prepares the individual for life
in society. The school is part of a certain environment. This environment is
made up of people, organisations, institutions, events, phenomena and ideas
that affect the school. The school and the environment that surrounds it have
relationships with each other in various dimensions and with different
intensities. Depending on their quality, these relationships can have positive
or negative effects on the success of the school. The school is an organisation
that serves the community where it is located. While providing these
services, teachers must be acquainted with the community and be aware of its
Dr.; Kafkas Üniversitesi, Dede Korkut Eğitim Fakültesi, Eğitim Bilimleri Bölümü,
[email protected].
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 369
359
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
expectations. At the same time, among the expectations of society is the need
for teachers to establish healthy relationships for the national and scientific
purposes of education. The ability to do this without compromising the
national and scientific aims of education depends on the establishment of a
close and rational relationship with the community.
All nation-states harbour more than one community (clan, ethnic group)
within them. As well as many points in common, these communities have
small differences between each other. These differences are generally related
to their values and behaviour systems. Teachers’ awareness of these
differences in the communities they serve will contribute to establishing
better communication with them, transferring the aims of education to them
in a more refined way, and as a result, improving the relations between the
school and environment.
In this context, the perspective presented by ethnopedagogy will be of
great convenience for teachers. Ethnopedagogy examines the effort to bring
up ideal people by raising children in a community through the accumulation
of its own experience. Teachers who are equipped with this knowledge will
both utilise this accumulation of experience and will not place the values
transferred by the school in opposition to the traditional values of society.
Based on an explanation of ethnopedagogy, which has emerged as a new
area of study in our country, this paper discusses the issues arising from
differences in culture and behaviour among students in schools and teachers’
types of approach to this.
Keywords: Ethnopedagogy, school administration, school-environment
relationships, ethnodidactics, values education.
Giriş
Günümüzde okul, ilk bakışta, çocuğun eğitilmesinde aileye yardımcı olmaya çalışan,
akranların birlikte büyümesine ortam sağlayan ve ebeveynler çalışırken çocuklara bakım yapılan
bir yer olarak anlaşılmaktadır. Okul bu işleri yaparken toplumsal açık sistem olmanın bütün
özelliklerini gösterir. Girdilerini çevreden alır ve çıktılarını çevreye verir, dolayısıyla çevre ile
sürekli etkileşim hâlindedir (Yalçınkaya, 2002). Okul, bu özelliği ile toplumun ilgi ve gözetimi
alanında bulunur. Okulun kullandığı kaynakların topluma ait olması da toplumun okulu
“sahiplenmesine” yol açmaktadır. Sahiplenme, sahibi bulunulan nesneyi istediği şekilde
kullanma hakkı da vermektedir. Bu durum okul ile çevre ilişkilerini etkilemektedir. Ayrıca
toplum ve çevre sürekli değiştiğinden yapılan bilimsel açıklamalar kısa sürede eskimektedir.
Bütün bunlar okul ve çevre ilişkilerinin tekrar tekrar incelenmesini gerekli kılmaktadır.
Okul ve Çevre
Okul, yazının icadı ile başlayıp yüzlerce yıl çok dar bir alanda varlığını sürdüren bir
eğitim kurumudur. Aslında okul, Sümer saraylarında devletin kayıtlarını tutabilecek, ticarî
sözleşmeleri yapabilecek ve ülkede sosyal adaleti sağlamak için vergi toplamak, ihtiyaç
sahiplerine dağıtmakla ilgili kayıtları tutan memurları yetiştirmek amacıyla kurulmuştu
(Kramer, 2002, s. 21). Keza Eski Mısır, Asur ve Babil’de okuma yazma öğretiminin ötesinde
bilimsel ve felsefî amaçlarla da okuldan yararlanıldı.
Orta çağda en önemli okul medresedir. Bu okul, Selçuklu veziri Nizamülmülk’ün
düzenlemesinden sonra dünya yüksek öğrenim sistemine örneklik etmiştir (Starr, 2019, s. 505).
Medrese, halkı Müslüman olan toplumlarda zamanla yüksek bilim kurumu olmaktan çıksa da
Avrupa toplumları medrese modelini “üniversite” adıyla özümseyip okul sistemlerini kurdular.
370 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
360
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
Avrupa, üniversitede üretilen bilim kültürüyle Rönesans, Aydınlanma Felsefesi ve Reform
çalışmalarıyla Sanayi Devrimi’ni yaptı. Sanayi Devrimi okuryazar insan tipini zorunlu
kılıyordu. Böylece Sanayi Devrimi’nden sonra dünyaya yayılan okul, 1800’lü yıllarında başında
kitleselleşip 20. yüzyılda zorunlu hâle gelen modern bir eğitim kuruluşu hâline geldi. Okul,
zaman içinde sadece okuma yazma ve temel dinî bilgileri öğreten yer olmaktan çıkıp çocuğu
hayata hazırlayan bir öğretim kuruluşu hâline gelmiştir.
Okul sadece bir bina, öğretmen ve öğrencilerden ibaret değildir. Okul, boşlukta, bağsız,
bağımsız değil, bir çevrenin içindedir. Çevre, okulu etkileyen kişi, kurum, kuruluş, olay, olgu ve
düşüncelerdir. Okul ve çevre çeşitli boyutlarda ve yoğunluklarda birbiri ile ilişki ve dolayısıyla
etkileşim içindedir. Bu etkileşimin niteliği okulun başarısı üzerinde olumlu ya da olumsuz
yönde etki yapar. Okulun çevresinde veliler, eğitimin üst yönetimi, baskı grupları, bölgenin
sosyo-kültürel yapısı, nüfuzlu kişiler, kurum ve kuruluşlar, olaylar, moda düşünce akımları ve
bölgenin fizikî-coğrafî özellikleri gibi birçok dış etkenin etkisindedir. Bunlar okula karışır;
çalışmalara destek de olabilir, engelleyici etkide de bulunabilirler. Okul, bu farklı eğilim ve
beklentilere sahip olan toplumsal güçlerle diyalog kurmalı ancak okulun amaçlarından ödün
vermemelidir (Aydın, 2005, s. 181).
Okul-çevre ilişkilerinin okulun, öğrencilerin ve öğretmenlerin başarısı üzerinde etkide
bulunduğu Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren konuşulmuş ve yazılmıştır. Bu konuda birçok
bilimsel araştırma da bulunmaktadır (Çalık, 2007; Akbaşlı ve Kavak, 2008; Yıldırım ve
Dönmez, 2008; Çalışkan ve Ayık, 2015). Araştırmalar, okul-çevre ilişkisinin olumlu olması
hâlinde okulun amaçlarına ulaşması doğrultusunda başarısını artırırken, olumsuz olması hâlinde
başarısızlığa yol açtığını göstermiştir. Okulun başarısızlığı, okulun toplum tarafından kabul
görmemesiyle sonuçlanmaktadır (Çelenk, 2003; Öztürk, 2009; Özdemir, 2018). Devlet ve
toplum açısından masraflı ve zahmetli olan bir etkinliğin başarısız olmasını kabullenmek zor bir
durumdur.
Okul, ülkenin kaynaklarını kullanarak içinde bulunduğu topluma hizmet sunan bir
kuruluştur. Bu hizmetlerin başında çocuk bakımı gelmektedir. Veliler işlerinde çalışırken
çocuklarının güvenli ellerde olduğunu ve bilgi yönünden yetiştiğini bilmeleri rahatlatıcı bir
durumdur. Okul, öğrencileri yaşıtlarıyla bir araya getirip etkileşime sokarak toplumsallaştırır.
Millî kültürü yeni kuşağa aktarmak, onları dünya milletleriyle yapılan uygarlık yarışında önde
olmalarını sağlamak için gereken zihinsel, entelektüel, toplumsal ve teknolojik bilgileri
aktarmak, kullanım becerilerini geliştirmek gibi hizmetler de yapar.
Öğretmenlerin bu hizmetleri yaparken toplumu tanıması ve beklentilerini bilmesi işinin
bir gereğidir. Öğretmenler, eğitimin ulusal ve bilimsel amaçlarıyla toplumun beklentileri
arasında sağlıklı ilişkiler kurmak zorundadır. Bunu eğitimin millî ve bilimsel amaçlarından
ödün vermeden yapılabilmesi toplumla rasyonel ve yakın bir ilişki kurmasına bağlıdır.
Eğitim yönetimi başta olmak üzere eğitim bilimlerinin birçok alanındaki araştırmaların
önemli bir kısmı okul-çevre, veli-öğretmen, okul-aile ilişkisi ve iş birliği üzerine yapılmıştır.
Araştırmalar bu ilişkide aile boyutunun sorunlu olduğunu göstermektedir: Veliler okuldan uzak
durmaktadırlar. Araştırmaları inceleyince bir soru kendisini hissettirir: Veliler, öğretmene,
çocuğunu istemeyerek emanet etmek zorunda kaldıkları bir yabancı gözüyle mi bakmaktadır?
Bu soruyu ortada bırakmamak gerekir. Zira, okul toplumun kaynaklarını kullanarak
topluma, özellikle belirtmek gerekirse, velilere hizmet etmek için vardır. Çocuk ya da öğrenci
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O361
O K 371
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
velilerindir. Çocuğun eğitiminden birinci derecede ailesi sorumludur ve okul aileye yardım
etmek için kurulan bir örgüttür. Velilerin okulun bu yardımını içtenlikle istememeleri
düşündürücüdür.
Araştırmalar velilerle okul arasındaki kısmî soğukluğun nedenlerinden bazılarını ortaya
çıkarmıştır. Örneğin ev ve okul kültürünün farklılığının aile ve öğretmenin farklı kültürel
yapılara sahip olması, sağlıklı okul-aile iş birliğinin önemli engellerinden biri olduğu
gösterilmiştir (Çalık, 2007, s. 129). Önlemler alınmasına rağmen sonuç fazlaca
değişmemektedir. Toplum ile okul arasındaki bu cam duvar neden vardır?
Devletin ve Velilerin Okuldan Beklentileri
Her toplumsal etkinlik bir amaca yöneliktir. Eğitim de amaçlı bir çabadır. Ailenin
çocuğuna yaptığı eğitim sonuncul (nihai) amacı, geleneksel ifade ile, çocuğunun “hayırlı evlat”
olmasını sağlamaktır. Mahallelinin de eğitimden beklentisi vardır; iyi komşu ve yurttaş olacak
insanların yetişmesi. Okuldaki eğitimin amacı ise yasal olarak belirlenmiştir. 1739 sayılı Türk
Millî Eğitim Temel Kanun’u (TMETK) okullardaki eğitimin genel amaçlarını belirler. Bu
amaçlar sadece okullar için değil, devletin eğitim adı altında yapılan her etkinliğin sonucunda
bireylerin ulaşması gereken nitelikleri belirler. Yine bu genel amaçlar, okul öncesi eğitimden
yükseköğretime, resmî okullardan özel eğitim kurumlarına kadar geniş bir alandaki etkinliklerin
çerçevesini çizer.
TMETK’in 2. maddesinde belirtilen eğitimin genel amaçları sıralandıktan sonra, eğer
bu amaçlara ulaşılırsa sonuncul hedefe ulaşılacağı vurgulanır. Sonuncul hedefi ise şöyle ifade
edilir (MEB, 2020): “Türk milletini çağdaş uygarlığın yapıcı, yaratıcı ve seçkin ortağı
yapmak.”
Devletin elde etmek istediği yurttaş için belirlediği eğitim amaçları ile yurttaşın kendi
çocuğu için talep ettiği eğitimin amaçları örtüşüyor mu? Bir araştırmada (Çınar, 2020, s. 191)
Kuzeydoğu Anadolu Bölgesinde yaşayan “Yerli/Atabekli” yurttaşların ülküselleştirdiği insan
tipinin “şerefi için şerefli olarak yaşayan insan” olduğu gösterilmiştir. Bu kültürdeki insanların
çocukları için belirlediği eğitimin sonuncul amacı budur. Bu durumda devletin elde etmeyi
hedeflediği insan tipi ile Atabekli velilerin istediği ülküsel insan tipi farklıdır. Bu iki insan tipi
birbiriyle çelişmez ama aynı insan tipi de değildir!
Okul ve toplumun birbirine nasıl ters düştükleri örnek bir durumla açıklanabilir: Kültür
tarihçileri, Türk kültürünün ataerkil nitelikler taşıdığını belirtirler. Ataerkillik hiyerarşik bir
kültür örüntüsü ortaya çıkarır. Bu hiyerarşide büyükler ve erkekler hiyerarşinin üstünde
bulunurlar. Lider (aile reisi) onlardır ve son söz de onlarındır. Bu olumlu ya da olumsuz
değildir, sadece öyledir. Kültür kendi sistematiği içinde kurduğu örüntülerle ortaya bir
kompozisyon koyar. Böylece topluma bir kimlik kazandırır. Bunlar çocuğunu toplumla uyum
içinde yaşaması için büyüten ailenin eğitim biçiminde de kendini gösterir. Yaşlıların saygıdeğer
olmaları ve aile liderliğini elinde tutmalarının bu kültürel durumla ilişkisi olmalıdır.
Bilgi, tarihin her döneminde önemlidir. Bilgiyi elinde tutanlar güçlü olur. Zira bilgiyle
karar verenlerin isabetli karar verme oranları daha yüksektir. Ancak sorun çözmede kullanılan
bilgi her dönemde kıt bir bilgidir. Sözlü kültürlerde bilgi deneyimle elde edilen bir nitelikti. Çok
yaşamış olmak deneyim kazanmak için iyi fırsatlar yaratıyordu. Uzun yıllarını gezerek, bilge
insanlarla konuşarak, ariflere danışarak ve kendi yaşam deneyiminden sonuçlar çıkararak
yaşayan insanlar, cahil gençler karşısında ellerinde tuttukları bilgi ile güçlü hâle geliyorlardı.
372 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
362
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
Bilgi sahibi oldukları için ona danışan aileler daha doğru kararlar vermiş oluyordu. Yine,
erkekler sözlü kültürün yaşandığı tarım toplumunda evden çıkıp uzaklara gidebilen, topraktan
üretim yapan kişilerdi ve kadınlar karşısında güçlü konuma geçiyorlardı. Böylece Türk kültürü
yaşça büyük olanların ve erkeklerin üstünlüğüne dayalı hiyerarşik bir toplum hâline geliyordu.
Büyüklerin küçüklerden sorumlu olduğu ve yaşça küçük olanların büyük olanlara hesap
vermesine dayalı bir sosyo-kültürel ilişkiler ağı. Bunun sonucunda doğal olarak “asker millet”
niteliği de kendiliğinden ortaya çıkıyordu.
Türk toplumu, çocuklarını bu geleneksel pedagojiyle yetiştirmektedir. Çocuklar
arasında da bu hiyerarşi geçerlidir. Büyük kardeşler küçüklerinden sorumludur. Küçük kardeşler
büyüklere hesap vermek zorundadırlar. Bu hiyerarşiye rağmen büyüklerin ve erkeklerin söz ve
kararlarının geçerliği her durumda mutlak değildi. Kararlar maslahat/müşavere ile alınmaktadır.
Bu, birbirine danışarak, birlikte tartışarak, birbirinin onayını, rızasını alarak karar almak
demektir. Kendi mantığı içinde tutarlı bir süreçtir. Yine de son söz hiyerarşide üstte olanındır.
Okulda demokrasi ilkeleri gereği (ya da aktarma demokrasi kültürü gereği) evde
sürdürülen geleneksel büyük-küçük, kız-oğlan ilişkisi ve hiyerarşisi okulda ortadan
kalkmaktadır. Bu ise veli ile okul arasında eğitim anlayışında ve uygulamalarında farklılığa yol
açmaktadır.
Etnopedagojinin Rolü
Bütün ulus-devletler içlerinde birden çok toplumu (kavmi, etnik grubu) barındırır.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’ndaki “Türk milleti” ifadesi Türkiye vatandaşlığını anlatır ve
etnik grubuna bakılmaksızın Türk vatandaşı olan herkesi Türk milletinin unsuru olarak görür.
Bu gruplar büyük ortaklık noktalarının yanı sıra küçük farklılıklara da sahiptir. Bu farklılıklar
genellikle değer ve davranış sistemine dair farklılıklardır. Öğretmenlerin hizmet sunduğu
toplumları tanımaları ve farklılıklarını bilmeleri görevlerini daha yapmalarını sağlar.
Eğitim amaçlı olarak toplumu tanıma ve onun nasıl bir insan tipi istediğini öğrenme
gayreti etnopedagoji bilimini ortaya çıkarmıştır. Etnopedagoji, Volkov (1927-2010) adında bir
Çuvaş Türk’ü tarafından tanımlanıp ortaya konmuştur. Volkov’a (1974) göre, toplumların
ülküselleştirdiği (idealize ettiği) bir insan tipi vardır ve toplum çocuklarını o tip insan olması
doğrultusunda yetiştirmeye gayret eder. Bu amaçla kullanacağı bilgi, geleneğindeki empirik
birikimde vardır. Empirik bilgi tecrübe ile edinilmiş, denenmiş, kulaktan kulağa, kuşaktan
kuşağa aktarılarak geliştirilmiş bilgidir. Bu bilginin çocuk yetiştirmekle ilgili kısmı
etnopedagojiyi ortaya çıkarır. Toplum ülküselleştirdiği insanı, geleneksel çocuk yetiştirme
bilgisiyle ve onu elde etmek için kullandığı folklor materyali ve etnodidaktik yöntemleriyle elde
eder.
Kurucusu Volkov (2004, s. 56) etnopedagojiyi şöyle tanımlamaktadır: Etnopedagoji,
etnik grupların empirik bilgilerinin çocukların eğitimi ve yetiştirilmesi; bir halkın, etnik grubun
veya kavmin, boyun, bir ailenin geçmişten beri var olan değerlerin manevî-etik, estetik
görünümü; görgünün kontrolü ve değerlendirilmesi, etnik grubun içerisindeki görgü motifleri,
etnik gruplar arasındaki değerlendirme ve kontrolü ile tabiata karşı tutumlarıyla ilgilenen bir
bilim dalıdır.
Etnopedagoji, bir toplumun tarihinin derinliklerinden getirdiği kendi deneyim
birikimiyle çocuklarını kendi ülküsel insanını elde etme doğrultusunda yetiştirme çabasının
araştırılmasıdır. Etnopedagoji bilgisiyle donanmış öğretmenler hem toplumun yüzlerce yıllık bu
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O363
O K 373
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
deneyim birikiminden yararlanır hem de okulun aktardığı değerlerle toplumun geleneksel
değerlerini karşı karşıya getirmemiş olur. Okula verilen görev MEB’in genel ve özel
amaçlarında belirtilen hedeflere ulaşmaktır. Ancak bu amaçlar toplumun ideal insan modelini
dikkate almasına engel değildir.
Etnopedagojik bilgi de bilimsel pedagoji gibi öğrenmede yakından uzağa, basitten
karmaşığa gibi ilkelere göre öğretim verilmesini önerir. Öğretmenlerin konu anlatırken
öğrencilerinin bildiği, yakın çevreden örnekler vererek, durumları ortaya koyarak ve yerine göre
atasözü ve efsaneleri kullanarak dersini işlemesi öğrenmenin kalitesini daha da artıracaktır. Bu
öğrenme biçimi etnodidaktiğe (bir toplumun geleneksel öğretim yöntemlerine) de uygundur.
Öğretmenler etnopedagojik bilgilerle de yetiştirilirse okul-çevre ilişkilerindeki mesafe biraz
daha ortadan kalkabilir (Khairullin vd., 2017; Arsaliev, 2018).
Başta Azerbaycan, Kazakistan ve Rusya Federasyonu olmak üzere birçok ülkede
Etnopedagoji dersi öğretmen yetiştiren yüksek öğretim kurumlarında zorunlu bir derstir.
Türkiye’de de bu dersin Eğitim Fakültesi programlarına alınması öğretmenlerin toplumu ve
geleneksel eğitim sistemini daha iyi tanımasını sağlayacaktır.
Sonuç
Okul, çevre ile olan ilişkilerinde rivayet ile bilim, töre ile modern, yerellik ile
evrensellik, köylülükle şehirlilik arasında kalmaktadır. Öğretmenlerin etnopedagoji bilmeleri bu
sorunların bir kısmını ortadan kaldırabilir.
Etnopedagojinin ortaya koyduğu bakış açısı öğretmenlere büyük kolaylıklar
sağlamaktadır. Etnopedagoji toplumun yüzlerce yıllık deneme yanılma yoluyla elde edilmiş
çocuk yetiştirme bilgisidir ve bu bilginin kalitesi hiç de yabana atılamaz. Bazı durumlarda
akademik pedagoji biliminin daha ilerisinde olduğu bile söylenebilir! Etnopedagoji bilgisiyle
yetiştirilen öğretmenler hem eğitimi daha doğru anlamakta hem de toplumla daha sağlıklı
iletişim kurup, eğitim için velilerle işbirliği yapabilmektedirler.
Empirik etnopedagoji kaynaklarına vakıf olan bir öğretmen geleneksel pedagoji ile
bilimsel pedagoji arasında birbirini destekleyen bağlar kurabilecek, velilerle gerçekten
çocuğunun eğitimini destekleyen işbirliği kurabilirler. Öğretmenlerin etnopedagoji bilgisiyle
kazanacakları folklorik bakış ve dil kullanımı, onların iletişim ve ikna yeteneklerinde etkililiğini
de artıracaktır.
Okul (öğretmen), okul çevresinin ülküsel insan modelini ortaya çıkarıp millî eğitimin
amaçları ve demokrasinin ölçütleriyle bütünleştirebilir. Etnopedagojik birikim sahibi olan
öğretmenler değer ve davranış farklılıklarına daha duyarlı olur. Görgü, değer ve davranış
farklılıklarını dışlama değil, doğal bir durum olarak kabul edip toplumla bütünleştirebilirler.
Kaynaklar
Akbaşlı, S. ve Kavak, Y. (2008). Ortaöğretim okullarındaki okul aile birliklerinin görevlerini
gerçekleştirme düzeyleri. Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi. 19, 121.
Arsaliev, S. (2018). Ethno culture as an element of the teacher’s professional culture. Future
Academy: The European Proceedings of Social & Behavioural Science.
Aydın, M. (2005). Eğitim yönetimi. 7. baskı. Ankara: Hatiboğlu Yayınları.
374 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
364
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
Çalık, C. (2007). Okul-çevre ilişkisinin okul geliştirmedeki rolü: kavramsal bir çözümleme.
G.Ü. Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi. 27(3), 123-139.
Çalışkan, N., Ayık, A. (2015). Okul-aile birliği ve velilerle iletişim. Ahi Evran Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi. 1(2), 69-82.
Çelenk, S. (2003). Okul başarısının ön koşulu: okul aile dayanışması. İlköğretim-Online. 2(2),
28-34.
Çınar, İ. (2020). Etnopedagoji: Atabek yurdu. 2. Baskı, Ankara: Pegem Akademi.
Khairullin, I. T., Talant, D. B., Meyrambek, K. M. (2017). Ethno-pedagogical training as a tool
of patriotic education of pre-service teachers. Future Academy: The European
Proceedings of Social & Behavioural Sciences.
Kramer, S. N. (2002). Tarih Sümer’de başlar. 2. baskı. (çev. H. Koyukan), İstanbul: Kabalcı
Yayınevi.
MEB (Millî Eğitim Bakanlığı) (2020). 1739 sayılı Türk Millî Eğitim Temel Kanunu. Resmî
Gazete
(24.06.1973
tarih
ve
14574
sayılı)
Açık
erişim:
https://www.mevzuat.gov.tr/MevzuatMetin/1.5.1739.pdf
Özdemir, Y. (2018). Okul-aile işbirliğinin geliştirilmesine yönelik yönetici görüşleri. Yüksek
lisans tezi. İstanbul Kültür Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Öztürk, M. K. (2009). Sosyal bilgiler öğretmenlerinin okul, aile ve toplum ilişkileri yeterlik
alanına ilişkin görüşleri ve öz değerlendirmeleri. Bilig. Bahar, 49, 113-126.
Starr, S. F. (2019) Kayıp aydınlanma. Arap fetihlerinden Timur’a Orta Asya’nın altın çağı.
Üçüncü baskı (çev. Y. S. İnanç), İstanbul: Kronik Kitap.
Volkov, G. N. (1974). Etnopedagogika. Çeboksarı: Çeboksarı.
Yalçınkaya, M. (2002). Açık sistem teorisi ve okula uygulanması. G.Ü. Gazi Eğitim Fakültesi
Dergisi, 22(2), 103-116.
Yıldırım, C. ve Dönmez, B. (2008). Okul-aile işbirliğine ilişkin bir araştırma (İstiklâl ilköğretim
okulu örneği). Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi, 7(3), 98-115.
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O365
O K 375
31 MART 1918-Cİ İL: AZƏRBAYCAN ALOVLAR İÇİNDƏ
Tural VƏLİZADƏ
Xülasə
Bu məqalə 1918-ci ildə ermənilərin Azərbaycanda törətdikləri soyqırıma
həsr olunub.
Azərbaycan Xalq Cümhuriyyəti hökuməti 15 iyul 1918-ci il tarixli həmin
iclasında bu məsələni geniş və ətraflı müzakirə edərək, “Avropa müharibəsi
başlandığı vaxtdan bütün Cənubi Qafqaz hüdudlarında müsəlmanlara və
onların əmlakına qarşı törədilmiş zorakılıq hallarının təhqiq olunması üçün
Fövqəladə Təhqiqat Komissiyasının” (FTK) yaradılması haqqında qərar
qəbul etdi. Həmin il avqust ayının 31-də AXC hökumətinin başçısı, eyni
zamanda xarici işlər naziri F.X.Xoyskinin imzaladığı qərara əsasən 7
nəfərdən ibarət Fövqəladə Təhqiqat Komissiyası yaradıldı.
FTK-nın 1919-cu ilin avqust ayına qədər topladığı materiallar 36 cild və
3500 səhifə təşkil edirdi ki, bunların 6 cildi (740 səhifə) Bakı şəhəri və onun
ətraf kəndlərinin müsəlman əhalisinə qarşı törədilmiş zorakılıq aktlarını əhatə
edirdi. İstintaq materialının digər cildləri ermənilər tərəfindən Bakı
quberniyasının Şamaxı, Quba, Göyçay, Cavad qəzalarında, Gəncədə,
Nuxada, Qarabağda, Zəngəzurda və Azərbaycanın digər rayonlarında
törədilmiş dəhşətli cinayətləri əks etdirirdi.
Son dərəcə mürəkkəb və ağır şəraitdə fəaliyyətə başlayan gənc
Azərbaycan Respublikasının hökumətinin böyük uzaqgörənlik və operativlik
nümayiş etdirərək həmin hadisələrə ən yüksək və ciddi şəkildə münasibət
bildirmək və konkret tədbirlər görmək niyyəti, sözsüz ki, böyük təqdirə layiq
idi və zaman özü görülmüş bu işin əsl qiymətini verdi.
Açar sözlər: soyqırım, ermənilər, arxiv sənədləri, Fövqəladə Təhqiqat
Komissiyası, Bakı, Azərbaycan.
Abstract
This article deals with the massacres commited by armenians in
Azerbaijan in 1918.
On July 15, 1918 the Council of Ministers of Azerbaijan Republic
adopted a decree on the establishment of the Extraordinary Investigation
Commission, “for the investigation of violence made against Muslims and
their property within the entire South Caucasus since the beginning of the
European war”. It was the first attempt for giving political value to carrying
genocide against Azerbaijanis and the processes of occupation Azerbaijan
territories more than a century in history.
According to the decision signed on the 31 August, 1918 by the head of
Democratic Republic, at the same time the minister of Foreign Affairs Fataly
Khan Khoysky the Extraordinary Investigation Commission consisting of 7
members was organized. The materials of Extraordinary Investigation
Commission is the unique source for investigating the genocide against
Azerbaijani population in Azerbaijan from March till September in 1918.
Extraordinary Investigation Commission materials collected by August
1919 was 36 volumes and 35000 pages, 6 volumes (740 pages) of them
BDU-nun Tarix fakültəsinin doktorantı, Qərbi Kaspi Universitetinin müəllimi,
[email protected].
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 377
366
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
reflected violent acts, performed on the Muslim population of the city of
Baku and its environs. Azerbaijanis underwent attacks and lootings in
Shamakhi, Goychay, Ganja, Nukha, Gazakh, Lankaran, Salyan, Javad,
Garabagh, Zangezur, Irevan - in short, in all provinces of Azerbaijan.
These documents are proved arguments show that the genocide against
Azerbaijanis is one of the horrible tragedies had been rarely met in the
history of humanity. We must give due to the young Government of the
Republic of Azerbaijan, in the most complicated and hardest conditions of its
existence and activities as quickly and discreetly reacted to these events and
had taken concrete steps.
Keywords: genocide, armenians, archive documents, Extraordinary
Investigation Commission, Baku, Azerbaijan.
1918-ci ildə Bakı şəhəri və digər bölgələrdə bolşevik-daşnak alyansı tərəfindən
azərbaycanlılara qarşı törədilən Mart soyqırımından 102 il keçir. Mart soyqırımı son iki əsrdə
xalqımıza qarşı erməni millətçiləri tərəfindən məqsədyönlü şəkildə həyata keçirilən etnik
təmizləmə, soyqırımı və təcavüzkarlıq siyasətin ən qanlı nümunələrindən biridir. Bu millətçişovinist siyasətin əsas məqsədi azərbaycanlıları öz tarixi torpaqlarından qovmaqla əzəli
Azərbaycan ərazilərində ermənilərin uydurduqları “böyük Ermənistan” dövləti yaratmaq olub.
1905-1907-ci il qırğınları ilə məqsədlərinə nail ola bilməyən erməni daşnakları Birinci Dünya
müharibəsinin yaratdığı “imkanlardan”, böyük dövlətlərin himayəsindən və köməyindən istifadə
edərək 1918-1920-ci illərdə məqsədlərinə nail olmağa çalışmışlar.
Bakıda Mart soyqırımı hələ 1917-ci ilin sonlarında “Daşnaksütyun” partiyası və Erməni
Milli Şurası tərəfindən hazırlanmışdı. Onlar dəfələrlə müsəlmanları bolşeviklərə qarşı silahlı
çıxışa təhrik etməyə cəhd göstərmişdilər. Ermənilərin məqsədi bolşeviklərin əli ilə müsəlman
əhalisini məhv etmək idi. Adamların qətlə yetirilməsi və müsəlman məhəllələrinin darmadağın
edilməsi planlı surətdə mütəşəkkil erməni hərbi hissələri tərəfindən şəhərin hər yerində
qabaqcadan müəyyənləşdirilmiş sistem üzrə həyata keçirilirdi [8, s. 65].
Təbii ki, Bakı Xalq Komissarları Soveti tərəfindən, xüsusən onun sədri S.Şaumyanın
şəxsi istəyi nəticəsində istər Bakıda, istərsə də Azərbaycanın digər bölgələrində həyata keçirilən
bu qətl və talanlar milli istiqlalımıza qarşı yönəlmişdi və xüsusi qəddarlıq, görünməmiş
amansızlıqla icra edilirdi. N.Nərimanovun təbirincə desək: “Müsəlman hətta bolşevik olsaydı
belə, ona aman vermirdilər. Daşnaklar deyirdilər: “Biz heç bir bolşevik tanımırıq, təkcə elə
müsəlman olmağın kifayətdir. Onlar keyfi istədikləri adamı öldürür, evləri dağıdır, xaraba
qoyurdular”” [10, s. 123].
1918-ci il martın ayının 15-də çıxış edərkən “Bakı Soveti Zaqafqaziya vətəndaş
müharibəsinin mərkəzinə və istehkamına çevrilməlidir”, - deyə St.Şaumyan yazırdı: “Bizim
siyasətimiz – vətəndaş müharibəsidir. Kim bu siyasətin əleyhinə gedir, həmin adamlar
düşmənlərimizdir”. Ümumiyyətlə, Bakı Sovetinin silahlı qüvvəsi 6 min nəfərdən ibarət idi.
Bundan 3-4 minə qədəri olan daşnak qoşun hissələri də Bakı Sovetinin ixtiyarına verilmişdi.
N.Nərimanov daşnakların məkrli siyasətini özünün “Qafqazı işğalına baxış” adlı məqaləsində
açıb göstərmişdi. N.Nərimanov yazırdı: “… daşnaklar özlərinin otuzillik siyasi həyatları ərzində
göstərdilər ki, onlar Böyük Ermənistan haqqındakı arzularını həyata keçirmək üçün istənilən
halda sifətlərini dəyişə bilərlər. Daşnaklar Qolitsinin dövründə (Rusiya imperiyasında Nazirlər
Sovetinin sədri olmuşdur) inqilabi partiya hesab olunurdular, Vorontsov – Daşkovun dövründə
onun ayaqlarını öpürdülər və ən qatı əksinqilabçı idilər. Bunun səbəbi onda ki, Vorontsov
müharibədən sonra Böyük Ermənistan yaratmağa söz vermişdi. Əgər indi Qafqazda Sovet
378 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
367
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
hakimiyyəti qurularsa, onda daşnaklar o saat sifətlərini dəyişib, bu dəfə kommunist olacaqlar.
Yenidən Azərbaycanda və Gürcüstanda iş başında duracaqlar. Daşnaklar əllərində Böyük
Ermənistan xəritəsi və dəqiq proqramla Peterburqda oturmuşdular. Onlar Böyük Ermənistan
yaratmaqla məşğul idilər. Hətta, gürcü millətçiləri daşnakların bu həyasız və utanmaz
hərəkətlərindən həyacanlanmışdılar. Tam əminliklə elan edirəm ki, o vaxtlar Rusiyada mövcud
olan heç bir milli partiya daşnaklar kimi bu qədər xəyanət və satqınlıq etməmişdir”. St.Şaumyan
öz çıxışlarında bildirirdi ki, Müsəlman millətçiləri Bakını Azərbaycanın paytaxtı etməyi
arzulayırdılar. Onlar Zaqafqaziyadan tamamilə ayrılmaq üçün mübarizə aparırdılar ki, Bakı
Azərbaycanın paytaxtı olsun; Əgər onlar Bakıda üstünlük əldə etsəydilər, şəhər Azərbaycanın
paytaxtı elan edilərdi. 1918-ci il mayın 16-da fəhlələr qarşısında çıxış edən St.Şaumyan
bildirmişdi ki, müsavatçıların Bakını Muxtar Azərbaycanın paytaxtı elan etmək planı vardır.
St.Şaumyan heç cür razılaşa bilmirdi ki, Azərbaycan müstəqil olsun. Bakıda daşnaklarla belə
əməkdaşlıq edən və bütün dünya müllətlərinin qurtuluşundan bəhs edən bolşeviklər türkmüsəlman əhalinin muxtariyyətini burjuaziyanın muxtariyyəti hesab edirdi. Bakı və civarlarının
bolşevikləşdiyini zənn edən St.Şaumyan erməniləri və rus əsgərlərini, xüsusilə, Xəzər hərbi
dəniz donanması matroslarını türk-müsəlman əhaliyə qarşı təhrik etməyə başladı. Erməni
əhalisinin bütün siniflərinin nümayəndələri bu müharibədə iştirak etməyi özlərinə “borc” bilirdi.
Bütün bunlar azmış kimi, St.Şaumyan Moskvadan hərbi kömək almaq üçün müraciət etmişdi.
St.Şaumyan Stalinə məktub yazaraq, xahiş edirdi ki, Qafqaz qırmızı ordusunu (erməni
ordusunu) təşkil etmək üçün təcili olaraq on milyon manat (rubl) ayırsınlar. Ermənilərdən fərqli
olaraq Bakıda türk-müsəlman əhalinin hərbi təşkilatı və sursatı kifayət qədər deyildi, hətta,
demək olar ki, yox dərəcəsində idi. Belə olan halda, təbiidir ki, mübarizədə müsəlmanların qalib
gəlməsi mümkün deyildi. Bunu yaxşı başa düşən St.Şaumyan, “Daşnaksütyun” və Erməni milli
şurası Bakı şəhərində qabaqcadan planlaşdırılan və xüsusi hazırlıq görülmüş dəhşətli qırğınlara,
qarətlərə başladılar. Bütün faciələr türk-müsəlmanların yaşadığı məhəllələrdə baş verirdi.
Məlum hadisələrə öz münasibətini bildirən H.Baykara yazır: “Bakıda özünün rəhbərliyi
altında sovet hökuməti quran Şaumyan azəri türklərinə “sizə Azərbaycan istiqlaliyyəti yerinə bir
məzarlıq bəxşiş edəcəyəm” - deyə, açıqcasına söyləyirdi” [7, s. 226].
Burada görkəmli alim T.Svyatoxovskini xatırlamamaq olmaz: “Belə bir şəraitdə
bolşeviklərin yeni, lakin bu dəfə daşnaklarla taktiki ittifaqı formalaşırdı. Hər yerdə və həmişə
millətçiliyin hər cür təzahürünə qarşı çıxan Şaumyan Bakını Azərbaycanın paytaxtı etmək
xülyasına düşən müsəlmanlara tamamilə başqa münasibət bəsləyirdi: Azərbaycan kəlməsi onun
dilində həmişə məsxərə ilə səslənirdi” [11, s. 122].
Tarixi faktlar göstərir ki, Bakı Kommunası heç bir milli kökləri olmayan, yerli əhalidən,
müsəlman kütləsindən təcrid olunmuş Rusiyanın, erməni millətçilərinin mənafeyinə xidmət
edən anti-demokratik, anti-Azərbaycan siyasəti yeridən, xüsusən Bakını Sovet Rusiyası
hakimiyyətinə tabe etdirməyə çalışan və Azərbaycanın istiqlalına qarşı inadla mübarizə aparan
qondarma hökumət idi. Xalq Komissarları Sovetində əsas həlledici rəhbər mövqelər ermənilərin
əlində cəmləşmişdi. S.Şaumyan Xalq Komissarları Sovetinin sədri və Xarici İşlər komissarı,
Q.Korqanov Hərbi-Dəniz İşləri komissarı, A.Karinyan (Qabrielyan) Ədliyyə komissarı kimi
aparıcı vəzifələri tutmuşdular. Bakı kommunasının rəhbər eşelonuna Avetisyan, Kostandyan,
Osipyan, Əmiryan, Ter-Saakyan, Nuricanyan, Mikoyan və digər daşnakpərəst ermənilər də
daxil idilər.
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O368
O K 379
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
İstər Bakıda və Şamaxıda, istərsə də Qubada və Quba qəzasında Bakı XKS-nin siyasi
kursu ilə həyata keçirilən bu soyqırımında bolşeviklərin nə üçün məhz daşnaklardan istifadə
etməsi məsələsi, fikrimizcə, bəhs edilən problemin ən aktual məsələsidir. T.Svyatoxovski:
“Şaumyan əmin idi ki, azərbaycanlılarla açıq ixtilafda Bakı daşnakları bolşeviklər üçün heç bir
qorxu törətməyəcək, əksinə, xeyli dərəcədə ikincilərin mövqeyini müdafiə edəcəklər. Buna görə
də o, qətiyyəti diplomatiyadan üstün tuturdu” - deyə yazanda nə qədər də haqlıdır [11, s. 123].
Bakıda Azərbaycanın muxtariyyətini tələb edən musavatçıların sosial bazasını məhv
etmək, türk-müsəlman əhalisinin soyunu tükətmək düşüncəsində olan bolşevik-daşnak alyansı
bu məqsədlə mart ayının son günlərində əməli fəaliyyətə keçdi. 1918-ci il martın 30-da axşam
başlanan azərbaycanlı qırğınları faktiki olaraq bir həftə davam etdi, lakin onun üç günü
görünməmiş amansızlıqla qəddarlıq və azğınlıq edən daşnak dəstələri tərəfindən şəhərin türkmüsəlman əhalisinin qırılmasının və qarət edilməsinin xüsusilə kütləvi xarakteri ilə
səciyyələnirdi.
Bakının tarixi məhəllələrini və küçələrini, şəhər kənarındakı müsəlman qəsəbələrini
bürüyən azərbaycanlı qırğınları yalnız şəhərin hüdudları ilə məhdudlaşmırdı. Həmin günlər
erməni quldur dəstələri Bakının yaxınlığındakı ətraf kəndlərə də basqın edərək müsəlmanların
evlərinə soxulur, yoldan keçən müsəlmanları qarət edir və qətlə yetirir, şəhər kənarı yollarda
pusqular qururdular. 1918-ci ilin martında Bakı kəndlərinin – Məhəmmədi, Əhmədli, Balaxanı,
Binəqədi, Bibi-Heybət, Hökməli, Zabrat, Sabunçu, Ramana, Xırdalan və digər kəndlərin
sakinləri erməni silahlı dəstələrinin vəhşiliklərinin qurbanı olmuşlar.
1918-ci ilin mayında Azərbaycan Xalq Cümhuriyyətinin yaradılması və Azərbaycan
xalqının öz milli hüquqları və müstəqilliyi uğrunda ölüm-dirim mübarizəsinə qalxması ölkədə
siyasi vəziyyəti kökündən dəyişdi.
Azərbaycan Hökuməti Gəncədə keçirdiyi 15 iyul 1918-ci il tarixli iclasında ermənilərin
həyata keçirdiyi soyqırımı aktını geniş və ətraflı müzakirə edərək, “Avropa müharibəsi
başlandığı vaxtdan bütün Cənubi Qafqaz hüdudlarında müsəlmanlara və onların əmlakına qarşı
törədilmiş zorakılıq hallarının təhqiq olunması üçün Fövqəladə Təhqiqat Komissiyasının təşkili
haqqında” qərar qəbul etdi [1]. Bu azərbaycanlılara qarşı yürüdülən soyqırımı və bir əsrdən artıq
davam edən torpaqlarımızın işğalı proseslərinə tarixdə ilk dəfə siyasi qiymət vermək cəhdi idi.
Cümhuriyyət hökumətinin başçısı, eyni zamanda xarici işlər naziri Fətəli Xan Xoyskinin
imzaladığı 31 avqust 1918-ci il tarixli qərara əsasən 7 nəfərdən ibarət Fövqəladə Təhqiqat
Komissiyası yaradıldı. Həmin qərarda deyilirdi: “Hökumətin 15 iyul 1918-ci il tarixli Qərarının
icra olunması üçün sədr - andlı iclasçı Ələkbər bəy Xasməmmədovdan və aşağıdakı üzvlərdən
ibarət olan tərkibdə Fövqəladə Təhqiqat Komissiyası yaradılsın: Gəncə Dairə Məhkəməsinin
üzvləri İsmayıl bəy Şahmalıyev və Andrey Fomiç Novatski, həmin dairə məhkəməsinin
prokurorunun müavini Nəsrəddin bəy Səfikürdski, Gəncə Köçürmə idarəsinin üzvü Nikolay
Mixayloviç Mixaylov və Barışdırıcı hakimlər qurultayının keçmiş sədri, həqiqi mülki müşavir
V.V.Qubvillo və müəllim Məmməd Cavad Axundzadə.” [2].
Sonradan Bakı və Gəncə şəhərlərinin istintaq-prokurorluq və məhkəmə orqanlarının bir
sıra əməkdaşları da komissiyanın işinə cəlb edildilər. Komissiyanın işində A.Novatski,
N.Mixaylov, A.Kluge, M.Təkinski, A.Aleksandroviç (Litovskiy) və digər peşəkar
hüquqşünaslar və ictimai-siyasi xadimlər daha fəal iştirak etmişlər.
380 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
369
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
1918-ci ilin sentyabr ayının əvvəlindən müstəntiqlər artıq Bakı və Yelizavetpol
quberniyalarının müxtəlif qəzalarında fəal şəkildə işləyirdilər. Bakı azad edildikdən və
Azərbaycan Hökuməti Gəncədən Bakıya köçdükdən sonra isə Fövqəladə Təhqiqat Komissiyası
da öz fəaliyyətini Gəncədən Bakıya keçirdi və dərhal Bakı şəhərində və onun ətraflarında baş
vermiş mart hadisələrinin araşdırılmasına başladı [6, s. 42].
Fövqəladə Təhqiqat Komissiyasının Bakı qrupuna Bakı dairə prokurorunun müavini
A.Y.Kluge, andlı iclasçı M.Təkinski, andlı iclasçı A.Aleksandroviç (Litovski), hüquqşünas A.
Hacı İrzayev, Gəncə Dairə Məhkəməsi prokurorunun müavini Ç.B.Klossovski daxil idi.
Komissiyanın üzvlərinin əksəriyyətini azərbaycanlılar deyil, digər millətlərin
nümayəndələri – rus, polyak, yəhudi, alman və başqaları təşkil edirdi. Bu da cümhuriyyətin
hadisələrə ədalətli, vicdanlı, qərəzsiz və tərəfsiz yanaşmasının bir təzahürü idi.
1919-cu ilin avqustunun ortalarınadək Bakıda 24 şəxs müttəhim qismində Fövqəladə
Təhqiqat Komissiyası tərəfindən həbs edilmişdi. Beləliklə, 1920-ci ilin aprelinə kimi Fövqəladə
Təhqiqat Komissiyası bolşevik-daşnak quldur dəstələrinin qanlı əməllərinin təhqiqi sahəsində
böyük iş gördü. Zərərçəkmiş yüzlərlə vətəndaş və şahid dindirilmiş, çoxlu material, maddi dəlilsübut, fotosənəd toplandı.
Fövqəladə Təhqiqat Komissiyasının sənədləri bolşevik-daşnak birləşmələri tərəfindən
bir neçə gün ərzində böyük əksəriyyəti azərbaycanlılardan ibarət olan 12 mindən çox dinc
sakinin qətlə yetirildiyi mart soyqırımına bilavasitə həmin hadisələri yaşamış insanların gözü ilə
baxmağa imkan verir.
Fövqəladə Təhqiqat Komissiyasının 1919-cu ilin avqust ayına qədər topladığı
materiallar 36 cild və 3500 səhifə təşkil edirdi ki, bunların da 6 cildi (740 səhifə) Bakı şəhəri və
onun ətraf kəndlərinin müsəlman əhalisinə qarşı törədilmiş zorakılıq aktlarını əhatə edirdi.
İstintaq materialının digər cildləri ermənilər tərəfindən Bakı quberniyasının Şamaxı, Quba,
Göyçay, Cavad qəzalarında, Gəncədə, Nuxada, Qarabağda, Zəngəzurda və Azərbaycanın digər
bölgələrində törədilmiş dəhşətli cinayətləri əks etdirirdi.
Sənədlərdən aydın olur ki, mart hadisələri azərbaycanlıların əksəriyyəti üçün
gözlənilməz olmuşdur və müsəlman ictimaiyyətinin müxtəlif zümrələrindən olan insanlar
bolşeviklərin deyil, məhz ermənilərin xəyanətindən sarsılmışdılar, çünki onlar “sonuncuları
düşmən kimi görmürdülər”. Bununla bərabər, şahid ifadələri göstərir ki, azərbaycanlıların
əksəriyyəti talanlardan bir neçə gün qabaq “ermənilərin şəhərin müsəlman hissəsindən erməni
hissəsinə köçdüyünü” müşahidə etmiş, şəhərin “Ermənikənd” məhəllələrində “ermənilər
tərəfindən qazılmış səngərləri” görmüş, ermənilərin “1905-ci ili təkrarlamaq, yəni müsəlman
qırğınlarını başlamaq” niyyətləri və “ermənilərin müsəlmanlara qarşı çıxışlara hazırlaşdıqları
barədə şəhərdə gəzən şayiələri” eşitmişdilər. [3].
Fövqəladə Təhqiqat Komissiyasının sənədlərinə müxtəlif millətlərdən olan bakılıların
və xarici vətəndaşların Bakıda 1918-ci ilin mart hadisələrinin qiymətləndirilməsi baxımından
xüsusi əhəmiyyəti olan ifadələri də daxil edilmişdir.
Bu baxımdan Bakı sakini A.N.Kvasnikin ifadəsi xüsusi maraq doğurur. Şəhərin kübar
və işgüzar dairələrinə mənsub olan, “bir çox erməni evlərinə girib-çıxan”, ifadəsindən hörmətli
və ünsiyyətcil bir insan təsəvvürü yaradan A.N.Kvasnik özünün son dərəcə ətraflı ifadəsində
mart hadisələri ərəfəsində və günlərində Bakı cəmiyyətində hökm sürən vəziyyətin ümumi
mənzərəsini yaratmağa çalışır. A.N.Kvasnik ifadəsində deyir: “Bu ilin 17-21 mart tarixlərində
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O370
O K 381
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
Bakı şəhərində baş vermiş hadisələrə təmiz vicdanla belə ad vermək lazımdır: “Müsəlmanların
fiziki olaraq məhv edilməsi, bütün əmlakının mənimsənilməsi və onların bütün rifahının və
siyasi üstünlüyünün ermənilərin əlinə keçməsi məqsədilə, əvvəlcə Bakı şəhərində, sonra isə
ucqarlarda erməni əhalisinin müsəlman əhalisinə qarşı təşkil edilmiş qanlı sui-qəsdi”” [4].
Fövqəladə Təhqiqat Komissiyasının sənədlərində həmçinin Bakıda mart hadisələri
zamanı şəhərin müsəlman əhalisinə – iri sənayeçilərə, zavod, liman, neft mədənləri
sahibkarlarından başlayaraq çoxsaylı mülki, sosial və ticarət obyektlərinin: ev, idarə,
mehmanxana, məktəb, restoran, bərbərxana, emalatxana, mağaza, anbar, dükan, tövlə və s.
sahiblərinə vurulan maddi ziyanın miqyası və əhəmiyyəti də çox aydın göstərilir.
Zərər dəymiş obyektlər içərisində mühüm əhəmiyyət daşıyan “Təzəpir” məscidini, “Şah
məscidi”ni, “Kaspi” qəzetinin redaksiya binasını, “İsmailiyyə” Müsəlman Xeyriyyə
Cəmiyyətinin binasını, “Dağıstan”, “İsgəndəriyyə”, “İslamiyyə” mehmanxanalarını xüsusi
vurğulamaq lazımdır. Bu binaları azərbaycanlıların mədəni-ictimai və dini mərkəzlərini
təcəssüm etdirən mühüm obyektlər sırasına aid etmək olar.
Bütövlükdə Fövqəladə Təhqiqat Komissiyasının fəaliyyəti, həmçinin, ermənilərin
vəhşiliklərini öz üzərində hiss etmiş respublika əhalisi arasında da böyük ictimai və əxlaqipsixoloji məna kəsb edirdi. Fövqəladə Təhqiqat Komissiyasının özünün mövcud olması və onun
üzvlərinin cəmiyyətin ayrı-ayrı təbəqələri ilə, azərbaycanlılarla sıx əməkdaşlıq etməsi artıq
özlüyündə geniş əhali kütlələri arasında ədalətin bərpa olunmasına inamı artırır və yeganə
qanuni hakimiyyət kimi Azərbaycan hökumətinə xalqın etimadını və etibarını möhkəmlədirdi.
1918-ci ildə erməni daşnaklarının Azərbaycan torpaqlarını zəbt etmək, soydaşlarımıza
qarşı kütləvi və sistemli bir surətdə soyqırımı təşkil etmək nöqteyi-nəzərindən onların xüsusi bir
şəkildə fəallıqlarının artması diqqəti cəlb edir.
Daşnaksütyun partiyasının Bakıda dərc edilən “Aren” qəzeti 1918-ci il martın 1-də
“böyük Ermənistan” yaratmaq uğrunda 35 yaşadək bütün vətəndaşların səfərbər edilməsi barədə
çağırışlarla dolu idi. Bu mətbu orqanı çağırışdan boyun qaçıran erməniləri ölümlə hədələyərək
yazırdı: “Kimin vicdanı varsa, elə indi öz borcunu yerinə yetirsin – könüllü olaraq orduya
yazılıb, cəbhəyə yola düşsünlər” [5, s. 104].
Təbii ki, ordu dedikdə erməni milli hissələri, cəbhə dedikdə isə Azərbaycanda törədilən
qanlı olaylar – qətl və qarətlər nəzərdə tutulurdu.
Bu müraciətdən bir daha aydın olur ki, əslində “Danaksütyun” elə erməni xalqı
tərəfindən hərtərəfli dəstəklənən, erməni xalqının çox hissəsi, bəlkə də özü deməkdir. Erməni
korpusunun komandiri Nəzərbəyov 1918-ci ilin iyununda “erməni xalqına” müraciət edərək
deyirdi: “Erməni xalqı, əgər siz öz ailənizi azad etmək isətyirsinizsə, o zaman sizin hamınız, əli
silah tutan hər biriniz gəlin. Öz silahınız və patronunuz, beş günlük ərzaq ehtiyyatınızla gəlin.
Ordu üçün çörək, kartof və digər ərzaqlarınızı əsirgəməyin” [5, s. 104].
Öz səadətini türk-müsəlman əhalisinin faciəsi üzərində qurmağa can atan bu müdhiş
təşkilatın əlindən hətta onların özləri belə əlhəzər deyir: “Daşnaksütyun”un yeritdiyi siyasətin
sayəsində erməni xalqının yarısı məhv edilmiş, yarısı da ölümün astanasındadır” [5, s. 105].
Əhalisi soyqırım və deportasiyalara məruz qalmış tarixi Azərbaycan ərazilərindən biri
də qədim Zəngəzur torpağıdır. Bu soyqırımları sübut edən qiymətli sənədlər bu gün Azərbaycan
Respublikası Milli Arxiv İdarəsində qorunan Fövqəladə Təhqiqat Komissiyasının sənədlərində,
382 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
371
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
Türkiyə Cumhuriyyətinin “Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı
Arşivi”, “Başbakanlık Osmanlı Arşivi” və Almaniya Federativ Respublikasının Berlin
şəhərindəki “Almaniya Xarici İşlər Nazirliyinin Siyasi arxivi”nin (Politischen Archiv den
Auswätrigen) müxtəlif fondlarında qorunub saxlanılır. Həmin arxiv sənədlərindəki faktiki
materiallar sübut edir ki, 1918-ci ilin mayından 1920-ci ilin aprelinə qədər ermənilər
Azərbaycanın Zəngəzur qəzasında on minlərlə dinc, silahsız türk-müsəlman əhalini etnik
mənsubiyyətinə görə amansızcasına qətlə yetirmişdir.
Andronik və digər erməni-daşnak quldur başçılarının vəhşiliyi nəticəsində Zəngəzur
qəzasının türk-müsəlman kəndlərində 3257 kişi, 2276 qadın və 2196 uşaq öldürülmüş, 1060
kişi, 794 qadın və 485 uşaq yaralanmışdı. Beləliklə, Zəngəzur qəzasında hər iki cinsdən olan
10.068 nəfər öldürülmüş və ya şikəst edilmişdi. Lakin bu rəqəmlər də faciəvi vəziyyəti tam əks
etdirmirdi, reallıqda erməni vəhşiliklərinin sayı daha çox idi, çünki müsəlmanlar qəzadan qaçqın
düşdüklərindən qurbanların sayını dəqiq müəyyənləşdirmək mümkün olmamışdı. 1917-ci ildə
Zəngəzur qəzasında 123.085 nəfər təşkil edən türk-müsəlman əhali 1926-cı il siyahıyaalınma
göstəricilərinə görə say baxımdan heç 5000 nəfər deyildi. FTK üzvü N.Mixaylov 1918-ci il
ərzində Zəngəzur qəzasında törədilmiş vəhşiliklərin təhqiqatı əsasında hazırladığı məruzədə
dağıdılmış və məhv edilmiş 115 kəndin adı göstərilmişdi [9, s.115-124].
Erməni quldur dəstələrinin başçısı Andranik Azərbaycanın əzəli torpağı olan Zəngəzuru
erməni qubernatorluğu elan etdikdən sonra Şuşanı işğal etmək istiqamətində cəhdlər göstərməyə
başladı. 1918-ci il dekabrın 19-da Azərbaycan parlamentinin üzvü Qarabəy Əliverdiyev
Şuşadan xəbər verirdi: “Mən Qarabağın nümayəndəsi olaraq buradakı vəziyyət barədə
məlumatlandırıram ki, Andranik Zəngəzuru atəşə məruz qoyduqdan sonra təhlükəli vəziyyət
Qarabağda, Ordubadda, Cavanşirdə də yaranmışdır. Andranik saysız-hesabsız müsəlman
kəndlərini məhv edərək dinc əhalini qırmış, sağ qalanları isə doğma yerlərindən qovmuşdur. O,
Qarabağın mərkəzi olan Şuşaya hücum edərək onun sakinlərini qarət etmiş və onların əmlakını
öz əsgərlərinə paylamışdır”. 1918-ci ilin noyabrında İstanbulda Osmanlı dövləti ilə danışıqlar
aparan Əli Mərdan bəy Topçubaşov Azərbaycan rəhbərliyinin mövqeyini belə ifadə
edirdi: “Ermənilər tərəfindən qaldırılan Qarabağ məsələsi beş-on kəndin məsələsi deyil. Bu dörd
qəzanın – Şuşanın, Cavanşirin, Cəbrayılın və Zəngəzurun mənsubiyyəti ətrafında baş verən
mübahisədir. Bu isə sanki bir xanlığın ərazisidir. Bu ərazidə yaşayanlar içində ermənilər heç də
çoxluq təşkil etmirlər. Üstəlik, onlar bu bölgənin yerli sakinləri deyillər. Ermənilər Azərbaycana
Türkiyə və İrandan Rusiya ilə müharibələrdən sonra köçürülmüşlər. Buna baxmayaraq, biz
problemin sülh yolu ilə tənzimlənməsinin tərəfdarıyıq”.
Andranikin
quldur
dəstələrinin
cinayətlərindən
şahidlərin
dilindən
danışan “Аzərbaycan” qəzeti 10 dekabr 1918-ci il tarixli nömrəsində qeyd edirdi ki, Qarabağda
ermənilər müsəlman kəndlərini darmadağın edir. Lehvazçay, Əldərə, Nüvədi, Oxçu, Şəbədin,
Meydan, Qaragöl, Qıraq Çimən, Şahidli, Burunlu, Əsgərlər, Tey, Vardanəzir və başqaları
bütünlüklə yerlə yeksan olunmuşdur. Bu yerlərin əhalisi hücumlardan xilas olmaq üçün qismən
Ordubada və İrana qaçmışdır. Hal-hazırda bütün məscidlər və küçələr dul qadınlarla və yetim
uşaqlarla doludur. Hər gün onlarla bədbəxt insan aclıqdan və soyuqdan həlak olurlar. İrəvandan
Şuşaya qədər bir milyonluq müsəlman əhalisi qarət olunur və həlak olur.
Ermənilər İrəvan bölgəsində də öz vəhşiliklərindən qalmamışlar. Daşnak hökümətinin
təxminən 30 aylıq hakimiyyəti dövründə (28 may 1918 - 29 noyabr 1920-ci illər) İrəvan
quberniyasının yerli müsəlman əhalisinə qarşı həyata keçirdiyi soyqırım siyasəti nəticəsində
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O372
O K 383
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
quberniyanın Ermənistanın nəzarətində olan sərhədlərində cəmi 10 min nəfər müsəlman
qalmışdı. Erməni müəllifi A.Lalayanın qeyd etdiyi kimi Ermənistanda müsəlmanların sayı 77 %
azalmışdı.
“Azərbaycan” qəzetinin 14 mart 1919-cu il tarixli nömrəsində bu dövrdəki Lənkəran
qəzasının ümumi vəziyyəti şərh edilərək qeyd olunur ki, “Mart hadisələrindən sonra (1918-ci il
mart soyqırımı nəzərdə tutulur – red.) Lənkərana bolşeviklərlə bərabər erməni daşnakları da
gəldilər. Bundan sonra erməni Avetisovun başçılığı ilə daşnak hərbi hissələri müsəlman
kəndlərinin axırına çıxdılar. Olmazın zülmlər, əziyyətlər verdilər. Yollar kəsildi. Əhali şikayət
etməyə bir yer tapmadı. Türklər Bakıya gəldikləri zaman Muğan ətrafının bolşevikləri ilə
əlaqələri kəsildi. Buradakı sərsərilər “Muğan hökuməti” adı ilə dağıdıcı bir qurum düzəltməklə,
müsəlmanları soymağa və qırmağa başladılar”. “Azərbaycan” qəzetinin 18 may 1919-cu il
tarixli 103-cü sayında “Lənkəranlıların fəryadı” adlı məqalədə qeyd edilir ki, “Artıq bir ildən
çoxdur ki, Lənkəranın əsasən müsəlmanlardan ibarət olan əhalisi hakimiyyət uğrunda mübarizə
aparanların əlində yanır. Son günlərdə hakimiyyət bolşeviklərin əlinə keçmişdir. Ərazidə
həbslər və Denikinin havadarlarına qarşı təqiblər başlanmışdır. Lənkəranda bolşeviklər partiyası
ilə denikinçilər arasında böyük toqquşmalar baş verdiyindən, bazarda alış-veriş dayandırılmış,
yerli tacirlərin – müsəlmanların malları yandırılmışdır”. Beləliklə, iki ilə yaxın bir müddət
ərzində Lənkəran qəzasında ermənilərin törətdikləri qırğınlara 1919-cu ilin yayında - Camal
Paşanın komandanlığı ilə türk ordusunun və Azərbaycan Milli Ordusunun Lənkəran qəzasına
daxil olduğu vaxtdan son qoyuldu. Nəticədə, qəzanın milli qüvvələrin əlinə keçməsi ilə, əhali
qırğından, talanlardan xilas olmuş və Azərbaycanın ərazi bütövlüyü bərpa edilmişdir. Lənkəran
qəzasında soyqırıma məruz qalan əhalinin sayı ilə bağlı dəqiq rəqəm təəsüf ki, yoxdur.
Fövqəladə Təhqiqat Komissiyasının materiallarının bir hissəsi 1918-ci ilin aprel-may
aylarında Quba şəhəri və Quba qəzasında ermənilərin Azərbaycan əhalisinə qarşı törətdikləri
cinayətlərlə bağlıdır.
Ermənilərin Qubadakı azğınlığı 9-10 gün davam etmişdir. Mayın 1-də şəhərə daxil olan
erməni silahlı dəstələri həmin günü şəhərin aşağı hissəsində 713 müsəlmanı qətlə yetirmişdilər.
Onların çoxu qadın və uşaqlar idi. Böyük şosse və Bazar küçələrindəki evlər qarət
edilir. Hamazaspın silahlı dəstələri şəhəri dörd hissəyə bölərək hər bir hissədə ayrıca qərargah
yaradırlar. Ermənilərin özbaşınalıqları 2-ci gün də davam etmiş və onlar daha 1012 adamı
öldürmüşdülər. Hamazaspın “Cəza dəstəsi” Quba şəhərini və Quba qəzasının 122 kəndini
darmadağın etmişdi. Quba şəhərində iki mindən çox adamı – kişi, qadın və uşağı qətlə
yetirilmişdir və həmin kəndlərin əhalisinə, ümumi dəyəri 58.121.059 manatlıq (rubl) ziyan
vurulmuşdu. Quba şəhər sakini Hacı İsmayıl Orucov isə öz izahatında yazırdı ki, ölüləri dəfn
edən mollanın dediyinə görə o, 2800 nəfərin cənazəsinin torpağa tapşırıldığını saymışdır.
2007-ci ilin aprel ayının 1-də Quba şəhərində, Qudyalçayın ətrafında torpaq işləri
görülərkən, ermənilərin azərbaycanlılara qarşı 1918-ci ilin qanlı cinayətlərindən xəbər verən
kütləvi məzarlıq aşkarlanıb. Məzarlıqda təxminən, 400-dən artıq insan cəsədi aşkar edilib.
Hesablamalara görə, onlardan 50-dən çoxu uşaq, 100-dən çoxu qadın, qalanları isə yaşlı
kişilərdir. Ermənilərin azərbaycanlılara qarşı törətdikləri qanlı qırğınlar və onların hər cür
özbaşınalıqları tutarlı faktlarla üzə çıxdıqca, 1918-ci illərin bütün dövrü ərzində, ermənilərin
Şimali Azərbaycan torpaqlarında, o cümlədən Quba qəzasında apardıqları soyqırımı siyasətinin
əsl mahiyyəti arxiv sənədləri, arxeoloji və elmi-tədqiqat materiallarından istifadə etməklə
aydınlaşmış olur.
384 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
373
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
1918-ci ilin martında Bakıda, onun ardınca isə Şamaxıda, Qubada, Lənkəranda və
vətənimizin digər guşələrində bolşevik daşnak tandemi tərəfindən törədilən qətl və talanlar bir
məqsədə - xalqımızın milli istiqlal hərəkatını beşikdəcə boğmaq, xalqımızın fiziki varlığına son
qoymaq, geostrateji baxımdan son dərəcə əlverişli, təbii sərvətlərlə zəngin vətənimizin bir
qismini və bəlkə də böyük bir hissəsini “böyük Ermənistan” arzusu ilə qovrulan erməni
daşnaklarına “pay” verməklə, bütövlükdə Azərbaycanı Rusiya imperiyasının təsir dairəsindən
heç bir vəchlə buraxmamaq məqsədinə xidmət edirdi.
Sovet dövründə bolşevik tarixçiləri vətən tarixinin bu dövrünü təhrif edərək qanlı
hadisələrin əsl mahiyyətini gizlətdilər, ən yaxşı halda isə “vətəndaş müharibəsi” kimi təqdim
etdilər. Bu proses 70 il ərzində davam etdirildi.
Yalnız Azərbaycan Respubilikası istiqlaliyyətini yenidən bərpa etdikdən sonra bu qanlı
olay öz siyasi-hüquqi qiymətini aldı. Belə ki, ümummilli lider Heydər Əliyevin 1998-ci il
martın 26-da imzaladığı fərmanla 31 mart azərbaycanlıların soyqırımı günü kimi təsbit olundu.
Fərmanda deyilir: “Azərbaycan Xalq Cümhuriyyətinin varisi kimi, Azərbaycan Respublikası bu
gün onun axıra qədər həyata keçirə bilmədiyi qərarların məntiqi davamı olaraq soyqırım
hadisələrinə siyasi qiymət vermək borcunu tarixin hökmü kimi qəbul edir”.
Ümummilli lider Heydər Əliyev 1999-cu ildə “31 mart – Azərbaycanlıların soyqırımı
günü münasibətilə Azərbaycan xalqına müraciəti”ndə deyirdi: “Qarşımızda duran əsas
vəzifələrdən biri son əsrdə xalqımıza qarşı həyata keçirilən soyqırımı haqqında indiki və gələcək
nəsillərdə möhkəm milli yaddaş formalaşdırmaq, bu faciələrə bütün dünyada siaysi və hüquqi
qiymət verilməsinə nail olmaq, onun ağır nəticələrinin aradan qaldırılmasına və bir daha belə
halların təkrar olunmamasına çalışmaqdır. Bunun üçün isə yalnız möhkəm və yenilməz milli
birlik nümayiş etdirməliyik. Xalqımıza qarşı törədilə biləcək hər cür xəyanətin və təcavüzün
qarşısını hamımız üçün ali məqsəd olan müstəqil Azərbaycan dövləti uğrunda dönməz mübarizə
əzmi və iradəsi ilə almaq olar. Sizi birliyə, xalqımızın milli maraqlarının və hüquqlarının
qorunması uğrunda yenilməz mübarizəyə səsləyirəm”.
Müstəqil Azərbaycan dövləti istər XX əsrin əvvəlləri, istərsə də sonlarında əvəzedilməz
qurbanlar verməsinə baxmayaraq, iftixar edə bilər ki, o ağır sınaq günlərində müstəsna iradə və
cəsurluq, milli ruhun sarsılmazlığını və mətinliyini nümayiş etdirdi. Həm ötən əsrin əvvəlində,
həm də sonlarında min illərdən bəri malik olduğu qədim dövlətçilik ənənələrini bərpa etdi.
Azərbaycanlıların soyqırımı baş vermiş adi bir qanlı hadisə deyil, gələcəkdə ondan nəticə
çıxarmaq üçün öyrənilməli, təhlil edilməli tarixi faciədir. Nəhayət, Ü.Hacıbəylinin bu gün üçün
də aktuallığını saxlayan bir fikri xatırlatmaqla məqaləni yekunlaşdırmaq istərdim: “Bu günkü
vəzifəmiz isə o qara günləri yaddan çıxarmamaq və buna görə də həmişə və hər an hazır
olmaqdır. Borcumuz bu müqəddəratı gələcəkdə hər cür təcavüzdən qorumaq və məmləkətimizi
şərəflə yaşatmağa çalışmaqdır”.
İstifadə edilmiş ədəbiyyat siyahısı
ARDA, f. 1061, siy. 1, iş 95, v. 2.
ARDA, f. 1061, siy. 1, iş 105, v. 2.
AR Pİİ SSA, f. 277, siy. 2, iş 13, v. 148.
AR Pİİ SSA, f. 277, siy. 2, iş 26, v. 1.
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O374
O K 385
Azərbaycan tarixi sənədlər və nəşrlər üzrə. Bakı: Elm, 1990.
Bakı. Mart 1918-ci il. Azərbaycan qırğınları sənədlərdə. Tərtib edən: Solmaz RüstəmovaTohidi. Bakı, 2013.
Baykara H. Azərbaycan istiqlal mübarizəsi tarixi. Bakı: Azərnəşr, 1992.
İsgəndərli A. Azərbaycan həqiqətləri: 1917-1920. Bakı, 2012.
İsmayılov K. Zəngəzur bölgəsində azərbaycanlıların soyqırımı (1918-1920-ci illər)//Azərbaycan
xalqına qarşı 1918-ci il soyqırımları. Bakı, 2016.
Rəhimov K. Məqalələr... məktublar. Bakı, Təhsil, 1998.
Svyatoxovski T. Rusiya Azərbaycanı. 1905-1920-ci illər // Azərbaycan, Bakı, 1989, № 11
(117).
375
TARIM SAYIMLARINA GÖRE OSMANLI DEVLETİ’NİN SON DÖNEMİNDE
ANADOLU’DA TÜTÜN TARIMI VE COĞRAFİ DAĞILIMI (1909-1913-1914)
Yusuf YILMAZ
Öz
Tütün, Güney Amerika orjinli bir bitki olup, 16. yy sonlarında Coğrafi
Keşifler neticesinde Avrupa’ya yayılmıştır. Avrupa üzerinden bütün dünyaya
yayılan tütünün Osmanlı topraklarına ilk olarak tam ne zaman girdiği
hakkında net bir bilgi bulunmasa da, 17. yüzyıl başında girdiğine dair
görüşler mevcuttur. İlkin Avrupalı tüccarlar tarafından ticari bir ürün olarak
Osmanlı topraklarına sokulan tütün, kısa bir süre sonra yetiştirilmeye
başlanmıştır. Tütün tarımının 17. yüzyılda Balkanlar ve Aydın-Saruhan
civarında başladığı, daha sonra Anadolu’da muhtelif alanlara yayıldığı
bilinmektedir. Bazı dönemler devlet eliyle uygulanan yasaklara rağmen, ticari
değerinin yüksek olması ve keyif verici özellikleri nedeniyle ekim alanı
giderek yaygınlaşmış ve üretim 19. yüzyılda zirveye çıkmıştır. Çalışmada,
1909, 1913 ve 1914 yıllarında Osmanlı İmparatorluğu’nun Anadolu
topraklarında tütün tarımının yapıldığı alanlar ile tütün üretim miktarı ve
üretim değeri ele alınmıştır. Bunun için, literatür araştırması yapılmış ve bu
kapsamda yayınlanan resmi istatistikler başta olmak üzere, akademik tez,
makale ve kitaplar incelenmiş, elde edilen veriler istatistiksel veri analizi
yöntemiyle yorumlanmıştır.
Anahtar Sözcükler: Tütün, Osmanlı İmparatorluğu, tarım, coğrafi
keşifler.
TOBACCO FARMING AND GEOGRAPHICAL DISTRIBUTION IN
ANATOLIA IN THE LAST PERIOD OF THE OTTOMAN STATE
ACCORDING TO THE AGRICULTURAL CENSUS (1909-1913-1914)
Abstract
Tobacco is a plant originating in South America and spread to Europe as a
result of Geographical Discoveries in the late 16th century. Although there is
no clear information about when the tobacco, which spread all over Europe,
first entered the Ottoman lands, there are opinions that it entered the
beginning of the 17th century. Tobacco, which was first introduced into the
Ottoman territory as a commercial product by European traders, started to be
grown shortly after. It is known that tobacco farming started in the 17th
century around the Balkans and Aydın-Saruhan and then spread to various
areas in Anatolia. Despite the prohibitions implemented by the state in some
periods, the cultivation area became increasingly widespread due to its high
commercial value and enjoyable properties, and production peaked in the
19th century. In the study, the areas where tobacco farming was carried out in
the Anatolian lands of the Ottoman Empire in 1909, 1913 and 1914, and the
amount and production value of tobacco were discussed. In this context,
academic theses, articles and books, especially the official statistics published
within the scope of the literature research, were examined, and the data
obtained were interpreted by statistical data analysis method.
Keywords:
Tobacco, Ottoman Empire,
discoveries.
agriculture,
geographical
Dr.; Erbaa Fatih Anadolu Lisesi,
[email protected].
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 387
376
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
Giriş
Anavatanı Peru ya da Antiller olan tütün, Coğrafi Keşifler ile birlikte İspanyol gemiciler
tarafından Avrupa’ya getirilmiştir (Bulut, 2006, s. 207). Kızılderililerin, Avrupalılar kıtaya
gelmeden çok önceleri tütün kullandıkları bilinmektedir. Kızılderililer arasında genellikle
deneyimli şamanlar tarafından ayinlerde kullanılan tütünü, Avrupalılar eğlence ve vakit
geçirme amaçlı kullanmışlardır (URL1).
Bilimsel adı kısaca Nicotiana olan tütün, patlıcangiller familyasındandır (Yılmaz, 2005, s.
1). Tek yıllık bir bitki olan tütün kısa bir sürede yetişir. Dünyada en çok rağbet gören ve ticari
değeri fazla olan türü Nicotina Tabacum’dur (Bulut, 2006, s. 207). Kimyasal olarak % 90
oranında su ve % 10 oranında organik ve mineral maddeler içerir (Yılmaz, 2005, s. 1). Genel
anlamda bir subtropikal iklim bitkisi olan tütün tohumunun çimlenme süresi arazinin iklim
yapısına göre değişiklik gösterir. Bu süre sıcak bölgelerde ortalama 80-90 günü bulurken, soğuk
bölgelerde 200 günü bulabilir (Bulut, 2006, s. 208). Çiçekleri yazın açan, 1-1,5 m boylarında bir
yıllık kültür bitkisidir (Şekil 1).
Şekil 1: Tütün bitkisi (Kaynak: Anonim).
Yetişmesi için yıllık ortalama 500-600 mm. yağış yeterli olup, yazın kuraklık ister.
Şiddetli rüzgârlar tütün yapraklarının yırtılmasına neden olabileceği için zararlıdır (Taşlıgil,
1992, s. 130). Don olayından olumsuz etkilendiği için, dikim işleri daha çok mayıs ayında
gerçekleştirilir. Tütün yetiştiriciliği makineli tarımdan ziyade, el işçiliğiyle ve aile işletmeciliği
şeklinde yapılır. Temmuz ayından itibaren sabahın erken saatlerinde hasat edilmeye başlanır.
Hasat edilen tütünler bir ipe dizilerek aran ya da salaç adı verilen (Şekil 2) yerlerde kurumaya
bırakılır. Aşırı yaz sıcaklıklarından pek hoşlanmayan tütün bitkisinin optimum yetişme sıcaklığı
18-27 °C arasındadır (Taşlıgil, 1992, s. 130). Yıllık ortalama sıcaklığı 13 °C’den daha yüksek
yerlerde yetişebilmesine karşın, kalitesinin düşmemesi için genellikle devlet eliyle üretimi
sınırlandırılır. Kalitesi üzerinde iklim ve toprak şartlarının belirgin etkisi vardır. Özellikle su
tutmayan, humuslu ve kumlu-tınlı topraklarda kalitesi yükselir.
388 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
377
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
Şekil 2: Tütün Kurutulan Salaç Örneği (Yusuf Yılmaz Arşivi).
Tütün genellikle kurutulmuş yapraklarının yakılarak çıkan dumanın içe çekilmesi ya da
tozlarının buruna çekilmesi (enfiye) şeklinde kullanılır. Dünyada en çok sigara ya da puro
üretiminde kullanılan tütün, tohumlarındaki yüksek yağ (% 35-45 arası) oranı nedeniyle sabun
ve boya üretiminde de değerlendirilmektedir. Ayrıca verem hastalığının tedavisinde kullanılan
phytin maddesi de tütün bitkisinden elde edilir (Bulut, 2006, s. 208). Sigarada bulunan nikotin
(C₁₀ H₁₄ N₂) bir tür zehir olup, içildiğinde doğrudan kana karışır ve bu yüzden sağlığa zararlıdır
(Bulut, 2006, s. 208). Bu sebepten dolayı sigara içilmesi ya da tütün mamulleri kullanılması
tarih boyunca pek çok ülkede zaman zaman yasaklanmıştır.
Ülkemizde Osmanlı’dan beri aroması güzel, küçük ve ince yapraklı şark tipi adı verilen
tütünler üretilmektedir. Bu tip tütünler kuraklığa alışkın oldukları için sulamadan da
yetiştirilebilir (URL1).
Materyal ve Yöntem
Bu araştırmanın temel amacı, Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde çeşitli
yıllarda (1909, 1913 ve 1914) yapılan tarım sayımlarına göre Anadolu topraklarında tütün
tarımının yapısını, üretim miktarını ve dağılımını coğrafi bakışla ele almaktır. Bu kapsamda,
öncelikle geniş bir literatür taraması yapılarak, konuyla ilgili resmi istatistik, akademik tez,
makale ve kitaplar incelenmiştir.
Çalışmada nitel araştırma yöntemi kullanılmıştır. Bir konuyu derinlemesine
incelemesinden dolayı alan araştırması adı da verilen nitel araştırmalarda genellikle gözlem,
görüşme, doküman ve söylev analizi gibi nitel veri toplama teknikleri kullanılır (Baltacı, 2019,
s. 369-370; Altunışık, 2007, s. 91-96). Bu bağlamda çalışmada nitel veri toplama tekniklerinden
doküman incelemesinden yararlanılmıştır. Bu hususta elde edilen ve incelenen en önemli
kaynak, Başbakanlığa bağlı Devlet İstatistik Enstitüsü’nün (DİE)1 yayınladığı Osmanlı Dönemi
Tarım İstatistikleri 1909, 1913 ve 1914 adlı çalışmadır. Bundan başka konuyla ilgili
1
Bu kurumun adı daha sonra Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) olarak değiştirilmiştir.
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O378
O K 389
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
yayımlanmış akademik tezler, makaleler ve bildiriler de ayrıntılı bir şekilde incelenerek
yorumlanmıştır. Çalışmada tütün yetiştirilen yerleşim alanlarının isimleri, resmi istatistik
yayınında olduğu gibi bugünkü adlarıyla aktarılmıştır. Çalışmanın yazım aşamasında, derlenen
bu veriler coğrafi bir bakış açısıyla kaleme alınmıştır. Ayrıca çalışma, coğrafya çalışmalarda
oldukça yaygın kullanılan tablo, harita ve grafiklerle desteklenmiştir.
Bulgular
1. Osmanlı Tarım Politikası ve Tütünün Osmanlı Topraklarına Girişi
Osmanlı ekonomisi büyük oranda tarıma dayandığı için, tarımdan çeşitli vergiler
alınmıştır (Ünal, 2012, s. 45). İaşe meselesi, yani şehirlerin, payitahtın ve ordunun gıda
ihtiyacını karşılamak devletin birinci önceliği olduğu için, özellikle hububat (tahıl) maddelerinin
ihracatı uzun süre yasaklanmıştır (Ünal, 2012, s. 45). Osmanlı tarım politikası çiftçileri
korumaktan ziyade, halkın ve ordunun gıda ihtiyacını sağlamaya yönelik olduğundan, narh ve
tavan fiyat uygulamalarıyla piyasa sürekli kontrol edilmiştir (Ünal, 2012, s. 46).
1913/1914 mali yılında tarımın Osmanlı ekonomisindeki yeri şu şekildeydi:
Milyon krş.
Tarımsal üretim değeri
11.757
Tarımsal ihracat
2.057
Tarımsal ithalat
1.357
Tarımın bütün sektörler içindeki üretim payı
% 6,1
(Eldem, 1994, s. 7).
Büyük vilayetlerde tarım topraklarının büyük bir kısmı tahıllara ayrılmıştır (Güran,
1998, s. 75). Genel anlamda üretimde ilk sırada buğday gelirken, ikinci sırayı Anadolu’da arpa,
Rumeli’de ise mısır almaktaydı (Güran, 1998, 75-76). Ancak 1913/14 döneminde en çok
yetiştirilen tarım ürünü zeytin iken, buğday üçüncü sırayı almıştır (Tablo 1). 1914/15
döneminde ise buğday üretimi bir önceki döneme göre % 39’luk bir artışla ilk sıraya
yükselmiştir. Konumuzla doğrudan alakalı olan tütün üretimi ise 1913/14 döneminde 53 milyon
kıyye iken, 1914/15 döneminde % 19’luk azalışla 43 milyon kıyye olarak gerçekleşmiştir.
Tablo 1: Osmanlı İmparatorluğu’nda Tarım Ürünlerinin Üretim Miktarları.
Ürün
1913/14
1914/15
Fark %
Buğday (milyon kile)
163
225
+39
Diğer hububatlar
(milyon kile)
Bakliyat (milyon kıyye)
156
164
+5
157
182
+16
Köklü gıda maddeleri
(Milyon kıyye)
Zeytin (Milyon kıyye)
185
181
-2
255
138
-85
Tütün (Milyon kıyye)
53
43
-19
Pamuk (Bin balya)
120
135
+12
Kaynak: Eldem, 1994, s. 37
390 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
379
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
Hezarfen Hüseyin Efendi’ye göre, tütün bitkisi H. 1007 (1598) yılı başında İngilizler
tarafından Osmanlı topraklarına getirilmiş ve bazı hastalıklara şifa verdiği belirtilerek satılmıştır
(H. Efendi’den aktaran Yılmaz, 2005, s. 16)2. Tütünün Osmanlı topraklarına girmesiyle beraber,
yine Avrupalı tüccarlar tarafından başta İstanbul olmak üzere büyük şehirlerde tüketimi
yaygınlaşmıştır. Osmanlı’da tütün yetiştiriciliği 17. yy başlarında ilkin bağ ve bahçelerle, evlek
adı verilen 1/4 dönümden daha küçük alanlarda deneme şeklinde başlamıştır (Yılmaz, 2005, s.
37). Kullanımı, üretimi ve ticaretinin yasaklandığı 1609-1649 yılları arasında tütün yetiştirilen
toprakların alanı aynı kalmışken, yasak kalktıktan sonra giderek artmıştır (Yılmaz, 2005, s. 37).
Osmanlı’da ilk tütün sayımının yapıldığı 1691 yılına ait tütün tahririnde, tütün yetiştirilen 41
kaza yerleşmesine bağlı 819 köyde, 10.487 çiftçinin, 10.177 dönümlük bir alanda ekim yaptığı
tespit edilmiştir (Yılmaz, 2005, s. 37).
Tütün kullanımı veya yetiştiriciliği pek çok devlette olduğu gibi, Osmanlı yönetimi
tarafından da zaman zaman yasaklanmıştır. Tütünü ilk yasaklayan Osmanlı padişahı Sultan 1.
Ahmet (1609) olmuştur (Yılmaz, 2005, s. 17). Daha sonra 2. Osman (1618-1622) ve 4. Murat
(1623-1640) dönemlerinde de yasaklanmıştır.
2. 1909 Yılı Tarım Sayımına Göre Osmanlı’da Tütün Üretimi ve Dağılışı
Osmanlı İmparatorluğu’ndaki ilk ciddi tarım sayımı 1909 yılında gerçekleştirilmiştir.
Bu sayımlarda imparatorluk genelinde ekonomik amaçlı ekimi yapılan bütün tarım ürünleriyle,
yetiştirilen bütün hayvanların sayımı yapılmıştır. Osmanlı topraklarının büyük çoğunluğu başta
buğday olmak üzere, tahıllara ayrılmıştır. Bunun nedeni nüfusun temel gıda ihtiyacının
karşılanmak istenmesidir. Tahıllar dışında, baklagiller, yumrulu (köklü) bitkiler, zeytin, tütün ve
pamuk da önemli miktarda yetiştirilen diğer tarımsal ürünlerdir. Çalışma konumuzu oluşturan
tütün üretimi ve dağılımı incelenecek olursa; 1909 yılında Anadolu’da toplam 71334,8 ha
(713.348 dönüm) alanda, 31.237 ton tütün üretimi yapılmıştır (Tablo 2).
Tablo 2: Osmanlı İmparatorluğu’nda Tütün Ekim Alanları ve Üretim Miktarları (1909).
Üretim Yeri
Ekim alanı
(ha)
Adana
Amasya
Ankara
Antalya
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Gaziantep
264,8
397,4
92,4
31,5
468,4
4605
218,3
55,5
83,2
135
12,5
567,5
88
4,2
240,8
314
220
500
100
Üretim
Miktarı
(Ton)
257
31
61
28
410
1992
149
7
46
40
3
189
31
3
100
226
70
38
321
Üretim Yeri
Ekim alanı
(ha)
İzmir
Kastamonu
Kırklareli
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Mardin
Muğla
Muş
Niğde
Rize
Samsun
Siirt
Sinop
Siverek
Şebinkarahisar
Tekirdağ
2071,1
2,6
120
2243,8
416,4
126,5
6550
1087,3
1154,8
3002,2
190,6
10
250
8828
367,5
272,2
2000
33,6
24
Üretim
Miktarı
(Ton)
1958
2
64
2129
276
35
1161
359
229
953
141
3
2
5744
35
264
96
19
3
Detaylı bilgi için bk. H Hüseyin Efendi, Telhisü’l-Beyan Fi Kavânin-i Al-i Osman (haz.) Sevim İlgürel, 1998,
s.274-275.
2
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O380
O K 391
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
Gelibolu
Hakkari
Isparta
İçel
İstanbul
5329,5
1437,8
140
23,5
753,4
6229
580
62
13
306
Tokat
Trabzon
Tunceli
Van
TOPLAM
3921,5
3019,9
875
45,1
71334,8
3516
2855
148
37
31.237
Kaynak: Güran, 1997, s. 50-51.
Tablo 2 incelendiğinde; o dönem Osmanlı’nın Anadolu topraklarında tütün üretilen
yerleşme sayısı 47 olup, en çok tütün üretilen yerler sırasıyla İstanbul (7534 ton), Gelibolu
(6229 ton) ve Samsun (5744 ton)’dur. Ekim alanlarına bakıldığında ilk sırada Samsun (8828 ha)
gelirken, bu yerleşmeyi Malatya (6550 ha) ve Gelibolu (5329,5 ha) izlemektedir.
3. 1913 Yılı Tarım Sayımına Göre Osmanlı’da Tütün Üretimi ve Dağılışı
Osmanlı’da ikinci tarım sayımı olan 1913 yılı tütün tarımıyla ilgili veriler
incelendiğinde, Anadolu’da 45 yerleşmede toplam 59410,1 ha.’lık bir alanda, 41.692
ton tütün üretilmiştir (Tablo 3). Bu 45 yerleşme içinde Elazığ ve Şanlıurfa’da ekim
yapılmasına rağmen, üretim gerçekleşmemiştir. Üretim 43 yerleşmeyi kapsamaktadır.
Bir önceki sayım dönemi olan 1909 yılı verileriyle karşılaştırıldığında, 1913 yılında
tütün ekim alanında yaklaşık 11.925 dönüm (% 16,7) azalma olmasına karşın, üretim
miktarında 10,455 ton’luk (% 33,5) bir artış gerçekleşmiştir.
Tablo 3: Osmanlı İmparatorluğu’nda Tütün Ekim Alanları ve Üretim Miktarları (1913).
Üretim Yeri
Ekim alanı
(ha)
Adana
Afyon
Amasya
Ankara
Antalya
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Gaziantep
Gelibolu
Isparta
İçel
İstanbul
İzmir
272,9
45
123
330
25
178,7
2032,8
777,7
1214,4
17
2212,7
332,7
20
333,2
556
43,8
0,8
50
28,2
150
11
540,1
13660,2
Üretim
Miktarı
(Ton)
152
85
117
46
27
153
1687
842
1836
8
1542
88
2
271
241
9
128
24
92
10
867
6579
Üretim Yeri
Ekim alanı
(ha)
Kayseri
Kırklareli
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
K. Maraş
Mardin
Muğla
Rize
Samsun
Sinop
Siverek
Şebinkarahisar
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Van
Yozgat
TOPLAM
500
43,5
2436,8
195
60
2014,7
1859,4
100
3042
3612
2
8626,2
3660
3005
115
268,7
4139,5
2475,6
200
10
34,4
55,1
59410,1
Üretim
Miktarı
(Ton)
96
49
2830
250
62
2964
1908
128
2066
2294
3
8417
480
393
34
110
4111
492
123
24
49
41692
Kaynak: Güran, 1997, s. 117-120.
Yukarıdaki tablo incelendiğinde, 1913 yılında Osmanlı döneminde Anadolu’da en çok
tütün ekiminin yapıldığı yer İzmir (13660,2 ha) iken, onu sırasıyla Samsun (8626,2 ha) ve Tokat
(4139,5 ha) takip etmiştir. Üretim miktarına göre dağılış incelendiğinde ise, aynı yıl en çok
392 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
381
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
tütün üretilen yerlerin sırasıyla Samsun (8417 ton), İzmir (6579 ton) ve Tokat (4111 ton) olduğu
göze çarpmaktadır.
4. 1914 Yılı Tarım Sayımına Göre Osmanlı’da Tütün Üretimi ve Dağılışı
Osmanlı’da üçüncü tarım sayımı olan 1914 yılı tütün tarımıyla ilgili veriler
incelendiğinde, Anadolu’da 41 yerleşmede toplam 55042,1 ha’lık bir alanda, 35.824 ton
tütün üretilmiştir (Tablo 4). Bu yerleşmeler içinde Hatay’da ekim yapılmasına rağmen
üretim gerçekleşmemiştir. Üretim 40 yerleşmeyi kapsamaktadır. Bir önceki sayım
dönemi olan 1913 yılı verileriyle karşılaştırıldığında, 1914 yılında, bir önceki yıla göre
hem tütün ekim alanında, hem de üretim miktarında azalma yaşanmıştır. Ekiliş alanında
bir önceki yıla göre 4368 ha’lık (% 7,4), üretim miktarında ise 5868 ton’luk (% 14) bir
azalma yaşanmıştır. Bu durum üzerinde 1. Dünya Savaşı’nın başlamış olmasının
etkisinden bahsedilebilir.
Tablo 4: Osmanlı İmparatorluğu’nda Tütün Ekim Alanları ve Üretim Miktarları (1914).
Üretim Yeri
Ekim Alanı
(ha)
Afyon
Amasya
Ankara
Antalya
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Eskişehir
Gelibolu
Hatay
Isparta
İstanbul
11
287,4
3
139,5
256,3
2941,9
1409,9
3213,9
17
1792
178
10
284,2
965
84,5
400
300
89,7
60
681
681
Üretim
Miktarı
(Ton)
11
214
1
79
137
1321
286
1295
8
1611
65
1
348
162
53
28
128
21
50
532
Üretim Yeri
Ekim Alanı
(ha)
İzmir
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Maraş
Mardin
Muğla
Samsun
Sinop
Siverek
Şebinkarahisar
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Yozgat
TOPLAM
6607
125,9
20
1970,4
90
60
629,7
2003,1
920
2519
3320,5
8875,7
1850
1511
30
516,1
3762,3
6776
275
56,1
55042,1
Üretim
Miktarı
(Ton)
4884
188
3
2395
58
38
373
1592
40
1804
1476
8551
391
199
13
491
3341
3510
74
49
35.824
Kaynak: Güran, 1997, s. 190-191.
Tablo incelendiğinde; 1914 yılında Anadolu’da en çok tütün ekim alanının en çok
olduğu yerler sırasıyla Samsun (8875,7 ha), Trabzon (6776 ha) ve İzmir (6607 ha)’dir. En çok
tütün üretilen yerler ise, Samsun (8551 ton), İzmir (4884 ton) ve Trabzon (3510 ton)’dur.
Tarım sayımlarında önemli olan verilerden biri de, yetiştirilen ürünün hektar başına
düşen üretim miktarıdır. Bu veri ha/kg olarak ifade edilmektedir. Sayım dönemlerine ait
tarımsal veriler hesaplandığında, önemli bir veride hektar başına verimdir. Üç sayım döneminde
de Anadolu’da tütün ekim alanlarında hektar başına verim ele alındığında; 1909 yılında 649
kg/ha iken, 1913 yılında 764 kg/ha, 1914 yılında ise 708 kg/ha olarak gerçekleşmiştir (Tablo 5).
Buna göre tütün üretiminde en yüksek verim 1913 yılında gerçekleşmiştir.
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O382
O K 393
Tablo 5: Tarım Sayımlarına Göre Osmanlı Devleti’nin Anadolu Topraklarında Tütün Verimi (19091913-1914).
Ürün
Tütün
Ekim
Alanı
(Ha)
71334,8
1909
Üretim
Miktarı
(Ton)
31.237
Verim
(ha/kg)
649
Ekim
Alanı
(Ha)
59410,1
1913
Üretim
Miktarı
(Ton)
41.692
Verim
(ha/kg)
764
Ekim
Alanı
(Ha)
55042,1
1914
Üretim
Miktarı
(Ton)
35.824
Verim
(ha/kg)
708
Kaynak: Güran, 1997, s. 19.
Kaynaklar
Bulut, İ. (2006). Genel tarım bilgileri ve tarımın coğrafi esasları (Ziraat Coğrafyası). Ankara:
Gündüz Eğitim ve Yayıncılık.
Çağlar K. ve Faruk T. (ed.) (1998). Osmanlı’da toprak mülkiyeti ve ticari tarım. Zeynep Altok
(çev.), İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları.
Doğanay, H. (2011). Türkiye ekonomik coğrafyası. Ankara: Pegem Akademi Yayınları.
Eldem, V. (1994). Harp ve mütareke yıllarında Osmanlı İmparatorluğu’nun ekonomisi. Ankara:
TTK Yayınları.
Genç, M. (2014). Osmanlı İmparatorluğu’nda devlet ve ekonomi. İstanbul: Ötüken Yayınları.
Güran, T. (1997). Osmanlı dönemi tarım istatistikleri 1909, 1913 ve 1914. Tarihi istatistikler
dizisi. 3. Cilt, Ankara: T.C. Başbakanlık Devlet İstatistik Enstitüsü Yayınları.
Güran, T. (1998). Osmanlı tarımı üzerine araştırmalar. İstanbul: Eren Yayınları.
Kasaba, R. (1993). Osmanlı İmparatorluğu ve dünya ekonomisi-ondokuzuncu yüzyıl. Kudret
Emiroğlu (çev.), İstanbul: Belge Yayınları.
Kepenek, Y. ve Yentürk, N. (2001). Türkiye ekonomisi. İstanbul: Remzi Kitabevi.
Pamuk, Ş. (2007). Osmanlı-Türkiye iktisadi tarihi 1500-1914. İstanbul: İletişim Yayınları.
Pamuk, Ş. (2009). Türkiye’de tarım ve iktisadi gelişme (1880-2000). Mülkiye Dergisi,
XXXIII(262), 63-77.
Pamuk, Ş. (2016). Osmanlı ekonomisi ve kurumları. İstanbul: İş Bankası Yayınları.
Taşlıgil, N. (1992). Türkiye’de tütün ziraati. Türk Coğrafya Dergisi, 27, 129-138.
Ünal, M. A. (2012). Osmanlı sosyal ve ekonomik tarihi. İstanbul: Paradigma Yayınları.
Yılmaz, F. (2005). Osmanlı İmparatorluğu’nda tütün: sosyal, siyasi ve ekonomik tahlili (16001883). Yayınlanmamış Doktora Tezi, İstanbul: Marmara Üniversitesi Türkiyat
Araştırmaları Enstitüsü.
tr.wikipedia.org./wiki/Tütün. Erişim Tarihi: 13/05/2020.
383
ABD’DE ORTA-İÇ ASYA TÜRK TARİHİ ÇALIŞMALARININ GELİŞİMİ VE BU
ALANDA HİZMET VEREN BAZI KURULUŞLAR
İzzet Gökhan ŞİMŞEK
Öz
Dünya tarihi genel olarak ele alındığında, Türk tarihi de dünya tarihinin
önemli bir parçası olarak kabul edilmekte ve Asya’dan Güney Amerika’ya
uzanan, hemen her kıtanın her bölgesinde süregelmiş bir tarihsel birliktelik
görülmektedir. Tarih bilimi de, bu tarihsel birlikteliği sosyal, kültürel, politik
vb. alanlar içerisinde incelemekle birlikte, Türk tarihi alanı da birçok ülkede
varlık gösterebilen bir bilim dalı olmuştur. Amerika Birleşik Devletleri
özelinde bakıldığında, Türkoloji çalışmalarının derli toplu olarak başlatılması
20. yüzyılın ortalarına denk gelmektedir. 1920-1945 yılları arasında Osmanlı
tarihi ve modern Türkiye tarihine ait çalışmaların var olduğu bilinse de,
1946’dan önce sistematik bir çalışmalar bütününden söz edilemez. Türk tarihi
alanında profesörlük payesini alan ilk bilim insanı Walter L. Wright Jr.
olmuş, Türk incelemeleri alanında en eski bölüm ise 1949 yılında University
of Washington çatısı altında kurulan “Near Eastern Languages &
Civilization” olmuştur.
Orta ve İç Asya çalışmalarına gelindiğinde ise; bölgeye olan ilginin
Soğuk Savaş döneminde SSCB ile rekabet edilebilmesi adına geliştiği
görülmektedir. Bu duruma binaen, Amerikan Kongresi tarafından 2 Eylül
1958 tarihinde “Ulusal Savunma Eğitim Kanunu” nun (NDEA) çıkartılması
ve yürürlüğe konulması Orta Asya çalışmalarına açılan bir kapı olmuştur.
Hemen ardından, 30 Eylül 1958 tarihinde Ford Vakfı ve ACLS’ye “UralAltay Çalışmaları Raporu” sunulmuştur. Takip eden süreçte, 1962 yılında
Indiana University Bloomington’da göreve başlayan Denis Sinor, İç Asya
çalışmalarının ABD’de yaygınlaşması adına önemli bir basamak olmuştur.
1962’de Indiana University bünyesinde misafir öğretim üyeliği yapmış, daha
sonra Ural-Altay Çalışmaları Bölümü’nü kurarak başkanlığını yapmış ve yine
burada 1981 yılına kadar görev almıştır. 1991 yılında ABD tarafından
çıkartılan “Ulusal Güvenlik Eğitim Programı” çerçevesinde; Amerikan ulusal
güvenliği için önemli olan diller ve kültürleri kapsayan alanlara gidecek
lisans ve lisansüstü derecesinde öğrencileri desteklemenin yanı sıra, bu
alanlarda ABD’de programlar oluşturmak isteyen yüksek öğrenim
kurumlarını desteklemek amacı güdülmüştür.
Anahtar Sözcükler: İç Asya, Orta Asya, ABD, Indiana Üniversitesi,
Türkoloji, Türk tarihi.
THE DEVELOPMENT OF CENTRAL-INNER ASIA TURKISH
HISTORY STUDIES IN THE USA AND SOME ORGANIZATIONS
SERVING IN THIS FIELD
Abstract
When world history is taken into consideration in general, Turkish history
is accepted as an important part of world history and a historical unity is seen
in almost every region of every continent extending from Asia to South
America. In the science of history, this historical partnership is social,
cultural, political, etc. although it has been studied within the fields, the
Turkish historical field has also been a branch of science that can exist in
Yüksek Lisans Öğrencisi; Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tarih Anabilim Dalı,
[email protected].
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 395
384
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
many countries. Specific to United States of America, Turcology studies
started orderly in the middle of the 20th century. Although it is known that
there are studies of Ottoman history and modern history of Turkey between
the years of 1920-1945, there cannot be the bunch of systematic studies
before 1946. The first scientist to receive a professorship in the field of
Turkish history who is called Walter L. Wright Jr. and the oldest department
in the field of Turkish studies was "Near Eastern Languages & Civilization",
which was established led by University of Washington in 1949.
As for Central and Inner Asian studies, it is seen that interest in the region
developed in order to compete with the USSR during the Cold War. Based on
this situation the adoption and enactment of the “National Defense Education
Act” (NDEA) by the American Congress on September 2, 1958 was a
gateway to Central Asian Studies. Immediately after, "Ural-Altay Studies
Report" was submitted to Ford Foundation and ACLS on September 30,
1958. In the following period, Denis Sinor, who started to work at Indiana
University Bloomington in 1962, became an important step for the
dissemination of Inner Asia studies in the USA. In 1962, he worked as a
visiting lecturer at Indiana University, later founded and chaired the
Department of Ural-Altaic Studies, where he also served until 1981. As part
of the “National Security Education Program” issued by the United States in
1991, it was aimed to support undergraduate and graduate students who will
go to areas covering languages and cultures that are important to American
national security, as well as to support higher education institutions that want
to create programs in these areas in the United States.
Keywords: Inner Asia, Central Asia, USA, Indiana University,
Turcology, Turkish history.
Dünya tarihine genel bir bakış atıldığında, Türkler ve Türk soylu toplulukların da tarih
bilimi içerisinde kendine yer edindiği görülmektedir. Orta Asya’dan Avrupa’ya kadar geniş bir
coğrafya içerisinde varlık göstermiş ve göstermekte olan Türkler, Türklerin yaşayışları, tarihleri,
kültürleri vb. alanları kapsayan “Türkoloji” alt bilim dalı özelinde incelenilmektedirler.
Avrupa’da Türkoloji çalışmalarının temellerinin atılması, Haçlı Seferleri (1096-1291)
dönemine dayandırılabilir (Soysal ve Eren, 1977, s. 3). Orta ve İç Asya ile ilgili bilgiler ise;
1246 yılında Papa IV. Innocentus’un elçisi olarak Karakurum’da Kubilay Han’ı ziyaret eden
Plano de Carpini1, 1253-55 yılları arasında Volga Tatarları ve Karakurum’u ziyaret eden
Felemenkli Vilhelm von Ruysbroek2, 1275’te Kubilay Han’ı ziyaret eden Venedikli Marco
Polo3’nun eserlerinden edinilmiştir. Bizans’ın yıkılışından sonraki dönemde, Türkler hakkındaki
bilgiler genel olarak Osmanlı Devleti’ne sınır olan İtalya’dan Avrupa’ya giriş yapmıştır.
(Karakaş, 2006, s. 258)
Türkoloji alanında sistematik çalışmalar ilk olarak 1795 yılında Fransa’da kurulan
“Ecole Spéciale des Langues Orientales Vivantes” (Modern Doğu Dilleri Okulu) bünyesinde
başlamış ve böylece Fransa Avrupa’daki Türkoloji ekolü yaratabilen ilk ülke konumuna sahip
olmuştur (Soysal ve Eren, 1977, s. 3; Karakaş, 2006, s. 262). Avrupa’da Birleşik Krallık ve
Kuzey Amerika’da ABD ise Türkoloji araştırmaları yapan devletler arasında en geç kalan
ülkeler olmuş, fakat 20. yüzyıl ile birlikte bu alanda ivme yakalayan bir ülke konumuna
ulaşmışlardır (Soysal ve Eren, 1977, s. 4). ABD’nin Orta Asya bölgesiyle ilgili çalışmalara
Ystoria Mongolarum
De Moribu Tartarorum: Itinerarum Orientis
3
Il Milione
1
2
396 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
385
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
verdiği destek, sınırlar ötesi savunma hattı ve bu bölgelerde ABD’yi destekleyen lobiler
oluşturma amacını gütmüştür.
Türkoloji biliminin içerisinde yer alan ve tarih, halkbilim, coğrafya, sosyoloji vb.
bilimsel dallardan beslenen “İç Asya” teriminin ortaya çıkışı ise ilk defa Macar Oryantal Bülteni
“Turán” dergisi ile birlikte olmuş ve Macar Louis Ligeti tarafından 1940 yılında Budapeşte
Üniversitesi çatısı altında İç Asya Kürsüsü kurulmuştur (Sakallı, 2011, s. 4).
Amerika Birleşik Devletleri özelinde bakıldığında, Türkoloji çalışmalarının derli toplu
olarak başlatılması II. Dünya Savaşı sonrasına denk gelmiştir. ABD genelinde 1920-1945 yılları
arasında Osmanlı ve modern Türkiye tarihine ait çalışmalar olsa da, 1946’dan önce sistematik
bir çalışmalar bütününden söz edilemez. Bunun yanında, Türk tarihi alanında profesörlük
payesini alan ilk bilim insanı Walter L. Wright Jr. olmuştur. Ayrıca, 1962 yılında Indiana
University Bloomington’da göreve başlayan Denis Sinor, İç Asya çalışmalarının ABD’de
yaygınlaşması adına önemli bir basamak olmuştur (Reed, 1997, s. 15-18).
17 Nisan 1916 doğumlu olan Sinor, 1938 yılında Budapeşte Üniversitesi’ni birincilikle
bitirerek 1948 yılında Cambridge Üniversitesi’nde yüksek lisans yapmıştır. 1955-1962 yılları
arasında Royal Asiatic Society’nin sekreterliği görevini yürütmüş ve adına “Denis Sinor Medal
for Inner Asian Studies” madalyası verilmeye başlanmıştır. 1962’de Indiana University
bünyesinde misafir öğretim üyeliği yapmış, daha sonra Ural-Altay Çalışmaları Bölümü’nü
kurarak başkanlığını yapmış ve yine burada 1981 yılına kadar görev almıştır. Bölüm, Sinor’un
çalışmaları sayesinde dünya çapında ün kazanmış ve ismi Central Eurasian Studies (CEUS)
olarak değiştirilmiştir (Coşkun, 2016, s. 516).
Halil İnalcık ve Şinasi Tekin gibi değerli akademisyenlerin de ABD’de bulunan
üniversitelerde görev yapmalarıyla Türkoloji ve Türk tarihi alanlarındaki gelişme evresi devam
etmiştir. Bunun yanında, Richard N. Frye Princeton University Near East Program (Princeton
Üniversitesi Yakın Doğu Programı) bünyesinde İran ve Orta Asya Türk tarihi çalışmalarını
yürütmüştür. Kemal H. Karpat ise “Association for Central Asian Studies” (İç Asya Çalışmaları
Kurumu-ACAS) başkanlığını yürütmüştür. Bunun yanında, Fransa’dan ABD’ye gelen Fransız
Alexandre Benningsen Rusya ve İç Asya Müslümanları uzmanı olarak University of Chicago’da
görev yapmıştır (Reed, 1997, s. 18-21; Kaya, 2014, s. 142).
Orta Asya çalışmalarına gelindiğinde ise, bölgeye olan ilginin Soğuk Savaş döneminde
SSCB ile rekabet edilebilmesi açısından, dönemin devlet başkanı Dwight D. Einshower
tarafından ulusal eğitimin güçlendirilebilmesi, yabancı diller alanında çalışan bilim insanlarına
kaynak sağlanabilmesi ve öğrencilere maddî kaynak sağlanabilmesi amacıyla Amerikan
Kongresi’ne talepte bulunulmuştur. Buna binaen, 2 Eylül 1958 tarihinde “Ulusal Savunma
Eğitim Kanunu ” (NDEA) çıkartılmış ve yürürlüğe konulmuştur. Alanın gelişmesi için politik
desteğin yanında, Batı Avrupa ve Türkiye’den ABD’ye giden alanında uzman bilim insanlarının
katkıları da yadsınamaz bir yer kaplamaktadır (Sakallı, 2011, s. 5; Reed, 1997, s. 23).
Bu gelişmeleri takip eden süreçte, 1960’lı yıllardan başlayarak SSCB sınırları içerisinde
yaşayan Türk halkları hakkında ayrıntılı birtakım çalışmalar yapılmaya başlanılmıştır. Sürece
bir başka destek de, Amerikan Bilim Toplulukları Konseyi’nin (ACLS) “Ural ve Altay Dilleri
Araştırmaları” programı da, Ford Vakfı destekli Columbia University in the City of New
York’un yeni kurulmuş olan Ural-Altay Dilleri bölümü ve vakıf üyesi Dr. Cleon O.
Swayzee’nin katkılarıyla Ural-Altay alanında çalışan bilim adamlarının konferansa çağırmasını
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O386
O K 397
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
takip eden süreçte, 30 Eylül 1958’de Ford Vakfı ve ACLS’ye “Ural-Altay Çalışmaları Raporu”
sunulmuştur. 1960’lı yıllarda Denis Sinor’un Indiana University Bloomington’a gelişiyle
birlikte, Altayistik çalışmaları da hız kazanmaya başlamıştır. Ayrıca, üç yılda bir toplanan
Oryantalistler Kongresi’nin yetersiz görülmesi üzerine, yıllık konferanslar verilmesi gayesi
üzerine Uluslararası Daimi Altayistik Konferansı (PIAC) kurulması kararlaştırılmıştır (Sakallı,
2011, s. 6-9).
1991 yılında çıkarılan “Ulusal Güvenlik Eğitim Programı” çerçevesinde, Amerikan
ulusal güvenliği için önemli olan diller ve kültürleri kapsayan alanlara gidecek lisans ve
lisansüstü derecesinde öğrencileri desteklemenin yanı sıra bu alanlarda ABD’de programlar
oluşturmak isteyen yüksek öğrenim kurumlarını desteklemek amacı güdülmüştür. Bu
programlar, federal bir nitelik taşıyan National Security Education Program (NSEP) tarafından
desteklenmiş ve yakinen takip edilmiştir (Sakallı, 2011, s. 9-10).
ABD’nin II. Dünya Savaşı sonrası itibarıyla yaptığı bu politik ve bilimsel hamlelerin
asıl amacı, SSCB’ye karşı Orta Asya’da kendine hamle alanı yaratabilmek ve bölgede lobiler
oluşturarak kalıcılığını sağlayabilmektir.
Türk incelemeleri alanında en eski bölüm 1949 yılında University of Washington çatısı
altında kurulan “Near Eastern Languages & Civilization” olmuştur. Bölümde genel olarak Orta
Asya dilleri çalışılsa da, Orta Asya ile ilgili disiplinler arası çalışmalara da yer verilmektedir
(Erişim Adresi : https://nelc.washington.edu/programs/turkic).
İç Asya araştırmaları alanında tanınan ve birçok eser ile alana katkıda bulunan
kurumlardan birkaçı da Indiana University Bloomington çatısı altında faaliyet göstermektedir.
Bu kurumlardan bir tanesi, 1962 yılında “Ural-Altay Dilleri ve Bölgesi Merkezi” adıyla
kurulmuş, 1981 yılında ise hâli hazırda ABD Eğitim Bakanlığı tarafından desteklenmekte olan
“Inner Asian and Ural National Resource Center (İç Asya ve Ural Ulusal Kaynak MerkeziIAUNRC)’dir. Kurumun amacı, İç Asya-Ural bölgeleri ve halklarının araştırılması için yüksek
öğrenim kurumlarına az bilinen yabancı dillerin öğretimi, disiplinler arası çalışmaların
desteklenmesi, orta öğretim kurumları için ders materyalleri geliştirilmesi gibi konularda
kaynak yaratmaktır. Merkez, bölge araştırmalarıyla ilgili yüz binden fazla elektronik ve basılı
kaynağa sahiptir (Sakallı, 2011, s. 11-12).
Indiana University Bloomington bünyesinde bulunan başka bir kurum ise “Department
of Central Eurasian Studies” (Orta Avrasya Çalışmaları Bölümü-CEUS) adı ile hizmet
vermektedir. 1943 yılında “Orta Avrasya Dilleri Ordu Özel Eğitim Programı” adıyla kurulan
kurum, 1956-1965 yılları arasında Ural-Altay Araştırmaları Programı olarak faaliyet göstermiş
ve 1993 yılına gelindiğinde ise günümüzdeki ismi olan “Orta Avrasya Çalışmaları Bölümü” ne
evrilmiştir. Çeşitli bilim dallarında lisans ve lisansüstü programlara sahip olan bölümde
öğrenciler, bir bölge ve bir dil seçerek alanda uzmanlaşma yolunu takip etmektedirler (Sakallı,
2011, s 12).
Bu kuruluşların yanında, İç Asya ile ilgili önemli tarihsel ve kültürel çalışmalar
yapmakta olan “Sinor Research Institute for Inner Asian Studies-SRIFIAS) ise üniversite çatısı
altında faaliyet gösteren başka bir enstitüdür. İçerisinde nadir eserlerin de bulunduğu 12.000
ciltlik bir kütüphanenin yanı sıra, kütüphane içerisinde “Central Asian Archive” (Orta Asya
Arşivi), “Turkish Folklore Archive” (Türkçe Folklor Arşivi) ve “Xinjiang Police Dossier from
the Cultural Revolution (Kültürel Devrimden Kalma Sincan Polis Dosyaları) gibi özel arşivler
398 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
387
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
de bulunmaktadır. Ayrca enstitünün olanaklarından faydalanmak isteyen akademisyenler de
desteklenmektedir (Sakallı, 2011, s. 14).
Materyal basımı konusunda ise 172 kitaplık “Uralic & Altaic Books” (Ural ve Altay
Kitapları) serisi, 20-100 sayfa arası makalelerden meydana gelen ve Genel, Eski İç Asya, Orta
Asya, Moğolistan ve Tibet, Altayistik Çalışmaları adlı 40 adet kitapçıktan oluşan“Papers on
Inner Asia” (İç Asya Üzerine Makaleler) ve son olarak “Reprint Series” (Tekrar Basım Dizisi)
adı altında 44 adet kitapçık öne çıkmaktadır (Sakallı, 2011, s. 14).
Üniversite bünyesinde Orta ve İç Asya ile ilgili diller hakkında eğitim veren bölümler
ise, 1950’den beri faaliyette olan “Slavic, East European and Central Asian Languages” (Slav,
Doğu Avrupa ve Orta Asya Dilleri Yaz Atölyesi-SWSEEL) ve 2002 yılında kurulmuş olan
“Center for the Languages of the Central Asian Regions” (Orta Asya Dilleri MerkeziCeLCAR)’dır (Sakallı, 2011, s. 12-15).
ABD’de varlık gösteren “Orta Asya Araştırmaları İlerleme Birliği” ve “Orta Asya
Çalışmaları Birliği” bilimsel dünya içerisinde kendilerine yeterli bir alan yaratamamışlardır. Bu
durum da, kendi içerisinde Orta Avrasya Araştırmaları Topluluğu (CESS) adlı yeni bir
topluluğun doğmasına olanak sağlamıştır. 1990’ların sonunda Wisconsin Üniversitesi’nde
gerçekleştirilen yıllık atölyeler üzerinden gelişip ortaya çıkan bu topluluk, ilk toplantısını 2001
sonbaharında yapmış ve “Central Asian Studies Review” adlı yayın organını bilim dünyasına
kazandırmıştır (Cutler, 2002, s. 32).
Kaynaklar
Coşkun, V. S. (2016). Sinor, Denis.. (Cilt: EK-2, 516). TDV Yayınları.
Cutler, R. M. Amerika Birleşik Devletleri’nde Orta Avrasya çalışmaları. Yeni Türkiye, 46, 3032.
Karakaş, M. (2006) XX. Yüzyıl Türkoloji çalışmalarında batılı merkezler: Türkolojinin
coğrafyası. Sosyoloji ve Coğrafya içinde (258-271). İstanbul: Kızılelma.
Kaya, M. (2014) Amerika Birleşik Devletleri’nde Türk varlığı ve Türkçe öğretimi. Uluslararası
Türkçe Edebiyat Kültür Eğitim Dergisi, 3(4), 135-147.
Reed, H. A. (1997). Perspectives on the evolution of Turkish studies in North America since
1946. Middle East Journal, 51(1), 15-31.
Sakallı, E. (2011). Amerikan bilim dünyası’nın Türk dünyasına bakışı: Indiana üniversitesinde
Türk kültürü üzerine yayımlanan eserlerin analizi. Yayımlanmamış Doktora Tezi.
İzmir: Ege Üniversitesi.
Soysal, İ. ve Eren, M. (1977). Türk incelemeleri yapan kuruluşlar. Ankara: TTK. Basımevi.
University
of
Washington.
(2020,
20
https://nelc.washington.edu/programs/turkic
Ağustos)
Erişim
Adresi:
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O388
O K 399
TÜRKÇE DERS KİTAPLARINDA YER ALAN YAZMA ETKİNLİKLERİNİN
YARATICI YAZMA BECERİSİNE GÖRE ANALİZİ
Dilara KESKİN
Öz
Temel amacı dinleme, okuma, konuşma ve yazma olmak üzere dört temel
dil becerisi ve diğer zihinsel becerilerin geliştirilmesi olan Türkçe
öğretiminde; iletişim becerisi kazanımı önem arz etmektedir. Bu doğrultuda
ders kitaplarındaki metinler, anlama ve anlatma becerileri için kılavuz
niteliğindedir. Zihinsel becerilerin gelişimiyle birlikte temel dil becerilerin
gelişiminin desteklenmesi çeşitli araçlar ile sağlanır. Dört temel dil
becerilerinden olan “yazma becerisi”, yapılandırmacı yaklaşım ilkelerinden
hareketle çoğulculuk anlayışıyla yaratıcı düşünme ve yazma etkinlikleri ile
bağdaşarak öğrencilerin hem zihinsel hem de temel dil becerilerinin
aktarımında kılavuz niteliğindedir. Bu nedenle çalışmada, Türkçe ders
kitaplarındaki yazma etkinliklerinin yaratıcılık bağlamında değerlendirilmesi
ve bu doğrultuda öğretmen görüşlerinin belirlenmesi amaçlanmıştır.
Araştırmanın çalışma grubunu, özel ve devlet okullarında görev yapan 6
öğretmen oluşturmaktadır. Doküman analiz yöntemiyle ders kitaplarındaki
yazma etkinlikleri incelenmiş ve veriler elde edilmiştir. Yarı yapılandırılmış
görüşme tekniği ile elde edilen veri de mevcut veriyi destekler niteliktedir.
Bu bağlamda araştırma sonuçlarının, ilgili alan yazını ile uyumlu olduğu
görülmüş ve buradan hareketle çeşitli önerilerde bulunulmuştur.
Anahtar Sözcükler: Yazma becerisi, yaratıcı yazma, çağdaş yaklaşım,
öğretim programı.
ANALYSIS OF WRITING ACTIVITIES IN TURKISH
TEXTBOOKS ACCORDING TO CREATIVE WRITING
SKILLS
Abstract
In Turkish teaching, the main purpose of which is to develop four basic
language skills including listening, reading, speaking and writing, and other
mental skills; communication skills gain is important. In this respect, the
texts in the textbooks are a guide for those who understand and explain.
Supporting the development of basic language skills together with the
development of mental skills is provided by various tools. "Writing skill",
one of the four basic language skills, is a guide in the transfer of both mental
and basic language skills of students in accordance with creative thinking and
writing activities with the understanding of pluralism, which is one of the
principles of constructivist approach. Therefore, in the study, it was aimed to
evaluate the writing activities in Turkish textbooks in the context of creativity
and to determine the teachers' views in this direction. The working group of
the researcher consists of 6 teachers working in private and public schools.
Writing activities in the textbooks were examined using the document
analysis method and the data were obtained. The data obtained with the semistructured interview technique also supports the existing data. In this context,
research results. It has been observed that it is compatible with the related
literature and various suggestions have been made based on this.
Keywords: Writing skill, creative writing, contemporary approach,
curriculum.
Öğr.Gör.; Başkent Üniversitesi - BÜDAM,
[email protected].
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O389
O K 401
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
Giriş
İnsanlar, doğası gereği sürekli etkileşim ve iletişim hâlindedir. İletişim, belirli zaman
diliminde ve belirli araçlarla sağlanır. Sağlıklı, doğru iletişimin temel aracı sözel dildir. İletişim
aracı olan dilin iyi kavranması, doğru anlaşılması ve anlatılması da dilin kurallarının kavranması
ve belirli becerilerin içselleştirilmesi ile doğrudan ilişkilidir. Dil öğretimi bu nedenle iletişimde
büyük rol oynar. Dil öğretiminin amacı, bireylerin anlama ve anlatma temel becerilerinden
oluşan iletişim becerilerini geliştirmektir. Bu doğrultuda Türk eğitim sisteminde, bireylerin
zihinsel gelişimlerine ve toplumsal gereksinimlerine dayalı olarak gerekli dilsel becerilerin
kazandırılması görevi, ana dilini temel alan Türkçe öğretimine verilmiştir. Maltepe (2006a), dil
becerilerinin bireylerin dinlediklerini, gördüklerini okuduklarını tam ve doğru olarak anlaması
ve aktarması şeklinde özetlemiştir. Türkçe öğretiminde, anlama ve anlatma temel becerileri
oluşturan alt beceri alanları okuma, dinleme; konuşma ve yazma olarak değerlendirilir. Okuma
ve dinleme temel beceriler bireyin anlama becerilerinin geliştirilmesinde rol oynamaktadır.
Konuşma ve yazma becerileri ise anlatma becerileri boyutunda değerlendirilir. Dört temel dil
becerisi, (okuma, dinleme, konuşma ve yazma) birbirinden bağımsız değildir. Her biri birbirini
destekler nitelikte olup iletişim boyutuyla beraber farklı becerilerin kazandırılmasında işlevsel
hâle bürünürler. Yapılandırmacı yaklaşımın desteklediği beceriler programlarda yer almaktadır.
Hedeflenen kazanıma göre de programlar işlevselleştirilir.
Yapılandırmacılık, bilginin birey tarafından duyular vasıtasıyla edilgin olarak
alınmadığını, tam tersine öğrenenler tarafından yapılandırıldığını, üretildiğini öne süren bir
öğrenme kuramıdır (Ün Açıkgöz,2005a, s.60-61). Bu kuramın en önemli özelliği öğrenmenin
bilgiyi yapılandırmasına, oluşturmasına, yorumlamasına ve geliştirilmesine fırsat vermesidir
(Erdem,2001,s.6).
Geleneksel yaklaşımın aksine yapılandırmacı yaklaşımda, öğrenci merkezlilik ön
plandadır. Öğrenciyi merkeze alan bu yaklaşım, öğrencinin bilgiye kendisinin ulaşmasını
hedeflemektedir. Bununla birlikte çoğulculuk ilkesinden hareketle her bireyin bakış açısının
farklı olduğu ve her birinin farklı, özgün ifadelerinin bulunduğu bunların köreltilmemesi
gerektiği savunulur. Bu durum, her beceride ele alındığı gibi yazma eğitiminde de ele
alınmaktadır. Yazmak;" Duyduklarımızı, düşündüklerimizi, tasarladıklarımızı, görüp
yaşadıklarımızı yazı ile anlatmaktır. Konuşma gibi, başkaları ile iletişim kurmanın, kendimizi
anlatmanın bir yoludur." (Sever,2004,s.24).
Göçer (2010), yazma becerisinin yazı yazmakla öğrenildiğini, yazma eğitiminin temel
ilkesinin "yazdırmak" olduğunu ifade eder. İfadelerden hareketle, yazma eylemi için duygu,
düşüncelerin zihinde yapılandırılıp aktarılma hâlidir ve yazma becerisinin geliştirilmesi için sık
sık yazma eylemi gerçekleşmelidir.
Yapılandırmacı yaklaşıma göre, öğrenenin dış dünya ile bağlantı kurması, yaratıcılığın
kullanılması, eleştirel bakabilmesi önem arz eder. Yaklaşımda, tümel, özgün, performans
değerlendirme gibi değerlendirme teknikleri kullanılır. Tek doğru ya da yanlış
bulunmamaktadır. Yazma etkinliklerinde verilen görseller, karikatürler sezdirmeye dayalı
parçadan bir bütün belki bir hikaye yazmalarını bekler. Bu doğrultuda yaklaşımın desteklediği,
çoğulculuk ilkesi tek bir doğrunun olmadığı dikte ile bir şeylerin yapılamaması gerektiğini
savunur. Bu doğrultuda, öğrenci merkezlilik ele alınır.
402 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
390
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
Yaratıcı yazmanın da anahtar kelimesi özgünlüktür ve öğrencinin merkeze alındığı
etkinliklerden oluşmaktadır. Programlara göre oluşturulan ders kitaplarındaki etkinlikler
belirlenen hedef ve kazanımlara göre bu doğrultuda değerlendirilmelidir. TDK (2005) programı,
belirli şartlara ve düzene göre yapılması öngörülen işlemler bütünü olarak tanımlanmıştır.
Öğretim programları ise eğitim-öğretim çalışmaları içerisinde bir dersle ilgili faaliyetlerin
öğrenme ve öğretme süreci içerisinde, nelerin, niçin ve nasıl yer alacağına ışık tutan bir süreç
olarak tanımlamıştır (Girgin, 2011). Bu nedenle programlar, eğitim ve öğretimin temelini
oluşturması ve bu faaliyetlerin hangi çerçevede yürütüleceğini göstermesi bakımından önemlidir
(Melanlıoğlu, 2008). Bu amaçla okullarda uygulanan eğitim programları Türk Milli Eğitimi’nin
bütün amaçlarını gerçekleştirecek şekilde yapılandırılmalı ve dünyada eğitim alanında meydana
gelen gelişmeler ışığında kendi kültür ve medeniyetimizle birleştirilerek geliştirilmelidir
(Altunkaya, 2010).
Öğretim programlarının kazanımlarına uygun şekilde yer alan ders kitaplarındaki
etkinlikler, hazırlanan programlara göre şekillendirilir. Etkinliklerin amacı belirlenen tema ya da
kavramın daha iyi öğrenilmesine yardımcı olmaktır.
Yaratıcı yazma etkinlikleri esnek, özgün, hayal dünyası kapsamında yaklaşımın
öngördüğü ilkeler ile değerlendirilir. Çünkü yaratıcılık (Topçuoğlu Ünal ve Sever 2012)' e göre;
var olan kalıpları yıkma, alışılagelmişin dışına çıkma, bilinmeyenlere doğru bir adım atma,
dayatılan düşünce kalıplarını kırma ve yeni bir düşünce çizgisi ortaya koyma, bir problem için
değişik çözümler getirme, başkalarının izlediği yoldan çıkma, başka şeylere yol açan yeni bir
şeyler bulma, yeni bir ilişki kurma, yeni bir düşünce ortaya koyma ve insanlığa faydalı yeni bir
aracı veya formülü bulma becerisidir.
Yaratıcı yazma, süreç odaklıdır. Temel öge, merkeze alınan şey ile ilgilidir. Örneğin;
yaratıcı yazmada öğrenci kendini merkeze alır. Asıl önemli noktası, düşünme sürecinde ürün
ortaya koymaktır ve bu ürün bireye özgüdür. Bilişsel ve üst bilişsel düşünme düzeylerinin
artırılması için birtakım etkinlikler yaptırılmaktadır. Yaratıcı yazma da bu süreçler ile doğrudan
ilintilidir. Yazma becerisi, davranışçı modelin getirdiği; yaratıcı yazma becerisi ise, süreç odaklı
modelin getirdiği öğrenmeyi yansıtır.
Dil, düşünmeden bağımsız değildir. Anlama ve anlatma boyutlarında da düşünmeden
bağımsız hiçbir şey ele alınamaz. Bu bağlamda, düşünme türlerinin ve işlevlerinin kavranması
ve buna uygun etkinlikler oluşturulması gerekir. İnsanlar, ne kadar çok özgünlüğe ulaşırlarsa,
farklı boyutta bakabilirse o kadar güzellik ortaya çıkacaktır. Tek tip insanda hep aynı yanıtları
duymak muhtemeldir. Ders kitaplarında da sıkça karşılaşılan, resimler ya da fotoğraflar,
öğrencileri güdümlü düşünmeye itmektedir. Herhangi bir resme ya da fotoğrafa bakıldığında
kalıplaşmış ifadeler ile karşılaşılıyorsa, tek tiplileşme durumundan söz edilebilir. Oysaki,
ıraksak düşünme yaptırmayı amaçlayan örnekler sunulması gerekmektedir. Aksi hâlde
öğrenciler, yazma etkinliklerinde güdümlü yazma ile sık karşılaşacak ve alışılmış ifadeler ile
etkinlikleri tamamlayacaktır. Türkçe ders kitaplarında yer alan yazma etkinliklerinin ıraksak
düşünme ve yazmaya yönelik oluşturulması önem arz eder. Bu bağlamda, Türkçe ders
kitaplarında yer alan yazma etkinliklerinin analiz edilmesi, yaratıcılık bağlamında öneri
sunulması amacıyla ele alınan çalışmanın, alana katkı sağlayacağı düşünülmektedir.
391
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 403
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
1.1. Problem Durumu
Türkçe eğitiminin temel kazanımlarından biri iletişim becerisi kazandırmaktır. Bu
beceriyi kazandırmak dil becerilerinden bağımsız düşünülemez, çünkü anlama ve anlatma dil
becerilerinin doğru anlaşılıp kullanılması iletişim boyutunu desteklemektedir. Dil becerilerinden
dinleme ve okuma “anlama”yı, konuşma ve yazma da “anlatma”yı oluşturmaktadır. Anlatma
becerilerinden yazma en son kazanılan beceri olarak nitelendirilir. Geçmiş yıllardan günümüze
kadar uzanan öğrenim sürecinde öğrencilerde yazma eğiliminin kısıtlı olduğu görülmektedir.
Türkçe eğitiminin temel amacı olan iletişim noktasında Türkçe ders kitaplarında da yazma
etkinlikleri bağlamında yaratıcı düşünme / eleştirel düşünme ve yazma noktasında incelenmesi
gerekmektedir. Bu nedenle, Türkçe ders kitaplarında yer alan yazma etkinliklerinin
yapılandırmacı yaklaşım noktasında değerlendirilmesi, öğrencilerin bilişsel anlamda
gelişecekleri yazma becerilerinin geliştirilmesi ve öğrencilerin yazma kaygı düzeyinin en aza
indirgenmesi için çalışmaların yapılması ve öneri sunulması gerekmektedir.
1.2. Çalışmanın Amacı
Çalışmanın amacı, Türkçe ders kitaplarındaki yazma etkinliklerinin yaratıcılık
bağlamında değerlendirilmesi ve bu doğrultuda öğretmen görüşlerinin belirlenmesidir.
1.3. Çalışmanın Önemi
Öğrencilerin kendi dünyalarından hareketle ifade yeteneğini geliştirmesi önem arz eder.
Aynı zamanda bilişsel düşünme becerilerinin geliştirilmesi bireyin hem zihinsel hem duygusal
bağlamda gelişiminde yardımcıdır. Öğrencilerin kendilerini ifade ettikleri yazma etkinlikleri,
beceri gelişiminde kılavuz niteliğindedir. Bu nedenle etkinliklerin yeterli olup olmadığı,
çağrışımsal nitelik taşıyıp taşımadığı analiz edilmiştir. Çalışmanın bu nedenle alana katkı
sağlayacağı öngörülmektedir.
1.4. Araştırma Sorusu
Türkçe ders kitaplarındaki yazma etkinlikleri, yaratıcılığı destekler nitelikte midir?
Araştırma şu alt problemler çerçevesinde ele alınmıştır:
1) 2009 ve 2019 Türkçe ders kitaplarında yer alan yazma etkinlikleri arasında benzerlik
veya farklılık var mıdır?
2)2009 ve 2019 yıllarındaki Türkçe ders kitaplarında yer alan yaratıcı yazma, diğer
yazma etkinlikleri bağlamında yoğunlukta mıdır ?
3) Türkçe ders kitaplarındaki yazma etkinliklerinin, yaratıcı yazma boyutuna göre
değerlendirilmesinde öğretmen görüşleri ne yöndedir ?
1.5. Araştırmanın Sınırlılığı
7. sınıf (2009- 2019) Türkçe ders kitapları karşılaştırma için uygun görülmüştür.
Karşılaştırma için yarı yapılandırılmış görüşme tekniği uygulanmış ve Türkçe öğretmenlerinin
görüşleri alınmıştır.
404 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
392
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
2. Yöntem
2.1. Model/ Yöntem
Çalışma, verilerin analiz edilmesi ve bulguların yorumlanması maksadı ile uygulanan
betimsel yöntemden oluşmaktadır. Veri toplama doğrultusunda yarı yapılandırılmış görüşme
tekniği ile Türkçe öğretmen görüşleri alınmıştır.
2.2. Çalışma Grubu
Çalışma grubu, özel ve devlet okullarında görev yapan 6 Türkçe öğretmeninden
oluşmaktadır.
2.3. Veri Toplama Araçları
7. sınıf Türkçe Ders Kitaplarındaki yazma etkinlikleri incelenmiş ve doküman analizi
yapılmıştır. Yazma etkinlikleri, çalışmanın amacı doğrultusunda soru ve alt sorular ile
incelenmiştir. 7. sınıf Türkçe Ders Kitaplarındaki yazma etkinliklerine ilişkin görüşlerini
belirlemek için özel ve devlet okullarda görev yapan Türkçe öğretmenleri ile yarı
yapılandırılmış görüşme yapılmıştır. Doküman analizi ve yarı yapılandırılmış görüşme tekniği
ile veriler toplanmış ve bulgulara ulaşılmıştır.
Yarı yapılandırılmış görüşme tekniği için öğretmenlere yönlendirilen sorular şunlardır:
S1) 7.Sınıf Türkçe ders kitaplarındaki yaratıcı yazma etkinliklerinin ağırlığı konusunda
neler düşünüyorsunuz?
S2) 7.Sınıf Türkçe ders kitaplarındaki yazma etkinliği uygulama sonuçları hakkında
neler söylersiniz ? Öğrencileriniz uygulamalarda zorlanmakta mıdır ?
S3) 7.Sınıf Türkçe ders kitaplarındaki yazma etkinlikleri, yaratıcı düşünmeyi destekler
nitelikte midir?
3. Bulgular ve Yorumlar
3.1. 2009 ve 2019 7. sınıf Türkçe ders kitaplarında yer alan yazma etkinliklerine
yönelik analiz
Araştırmada, dört temel dil becerilerinden biri olan yazma etkinliklerine yönelik veriler
elde edilmiştir. Bu veriler, yazma etkinliklerinin türüne, yoğunluğuna, yıllar arasındaki
benzerlik ve farklılıklara göre değerlendirilmiştir. Etkinliklerin, yapılandırmacı yaklaşımın
desteklediği hedefler doğrultusunda oluşup oluşmadığı yaratıcı ve eleştirel düşünmeye sevk
eden ve etkinlik üreten birtakım uygulamalara yer verilip verilmediği tespit edilmiştir. Bu başlık
altında; 2009 ve 2019 Türkçe ders kitaplarındaki yazma etkinlikleri karşılaştırmalı olarak
verilmiştir.
2009 Türkçe ders kitabında yer alan yazma etkinlikleri incelendiğinde, bir metinden
hareketle başka bir metin yazdırma çalışmalarına rastlanmıştır. Güdümlü yazma etkinliklerinin
sık olduğu söylenebilir. Metin tamamlama çalışmalarında; girişin yazılması, sonuç bölümünün
yazılması gibi çalışmalara yer verilmiştir. Öğrencinin yorumuna bırakılan çalışmalar,
yaratıcılığı destekler nitelikte görünse de güdümlü bir çalışma olarak değerlendirilir. Belirli bir
yer, kahraman, olay örgüsü bulunan etkinliklerin benzer nitelikte oluşturulduğu ve öğrencilerin
hemen hemen aynı şeyleri yazma olasılığının bulunduğu söylenebilir. Çünkü güdümlü yazma
etkinliklerinde belirli bir sınırlandırmanın ötesinde yönlendirme söz konusudur. Bu nedenle
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O393
O K 405
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
etkinlikler yönlendirme ile öğrencilerden yazmalarını bekledikleri sona doğru tasarlanmış
durumdadır. Kavramların yarattığı çağrışımlardan hikaye oluşturmaları yaratıcılık bağlamında
değerlendirilebilir. Doğrudan çıkarım çalışmalarının olduğunu da söylemek mümkündür.
Hedefler farklı olsa da benzer uygulamalara yer verildiği de söylenebilir.
2019 yılı Türkçe ders kitabında da benzer etkinlikler görülmektedir. Öğrencilerin
gelecekte olduğunu düşünmeleri istenmiş yaratıcı yazma çalışması yapılmıştır. Ancak daha çok
bilgilendirici metin kapsamında yazma çalışmalarının ele alındığı söylenebilir. 2018-2019 ders
kitabında da sık tekrarlanan uygulamalar yer almaktadır.
2009 ve 2018-2019 yıllarındaki Türkçe ders kitaplarındaki yazma etkinleri
karşılaştırıldığında;
3.1.1. 2009 ve 2018-19 yıllarındaki Türkçe ders kitaplarındaki yazma etkinleri
Benzerlikler
2009
Farklılıklar
2019
2009
Güdümlü yazma
2019
Geleceğe yönelik metin
Metin tamamlama
Bilgilendirici metin
Yok
Metinden hareketle farklı metin oluşturma/ Görselden
hareketle hikaye yazma
Bilgilendirici
metin fazla
Yönerge
ve
edebi
2019 yılında yazma etkinliklerine e-posta ile yazma çalışması ve geleceğe yönelik yaratıcı yazma
çalışmasının eklendiği söylenebilir. 2018-19 da daha çok bilgilendirici metine rastlanılmıştır. Örneğin;
günlük, anı, mektup vb. hedeflenen kazanım doğrultusunda etkinlikler hazırlanmıştır. Ancak etkinlikler
benzer niteliktedir. Bu benzerlik, kitabın kendi içerisindeki yazma etkinliklerinde ve kitapların yıllar
içerisindeki yazma etkinliklerinde de görülmektedir.
3.2. 2009 ve 2018-2019 yıllarındaki 7. sınıf Türkçe ders kitaplarında yer alan
yaratıcı yazma etkinliklerinin yoğunluğu
3.2.1. 2009 7. Sınıf Türkçe Ders Kitabı Yazma Etkinlikleri
Tema
1- İletişim
Yazma Etkinlikleri
Yaratıcı
Yazma
*Yanlış kelimeleri düzeltme, cümle kurma G.1
-
*Görselden hareketle şiir yazma G.2
*Görselden hareketle hikaye yazma G.3
2- Atatürkçülük
3- Kavramlar ve Çağrışımlar
*Görselin ne anlattığını yazma G.4
*Kutlama mesajı yazma( e-posta) G.1
+
+
-
*Metin tamamlama (güdümlü) G.2
-
*Metin tamamlama (güdümlü) G.3
-
*Kendi ifadeleri ile tekrar metin oluşturma (doğrudan) G.4
-
*Kavramlardan hareketle metin yazma G.1
+
406 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
394
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
4- Milli Kültür
5- Doğa ve Evren
6- Toplum Hayatı
*Yazım yanlışı, noktalama işaretleri kullanma G.2
-
*Metnin ana fikrini, yardımcı fikrini bulup yazma G.3
-
*Metinlerin benzer ve farklı yönlerini yazma ve şiirin
başlığının ne olması gerektiğine dair fikir yazma G.4
-
* Bilgilendirici metin yazma (mektup) G.1
-
* Metinden hareketle farklı metin yazma G.2
-
*Bilgilerden hareketle metin üretme G.3
-
*Okunan metinden hareketle farklı metin üretme G.4
-
* Metin tamamlama G.1
-
*Ana fikirden yola çıkarak farklı metin yazma G.2
-
*Metinden hareketle farklı metin üretme G.3
* Şiirden hareketle hikaye yazma G.4
* Anı yazma G.1
-
* Metinden hareketle farklı metin yazma G.2
* Verilenden hareketle tekrar metin oluşturma G.3
-
*Görselden hareketle hikaye yazdırma
+
Toplam yazma etkinliği
(24)
(4)
7. sınıf Türkçe Ders Kitabı (2009) nda; 24 yazma etkinliğine rastlanılmıştır. Etkinliklerin
yoğunluğu; metinden hareketle farklı metin yazdırma (12) ile oluşturulmuştur. Metinden hareketle farkı
metin yazdırma uygulamaları; güdümlü yazma duyudan hareketle yazma ve yaratıcı yazma olarak
kazanımlarda ele alınmıştır. Görselden ya da kavramdan hareketle şiir veya hikaye oluşturma
etkinlikleri, öğrencilerin çağrışımlarına hitap ederek yaratıcılığı destekler niteliktedir. Diğer yazma
etkinlikleri; metin tamamlama (3), doğrudan çıkarım çalışmaları (6), edebi tür ile ilgili yazma etkinlikleri
(3) dir. Yazma etkinliklerinin amacı farklı olsa da genellikle benzer yazma etkinliklerine rastlanılmıştır.
Etkinliklerde yaratıcı yazma uygulamalarının (24/4) benzer nitelikte olduğu gözlemlenmiştir.
3.2.2. 2018-2019 7. Sınıf Türkçe Ders Kitabı Yazma Etkinlikleri
Tema
Yazma Etkinlikleri
1- Erdemler
2- Milli Mücadele ve Atatürk
3-Kişisel Gelişim
4-Milli Kültür
* Kavramdan hareketle şiir yazma G.1
Yaratıcı
Yazma
+
* Kelime havuzundan hareketle hikaye yazma G.2
*Metin tamamlama G.3
+
-
*Kavramdan hareketle metin oluşturma G.4
* Yönerge doğrultusunda mektup yazma G.1
*Konuyla ilgili bilgilendirici metin oluşturma G.2
*Konferans konuşma metni hazırlama G.3
*Kavramdan hareketle şiir yazdırma G.4
+
+
*Metinden hareketle hayatın aktarılması G.1
*Metinden hareketle tanıtım metni oluşturma G.2
-
*Verilen kavramlar ile röportaj metni hazırlama G.3
*Verilen konu ile ilgili metin tamamlama G.4
*Kavramlardan hareketle şiir yazma G.1
+
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O395
O K 407
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
5-Bilim ve Teknoloji
6-Okuma Kültürü
7-Doğa ve Evren
8-Zaman ve Evren
Toplam yazma etkinliği
*Bilgilendirici metin oluşturma( Türk kahvesinin yapılışı) G.2
-
*Bilgilendirici metin oluşturma(e posta) G.3
*Metin özetleme G.4
*Başvuru metni yazma G.1
*Görsellerden hareketle metin oluşturma G.2
+
+
*Metin tamamlama G.3
*İşlenen metnin özetini yazma G.4
*Metinle ilgili bilgileri doldurma G.1
*Metin tamamlama G.2
*Düşünce yazma G.3 (Yaratıcı düşünme ile ilgili değil)
*Anı yazma G.4
*Kavramdan hareketle şiir yazma G.1
*Bir günü yazma(günlük şeklinde) G.2
*Gezilen yeri tanıtan metin G.3
*Proje tasarımı G.4 yaratıcı yönlendirmeler olabilir.
*Yaşanılan şehrin özelliklerini yazma G.1
+
+/-
*Okulun tanıtılması G.2
*Dinlenilen metnin özetlenmesi G.3
*Yönergelerden hareketle hikaye oluşturma G.4
(32)
-
(8)
7. sınıf Türkçe Ders Kitabı (2018-19) nda; 32 yazma etkinliğine rastlanılmıştır. Etkinliklerin
yoğunluğu; bilgilendirici ve edebi metin oluşturma (13) ile oluşturulmuştur. Okuma ya da dinleme
metninden hareketle kişilere dair bilgilendirici metin yazdırma, bulundukları şehri tanıtan bilgilendirici
metin oluşturma etkinliklerine sık rastlanılmıştır. Etkinlikler kazanım bağlamında oluşturulsa da tekrar
eden benzer etkinlikler vardır. Yoğunluk metinden hareketle farklı metin yazdırma (11) ile devam
etmektedir. Metinden hareketle farkı metin yazdırma uygulamaları; güdümlü yazma, duygudan hareketle
yazma, bilgilendirici metin üretme, edebi metin yazma ve yaratıcı yazma olarak kazanımlarda ele
alınmıştır. Görselden ya da kavramdan hareketle şiir veya hikaye oluşturma etkinlikleri, yaratıcı yazma
kapsamında değerlendirilir. Diğer yazma etkinlikleri; metin tamamlama (4), doğrudan çıkarım (4)
çalışmalarıdır. 2018-2019 ders kitabında, yazma etkinliklerinin kazanım noktasında amacı farklı olsa da
benzer yazma etkinliklerine rastlanılmıştır. Etkinliklerde yaratıcı yazma uygulamalarının (32/8) fazla
olmadığı söylenebilir. 2009 a göre ders kitabındaki temaların arttığı söylenebilir. Bu bağlamda tema ile
ilintili olarak yazma etkinlik sayısının da arttığı gözlemlenmiştir. 2009 ve 2018-19 ders kitaplarındaki
yazma etkinlikleri, temalar bağlamında da yıl bağlamında da benzerdir.
3.3.1. Türkçe ders kitaplarındaki yaratıcı yazma etkinliklerinin ağırlığı konusunda
neler düşünüyorsunuz ?
Öğretmen
Ö1
Ö2
Ö3
Ö4
Ö5
Görüş
Türkçe ders kitaplarında yaratıcı yazma etkinlikleri geçmiş yıllara oranla şimdi daha da kapsamlı
diye düşünüyorum.Ancak düzenlemeler yapılmasına rağmen yaratıcılığın ön plana çıkarıldığı
etkinlik sayısı çok az. Kitaplarda daha çok metin tamamlamaya yönelik sorular sorulmaktadır.
Türkçe ders kitaplarındaki yazma etkinlikleri kesinlikle güdümlü yazmaya yönelik oluşturulmuş
sorulardır. Yaratıcı yazma veya eleştirel yazma etkinlikleri çok az sayıdadır. Yapılandırmacı
yaklaşımla birlikte düzenlemelere gidilse de geliştirilmesi gereken çok şey bulunmaktadır.
Yaratıcı yazma etkinliklerinin olmadığını düşünüyorum. Hazırlanan sorular yaratıcı yazma
niyetinde bile olsa yönlendirme durumundan ötürü öğrencilerden aynı ifadeleri görmek mümkün
oluyor. Yoğunluğun metin tamamlama ve farklı metin üretmede olduğunu söyleyebilirim.
Yaratıcı yazma etkinliklerinin ağırlığı diğer etkinliklere göre daha azdır. Öğrenciler yaratıcı
yazma etkinliklerinde öğretmenlerinden yönlendirme beklemekte. Farklı etkinlikler ile
öğrencilerin hazırlık düzeyini artırmak gerekmektedir.
Yeterli değildir. Öğrencilerden hep aynı etkinlikler istenmektedir. Öğrencilerin düşüneceği,
eleştiri yapabileceği soruların olmadığını söyleyebilirim. Bununla birlikte yaratıcı düşünme ve
yazmaya dair etkinlik bence yok.
408 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
396
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
Ö6
Yaratıcı yazma etkinliklerinin çok sınırlı sayıda olduğunu söylemek mümkün. Öğrencilere
genellikle eğlenebilecekleri ve yaratıcı düşünecekleri uygulamalar getirmekteyim. Aksi hâlde
öğrenciler derste sıkılıyor ve verim alamıyorlar.
Türkçe ders kitaplarındaki yaratıcı yazma etkinliklerinin ağırlığı konusunda öğretmen görüşleri;
yaratıcı düşünme ve yazma etkinliklerinin çok sınırlı olduğu, öğrencilerin etkinliklerde sıkıldıkları,
öğretmenlerin farklı alternatiflerle uygulamalar yaptırdığı doğrultudadır.
3.3.2. Türkçe ders kitaplarındaki yazma etkinliği uygulama sonuçları hakkında neler
söylersiniz ? Öğrencileriniz yazma etkinliklerinde zorlanmakta mıdır?
Öğretmen
Ö1
Ö2
Ö3
Ö4
Ö5
Ö6
Görüş
Öğrenciler yazma etkinliklerine korkarak yaklaşmaktadır. Her paragraf sonunda oluyor mu, kötü
mü yazdım diye metinlerini gösteriyorlar. Genellikle çalışmalarda aynı ifadelerin yer aldığını
söyleyebilirim. Yaratıcı yazma kapsamında hazırladığım etkinlikleri götürmekteyim. Öğrenciler
çok eğlenerek yapıyorlar bazı çalışmaları.
Ölçme ve değerlendirme kapsamında becerinin ölçülmesi zaman almaktadır. Genel olarak,
uygulamalarda öğrenciler özellikle yazma etkinliklerinde sıkılmakta ve kısa cümleler
kurmaktadır. Sonuçlarda ise basma kalıp ifadelerin yer aldığı cümleler ile karşılaşmaktayım.
Yazma konusunda öğrenciler sıkıntı çekmekteler. Ancak yaratıcı yazma etkinliklerinde kendi
duygu ve düşüncelerini dile getirdikleri için daha rahat ifadeler kullanmaktadırlar. Diğer yazma
etkinliklerine göre daha keyifli zaman geçirmektedirler.
Öğrenciler yazarken sıkılmakta, yazdıktan sonra da yazdıklarını okumaktan çekinmektedir.
İsteksiz yazılan bu metinler nihayetinde de işlevsel hâle gelmemektedir.
Öğrencilerden doğrudan çıkarım soru yanıtları istendiği için yazılacak şeyler de aynı olmakta. Bu
nedenle etkinliklerin daha düşündürücü, alışılmamış bağdaştırmaları destekleyen ifadelerden
oluşması taraftarıyım.
Yazma becerisi en zor kazanılan beceridir. Çünkü diğer becerileri kapsamaktadır. Bu nedenle
etkinliklerin oluşturulmasında da dikkat edilmesi gereken hususlar yer alır. Öğrenciler genellikle,
kitap etkinliklerinden sıkılmakta ancak materyal olarak götürülen diğer etkinliklerden keyif
almaktadır.
Türkçe ders kitaplarındaki yazma etkinliği uygulama sonuçları, öğrencilerin uygulamalarda
zorlanıp zorlanmadığına yönelik öğretmen görüşleri; genellikle öğrencilerin alışılmış bağdaştırmaları
kullandıkları, uygulamaların genellikle doğrudan çıkarım soruları içerdiği, öğrencilerin etkinlikleri
yaparken sıkıldıkları ancak farklı materyaller ile yapılan çalışmalarda eğlendiklerini destekler
niteliktedir.
3.3.3. Türkçe ders kitaplarındaki yazma etkinlikleri, yaratıcı düşünmeyi destekler
nitelikte midir?
Öğretmen
Ö1
Ö2
Ö3
Ö4
Ö5
Ö6
Görüş
Türkçe ders kitaplarındaki yazma etkinlikleri maalesef yaratıcı düşünmeyi destekler nitelikte
değildir. Etkinlikler genellikle doğrudan çıkarım sorularından oluşmaktadır. Sınırlamanın
ötesinde, güdümlü yönlendirmenin sık olduğu söylenir. Bu yazma çalışmalarının yerine
öğrencilerin eleştirel düşünme yetisini de harekete geçirecek uygulamaların yer alması
gerektiğini söyleyebilirim.
Hayır kesinlikle değildir. Doğrudan çıkarım soruları yöneltildiğinden öğrenciler rahatlıkla yazma
çalışmasını yapmaktadır. Genellikle meslektaşlarım yazma etkinliklerini ödev olarak vermekte.
Öğrenciler evde internetten ödevlerini yapıp getirmektedir.Öğrencilerin hayal dünyasını
geliştirecek metinlere rastlanılmamaktadır.
Öğrencilerin kendi dünyasını aktardıkları ve düşündükleri metinler bulunmamaktadır.
Yazma etkinliklerinin bazıları yaratıcı ve eleştirel düşünmeyi desteklemektedir. Ancak çoğu
bilgilendirici metin kapsamında hazırlanmıştır.
Öğrencilerin düşünmelerini destekleyen ve onlara özgür ortam sunan etkinlikler
bulunmamaktadır. Bu nedenle alternatif etkinlikler vererek öğrencilerin gelişimini desteklemeye
çalışmaktayım.
Kesinlikle yaratıcı düşünmeyi destekleyen uygulama yoktur. Ne yazık ki öğretmenlerin de bu
konuda farkındalıkları oluşmamıştır. Bu doğrultuda öğretmenler bilinçlendirilse belki daha farklı
uygulamalar ile olumsuz durumların önüne geçilebilir.
Türkçe ders kitaplarındaki yazma etkinlikleri, yaratıcı düşünmeyi destekler mi sorusuna
öğretmen yanıtları şu şekildedir: Ders kitaplarındaki yazma etkinlikleri güdümlü yazmaya sevk
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O397
O K 409
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
etmektedir . Bununla birlikte yaratıcı- eleştirel düşünme ve yazmayı desteklememektedir. Yazma
etkinlikleri genellikle ödev olarak verilmektedir.Çalışmalar, internet aracılığı ile yapıldığından
işlevselliğini yitirmektedir. Etkinliklerin çoğu, bilgilendirici metin kapsamında hazırlanmıştır. Öğretmen
görüşlerinden hareketle, yazma etkinliklerinin yaratıcı düşünmeyi desteklemediği çoğu etkinlikte güdümlü
yazmaya yönlendirildiği görülmektedir. Bu durumda öğrencilerden doğrudan çıkarım soruları
kapsamında verilen ana metinden hareketle farklı metin üretmeleri ya da verilen metni özetlemelerine
yönelik yazma çalışması istenmektedir. Bu çalışmalar öğrencilerin ufkunu geliştirecek, farklı çerçeveden
bakmalarını sağlayacak, metafor oluşturacak nitelikte değildir.
Yazma çalışmaları, öğrencilerin çekindikleri ya da doğrudan çıkarım soruları ile hemen
bitirdikleri uygulamalar olması nedeniyle sorunsal teşkil etmektedir. Bu nedenle öğretmenlere
büyük görevler düşmektedir. Öğrenciye yazmayı sevdirme, düşüncelerinin önemini gösterme,
duyguları açığa çıkarma vb. durumlarda öğretmenler rol oynarlar. Öğrenciyi destekleyecek,
öğrenciyi merkeze alacak, onların duygu ve düşüncelerine saygı gösterecek öğretmenlerin
olması eleştirel düşünme ve yaratıcı düşünme bağlamında önem arz eder. Yazma, düşünmeyle
başlar. Bu nedenle öncelikle, öğretmenlerin farkındalığının artırılması gerekmektedir.
Öğrencileri yönlendirecek olan öğretmenlerdir. Bu nedenle çalışmada, öğretmenlerin etkinlikler
hakkında görüşlerinin alınması ve yazmaya dair düşüncelerinin ne olduğunun saptanması
amacıyla uygulanan yarı yapılandırılmış görüşme yöntemi uygulanmıştır.
Sonuç ve Öneriler
Türkçe öğretiminin amaçları doğrultusunda ele alınan yapılandırmacı yaklaşım ilkeleri
öğrenciyi merkeze alan, esneklik sunan niteliktedir. Yapılandırmacılık, katı öğretim programları
yerine öğrencinin gereksinimlerine yönelik ve esnek öğretim programlarını gerekli kılar. Ders
kitaplarındaki etkinlikler, öğretim programlarına göre hazırlanmaktadır. Bu nedenle, yazma
becerilerinin kazanımları doğrultusunda programlar ve yaklaşım önem arz eder.
Çalışmada nicel ve nitel verilerden elde edilen bulgular değerlendirildiğinde; Türkçe
ders kitaplarındaki yazma etkinliklerinin daha çok güdümlü düşünme ve yazmaya yönelik
olduğu söylenebilir. İncelenen kitaplarda, yıl farkına göre benzer etkinlikler ile karşılaşılmıştır.
Genellikle metin tamamlama, metinden hareketle farklı metin oluşturma çalışmaları ön
plandadır. Karikatür yorumlama, hikaye oluşturma çalışmaları az sayıdadır. Bu doğrultuda
öğrencilere doğrudan çıkarım sorularını içinde barındıran etkinliklerin verildiği ve bu nedenle
de öğretmen görüşlerinde de ifade edilen sıkılma durumu ile karşılaşılmaktadır. Bu durumun
önüne geçilmesi için öğretmenlerde farkındalığın oluşması ve kitaplara eleştirel- yaratıcı
düşündürme ile ilgili birtakım etkinliklerin aktarılması gerekmektedir. Yazma eylemi,
düşünmeyle doğrudan ilintilidir. Özellikle, yaratıcı yazmanın temelini düşünme eylemi
oluşturmaktadır. Bu düşünce, anımsama olarak değil, ıraksak düşünmeyle desteklenirse yazma
etkinlikleri hem öğretmenlerin hedefleri doğrultusunda hem de öğrencilerin verim almaları
doğrultusunda işlevsel hâle bürünecektir. Öğretmen görüşleri de doküman analizinden elde
edilen bilgileri destekler niteliktedir. 2018-2019 yılındaki Türkçe ders kitabında yapılandırmacı
yaklaşım doğrultusunda yaratıcı ve eleştirel düşünmeye dair etkinliklere yer verilse de sayısının
çok az olması nedeniyle istenilen sonuca ulaşılamamıştır. Yaratıcı yazma için “şimdi
yaratıcılığını konuştur” ifadesi yanlış olur. Öncelikle yaratıcı düşünme bağlamında; stratejiler,
yöntemler, etkinlikler üretilmelidir. Yapılandırmacı yaklaşım bağlamında ele alınan esneklik,
tek doğrunun olmaması, bireysel farklılıkların ele alınması vb. ilkeler doğrultusunda programlar
geliştirilmeli ve etkinliklerde yaratıcılığı ön plana çıkaran nitelikler aranmalıdır.
410 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
398
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
Hikayeye insan tasviriyle başlangıç yapma, kahramana iç dünya yaratma, diyalog
yazdırma, sonuç değiştirme, mekan değiştirme, kronolojik zaman değiştirme, verilen
konunun/kavramının tersini yazdırma, bir metni kendi kelimeleriyle tekrar oluşturma
(yönlendirme olmadan), metaforlar, mizah, görsel okuma, karikatür vb. birçok etkinlik
yaptırılabilir. Etkinlikler öğrenci merkezliliği ve yaratıcı sıfatını doğru anlamlandırma ile
ilintilidir.
Yaratmak için bilgi birikimi gerekmektedir. Esas olan bilgi aşamasında kalmamaktır.
Bu nedenle öğretmenlerin farkındalığının yüksek olması gerekmekte ve düşünme boyutunda
öğrencilerin üst bilişsel düzeylerini geliştirmek adına etkinlikler yaptırmalıdır. Hepsinin amacı,
öğrencide bilişsel ve üst bilişsel düşünme düzeylerini üst seviyeye taşımak ve özgün ifadelerin
dışavurumunu gerçekleştirmektir.
Öğrencilere yaratıcılık empoze edilmeli ve tek tip bireyler yetiştirilmemelidir. Doğadaki
unsurlar, yaşamımızdaki farklılıklar gibi düşünceler de farklılık gösterir. Farklılıkların yok
edilmemesi için yaratıcılığı ön planda tutacak etkinlikler hazırlanmalıdır. Türkçe eğitimcileri,
farkındalığı yüksek bireyler olmalı ve öğrencilerin gelişimi için kolları sıvamalıdır.
Kaynaklar
Altunkaya, H. (2010). Eski ve yeni II. kademe Türkçe dersi öğretim programları ve ders
kitaplarında dil bilgisi öğretiminin karşılaştırılması. Yayımlanmamış yüksek lisans tezi,
Selçuk Üniversitesi.
Erdem, E. (2001). Program geliştirmede yapılandırmacı yaklaşım. Yayımlanmamış Yüksek
Lisans Tezi, Ankara: Hacettepe Üniversitesi.
Girgin, Y. (2011). Cumhuriyet dönemi (1929-1930, 1949, 1981) ortaokul Türkçe öğretimi
programlarının içerik, genel ve özel amaçlarıyla karşılaştırmalı gelişim düzeyi. Adnan
Menderes Üniversitesi Eğitim Fakültesi, Eğitim Bilimleri Dergisi, 2 (1), s. 11-26.
Göçer, A. (2010). Türkçe öğretiminde yazma eğitimi. Uluslararası Sosyal Araştırmalar
Dergisi,3(12),178-195.
Maltepe, S. (2006a). Yaratıcı yazma yaklaşımı açısından Türkçe derslerindeki yazma
süreçlerinin ve ürünlerinin değerlendirilmesi .Yayımlanmamış Doktora Tezi, Ankara:
Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Maltepe, S.(2006b). Türkçe öğretiminde yazılı anlatım uygulamaları için bir seçenek: Yaratıcı
yazma yaklaşımı. Ankara Üniversitesi Dil Dergisi, 132, 56-66.
Melanlıoğlu, D. (2008). Kültür aktarımı açısından Türkçe öğretim programları. Education &
Science/Eğitim ve Bilim, 33(150), s. 64-73.
MEB Türkçe Ders Kitabı (2009)
MEB Türkçe Öğretmen Kılavuz Kitabı (2009)
MEB Türkçe Ders Kitabı (2018)
Sever, S.(2004).Türkçe Öğretimi ve tam öğrenme. Ankara: Anı Yayıncılık
TDK (2005). Türkçe sözlük (10. Baskı), Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O399
O K 411
Yangın, B. (2005). İlköğretim Türkçe dersi öğretim programı ve kılavuzunun değerlendirilmesi.
Kuram ve Uygulamada Eğitim Bilimleri, 5(2), s. 477-516.
Topçuoğlu Ünal, F. ve Sever, A. (2012). Yaratıcı yazmada müziğin etkisi.Turkish Studies, 7(411),2907-2918.
Ün Açıkgöz, K. (2005a). Aktif öğrenme, İzmir: Eğitim Dünyası Yay.
400
GAZİ YABANCILAR İÇİN TÜRKÇE VE ALTAY TÜRKÇE ÖĞRENİYORUM DERS
KİTAPLARINDA BULUNAN TEMEL SEVİYEDEKİ YAZMA GÖREVLERİNİN
KARŞILAŞTIRILMASI
Erdem HAMARATLI
İsmail AYDOĞDU
Öz
Bu çalışmada Türkçenin yabancı dil olarak öğretiminde kullanılan Gazi
Yabancılar için Türkçe seti ile Altay Türkçe Öğreniyorum setinde bulunan
A1 ve A2 seviyesindeki yazma görevlerinin farklı değişkenler açısından
tespit edilip karşılaştırılması amaçlanmıştır. Bilindiği üzere dört temel dil
becerisinden biri olan yazma, yabancı dil öğretimde en çok zorlanılan ve
ihmal edilen alandır. Ders kitapları dil öğretiminde kritik bir öneme sahip
olduğundan ders kitaplarında tüm becerilere yeterli oranda yer verilmeli,
farklı görev ve yönteme dayalı etkinliklerle öğrencilerin hedef dilde yazma
becerisini geliştirmeye dönük hazırlanmalıdır. Bu çalışma ile resmi ve özel
kurumlarda yaygın olarak kullanılan iki öğretim setinde (A1-A2
seviyelerinde) yer alan yazma etkinliklerine diğer becerilere kıyasla ne kadar
yer verildiği, bu etkinliklerin hangi yöntem ve görevlere yönelik
hazırlandıkları incelenecektir. Bu şekilde, söz konusu öğretim setlerinin
temel seviyede yazma becerisi kazandırmada ne kadar etkili oldukları ortaya
çıkarılacaktır. Ayrıca farklı Türkçe öğretim setlerine yönelik yapılan
akademik çalışmaların sonuçları ile karşılaştırılacaktır. Çalışmada, ders
kitaplarında yer alan yazma etkinlikleri nitel araştırma yaklaşımlarından
doküman analizi yöntemi ile ele alınacaktır.
Anahtar Sözcükler: Türkçenin yabancı dil olarak öğretimi, ders kitabı,
yazma becerisi, yazma görevleri, dil öğretim
becerileri.
COMPARISON OF BEGINNER LEVEL WRITING TASKS FOUND
IN TEXTBOOKS GAZI TURKISH FOR FOREIGNERS AND ALTAY
I AM LEARNING TURKISH
Abstract
In this study, it was aimed to determine and compare writing tasks at A1
and A2 levels in Gazi Turkish For Foreigners textbook, which is used in
teaching Turkish as a foreign language, and Altay I Am Learning Turkish
textbook in terms of different variables. As it is known, writing, one of the
four basic language skills, is the most difficult and neglected field in foreign
language teaching. Since textbooks have a critical importance in language
teaching, all skills should be included in textbooks at a sufficient rate, and
they should be prepared to develop students' writing skills in the target
language with activities based on different tasks and methods. With this
study, it will be examined how much writing activities in two teaching
textbooks (A1-A2 levels), which are widely used in public and private
institutions, are included compared to other skills, and what methods and
tasks these activities are prepared for. In this way, it will be revealed how
effective these teaching sets are in teaching writing at basic level. In addition,
Doktora Öğrencisi, Bursa Uludağ Üniversitesi,
[email protected].
Doktora Öğrencisi, Bursa Uludağ Üniversitesi,
[email protected].
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 413
401
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
it will be compared with the results of academic studies on different Turkish
teaching sets. In the study, the writing activities in the textbooks will be
handled with the document analysis method, one of the qualitative research
approaches.
Keywords: Teaching Turkish as a foreign language, textbook, writing
skills, writing tasks, language teaching skills.
Giriş
Türkçenin Yabancı Dil Olarak Öğretimi
Köklü bir dil olan Türkçenin yabancılara öğretimi de oldukça eskilere dayanmaktadır.
Devletlerarası siyasi ve askeri ilişkiler yabancı dil öğrenimi ihtiyacını ortaya çıkarmıştır. Bu
bağlamda, hâkimiyet gösterdiği coğrafyalarda büyük ve gelişmiş devletler kuran Türklerin dili
başka topluluklar tarafından her dönemde öğrenilmek istenmiştir.
Sistemli olarak Türkçenin yabancı dil olarak öğretimine dair ilk çalışmaları Kâşgarlı
Mahmud’a dayandırmak gerekir. Kâşgarlı, engin entelektüel bilgisi ile kaleme aldığı Divân-ı
Lügati’t-Türk adlı eseri, izlediği yöntem ve bakış açısı ile modern dil öğretim yöntemlerine ışık
tutmuş nadide bir eserdir. Türkçenin öğretimi açısından tarihsel olarak daha birçok eseri saymak
mümkündür.
Günümüzde de iletişim imkânlarının genişlemesi ve çeşitlenmesi, Türkiye’nin
ekonomik anlamda gelişmesi Türkçenin öğretimini de olumlu etkilemektedir. Özellikle eğitim
alma amacıyla Türkçe öğrenmek isteyenlerin sayısında büyük bir artış olduğu gözlenmektedir.
Bu sebeple, Türkçenin yabancı dil olarak öğretimi giderek önem kazanmakta, yapılan öğretim
faaliyetlerinin ve kullanılan materyallerin kalitesinin artırılması gerekmektedir.
Yabancı Dilde Yazma Nedir ve Neden Zordur?
Yabancı dil öğretiminde amaç hedef dilde iletişim kurmak olduğundan dil öğrenen
bireylerin dört temel dil becerisinde yeterli seviyeye ulaşması hedeflenir. Bu becerilerden
okuma ve dinleme becerileri anlama; konuşma ve yazma becerileri anlatma becerileri olarak ele
alınır. Yapılan akademik çalışmalar anlatma becerilerinin daha geç edinildiğini ortaya
koymaktadır.
Yabancı dil öğretiminde yazma becerisi diğer becerilere göre daha zor kazanılır (Çakır,
2010; Durmuş, 2013, Çetin, 2017). Yazmanın çok boyutlu bir beceri olduğu hem zihinsel hem
fiziksel hem de psikolojik etkenleri içerdiği bilinmektedir. Bu da yazmayı birçok açıdan hem
zor hem de çaba isteyen bir alan hâline getirmektedir. Yazma aynı zamanda bir değerlendirme
aracıdır. Yazma ile kişilerin becerilerinin ne düzeyde olduğu somut bir biçimde gözlenmektedir.
Planlı yazma alışkanlığı kazanan bireyler, duygu ve düşüncelerini bir sıra ve mantık
çerçevesinde aktarma becerisi kazanabileceklerdir (Tiryaki, 2013, s. 43).
Bireyler yabancı bir dilde yazmadan önce hedef dilin yapısını kavramalıdır. Yazma
esnasında da edindiği bu beceriyi sergileme imkânı bulabilmektedir. Dil öğretimine katkısı göz
ardı edilemeyecek olan yazma becerisinin soyutlamayı ve eleştirel düşünmeyi canlandırdığı,
bilişsel olduğu kadar etkileşim süreci olduğu hep akılda tutularak yazma öğretimine sınıf içinde
yeterince yer verilmelidir. Yazma çalışmalarında yapılan yanlışlar biçimsel olduğu kadar
içeriksel olarak da düzeltilerek kalıcılık sağlanmalı ve öğrenenler yazma çalışmalarına daha
fazla teşvik edilmelidir (Ünsal, 2008, s. 60).
Çakır, yaptığı anket araştırması sonucunda, öğrencilere yöneltilen, yazmanın neden bu
414 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
402
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
kadar zor olduğu konusundaki açık uçlu soruya verilen yanıtları değerlendirmiş ve şu sonuçlara
ulaşmıştır:
“İyi bir dilbilgisine ihtiyaç vardır.
Düşüncelerin yazılı olarak anlatılması zordur.
Yazmanın kendine özgü uyulması gereken birçok kuralı vardır.
Yazılacak konu hakkında yazan kişi yeterince bilgi sahibi olmalıdır.
Etkili bir yazılı anlatım için hedef dilin iyi bilinmesi gerekir.
Noktalama işaretlerini gerektiği gibi uygulamak zordur.
Anlamlı cümleler kurmak gerekir” (2010, s. 171).
Yukarıda ele alındığı gibi yazma çok katmanlı bir alandır. Ana dilde öğrencilerin
zorlandığı bir alan olduğu gibi yabancılara Türkçe öğretiminde de oldukça güçlükler
yaşanmaktadır. Yazma becerisi belli bir program dâhilinde ve bir mantıksal sıra ile ders
kitaplarında ele alınmalıdır.
Ders kitapları, öğrencilerin yazma becerisini geliştirebilmek için, bu becerinin
karmaşıklığına koşut olarak farklı görevlerle zenginleştirilmektedir. Bu bağlamda yabancı dil
öğretimi alanındaki ders kitapları incelendiğinde, yazma görevleri üç ana başlık altında
toplanabilir:
1. Kaynak tabanlı yazma görevleri,
2. Bağımsız yazma görevleri ve
3. Dilbilgisine dayalı yazma görevleri (Çekici, 2018, s. 2-3).
Dil Öğretiminde Ders Kitaplarının Önemi
Ders kitapları kanunlar çerçevesinde ilgili derse ait kazanımların, bilgi ve becerilerin en
kısa yoldan aktarılmasını ve ilgililere kazandırılmasını sağlayan ders araç gerecidir. Ders kitabı
bir dersin öğretimiyle ilişkili olarak hazırlanan veya seçilen kitaptır (Oğuzkan, 1993, s. 83).
Ders kitapları öğretici ve öğrenici için bir program olmasının yanı sıra hem kolay bulunabilmesi
hem de fiyatının makul olması sebebiyle en çok kullanılan ders materyalidir. Dil öğretiminde
esas olan dört temel beceriyi geliştirerek iletişim kurmak becerilerini geliştirmek olduğundan
metinlere dolayısıyla da ders kitaplarına (Özbay, 2012, s. 170) daha çok ihtiyaç duyulmaktadır.
Bu nedenle ders kitaplarının hazırlanması ve seçimi önemlidir.
Araştırmanın Yöntemi
Araştırma her iki kitap setindeki A1 ve A2 kitaplarında bulunan beceriler ve altı
basamağı olarak bu becerilerin görevlerinin tespitine yönelik nitel bir araştırmadır. Her iki kitap
setinden ikişer kitabın incelenmesiyle araştırma yapılacağı için veri toplama aracı olarak
doküman analizi yöntemi seçilmiştir. Doküman incelemesi, araştırılacak konular hakkında bilgi
içeren yazılı materyallerin analizini kapsar (Yıldırım ve Şimşek, 2006). Bu yöntem ile belge ve
bilgilerin toplanıp sistemli bir şekilde kaydının tutulması gerekir. Başarılı bir doküman
incelemesinin temel şartı, konuya ilişkin belgelerin bulunması, incelenmesi ve belli durum ya da
görüşleri ortaya çıkartacak bir senteze varılabilmesi için gerekli düzenlemelerin yapılabilmesidir
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O403
O K 415
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
(Karasar, 2007). Bunun için kitaplar önce teker teker incelenmiş sonrasında da hem seviye
seviye hem de setlerdeki kitaplar birbirleriyle mukayese edilmiştir.
Bulgular
Türkçeyi yabancı dil olarak öğrenen bireyler hedef dilde yazma becerilerini geliştirmek
için aşamalı ve mantıksal bir sıradüzen içeren yazma programı takip etmek zorundadır. Ancak
Türkçenin yabancı dil öğretiminde takip edilecek bir program olmayışı bu görevi büyük oranda
ders kitaplarına yüklemiş durumdadır.
Hazırlanan ders kitaplarında yazma becerisine yeterli oranda verilmesi yer ve temelden
başlayarak ileri seviyelere doğru farklı görevlerde yazma becerisini geliştirecek etkinliklerin
bulunması gerekmektedir. Bu etkinlikler hem öğrenilen dilbilgisi yapılarının kullanımına hem
de işlenen okuma ve dinleme metinlerinin kavranması, kelime öğrenimi, özetleme becerisi
kazandırma, yeni bir metin kurmaya dönük kurgulanmalıdır.
Gazi Yabancılar İçin Türkçe Ders Kitabına Ait Bulgular
Gazi Yabancılar İçin Türkçe A1 kitabında dört temel dil becerisi bağlamında ders
görevleri ayrı ayrı incelendiğinde okuma ve yazma becerilerine ait görevlerin daha fazla olduğu
dikkatleri çekmektedir. Dil öğreniminin başlangıç seviyesinde anlama için okuma beceresi,
anlatma için de yazma becerisi seçilmesi makul karışılabilir. Çünkü okuma dinlemeye göre,
yazma da konuşmaya göre daha fazla üzerinde düşünme fırsatı vermektedir.
Tablo 1: Gazi Yabancılar İçin Türkçe A1 Ders Kitabı Temel Beceri Görevleri
Beceri
Dinleme
Konuşma
Okuma
Yazma
Toplam
Görev Sayısı
30
59
118
114
321
%
10
18
37
35
100
Tablo incelendiğinde A1 seviyesinde 118 görev ile okuma becerisi görevleri en
fazlayken 114 görevle yazma becerisi onu takip etmektedir. Daha sonra ile konuşma beceresi 59
görevle yazma ve okuma becerisini takip etmektedir. Araştırmada dikkati çeken önemli
hususlardan biri de A1 kitabında ilerleyen sayfalarda konuşma becerisi ile dinleme becerisi
kademeli olarak arttığı gözlemlenmiştir. Son olarak da dinleme becerisi 30 görevle kitapta en az
görevin verildiği beceridir. Oranlarında bakıldığında dinleme becerisinin yüzde %10’da kalması
yetersizdir.
Yazma becerisine ait görevler incelendiğinde ise kaynak tabanlı yazma ön plana
çıkmaktadır.
Tablo 2: Gazi Yabancılar İçin Türkçe A1 Ders Kitabı
Görev Türü
f
%
Kaynak Tabanlı Yazma
87
73
Dilbilgisi Tabanlı Yazma
20
17
416 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
404
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
Bağımsız Yazma
12
10
Toplam
119
100
Tabloda görüldüğü üzere yüzde yetmiş üçlük oranla kaynak tabanlı yazma çok fazla
kullanılmıştır. Bunun nedenini A1 kitabı olması dolayısıyla da kaynağa doğrudan bağlı
etkinliklerin çok daha fazla kullanılması ile açıklanabilir. Gerek resimlerle gerek fotoğraflarla
gerekse de metinlere ait sorularla belirli sorularla destekli yazma çalışmaları tercih edilmiştir.
Dilbilgisi kurallarının verildiği bölümlerde kimi boşluk doldurma çalışmaları yapılmıştır. Yine
az sayıda da kaynaktan ve dilbilgisinden bağımsız olarak yazma çalışmaları verilmiştir. Kaynak
tabanlı yazma çalışmalarının A1 seviyesinde daha çok olması makul karşılanabilir.
A2 kitabına bakıldığında okuma becerisine ait görevlerin ağırlıklı olduğu
gözlenmektedir. 5 ünitede toplam okuma görevleri 111 iken yazma becerisine ait görevlerin
sayısı ise 86’dır. A2 seviyesinde de bu iki beceriye ait görevler daha fazladır. Fakat A2
kitabında yazma becerilerinin sayısında bir azalış olduğu gözlemlenmektedir. Bunun iki nedeni
olduğunu düşünmekteyiz. Birincisi kitap hacimce azalmıştır. A1 seviyesi kitabında 111
sayfadan oluşan 6 ünite ve her ünitede dört metin varken A2 seviyesi kitabında ise her ünitede
yine dört metin olmak üzere 5 ünite ve toplam 91 sayfa bulunmaktadır. Yani A2 kitabı hacimce
küçülmüştür. İkinci sebebi ise A1 seviyesinde sorulara istenen tüm yanıtlar yazma becerisi ile
istenirken A2 seviyesinde bu yavaş yavaş değişmeye başlamıştır.
Tablo 3: Gazi Yabancılar İçin Türkçe A2 Ders Kitabı Temel Beceri Görevleri
Ünite
Dinleme
Konuşma
Okuma
Yazma
Toplam
1. Ünite
5
13
25
19
62
2. Ünite
4
11
21
19
55
3. Ünite
8
12
22
18
60
4. Ünite
9
10
22
14
55
5. Ünite
4
10
21
16
51
Toplam
30
56
111
86
283
Dört beceriye ait toplam 283 görev bulunurken en az görev A1seviyesinde olduğu gibi
dinleme becerisinde yer almaktadır. Daha sonra 56 görevle konuşma becerisi onu takip
etmektedir.
Gazi Yabancılar İçin Türkçe A2 ders kitabı yazma becerisi yönünden ünite bazında
incelendiğinde çok büyük bir farklılık olmadığı gözlemlenmiştir.
Tablo 4: Gazi Yabancılar İçin Türkçe A2 Ders Kitabı
Ünite
f
%
1. Ünite
19
22
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O405
O K 417
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
2. Ünite
19
22
3. Ünite
18
20
4. Ünite
14
16
5. Ünite
16
19
Görüldüğü üzere sadece üçüncü ünite ile birlikte yazma becerisi görevlerinde bir azalma
başlamış dördüncü ünite en az yüzde altı ile görmüş daha sonra da tekrar yüzde on dokuzluk
seviyelere çıkmıştır.
Tablo 5: Gazi Yabancılar İçin Türkçe A2 Ders
Kitabı
Görev Türü
f
%
Kaynak Tabanlı Yazma
63
72
Dilbilgisi Tabanlı Yazma
17
20
Bağımsız Yazma
7
8
Toplam
87
100
Yazma becerisine ait görevler incelendiğinde dilbilgisi tabanlı yazma becerisine ait
görevlerin arttığı gözlemlenmekle birlikte A1 kitabına kıyasla çok büyük bir değişikliğin
olmadığı görülmektedir.
Altay Türkçe Öğreniyorum Ders Kitabına Ait Bulgular
Aşağıdaki tabloda Altay Türkçe Öğreniyorum A1 ders kitabında dört temel beceriye
yönelik etkinlik sayılarına yer verilmiştir.
Tablo 6: Altay Türkçe Öğreniyorum A1 Ders Kitabı
Ünite
Dinleme
Konuşma
Okuma
Yazma
Toplam
1. Ünite
11
3
12
24
50
2. Ünite
7
9
15
35
66
3. Ünite
4
4
17
19
44
4. Ünite
4
3
10
16
33
5. Ünite
5
5
23
19
52
6. Ünite
4
4
20
24
52
7. Ünite
4
1
16
15
36
8. Ünite
3
3
13
17
36
Toplam
42
32
126
169
369
Tabloda aktarılan bulgular aşağıda yorumlanmıştır.
418 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
406
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
Altay Türkçe Öğreniyorum A1 ders kitabında dört temel beceriyi içeren toplam 369
adet görev tespit edilmiştir. A1 seviyesinde toplam görev sayısının diğer seviyelere kıyasla daha
çok olduğu gözlenmiştir. Bu da etkinlik içeriklerinin ve hacimlerinin çok dar olması ile
açıklanabilir.
Tespit edilen verilere göre A1 seviyesinde 32 adet görev ile konuşma en az; 169 adet
görev ile yazma en çok yer almaktadır. A1 seviyesinde yazma görevlerinin bu kadar çok olması
diğer becerilerin de bir şekilde yazma ile ilişkilendirilmesi ile ilgilidir. Altay A1-A2 ders
kitaplarında okuma ve dinleme etkinlikleri de yazma ile desteklenmiştir.
A1 seviyesinde 169 adet yazma görevinin bulunması yazma becerisini geliştirmeye
yönelik bir amaçla tercih edilmiş olabilir ancak diğer becerilere yönelik görevler ile orantısızlık
oluşturmaktadır. Özellikle anlama becerilerinden olan dinleme becerisinde ciddi oranda
yetersizlik bulunmaktadır.
Aşağıdaki tabloda yazma görevlerinin toplam görevler içerisinde frekansı ve kapsadığı
yüzdelik alan verilmiştir.
Tablo 7: Altay Türkçe Öğreniyorum A1 Ders
Kitabı
Ünite
f
%
1. Ünite
24
48
2. Ünite
35
53
3. Ünite
19
43
4. Ünite
16
48
5. Ünite
19
36
6. Ünite
24
46
7. Ünite
15
41
8. Ünite
17
47
Yukarıdaki tabloda her ünitede yazma görevlerinin diğer becerilere oranla daha çok yer
kapladığı görülebilmektedir. Bu durum yazmanın geliştirilmesine dönük olumlu anlamda bir
ayrıcalık olarak kurgulanmışsa bile diğer alanlardaki görevlerin sayısında azalmaya ve o
alanlarda öğrenciyi geliştirmeye engel olabilir. Ayrıca, A1 seviyesinde bu kadar çok yazma
görevinin olması öğrencide bir bıkkınlığa sebep oluşturabileceği düşünülmektedir.
Aşağıdaki tabloda Altay Türkçe Öğreniyorum A1 ders kitabında yer alan yazma
etkinliklerinin hangi yazma görevine dâhil oldukları frekans ve yüzdelik değer olarak
verilmiştir.
Tablo 8: Altay Türkçe Öğreniyorum A1 Ders Kitabı
Görev Türü
f
%
Kaynak Tabanlı Yazma
102
60
Dilbilgisi Tabanlı Yazma
47
28
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O407
O K 419
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
Bağımsız Yazma
20
12
Toplam
169
100
Yukarıdaki tablo incelendiğinde;
Altay Türkçe Öğreniyorum A1 ders kitabında yer alan yazma görevlerinin %60’ının
kaynak tabanlı; %28’inin dilbilgisi tabanlı; %12’sinin de bağımsız yazma kategorisinde olduğu
görülmektedir.
Bu anlamda, Altay A1 ders kitabında yer alan yazma görevlerinin daha çok kaynak
tabanlı olduğu anlaşılmaktadır. Temel seviyede öğrencilerin Türkçe bilgilerinin çok yetersiz
olacağı göz önüne alındığında yazma görevlerinin bir metinden hareketle kurgulanması olağan
görülmektedir.
Altay A1 ders kitabında bağımsız yazmaların diğer yazma görevlerine kıyasla düşük
oranda olması da yapılan diğer akademik çalışmalarla (Çekici, 2018) da paralel bir sonuç ortaya
koymaktadır.
Aşağıdaki tabloda Altay Türkçe Öğreniyorum A2 ders kitabında dört temel beceriye
yönelik etkinlik sayılarına yer verilmiştir.
Tablo 9: Altay Türkçe Öğreniyorum A2 Ders Kitabı
Ünite
Dinleme
Konuşma
Okuma
Yazma
Toplam
1. Ünite
3
3
9
19
34
2. Ünite
5
4
14
24
47
3. Ünite
8
3
20
24
55
4. Ünite
12
5
22
23
62
5. Ünite
7
4
19
12
42
6. Ünite
5
4
15
15
39
7. Ünite
3
9
11
22
45
8. Ünite
9
3
10
21
43
Toplam
52
35
120
160
367
Tablo incelendiğinde;
Altay Türkçe Öğreniyorum A2 ders kitabında dört temel beceriyi içeren toplam 367
adet görev tespit edilmiştir.
Tespit edilen verilere göre A2 seviyesinde 35 adet görev ile konuşma en az; 160 adet
görev ile yazma en çok yer almaktadır. A2 seviyesinde yazma görevlerinin bu kadar çok olması
diğer becerilerin de bir şekilde yazma ile ilişkilendirilmesi ile ilgilidir. Altay A1-A2 ders
kitaplarında okuma ve dinleme etkinlikleri de yazma ile desteklenmiştir. Ayrıca bu veriler Altay
A1 ders kitabı ile de benzerlik göstermektedir.
A2 seviyesinde 160 adet yazma görevinin bulunması Altay A1 seviyesinde olduğu
gibi yazma becerisini geliştirmeye yönelik bir amaçla tercih edilmiş olabilir ancak diğer
420 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
408
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
becerilere yönelik görevler ile orantısızlık oluşturmaktadır. Özellikle anlama becerilerinden olan
dinleme becerisinde ciddi oranda yetersizlik bulunmaktadır.
Aşağıdaki tabloda yazma görevlerinin toplam görevler içerisinde frekans ve kapsadığı
yüzdelik alan verilmiştir.
Tablo 10: Altay Türkçe Öğreniyorum A2 Ders Kitabı
Ünite
f
%
1. Ünite
19
56
2. Ünite
24
51
3. Ünite
24
43
4. Ünite
23
37
5. Ünite
12
28
6. Ünite
15
38
7. Ünite
22
49
8. Ünite
21
49
Yukarıdaki tablodan her ünitede yazma görevlerinin daha çok yer kapladığı
görülebilmektedir. Bu durum Altay A1 ders kitabı ile paralellik göstermektedir
Aşağıdaki tabloda Altay Türkçe Öğreniyorum A2 ders kitabında yer alan yazma
etkinliklerinin hangi yazma görevine dâhil oldukları frekans ve yüzdelik değer olarak
verilmiştir.
Tablo 11: Altay Türkçe Öğreniyorum A2 Ders
Kitabı
Görev Türü
f
%
Kaynak Tabanlı Yazma
105
61
Dilbilgisi Tabanlı Yazma
43
25
Bağımsız Yazma
25
14
Toplam
173
100
Tablo incelendiğinde;
Altay Türkçe Öğreniyorum A2 ders kitabında yer alan yazma görevlerinin %61’inin
kaynak tabanlı; %25’inin dilbilgisi tabanlı; %14’ünün de bağımsız yazma kategorisinde olduğu
görülmektedir.
Bu anlamda, Altay A1 ders kitabında olduğu gibi Altay A2 ders kitabında yer alan
yazma görevlerinin de daha çok kaynak tabanlı olduğu anlaşılmaktadır. Temel seviyede
öğrencilerin Türkçe bilgilerinin çok yetersiz olacağı göz önüne alındığında yazma görevlerinin
bir metinden hareketle kurgulanması olağan görülmektedir.
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O409
O K 421
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
Bağımsız yazma görevlerinin oranı %14 olarak tespit edilmiştir. Altay A1 ders kitabı
ve yapılan diğer akademik çalışmalarla (Çekici, 2018) da paralel bir sonuç ortaya koymaktadır.
Gazi Yabancılar İçin Türkçe ve Altay Türkçe Öğreniyorum Ders Kitaplarındaki
Yazma Görevlerinin Karşılaştırılmasına Ait Bulgular
Aşağıdaki tabloda Gazi Yabancılar İçin Türkçe A1-A2 Ders Kitaplarında ve Altay Türkçe
Öğreniyorum A1-A2 Ders Kitaplarında yer alan yazma görevlerinin diğer becerilere göre hangi
oranda ve sayıda yer aldığı verilmiştir.
Tablo 12: Yazma Görevlerinin Tüm Beceriler Arasındaki Yeri
Gazi A1
Gazi A2
Altay A1
Altay A2
f
114
86
169
160
%
35
31
46
43
Tablo incelendiğinde Gazi Yabancılar İçin Türkçe A1 Ders Kitabında 114 adet, Gazi
Yabancılar İçin Türkçe A2 Ders Kitabında 86 adet yazma görevi olduğu görülürken; Altay
Türkçe Öğreniyorum A1 Ders Kitabında 169 adet, Altay Türkçe Öğreniyorum A2 Ders
Kitabında ise 160 adet yazma görevi görülmektedir. Her iki Türkçe öğretim setinde A1’den
A2’ye geçişte yazma görevlerinde bir azalma gözlenmekle birlikte bu durum Altay Türkçe
Öğreniyorum setinde oldukça düşük seviyededir.
Gazi Yabancılar İçin Türkçe setine göre Altay Türkçe Öğreniyorum setinde A1 ve A2
seviyelerinde yazma görevlerine daha yüksek bir oranda yer verildiği anlaşılmaktadır. Ancak bu
durum Altay Türkçe Öğreniyorum setinde diğer beceri alanlarıyla bir orantısızlık
oluşturduğundan A1 ve A2 seviyelerinde okuma, dinleme ve konuşmaya daha az yer verildiği
şeklinde anlaşılmaktadır.
Aşağıdaki tabloda ise Gazi Yabancılar İçin Türkçe A1-A2 Ders Kitaplarında ve Altay
Türkçe Öğreniyorum A1-A2 Ders Kitaplarında yer alan yazma görevlerine hangi türlerde yer
verildiğine dair istatistiksel veriler verilmiştir.
Gazi A1 %
Gazi A2 %
Altay A1 %
Altay A2 %
Kaynak Tabanlı Yazma
73
72
60
61
Dilbilgisi Tabanlı Yazma
17
20
28
25
Bağımsız Yazma
10
8
12
14
Tablo incelendiğinde yazma görevleri içerisinde her iki öğretim setinde de kaynak
tabanlı yazma görevlerinin daha çok yer aldığı görülmektedir. Temel seviyede öğrenciler henüz
dilin yapısını öğrenme aşamasında olduğundan ve kelime dağarcıklarının yeni yeni gelişmekte
olduğundan bu türün daha çok tercih edilmesi olağan karşılanabilir. Kaynak tabanlı yazmalar ile
422 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
410
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ayrıca anlamanın ne kadar gerçekleştiği ölçülebilmektedir. Bu sebeple kaynak tabanlı yazmalar
temel seviyede diğer yazma türlerine göre daha fazla tercih edilmektedir.
Her iki sette A1 seviyesinden A2 seviyesine geçişlerde yazma görevleri açısından
büyük farklar görülmemektedir. Örneğin; Gazi Yabancılar İçin Türkçe A1 Ders Kitabında
kaynak tabanlı yazma görevleri 73 adetken A2 kitabında ise kaynak tabanlı yazma görevleri 72
adet olarak karşımıza çıkmaktadır. Diğer yazma görevleri de sayısal olarak birbirlerine yakındır.
Çalışmada ele alınan Türkçe öğretim setlerinin temel seviye kitapları incelendiği için
bağımsız yazma görevleri diğer görevlerine göre daha az kullanıldığı tespit edilmiştir. Yabancı
dil öğrenen bir bireyin bağımsız yazma türünde yazma yapabilmesi için temel seviyedeki bazı
yapılara, kelime bilgisine, metin kurma becerisine sahip olması gerekir. Bu sebeple, bağımsız
yazma görevleri orta ve ileri seviyelere doğru daha çok tercih edilmektedir. Bu seviyelerde de
ses ve kelime tamamlama, metinle ilgili sorulara cevap verme, görselden hareketle yazma,
kontrollü ve güdümlü yazma gibi kaynak tabanlı yazma görevleri daha çok tercih edilmektedir.
Sonuç ve Tartışma
Her iki setin A1 ve A2 seviyelerindeki yazma görevleri incelendiğinde kaynak tabanlı
yazma görevlerinin daha fazla tercih edildiği, bağımsız yazma görevlerinin daha az tercih
edildiği görülmektedir. Her iki kitap seti incelendiğinde yazma görevleri en çok tercih edilenden
başlayarak sırayla kaynak tabanlı, dilbilgisi tabanlı ve bağımsız yazma görevleri olarak
karşımıza çıkmaktadır.
Öğrencilerin temel düzeyde özellikle A1 seviyesinde yapabilecekleri yazma etkinlikleri
çok sınırlıdır. Bu düzeylerde öğrencilerin öğrenilen dilbilgisi kalıplarını ve kelimelerin
kullanımlarını sergilemelerine yönelik boşluk doldurma, cümle yapılarını öğrenme şeklinde
yapılan kontrollü yazma çalışmaları yer almaktadır (Tok, 2013, s. 257). Öğrencilerin dil
seviyesi ilerledikçe yazma becerilerinde de farklılaşma ve gelişmeler olacaktır. Böylelikle
öğrencilerin bağımsız yazma becerisi de temel seviyeden orta ve ileri seviyeye doğru bir
gelişme gösterecektir. Bu durum ders kitaplarında yer verilen yazma görevlerinin tercihinde de
karşımıza çıkmaktadır.
Çekici’nin (2018, s. 7) yaptığı çalışmada Yedi İklim ve İstanbul Türkçe öğretim setleri
yazma görevleri açısından incelenmiş ve karşılaştırılmıştır. Söz konusu çalışmada, Yedi İklim
setinde kaynak tabanlı yazma görevlerine ağırlık verildiği açıklanırken İstanbul setinde ise
dilbilgisine dayalı yazma görevlerine daha çok yer verildiği ifade edilmektedir. Buna göre
çalışmada incelenen Gazi ve Altay Türkçe setlerinin Yedi İklim Türkçe seti ile benzerlik
gösterdiği görülmektedir.
Kaynaklar
Çakır, İ. (2010). Yazma becerisinin kazanılması yabancı dil öğretiminde neden zordur? Sosyal
Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı: 28. Yıl: 2010/1, 165-176.
Çekı̇ cı̇ , Y. E. (2018). Türkçenin yabancı dil olarak öğretiminde kullanılan ders kitaplarında
yazma görevleri: Yedi İklim ve İstanbul üzerine karşılaştırmalı bir inceleme. Gaziantep
Üniversitesi Eğitim Bilimleri Dergisi, 2(1), 1-10
Çetin, D. (2017). Dil becerileri-anlatma (konuşma ve yazma becerileri). Editör: Hayati Develi
ve ark., Uygulamalı Türkçenin Yabancı Dil Olarak Öğretimi El Kitabı 1. Cilt, 359-424,
İstanbul: Kesit Yayınları.
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O411
O K 423
Durmuş, M. (2013). Yabancılara Türkçe öğretimi. (2. Baskı). Ankara: Grafiker Yayınları.
Karasar, N. (2007). Bilimsel araştırma yöntemleri. (17.baskı). Ankara: Nobel Yayıncılık
Oğuzkan, F. (1993). Eğitim terimleri sözlüğü. Ankara: Emel Matbaacılık.
Özbay, M: (2012). Türkçe özel öğretim yöntemleri. Ankara: Öncü Kitap
Tiryaki, E. N. (2013). Yabancı dil olarak Türkçe öğretiminde yazma eğitimi. Ana Dili Eğitimi
Dergisi, 1(1), 38-44.
Tok, M. (2013). Yabancılara Türkçe öğretimi ders kitaplarındaki yazma çalışmalarının
değerlendirilmesi. Uşak Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi. 2013/Kış, 6(1), 249-279.
Ünsal, G. (2008). Yazma öğretimi, Dil Dergisi, 142.
Yıldırım, A., ve Şimşek. H. (2006). Sosyal bilimlerde nitel araştırma yöntemleri. Ankara:
Seçkin Yayıncılık.
412
TÜRKÇENİN YABANCI DİL OLARAK ÇEVRİMİÇİ ÖĞRETİMİNE YÖNELİK
ÖĞRETİM ELEMANI GÖRÜŞLERİ
Yakup ALAN
Öz
2019 yılında ortaya çıkan ve tüm dünyayı etkisi altına alan Covid-19,
birçok sektörün olumsuz etkiler yaşamasına neden olmuştur. Virüsün geniş
kitlelere yayılması veya yayılmasının engellenmeye çalışılması sonucunda
süreçten etkilenen faaliyet alanlarından biri de şüphesiz ki eğitim sektörü
olmuştur. Virüsün ülkemizde görülmeye başlanmasıyla birlikte uzaktan
eğitime geçilmiş ve öğrencilerin eğitim süreçlerinin devam ettirilmesi
hedeflenmiştir. Bu süreçte yabancılara Türkçe öğretimi faaliyetleri de
çevrimiçi yapılmaya başlanmıştır. Uzaktan yabancılara Türkçe öğretimi
faaliyetlerinin öğretmen görüşlerine göre değerlendirilmesi amacıyla
hazırlanan bu araştırmada nitel araştırma desenlerinden olgubilim
kullanılmıştır. Araştırma Kilis 7 Aralık Üniversitesi Türkçe ve Yabancı Diller
Öğretimi Uygulama ve Araştırma Merkezinde çevrimiçi derslere giren 3
öğretim görevlisi ile yürütülmüştür. Çalışmanın verileri araştırmacı
tarafından hazırlanan ve uzman görüşü alınarak son hâli verilen yarı
yapılandırılmış görüşme formu ile toplanmıştır. Elde edilen veriler üzerinden
kodlamalar yapılmış ve veriler içerik analizine tabi tutulmuştur. Öğretim
elemanlarından elde edilen görüşlerden hareketle Türkçenin yabancı dil
olarak çevrimiçi öğretiminde olumlu ve olumsuz deneyimlerin yaşandığı
tespit edilmiştir. Çevrimiçi öğretimin zamandan ve emekten tasarruf
sağlaması, kayıtlardan dersi tekrar izleme imkânı vermesi ve zaman-mekân
sınırlaması yapmaması gibi olumlu; yazma ve konuşma becerilerinde
istenilen sonuca ulaştırmaması, devamsızlık sorunlarına neden olması, sınırlı
bir etkileşim imkânı sunması, internet kesintisi nedeniyle kopmaların
yaşanması ve sınırlı yöntem-teknik kullanımına olanak tanıması gibi olumsuz
özelliklere sahip olduğu tespit edilmiştir.
Anahtar Sözcükler: Türkçe öğretimi, Yabancı dil olarak Türkçe,
çevrimiçi eğitim, Covid-19, görüş.
LECTURER OPINIONS ON THE ONLINE TEACHING OF
TURKISH AS A FOREIGN LANGUAGE
Abstract
Covid-19, which emerged in 2019 and affected the whole world, caused
many industries to experience negative effects. Undoubtedly, one of the
fields of activity affected by the process as a result of trying to prevent the
spread or spread of the virus to large masses was the education sector. With
the onset of the virus in our country, distance education was started and it
was aimed to continue the education processes of the students. In this
process, Turkish teaching activities for foreigners started to be held online.
Phenomenology, one of the qualitative research designs, was used in this
study, which was prepared in order to evaluate the activities of teaching
Turkish to foreigners at a distance according to teachers' opinions. The
research was conducted with 3 lecturers who attended online classes at Kilis
7 Aralık University Turkish and Foreign Language Teaching Application and
Dr. Öğr. Üyesi, Kilis 7 Aralık Üniversitesi, Muallim Rıfat Eğitim Fakültesi, Türkçe Eğitimi Ana Bilim Dalı,
[email protected]
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 425
413
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
Research Center. The data of the study were collected with a semi-structured
interview form prepared by the researcher and given its final form by
obtaining expert opinion. Coding was made on the data obtained and the data
were subjected to content analysis. Based on the opinions obtained from the
instructors, it was determined that there are positive and negative experiences
in teaching Turkish as a foreign language online. It is positive that online
teaching saves time and effort, allows you to watch the course again from the
records, and does not limit time-space; It has been determined that it has
negative features such as not reaching the desired result in writing and
speaking skills, causing absenteeism problems, providing a limited
opportunity for interaction, experiencing interruptions due to internet
interruptions and allowing limited method-technique use.
Keywords: Teaching Turkish, Turkish as a foreign language, online
education, Covid-19, opinion.
1. Giriş
Eğitim hakkı, devlet tarafından tüm vatandaşlarına eşit olarak sunulan bir hizmet ve
kesintisiz olarak devam ettirilmesi gereken önemli bir süreçtir. Özellikle zorunlu eğitimde,
eğitim kurumlarının açılamayacağı yerlerde veya bireylerin eğitim kurumuna gidemeyeceği
zamanlarda taşımalı eğitim, yatılı okul gibi farklı yöntemler kullanılabilir (Kahraman, 2020:
45). Bu tür durumlarda kullanılabilecek yöntemlerden biri de uzaktan eğitimdir. İnternet
teknolojisinin hayatın vazgeçilmezi hâline geldiği günümüzde, daha önce imkânsız görünen
birçok uygulama mümkün hâle gelmiş ve teknoloji, eğitim faaliyetlerinin önemli bir parçası
olmuştur. Teknolojik gelişmelere bağlı olarak yürütülen uzaktan eğitim, zaman ve mekân
sınırlaması olmadan farklı ortamlarda bulunan öğrenci ve öğretim elemanlarının öğrenme
öğretme faaliyetlerini, iletişim teknolojileri ile gerçekleştirdiği bir eğitim sistemidir (İşman,
1998:18). Diğer bir tanımla da uzaktan eğitim; belirli merkezlerden yürütülen, bireylerin
bağımsız öğrenmesini amaç edinen ve bireylerin öğrenmesi gereken içeriklerin uzaktan eğitim
için tasarlanmış araçlarla bireylere sunulduğu yöntemdir (Banar ve Fırat, 2015: 17). Günümüzde
ilkokuldan yükseköğretime kadar eğitimin her kademesinde, uzaktan eğitim ile bireylerin eğitim
süreçlerinin devam ettirilmesi mümkün hâle gelmiştir (Enfiyeci ve Büyükalan Filiz, 2019: 21).
Uzaktan eğitimin bireylere sunmuş olduğu birçok fayda vardır. Bu faydalardan en
önemlisi uzaktan eğitimde bireylerin kendi hızlarına göre öğrenmesidir. Bilgiye hızlı ve kolay
ulaşma olanağı sunması, mekân ve zaman sınırlamasının olmaması, ulaşım, barınma, beslenme
gibi ek harcama gerektiren durumları ortadan kaldırması da diğer yararlarından bazılarıdır
(Çiftçi, 2015: 44; Demir, 2014: 207). Böylece zaman ve mekân sınırı olmadan bilgiye ulaşmayı
sağlayan, öğrenme sürecini sınırları çizilmiş duvarların içine hapsetmeyen, bireylerin bağımsız
ve esnek öğrenmesine imkân veren uzaktan eğitim (Bakioğlu ve Can, 2014: 16), özellikle eğitim
sürecinin sekteye uğramasının önüne geçilmesinde büyük fayda sağlar hâle gelmiştir.
Tarihsel süreci incelendiğinde, uzaktan eğitim teriminin ilk olarak Wisconsin
Üniversitesi’nin 1892 yılı kataloğunda geçtiği, daha sonra ise bu terimin 1960 ve 1970’lerde
Almanya ve Fransa’da kullanıldığı, ayrıca kurumlara isim olarak verildiği görülmektedir
(Verduin ve Clark, 1994). Türkiye’de ise uzaktan eğitim çalışmalarının temellerinin
Cumhuriyet’in ilk yılarında atıldığı görülmektedir. Bozkurt’a (2017) göre Türkiye’de uzaktan
eğitim çalışmalarını dört dönemde incelemek mümkündür:
1. Dönem: Tartışma ve öneriler: Kavramsal (1923-1955)
2. Dönem: Yazışarak: Mektupla (1956-1975)
426 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
414
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
3. Dönem: Görsel-işitsel araçlarla: Radyo-Televizyon (1976-1995)
4. Dönem: Bilişim tabanlı: İnternet-Web (1996-…) (Bozkurt, 2017: 87-88).
Cumhuriyet’in ilk yılarında başlayan uzaktan eğitim faaliyetleri 1982 yılında Anadolu
Üniversitesi bünyesinde kurulan Açıköğretim Fakültesiyle gelişimine devam etmiştir. Sonraki
süreçte Atatürk ve İstanbul Üniversitelerinin kurmuş olduğu fakülteler de bu gelişim sürecine
katkı sağlamıştır.
2019 yılına gelindiğinde ise hafif ve orta derecede şiddetli solunum yolu hastalıkların
yanı sıra MERS (Orta Doğu Solunum Sendromu), SARS (Şiddetli Akut Solunum Sendromu)
gibi daha ciddi hastalıklara neden olan Koronavirüs (CoV) ailesinden biri olan ve Covid-19 ismi
verilen bir virüs ortaya çıkmıştır (Sağlık Bakanlığı, 2020). Aralık 2019’da görülen ve tüm
dünyayı etkisi altına alan Covid-19 ile uzaktan eğitim süreci farklı bir boyut kazanmıştır.
Virüsün ülkemizde de görülmeye başlanmasıyla birlikte önce Yükseköğretim Kurulu
Başkanlığı, Koronavirüs Hastalığına (Covid-19) karşı alınacak tedbirlerin görüşüldüğü
toplantıda alınan karar gereğince ülkemizdeki bütün yükseköğretim kurumlarında 16 Mart 2020
tarihinden itibaren 3 hafta süreyle eğitime ara verilmesine karar vermiştir (YÖK, 2020). Daha
sonra da Yine YÖK tarafından 23 Mart Pazartesi günü uzaktan eğitim kapasitesine sahip olan
bütün üniversitelerimizde dijital imkânlar ile uzaktan öğretim süreci başlamasına karar
verilmiştir. Alınan kararlar neticesinde üniversitelerde uzaktan eğitime geçilmiş ve öğrencilerin
eğitim süreçlerinin devam ettirilmesi hedeflenmiştir. Bu süreçte yabancılara Türkçe öğretimi
faaliyetleri de çevrimiçi yapılmaya başlanmıştır.
Türkçe öğretim merkezlerinde başlayan uzaktan eğitimler üniversitelerin sahip olduğu
imkanlar neticesinde yürütülmeye başlanmıştır. Bu süreçte üniversitelerin sahip olduğu
donanımlar (internet alt yapısı, kullanılan uzaktan eğitim sistemi vs.), öğretim elemanlarının
uzaktan eğitimle ilgili donanımları ve öğrencilerin donanımları (bilgisayar, tablet, internet vs.)
süreçte oldukça önemli roller üstlenmişlerdir. Öğrencilerin Türkçe öğrenme faaliyetlerinin
sekteye uğramaması için ivedi bir şekilde geçilen çevrimiçi eğitim süreci hem öğretim
elemanları hem de öğrenciler için çeşitli kolaylıklar ve sorunlar ortaya çıkarmıştır.
1.1. Çalışmanın Amacı
Türkçenin yabancı dil olarak çevrimiçi öğretimine yönelik öğretim elemanı görüşlerinin
alınması amacıyla hazırlanan bu araştırmada aşağıdaki sorulara cevap aranmıştır:
1. Çevrimiçi Türkçe öğretiminin öğretim elemanlarına sağladığı yararlar nelerdir?
2. Çevrimiçi Türkçe öğretimi faaliyetleri, öğretim elemanlarının hangi sorunları
yaşamasına neden olmuştur?
3. Çevrimiçi Türkçe öğretiminin öğrencilere sağladığı yararlar nelerdir?
4. Çevrimiçi Türkçe öğretimi faaliyetleri, öğrencilerin hangi sorunları yaşamasına
neden olmuştur?
2. Yöntem
2.1. Araştırmanın Modeli
Türkçenin yabancı dil olarak çevrimiçi öğretimine yönelik öğretim elemanı görüşlerinin
alındığı bu çalışmada, nitel araştırma yöntemlerinden olgubilim kullanılmıştır. “Olgubilim
çalışmalarında veri kaynakları, çalışmanın odaklandığı olguyu yaşayan ve bunları dışa
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O415
O K 427
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
vurabilecek bireyler ya da gruplardır. Olgulara yönelik yaşantıları ve anlamları belirleyebilmek
amacıyla görüşmeler yapılır.” (Yıldırım ve Şimşek, 2016, s. 22).
2.2. Araştırma Grubu
Araştırma, Kilis 7 Aralık Üniversitesi Türkçe ve Yabancı Diller Öğretimi Uygulama ve
Araştırma Merkezinde çevrimiçi derslere katılan 3 öğretim görevlisiyle yürütülmüştür.
Örneklemin seçiminde kolay ulaşılabilir durum örneklemesi kullanılmıştır. Bu örnekleme
yönteminde araştırmacı yakın olan ve erişilmesi kolay olan bir durumu seçer. Böylece
araştırmaya hız ve pratiklik kazandırılmış olur (Yıldırım ve Şimşek, 2016, s. 123). Araştırma
kapsamında görüşü alınan öğretim elemanlarının daha önceden uzaktan eğitimle ilgili bir
tecrübeleri yoktur.
2.3. Veri Toplama Araçları
Araştırmada, öğretim elemanlarının çevrimiçi yabancılara Türkçe öğretimi faaliyetlerine
yönelik görüşlerini almak amacıyla araştırmacı tarafından yarı yapılandırılmış görüşme formu
hazırlanmıştır. Görüşmeler aracılığıyla görüşülen kişilerin anlam dünyaları, duyguları ve
düşüncelerine yönelik veriler elde edilerek daha derin bilgiler edinilir (Kuş, 2012). Uzman
görüşü alınarak son hâli verilen görüşme formu araştırmacılara uygulanmış ve görüşleri
alınmıştır.
2.4. Verilerin Analizi
Öğretim elemanları tarafından doldurulan yarı yapılandırılmış görüşme formu üzerinde
kodlamalar yapılmış ve veriler içerik analizine tabi tutulmuştur. “İçerik analizinde asıl amaç,
elde edilen verilerin açıklanabilmesini sağlayacak kavram ve ilişkilere ulaşmaktır. İçerik
analizinde veriler, derinlemesine bir işleme tabi tutulur.” (Yıldırım ve Şimşek, 2016, s. 242).
3. Bulgular
Araştırmanın bu bölümünde, çevrimiçi yabancılara Türkçe öğretimi faaliyetlerinin
değerlendirilmesine yönelik öğretim elamanlarının görüşlerine ilişkin veriler sunulmuştur.
Öğretim elemanlarından elde edilen görüşlerden hareketle veriler yorumlanmış ve bu
görüşlerden bazıları verilmiştir. Öğretim elemanlarından elde edilen veriler çevrimiçi
yabancılara Türkçe öğretimi faaliyetlerinin “öğretim elemanlarına sağladığı yararlar”,
“öğrencilere sağladığı yararlar”, “öğretim elemanları açısından ortaya çıkardığı sorunlar” ve
“öğrenciler açısından ortaya çıkardığı sorunlar” başlıkları altında sunulmuştur.
Çevrimiçi yabancılara Türkçe öğretimi faaliyetlerinin öğretim elemanlarına sağladığı
yararlara ilişkin veriler Tablo 1’de sunulmuştur.
Tablo 1: Çevrimiçi Yabancılara Türkçe Öğretiminin Öğretim Elemanlarına Sağladığı Yararlar
Enerji tasarrufu sağlaması
Zamandan tasarruf sağlaması
Materyal paylaşımında kolaylık sağlaması
Materyallere ulaşımda kolaylık sağlaması
Örneklere anında ulaşma kolaylığı sağlaması
İnteraktif uygulamaları kullanma imkânı vermesi
Mekânın olumsuz etkilerinden uzak olması
Öğretim elemanlarından elde edilen veriler neticesinde çevrimiçi öğretim faaliyetlerinin
öğretim elemanları açısından sağladığı önemli yararlardan birinin “enerji tasarrufu sağlaması”
olduğu görülmektedir. Öğretim elemanlarına göre öğreticinin sınıf ortamında sürekli ayakta
durması, sınıfta hareket hâlinde olması veya tahtayı kullanması enerji harcamasına neden
428 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
416
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
olmaktadır. Ancak çevrimiçi Türkçe öğretimi faaliyetleri bu durumun önüne geçmektedir ve
öğretim elemanının daha az enerji harcayarak dersi anlatmasına olanak vermektedir. Bununla
ilgili görüşlerden biri şöyledir:
Uzaktan öğretim sırasında öğretmen, sınıftaki ders anlatımına kıyasla daha az enerji
harcayarak dersini anlatabilmektedir. Sınıfta tahtaya örnek yazma, tahtayı silme,
sürekli ayakta ve hareket hâlinde olma gibi enerji tüketen eylemlere ihtiyaç
duymadan oturduğu yerden dersini anlatabilmektedir.
Öğretim elemanının normal süreç içinde sınıfta harcayacağı enerjinin farklı yerlerde
değerlendirilmesi imkânı çevrimiçi öğretim faaliyetleriyle mümkün olabilmektedir. Öğretici,
enerjisini öğrencilere farklı açılardan fayda sağlayabilecek alternatiflere yönlendirebilir.
Örneğin; materyal hazırlama veya etkinlik oluşturma amacıyla enerjisini kullanabilir. Böylece
sürecin daha etkili olmasını sağlayabilir. Çevrimiçi Türkçe öğretiminin öğretim elemanlarına
sağlamış olduğu bir diğer faydanın da “zamandan tasarruf sağlama” olduğu görülmektedir.
Bununla ilgili bir görüş şöyledir:
Dijital ortamdaki ders materyaline anında ulaşılması gibi olanaklar zamanın verimli
kullanılmasını da sağlamaktadır. Yüz yüze derste araya giren ders dışı konuşma,
bekleme gibi durumlar yaşanmadan öğretmen zamanını tamamen öğretimi
gerçekleştirmeye harcar. Bu durum, yani öğretimin dışına çıkmama, sürekli motive
edilmek isteyen ilköğretim ve ortaöğretim öğrencileri için sorun olabilir. Ancak
kendi isteğiyle öğretime katılan yetişkinler için sorun teşkil etmeyecektir.
Öğretim elemanının sunmuş olduğu görüş incelendiğinde, çevrimiçi öğretim
faaliyetlerinde sadece derse odaklanılması, ders dışı unsurların devreye girmemesi veya
materyallere anında ulaşılması ve bunların paylaşılması zamanın daha iyi kullanılmasını
sağlamaktadır. Yüz yüze derslerde daha çok görülen zaman kaybı böylelikle ortadan kaldırılmış
olur ve öğrenciler için faydalı olabilecek daha fazla örnek veya etkinlik ders ortamına dahil
edilebilir. Çevrimiçi Türkçe öğretimi faaliyetlerinin öğretim elemanlarına sağladığı diğer üç
yarar ise “materyallere ulaşımda kolaylık sağlama”, “örneklere anında ulaşma kolaylığı
sağlama” ve “interaktif uygulamaları kullanma imkânı verme” olarak karşımıza çıkmaktadır.
Çevrimiçi öğretimde bilgisayar ve internetin kullanılması bu yararların ortaya çıkmasındaki en
önemli unsurdur. Öğretim elemanı, öğrencilerle paylaşmak istediği materyal ya da etkinliklere
anında ulaşma ve bunları ek maliyet olmadan paylaşma imkânı elde eder. Bununla ilgili öğretim
elemanı görüşlerinden biri şu şekildedir:
Yüz yüze derste öğretmenin aklına dersle ilgili bir örnek gelmediğinde, kitaptan ya
da internetten bakmaya çekinebilir veya bunlara bakıp bulması oldukça fazla zaman
alabilir. Ancak uzaktan eğitimde, internet öğretmenin hemen elinin altında
olacağından ve onun neye baktığını öğrenci görmeyeceğinden rahat bir şekilde
bakılabilir. Çekinme durumu olmasa bile çok kısa sürede onlarca örnek veya
materyale ulaşabilir. Bu durum ayrıca zamandan tasarruf da sağlamış olur. Bu
durumun da öğretmene rahatlık sağladığı söylenebilir.
Ders kitabı tüm öğretim faaliyetlerinde olduğu gibi yabancılara Türkçe öğretiminde de
en temel araçlardan biridir. Ancak çoğu zaman öğreticiler ek kaynağa ihtiyaç duymaktadır. Ders
kitaplarının yetersiz olması, etkinlik veya örneklerin seviyeye uygun olmaması, etkinliklerin
yetersiz olması vs. bu durumun nedenlerinden bazıları olarak sayılabilir. Ders esnasında ders
kitabındaki eksiklikleri hisseden öğreticinin ise farklı kaynaklara ulaşma imkânı oldukça
kısıtlıdır. Ancak öğretim elemanının görüşünde de yer aldığı gibi çevrimiçi öğretimde bu
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O417
O K 429
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
sınırlama ortadan kaldırılabilir. Bilgisayardaki materyaller/örnekler veya internetteki
materyaller/örnekler öğrencilerle anında paylaşılabilir. Benzer şekilde sınıfta uygulama imkânı
olmayan interaktif uygulamalar/oyunlar da öğrencilerin hizmetine sunulabilir. Özellikle
anlatılan konuyu pekiştirmesi ve kalıcı öğrenmelerin sağlanması amacıyla kullanılabilecek bu
tür uygulamalar ile hem öğrencilerin ders sürecinden zevk almaları sağlanabilir hem de bu
uygulamaların kullanılma amaçlarına ulaşılabilir. Çevrimiçi Türkçe öğretimi faaliyetlerinin
öğretim elemanlarına sağlamış olduğu son yarar ise “mekânın olumsuz etkilerinden uzak olma”
olarak karşımıza çıkmaktadır. Öğretim elemanlarından birinin bununla ilgili görüşü şöyledir:
Sınıfların fiziki durumları veya bölgenin iklim özellikleri yüz yüze eğitimi çok
etkilemektedir. Sınıfların büyük ya da küçük olması, sıraların uzun süre oturunca
rahatsız etmesi, aydınlatmanın yetersiz olması gibi nedenler ders sürecini olumsuz
etkileyebiliyor. Aynı şekilde iklim özellikleri de çok etkili. Havaların sıcak olması
veya soğuk olması, sınıfların çok fazla güneş alması veya çok az güneş alması da
derslerin olumsuz etkilenmesine neden olabilir. Örneğin Kilis’in çok sıcak olması
sınıfların da sıcak olmasına neden oluyor. Klima olan sınıflarda bu olumsuz etki
kısmen de olsa giderilebiliyor ama klima yoksa sıcaktan ders işlenmiyor. Fakat
online eğitimde bu olumsuz etkilerin hiçbiri olmuyor. Öğrenci kendi istediği yerde
derse katılabiliyor. Kendi rahat ortamını kendisi sağlayabiliyor.
Yüz yüze yapılan eğitimlerde ders ortamının öğretim sürecine birçok etkisi vardır. Bu
etkiler olumlu olabileceği gibi olumsuz da olabilir. Öğretim elemanı da görüşünde sınıf
ortamının olumsuz etkilerine değinmiş ve çevrimiçi öğretim faaliyetleriyle bu olumsuzlukların
ortadan kaldırılabileceğinden bahsetmiştir.
Çevrimiçi yabancılara Türkçe öğretim faaliyetlerinde ortaya çıkan bir diğer durum da
bu faaliyetlerin öğrencilere sağladığı yararlardır. Bu yararlar Tablo 2’de sunulmuştur:
Tablo 2: Çevrimiçi Yabancılara Türkçe Öğretiminin Öğrencilere Sağladığı Yararlar
Zaman mekân sınırlaması olmaması
Kayda alınan dersleri tekrar izleme imkânı vermesi
Ekonomik olması
Öğrencilerin çekinmeden derse katılmalarını sağlaması
Zaman kaybını önlemesi
Çevrimiçi yabancılara Türkçe öğretimi faaliyetlerinin öğrencilere sunmuş olduğu
yararlar incelendiğinde, öğretim elemanlarının görüşüne göre en önemli yararların zaman ve
mekân sınırlaması olmadan öğrencilerin istediği yer veya zamanda derslere katılabilmesi ve
dersleri tekrar izleyebilmesi/dinleyebilmesi olduğu görülmektedir. Bu durumlarla ilgili, öğretim
elemanlarının görüşlerinden bazıları şu şekildedir:
Online eğitim öğrencilere özellikle yer konusunda çok büyük avantaj sağlıyor.
Öğrenciler okula gelmek zorunda olmadıkları için istedikleri yerden derse
katılabiliyor. Ailevi nedenlerden dolayı farklı bir şehre gitmek zorunda olan bir
öğrenci oradan da derse katılabiliyor. En büyük avantajı bu zaten. İstediğin yerde
eğitim imkanına ulaşabilmek.
Öğrenciler anlatılan derslerin kaydedilmesinden dolayı işlenen dersi daha sonra
istediği kadar izleyebilmektedir.
Her iki görüş de incelendiğinde, çevrimiçi öğretim faaliyetlerinde zaman ve mekân
sınırlaması olmamasına yönelik olumlu etkilerden bahsedildiği görülmektedir. Öğretim
elemanlarına göre öğrencinin okula gelmek zorunda kalmaması önemli bir unsurdur. Çünkü
öğrenci farklı nedenlerden dolayı okula gelemeyebilir ve yüz yüze eğitimde böyle bir durum
430 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
418
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
yaşandığında o dersleri kaçırmış olacaktır. Fakat eğitimin çevrimiçi olması öğrencinin gittiği
her yerden derslere katılabilmesine olanak tanımaktadır. Ayrıca derslerin kaydedilmesi ve
öğrencilerin sonradan istedikleri kadar bu dersleri izleyebilmeleri de önemli görülmektedir.
Derse katılamayan veya katılsa bile konuları anlayamayan öğrenciler bu kayıtlar sayesinde
dersleri tekrar tekrar izleme imkanına sahiptirler. Çevrimiçi yabancılara Türkçe öğretiminin
öğrencilere sunmuş olduğu bir diğer yarar da ekonomikliktir. Öğretim elemanlarına göre yol,
yemek, çay, kahve gibi para gerektiren unsurların devre dışı bırakılmasıyla bu yarar ortaya
çıkmaktadır. Öğretim elemanlarından birinin bununla ilgili görüşü şu şekildedir:
Öğrencilerin çoğu şehir içi ulaşım araçlarını kullanarak Tömer’e geliyor. Böylece
günde en az 5 lira ulaşıma harcamış oluyorlar. Bazıları parası olmadığı için yürümek
zorunda kalıyor. Ayrıca öğlen yemeği de yemek zorundalar. Teneffüslerde içilen çay
veya kahve paraları da hesaplanınca günde en az bunlara 15-20 lira harcıyorlar. Ama
evde ders yapıldığında bu paranın çok büyük kısmı ceplerinde kalıyor.
Öğretim elemanı görüşünde, öğrencilerin yüz yüze eğitimde harcayacakları paranın
büyük kısmının çevrimiçi öğretim faaliyetlerinde harcanmadığından bahsetmektedir. Öğrenciler
için bir eğitim faaliyetinin ekonomik olması en önemli unsurlardan biridir demek yanlış
olmayacaktır. Özellikle yurt dışından (Somali vb.) gelmiş olan veya yurt içinde yaşayan ama
maddi yönden geniş imkanlara sahip olmayan (Suriyeli) öğrenciler için harcayacakları her
miktar önemlidir. Çevrimiçi öğretim faaliyetleri ise bu öğrenciler için bu açıdan önemli bir katkı
sunmaktadır. Çevrimiçi öğretim faaliyetlerinin sunmuş olduğu bir diğer yarar da öğrencilerin
çekinmeden derse katılmalarını sağlamasıdır. Bununla ilgili görüşlerden biri şu şekildedir:
Sınıf ortamında soru sormaktan ya da örnek vermekten çekinen öğrenciler uzaktan
öğretimde derse katılım sağlayabilmektedir.
Eğitim faaliyetlerinde öğrencilerin anlamadıkları yerlerle ilgili soru sormaları veya konu
hakkında yorum yapmaları/örnek vermeleri beklenen bir durumdur. Ancak bazı öğrencilerin
(özellikle Suriyeli kadın öğrenciler) çekindikleri için konuşmaktan kaçtıkları görülmektedir. Bu
öğrenciler konuyu anlamasa bile soru soramadıkları için eksik/yanlış öğrenmeler
gerçekleştirmektedir. Fakat çevrimiçi eğitimde öğrencilere yazarak soru sorma imkanının
verilmesi ile bu tür öğrencilerin de ders sürecine katılabildikleri öğretim elemanı tarafından dile
getirilmiştir. Çevrimiçi öğretim faaliyetlerinin öğrencilere sağladığı son katkı da zaman kaybını
önlemesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Öğretim elemanlarına göre öğrenciler özellikle ulaşım
için harcadıkları sürenin ortadan kaldırılması ile bu yarardan faydalanmaktadırlar. Bununla ilgili
görüşlerden biri şöyledir:
Öğrenciler derse gelebilmek, ders bitiminde eve gidebilmek için yaklaşık bir
saatlerini harcıyorlar. Ayrıca özellikle dersten sonra arkadaşlarıyla biraz
takıldıklarında bu süre çok daha fazla olabiliyor. Bir de sınıfta derslerde konu dışı
çok fazla şey devreye girebiliyor. 40 dakikalık dersin belki 20 dakikası verimli
geçiyor. Ama online eğitimde bu zaman kaybının önüne geçilebiliyor.
Öğrencilerin ulaşım için zaman harcamaları, derslerden sonra arkadaşlarıyla bir yerlere
gitmeleri veya derslerde konu dışı konuşmaların olması öğretim elemanlarına göre önemli bir
zamanın kaybına neden olmaktadır. Telafisi olamayacak veya zor olacak bu kayıp, çevrimiçi
öğretim aracılığıyla ortadan kaldırılabilmektedir.
Çevrimiçi yabancılar Türkçe öğretim faaliyetleri hem öğretim elemanları hem de
öğrenciler için sadece olumlu katkılar sunmamaktadır. Öğretim elemanlarının görüşleri
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O419
O K 431
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
incelendiğinde bazı sorunların da ortaya çıktığı görülmektedir. Çevrimiçi öğretim faaliyetlerinin
öğretim elemanları açısından ortaya çıkardığı sorunlar Tablo 3’te sunulmuştur:
Tablo 3: Çevrimiçi Yabancılara Türkçe Öğretimi Faaliyetlerinin Öğretim Elemanları Açısından Ortaya
Çıkardığı Sorunlar
Dijital okuryazarlığın olmaması
Sınırlı yöntem-teknik kullanımı
Öğrenci kontrolünün zayıf olması
Basılı materyallerin paylaşılamaması
Teknolojik alt yapı eksikliği
Dönüt düzeltme imkanının sınırlı olması
Sınırlı iletişim imkânı olması
Etkileşimin zayıf olması
Yetersizlik hissi uyandırması
Öğretim elemanlarından alınan çevrimiçi yabancılara Türkçe öğretimiyle ilgili görüşler
incelendiğinde; çevrimiçi öğretim faaliyetlerinin öğretim elemanlarına sunduğu yararlardan
daha fazla soruna neden olduğu görülmektedir. Bu faaliyetlerle ortaya çıkan sorunlardan biri
öğreticilerin dijital okuryazarlığının olmaması olarak ifade edilmiştir. Çevrimiçi öğretim
faaliyetlerinin bilişim teknolojilerine hakimiyet gerektirmesi ve özellikle de yaşı ilerlemiş
öğretim elemanlarının bilişim teknolojileri konusunda zayıf kalmaları bu durumun ortaya
çıkmasına neden olmaktadır. Bu hususta görüş bildiren öğretim elemanlarından biri şunları
söylemiştir:
Sadece bilgisayar kullanabilmek uzaktan eğitim için yeterli değildir. Ders anlatımı
için kullanılan programı ve bilgisayardaki diğer donanımları da bilmek
gerekmektedir. Ekran nasıl paylaşılır, dosya nasıl paylaşılır, interaktif uygulamalar
nasıl kullanılır öğretmen bunları bilmiyorsa oldukça zorlanacaktır. Sadece kamerayı
açıp karşısında ders anlatacaktır. Ayrıca kullanılan uzaktan eğitim sisteminin
özelliklerini de iyi bilmek gerekir. Mesela bir öğretmenin dersinde öğrenciler sürekli
birbirlerini dersten atıyor. Öğretmen sistemi kullanmayı bilmediğinden hepsini
yönetici yapmış ve öğrenciler istedikleri gibi hareket edebiliyorlar. Maalesef
öğretmenlerin bu konuda büyük eksikleri var.
Çevrimiçi öğretim faaliyetleriyle ortaya çıkan bir diğer sorun da çevrimiçi öğretimin
sınırlı yöntem ve teknik kullanımına neden olmasıdır. Özellikle uygulama gerektiren
yöntem/teknikler bu araçlarla mümkün olmamaktadır. Öğreticiler genellikle sunuş stratejisi ve
anlatım yöntemiyle derslerini işlemek zorunda kalmaktadırlar. Bu durum da öğrencilerin
derslerden sıkılmalarına ve süreçten kopmalarına neden olabilmektedir. Bununla ilgili
görüşlerden biri şu şekildedir:
Yüz yüze öğretimde çok sayıda materyal kullanılabilirken ve birçok öğretim
tekniğini sınıfta uygulamak mümkünken uzaktan eğitimde anlatım yöntemi esas
alınmakta, öğretmen kullanmak istediği teknikleri kullanamamaktadır.
Çevrimiçi yabancılara Türkçe öğretimi faaliyetleriyle ortaya çıkan diğer iki sorun da
sınırlı iletişim imkânı tanıması ve etkileşimin zayıf olmasıdır. Uzaktan eğitim için kullanılan
sistemlerde genellikle kamerası ve mikrofonu açık olan tek kişi öğretici olmaktadır.
Öğrencilerin hem kameralarının hem de mikrofonlarının kapalı olması onların sadece yazarak
iletişime geçmesine neden olmakta bu da zayıf bir iletişim ve etkileşim ortaya çıkarmaktadır.
Öğrencilerin kamera ve mikrofonlarının açılması da farklı sorunları ortaya çıkarmaktadır. Ya
432 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
420
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
sistemin yavaşlamasına ve donmalara/kopmalara neden olmakta ya da çok gürültülü ve
söylenen hiçbir şeyin anlaşılmadığı bir ortam oluşturmaktadır. Bunlarla ilgili görüşlerden
bazıları şöyledir:
Seslerin birbirine karışmaması, dış seslerin ders ortamına girmemesi gibi
nedenlerden dolayı öğretmenin mikrofonunun haricindeki mikrofonlar kapalı
tutulmaktadır. Bu durum karşısında sadece kendi sesini duyan öğretmen bazen kendi
kendine anlatıyormuş hissine kapılabilmekte ve yeterli iletişimi kuramamaktadır.
Öğrenciler sadece yazarak derse katıldıkları için onlarla doğru dürüst iletişim
kuramıyoruz. İletişim zayıf olduğu için de öğrenci bizi anlıyor mu anlamıyor mu
bilemiyoruz. Hatta dinleyip dinlemediğinden bile haberimiz olmuyor.
Öğretim elemanlarına göre çevrimiçi yabancılara Türkçe öğretimi faaliyetleriyle ortaya
çıkan diğer sorunları da “öğrenci kontrolünün zayıf olması”, “basılı materyallerin
paylaşılamaması”, “teknolojik alt yapı eksikliği”, “dönüt düzeltme imkanının sınırlı olması” ve
“yetersizlik hissi uyandırması” şeklinde sıralamak mümkündür.
Çevrimiçi yabancılara Türkçe öğretimi çalışmalarının öğrenciler açısından da ortaya
çıkardığı bazı sorunlar vardır. Bu sorunlar Tablo 4’te sunulmuştur:
Tablo 4: Çevrimiçi Yabancılara Türkçe Öğretimi Faaliyetlerinin Öğrenciler Açısından Ortaya Çıkardığı
Sorunlar
Pasif konumda olma
Teknolojik donanım eksikliği
Dijital okuryazarlığın olmaması
Sosyal bir öğrenme ortamı sunmaması
Devamsızlık sorunları
İletişim eksikliği
Etkileşim eksikliği
Dikkatin çok çabuk dağılması
Motivasyon sorunlarının ortaya çıkması
Uygulama gerektiren etkinliklerin yapılamaması
Dil becerilerini kullanamama
Çevrimiçi öğretim faaliyetleriyle birlikte öğrenciler açısından ortaya çıkan sorunlara
bakıldığında, bazı sorunların öğretim elemanlarının sorunlarıyla aynı olduğu görülmektedir.
Öğretim elamanlarının yaşamış oldukları dijital okuryazarlığın olmaması, iletişim eksikliği ve
etkileşim eksikliği sorunlarını öğrencilerin de yaşadığı görülmektedir. Bu sorunların ortak
olması beklenen bir durumdur. Çünkü iletişim de etkileşim de karşılıklıdır. Öğretici bunlarda
sorun yaşıyorsa öğrencinin yaşaması da kaçınılmazdır. Öğrencilerin yaşadıkları sorunlardan biri
de pasif konumda kalmalarıdır. Mikrofon ve kameranın kapalı olması ve sadece yazarak derse
katılabilmeleri öğrencilerin pasif kalmalarına neden olmaktadır. Bununla ilgili görüşlerden biri
şöyledir:
Öğrenci aktif olarak derse katılamamaktadır. Sadece bir dinleyen olarak pasif
duruma düşmektedir.
Yabancılara Türkçe öğretiminin temel amaçlarından biri, öğrencilerin kendilerini yazılı
ve sözlü olarak Türkçe ifade edebilmelerini ve karşıdakini anlayabilmelerini sağlamaktır. Bunun
gerçekleşebilmesi için de tüm dil becerilerinin eksiksiz bir şekilde öğrenciye kazandırılması
gerekmektedir. Ancak çevrimiçi öğretim faaliyetleriyle ortaya çıkan “dil becerilerini tam olarak
kullanamama” ve “uygulama gerektiren etkinliklerin yapılamaması” sorunları bu temel amaca
ulaşmayı zorlaştırmaktadır. Özellikle yazma ve konuşma becerilerinde ortaya çıkan bu sorunlar,
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O421
O K 433
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
öğrencilerin bu iki beceride gelişmelerini önlemektedir. Bu durumla ilgili görüşlerden biri
şöyledir:
Özellikle dil öğretiminde kimi durumlarda öğrencinin de aktif olarak kullanılması
gerekir. Ancak bu uzaktan eğitimde mümkün değildir. Canlandırmanın
kullanılamaması, öğretmenin öğretim alanını daraltmaktadır. Ayrıca konuşma
etkinliklerinde öğrencilerle istenilen şekilde çalışma yapılamıyor. Bu da öğrencilerin
konuşma becerisinde gelişmelerinin önüne geçmektedir. Yazma becerisinde ise
öğrencilere ödev vererek etkinlik yapmaya çalışıyoruz. Çünkü ders esnasında yazı
yazdırmak çok zor oluyor. İster ders esnasında olsun ister ödev olsun öğrenciler
çalışma esnasında öğretmen tarafından kontrol edilmedikleri için başka yerlerden
bakarak yazıyorlar. Bu durumda öğrencinin yazmasının gelişmesi ne kadar
beklenebilir?
Çevrimiçi yabancılara Türkçe öğretimi faaliyetleriyle öğrenciler açısından ortaya çıkan
diğer sorunları da “teknolojik donanım eksikliği”, “sosyal bir öğrenme ortamı sunmaması”,
“devamsızlık sorunları”, “dikkatin çok çabuk dağılması”, “motivasyon sorunlarının ortaya
çıkması” olarak sıralamak mümkündür.
Sonuç
Öğretim elemanlarının çevrimiçi yabancılara Türkçe öğretimi faaliyetlerine yönelik
görüşleri incelendiğinde, çevrimiçi öğretim faaliyetlerinin hem öğrenci hem de öğretim
elemanları açısından çeşitli olumlu nitelikler barındırdığı ancak bununla birlikte bazı sorunların
da yaşanmasına neden olduğu tespit edilmiştir. Çevrimiçi öğretim faaliyetlerinin sunmuş olduğu
emekten ve zamandan tasarruf, mekânın olumsuz etkilerinin devreden çıkarılması, ekonomik
olması, materyal paylaşımında kolaylık sağlaması gibi özellikler aslında yüz yüze eğitim
faaliyetlerinde de ulaşılabilecek imkanlardır. Ancak öğretim elemanının yeteri dönüt alamaması,
öğrencinin ders sırasındaki durumunu gözlemleyememesi, kullanması gereken öğretim yöntem
ve tekniklerini kullanamaması, sınırlı iletişim ve etkileşim imkânı olması, dil becerilerinin tam
anlamıyla kullanılmasına olanak tanımaması gibi durumlar, öğretimin verimini düşürmektedir.
Bu durumda yabancılara Türkçe öğretimi faaliyetlerinin temel amacı olan “bireylerin kendilerini
Türkçe kullanarak tam ve doğru bir şekilde ifade edebilmeleri” hedefine ulaşmak mümkün
olmayacaktır. Uzaktan öğretimin zorunlu durumlarda bir alternatif olarak kullanılması
gerekebilir ancak yüz yüze öğretimin yerini tutamayacağı da unutulmamalıdır.
Kaynaklar
Bakioğlu, A. ve Can, E (2014). Uzaktan eğitimde kalite ve akreditasyon. Ankara: Vize
Yayıncılık.
Banar, K. ve Fırat, M. (2015). Bütüncül bir bakıştan açık ve uzaktan eğitim: Türkiye özeli.
Yeğitek Uzaktan Eğitim Özel Sayısı (18-23). Ankara: MEB Yenilik ve Eğitim
Teknolojileri Genel Müdürlüğü.
Bozkurt, A. (2017). Türkiye'de uzaktan eğitimin dünü, bugünü ve yarını. Açık Öğretim
Uygulamaları ve Araştırmaları Dergisi, 3(2), 85-124.
Çiftçi, A. (2015). Örgün eğitim-öğretim ile yaygın eğitim-öğretim ikilemi üzerine. Yeğitek
Uzaktan Eğitim Özel Sayısı (ss, 42-45). Ankara: MEB Yenilik ve Eğitim Teknolojileri
Genel Müdürlüğü.
434 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
422
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
Demir, E. (2014). Uzaktan eğitime genel bir bakış. Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler
Dergisi, 39, 203-212.
Enfiyeci,T.ve Büyükalan Filiz, S. (2019). Uzaktan eğitim yüksek lisans öğrencilerinin topluluk
hissinin çeşitli değişkenler açısından incelenmesi. TÜBAV Bilim Dergisi, 12(1), 20-32.
İşman, A. (1998). Uzaktan eğitim. Sakarya: Değişim Yayınları.
Kahraman, M. (2020). COVID-19 salgınının uygulamalı derslere etkisi ve bu derslerin uzaktan
eğitimle yürütülmesi: temel tasarım dersi örneği. Medeniyet Sanat Dergisi, 6(1), 44-56.
DOI: 10.46641/medeniyetsanat.741737
Kuş, E. (2012). Nicel-nitel araştırma teknikleri (4. bs.). Ankara: Anı Yayıncılık.
Özyürek, A., Begde, Z., Yavuz, N., ve Özkan, İ. (2016). Uzaktan eğitim uygulamasının öğrenci
bakış açısına göre değerlendirilmesi. Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Dergisi, 6(2), 595-605
Sağlık Bakanlığı (2020). Koronavirüs. https://covid19.saglik.gov.tr/TR-66439/c.html adresinden
edinilmiştir.
Verduin, J. R. ve Clark, Jr. T. A. (1994) Uzaktan eğitim: etkin uygulama esasları (çev. İ.
Maviş), Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Basımevi.
Yıldırım, A. ve Şimşek, H. (2016). Sosyal bilimlerde nitel araştırma yöntemleri (10. bs.).
Ankara: Seçkin Yayıncılık.
YÖK
(2020).
Koronavirüs
(Covıd-19)
Bilgilendirme
Notu:
https://www.yok.gov.tr/Sayfalar/Haberler/2020/coronavirus_bilgilendirme_1.aspx
adresinden edinilmiştir.
1.
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O423
O K 435
TÜRKÇE ÖĞRETİMİNE SÖYLEM ÇÖZÜMLEMESİ AÇISINDAN BİR BAKIŞ
Meltem Merve KONU
Öz
Dil öğretiminde/öğreniminde her zaman önemli bir yeri olan edebi
metinler bireyin başarılı bir iletişim kurabilmesi için gerekli olan temel
becerilerin geliştirilmesi amacıyla üzerine farklı etkinlikler hazırlanarak ders
kitaplarında kullanılagelmiştir. Bu kullanmalık metinlerde yazar ve şairler
dili bireyselleştirerek kendi söylemlerini oluşturmaktadırlar. F. de
Saussure’ün dil-söz karşıtlığı içerisinde söz (parole) diğer bir deyişle bireydil
(idiolect) kullanımına dayanan özgün anlatım biçemleri edebi metinlerde
çokça tercih edilmektedir ve buradaki örtük anlamları açığa çıkarmak
vericinin derin yapıda kodladığı dilsel göstergeleri belirli zihinsel
aşamalardan geçerek bağlam bağımlı bir çözümlemeyi gerektirmektedir. Bu
anlamlandırma sürecinde sözce/tümce kadar sözceleme durumu da önemlidir.
Verici sözcük birimlerini duygu ve düşüncelerini en iyi yansıtacak olanlar
arasından seçerken söz dizimini de amacına uygun olarak bu doğrultuda
oluşturmakta, daha çok dikkat çekmek istediği ögeleri tümceye buna uygun
biçimde
yerleştirmektedir.
Dil
öğretiminde/öğreniminde
de
öğreticinin/öğrenicinin bu noktaları bilerek dile buna göre yaklaşması hedef
dilde yetkinliğin daha üst düzeyde sağlanması adına önem arz etmektedir.
“Söylem çözümlemesi” bilgi aktarımında ve alımlamasında bu tür etmenlerin
de göz önünde bulundurulup değerlendirilerek ilgili bütüncenin
anlamlandırılması gerektiğini savunan ve bunun üzerine çalışmalar yapılan
bir alandır. Dil öğretiminin/öğreniminin temel amacı duygu ve düşünceleri
etkili bir şekilde ifade ederek başarılı bir iletişim edimi gerçekleştirmek
olduğu için dil öğretiminde/öğreniminde söylem çözümlemesi göz ardı
edilmemesi ve yapılacak etkinliklere dahil edilerek verilerinden
yararlanılması gereken bir alandır. Bu çalışma ile Türkçe
öğretiminde/öğreniminde temel becerilerin kazandırılmasında söylem
çözümlemesi alanından nasıl yararlanıldığına dair farkındalık oluşturulmak
amaçlanmıştır. Bu amaç doğrultusunda nitel araştırma yöntemlerinden
betimsel analiz kullanılarak çalışmada Anıttepe Yayıncılık’a ait 5. Sınıf
Türkçe ders kitabındaki “Yaşama Sevinci(Muzaffer İZGÜ)” adlı kısa öykü ve
etkinlikleri örnekleminde yer alan söylemlerdeki sözceleme öznesinin
seçimleri irdelenerek sözce kişilerinin amaçları, alıcıda ulaşmak istediği
etkiler, iletilmek istenen duygular/düşünceler ve tüm bu durumların dil
kullanımı ile nasıl sağlandığı yorumlanarak söylem çözümlemesi açısından
değerlendirilmiştir.
Anahtar Sözcükler: Bireydil, dil öğretimi, söylem çözümlemesi,
sözceleme, Türkçe öğretimi.
AN OVERVIEW OF TURKISH TEACHING IN TERMS OF
DISCOURSE ANALYSIS
Abstract
Literary texts, which have always an important place in language teaching
/ learning, have been used in textbooks by preparing different activities in
order to develop the basic skills necessary for an individual to communicate
successfully. In these usable texts, writers and poets create their own
Arş. Gör.,;Bursa Uludağ
[email protected].
Üniversitesi
Eğitim
Fakültesi
Türkçe
Eğitimi
Ana
Bilim
Dalı.
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 437
424
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
discourses by individualizing the language. F. de Saussure's original
expression styles based on the use of words (parole), in other words
individual language (idiolect) in the language-word opposition, are highly
preferred in literary texts, and revealing the implicit meanings here is the
linguistic signs encoded by the giver in a deep structure and are contextdependent. it requires an analysis. In this interpretation process, enunciation
is as important as word / sentence. While the transmitter chooses the word
units among the ones that best reflect his feelings and thoughts, he creates the
syntax in accordance with his purpose and places the items he wants to attract
more attention to the sentence accordingly. In language teaching / learning, it
is important for the teacher/learner to know these points and approach the
language accordingly in order to achieve a higher level of competence in the
target language. "Discourse analysis" is a field that defends that such factors
should be taken into consideration and evaluated in the transfer and reception
of information and that the relevant sentence should be interpreted and
studies are made on this.
Since the main purpose of language teaching / learning is to achieve a
successful act of communication by expressing emotions and thoughts
effectively, discourse analysis in language teaching / learning is an area that
should not be overlooked and its data should be used by including it in the
activities to be carried out. With this study, it is aimed to raise awareness
about how to use the field of discourse analysis in teaching / learning Turkish
in basic skills. In line with this purpose, by using descriptive analysis, one of
the qualitative research methods, the choices of the subject of utterance in the
discourses included in the short story and activities named "Yaşama Sevinci
(Muzaffer İZGÜ)" in Anıttepe Publishing's 5th grade Turkish textbook are
examined and the aims of the spokespeople and the effects they want to
achieve in the recipient the feelings / thoughts to be conveyed and how all
these situations are achieved through the use of language are interpreted and
evaluated in terms of discourse analysis.
Keywords: Individual language, language teaching, discourse analysis,
enunciation, teaching Turkish.
1.
Giriş
1.1. Söylem Nedir?
Söylem, dilin bireysel kullanımı üzerine kurulu anlatım biçemi olarak tanımlanabilir.
Söylemlerde sözcelerin ne aktardığından çok düşüncelerin nasıl aktarıldığı, dilin nasıl
kullanıldığı önemlidir. Saussure’ün dil-söz karşıtlığı içerisinde söz ögesinin yoğun biçimde
kullanıldığı edebi metinlerde dilin estetik diğer bir deyişle sanatsal işlevinden çokça yararlanılır.
Dolayısıyla edebi metinlerde vericinin kasıtlı olarak seçtiği sözcelerden oluşan sanatsal bir
söylemin hakim oldu görülür. Bilimsel metinlere kıyasla edebi metinlerde söylemsel farklılıklar
daha yoğundur. Fakat yine de bilimsel metinler söylem çalışmalarından tamamen
soyutlanmamalıdır. Çünkü burada da bireysel tercihlerden doğan söylemsel yapılar
bulunmaktadır. Söz gelimi, bir edebiyat hocası ile dil bilimi hocasının aynı konu üzerine
çalışmış olsalar da bilimsel bir makale için seçeceği sözcükler ve ifade biçemleri farklı
olacaktır. Dolayısıyla nesnel konuşmalarda/yazılarda da söylemsel farklılıklardan bahsedilebilir.
Bu yönüyle söylem parmak izine benzetilebilir, ne kadar birey varsa o kadar farklı söylem
vardır.
Ülkemizde ve dünyada bir dilbilim terimi olan “söylem” sözcüğünün günden güne
toplumun değişik katmanlarınca anlam genişlemesi sonucunda yeni anlamlar kazanarak
kullanımını sürdürdüğü görülmektedir. Terimin anlamı kullananlar tarafından tam olarak
438 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
425
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
bilinmese de gündelik dilde yaygın olarak kullanılmaya başlanmıştır. Gündelik dilde belirli
konuda hazırlanmış yazılar ve konuşmalar için kullanılmaktadır. Konuşmacılar, yazarlar,
araştırmacılar, çizerler konuşmalarında söylem terimini “anlatı”, “sözce”, “tümce”, “söz”,
“düşünbilim”, “uran”, “öğreti”, “görüş”, “anlatım biçimi”, “dil” yerine kullanmaktadır. Söylem
yerine göre tek bir söz, tümce, sözlü bir anlatım, yazılı bir metin ya da bir romanın tamamı
olabilir (Günay, 2018). Bu nedenle söylemin boyutu hakkında net bir şey söylemek olası
değildir. Bu durum alıcının da bilgisi ve birikimi ile doğru orantılıdır. Kimi zaman bir sözcükten
sayfalarca çıkarımda bulunabilen bir birey için o sözcük bir söylem niteliği taşırken kimi zaman
bir romanın tamamı da bir söylemdir.
Söylem, konuşucunun kendi sözceleme durumları içinde belirli amaçla, belirli bir
uzamda ve zamanda iletişim ve etkileşimi sağlamak için ürettiği dilsel-dil dışı yapılardır.
Söylem kavramının kökeni çok eskilere dayandırılabilir. Dilin bireysel kullanımı diğer bir
deyişle özne ve dil arasındaki ilişki birçok araştırmacının ilgisini çekmiştir. Antik Yunan’da
geleneksel sözbilim açısından siyasal amaçlı inandırıcılığı olan konuşmalar yapmak önemli
olmuştur. İkna etmek de sözlü dili en etkileyici ve doğru biçimde kullanmayı gerektirdiği için
bu tür çalışmalar söylem çözümlemesini de ilgilendirmektedir. Nitekim Aristo’nun
Poetika’sında öznenin kullandığı dil ile varlık buluşu anlatılmaktadır. Antik Yunan ve
Roma’daki bu retorik çalışmalar ilk söylem çalışmaları olarak kabul edilmektedir. Buradan da
hareketle insanlığın tüm dönemlerinde dil ile ilgilenen araştırmacıların dilin öznel kullanımları
ile ilgili görüşler öne sürdükleri sonucuna varılabilir (Günay, 2018).
Woods (2006) eğitim söylemi diye bir alanın varlığından bahseder. Ona göre, öğretmen
sürekli konuşmak demektir ve sessiz bir öğretmeni hayal etmek imkansızdır. Öğretmen ve
öğrenciler doğru yanıtlara ulaşabilmek ve eğitimi sürdürebilmek için buna uygun dilsel
yöntemler kullanırlar. Öğretmen derste bu şekilde sorular yöneltir, yönergeler verir ve dersi
kontrol altında tutarak öğrencileri değerlendirir; öğrenciler de yanıtlarını buna uygun olarak
seçerler. Beşikten mezara kadar kendini inşa eden bireyi içinde bulunduğu söylem şekillendirir.
Bu nedenle doğmadan önce de söylemden bir ölçüde etkilenilir (Woods, 2006). Söylemlerin
ayrı sınırları yoktur, çünkü insanlar tarihte her zaman eskilerini değiştirerek yeni söylemler
üretmişlerdir. Bireyler söylemlerin sınırlarını zorlayarak yeni söylemler ortaya çıkarırlar ve eski
söylemler yok olur. Bu yüzden söylemler; insanların, yerlerin, zamanların, eylemlerin,
etkileşimlerin, sözlü ve sözlü olmayan ifadelerin, sembollerin, nesnelerin, araçların, belirli
kimlikler ve etkinliklerin eşgüdümleri olarak tarih boyunca tüm dünyada var olmuştur (Gee,
1999). Söylemin oluşması için dilsel birimler, konu, alıcı-verici ögeleri gereklidir. Söylem
vericinin değer yargılarını (tutum, davranış, yargı, biçem vb.) içinde barındırır. Vericiye ait
değerleri yansıtırken her söylemde verici kendisini tekrar oluşturur, bu yönüyle söylem iç ve dış
bağlama gönderimde bulunan tutarlı bir dizgedir, metinlerarasılığı-söylemlerarasılığı da içerir
ve tümceleri aşan tümceötesi bir yapıdır (Günay, 2018). Özetle, iletişimde ve enformasyonda
kullanılan anlamlı her yapı söylem olarak değerlendirilir. Köşe yazıları, reklam metinleri, anı,
çizgi film, bilimsel makaleler, telefon konuşmaları, mektuplar, kullanma kılavuzları, duvar
yazıları, levhalar, sloganlar, dua etme, teşekkür etme, niyet etme, emir verme, yorumlar,
raporlar, kurumiçi yazılar/yazışmalar kısacası dilin gerçekleştiği her yerde söylemin varlığından
söz edilebilir.
Bireyler ortak olan dilin genel dizgesinden yararlanarak bireysel söylemler oluştururlar.
Bu söylemler kişiye özgü olarak bir kerelik oluşturulur. Söylemlerin anlaşılması için de ortak
dizge kullanımı gereklidir. Böyle olmazsa alıcı ve verici arasında iletişim engeli oluşur.
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O426
O K 439
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
Örneğin, öğretmen sınavda kopya çeken öğrenciyi bu özellik sayesinde yakalayabilir. Çünkü
aynı soruya aynı yanıtlar da verilse söylemler farklı olur, aksi bir durum varsa kopyadan
şüphelenilir (Erkman Akerson, 2016). Söylemlerin anlamlandırılması sürecinde önceki
söylemler de önemli olduğu için burada söylemlerarasılığının öneminde de bahsetmek gerekir.
Vericinin daha önceki söylemi hakkında bilgisi olmayan bir alıcı için bilginin yorumlanma
aşaması başarılı biçimde gerçekleşmeyecektir. Örneğin, öğreticiler sık sık önceki derste
söylediklerine gönderme yaparlar. İlgili derste bulunmayan öğrenici için bu kısım zihninde boş
kalacak ve arkadaşlarına sorarak tamamlamaya çalışacaktır. Ne kadar sorsa da orada
bulunmayarak iletişim ortamına dahil olmamış olması mutlaka birtakım eksiklikleri beraberinde
getirecek ve iletişim süreci sekteye uğrayacaktır.
1.2. Söylem Çözümlemesi Nedir? Ne İle Uğraşır?
Söylem çözümlemesinde dil kullanımının farklı dünya görüşlerini ve farklı anlayışları
sunma yolları, katılımcılar arasındaki ilişkilerden nasıl etkilendiği, sosyal kimlikler ve ilişkiler
üzerindeki etkileri, dünya görüşlerinin ve kimliklerin nasıl inşa edildiği incelenir. Söylem
çözümlemesi terimi ilk olarak Zellig Harris (1952) tarafından bağlantılı konuşma ve yazmayı
analiz etmenin bir yolu olarak tanıtılmıştır (Paltridge, 2012). “Söylem çözümlemesi”nin
inceleme alanı ve yöntemi olması 1960’lı yıllarda mümkün olmuştur. Söylem çözümleme
çalışmalarının ortaya çıkışı yapısal dilbilim ile gerçekleşse de ruhçözümleme, bilişsel-toplumsal
ruhbilim, ruhdilbilim, budunbilim, toplumbilim, toplumdilbilim, sözbilim, edimbilim,
göstergebilim, yorumbilgisi, insanbilim, metindilbilim, budunsal yöntembilim, tarih, istatistik
vb. alanlarla da ilişkisi bulunmaktadır (Günay, 2018). Son 20 yıldır edebi metinlerin dil ve
biçemine yönelik olarak sıklıkla kullanılan bu inceleme biçimi metnin sözdizimsel,
anlambilimsel, sosyokültürel, toplumsal ilişkiler, grup üyeliği ve cinsiyet boyutları çerçevesinde
değerlendirmelerini yapar (Solak, 2012). Söylem çözümlemesi metnin anlam ve yapısını
anlamayı ve açıklamayı sağlayan bir yöntemdir. Metnin gerçek anlamı yüzeyinden çok
derininde yoğun bir çözümleme yöntemi ile elde edilir. Yapılan söylem çalışmalarında önemli
olan yazılma sürecine diğer bir deyişle sözceleme durumuna, sözcelerin hangi çağrışım
değerleriyle ve hangi bağlamda kullanıldığına, alıcıda uyandırılmak istenen niyete, etkiye ve
anlama ulaşmaktır (Ünveren, 2016). Söylem çözümlemesi birey iletişimini biçimlendiren
söylem sözcüklerini yansıttığı için dil öğrenimi ve öğretimiyle de yakından ilgilidir. Çünkü dil
öğretimi de iletişim amacının öğrenici tarafından üretimini sağlamak için ileti yapılanmasını ve
konuşucu/yazarın amacını çıkarımsal olarak işlemleme sürecinde öğrenicinin bazı becerilerini
sağlayabilmek için yorumlama yöntemlerini bilmesini gerektirir (Olshtaın & Celce-Murcıa,
2005). Söylem çözümleyenler insanların günlük dil deneyimlerinde içgüdüsel olarak ve büyük
ölçüde bilinçsizce yaptıkları kullanımdaki dil kalıplarını ve bunların ilişkili olduğu koşulları
(katılımcılar, durumlar, amaçlar, sonuçlar) fark ederler ve bunun üzerine çalışırlar. Söylem
çözümlemelerinin çoğu, kendilerini uygulamalı olarak adlandırmayan dilbilimciler tarafından ve
başka disiplinlerdeki- örneğin sosyoloji, psikoloji, psikoterapi - kendilerine dilbilimci demeyen
akademisyenler tarafından yapılır. Söylem çözümlemesi uygulamalı dilbilimin bir parçasıdır,
ancak yalnızca ona ait değildir; çok disiplinli bir alandır ve ilgi alanları açısından oldukça
çeşitlidir (Trappes-Lomax, 2004). Yapılan çalışmalara bakıldığında yazın, felsefe ve dil
alanında yapılmış söylem çözümlemesi çalışmalarının sayıca az olduğu görülmektedir. Bu
alanda daha çok basın ve politikaya yönelinmiştir (Duman, 2018). Bu noktada Türkçe eğitimi
alanında da söylem çözümlemesi çalışmalarının eksik olduğu görülmüştür ve üzerine daha çok
çalışmalar yapılmasının alana zenginlik katarak farklı bakış açıları getireceği düşünülmektedir.
440 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
427
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
Söylem çözümleyenler sohbetten yüksek düzeyde kurumsallaşmış konuşma biçimlerine
kadar her türden yazılı metin ve sözlü veriyi içeren kullanımdaki dili inceler. Van Dijk (1972),
De Beaugrande (1980), Halliday ve Hasan (1976) gibi dilbilimciler bu alanda önemli
araştırmacılardır. Prag Dilbilim Okulu da söylemdeki bilginin yapılandırılmasına olan ilgisiyle
etkili olmuştur. En çok dil bilgisi ve söylem arasındaki bağları göstermeye katkı sağlanmıştır.
Aynı zamanda, giderek artan şekilde Uygulamalı Dilbilim ve özellikle ikinci dil öğrenimi ve
öğretimi alanında araştırma yapmak için bir zemin oluşturmaktadır. Söylem çözümlemesi
yalnızca sözlü etkileşimin tanımı ve analizi ile ilgilenmez. Sözlü bütüncelere ek olarak gazete
makaleleri, mektuplar, hikayeler, tarifler, talimatlar, bildirimler, çizgi romanlar, reklam
panoları, broşürler vb. her gün yüzlerce yazılı ve basılı sözcük tüketilir. Tüm bunlar da söylem
çözümlemesi çalışmalarına dahildir (McCarthy, 1991). Sözlü ve yazılı söyleme ek olarak görsel
söylemin varlığından da bahsedilebilir. Göstergebilimin dahil olduğu bu alanda da dil dışı
göstergeler kullanılarak duygu ve düşünceler aktarılmaktadır ve bunu yaparken birey kendisine
en uygun olan, düşüncelerini en iyi aktarabilecek olan görselleri tercih etmektedir. Dolayısıyla
görsellerde de söylemsel farklılıklar söz konusudur. Örneğin, çocukluğun görsellerle
anlatılmasında her bireyin seçtiği ögeler farklı olacaktır. Aynı konu anlatılsa bile seçilen
nesnelerin farklılığı bireylerin bilgi, birikim, yaşanmışlık, hayata bakış açıları, yaşı, cinsiyeti,
eğitim durumu vb. etmenlerin katkısıyla şekillenecektir.
Konuştuğumuzda veya yazdığımızda, kim olduğumuzu ve insanların bizi nasıl
görmesini istediğimizi göstermek için dilden daha fazlasını kullanırız. Giyinme şeklimiz,
kullandığımız jestler ve davranış ve etkileşim şeklimiz de sosyal kimliği nasıl sergilediğimizi
etkiler. Bunu etkileyen diğer faktörler arasında düşünme biçimlerimiz, sergilediğimiz tutumlar
ve değer verdiğimiz, hissettiğimiz ve inandığımız şeyler yer alır. O hâlde söylem çözümlemesi,
insanların söyledikleriyle neyi kastettiğini, insanların ne demek istediğini nasıl çözdüklerini ve
dilin farklı dünya görüşlerini ve farklı anlayışları sunma şeklini ele alır. Bu durum söylemin
katılımcılar arasındaki ilişkiler tarafından nasıl şekillendirildiğinin ve söylemin sosyal kimlikler
ve ilişkiler üzerindeki etkilerinin incelenmesini de içerir (Paltridge, 2012). Söylem
çözümleyenler verilerini bir konuşmacı/yazar tarafından anlamları ifade etmek ve niyetleri elde
etmek (söylem) için bir bağlamda bir iletişim aracı olarak dilin kullanıldığı dinamik bir sürecin
kaydı (metni) olarak ele alır. Bu verilerden hareketle çözümleyenler tarafından bu anlamları ve
niyetleri iletmek için kullanılan dilsel gerçekliklerdeki durumları tanımlamaya çalışır.
Yorumlanmaları için bağlamsal bilgi gerektiren dilsel unsurlardan bazıları “burada, şimdi, ben,
sen, bu ve şu” gibi gösterimsel biçimlerdir. Bu unsurları bir söylem içinde yorumlayabilmek
için (en azından) vericinin ve alıcının kim olduğunu, söylemin üretim zamanını ve yerini bilmek
gerekir. Çözümleyen; bir konuşmacı / yazar tarafından bağlam içinde dil kullanımını araştırdığı
için kullanımından bağımsız olarak, bir tümcenin diğeriyle potansiyel ilişkisinden çok,
konuşmacı ile ifade arasındaki ilişkiyle, özel kullanım durumuyla ilgilenir. Bu noktada
gönderme, ön varsayım, ima ve çıkarım gibi terimleri kullanırken, söylem çözümleyen bir
tümce veya önerme ile diğeri arasında var olan ilişkiyi değil konuşmacıların ve dinleyicilerin ne
yaptığını açıklar (Brown &Yule, 1983). Söylem çözümlemesi anlamsal yapılara yoğunlaşmıştır,
çünkü tümce dilbilgisi ile ilgili önceki çalışmalar yüzey yapılara odaklanma eğilimindedir.
Örneğin, bir söylemin genel konusu veya teması, tek tek sözcükler veya tümceler düzeyinde
değil, yalnızca bir bütün olarak söylemin anlamsal düzeyinde incelenebilir (Van Dijk, 1983).
Söylem çözümlemesi genellikle konuşma veya yazılı metinler gibi dil materyalinin ve
bazen de diğer materyallerin tek tek incelendiği bir araştırma yaklaşımını ifade eder. Bunu
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O428
O K 441
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
anlamak için yüzyıllar önce yazılmış bazı eski mektuplara baktığınızı hayal edin. Her mektup,
yazarın durumu, düşünceleri ve duyguları hakkında aktardığı şeyler açısından elbette ilginç
olacaktır. Çözümleme konuşmacıların etkileşiminin, anlık konuşma etkileşiminden, yerin,
zamanın, ulusun durumunun vb. daha geniş durumuna kadar, sosyal bağlamlar tarafından nasıl
şekillendirildiğine ve sınırlandırıldığına odaklanır. Dilbilgisi de dahil olmak üzere konuşmanın
nasıl inşa edildiğinin ayrıntılarını ve bir alternatife göre olası bir sözcük veya yapının seçiminin
sonuçlarını değerlendirir. Konuşmanın işlevlerini değerlendirir ve söylenenlerin altında yatan
varsayımları inceler (Taylor, 2013). Söylem çözümlemesi okuma-sınıflandırma-yorumlama
(değerlendirme)-yapılandırma aşamalarının yapılmasını gerektirir. Bireyin kendine özgü dil
kodlamaları söylem çözümlemesi ile çözümlenir. Özetle, söylem çözümlemesi verici tarafından
kodlanan bilgiyi çözme işlemidir.
Söylem çözümlemesi dilbilimcilerin ekollerine ve söylem kavramından anladıklarına
göre değişmektedir. Çözümleme yapan dilbilimciler farklı ülkelerden ve farklı geleneklerden
gelmektedirler. Hollandalı edebiyatçı Van Dijk kendi metindilbilimi geliştirerek yaptığı
çözümlemelere söylem çözümlemesi adını vermiştir. Fransız dilbiliminde Maingueneau’nun
geliştirdiği söylem çözümlemesi kavramı söylem olaylarının dilbilimsel çözümlemesi olarak
kullanılmıştır. Fransızların geliştirmiş olduğu söylem taslağı Almanya’da da Mass ve Jager gibi
dilbilimciler tarafından kullanılmıştır. Link de Fransız kuramına bağlı kalmıştır. Avusturya’daki
çalışmalar da Wodak ile bilinmektedir (Duman, 2018). Fairhurst/Uhl-Bien (2012 akt. Duman,
2018) eleştirel söylem çözümlemesi, etkileşimsel söylem çözümlemesi, konuşma çözümlemesi,
anlatı çözümlemesi olmak üzere 4 türde söylem çözümlemesi olduğundan bahsetmektedir.
Yaklaşım olarak ise eleştirel olan ve olmayan olmak üzere iki açıdan çalışmaların yapıldığı
söylenebilir.
1.3. Bağlam
Göstergeler diğer göstergelerle birlikte bütünleşerek bir kavramı yansıtmaktadır.
Göstergelerin bağlı bulunduğu ögelerin oluşturduğu bütüne bağlam adı verilmektedir. Diğer
deyişle, bir kavramın kesinleşmesi sözcüğün birlikte yer aldığı diğer ögelere göre değil
göstergenin yer aldığı sözce ve konuya bağlıdır. Örneğin, “dil” terimi anatomide, coğrafyada,
müzikte veya dil biliminde farklı bağlamlarda kullanılarak farklı içeriklere gönderimde bulunur
(Aksan, 2007). Bir ifadenin bağlamı ifadenin yapıldığı maddi, zihinsel, kişisel, etkileşimsel,
sosyal, kurumsal, kültürel ve tarihsel durumdaki soruların herhangi birinin cevabını
etkileyebilecek her şeydir. Dolayısıyla bağlam sınırsızdır. Vericiler ve alıcılar, bu yerleşik
anlamların yalnızca bazılarını bilebilir ve kullanabilir. Bunları etkinleştirmeyebilirler veya
kısmen etkinleştirebilirler (Gee, 1999).
Dil her zaman bir başkası tarafından, belirli bir zamanda ve yerde, bir amaç vb. ile
üretilir ve bağlama uygun olarak üretildiği takdirde anlam üretilir ve anlaşılır. Bağlam
sonsuzluğa giden bir yolda çeşitli şekillere sahiptir ve akla gelebilecek her şeydir. Sonsuz
derecede küçük olan, insanlar tarafından üretilen her tümcenin, önceki ve sonraki tümcelerden
oluşan benzersiz bir ortamda ortaya çıkması ve sonuç olarak anlamının bir kısmının bu diğer
tümcelerden türemesi gerçeğidir. Sonsuz küçük olan tek bir sesin çok anlamlı bir şeye
dönüşmesiyle de ilgili olabilir - düşen bir tonlama ile telaffuz edilen "evet" açıklayıcı ve
olumludur; artan bir tonlama ile konuşulduğunda, bir soru, şaşkınlık ya da inanmama ifadesi
hâline gelir (Blommaert, 2005). Bağlam, iletişimin gerçekleştiği fiziksel ortamı ve içindeki her
şeyi içerir; orada bulunanların bedenleri, bakışları, jestleri ve hareketleri; iletişime dahil olanlar
442 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
429
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
tarafından önceden söylenenler ve yapılanlar; paylaşılan kültürel bilgiler dahil olmak üzere ilgili
kişilerin sahip olduğu bilgiler bağlamı oluşturur. Konuşucunun söyledikleri ve bağlam bir araya
gelerek anlamı oluşturur. Bir ifadenin bağlamı hakkında fiziksel çevre, ilgili kişilerin önceki
ifadeleri ve etkileşimleri, paylaşılan kültürel bilgiler dahil olmak üzere her zaman daha fazla şey
öğrenilebilir (Gee, 2011). Özetle, dil söylem aracılığıyla ifade edilirken söylem de bağlam
içerisinde gerçekleşir ve bu noktada bağlamı oluşturan da metindir. Vericinin bağlamı ile
alıcının bağlamı birbirini tutmayabilir ve bu da yanlış anlamalara/anlaşılmalara neden olabilir.
Bu nedenle söylemin yorumlanmasında bağlam yadsınamayacak bir öneme sahiptir. Bağlam
denilince iki durum akla gelmektedir. Sözcük ve tümcelerin diğer ögelerle olan ilişkisi ve vericialıcının içinde bulunduğu ortam (psikolojik ve fiziksel etmenler). Bu çalışma metin ve
etkinlikler odaklı gerçekleştirildiği için metnin bağlamı diğer bir deyişle dil içi/dilsel bağlam
üzerinde değerlendirme yapılmıştır.
1.4. Sözce ve Tümce İlişkisi
İletişim; sözcükler, dil bilgisi kuralları veya tümce yapılarının toplamından daha
fazlasıdır. Çünkü bireyler bu sözcelerin ne anlama geldiğinden daha fazlasını ifade etme
eğilimindedirler. Dolayısıyla her zaman ifadenin arkasında gizli bir anlam vardır. Bu iletişim,
yazar bu etkileşim sırasında bulunmadığından konuşmanın aksine oldukça karmaşıktır.
Okurların, olası herhangi bir yanlış anlamadan kaçınmak için söylemin edimsel anlamını
anlaması beklenir. Pasif değil, etkileşimli bu süreçte okuyucuların, sözcüklerin anlamını çözerek
ifadenin merkezi olan söylemin içeriğine ulaşması gerekir (Tang, 2013). Enformasyon ve
iletişim bağlamında anlatılmak istenen her zaman kullanılan sözcenin aktardığı ile
örtüşmemektedir. Vericinin kodladığı göstergeler çoğunlukla alıcının farklı bilgilere ihtiyaç
duyularak çözümlemesini gerektirmektedir. Bu noktada alıcı derin yapıdaki örtük anlamı
bağlama uygun biçimde çözümleyerek açığa çıkarmak durumundadır. Bu aşamada
dinleyici/okuyucunun amaç iletiye ulaşması için konuşucunun/yazarın söyleminde kullandığı
göstergelerin düz anlamları dışında yan anlam ve çağrışım anlamlarını da değerlendirmesi
gerekmektedir.
Sözce sessel ve fiziksel bir eylemdir. “Yardım” diye bağırmak bir sözcedir (Doğan,
2014). Sözce ve tümce birbirinden farklı 2 dilsel ögedir. Tümce sözün çözümlenmesi ile elde
edilen belli bir duruma bağlı olmayan bir birim; sözce ise belli bir durumda üretilen, bağlam
içinde değeri olan bir birimdir. Tümcede alıcı ve vericiye ait öznel durumlar önemli değilken
sözcede önemlidir. Sözce belirli bir bağlamda sözceleme öznesi tarafından üretilen sözcük,
tümce, paragraf, bölüm, kitap vb. her türlü dilsel birimdir. Sözce bir tümcenin sözcelenmesidir
(Günay, 2018). Dil öğretiminde dilbilimsel yaklaşımla tümce uzun yıllar temel birim aracı
olarak kullanılmıştır. Fakat bu bağlamdan soyutlanmış bir yaklaşımdır. Tümceler ilginç, sıradışı
veya gizemli olabilir; ancak bağlamdan ayrıldıklarında gerçek anlamlarından yoksundurlar. Dil
öğrenimi ve öğretiminde yeni yaklaşımlarla birlikte, söylem veya metin analizin temel birimi
hâline gelmiştir. Bu nedenle öğreniciler herhangi bir dil etkinliği gerçekleştirirken çeşitli söylem
özelliklerine odaklanmaları gerekmektedir. Yetkin dil öğreticisi de söylem analizinin çeşitli
yönlerinin farkında olmalı ve bunlarla ilgilenmelidir (Olshtaın & Celce-Murcıa, 2005). Özetle,
tümce dilbilimin; sözce edimbilimin konusudur. Tümce sözceleme durumuna bağlı değildir ve
doğrudan dilbilgisini ilgilendirir. Önemli olan sözdizimi kurallarına uygun tümceler üretmektir.
Tümceler sözceleme durumundan bağımsız oldukları için tek anlam içerirler. Sözce, belirli
yerde ve zamanda belirli kişi tarafından söylenen ya da yazılan dilsel olgudur. Anlamlandırma
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O430
O K 443
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
sürecinde sözcenin üretildiği koşulları, diğer bir ifade ile kimin kiminle, ne zaman, nerede, nasıl
iletişime geçtiğini bilmek önemlidir.
Günay (2018) söylem ve sözce arasındaki ilişkiyi şu şekilde tablolaştırmıştır:
Sözce + iletişim durumu ============ Söylem
Kullanım + uzlaşma
Anlam
Özgüllük
Anlamlandırma
Şekil 1: Söylem ve sözce ilişkisi (Günay, 2018:37)
Şekle göre, söylem sözce ve bağlamın birleşmesi ile ortaya çıkar. Özgün bir ürün olan
söylem anlamlandırma sürecinin de temel ögesidir. Anlamı oluşturan sözce ise uzlaşım sonucu
olarak kullanılır. Aynı verici tarafından üretilmiş aynı sözce hedef kitlenin ve bağlamın
değişmesiyle farklı anlamlar kazanabilmektedir. Bu nedenle söylemi bağlamı ve alıcısı dışında
yorumlamak yanılgıya ve yanlış çıkarımlara neden olur. Bu da iletinin gerekli yere doğru
biçimde ulaşmaması diğer bir deyişle sözcenin üretiliş amacına uygun biçimde alımlanmaması
demektir. Bu durumda yapılması gereken alıcı ve vericinin konumları, birbirleriyle olan
ilişkileri, kimlikleri gibi dil dışı etmenlerin de iletişim ve enformasyon sürecine dahil
edilmesidir. Aksi takdirde verici ve alıcı arasındaki bilgi aktarımı kuru bir ses birimi-yazı birimi
olmaktan öteye geçemez.
1.5. Söylem ve Metin İlişkisi
Metin soyut, söylem somut yanları ile belirginleşir. Metin zihinde düzenlendikten sonra
sözlü ya da yazılı olarak kullanılır. Soyut olan metin söylemle somutlaşır. Bu açıdan metin
söylemin oluşumundan sonra ortaya çıkan dilsel yapılardır (Günay, 2018). Metin alıcı ve verici
arasında bilgi aktarımını sağlayan bir araçtır. Metin niyetleri karşı tarafa aktarma işlevi görür ve
tek başına bir anlamı yoktur. Alıcı metni yorumlayamazsa bu metin söyleme dönüşmez ve
bildirişim sağlanamaz (Çakır, 2014).
Söylem ve metin ilişkisini Günay (2018) şu şekilde tablolaştırmıştır:
Söylem = Metin+ üretim koşulları
Metin = Söylem- üretim koşulları
Şekil 2: Söylem ve metin ilişkisi (Günay, 2018:44)
Şekle göre, söylem metnin üretim koşulları diğer bir deyişle bağlam ile birleşmesi
sonucunda ortaya çıkmaktadır. Söylemi bağlam bağımsız değerlendirme sonucunda ise metin
elde edilecektir. Özetle; metin, söylemin bağlam gözetilmeden ortaya çıkan biçimidir. Aynı
ilişki tümcenin bağlam bağımlı değerlendirilmesi ile oluşan sözce ve tümce arasında da
bulunmaktadır.
444 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
431
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
1.6. Sözce ve Sözceleme Durumları
Dilin bireysel kullanımını incelemek, kişilerin sözlü ve yazılı dil kullanımlarının
iletişim açısından işlevlerini betimleyerek değerlendirmeyi gerektirir. Sözcenin veya anlam
sağlamaya yönelik üretilen her şeyin anlamı kullanım sürecinde oluşur. Bu gerçekleşme
sürecinde dilsel yapının anlaşılması ilgili sözcenin uygun sözceleme durumu içerisine
yerleştirilmesini gerektirir. Dili üretim koşulları içerisinde incelemek de söylem çözümlemesi
alanında yapılmaktadır (Günay, 2018). Bireyin sözceleri belirli bağlam ve durum içinde
kullanmaları sözceleme olarak adlandırılır. Sözce de sözceleme edimi sonrası ortaya çıkan
söylemdir. Gönderen ile alıcının varlığı sözcede kendini değişik biçimlerde gösterir. Bir
sözcenin sadece sözlüksel anlamı ile yorumlanması yanlış anlaşılmalara sebep olabilir. Bu
nedenle sözcenin gerçek amacını belirlemede sözceleme durumunun bilinmesi önemlidir.
Çünkü alıcı sözceyi deneyim ve birikimlerine uygun biçimde yorumlar. Göndericinin edimleri
de sözcenin yeniden üretilip kullanılmasında rehberdir, çünkü hiçbir sözce ilk kez kullanılıyor
değildir. Sözceleme durumu, sözcenin üretildiği somut durumdur ve sözceleme anını, uzamını,
gönderici-alıcıyı ve algılanabilecek tüm nesneleri kapsar (Kıran ve Eziler Kıran, 2011).
Sözceleme kuramına göre dil sadece bilgi aktarım aracı değil alıcı ve verici arasında bir
etkinliktir. Sözceleme sürecindeki tüm etkinlikler sözceyi biçimlendirerek anlama yön verir ve
alıcıdan da bu etkinlikleri çözümlemesi beklenir. Çözümleme ve anlamlandırma sürecinde
söylenen kadar söyleme biçimi de önemlidir. Çünkü duygu ve düşünceleri ilgili sözce ile ifade
etmek bir seçimdir ve bu noktada okuyucuyu anlama götüren her seçimin bir önemi vardır. Bu
noktada seçimler üzerinde kurulu söylemin ürünü olan metin de bir seçimin ürünüdür. Aynı
sözce farklı sözceleme durumları içerisinde farklı anlamlara gelebilir. Bu nedenle sözceyi
anlamlandırabilmek için üretildiği koşulları bilmek gerekir (Ünveren, 2016). Verici kendi
sözceleme kipliğinde uzama bağlı olarak metni üretir. Diğer bir deyişle metin uzama göre
üretilir ya da uzam söylemi (konuşma metnini) belirler. Kişi metin aracılığıyla bilgi edinse de
metnin üretildiği sözceleme durumu göz önünde bulundurulmadan metin tam olarak
anlaşılamaz (Günay, 2018).
Kıran ve Eziler Kıran (2011) sözceleme ögelerini şu şekilde belirtmiştir:
Gönderge
Gönderici
ileti
Alıcı
Belirli bir uzam ve zaman
Şekil 3: Sözceleme durumu ögeleri (Kıran ve Eziler Kıran, 2011: 124)
Şekle göre, sözceleme durumunun gerçekleşmesi için vericinin belirli bir uzam ve
zamanda bir ileti göndermesi alıcının da bunu belirli bir uzam ve zamana göre alımlayıp
değerlendirmesi gerekir.
2. Amaç ve Önem
Bu çalışma ile Türkçe öğretiminde/öğreniminde temel becerilerin kazandırılmasında
söylem çözümlemesi alanından nasıl yararlanıldığına dair farkındalık oluşturmak, Türkçe
eğitimi alanında söylem çözümlemesi çalışmalarının artmasına katkı sağlamak, Türkçe eğitimi
lisans ve lisansüstü derslerinde söylem çözümlemesi dersinin de yer alması gerektiğine dair
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O432
O K 445
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
hedef kitleye
dilbilimsel bir
bakış açısı kazandırmak amaçlanmıştır. Dil
öğretiminde/öğreniminde de öğreticinin/öğrenicinin bu noktaları bilerek dile buna göre
yaklaşması hedef dilde yetkinliğin daha üst düzeyde sağlanması adına önem arz etmektedir. Bu
nedenle çalışmanın alanyazın için önemli olduğu düşünülmektedir.
3. Yöntem
Çalışmada nitel araştırma yöntemlerinden betimsel analiz yaklaşımı kullanılmıştır.
Betimsel analiz, var olan bir durumu çalışmanın amacı dahilinde belirlenen ölçütler
çerçevesinde veriler üzerinden yorumlayarak değerlendirmedir (Miles&Huberman, 1994). Bu
doğrultuda bulgular söylem çözümlemesi alanında kullanılan terimlerle söylem çözümlemesi
açısından yorumlanmıştır.
4. Bulgular
“Yaşama Sevinci” öyküsü ve etkinliklerinin söylem çözümlemesi açısından incelenmesi
sonucunda elde edilen bulgular şu şekildedir:
Derse hazırlık aşaması bölümünde konuşma eğitimine yönelik etkinlikler yer
almaktadır. Öğreticinin isteği ile tüm konuşma etkinlikleri gibi bu da bir yazma etkinliğine de
dönüştürülebilir. 1. Soruda öğrencilerin duygu ve düşüncelerini aktarmasında kendilerine ait
sözcükleri seçerek biçemlerini buna göre oluşturmaları bir söylem örneğidir. 2. Soruda
ezberlenen şiirde şairin bakış açısını görmek onun kendine özgü dil kullanımı ile ilgilidir.
Burada da bir söylemin varlığı söz konusudur.
Okuma sırası etkinlerde öğrenciler kendi
yanıtlayacakları için söylem içerikli bir etkinliktir.
biçemleri
doğrultusunda
soruları
Yazar hakkındaki bilgi bile nesnel görünse de olumlu bir bakış açısıyla sunulmuştur. Bu
da bir söylem tercihidir. Yazarı sevmeyen ve başarılı bulmayan başka biri olsaydı sözcüklerini
bu doğrultuda seçerek olumsuz bir söylem oluşturabilirdi.
446 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
433
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
Metnin ilk görselinde ders kitabını oluşturan tasarımcıların bakış açılarını görmek
mümkündür. Onlara göre yazarın çocukluğunda komşu teyzenin evinde bu eşyalar olabilir.
Seçilen koltuk, sürahi, halı, duvardaki vefat eden eş fotoğrafı, çiçekler vb. ögeler tamamen bu
kişilerin tercihleri doğrultusunda onların söylemlerini oluşturmuştur. Yaşlanınca insanların
çiçeklerle ilgilenmesi, gözlük takması, eşarplı ve bastonlu genel olarak biraz da kilolu olması
bakış açısıyla yansıtılmıştır. Daha genç ve bu özelliklere sahip olmayan bir birey bu metin için
bu göstergeleri kullanmayacaktır. O da kendi yaşanmışlığına göre seçimlerini yaparak görsel
söylemini oluşturacaktır.
Metnin ikinci görselinde tasarımcılar yine eski zamana gönderimde bulunmak amacıyla
postacıyı bisiklet ile ve evi müstakil olarak resmetmiştir. Fakat bir başkası aynı durumu
anlatmak için farklı göstergeler de kullanabilirdi. Metnin görsellerinden de anlaşıldığı üzere
görseller üzerinde de söylem tercihlerinden bahsedilebilir. Bu noktada söylemi sadece sözlü,
yazılı bütüncelere indirgememek ve görsel söylemlerin varlığından da bahsetmek yanlış
olmayacaktır. Çünkü görseller de enformasyon-iletişim amacı güderek bireysel tercihlerden
doğan çeşitli iletileri içerisinde barındırır.
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O434
O K 447
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
Metinde “Münevver Teyze” sözcesi yazarın bu kişiyle kurduğu yakın bağın bir
göstergesidir. “Yakın komşumuzdu” ifadesi de teyzenin sıradan bir komşu olmadığını
göstermektedir. “Cıngıl mıngıl pencere” ile bu teyzenin hareketli bir kişiliğe sahip olduğu
çıkarımı yapılabilir. “Postacı evladım, Postacı oğlum” seslenmeleri de postacıya duyulan
yakınlığın bir yansımasıdır. Bunun yerine “Postacı ya da Postacı Bey” de tercih edilebilirdi.
“Mektup” sözcük birimi eski zamanlara gönderme yapılması için özellikle seçilmiştir. Yoksa
aynı metin şu anda yazılmış olsaydı kuşkusuz mektup aracılığıyla gerçekleşme olasılığı çok
düşük olacaktı. “Mmmmnın” ifadesi postacının Münevver Teyzeden usandığı belirtmek için
tercih edilmiştir. “Altı kuruş pul parası” olayın eski zamanlarda yaşandığına dair bir göstergedir.
Postacının “Münevver Hanım” diye seslenmesi ise aradaki resmi ilişkiyi yansıtmaktadır.
“Münevver Hanım bahar geldi, otlar yeşerdi, papatyalar çıktı, çiçekler açtı, kediler miyavlıyor,
köpekler havlıyor, kuşlar cıvıldıyor, hepsinin sana selamı var…” ifadesi de yazarın baharı kendi
söylemiyle betimlemesidir. Oysaki baharın gelişi herkes için farklı anlamlar demektir. “Sağ ol
Muzaffer!” yerine “teşekkür ederim, teşekkürler” ifadeleri de kullanılabilirdi, fakat bu ifadeler
kuşkusuz “sağ ol” kadar samimi olmayacaktı. Ya da bu iyilik karşısında hiçbir şey de
söylenmemiş olabilirdi. “Yılllar sonra öldüğünde koynundan bu mektubun çıktığını söyledi
annem.” sözcesi de özellikle yalnız kalan yaşlıların kendilerini önemli ve yalnız değilmiş gibi
hissetmelerini sağlayan bu gibi şeylere ne kadar önem verdiğini göstermek amacıyla yazar
tarafından kasıtlı olarak seçilmiştir. Metnin tamamında yer alan tüm sözceler yazarın yansıtmak
istediği ileti doğrultusunda özenle seçtiği bireysel tercihlerinin bir sonucudur. Bu nedenle
özellikle edebi metinlerdeki sözcelerin oluşturduğu söylemler metnin çok anlamlı doğasını
yansıtacak biçimde amaca uygun olarak bilinçlice seçilmektedir. Bu söylemlerin
değerlendirilerek yorumlanması diğer bir ifade ile alımlanması sürecinde de sözceleme özneleri
gibi alıcılar da kendi özelliklerine göre farklı çıkarımlarda bulunacaklardır. Dolayısıyla burada
yapılan yorumlar da özneldir, bir başka araştırmacı bu verileri farklı şekillerde de
yorumlayabilecektir. Bu nedenle tamamıyla nesnel olan bir söylem çözümlemesi çalışmasından
bahsetmek olanaksızdır.
Sözceleme öznesi => Muzaffer İzgü
Sözce kişileri => Münevver Teyze, postacı, anlatıcı (çocuk)
Hedef etki/ Sözceleme öznesinin amacı => Alıcıda yaşama sevinci ve
yardımseverlik duygusu uyandırmak, onu geçmişe götürmek
Sözceleme Alanları ve karşıtlıkları=> Mutsuzluk(X)sevinç, umutsuzluk(X)umut,
yardımseverlik(X)umursamazlık, geçmiş(X)şimdi, yaşam(X)ölüm
448 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
435
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
Metin/Söylem Türü=> Düz yazı (öykü)
Zaman belirteci=> Geçmiş
Uzam belirteci=> Eski mahalle, komşu teyzenin evi
Tablo 1:”Yaşama Sevinci” Öyküsünde Sözceleme Durumları
1. Etkinlik bağlam odaklı dil kullanımı değerlendirmesi yapılmasını gerektiriyor. Tüm
becerileri kapsayan bu etkinlikte de verilen anlam karşılıkları ve metinde kullanılan sözcüksözcük grupları söylemsel tercihlerin sonucudur.
2. Etkinlikte de konuşma ve yazma becerileri kazandırılması amacıyla öğrenciler
kendi söylemleri doğrultusunda seçtiği sözcüklerle soruları cevaplayacaktır.
3. Etkinlik yazma üzerinedir. Yazarın söyleminden hareketle öğrenciler kendi
söylemlerini oluşturacaklardır.
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O436
O K 449
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
4. Etkinlik yazma kazanımı amacı ile oluşturulmuştur. Öğrenciler yazarın söylemi
doğrultusunda kendi söylemleri ile soruları yanıtlayacaklardır.
5. Etkinlik yazma becerisi ile ilgilidir ve burada öznel-nesnel tümceler öğrencilerin
kendi söylemleri ile oluşturulacaktır.
6. Etkinlik tüm becerileri kapsamaktadır. Öğrenciler bu soruları kendi söylemleri ile
yanıtlayacaklardır.
7. Etkinlik konuşma-dinleme üzerinedir. Öğrenciler yazarın söyleminden yola çıkarak
kendi söylemlerini oluşturacaktır.
450 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
437
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
8. Etkinlik tüm beceriler üzerinedir. Öğrenciler bu soruları yanıtlarken söylemsel
farklılıkları ortaya çıkacaktır.
9. Etkinlik yazma-okuma kazanımı ile ilgilidir. Burada da seçilecek sözcükler ile
oluşacak tümceler-sözceler öğrencinin kendi tercihi olacaktır.
10. Etkinlik yazma üzerinedir. Bu sorular yanıtlanırken farklı söylemler ortaya
çıkacaktır.
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O438
O K 451
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
11. Etkinlik yazma kazanımı ile ilgilidir. Bu hikayenin tamamlanmasında öğrenciler
farklı söylemler kullanacaklardır.
Ders sonrası etkinlik tüm kazanımlar ile ilgilidir. Atasözleri ve deyimler bireysel
söylemlerden oluşarak kullanılagelmiştir. Yardımlaşma konusu ile ilgili hazırlanacak olan
konuşma da bireysel söylemlere dayalı olacaktır.
Sonuç ve Öneriler
Dil öğretiminin/öğreniminin temel amacı duygu ve düşünceleri etkili bir şekilde ifade
ederek başarılı bir iletişim edimi gerçekleştirmek olduğu için dil öğretiminde/öğreniminde
söylem çözümlemesi göz ardı edilmemesi ve yapılacak etkinliklere dahil edilerek verilerinden
yararlanılması gereken bir alandır. Bu noktada verici ve alıcının amaçları, konumları, dil
yetkinlikleri, artalan bilgileri, iletişim bağlamı gibi dil dışı durumların da dilsel göstergelerle
birlikte ele alınarak değerlendirilmesi gerekmektedir. İncelenen metin ve etkinliklerde de
görüldüğü üzere söylem hayatımızın her alanında yer alan önemli bir ögedir. Öğrenci ve
öğretmen etkinlikleri gerçekleştirirken ilgili kazanımın edinilmesi sürecinde yazar, öğretmen,
452 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
439
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
öğrenci, kitabı hazırlayanlar, tasarımcılar, çizerler vb. olmak üzere ders kitabının
hazırlanmasında emeği geçen ve dersin işlenmesinde etkin olan kişilerin de söylemlerinden
yararlanılmaktadır. Bu nedenle Türkçe derslerinde uygulama örnekleminden de anlaşılacağı
üzere söylem çözümlemesi önemli bir yere sahiptir. Fakat ne yazık ki Türkçe öğretmenliği
lisans ve Türkçe eğitimi lisans üstü derslerinde söylem çözümlemesi dersi yer almamakta ve
öğretmen
adayları-öğretmenler
bu
konuda
bilinçlendirilememektedir.
Söylemin
değerlendirilmesi süreci ile ilgili bilgi sahibi olamayan öğretmenler de bu durumu öğrencilerine
yansıtamamakta ve bu konuda farklı bakış açısına sahip olamamaktadır. Bu nedenle ilgili dersin
bu programlara yerleştirilmesi lisans ve lisansüstü öğrencilerin daha donanımlı olmalarını
sağlayarak, daha başarılı bir iletişim eylemi gerçekleştirmelerine katkı sağlayacaktır. Böyle bir
bakış açısıyla yetişen öğretmen ya da öğretim elemanı da öğrencilerinin bu yönde gelişmesine
katkı sağlayacaktır.
Kaynaklar
Aksan, D. (2007). Her yönüyle dil ana çizgileriyle dilbilim. Ankara: TDK.
Blommaert, J. (2005). Discourse. UK: Cambridge.
Brown, G. & Yule, G. (1983). Discourse analysis. New York: Cambridge.
Çakır, A. (2014). Söylem analizi. Ne demek istiyorsun? Konya: Palet.
Doğan, A. (2014). Sözlü ve yazılı çeviri odaklı söylem çözümlemesi. Ankara: Siyasal Kitabevi.
Duman, S. (2018). Söylem araştırması. Ankara: Dorlion Yayınları.
Erkman Akerson, F. (2016). Türkçe örneklerle dile genel bir bakış. İstanbul: Bilge Sanat.
Gee, P. (1999). An introduction to discourse analysis, London: Routledge.
Gee, J. P. (2011). How to do discourse analysis a toolkit. Newyork: Routledge.
Günay, V.D. (2018). Söylem çözümlemesi. İstanbul: Papatya Yayıncılık.
Kıran, Z. & Eziler Kıran, A.(2011). Yazınsal okuma süreçleri. Ankara: Seçkin.
McCarthy, M. (1991). Discourse analysis for language teachers, UK: Cambridge.
Miles, M. B., Huberman, M. (1994). Qualitative Data Analysis (2nd Edition). Sage Publication:
London.
Olshtaın, E.& Celce-Murcıa, M. (2005). Discourse analysis and language teaching, (ed.
Deborah Schiffrin, Deborah Tannen ve Heidi E. Hamilton). In the handbook of
discourse analysis pp. 707-724. Oxford: Blackwell.
Paltridge, B. (2012). Discourse analysis. UK: Bloomsbury.
Solak, Ö. (2012). Ali Ekecik’in Göçüyor Kalbim Adlı Kitabındaki Şiirlere Yönelik Bir Söylem
Çözümleme Denemesi, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 27, 245251.
Tang, T. (2013). Discourse and pragmatics in language teaching, Proceedings of International
Conference on Educational Research and Sports Education (ERSE 2013), 105-109.
Taylor, S. (2013). What is discourse analysis? London: Bloomsbury.
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O440
O K 453
Trappes-Lomax, H. (2004). Discourse analysis. (Eds. Alan Davies and Catherine Elder) in the
handbook of applied linguistics. pp.133-164. USA: Blackwell Publishing.
Ünveren, D. (2016). Muc’un ucuz evinde mucizenin ölümü: Didem Madak’ın annemle ilgili
şeyler adlı şiiri üzerine söylem çözümlemesi, Turkish Studies, 11(15), 609-632.
Van Dijk, T. A. (1983). Discourse analysis: Its development and application to the structure of
news. Journal of Communication 33 (2), 20-43.
Woods, N. (2006). Describing discourse a practical guide to discourse analysis. London:
Hodder Education.
441
ŞİNASİ’NİN MÜNÂCÂT ŞİİRİ VE TERCÜMAN-I AHVAL MUKADDİMESİ
BAĞLAMINDA YENİ İNSAN TİPİ
Elif ÖKSÜZ GÜNEŞ
Öz
Tanzimat Fermanı’nın ilan edilmesi ile Osmanlı Devleti askerlik,
ekonomi, eğitim ve bireysel haklar hususlarında değişim ve dönüşüm
sürecine geçiş yapar. Fermanda can emniyeti; ırz, namus, malın korunması;
vergi tayini; askerlerin nasıl çağrılacağı ve askerliğin süresi olmak üzere dört
temel aşama yer alır. Rütbelerine ya da makamlarına bakılmaksızın herkesin
işlediği suçun gereğine uygun olarak cezalandırılacağı, suç sabitlenene kadar
kişinin suçsuz olacağı, kişinin işlediği suçtan akraba ve mirasçıların sorumlu
tutulmamaları gerektiği gibi konular ise bireysel hakların öncelendiğinin
göstergesidir. Bu süreçte gazetenin ve edebiyatın gücünden yararlanılarak
politik katılımın önem kazanması ile dilek ve şikâyetleri belirten mektupların
artması en önemli hususlardır.
Tanzimat Dönemi aydınlarından ve sanatkârlarından İbrahim Şinasi,
yazınsal faaliyetlerin ve gazete yayımcılığının halkı bilinçlendirme ve
kamuoyu oluşturmadaki işlevinin farkında bir aydındır. Düşüncelerin
aktarımı, paylaşımı, kitleyi uyandırma ve yönlendirme maksadıyla gazetenin
olanaklarından yararlanırken; hürriyet, hak, sorumluluk, adalet, eşitlik, akıl,
vatanseverlik gibi kavramlar çerçevesinde oluşturduğu düşünsel ve duyusal
eserlerini de bu çerçevede düzenler. “Münâcât” başlıklı şiirinde insanın
yaratıcıya karşı sorumluluklarının yanı sıra insan olmanın gereği olarak
haklara sahip olduğunu dile getirerek insan ve Yaratıcı arasındaki ilişkiye
yeni boyut kazandırır. Tercüman-ı Ahval gazetesinin mukaddimesinde ise
insan/vatandaş-devlet arasındaki hak ve sorumluluk ilişkisi hakkında
değerlendirmelerde bulunur. Böylece sorumluluk bilinci kazanan, kulluktan
birey olmaya geçiş yapan, haklarının farkına varan yeni insan tipinin
doğumuna zemin hazırlar.
Bu çalışmada Tanzimat Fermanı’nın bireysel hakları vurgulayan
maddeleri bağlamında Şinasi’nin “Münâcât” şiiri ve “Tercüman-ı Ahval
Mukaddimesi” çözümlenerek iki metin, insan hakları ve sorumluluk bilinci
ekseninde değerlendirilecektir.
Anahtar Sözcükler: Şinasi, Tanzimat Fermanı, Münâcât, Tercüman-ı
Ahval Mukaddimesi, yeni insan tipi.
NEW HUMAN TYPE REGARDING ŞINASI’S POEM, MÜNACAT,
AND TERCÜMAN-I AHVAL PREAMBLE
Abstract
Ottoman Empire goes through a process of change and transformation in
terms of military, economy, education and individual rights with the
declaration of the Imperial Rescript of Gülhane. The rescript includes four
basic regulations on security of life; protection of honour, virtue and
property; taxation; levying troops and their duration. The regulations such as
punishment of everybody corresponding to his crime without considering his
rank and position, the presumption of innocence until his guilt has been
Dr. Öğr. Üyesi; Karadeniz Teknik Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü
[email protected]
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 455
442
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
proven and not holding one’s relatives and heirs responsible for his crime
show that individual rights are prioritized. The most important issues are the
significance of political participation by means of the power of newspaper
and literature, and the increase in the number of letters concerning wishes
and complaints.
İbrahim Şinasi, one of the intellectuals and poets during the Tanzimat era,
is aware of the function of literary activities and newspaper publishing in
raising awareness among the people and forming public opinion. Making use
of the opportunities of newspaper with the aim of transferring and sharing
thoughts, awakening and directing the crowds, Şinasi organizes his
intellectual and sensual works within the framework of concepts such as
independence, rights, responsibility, justice, equality, wisdom and patriotism.
In his poem, “Münâcât”, he brings a new perspective to the relationship
between human and the Creator by means of reflecting that human has rights
as a result of being human along with his responsibilities towards the Creator.
In the preamble of the newspaper, Tercüman-ı Ahval, he discusses the
relationship of rights and responsibility between human/citizen and state.
Thus, he paves the way for the birth of new human type who has gained
sense of responsibility, has become an individual rather than a servitude and
has become aware of his rights.
This study analyses these two texts, “Münâcât” and “Tercüman-ı Ahval
Preamble”, in terms of the articles of the Imperial Rescript of Gülhane
emphasizing the individual rights and within the framework of human rights
and responsibility.
Keywords: Şinasi, the Imperial Rescript of Gülhane, Münâcât,
Tercüman-ı Ahval Preamble, new human type.
Giriş
Osmanlı Devleti özellikle Karlofça Antlaşması’ndan sonra uğradığı büyük toprak
kayıplarını önlemek amacıyla çeşitli adımlar atar. Bu süreç askerlikte, ekonomide, eğitimde ve
bireysel haklar hususunda düzenlemelerin yer aldığı Tanzimat Fermanı’nın ilanı ile devam eder.
Fermanda belirtilen temel maddeler canın, malın, namusun korunması; vergi tayini; askerlerin
nasıl çağrılacağı ve askerliğin süresi hakkındadır. Ancak bunların yanı sıra suç sabitlenene
kadar kişinin suçsuzluğu; işlenilen suçtan mirasçıların sorumlu tutulmamaları gerektiği,
herkesin kendi malı üzerinde tasarruf hakkının olduğu ve buna müdahale edilemeyeceğine dair
bireysel haklar öne çıkarılır. Tanzimat’la başlayan süreçteki ön önemli hususlar politik katılımın
önem kazanması; dilek ve şikâyet mektuplarının artmasıdır. Yeni bir medeniyetin etki alanına
girmeye başlayan devletin siyasi bir atılımı olan fermanla vatandaşa verilen hakların; hürriyet,
hukuk, adalet, eşitlik, akıl, medeniyet gibi kavramların halka yayılması için gazetenin eğitici ve
edebiyatın dönüştürücü gücünden yararlanılır.
Tanzimat Dönemi “Türk edebiyatında yeniliklerin ve değişimlerin miladı[dır]” (Eliuz,
2009, s. 23). Bu süreçte gazeteci kimliği yazarlık ve şairliğinin önüne geçen sanatkârlardan
İbrahim Şinasi, hem edebi metinlerinde hem de fikir yazılarında Tanzimat Fermanı’nın tanıdığı
hakları halka daha sade bir dille aktarmanın yollarını arar. Bu bağlamda kendi dönemindeki
yazar ve şairlere, tüm aydınlara yol gösterici işlevi yüklenir. Metinlerini Osmanlı Devleti’nin
yüzünü Batı’ya çevirdiği yenileşme süreci ile gelen akıl, medeniyet, adalet, kanun, millet, vatan
ve devlet gibi kavramlar çerçevesinde kurgular. Fikrî ve sanatsal düzlemi saran bu kavramlar,
Türk sosyal ve siyasi hayatında daha önce de bulunmakla beraber Şinasi’nin şiirlerinde ve
yazılarında yeni anlam kategorileri kazanır. Akıl, Divan Edebiyatı metinlerinde gönül-akıl
diyalektiğinde daima kalpten/ gönülden sonraya yerleştirilen bir kavramdır. Allah’a,
456 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
443
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
peygamberlere ve sevgiliye olan aşkın ölçüsü gönüldür. Şinasi’nin metinlerinde Allah’ı
kavrama, bilme ve sevme edimi ancak akıl ile gerçekleşebilir. Akıl ancak ‘bilme’ işini
gerçekleştirdikten sonra sevgiliye mantıklı sözler söylenebilir ve içten davranışlar sergilenebilir.
Çünkü ona göre iradeye düzen veren şey akıldır. Bir kasidesinde bu durumu “Dilin iradesini
başta akl eder tedbir” mısraıyla dile getirir. Akıl gibi adalet ve kanun kelimeleri de Divan
edebiyatında Allah’ın ve sevgilinin insiyatifi çerçevesinde anlamlandırılan ve kullanılan
kelimelerdir. Şinasi, bunları hukuki bir terim biçiminde edebî dünyaya dâhil eder. “Şinasi’nin
düşünce dünyasının temelinde yatan adalet kavramı özünü Tanzimat’ın ruhundan al[ır]. İnsanın
insanca yaşaması için tek ve vazgeçilmez değerdir” (Parlatır, 2006, s.87). Türk Devlet ve İslam
anlayışının da önem verdiği adalet kavramı, Osmanlı Devleti’nin ‘düzeni ve devamlılığı’
açısından zorunlu ve gereklidir ki geleneksel süreç dikkate alındığında ‘daire-i adliye’nin
yönetim sisteminin esasını oluşturduğu görülür. Şinasi ise, geleneksel adalet anlayışını modern/
yeni tarzda yeniden üretmeye çalışır. Tanzimat Fermanı’nın can, mal, namus emniyeti; vergi
tayini ve askerlikle ilgili hükümlerinin yanı sıra diğer sosyal ve kişisel haklarının, herkesi
kapsayıcı, eşit bir uygulama şekilde olduğuna ve aynı hukuki kapsamı içerdiğine dikkat
çekmeyi amaçlar. Şinasi, eşitliğin işlerlik kazanması için kanunlara ihtiyaç duyulduğundan
hareketle var olan şer’i kanunlara ek olarak ferman ile verilen hakların şekillendirdiği yeni bir
sosyal düzenin ve yeni kanunların oluşturulmasının gerekliliğini vurgular.
Fransız İhtilali ile etki alanı belirginleşerek hem Avrupa’nın hem de Osmanlı
Devleti’nin parçalanmasına zemin hazırlayan vatan, milliyetçilik ve millet kavramlarına Şinasi,
şiirlerini bir araya Müntehabat-ı Eş’ar’da yer alan “Milletim nev’i beşerdir vatanım rûy-ı zemin”
mısraı ile yeni bir bakış açısı kazandırır. Ayrılmaların ve parçalanmaların yaşandığı dönemde
bütünleyici ve birleştirici söylem geliştirmeye çalışır. Onun bu çabasını parçalanma sürecini
durdurma; çok uluslu yapıya sahip olan Osmanlı Devleti’nin bünyesindeki milletleri bir arada
tutma gayreti şeklinde yorumlamak mümkündür. Sanatkârın ‘devlet’ kavramına yaklaşımı ise
‘millet’ten ayrı değildir; devlet ve milletin birbirini besleyen tamamlayıcı unsurlar olduğu
kanısındadır. Devlet halkı korumak, kollamak, bütün tebaasına eşit muamele etmekle
sorumludur; halk da devlete karşı yükümlülüklerini yerine getirmek ile yükümlüdür. Onun
devlet-halk bağıntısında istek, talep, hak ve sorumluluk ilişkisinin sağlıklı işlemesi ve sürekli bir
iletişim sağlanabilmesi için en gerekli araç gazetedir. “Batılı anlamda gazetenin gerçek
kimliğini ve gazetecilik mesleğinin temel ilkelerini ve değerlerini Paris’te tanı[r]ve onun geniş
okuyucu kitlesi üzerindeki nüfuzunu yakından yaşa[r]” (Parlatır, 2006, s.80). Paris’te edindiği
bilgi ve tecrübeyi yurduna taşımak arzusu doğrultusunda özel gazetecilik alanında ilk adımları
atar. Zira Osmanlı Devleti’nde modernleşmenin önemli araçlarından olan Takvim-i Vekayi
resmi bir hüviyete sahiptir. Yöneticilerin ve halkın kişisel görüşlerinden ziyade padişahın
ziyaretleri “nişan törenleri, Asakir-i Mansure-i Muhammediye’deki ilerlemeler, askerlik eğitimi,
iç isyanların bastırılması ve Avrupa’daki bilimsel gelişmelerle ilgili haberlere daha öncelikli yer
veril[ir]” (Korkmaz, 2009, s. 27). İlk özel gazete şeklinde tanımlanan William Churchill’in
çıkardığı Ceride-i Havadis ise ilmî ve edebî gibi görünmesine rağmen “İngilizlerin ekonomik ve
siyasi çıkarlarına yönelik bir kamuoyu oluşturmak” (Korkmaz, 2009, s. 27) amacına hizmet
etmektir. Şinasi ve Agâh Efendi’nin yayın hayatına birlikte girdirdikleri Tercüman-ı Ahval, bu
nedenle Türklerin çıkardığı ilk özel gazete niteliği taşır. Bu gazetenin mukaddimesinde
azınlıkların kendi dilleri ile çıkardıkları gazetelerin olduğunu belirtilerek “Osmanlı gazetelerinin
bahsine gelince, gayr-i resmi bir varakanın devam üzre çıkarılmasında her nasılsa şimdiye
kadar millet-i hakimeden hiç kimse ihtiyar-ı zahmet etmemiştir” (“Tercüman-ı Ahval” Sazyek
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O444
O K 457
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ve Sazyek, 2008, s. 373) tespiti ile daha önce ‘millet-i hâkime’ sıfatıyla bahsedilen
Müslümanların gazete çıkarma girişimlerinde bulunmamalarını eleştirir. Şinasi, Tanzimat
Fermanı’nın sağlamış olduğu adalet sayesinde kendilerinin bu gazeteyi çıkardıklarını söyler ve
izin veren tüm kurumlara teşekkürünü ifade eder; halkla devlet arasındaki karşılıklı görev ve
sorumlulukları dile getirir. Devletin ve milletin siyasi, sosyal olaylar hakkındaki düşüncelerini
aktarma aracı, hür fikirlerin ifade mecrası olarak gördüğü gazeteye gençlerin/ yeni neslin
eğitilmesi açısından ‘okul’ nitelemesini yapar. İnsanı dünyevi bir varlık şeklinde değerlendirir,
onu çevreleyen evreni tanımasını ister, evrenin parçası olduğu gerçeğini insana hatırlatır.
Şinasi’nin insana ontolojik varlığını kavratma aşamasında ilk girişimi, yeni bir yönetilen tipinin
doğuşuna yöneliktir. Çünkü “bireyin toplumdaki özerk bir unsur olarak anlam ve önemi
belirmeye başladıkça fırsat yapısındaki önemi[n] art[acağını]” (Kalaycıoğlu ve Sarıbay, s. 32)
ileri sürer. Bu yönetilen tipinin Münâcât’ta Yaratıcı ve Tercüman-ı Ahval’de devlet-vatandaş
şeklinde gösterilen kulluk ile ilintili mekanizmayı düzenleyerek varlığını inşa etme çabası içine
girdiğine dikkat çeker. İnşa içerikli bu yönelim Tanzimat Dönemi’nin “kendi kendini yetiştiren,
eleştiren ve yeni ufuklar aramaya başlayan insanın ilk örneği[ni]” (Ortaylı, 2017, s. 18) yaratır.
Ona göre aydın/lar kulluk, itaat ve korku geleneğini değiştirmeye çalışırlar. Tercüman-ı
Ahval’den sonra tek başına çıkardığı Tasvir-i Efkâr gazetesinde de aynı tutumu devam ettirir.
Tasvir-i Efkar’da “o zamana değin, değil basılı malzemelerde, şifahen bile söylenmesinden
çekinilen meşrutiyet ve hürriyet kelimeleri[ni]” (Ulusoy Nalcıoğlu, 2005, s. 257) kullanır.
Mukaddimede gazeteyi, halkın kendi yaraları hakkında düşünme fırsatı veren, halka hizmet
eden, bu hizmeti yalın bir dille gerçekleştirmesi gereken bir vasıta olarak değerlendirir. İlk
cümleden itibaren devlet ve vatandaş/ millet arasındaki etkileşime dikkat çeker: “Her bir devlet,
idaresine müvekkel olduğu bir hey’et-i mecmua-i milliyenin bekasıyla payidar ve hayr u
menafiine muvafık surette tedbir-i meham eylemekle, kaviü’l-iktidar olmak kaziyesi, manend-i
bedihi-i ûlâ bürhandan müstağnidir” (“Tasvir-i Efkâr” Sazyek ve Sazyek, 2008, s. 376). Millet
eksenli bir devlet tarifi yaparken devleti “milletin işlerini üstlenmiş bir vekil olarak kabul
ed[er]” (Yanardağ, 2010, s. 11) ve vekili olduğu milletin iyiliğine, yararına önlemler alarak
iktidarını güçlendirebileceğini ileri sürer. Şinasi’nin şiirlerinde ve düzyazılarında yeni bir
yöneten ve yönetilen profili belirlemeye yönelik söylemler geliştirmesinde dönemin siyasi ve
sosyal anlamdaki düzenlemelerin belirleyici rol oynadığı görülür.
Şinasi’nin Münâcât Şiiri ve Tercüman-ı Ahval Mukaddimesi Bağlamında Yeni
İnsan Tipi
İnsanın duygularının ve düşüncelerinin estetik biçimde aktarımı olan yazma edimi,
Tanzimat Dönemi’nde yeni bir medeniyete yönelmenin en etkili eyleyenleri hâline gelir.
Dönemin aydınları Batı’dan edindikleri bilgiyi, tecrübeyi ve dünyaya yeni bakış açısıyla
yaklaşmayı yazı aracılığı ile toplumun her kesimine yaymak; Osmanlı Devleti’nin hâlihazırdaki
gerilemesini durdurmak isterler. Bunun için de yeni bir zaman ve zeminde yaşadıklarının
bilincinde olan aydınlar toplumun tabanından başlayarak farkındalık yaratmayı kendilerine
görev addederler. Halka ulaşmada ulak olarak gördükleri gazetede, bilgilendirici yazılarını edebi
formdaki eserlerinin mesajlarıyla aynı düzlemde birleştiren metinler kurarlar. Özünde geçmişten
kopmadan “insanın köleleştirildiği monarşiler zamanının son kalıntılarına hücum ede[n]”
(Durmuş, 2014, s. 241) yeni bir yönetilen tipine zemin hazırlamaya çalıştıkları yazılarında ‘güç
ve otorite’ eksenli değerlendirmelerde bulunurlar. Yönetilenin hem Allah’la hem de “İslam
toplumunun sosyolojik bir mensubiyet ve bilinç parametresi olan ‘kul/’kulluk’ kavramlarıyla
olan bağı” (Durmuş, 2014, s. 241) irdelenir. İnsanın Yaratıcı ile ilişkisindeki konumu
458 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
445
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
sorgulanarak Allah’a yabancılaşma ve iletişim kopukluğuna işaret eden pasifliği eleştirilir.
Sağlıklı etkileşimin kurulabilmesini hadlerinin ve haklarının farkında, kendine gönderilen
kılavuzları okumuş, kavramış, eylemlerine yansıtmış kişilerin/kulların çoğalmasına bağlarlar.
Sosyolojik mensubiyette ise toplumsal iktidarın kaynağının insan olduğu vurgulanır. Bilinçli bir
kul ve bilinçli bir vatandaşın hakları, sorumlulukları; adalet, eşitlik talebi; devlet, vatan
kavramına yaklaşımı ele alınır, birey ön plana çıkarılarak ona önem atfedilir.
Devletin siyasi, ekonomik, askeri vs. alanlardaki düzenlemeleri, yenilikleri ve
yönelimleri edebiyatın/yazı hayatının şekillenmesine yol açarken yazı da siyasete yön tayin
eder. Böylece çift taraflı bir etkileşim kurularak toplumsal, siyasi değişimleri gerçekleştirmede,
halka kabullendirmede edebiyatın insanı ve toplumu dönüştürücü gücünden yararlanılır.
Tanzimat Dönemi’nde de bu gücün farkında olan aydınlar aynı zamanda dönemin edebî
faaliyetlerini yürütürler. Yetiştikleri ortam, aile, eğitim gibi etmenlerle ilk aşamada eski şiir
geleneğinden biçim bakımından ayrılamazlar. Ancak Divan Edebiyatı geleneğinin formlarını
korumakla birlikte içerik düzleminde zamanın ruhundan bağımsız metinler kurmazlar. Tanzimat
Dönemi’nde öncü bir kişilik olan Şinasi’nin, Münâcât başlıklı şiiri bu durumu örnekler
niteliktedir.
Klasik münâcâtlar günahkârlık ve pişmanlık duygularının yer verildiği şiirlerdir.
Allah’ın bağışlayıcılığı ifade edilir. Kâinatın yegâne hâkimi Allah’tır. Her varlık onun kudretini
haber verir. Ancak Şinasi’nin bu şiiri klasik münâcâttan ayrılan nitelikler taşır. Eser temelde
Yaratıcı ile kâinat ve Yaratıcı ile insan arasındaki ilişkiye dayalı olarak iki bölüme ayrılır. İlk
bölümde evren ve onun içinde var olan nesneler fenomenolojik açıdan betimlenir. Küçük büyük
bütün nesnelere önem, görev ve anlam atfedilir. Evrenin işleyişindeki düzen ve bu düzeni kuran
Allah, ululuk âleminin padişahıdır. Klasik münâcâtlarda olduğu gibi varlık, onun eseridir ve
emrindedir; varlıkların her biri, onun mevcudiyetini ispat eden delillerdir. Fakat deliller
Şinasi’nin şiirinde çoğunlukla bilimsel biçimde ve astronomik varlıklardan örneklenir. “Aklî bir
tip olan Şinasi’nin Tanrı’yı ispat için ‘objektif bir delil olarak kainatı göstermesi eskilerden ayrı
bir davranış tarzını ifade eder” (Kaplan, 2000, s. 35). Verilen örneklerde Allah’ın varlığı kalp ile
hissedilmekten ziyade akıl aracılığıyla ispatlanmaya çalışılır. Bu bağlamda “iman-akıl
meselesinde İslâm geleneğinde en serbest anlayışın temsilcisi olan İbn Rüşd uzmanı olarak
bilinen Renan’ın Şinasi üzerinde” (Kacıroğlu, 2009, s. 2137) kuvvetli tesiri kendini gösterir.
Şinasi, “Münâcât” başlıklı şiirinin ikinci kısmında insan ve Yaratıcı arasındaki ilişkiyi
aktarırken insanın yaratıcıya karşı sorumluluklarıyla beraber ‘yaratılmış’ olmanın verdiği
hakların da bilinmesini dile getirir. Çünkü “bilme dünya içinde-var-olmanın bir varlık
minvalidir” (Heidegger, 2005, s. 63). İç dünyadan dış dünyaya yönelme, dünyayı ve yaşamı
anlamlandırma ediminin ilk aşamasıdır. Dünyadaki varlığını, anlam değerlerini sorgulayan;
kendini uhrevi ve dünyevi bağlamda garanti altına almak isteyen yeni insan tipinin sesinin
duyulduğu şiirde, dünya içinde varolma bilincinin yansımaları söz konusudur. Bu kısımda
günahlarından bahseden şiir öznesi klasik münâcâttaki yalvarmadan farklı tutum takınır.
Varlığının farkına varmış, kulluk sorumluluklarının yanı sıra ‘yaratılmış’ olmanın verdiği
haklarını da dillendirir. Yani ‘talep eden’, yaratıcının insana verdiği nimet olan aklıyla deliller
arayan, neden-sonuç ilişkisini, akıl-kalp diyalektiğini önemseyen yeni insan profili söz
konusudur. Metinde bu hususta standart söylemin dışına çıkılarak Allah-insan-doğa
üçlemesinde ‘akıl’ sayesinde yeni ilişkiler ağı kurma çabası gözlenir:
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O446
O K 459
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
Vahdet-i zâtına ‘aklımca şehâdet lâzım
Cân ü gönlümle münâcât ü ‘ibâdet lâzım
Şiir öznesi içten ibadet edebilmek için ‘verili’ düşünce dünyasına bilimsel şüphelerle
yaklaşarak içsel ve dışsal gerçekliği bütünleştirme arzusu duyar. Böylece geleneksel bilgilerin
bilimsel açıklama yoluyla doğrulanmasının insan-Allah ilişkisinde daha güçlü bağlar
kurabileceğini vurgular. Şüphenin üstesinden gelmenin, beklentiler ve sonuçların aynı
paradigmada buluşmasının tek yolunun akıl olduğunu dile getirir. Çünkü insandan beklenilen
samimi bir kulluktur. Bunun sağlanabilmesi için de şüpheden arınmış ve iç huzura kavuşmuş
kalp gereklidir. Ancak şiir öznesi her ne kadar insanın ‘aşkın’ ile olan ilişkisinde yeni bir tavır
geliştirse de geleneksel inancın etkisinden kurtulamaz. Duyduğu şüpheden dolayı kendini ‘kötü’
ve ‘günahkâr’ sayar. Allah’ın varlığına aklı ile şehadet etmek gerektiğini, ancak o zaman şevkle
ayetlere yöneleceğini belirttiği için pişmanlık duyan şiir öznesi, bir sonraki beyitte ondan af
talep etmeye yüzü olmadığını söyler. Daha sonra af talep edememek de “fi’l-i şer” sayıldığından
bunun daha günah olduğunu aydınlanmış bir bilinçle dile getirir. Çünkü Allah’ın bağışlayıcılığı
şiir öznesinin günahlarından daha fazladır ve o, yarattıklarına karşı sonsuz kerem sahibidir.
Nur-ı rahmet niye güldürmeye rûy-ı siyehim
Tanrı’nın mağfiretinden de mi büyük günehim
Allah, kullarına karşı çok bağışlayıcı olduğunu çeşitli ayetlerinde ve peygamberleri
aracılığı ile bildirir. Dolayısıyla şiir öznesine göre af talep eden herkesin bağışlanması bir haktır:
Bî-nihâye keremi ‘âleme şâmil mi değil
Yoksa ‘âlemde kulu ‘âleme dâhil mi değil
Şiir öznesine göre insan Allah’ın yarattıkları arasında bir varlık olduğu için onun
rahmeti kendisini de kuşatmalıdır. Yaratıcıya karşı sorumlulukları ve yükümlülükleri olan kul,
artık ‘mademki beni yarattın, mağrifetim her şeyi kuşatır, sonsuz keremim var’ diye söz
veriyorsun beni de bağışlarsın diye bağışlanma hakkını dile getirerek adeta kendini ayetlerin ve
hadislerin yasal güvencesi altına alır. Ama bu hak talebi Allah’a karşı tavır alış ya da isyan
değil; insanî bir eylemin ve kendini dünyada konumlandırma, varlığını anlamlandırma çabasının
sonucudur. Evrenle/ âlemle olan ilişkisini kuvvetlendirip mevcut düzende ‘salt şüphe’ nedeniyle
yargılanmadan yaşama hakkını korumak ister. İtaatsiz ve otoriter yapıyı sorgular mahiyetteki
söylemlerden ziyade otoritenin kendisine vermiş olduğu güvencenin bilincinde bir kimlikle
yerini muhafaza etmeye çalışır. Suçluluk duygusundan kurtulmak için bilinç süreçlerini işleten
şiir öznesi, günah işlemenin kulluğun gereği ve tabi acziyet olduğu sonucuna varır. Çünkü Allah
insana nefs ve günah işleme yeteneğini vermeseydi o da günahsız olabilir. Onun günah işlemeye
meyilli olma durumu şiirde suçun bağışlanmasına ‘şefaatçi’ gösterilir:
Sehvine oldu sebeb acz-i tabiî kulunun
Hem O’dur âlem-i ma’nîde şefî’i kulunun
Şiirde olumlu ya da olumsuz yönleri ile bir bütün hâlindeki insanın, varlık imkânlarının
ve sınırlarının bilincindeki sesi duyulur. Kendi yoksunluklarından utanç duymaya, Allah’a
ulaşmadaki araçların amaç şeklinde algılanmasına karşı çıkan şiir öznesi, ‘eksiklik ve hatalarını’
bedel ödeme aracı değil Allah’ın lütfuna birer sebep olarak görür. Böylece yaratıcıdan kopma
endişesinden uzaklaşarak onunla bağlarını kuvvetlendirir.
460 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
447
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
“Münâcât” şiirinde bireysel varlığının ve sınırlarının farkına varan insan “Tercüman-ı
Ahval Mukaddimesi”nde toplumsal varlığının bilincine eriştirilmeye çalışılır. “Tanzimat
Fermanı’nın ilanı ile Batı kültür ve medeniyetine yönelme [gerçekleşir], daha doğrusu devletin
önderliğinde batılılaşma yolu açıl[ır]. İşte bu dönem içinde gerek Tercüman-ı Ahval gerekse
Tasvir-i Efkâr gazetelerinde yayımladığı yazılarında Şinasi, Batı’nın ‘meşruti’ yönetimini ve
‘Parlemento’ sistemini benimsemiş bir Tanzimat aydını olarak görünür” (Çalışkan, 2016, s. 89).
Düşünce dünyasına kazandırdığı değer yargıları ile Osmanlı Devleti içerisinde yaşayan
insanlara yeni ufuklar açma gayretiyle hareket eder. Tercüman-ı Ahval Mukaddimesi’nde
Meclis-i Âlî-i Tanzimat’ın/Tanzimat Yüksek Meclisi’nin kuruluşu sırasında kanunlara ve
düzenlemelere bağlı tasarıların yazılı sunulması için halka resmi izin verildiğini belirten Şinasi,
devlet yönetiminin ve devletin daha iyi olması için vatandaşların fikir beyan etme gerekliliğini
bir hak ve sorumluluk şeklinde değerlendirir. Bunu gerçekleştirebilecekleri alan olarak gazeteyi
gösteren aydın/Şinasi Mukaddime’de ‘yeni’ bir yönetilen rolü belirlemeye yönelik söylemlerde
bulunur:
“Mâdam ki sosyal bir yapıda yaşayan halk bunca yasal görevler ile yükümlüdür,
elbette sözle ve yazı ile kendi vatanının çıkarlarına dair düşüncelerini belirtmeyi
kazanılmış haklarının bütünü sayar. Eğer şu iddiaya bir belge aranılacak olsa,
eğitim kuvveti ile zihni açılmış olan medenî milletlerin yalnız politika gazetelerini
göstermek yetebilir.” (“Tercüman-ı Ahval” Sazyek ve Sazyek, 2008, s. 375)
Tanzimat döneminde hem yöneten hem de yönetilen kesime yeni bir kimlik kazandırma
çabası dikkat çeker. Kimlik bir insanın ya da toplumun ne’liğinin ve niteliklerinin bütünü; kişiyi
veya grubu diğerlerinden ayıran vasıflardır. Dolayısıyla ‘kim’ ve ‘ne’ olduğunun bilincine
varma sürecidir. Mukaddime’de yönetilenin ve yönetenin ‘ne’ olduğu hakkında bilgi verilirken
vatandaş, millet ve devlet arasındaki bağdan bahsedilir; yeni neslin topluma dönük yanı
vurgulanır. Halkın yönetimde çeşitli şekillerde söz sahibi olması gerekliliği üzerinde duran
mukaddime toplumu uyaran ve uyandıran bir işlevdedir. Mukaddimede devlete ve millete
kanuni görevlerle yükümlü olan halk devletin ve vatanın gelişmesi için fikir beyan etmeyi de
hakkı görmelidir. Dolayısıyla gazete aracılığı ile eleştiren, sorgulayan, varlığının bilincinde
kimlikler oluşturulmaya çalışılır. Böylece zaten sorumluluk bilinci bulunan bireylere, hakları da
hatırlatılarak evrensel değerlerin ışığında kendi milli menfaatlerini önceleyen, sorumluluk
duygusuyla beraber geleceğin kaygısını duyan, vatanı koruma ve milleti medeni milletler
seviyesine taşıma vazifesini üstlenen, sorunlara çözüm öneren ve üreten yeni tipin doğuşuna
zemin hazırlanır. Milletin düşüncelerinin merkeze yerleştirildiği iktidar vurgulanır. Bu da ancak
kalp-akıl ikileminde aklı öncelemekle/ ‘düşünmek’le mümkündür. Metinde akıl, kalp ve dil
Tanrı’nın insana birer ihsanı olarak nitelenir. Münâcât şiirinde “Vahdet-i zâtına aklımca şehâdet
lâzım” diyen şiir öznesinin söylemiyle benzer tavır bu mukaddimede devam ettirilir. İnsan
Allah’ın hediye ettiği akılla düşünmeli, şükretmeli ve şükrünü ifade etmeli/konuşmalı düşüncesi
vurgulanır:
Değil mi Tanrı’nın ihsânı akl ü kalb ü lisan,
Bu lûtfu etmelidir fikr ü şükr ü zikr insan.
Söz, insanı çevreleyen dünya ile ilişki kurmasını sağlayan eylemdir. Bir şeyler hakkında
söz söylemek varlığı, zamanı ve mekânı çözümleme; onunla bağ kurma çabasından ileri gelir.
Çünkü dünya ile ‘ilgi hâlinde olma’, çevredeki gelişmelere kayıtsız kalmama, verili dünyayı
yapılandırma isteği ‘söz’ sayesinde anlam bulur. Bu sayede yaşadığı toplumu şekillendirme
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O448
O K 461
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
gücünü kendinde bulan insan, bireysel varoluşuna kamusal güvence sağlar. Tercüman-ı Ahval
Mukaddimesi’nde toplum içinde edilgen yapıda bir kul değil, aktif, söz söyleme gücüne sahip,
toplumsal yaşamını düzenleyen etmenlere müdahale edebileceğinin bilincinde vatandaşlar
yetiştirmek amacındaki bireyin söze verdiği anlam, önem arz eder. Bunu için de gazete fikirlerin
yayılmasında ve politik katılımın sağlanmasında, demokrasi kültürünü kurma yolunda araç
olarak değerlendirilir. Halk “dış ve iç durumdan seçilmiş olayları ve çeşitli bilgilerle diğer
yararlı maddelere ilişkin konuları yayma ve açıklamaya araç olaca[k]” (“Tercüman-ı Ahval”
Sazyek ve Sazyek, 2008, s. 375) gazete sayesinde bilgilenecek, ürettiği bilgileri ilgili mercilerle
paylaşabilecek, böylece yaşadığı dünya ile ilintili/ilişkili hâle gelecektir. Dolayısıyla Şinasi
gazete sayesinde bu ilişkide planlayan, tedbir alan, düşünen, farkına varan ve bunları dile
getirebilen; dünyada nesne konumundan çıkararak eyleyen, yön tayin eden düzeyine yükselen
bireylerin doğumuna zemin hazırlamaya çalışır.
Sonuç
Fikirleri ve çalışmaları ile Türk Edebiyatında yeni bir çığır açan; insanın sorumlulukları
olduğu kadar hakları da olduğunu vurgular mahiyette yazılar yazan; gazetenin halkı
bilinçlendirme, kamuoyu oluşturmadaki işlevine dikkat çeken Şinasi, biri nesir diğeri nazım
türündeki Münâcât ve Tercüman-ı Ahval Mukaddimesi başlıklı metinlerinde birey-iktidar
ilişiklilerini sorgulayıcı tavırla ele alır.
Şinasi, Münâcât şiirinde ve Tercüman-ı Ahval gazetesinin mukaddimesinde insanın
Yaratıcı’dan ve devletten kopma endişesiyle bireysel varlığını tehdit eden unsurlara ‘sırf boyun
eğmeye ve itaate’ dayalı yaşama zorunluluğunun bulunmadığını hatırlatır. Hem dinî hem de
beşerî kanunların sadece korku, tedirginlik yaymadığını; insandan daimî ve karşılıksız hizmet
beklemediğini vurgular. Her iki merciin de insana sorumluluklarının yanı sıra haklar verdiğini
ilgili alanlardaki kurallar dizgesi ile açıklar. Bu haklar ancak ‘düşünme ve bilme’ yoluyla fark
edilebilir. Metinlerde altı çizilen husus insanın Allah’ın, kâinatın ve devletin dilini anlayıp iman
ettikten sonra kendi varlığını kurabildiği; kişinin ancak o zaman yaratanla, devletle
gerçek/sağlıklı iletişimi sağlayabildiğidir.
Münâcât’ta yaratılmış olmanın getirdiği hakların bilincine varmayı önceleyen şiir öznesi
söz konusudur. Metnin esasını oluşturan unsurlar, kendi kendisini sorgulayan kuldan ziyade,
günahlarıyla sevaplarıyla bir bütün olduğunu, bunun doğallığını kabullenmiş ‘insan’ ve bu
insanın haklarıdır. Şiir öznesine göre öte dünyayı güzelleştirme endişesinin şekillendirdiği
kulluk, sadece yalvarma ve acizlik ile sınırlandırılmamalıdır. Münâcât’ta insan-Allah arasındaki
bağıntı Tercüman-ı Ahval Mukaddimesinde yönetenler ile yönetilenler arasındaki ilişkiyle
doğru orantılıdır. Metinde sosyolojik göndermeler çerçevesinde kulluk kavramı sorgulanır,
vatandaşlığın sadece yükümlülükleri içermediği, vatanın güzelleşmesi için fikir beyan etmenin
en önemli sorumluluk ve hak olduğu belirtilir. Bu bağlamda Osmanlı’da tebanın Allah’ın
yeryüzündeki gölgesi olan padişahın da kulu olduğu dikkate alındığında Münâcât’taki asıl
meselenin sadece Allah’a kulluğun boyutları olmadığı anlaşılır. Allah’a yaklaşma biçiminin bile
sorgulandığı bu söylemde eleştirilen husus kulluk kavramına yüklenen anlamdır. Mukaddimede
bu durum daha netleştirilir. Hem Mücat’ta hem de Tercüman-ı Ahval Mukaddimesi’nde birey
ön plana çıkarılarak ona dinî ve hukukî yasal güvencesi hatırlatılır. Her iki metinde de insanın
yaşam evrenine yönelik bireysel ve toplumsal manada yeni bir insanın inşası söz konusudur.
462 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
449
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
Kaynaklar
Çalışkan, A. (2016). Bir tür olarak münacat ve İbrahim Şinasi Efendi’nin Münacaat’ının tahlili.
Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, 43, 88-139.
Durmuş, M. (2014). Şiirsel tavrın öncülüğünde insanı yeniden düşünmek: Namık Kemal ve
Hürriyet Kasidesi. Uluslararası Türkçe Edebiyat Kültür Eğitim Dergisi, 3(1), 240- 250.
Eliuz, Ü. (2009). Tanzimat dönemi anlatılarında feminist söylem. Trabzon: Serander Yayınları.
Heidegger, M. (2005). Varlık ve zaman, (çev. Kaan H. Ökten), İstanbul: Agora Kitaplığı.
Kacıroğlu, M. (2009). Bir bunalımın anatomisi: Tanzimat şiirinde inanç krizleri. Turkısh
Studies, 4(1), 2127-2156.
Kalaycıoğlu, E. ve Sarıbay, A.Y. Tanzimat: modernleşme arayışı ve politik değişme, s. 9-38.
Kaplan, M. (2000). Şiir tahlilleri 1 Tanzimat’tan Cumhuriyete. İstanbul: Dergâh Yayınları.
Korkmaz, R. (2009). Yeni Türk edebiyatına giriş. Yeni Türk Edebiyatı El Kitabı (ed. Ramazan
Korkmaz), Ankara: Grafiker Yayınları, 13-42.
Ortaylı, İ. (2017). Tanzimat adamı ve Tanzimat toplumu, Batılılaşma yolunda. İstanbul: İnkılap
Kitabevi, 11-36.
Parlatır, İ. (2006). Şinasi. Tanzimat Edebiyatı (Hazırlayanlar İsmail Parlatır, İnci Enginün,
Ahmet B. Ercilasun, Zeynep Kerman, Abdullah Uçman, Nurullah Çetin). Ankara:
Akçağ Yayınları, 71-126.
Sazyek H. ve Sazyek E. (2008). Yeni Türk edebiyatında önsözler. Ankara: Akçağ Yayınları.
Ulusoy Nalcıoğlu, B. (2005). Tanzimat dönemi Türk gazeteciliği ve Türk basınının ilkeleri.
Manas Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 7(14), 253-267.
Yanardağ, M. F. (2010). Tanzimat dönemi fikir gazeteciliğinin önemli ismi Tasvir-i Efkâr ve
toplumsal değişime katkısı. Tercüman-ı Ahval’in 150. yılında İstanbul’da fikir
gazeteciliği sempozyumu (21-22 Ekim 2010), İstanbul: Emirler Matbaası, 1-15.
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O450
O K 463
SOVET DАVRIDА TUZUMGА QАRShI АSАR E’LON QILISh (SHUHRATNING
“OLTIN ZANGLAMAS” ROMANI MISOLIDA)
Mehribon YODGOROVA
Öz
Geçen Sovyetler Birligindeki Türk Cümhüriyetlerinde yaşıyan edipler her
zamandada kendi istek ve arzularını eserlerinde yansıta alamamışlar. Belli
olan polıtıka yontemi ve takıblara göre bedii eserler sovyet dönemini sadece
iyi ve güzel açıdan göstermesi zorunlu idi. Bu hususlar XX. yüzyıl Özbek
romanındada o yada bu derecede yansımıştır. Örneğin geçen yüzyılın
altmışıncı yıllarında Özbek edebiyatında en ünlü olan eserlerinden biri Altın
Zenklemes romanının tekdiride aynen öyle geçmiştir. Romanın müellifi
Şühret (1918-1993) çok zorlukları yaşamış, hatta hakikatı söylediği için KGB
takıbına öğreyerek 1951-1956 de sovyet hapishanelerine atılmıştır. O Sovyet
polıtıkasını kabul etmeyen, çetin iradeli bir yazar idi.
Altın Zenklemes romanı 1963-1964 de yazılmış. Ama o kitab hâlinde
yayın oluna (1967) kadar Yazarlar Birliği ve başka sovyet idarelerinde çok
kere muhakameler olmuştur. Roman konusu: Özbekistan’da sovyet
döneminde geçen bir çok hadiseler, komyü ve maarif hayatı, savaş ve sovyet
hapishanelerindeki müdhişlikler. Eser baş kahramanı Sadık aynen yazarın
kendi yaşamını ve sıkıntılarını gösterici obraz.
Romandakı sovyet katağan (terror) siyaseti ile bağlı vakıaların kaleme
alındığı eser metnine göre çeşitli görüş ve değiştirmelere sebeb olmuştur.
Onun yayın olan nüsheleri ve Özbekistan İlimler Akademisi Alişir Nevai
Devlet Edebiyat Müzesi arhivindeki elyazması ile karşılıklı araştırma
yapıldığinde romanda çokça mecbüri değiştirmeleri görmek mümkündür.
Bildiride Altın Zenklemes romanının tekdiri ve metni belirtildiği elyazmaya
göre tedkik edilmiş.
Anahtar Sözcükler: Şühret, Altın Zenklemes, Roman, Metin, Arhiv,
Sovyet Dönemi.
Mustabid sovet davrida yashab ijod qilgan adiblar doim ham o`z orzu istaklarini badiiy
asarlarida eks ettira olishmagan. Ma`lum mafkuraviy to`siq va tazyiqlarga ko`ra badiiy asarlar
sovet davri voqeligini faqat yaxshi jihatdangina ko`rsatishi kerak edi. Bu xususiyatlar XX asr
o`zbek romanida ham u yoki bu darajada sezilmay qolmagan. Misol uchun o`tgan asrning
oltmishinchi yillarida o`zbek adabiyotida eng shovshuvli asarlardan biri “Oltin zanglamas”
romanining taqdiri ham aynan shunday kechdi. Roman muallifi Shuhrat (1918-1993) juda ko`p
qiyinchiliklarni boshidan kechirgan hatto o`z haqiqatgo`yligi uchun KGB taqibiga uchrab bir
necha yil (1951-1956) sovet turmalarida o`tirib chiqqan. Irodasi bukilmas, sovet tuzumi bilan
chiqishmagan adib edi. Uning “Oltin zanglamas” romani 1963-64 yillarda yozilgan, lekin to
nashr etilgunga qadar (1967) Yozuvchilar uyushmasi va boshqa sovet idoralarida ko`plab
muhokamalarni boshidan kechirgan. Аsar O`zbekistonda sovet davrida bo`lib o`tgan ko`plab
hodisalar, ijtimoiy-ma’rifiy hayot, urush va sovet qamoqxonalaridagi qiyinchiliklar haqida edi.
Аsarning bosh qahramoni Sodiq aynan yozuvchi Shuhrat hayoti va qiyinchiliklarini ko`rsatib
beruvchi yetakchi obrazdir. Аynan sovet tuzumidagi qatag`on siyosati bilan bog`liq
O`zR FА O`zbek tili, adabiyoti va folklori instituti tayanch doktoranti,
[email protected].
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 465
451
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
voqealarning qalamga olinganligi asar matniga nisbatan turli xil fikrlar va o`zgartirishlarga
sabab bo`lgan. Romanning chop etilgan nashrlari va O`zR FА Аlisher Navoiy nomidagi Davlat
adabiyot muzeyi arxivida saqlanayotgan qo`lyozma nusxasi (yozuvchi avtografi) o`zaro
qiyoslanganda asar matnidagi juda ko`p majburiy o`zgartirishlarni ko`rish mumkin. Ushbu
ma`ruzada “Oltin zanglamas” romanining taqdiri va matni mazkur qo`lyozma asosida tahlil
etilgan.
Kalit so`zlar:
Shuhrat, “Oltin zanglamas”, roman, matn, arxiv, sovet davri.
Badiiy asar yaratish – sirli jarayon. Haqiqiy ijodkor hech qachon ko`ngil nolalarini o`z
qalbining kishi bilmas puchmoqlarida qoldirib ketmaydi, mavridi bilan hissiy kechinmalarini
bayon qilish yo`lini topadi. Bunga ijtimoiy sharoit yetilishini kutadi. Buyuk shoirlar Oybek va
Mirtemirlarning g`aladonida yotgan ba`zi she`rlarining keyinchalik e`lon qilishi ham fikrimizni
tasdiqlaydi.
XX asr milliy adabiyotimiz o`rta avlodiga mansub yozuvchilarning ijod qilishi
birmuncha murakkab kechdi. Negaki, katta avlod qurbon berib bo`lsa-da o`z so`zini ayta olgan
bo`lsa, o`rta avlod ko`z o`ngida sodir bo`lgan xunrezliklar hamda adabiyotda yakkahokimligini
o`rnatgan sotsialistik realizm metodi qobig`ini yorib chiqishga imkon topa olmadi, to`g`rirog`i,
ular qaysi tamoyillar asosida ijod qilish, kimni yoki nimani madh etish lozimligini, yoki,
aksincha, qaysi mavzuda qalam tebratmaslik kerakligini bilmasdan bir joyda depsinib turib
qolishdi. (O`rta avlod deganda Shuhrat, Hamid G`ulom, Аsqad Muxtor, Said Аhmad, Shukrullo,
Turob To`la, Mirmuhsinlar nazarda tutiladi). Ular adabiyotga katta avlodga ergashib kirib
kelgan edilar. Ijtimoiy silsilalar baribir o`z ta`sirini ko`rsatdi. Ijodkorlar zamonga qarab
moslashdi: asarlarida o`ta nekbin kayfiyat, inqilobiy-optimistik ruh hukmronlik qila boshladi.
Аslida, ijodkorning nimani va qanday yozish kerakligini tevarak atrofiga qarab
belgilashi badiiy ijod tabiatiga mos kelmaydi. Аmmo “qizil adabiyot”da sotsialistik realizm
metodi o`zining yakranglik da’vosini o`rnatishi yozuvchi shaxsiyatining parchalanishiga olib
keldi. Biroq ijodkor ruhini sindirish oson emas. Cho`g`ni qog`ozga o`rashning imkoni
bo`lmaganidek, yozuvchi qalbidagi dardni yashirish ham amalda imkonsiz ishdir. Oltmishinchi
yillarga kelib ijtimoiy-siyosiy hayot iqlimining biroz yumshashi natijasida ijodkorlar, garchand,
bor ovozi bilan baralla hayqira olishmasa ham ko`ngil kechinmalarini imkon darajasida ifoda
qila boshlashdi.
Bu paytga kelib ijodining ikkinchi davri boshlangan Shuhrat ham shunday yozuvchilar
sirasiga kiradi. U adabiyotga o`tgan asrning o`ttizinchi yillarida kirib kelgan bo`lsa-da, asarlari
asosan urushdan keyingina chop etila boshladi. Ijodining ilk davrida unda Usmon Nosir ijodiga
havas kuchli edi. Shu sababli uning dastlabki asarlari Usmon Nosirning she`rlariga ergashib
yozilgan bo`lsa-da, ular mashhur shoirning qatag`on qilinishi hamda yosh Shuhratning Usmon
Nosirga “dum”likda ayblanishi natijasida yozuvchining shaxsiy arxivida qolib ketdi. (Shaxsiy
arxivida qolib ketgan asarlari haqida yozuvining o`zi “Ularni bostirishga hozir ham yuragim
dov bermaydi. Аxir shoirning arxivida ham uncha-muncha narsa turishi kerak-ku!”, - deb
yozgan.)
Tabiiyki, hayotidagi tahlikali sinov davri hamda jahon muhorabasini boshidan
o`tkazgan shoir bu paytga kelib, qatiqni ham puflab ichadigan ehtiyotkor qalamkashga aylangan
edi. Urushdan keyin bir qator she`riy to`plamlarini e’lon qilgan yozuvchi kutilmaganda nasrga
466 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
452
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
murojaat qildi. Bu haqda shoir kundaligida shunday yozadi: “Ochig`ini aytsam, qachon prozaga
havas uyg`onganligini bilmayman. Lekin frontdan qaytgach, front xotiralarini o`ylab,
boshimdan kechirganlarim, ko`rgan-bilgan va eshitganlarimni she`r bilan ifodalab bo`lmasligini
his etardim. Bu orada juda ko`p harbiy davr haqidagi suhbatlar turtki bo`ldimi, xullas, prozada
yozgim kelib qoldi. Bu mahalda na birorta hikoya, na birorta ocherk yozgan edim”[5].
Shu tariqa Shuhrat “nasriy” tajribalarsiz roman janriga qo`l urdi. Yozuvchining ijodiy
rejasiga ko`ra, roman “hajmi 40-45 bosma toboqqa mo`ljallandi”[5]. Baxtga qarshi,
yozuvchining nohaq tuhmatga uchrab, “xalq dushmani” degan ayblov bilan 25 yilga qamoqqa
olinishi sababli adib romanni tugallashga ulgurmadi. Bu haqda yozuvchining o`zi “Tanlangan
asarlar”ining 3 jildligiga yozgan “O`zim haqimda ikki og`iz so`z” deb nomlangan so`zboshisida
shunday deb yozadi: “Birinchi kitob tugallanib, bosmaga tayyorlanayotgan vaqtda baxtsiz
tasodif ro`y berdi. Hayotimizda lenincha normaning barqaror topishi bilan yana ijodga
kirishdim... endilikda “Shinelli yillar”ni avvalgi holatida bostirolmasdim, qayta ko`rib chiqdim,
ko`p narsalarini olib tashladim...” [6.9]
Shu tariqa “Shinelli yillar” romani davr siyosatiga moslanib, qayta ishlangan holda
nashr etilgan. Bu ma’lumot bilan tanishganimizdan keyin bizda, “urush mavzusida yozilgan
asarni ham siyosatga moslab qayta ishlash zarurati paydo bo`libdimi, shaxsga sig`inish
qoralangan roman boshidan qanday kunlarni o`tkazgan ekan”, - degan fikr paydo bo`ldi. Bu
savolga javob topish maqsadida O`zbekiston Respublikasi Fanlar akademiyasi Аlisher Navoiy
nomidagi Davlat adabiyot muzeyi arxivida F.16.37-38 inventar raqami ostida saqanayotgan
“Oltin zanglamas” romanining asl qo`lyozmasi bilan tanishishga jazm qildik.
Kutganimizdek, romanning qo`lyozma varianti bilan kitob variantlari orasidagi farqlar
anchagina bo`lib chiqdi. Romanning ba`zi joylar o`zgartirilib, ayrim epizodlar roman matniga
majburlab “tiqishtirilgan”, bundan tashqari romanning deyarli barcha boblari ayovsiz
qaychilangan. Qisqasi, roman “mayib qilingan”. Pirovardida romandagi asosiy obrazlar: Sodiq,
Mirsalim, Musharraf, Dilovarxo`ja, Chuxanov Pushkaryov obrazlariga zaha yetgan. (Boshqa
obrazlarda ham o`zgarishlar mavjud, lekin ular obraz mohiyatini buzib yuboradigan darajada
emas.)
Ma’lumki, dialog va monologlar personajlar xarakterini ochishda, davr ruhiyatini aks
ettirishda, qahramon ruhiy kechinmalari, fikr-mulohazalarini ifodalashda, shuningdek, yozuvchi
kontseptsiyasini yuzaga chiqarishda muhim ahamiyat kasb etadi. Yozuvchi personajlarning
dialogik hamda monologik nutqini yaratar ekan, masalaga, avvalo, obrazning xarakter mantiqi,
voqelikka bo`lgan munosabati, qolaversa, romanda ko`tarilgan asosiy muammodan kelib chiqib
yondashadi. “Oltin zanglamas”dagi dialog va monologlarning “qaychilanish”i asardagi ba`zi
obrazlarni xiralashtirgan.
Jumladan, “Mirsalim ko`ngliga tugib qo`ydi”, “Kek”, “Tirnoq ostidan kir qidirib”,
“Ko`ngilsizliklar”, “Sodiqning qamalishi”, “Аybsiz aybdor”, “Tergov”, “O`lganning ustiga
tepgan”, “Musharrafning hirsi”, “Haq joyiga qaror topadi” deb nomlangan boblardagi dialoglar
hamda monologlarning “qaychilanishi” voqelik ustiga xira parda tortishi bilan birgalikda ayrim
obrazlarning xarakter mantiqiga putur yetkazgan. Natijada ba`zi obrazlarning mohiyati
ochilmagan. (Nomlari sanalgan boblarning ayrimlarida bobning nomi o`zgarishga uchragan.)
Badiiy asarda ekspozitsiya ham g`oyatda muhim g`oyaviy-kompozitsion rol o`ynaydi.
“Ekspozitsiyani asar voqealarining yuz berishini aks ettiruvchi passiv fon deb tushunmaslik
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O453
O K 467
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
kerak. Ekspozitsiya ijodkor g`oyasini yuzaga chiqaruvchi, asar mazmunini yorqinlashtiruvchi,
xarakterlarning o`sishini asoslovchi syujetning muhim tarkibiy qismidir. [4. 350]” “Oltin
zanglamas”ning qo`lyozmasida ekspozitsiya butun asar davomida uchraydi. Bu tasvirlar
romanda ko`tarilgan bosh mavzu shaxsga sig`inish yillari qurbonlarining yashash sharoiti,
to`g`rirog`i, kun kechirish sharoiti bilan o`quvchilarni tanishtirsa, boshqa tomondan asar
g`oyasini yuzaga chiqarishda muhim detalь vazifasini bajaradi.
Qo`lyozmadagi Sodiqning qamoqqa olinishi bilan bog`liq voqealar yuz bergan joy
tasviri bilan tanishamiz:
“...Chindan ham unga joy tayyorlab qo`yilgan ekan. Uni tergovchi oldidan olib tushgan
askar to`g`ri o`sha kameraga olib bordi. Bu kamera kunduzi ham chiroq yonib turadigan
koridorning oxirida o`ng tarafda edi. Sodiq to “o`z kamerasi”ga borguncha ikki tomondagi
qoraga yaqin bo`yoqqa bo`yalgan, ko`ndalangiga belidan qalin temir o`tqizilgan, ichki va tashqi
qo`sh qulfli eshiklarga qarab bordi. Bular kameralar edi. Buncha ko`p, deb qo`ydi, ichida.
Koridor mozor sokinligida jim-jit. Unda-bunda kuzatuvchilar bor. Ular harbiy formada,
belbog`ida bir quchoq kalit ... Sodiq askarning oldiga tushib borar ekan, ularning hech biri,
hazar qilgandek, Sodiqning betiga qarashmadi, xuddi hech kim o`tib bormayotgandek tutishardi
o`zini” [1. 229-230]
Qo`lyozmada tasvirlangan bu bino Mustaqillik maydoni yaqinidagi hozirgi “Sharq”
kontserni joylashgan binoning yerto`lasidir (qo`lyozmaning “O`lganning ustiga tepgan” deb
nomlanuvchi bobida bunga ishora qilingan). Аynan shu yerto`la millatimizning gullari
А.Qodiriy, Cho`lpon, Tavallolar so`roq qilingan joy edi. Elliginchi yillarda “xalq dushmani”
deb badnom qilingan M.Shayxzoda, H.Sulaymon, Shuhrat singari xalqning asl farzandlari ham
huddi shu joyda saqlangan. Bu haqda 1950–1953 aynan MGB (Ministerstvo gosudarstvennoy
bezopasnosti, ya`ni Davlat xavfsizligi vazirligi) tashkilotda xizmat qilgan Аripov Tal’at
Zokirovich (Tal’at Muhammad Said o`g`li) degan shaxs shunday xotirlaydi:
“Ikki yarim yilcha tergovda bo`lib, ko`p voqealarning guvohi bo`ldim. O`sha paytlarda
o`zbek ziyolilarining guliga qirg`in kelgan edi: Said Аhmad, Maqsud Shayxzoda, Hamid
Sulaymon, Shukrullo, Mirzakalon Ismoiliy, Yong`in Mirzo, Qori Yoqubov, Shuhrat, aka-uka
Аlimuhamedovlar, Shirvoniy va boshqalar shular jumlasidan edi. Ular 1936-1937 yillari
qamalib otilgan Cho`lpon, Аbdulla Qodiriy, Qayyum Ramazon, Tavallo, Elbek o`tirgan
kameralarda o`tirar edilar. [3.51]”
T.Z.Аripov o`z xotiralarida davom etib, bu yerto`ladagi shart-sharoitlar, tergov jarayoni,
siyosiy mahbuslarga qilingan munosabatlar haqida ham so`z yuritadi. Аsosiysi, uning
guvohligidagi gaplari “Oltin zanglamas” qo`lyozmasida yozuvchi Shuhrat tomonidan
tasvirlanib, kitob nashridan tushirib qoldirilgan tasvirlarga mos kelib, qo`lyozmadagi
tasvirlarning ayni haqiqatga asoslanganligini tasdiqlaydi.
“Ijod – ermak emas, badiiy asar ham bekorchilikning yoki tantiq xayolning mahsuli
emas; u san’atkordan mehnat talab qiladi, ya`ni yangi asarning homilasi qanday qilib tushib
qolganini uning o`zi bilmaydi, ona bolasini 9 oy qornida ko`tarib yurganidek, san`atkor ham
poetik fikr javharini o`z yuragida olib yuradi, ijod jarayoni onalarning ko`z yorishiga o`xshab
ketadi va o`z-o`zidan ayonki, shu jismoniy aktning ruhiy azoblari, to`lg`oqlari san`atkorga ham
begona emas. Shuning uchun ham, modomiki, shoir ijod mehnati va jasoratiga bel bog`lagan
ekan, demak, qandaydir ehtiros uni shunga undaydi, yo`naltiradi. [2. 569]”
468 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
454
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
Shuhratni ham ana shunday ichki dard “boshini zo`r ish”ga (Cho`lpon iborasi) urishiga
undagan bo`lsa ajab emas. Romanda nohaq tuhmatga uchragan yozuvchining shaxsiy dardi xalq
dardi bilan uyg`unlashib, davr ruhining to`laqonli aks etishiga imkon bergan.
“...Sodiqning xayolidan yaqinda Moskvada bo`lib o`tgan Buxarin, Fayzulla Xo`jaev,
Аkmal Ikromovlarning sud protsessi o`tdi. Ularni-ku otib tashlashdi, otilmasdan qolgan
kichikroqlarining ishlari ko`rilgan ekan-da. Xalq dushmanlari qanaqa odam bo`larkan?
Tirnog`igacha zahar bo`lsa kerak. Nahot shunday tuzumni yomon ko`rishsa!...
... Sodiq o`sha “yovuz niyatli kishilar”ning taqdiriga qanchalik loqayd bo`lmasin,
baribir, na ko`nglining g`ashligi, na yuragining siqilishi yozildi. Аksincha battarroq bo`ldi.
Kechasi bilan uxlolmadi. Аllaqanday mudhish tushlar ko`rdi: o`sha sovuq niyatli kishilar
orasida yuribdimi-ey, tog`da bora turib jarga sirg`alib ketibdimi-ey!” [1. 212-213].
Sobiq Sho`rolar davlati qo`rquv va yolg`on hukmronlik qilgan saltanat edi. Jon saqlash
maqsadida chaqimchilik, sotqinlik qilish, ota-bobosidan, do`stu yoridan tonish odat tusiga
aylandi, vijdon juda arzon bahoga sotildi. Ch.Аytmatov ta`biri bilan aytganda, odamlar
manqurtga aylantirildi. Xalq shunday tahlika va qo`rquvda ushlandi-ki, omma ongiga
singdirilgan qullik falsafasining asoratlari bugungi kunimizda ham seziladi.
Parchada tog`asining janozasidan qaytayotgan Sodiqning qalbini o`rtagan xayollari
tasvirlangan. Voqeaning davomida Sodiq shaharga yetib kelgach, vahimani biroz yengish uchun
restoranga kirib bir stakan aroq ichadi. Shundan keyingi voqealar shiddatli tus olib, Sodiq uyiga
yetib bormasdan yo`lda qamoqqa olinadi. Bu epizod beixtiyor А.Kamyuning “Begona”
romanidagi bosh qahramon Mersoning onasi vafot etgan kunning ertasiga sevgilisi bilan
ko`ngilxushlik qilib o`tirishini eslatadi. “Ichkilik ichish” epizodi “Begona”da insonning
jamiyatdan, tevarak atrofda ro`y berayotgan hodisalardan begonanalashishining natijasi sifatida
berilsa, “Oltin zanglamas”da bu epizod personaj ruhiyatidagi avvalroq bo`y ko`rsa boshlagan
kechinmalarning portlash nuqtasi bo`lib, to bungacha bo`lgan jarayonning tizimli va
murakkabligini tasvirlashda vosita rolini bajaradi.
Sodiqning aroq ichishini o`qigan kitobxon birdan sergak tortadi. Аxir Sodiq kommunist
bo`lsa-da, u, avvalo, musulmon farzandi-da. Musulmonchilikda ichkilik ichish umuman
taqiqlangan, motam kunlaridagisini esa aqlga sig`dirib bo`lmaydi. Аslida insonning qaysi dinga
e`tiqod qilishdan qat`iy nazar, bu ish umuminsoniy axloq me`yorlariga ham to`g`ri kelmaydi.
Boz ustiga, Sodiq yerga tuz ko`mib kelmadi, “besh tog`asi ichida eng sevikli tog`asi”ni yerga
topshirdi [1. 208]. Bu epizod bilan adib o`quvchini Sodiqning kelgusi hayotida “azador
kishining aroq ichishi”dan ham fojeali voqealar ro`y berishidan ogoh etadi. Voqealarning
dramatik oqimi kitobxonni ortidan ergashtiradi.
Аytdikki, Shuhrat adabiyotga she’r bilan kirib keldi va umrining oxiriga qadar she’rdan
uzilmadi. Ganchand Shuhrat nomi tilga olinganda eng avval uning romanlari qayd qilinsa-da, u,
avvalo, shoir edi. Shuhratning o`zi ham bu haqda kundaligida “o`zimni hanuz shoir deb
hisoblayman”[5], deb yozgan. Аgar shoir “Shinelli yillarni”ni nasriy tajribalarsiz yozishga jazm
etgan bo`lsa, “Oltin zanglamas”ga qadar esa, bir roman, bir qancha nasriy asarlar, dostonlar
bilan tajriba orttirgan edi. Аsosiysi, yozuvchi hayotida ro`y bergan “katta drama” romanning
tug`ilishida masalliq vazifasini bajardi. “Oltin zanglamas” – shoir nasri. Unda yozuvchi lirik
kechinmalarni epik ko`lamdorlik hamda dramatik ziddiyatlar bilan uyg`unlashtira olgan.
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O455
O K 469
Romanda adib qatag`on voqeligiga adabiy yuksaklikdan nazar tashlab, mustabid tuzumning
manfur siyosati, aldamchi qiyofasi ustidan o`z poetik hukmini chiqardi.
Xulosa qilib aytadigan bo`lsak, “Oltin zanglamas” romanining asl nusxasining ba`zi bir
sayqaltalab o`rinlarini tahrir qilib, uni kitobxonlarga asl holida taqdim qilish o`zbek
adabiyotshunosligi oldidagi vazifalardan biridir. Fikrimizcha qayta tiklangan nashr, birinchidan,
adabiyotimizdagi yaxshi bir asarning “qayta tug`ilishi” bo`lishi mumkin. Ikkinchidan, bu nashr
(agar amalga oshsa) yanada qiziqarli, mutoalabob asarga aylanadi. Uchinchidan, asarning
biografik xarakterga ega ekanligi sababli romanda tasvirlangan shaxsga sig`inish yillari
voqealari haqida ishonchli manba vazifasini o`taydi. To`rtinchidan, bu asar to`laqonli, asl holida
chop qilinsa, adibning bezovta ruhi ham biroz taskin topadi.
Foydalanilgan adabiyotlar
Alisher Navoiy nomidagi Davlat adabiyot muzeyi. “Oltin zanglamas” romanining qo`lyozmasi.
F.16.37-38 raqamli hujjat.
Belinskiy V.G. Sochineneniya Аleksandra Pushkina. – M.: Xudojestvennaya literatura, 1949.
Kenjabek M. Ozod qalb. Yozuvchi Shuhratning hibsdagi hayoti. // Mahalla gazetasi. 2003 № 51
Xotamov N, Sarimsoqov B. Аdabiyotshunoslik terminlarining ruscha-o`zbekcha izohli lug`ati. –
T.: O`qituvchi. 1979.
Yozuvchi Shuhratning shaxsiy kundaligidan. Bu kundalik yozuvchining shaxsiy uyida
saqlangani uchun inventar raqamiga ega emas.
Shuhrat. Tanlangan asarlar. 3 jildlik. 1 jild. T .: G`afur. G`ulom. 1969.
456
AHISKA AĞZINDA KIPÇAK TÜRKÇESİNİN İZLERİ
Minara ALİYEVA ÇINAR
Öz
Kafkasya, tarihin ilk devirlerinden itibaren çeşitli kavimlere ev sahipliği
yapan bir coğrafya bölgesidir. Bu bölgenin sosyo-kültürel katmanların
oluşmasında Türk toplulukları önemli bir rol oynamışlardır. Özellikle de
Türklerin en kalabalık boylarından birini oluşturan Kıpçaklar, yakın tarihte
Kafkasya bölgesinde siyasî ve kültürel açıdan önemli etkiler ve derin izler
bırakmışlardır.
Bölgenin sosyo-kültürel yapılanmasında kavimler arasında ortak iletişim
dili olan Türkçenin de önemli etkileri olmuştur. Türkçe, bu bölgede geniş bir
şekilde yayılmış ve yakın tarihe kadar lingua franca olarak kullanılmıştır. Bu
durum, Gürcistan’ın Ahıska bölgesinde yaşayan halklar için de geçerlidir. Bu
bölgede 1944 yılına kadar farklı milletlere mensup olan insanların konuştuğu
dil, Anadolu’nun bir parçası olan ve Atabek Yurdu topraklarında konuşulan
Ahıska Türk ağzıdır. Bu ağız, Oğuz etno-kültürel sistemine dâhil edilen bir
ağız olmasına rağmen Kıpçakların varlığından etkilenerek yapısına Kıpçak
Türkçesinin özellikleri de nüfuz etmiştir. Dildeki bu etkiler hem ses hem yapı
hem de sözcük düzeyinde görülmektedir.
Bu bildiride 1944 yılına kadar Ahıska bölgesinde konuşulan Türkçenin
yapısında yer alan Kıpçak Türkçesinin izleri üzerinde durulmuştur.
Anahtar Sözcükler: Atabek Yurdu, Ahıska, Ahıska Türkçesi, Kıpçak
Türkçesi, dil etkileşimi.
IMPRINTS OF KIPCHAK TURKIC ON THE AHISKA TURKISH
DIALECT
Abstract
The Caucasus is a geographic area that has hosted numerous peoples
since the dawn of history. Turkic communities have played an important role
in forming the socio-cultural strata of this region. Especially the Kipchaks,
who constitute one of the most populous Turkic peoples, have left significant
impressions and deep imprints on the Caucasian region in recent times, from
both a political and cultural perspective.
Turkish, which was the common language of communication among
peoples, also had important effects on the socio-cultural structuring of the
region. The Turkish language spread widely in this area and was used as the
lingua franca there until recent times. This was also the case for the peoples
living in the Ahiska region of Georgia. Until the year 1944, the language
spoken by people belonging to different nationalities was the Ahiska Turkish
dialect, which belongs to Anatolia and was spoken in the lands of the
Atabegate. Although this dialect is included in the Oghuz ethno-cultural
system, it was affected by the presence of the Kipchaks and its structure was
influenced by features of Kipchak Turkic. These influences are seen at the
phonological, syntactic and lexical levels of the language.
This paper discusses the imprints of Kipchak Turkic found in the structure
of Turkish spoken in the Ahiska region until the year 1944.
Keywords: Atabegate, Ahiska, Ahiska Turkish, Kipchak Turkic,
language interaction.
Dr.; Uludağ Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türkçe ve Sosyal Eğitimi Bölümü,
[email protected].
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 471
457
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
Giriş
Kafkasya, tarihin ilk devirlerinden itibaren çeşitli kavimlere ev sahipliği yapan, Asya ve
Avrupa’nın önemli bir kesişme alanını oluşturan, ekonomik, siyasî ve kültürel bakımından
kaynaşma alanı durumunda olan bir coğrafya bölgesidir. Tarih boyunca pek çok kez işgallere
maruz kalan bu bölge, geçiş alanı olması ve coğrafî özelliklerinden dolayı etnik ve kültürel
bakımından karmaşık, bir o kadar da zengin bir yapıya sahiptir.
İslam tarihçileri ve coğrafyacılarının Cebelü’l-Elsân (Diller Dağı) olarak adlandırdıkları
Kafkasya’da çok fazla dilsel-etnik çeşitlilik bulunmakta, 60’tan fazla dil ve lehçe
konuşulmaktadır (Bilge. 2015, s. 9; Akar. 2015, s. 21). Bu bölgede yaşayan etnik grupların
konuştukları diller Altay dilleri (Azerbaycan Türkçesi, Karaçay Türkçesi, Balkar Türkçesi,
Kumuk Türkçesi, Nogay Türkçesi, Türkmen Türkçesi; Moğol dili grubundan Kalmuk
Moğolcası), Kafkas dilleri (Adıgece, Kabartayca, Abhazaca, Çeçence, Ubihce, Gürcüce, Lazca,
Çeçence, İnguşça, Avarca, Lezgice vd.) ve Hint-Avrupa dilleri (Ermenice, İran dilleri Osetçe ve
Talişçe) olmak üzere üç gruba ayrılır (Bilge. 2015, s. 12; Akar. 2015, s. 21).
Söz konusu olan bu etnik gruplar arasında sayı itibarıyla en kalabalık grubunu
oluşturanlar Türk kökenli halklardır: Kafkasya’nın güneyinde daha çok Hazar kıyısında, orta
bölgelerde ve bir miktar da batıda yaşayan Azerbaycan Türkleri, kuzeyinde Kıpçak boyundan
olan Kumuk, Nogay, Karaçay, Balkar Türkleridir (Yalçınkaya, 2006, s. 13). Bu Türk boyları,
eski dönemlerden Kafkasya’da iskân etmiş Kimmer-İskit-Saka-Hun-Bulgar-Hazar-OğuzKıpçak boylarının soyundan gelen Türk topluluklarıdır (Latifova. 2017, s. 371). Tarihî süreç
içerisinde Kafkasya’da büyük devletler kuran bu Türk halkları da, bu bölgede siyasî ve kültürel
açıdan önemli etkiler ve derin izler bırakmışlardır.
Bu kadar kalabalık bir kitleyi oluşturan Türk halklarının konuştukları dil de doğal
olarak yaygınlık kazanmıştır. Bu bölgede Türkçe eski dönemlerden itibaren yayılmaya
başlamıştır. Özellikle de Erken Orta Çağ döneminde Türk boyları Kafkasya’da lider konumuna
gelmişlerdir. Bu döneme ait Türk yer isimleri bunun göstergelerinden biridir (Latifova. 2017, s.
373). Bölgede Türkçe, geniş bir şekilde yayılmış ve ortak iletişim dili statüsünü de kazanmıştır.
XVI. yüzyıldan itibaren de Osmanlı ve Safevi imparatorluklarının Kafkasya siyasetinin
aktifleşmesi sonucunda hâkimiyet kurdukları bölgelerde Türkçe devlet dili hâline gelmiştir. Bu
dönemde tüm yazışmalar Türkçe yapılmaktaydı. Bölgede yaşayan Türk etnik boylarının ve
tarihte siyasî bakımından kurulan hâkimiyetlerin durumuna bakılırsa bölgede konuşulan Türkçe,
Oğuz-Kıpçak özelliklerine dayanmaktadır. Modern çağa kadar birkaç asır boyunca bölgenin
ağırlığı Osmanlı ve Safevi’lerin elinde olunca yazı dilinin ve hâliyle konuşma dilinin Oğuz
Türkçesinin özelliklerini taşıması doğaldır. Ancak Kafkasya’da yaşayan ve Anadolu bölgelerine
yayılan Kıpçak boylarının bölgede konuşulan dile etkisi de çoktur.
1. Kıpçaklar ve Ahıska Türkleri
Kıpçak kavim adı, ilk kez İl İtmiş Bilge Kağan’ın (747-759) mezarının bir parçası
olduğu tahmin edilen Şine-Usu Yazıtı’ndaki “türük kıbçak elig yıl olurmış” ibaresinde yer
almaktadır (İA. 2002, s. 421). Tarihin hemen her döneminde Kıpçak-Kuman adıyla anılmış olan
bu kavim, İslâm kaynaklarında Kıpçak veya Kıfçak, Bizans kaynaklarında Kuman veya Koman
adıyla anılmıştır. Rus literatüründe Polovets olarak isimlendirilen bu kavmin yaşadıkları
bölgeye de Deşt-i Kıpçak (Kıpçak Bozkırı) denilmiştir. Doğuda Kıpçak, batıda Kuman adıyla
472 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
458
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
tanınan bu Türk kavmi, aslında sonradan birleşen iki ayrı Türk kavmidir (Akar. 2015, s. 221222; Öner. 1998, s. XVI; Vural, Toparlı. 2004, s. 1).
Kaynaklarda çoğunlukla Kumanlar adı altında zikredilen Kıpçaklar, tarih sahnesine IXXI. asırlar arasında, İrtiş boylarında Kimeklerle iç içe çıkmışlardır. XI. yüzyılın son yarısında
ikili federasyon hâlinde yaşayan Kimeklerde idarecilik görevi Kıpçak kolundaydı. Balkaş’tan
İrtiş’e kadar hükmeden Kıpçaklar daha sonra Batı’ya yönelmiş ve 1061 yılından itibaren Rus
bozkırlarını ele geçirmeye başlamışlardır. Kıpçaklar, Moğol istilasından önce Sırderya, İdil ve
Don arasında, Kafkas ve Kırım dağlarında, Hazar’ın kuzey düzlüğü ile bugünkü Kazakistan’ın
orta ve kuzey-batı kısmında yaşayıp pek çok Türk kavimle karışmış ve İran, Suriye, Rusya,
Doğu Avrupa ve Bizans askerî, ticarî ve iktisadî ilişkiler kurmuşlardır (Öner. 1998, s. XVII).
XIII. yüzyılda Moğol akınlarının artması, Kıpçakların daha da yayılıp dağılmalarına
sebep olmuştur. Böylece Kıpçakların önemli bir kısmı Macaristan, Bulgaristan, Romanya ve
Rusya’ya yayılmıştır. Moğol istilasından başka kavimlerle kaçan Kıpçaklar Anadolu’ya da
yerleşmiştir. Kafkasya’da Gürcistan’a yerleşen Kıpçaklar ise burada paralı asker olarak görev
yapmışlardır (Vural, Toparlı. 2004, s. 1).
Gürcü tarihlerinde geçen Buntürkler bir yana, Kıpçakların Gürcistan’daki varlığıyla
ilgili birçok kaynak bulunmaktadır (GNAS. 2014; Kurat. 2019, s. 83-84; Kırzıoğlu. 1992, s.
150; Tellioğlu. 2019, s. 56, 92) A. B. Ercilasun, bu kaynaklara paralel olarak 1989 yılında
kaleme aldığı “Mesket Türkleri” adlı makalesinde şu bilgilere yer vermektedir:
2. David, Kıpçaklardan, hanları Atrak idaresinde 40.000 kişilik ücretli ordu getirtmiş
ve onları Ahıska, Ahılkelek, Posof, Ardahan, Çoruh boylarına yerleştirmiştir.12.
yüzyılın sonlarına doğru Sevinç komutasında büyük bir Kıpçak ordusu yine
Gürcistan Krallığı’na yardıma gelmişti. Kafkasların Daryal Geçidi’nden geçerek
Gürcistan’a inen ve Gürcistan’da yerleşip kalan bu Ortodoks Kıpçak Türkleri
1177’de Orbelyanlar Sülalesi’ni yıkıp Kubasar sülalesini kurdular. Kubasar, Kıpçak
soylu bir kumandandı. Gürcistan Krallığı’nın en parlak devri olan Kraliçe Tamara
çağında (1184-1213) Kıpçak Türkleri, devletin askerî, mali ve iktisadi işlerini
ellerinde tutuyorlardı. Gürcistan Krallığı’nın zayıflamasından sonra çeşitli beylikler
hâlinde buralarda hüküm sürdüler. 16. yüzyılın sonlarında Osmanlı idaresine
girdiler. 1625 yılına kadar Ortodoks olarak yaşadılar, bu tarihte Müslüman oldular…
Osmanlı idaresine geçtikten ve Müslüman olduktan sonra, kısmen Oğuzlarla da
karışan bu Kıpçaklar, işte bu günlerde adları çok geçen Mesket (Ahıska) Türklerinin
atalarıdır (s. 389-390).
Literatürde Ahıska Türklerinin etnik kökeni konusunda farklı görüşler bulunmasına
rağmen en kuvvetli ihtimal Ahıska Türklerinin Kıpçakların torunları olduğudur. Aslında Ahıska
Türkleri, Gürcülerin Sa-Atabago diye adlandırdıkları Ahıska, Ardahan, Artvin, Kars, Bayburt il
ve ilçeleriyle, Erzurum’un bir kısmını kapsayan Atabek Yurdu’nda ikamet etmiş olan bir Türk
boyudur. Ahıska’dan Erzurum’a kadar olan bu bölgede Kıpçaklarla birlikte Oğuzların da yoğun
olarak yaşadıkları kaydedilmektedir. Atabek Yurdu adlı bu bölgenin yönetimi Caklı Kıpçak
Beyi Korkora’ya verilmişti. Ölümünden sonra 1267 tarihinde yerine oğlunun geçtiği de
bilinmektedir. Atabek Yurtlular veya bir başka deyişle “Yerli Türkler” bu tarihten itibaren kendi
devletini kurmuş ve yaklaşık olarak 310 yıl varlığını sürdürmüştür. 1578 tarihinde ise Çıldır
Savaşı ile Safevilerden Osmanlı Devleti’nin yönetimine katılmıştır. Osmanlı Devleti de Ahıska
merkezli bir eyalet kurmuş ve Çıldır eyaleti adını vermiştir (Kırzıoğlu. 1992; Buntürk. 2007;
Çınar. 2019: 9).
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O459
O K 473
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
Anadolu topraklarıyla bütünleşen bu bölgede Oğuzlarla Kıpçakların bir arada
yaşamaları doğaldır. Bundan dolayı da bölgede konuşulan Türkçenin Oğuz Türkçesine dayalı
olması Ahıska Türklerinin de konuştukları dilin şekillenmesine vesile olmuştur. Ayrıca Atabek
Yurdu bölgesi, Dede Korkut hikâyelerinin anlatıldığı bir yerdir (Aliyeva Çınar. 2020, s. 21).
Ahıska Türklerinin dili de Dede Korkut hikâyelerindeki dile paralellik gösterir. Fakat
günümüzde Anadolu ve Gürcistan’ın güney-batısında yer alan Ahıska coğrafyasında genel
olarak konuşulan Oğuz Türkçesinin yanı sıra Kıpçak Türkçesinin özelliklerini görmek
mümkündür. Bu yazıda 1944 yılına kadar Ahıska bölgesinde konuşulan ağızda Kıpçak
Türkçesinin dilsel özellikleri üzerinde durulmuştur.
2. Ahıska Türkçesinde Kıpçak Türkçesinin İzleri
Ahıska Türkleri, 1944 tarihinde ata topraklarından koparılıp Orta Asya’ya sürgün
edilmiştir. Sıkıyönetim altında kalan bu insanlar, 1956 yılına kadar yerleştirildikleri köylerden
komşu köylere dahi gitmeleri yasaklanmıştı. 1957 yılında sıkıyönetim uygulamasının
kaldırılmasıyla her ne kadar ana vatanlarına dönme talebinde bulundularsa da Ahıska’ya
dönememişler. Ancak ana vatana daha yakın olabilme arzusuyla kendi imkânlarıyla Ahıska
Türklerinin bir kısmı Kafkasya’ya göç etmişlerdir. İsteğe bağlı yaşanan bu göçün ardından
1989’da yaşanan Fergana olayları neticesinde Özbekistan’da yaşayan Ahıska Türklerinin büyük
bir kısmı Rusya’nın değişik bölgelerine yerleştirilmiştir. Ardından Amerika birleşik
Devletleri’ne ve Sovyetler Birliği’nin yıkılmasıyla Türkiye’ye açılan kapıların ardından yeni
göçler yaşanmıştır. Son dönemlerde ata topraklarına dönmeyi başaran sayılı aileleri de göz
önünde bulundurursak günümüzde Ahıska Türklerinin yaşadıkları bölgeler hayli renklidir.
Ahıska Türkleri, 1944 yılından bu yana yaşadıkları bölgelerde kendi ana dilini ve
kültürünü yaşatmayı başarmışlardır. Fakat yaşanan bunca olayın ardından ikamet ettikleri
coğrafyalarda başka kavim ve milletlerle bir arada yaşayarak onlardan etkilenmemeleri de
kaçınılmazdı. Bundan dolayı günümüzde bu ağzı kullanan Ahıska Türklerinin dilinde
farklılaşmalar görülmektedir. 1944 yılına kadar Ahıska Türk ağzının özelliklerini tespit ederken
hataya düşmemek için burada değerlendirilecek olan ağız, Ahıska’da kalan ve günümüze kadar
kendini muhafaza eden Gürcülerin hafızalarındaki Ahıska Türk ağzıdır.
Yukarıda bahsedildiği gibi Ahıska Türklerinin ağzı, Dede Korkut hikâyelerinde
kullanılan dilin günümüzdeki uzantısıdır. Anadolu topraklarında kullanılan ve Atabek
Yurdu’nun sınır ötesinde kalan bu ağız Oğuz Türkçesinin özelliklerini taşımaktadır. Ancak
Anadolu ağızlarında görüldüğü gibi (Akar. 2011), Kıpçakların konuştuğu lehçenin tesiriyle bu
ağızda da Kıpçak Türkçesinin özelliklerine rastlamak mümkündür.
Kazımov (2012. s. 121), Ahıska Türkleri: Dil, Tarih ve Folklor adlı çalışmasında
Ahıska Türklerinin konuştuğu ağzın dilsel bakımından Dede Korkut hikâyelerindeki dilin
birçok özelliğini barındırdığını dile getirmektedir. “Ahıska Türklerinin Dili ve Menşei” adlı
makalesinde (2019, s. 168) ise Ahıska ağzının temelde Kıpçak Türkçesine dayandığını ifade
etmektedir. Alyılmaz’ın (2016. s. 38) Gobustan’ın Gizemi adlı eserinde de belirtildiği gibi
Ahıska Türklerinin mensubu olduğu Anadolu coğrafyası, Kıpçak, Oğuz ve Karluk grubundan
birçok Türk boyuna ve onların geçmişten günümüze naklettikleri zengin diyalektolojik
malzemeye ev sahipliği yapmış, yapmaya da devam etmektedir. Bundan dolayı bu coğrafyada
yaşayan Türkler arasında keskin bir ayırım yapmak imkânsızdır. Bu bölgede yüzyıllar öncesine
dayanan bir birliktelik ve kaynaşma söz konusudur. Yine de Kıpçak Türkçesinin belirgin
474 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
460
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
özellikleri göz önünde tutularak Ahıska ağzındaki Kıpçak Türkçesinin bazı özelliklerinden söz
etmek mümkündür. Tespit edilen özellikler şöyledir:
Düz Ünlülerin Yuvarlaklaşması
ı > u, ü, ú
Ahıska Türk ağzında arkaik bir özellik olarak görülen bu yuvarlaklaşma olayı kelime
kök ve gövdelerinde Eski Anadolu Türkçesinde kullanım şekliyle günümüze kadar gelmiştir.
Bölge ağzında düz ünlülerin yuvarlaklaşması en çok ı > u değişmesinde görülür. Kelime kök ve
gövdelerinde, ayrıca eklerde düz, dar ünlülerin yuvarlak, dar ünlülere dönüşmesi Ahıska Türk
ağzı için karakteristik bir özelliktir. Ercilasun Kars İli Ağızları adlı eserinde (1983, s. 88), bazı
eklerde ı > u yönündeki yuvarlaklaşma olayını Kıpçak Türkçesinin kalıntıları olarak
değerlendirmektedir. Örneğin,
altun “altın”, açuḫ “açık”, kaşuḫ “kaşık”, artuḫ “artık”, arturmaḫ “artırmak”, çaruḫ
“çarık”, furun “fırın”, paluḫ “balık”, yastuḫ “yastık”, vardur “vardır” vb.
Ahıska Türk ağzında i > ü değişmesi, düz, dar, kalın ünlünün yuvarlak, dar ünlülere
dönüşmesi olayı kadar yaygın bir değişmedir. Örneğin,
degül “değil”, delüg “delik”, temüz “temiz”, demür “demir”, emzürmaḫ “emzirmek”,
erüg “erik”, ėylüg “iyilik” vb.
i > ú değişmesine ise örnekler sınırlıdır. Az görülen bu yuvarlaklaşma olayı sadece
c±vúz “ceviz” kelimesinde görülür.
İnce Ünlülerin Kalınlaşması
ö > o, ó Değişmesi
Bölge ağzında genellikle ö > ó şeklinde gerçekleşen bu değişmenin epey örneğine
rastlamak mümkündür. Ercilasun’a göre (1983, s. 87) bu değişme, bu bölgeye yerleşmiş olan
Kıpçaklardan kalma arkaik dil kalıntılarıdır. Örneğin,
ḳor “kör”, ġórdi “gördü”, ġórsátmadi “göstermedi”, sóktilár “soktular”, gótúrdílar
“götürdüler”, ġórúnmíyėrdi “görünmüyordu”, óli “ölü”, sóylámaḫ “söylemek”, ógrádácáḫti
“öğretecekti”, tókėllár “döküyorlar”, sóz “söz” vb.
İlk Hecede Daralma
Akar’ın (2011, s. 29) verdiği bilgiye göre, Oğuz Türkçesi ile Kıpçak Türkçesi
arasındaki önemli ses farklılıklarından birisi ilk hecede ünlülerin daralma durumudur. Oğuz
Türkçesi geniş-yuvarlak ünlüleri, Kıpçak Türkçesi ise dar-yuvarlak ünlüleri tercih etmektedir.
Örneğin, Eski Türkçede kullanılan ögü- “ezmek, çiğnemek, un hâline getirmek” fiili, Oğuz
Türkçesinde öğüt- olarak varlığını sürdürürken Ahıska ağzında kelime başı ünsüz türemesiyle
birlikte yügüt- “öğütmek, un hâline getirmek” şeklinde kullanılır.
Genel Türkçe K-’nın korunması
Genel Türkçedeki kelime başı K- sesleri, Oğuz Türkçesinde genellikle tonlulaşarak G’ya dönüşmüş, Kıpçak grubu lehçelerinde ise bu tonlulaşma gerçekleşmemiştir. Bu tonlulaşma
dışında kalan bazı kelimeler Anadolu ağızlarında görüldüğü gibi Ahıska Türk ağzında da
karşımıza çıkmaktadır. Örneğin;
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O461
O K 475
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
kölge “gölge”, köç ėylemiş “(kız için) evlenmiş”, köçmaḫ “evlenmek”, köçürmaḫ
“evlendirmek”, kimi “gibi”, köynek “gömlek”.
Genel Türkçe t-’nin Korunması
Eski Türkçede kelime başındaki t’ler Oğuz yazı dilinde tarihî süreç içerisinde
umumiyetle tonlulaşarak d-’ye dönüşür. Kıpçak lehçelerinde Genel Türkçedeki bu ses
korunmuştur. Ahıska ağzında da bazı kelimelerde t-’nin korunduğu görülür. Örneğin,
toğmaḫ “doğmak”, toḫumaḫ “dokumak”, tut “dut”, tuymaḫ “duymak”, tikán “diken”,
tikilmaḫ “dikilmek”, tikiş “dikiş”, tağılmaḫ “dağılmak”, tamar “damar”.
K > ḫ Değişikliği
Ahıska Türk ağzının en karakteristik olaylarından biri süreklileşme olayıdır. K > ḫ
değişikliği, Kıpçak Türkçesinin karakteristik özelliği olarak öne çıkan ses olaylarından biridir.
Ahıska ağzında genellikle alıntı ve Türkçe kelimelerin içinde ve kelimelerin sonunda bütün ḳ’lar
ḫ’ya dönüşmüştür. Örneğin;
yastuḫ “yastık”, ancaḫ “ancak”, arḫaTaş “arkadaş”, doḫḫuz “dokuz”, uşaḫ “çocuk”,
çocuḫ “çocuk”, iḫtiyarluḫ “ihtiyarlık”, işıḫ “ışık”, gėyinuḫ “giyinik”, ayaḫḲabi “ayakkabı”,
fuḫaraluḫ “fakirlik”, ḫaḫıl “akıl”, ḳaḫardım “kalkardım”, saḫalli “sakallı”, sarsaḫ “aptal”, sicaḫ
“sıcak”, doḫtor “doktor”, soḫulacaḳ “sokulacak”, āşuḫ “âşık” vb.
Bu değişmenin neticesinde ünlü uyumunun bozulduğu da görülmektedir.
Ünsüz Türemesi
Kıpçak Türkçesinde kelime başında ünsüz türemesine verilen örneklerin bazıları,
Ahıska ağzında da görülmektedir. Kelime başında y türemesiyle ilgili yüzüm “üzüm”, aldat- >
yaldat- “aldatmak”, yügüt- “öğütmek”; h türemesiyle ilgili ḫaḫıl “akıl” örnekleri mevcuttur.
Sonuç
Akar’ın da belirttiği gibi (2011, 35) Türkiye Türkçesi ağızları esas itibarıyla Oğuzca
ses, yapı ve sözcük özellikleri üzerine kurulmuştur. Ancak yaşanan tarihî olaylardan, ekonomik
ve sosyolojik sebeplerden dolayı Selçuklu ve özellikle Osmanlı coğrafyasına Kıpçak
unsurlarının da girildiği görülmektedir. Bu unsurlar, genel itibarıyla Ahıska’nın da aralarında
yer aldığı Kuzey-doğu Anadolu ağızlarında karşımıza çıkmaktadır.
Türkiye sınırları dışında kalan Ahıska ağzı, Anadolu ağızlarının bir uzantısı olması
sebebiyle Anadolu ağızları arasında yerini almalı, Atabek Yurdu ağızlarının arasında
gösterilmelidir. Bu bildiride Atabek Yurdu ağızlarında görüldüğü gibi Kıpçakların etkisi altında
kalan Ahıska ağzında da çok çeşitli ses ve yapı ögelerinde Kıpçak etkisi gösterilmiştir. Örneğin,
ı ünlüsünün yuvarlaklaşarak u, ü, ú’ye, ö ünlüsünün kalınlaşarak o veya ó’ya dönüşmesi; genel
Türkçe K-’nın ve t-’nin korunması; k ünsüzünün süreklileşerek ḫ’ya dönüşmesi; kelime başında
y ve h ünsüzlerinin türemesidir.
Günümüzde konuşulan Ahıska ağzında çağdaş Kıpçak Türk lehçelerinin etkisi
hissedilmektedir. Ahıska ağzında yukarıda tespit edilen ve daha da edilebilecek Kıpçak
Türkçesinin unsurlarının tespiti daha derinlikli incelemelerin yapılmasını gerektirmektedir.
Bunun yollarından biri de dil yadigârlarının karşılaştırmalı dil inceleme yöntemleriyle
irdelenmesi sonucunda ortaya konulabilir.
476 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
462
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
Kaynaklar
Akar, A. (2011). ICANAS 38, Uluslararası Asya ve Kuzey Afrika çalışmaları kongresi bildiri kitabı:
dil bilimi, dil bilgisi ve dil eğitimi, I. Cilt içinde “Türkiye Türkçesi ağızlarında Oğuzca dışı
dil unsurları”, Ankara: Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yayınları, s. 23-38.
Akar, A. (2015). Türk dili tarihi. İstanbul: Ötüken Yayınları.
Aliyeva Çınar, M. (2020). Ahıska bölgesindeki Gürcülerin konuştuğu Türk ağzı, Ankara: Astana
Yayınları.
Alyılmaz, C. (2016). “Gobu”stan’ın gizemi (“Kıpçaklar”a giden yol). Ankara: Bitlis Eren
Üniversitesi Yayınevi.
Argunşah, M ve Güner, G. (haz.) (2015). Codex Cumanicus. İstanbul: Kesit Yayınları.
Bilge, S. M. (2015). Osmanlı Çağı’nda Kafkasya 1454-1829 (tarih-toplum-ekonomi). 2. Baskı.
İstanbul: Kitabevi.
Buntürk, S. (2007). Rus-Türk mücadelesinde Ahıska Türkleri. Ankara: Berikan Yayınları.
Çınar, İ. (2019). Etnopedagoji: Atabek Yurdu. Ankara: Pegem Akademi Yayınları.
Ercilasun, A. B. (1983). Kars ili ağızları: ses bilgisi. Ankara: Gazi Üniversitesi yayınları.
Ercilasun, A. B. (1989). Meshet Türkleri hakkında. Türk Kültürü Aylık Dergisi, Sayı 315, Yıl
XXVII, Temmuz 1989, s. 389-390.
GNAS (Georgian National Academy of Sciences). (2014). Kartlis tskhovreba: A history of Georgia.
Tbilisi: Artanuji Publishing.
İA (İslam Ansiklopedisi). (2002). “Kıpçaklar”, (Yazar: A. Bilgin ve N. Hacıeminoğlu), C. 25,
Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, s. 421-424.
Kazımov, İ. (2012). Ahıska Türklerinin dili. Bakü: Elm yayınları.
Kazımov, İ. (2019). 2. Uluslararası Türk toplulukları bilgi şöleni: Ahıska Türkleri içinde “Ahıska
Türklerinin dili ve menşei”. Bursa: Türk Ocakları Bursa Şubesi Yayınları, s. 162-169.
Kırzıoğlu, F. (1992). Yukarı Kür ve Çoruk boylarında Kıpçaklar. 2. Baskı. Ankara: Türk Tarih
Kurumu.
Kurat, A. N. (2019). IV-XVIII. Yüzyıllarda Karadeniz kuzeyindeki Türk kavimleri ve devletleri.
Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları. (İlk baskısı 1971)
Latifova, E. (2017). Uluslararası yaşayan Türkçe bilgi şöleni bildirileri. Vefatının 30. yılında Prof.
Dr. Faruk Kadri Timurtaş’ın hatırasına içinde “Tarih boyunca Türkçenin Kafkasya halkları
arasında iletişim aracı olarak rolü”, Ankara: Türk Dil Kurumu yayınları, s. 371-382.
Öner, M. (1998). Bugünkü Kıpçak Türkçesi. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
Tellioğlu, İ. (2019). Orta Çağ’da Türkler Ermeniler Gürcüler. İstanbul: Bilge Kültür Sanat.
Vural, H.; Toparlı. R. (2004). Kıpçak Türkçesi, Sivas: Dilek Ofset Matbaacılık.
Yalçınkaya, A. (2006). Kafkasya’da siyasi gelişmeler: etnik düğümden küresel kördüğüme. Ankara:
Lalezar Kitabevi.
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O463
O K 477
NECİP FAZIL KISAKÜREK’İN KAFA KÂĞIDI ESERİNİN SÖZ DİZİMİ
BAKIMINDAN İNCELENMESİ
Tolgahan ARIK
Öz
Türk Dili ile ilgili araştırmaların önemli bir bölümünü de söz dizimi
çalışmaları oluşturmaktadır. Söz diziminin konusu yargısız anlatım birimi
olan kelime grupları ile yargılı anlatım birimi olan cümlelerin yapısı, işleyişi
ve görevleridir. Necip Fazıl Kısakürek Türk edebiyatının özellikle metafizik
anlayışla yazılan eserler açısından gözde şahsiyetidir. Akademi dünyasında
Necip Fazıl Kısakürek ile ilgili birçok çalışma bulunmasına rağmen söz
dizimi ile ilgili bir çalışmanın bulunmaması bize bu konuda çalışmaya
ihtiyacı duyurmuştur. Söz dizimi Türkoloji dünyasında son zamanlarda
akademik çalışma çalışmalar açısından bu çalışmalar gerek tez, makale vb.
akademik çalışmalarla ilgi duyulan bir alandır.
Bildirimizde Necip Fazıl'ın Kafa Kâğıdı adlı eserini Leyla Karahan'ın
cümle çeşitleri tasnifinden yola çıkarak cümle çeşitleri açısından
inceleyeceğiz.
Anahtar Sözcükler: Cümle, sentaks, söz dizimi, tümce, Türk dili.
AN EXAMINATION OF NECİP FAZIL KISAKÜREK’S KAFA
KÂĞIDI WORK IN TERMS OF THE WORD
Abstract
Syntax studies constitute an important part of the researches on Turkish
Language. The subject of syntax is the structure, functioning and duties of the
word groups which are the unit of non-judgmental expression and the
sentences which are the judicial expression unit. Necip Fazıl Kısakürek is a
favorite personality of Turkish literature, especially in terms of works written
with a metaphysical understanding. Although there are many studies on
Necip Fazıl Kısakürek in the academy world, the absence of a study on
syntax has made us aware of the need to work on this issue. Syntax In terms
of academic studies in the world of Turcology, these studies are both thesis,
article and so on. is an area of interest for academic studies.
In our paper, we will examine Necip Fazıl's work named Kafa Paper in
terms of sentence types, based on Leyla Karahan's classification of sentence
types.
Keywords: Sentence, Syntax, Syntax, Sentence, Turkish Language.
Giriş
Dilin en küçük anlatım birimi olan cümle terimini karşılamak için akademisyenler
tümce, tümsöz vb. terimler kullanmışlardır. Cümle ile ilgili akademisyenler tarafından birçok
tanım yapılmıştır. Yapılan tanımlamalardan birkaçına değinmenin faydalı olacağı kanaatindeyiz.
Muharrem Ergin, cümleyi “Cümle, bir fikri, bir düşünceyi, bir hareketi, bir duyguyu bir
hadiseyi tam olarak bir hüküm hâlinde ifade eden kelime grubudur.”(Ergin, 1983 s. 398)
şeklinde tanımlamıştır.
Yüksek Lisans Öğrencisi, Kırşehir Ahi Evran Üniversitesi,
[email protected].
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 479
464
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
Vecihe Hatipoğlu, cümle terimi yerine tümce terimini kullanarak “Bir yargıyı bildirmek
üzere tek başına kullanılan çekimli bir eyleme veya çekimli bir eylemle birlikte kullanılan
sözcükler dizisine tümce denir.”(Hatipoğlu, 1982, s. 99) şeklinde tanımlamıştır.
M. Kaya Bilgegil, cümleyi “İki unsur arasındaki olumlu veya olumsuz ilgili sözü
dinleyende soruya yer bırakmayacak şekilde tam olarak haber veya dilek yoluyla ifade eden
kelimeler dizisine cümle denir.”(Bilgegil, 1984, s. 12) şeklinde tanımlamıştır.
Metin Karaörs, “Cümle, bir hüküm bildirmek için kullanılan en geniş ve en büyük
kelime grubudur.”(Karaörs, 1993, s. 36) şeklinde tanımlamıştır.
Cümlelerin dilin en küçük anlatım birimi olduğunu belirten Leyla Karahan, cümleyi
“Bir düşünceyi, bir duyguyu, bir durumu, bir olayı yargı bildirerek anlatan kelime veya kelime
dizisine cümle denir.”(Karahan, 2013, s. 9) şeklinde tanımlamıştır.
Akademisyenlerin yukarı belirtmiş olduğumuz tanımlamalarından yola çıkacak olursak
çeşitli cümle tanımlamalarının yapılmasına karşın akademisyenlerin cümlenin meydana
gelmesiyle ilgili ortak görüşleri “yargı”dır.
Sözdizimi çalışmalarının önemli bir kısmını oluşturan cümle çeşitlerinin tasnifi
konusunda akademisyenler arasında farklı tasnifler ve alt başlıklar bulunmaktadır. Bildiri
metninde daha önce yapılmış tasnif ve alt başlıklara değinmek bildirinin hacmi açısından uygun
olmayacağı için Leyla Karahan’ın tasnifine yer vereceğiz. Kafa Kâğıdı adlı eserin içerisinde
toplamda 16 bölümden oluşmaktadır. Bu çalışmada eserde yer alan üç bölüm üzerinden cümle
incelememizi yapacağız. Bu bölümler: “İlk Yıllar, Çocukluğum v ve Sirkeli Bezler”dir.
Bildirimizin hacmi gereği cümlenin ögeleri ve kelime grupları hususlarına değinmeyeceğiz.
Kafa Kâğıdı, Necip Fazıl’ın kaleme aldığı son eseridir. Otobiyografik bir özellik taşıyan
Kafa Kâğıdı yazarın ruh dünyası hakkında önemli bilgiler içermektedir. Vefatından bir ay önce
oğluna teslim ettiği eserin ilk baskısı, Necip Fazıl vefat ettikten sonra 1984 yılında
neşredilmiştir. Biz de eserin ilk baskısından faydalanacağız.(Kısakürek, 1984) Ayrıca bildirinin
hacmi gereği eserde cümle çeşitlerine örnek olarak her cümle çeşidi için belirli sayıda cümleyi
örnek olarak vereceğiz. Grafikler yardımıyla eserde cümle çeşitlerinin örnek sayılarına tam
olarak ulaşabiliriz.
Leyla Karahan’ın yapmış olduğu cümle çeşitleri tasnifi şu şekildedir:
“1. Cümlelerin Bağlanma Şekilleri
1.1. Bağlama Edatlarıyla Bağlanan Cümleler
1.2. Ortak Cümle Ögeleriyle Bağlanan Cümleler
1.3. Ortak Kip / Şahıs Ekleriyle Bağlanan Cümleler
1.4. Anlam İlişkisiyle Bağlanan Cümleler
2. Yüklemin Türüne Göre Cümleler
2.1. Fiil Cümleleri
2.2. İsim Cümleleri
3. Yüklemin Yerine Göre Cümleler
3.1. Kurallı (Düz) Cümleler
480 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
465
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
3.2. Devrik Cümleler
4. Cümlelerin Anlam Özellikleri
4.1. Olumlu ve Olumsuz Cümleler
4.2. Soru Cümleleri”(Karahan, 2013, s.6)
1. Cümlelerin Bağlanma Şekilleri
Karahan tek bir cümlenin anlamı tam manasıyla yansıtmada yeterli olmadığı
durumlarda yan yana gelen cümlelerin dört alt başlıkta incelenebileceğini belirtmiştir:
1.1. Bağlama Edatlarıyla Bağlanan Cümleler
“ki, ve” gibi bağlama edatları veya bağlama görevi yapan diğer edatlar ile anlam ilişkisi
olan iki veya daha fazla cümleyi birbirine bağlanmasıyla oluşan cümlelerdir.
Eserde bu cümle türü ile ilgili yer alan örnekler şunlardır:
İlk Yıllar
İlk alacalığından sonra, akıl abajuru içinde yarı sönük kalacak ve ışığını gizleyecek olan
ruh, gerçek pırıltısını ölümünden ötede gösterecektir. 52/7
Büyük babam, demire kösele sarılı bastoniyle babamın üstüne yürüyor ve araba hemen
defediliyor. 53/11
Hemen parmağımı daldırdım ve beyaz şeyi tadmaya davrandım. 54/7
Oğlunda inkisara uğrayan irsiyet ideali, artık torununda mihrakını bulmuş ve gerisini
kıymetten düşürmüştür. 55/2
Parmak mafsallarımdaki çizgileri babasınınkilere benzetir ve sağ kolumun üzerindeki
mercimek tanesi büyüklüğünde beni, aynen babasının mühürü bilerek öper, koklar, hayran
hayran seyreder. 55/4
Çocukluğum
Büyük babam emekliye ayrılmış ve ümitsiz bir dünyadan el etek çekercesine evine
yerleşmiştir. 59/2
Bunların arasında “Matmazel” diye anılan bir Tatlısu frengi vardır ki, tipi bakımından
zengin bir portre çizer. 60/1
Babama Fransızca öğretsin, bana da mürebbiyelik etsin diye konağa alınmış, derken
hiçbir şeye yaramaz olmuş ve hizmetçiler arasına katılmış bu bâkire, önceleri konak sahiplerinin
masasına oturtulunca nihayet beklediği ve özlediği şövalyeyi bulmuştur. 60/6
Gel zaman, git zaman, Yahudi işi tahrip kalıbından çıkma hürriyet bombası patlıyor ve
Menyasî zade Refik Bey Adliye Nâzırlığına getiriliyor. 63/6
Mahmut Esat unutuyordu ki, aynı fark, “Mecelle” ile “Medeni Kanun” arasında da
mevcuttur. 65/4
Sirkeli Bezler
Büyük babam, bu sedire bağdaş kurup makamla Fuzulî divanını mırıldanır ve hisli
mısraların hakkını vermeyi ihmal etmez. 69/8
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O466
O K 481
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
Bağlanma Edatlarıyla Bağlanan Cümleler - 18
İlk Yıllar - 7
Çocukluğum - 9
Sirkeli Bezler - 2
1.2. Ortak Cümle Ögeleriyle Bağlanan Cümleler
“Art arda sıralanan cümleler arasındaki anlam ilişkisi, ortak cümle ögeleri ile de
sağlanabilir.”(Karahan, 2013, s.91) şeklinde tanımlayan Karahan, anlam ilişkisi sağlayan ortak
ögelerin “yüklem, özne, nesne, yer tamlayıcısı ve zarf” olabileceğini örneklerle göstermiştir.
Eserde bu cümle türü ile ilgili yer alan örnekler şunlardır:
İlk Yıllar
O, zaman üstü bir keyfiyettir; ve ayakları zaman prangasına vurulunca, yine zaman,
mekân, düşünce ve kelime üstü mahiyetini yaş haddi tanımadan muhafaza etmekte… 52/8
Ölüm, mutlak unutmak, kendi kendini unutmak şeklinde akla hitap ettiğine göre, benim
de beşikteki hâlimle kendimi; nebati hayatım içinde ruhumu görebildiğimi göstermez mi? 53/1
Çocukluğum
Konaktan başka, Beykoz’la Şile arası bir çiftliğimiz, Sarıyer’de malûm köşkümüz,
Büyükdere’de yeni alınma bir yalımız, Kocamustafapaşa taraflarında han ve evlerimiz,
Kapalıçarşı’da dükkânlarımız vardır. 59/3
Bedri bana saldırdı, sarılmak, beni öpmek istedi. 60/10
Ben hemen koşarım, mutemedin elindeki altın dolu torbayı ve imza kağıdını alırım,
büyük babama sunarım. 62/4
Büyük babam torbayı açar, içinden pırıl pırıl bir altın çıkarır ve bana uzatır. 62/6
482 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
467
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
Ortak Cümle Ögeleriyle Bağlanan
Cümleler -6
İlk Yıllar - 2
Çocukluğum - 4
1.3. Ortak Kip / Şahıs Ekleriyle Bağlanan Cümleler
Cümleler arasındaki anlam ilişkisinin ortak kip veya şahıs ekiyle pekiştirildiği
cümlelerdir.
Eserde bu cümle türü ile ilgili yer alan örnekler şunlardır:
İlk yıllar
Lâstiğin üstünde pünez başları gibi küçük demir pullar bulunan tekerlek alnıma çarpıyor
ve ben kanlar içinde yere seriliyorum. 53/10
Armonikli piyanodan yırtıcı sesler çıkarırken üzerime yürüyen Ciciannemden kaçar gibi
yapıyor eve onu kudurtacak yeni yaramazlık buluşları peşinde geziyorum. 54/15
Babasının ısrarı yüzünden nihayet razı oluyor, onu Bursa’da bir mahkemenin “âza
mülâzımı” yapıyorlar. 61/5
1.4. Anlam İlişkisiyle Bağlanan Cümleler
Karahan metin içerisinde art arada sıralanan ve aralarında “ karşılaştırma, büyüklükküçüklük, azlık-çokluk vb.” özellikler bakımından anlam ilişkisi olan cümlelerin bu sınıfa dâhil
edilebileceğini belirtmiştir.(Karahan, 2013, s.94)
Eserin ilgili bölümlerinde bu cümle çeşidi ile ilgili örneklere rastlanmamıştır.
2. Yüklemin Türüne Göre Cümleler
ayrılır.
Cümlenin yargısını bildiren yüklemin türüne göre isim veya fiil cümlesi olarak ikiye
2.1. Fiil Cümleleri
denir.
Yargıyı bildiren unsur yüklemin çekimli fiil ya da birleşik fiilden oluşan cümlelere
Eserde bu cümle türü ile ilgili yer alan örnekler şunlardır:
İlk Yıllar
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O468
O K 483
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
Umumiyetle kuvvetli, fakat silik vâkıalara karşı lâkayt hafızam, bazen nüfus
cüzdanımın nerede olduğunu seçemezken, devamlı olarak yakıcı ışığını muhafaza etmiştir. 51/1
Diyebilirsiniz ki: Sen onu sonraki kendinle hatırlıyorsun! Bunda, o zamanki kendini
müdrik olduğuna ne delâlet bulunabilir? 51/5
Ben de derim ki: Ondan sonraki kendim, o günkü kendimden kelimeler üstü bir mâna
sirayetine sahip olmak özünü nasıl hatırlatabilir, yaşatabilir? 51/6
İlim değil, sanat tefekkürü üzerinde olduğum için, bu kitaplık meselenin ilme verdiği
ipucunu fazla çekmiyorum. 52/5
Ruh, kendisini, maddesine yerleşme içindeki alaca karanlıkta bile hassas antenli
yaratılışlara ifşa eder. 52/6
İlk alacalığından sonra, akıl abajuru içinde yarı sönük kalacak ve ışığını gizleyecek olan
ruh, gerçek pırıltısını ölümünden ötede gösterecektir. 52/7
Ölüm, mutlak unutmak, kendi kendini unutmak şeklinde akla hitap ettiğine göre, benim
de beşikteki hâlimle kendimi; nebati hayatım içinde ruhumu görebildiğimi göstermez mi? 53/1
Sadece hatıra ve gideni tekrar getirme cehdi ruhu ispata yeter. 53/2
53/3
Benden, yürümeye başlayınca müthiş bir haşarı türeyeceği zannı doğmaktadır ve içinde.
İki yaşında mıyım, üç yaşında mıyım, bilemiyorum; orada kimsenin bulunmadığı bir ân
arabaya yaklaşıp tekerleği çevirmeye başlıyorum. 53/9
Lâstiğin üstünde pünez başları gibi küçük demir pullar bulunan tekerlek alnıma çarpıyor
ve ben kanlar içinde yere seriliyorum. 53/10
Büyük babam, demire kösele sarılı bastoniyle babamın üstüne yürüyor ve araba hemen
defediliyor. 53/11
Köşkün çamaşırhanesindeki yüksekçe rafta teneke bir kutu gördüm. 54/3
İçinde ne var acaba? 54/4
İskemleye çıkıp rafa uzandım. 54/5
Bu ilâçlara bir göz atan, Zafer Hanım’ın tipini hayal etmekte güçlük çekmez. 54/14
Her kovalamasında tek sığınağım büyük babam. 54/16
Hürriyet ilân edilmiştir. 55/5
Daha doğrusu lâfı getirilmiş. 55/6
Yalnız kulaklarımda bazı ev homurtuları var: “31 Mar Vakasında sokaktan atılan bir
kurşun, işte, camı delerek şu levhaya yapıştı.” 55/9
Beyefendiyi, Adliyeye giderken, Ayasofya Meydanında arabasını durdurup suale
çekmişler. 55/10
Çocukluğum
Bebeklikten sonra, çocukluğum Meşrutiyet çağlarında başlar ve 1918 Mütareke
yıllarına kadar sürer. 59/1
484 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
469
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
Büyük babam emekliye ayrılmış ve ümitsiz bir dünyadan el etek çekercesine evine
yerleşmiştir. 59/2
Bunların arasında “Matmazel” diye anılan bir Tatlısu frengi vardır ki, tipi bakımından
zengin bir portre çizer. 60/1
Bir gün konağı müthiş bir çığlık sarstı. 60/7
Koşanlar Matmazeli, karşısında zenci uşak haykırırken buldular. 60/8
Bu kadın rüya görüyor. 60/12
Bir işe girmiyor, bir baltaya sap olmayı istemiyor diye. 61/4
Babasının ısrarı yüzünden nihayet razı oluyor, onu Bursa’da bir mahkemenin “âza
mülâzımı” yapıyorlar. 61/5
Her ayın başında, Adliye mutemedi Büyük babamın tekaüdiyesini ayağına getirir. 62/1
Öbür torunlar da peşimden gelir. 62/5
Kapı vuruluyor, içeriye yeni Nazır girip öpmek üzere Büyük babamın eline sarılmak
istiyor. 64/2
Sirkeli Bezler
Bir yerden sirke kokusu alsam, hatırıma çocukluk hastalıklarım gelir. 69/1
Arada küçük bir holle o tarafa ve bu tarafa yol bulan bu oda Büyük babama kütüphane
vazifesini görür. 69/4
Odanın bir köşesinde de benim yazıp çizmeme mahsus bir masacık oturtulmuştur. 69/7
Büyük babam, bu sedire bağdaş kurup makamla Fuzulî divanını mırıldanır ve hisli
mısraların hakkını vermeyi ihmal etmez. 69/8
Büyük babamın emriyle beni kaba şilteler üzerinde bu sedire yatırmışlardır. 69/10
Biri alınıp öbürü konuluyor. 70/4
Bezler değiştirilirken, sirke tasına düşen damlalardan çıkan ses kulağıma garip bir
musiki gibi geliyor. 70/5
Sineklerin havada ayak seslerini duyabilirsiniz. 70/8
Demek ki, bizim küt bir hassasiyet içinde gezip dolaştığımız bu dünya, hassasiyet
tellerimiz gerilip de yeni bir akorda bağlanınca değişiveriyor. 70/10
Çocukluğumu düşündükçe burnuma keskin bir sirke kokusu gelir. 71/1
71/17
Lâzımlığa kaldırıldığım zaman da kulağıma gelen şırıltı, içime garip bir his verirdi.
Konuşmalarına ve bazı suallerine verdiğim cevaplar onda bu intibaı doğurmuştu: Büyük
küçük… 72/4
Bir şey söylemek istiyor ama ne? 73/4
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O470
O K 485
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
Fiil Cümlesi - 98
İlk Yıllar - 34
Çocukluğum - 36
Sirkeli Bezler - 28
2.2. İsim Cümleleri
Yargıyı bildiren unsur yüklemin isim ya da isim grubu olan cümlelere denir.
Eserde bu cümle türü ile ilgili yer alan örnekler şunlardır:
İlk Yıllar
Henüz dili çözülmemiş bir zamanıma ait bu hadiseyi, kelimeleri öğrendikten sonra
hatırlayabilmem için, o hadiseden bana kelime üstü sâf bir mana sızması gerekir. 51/4
Hatırlayan ben miyim, hatırlatan o mu?.. 52/1
Onun içindir ki, kundaktaki çocukla yataktaki ihtiyara ait ruh aynı yaşta… 52/9
“Bu çocuk babasını da geçebilir!” diyenler vardır. 53/4
Kaymak gibi bembeyaz bir şey. 54/6
Çemberlitaştaki konakta en musallat olduğum eşya Ciciannemin öteberisidir! 54/11
Babam kendi havasında ve ortada yok. 54/17
Ben dört yaşındayım. 55/7
Evimin ve çevremin dışındaki bu hadiseden, çocukluk intibalarım üzerinde hiçbir iz
mevcut değil. 55/8
Her neyse; ben dört yaşındayım ve zaman bunları düşünmekten uzağım. 56/6
Çocukluğum
Zenci uşak Bedri’nin cevabı kısa ve emin. 60/11
1 lira çeyreğiyle o devirde, bir çocuk için satın alınamaz bir şey bulunmadığı için herkes
mesut. 62/8
Hâlbuki buna, bizzat İttihatçıların Nâzırı Menyasî zâde Refik Bey karşıdır. 63/4
Mahmut Esat unutuyordu ki, aynı fark, “Mecelle” ile “Medeni Kanun” arasında da
mevcuttur. 65/4
486 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
471
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
Sirkeli Bezler
69/3
Konağın ikinci katında, harem bölümünü selâmlık tarafına bağlayan bitişik odadayım.
Orta yerinde üstü halı kaplı geniş bir sedir vardır. 69/5
Bu sedire uzanıp kitap okumak ne tatlı şey! 69/6
Hastayım. 69/9
Bir mısram: “Gördüğüm, değildi bildiğim dünya” 70/11
Demek ki, yaşadığımızı sandığımız hayatın üstünde bir hayat var; ama onun bestesini
zaptetmeye mahsus akort bizde eksik. 70/12
Hastayım. 71/9
Doktorum, devrin çocuk hastalıkları mütehassıs meşhur Kadri Reşit Paşa. 72/2
O zamanlar Payitahtın sokakları köpek dolu. 73/2
Ah bu “ne?”ler yok mu, bu “ne?”ler!.. 73/5
İsim Cümlesi - 28
İlk Yıllar - 10
Çocukluğum - 7
Sirkeli Bezler - 11
3. Yüklemin Yerine Göre Cümleler
3.1. Kurallı (Düz) Cümleler
Yüklemi cümlenin sonunda yer alan cümlelere kurallı cümle denir.
Eserde bu cümle türü ile ilgili yer alan örnekler şunlardır:
İlk Yıllar
Diyebilirsiniz ki: Sen onu sonraki kendinle hatırlıyorsun! Bunda, o zamanki kendini
müdrik olduğuna ne delâlet bulunabilir? 51/5
İlim değil, sanat tefekkürü üzerinde olduğum için, bu kitaplık meselenin ilme verdiği
ipucunu fazla çekmiyorum. 52/5
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O472
O K 487
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
Ruh, kendisini, maddesine yerleşme içindeki alaca karanlıkta bile hassas antenli
yaratılışlara ifşa eder. 52/6
İlk alacalığından sonra, akıl abajuru içinde yarı sönük kalacak ve ışığını gizleyecek olan
ruh, gerçek pırıltısını ölümünden ötede gösterecektir. 52/7
Sadece hatıra ve gideni tekrar getirme cehdi ruhu ispata yeter. 53/2
“Bu çocuk babasını da geçebilir!” diyenler vardır. 53/4
İstanbul’a gelen ilk otomobillerden birini babama aldılar. 53/6
Ön tekerlekleri (kriko) üzerinde havaya kalkık. 53/8
İki yaşında mıyım, üç yaşında mıyım, bilemiyorum; orada kimsenin bulunmadığı bir ân
arabaya yaklaşıp tekerleği çevirmeye başlıyorum. 53/9
Lâstiğin üstünde pünez başları gibi küçük demir pullar bulunan tekerlek alnıma çarpıyor
ve ben kanlar içinde yere seriliyorum. 53/10
Büyük babam, demire kösele sarılı bastoniyle babamın üstüne yürüyor ve araba hemen
defediliyor. 53/11
Köşkün çamaşırhanesindeki yüksekçe rafta teneke bir kutu gördüm. 54/3
İskemleye çıkıp rafa uzandım. 54/5
Kaymak gibi bembeyaz bir şey. 54/6
Hemen parmağımı daldırdım ve beyaz şeyi tadmaya davrandım. 54/7
Ciğerim yandı. 54/9
Bir çığlık koptu: “Koşun, çocuk kireç kaymağını yiyor!” 54/10
Çemberlitaştaki konakta en musallat olduğum eşya Ciciannemin öteberisidir! 54/11
Bu ilâçlara bir göz atan, Zafer Hanım’ın tipini hayal etmekte güçlük çekmez. 54/14
Hürriyet ilân edilmiştir. 55/5
Daha doğrusu lâfı getirilmiş. 55/6
Ben dört yaşındayım. 55/7
Evimin ve çevremin dışındaki bu hadiseden, çocukluk intibalarım üzerinde hiçbir iz
mevcut değil. 55/8
Her neyse; ben dört yaşındayım ve zaman bunları düşünmekten uzağım. 56/6
Çocukluğum
Büyük babam emekliye ayrılmış ve ümitsiz bir dünyadan el etek çekercesine evine
yerleşmiştir. 59/2
Bunların arasında “Matmazel” diye anılan bir Tatlısu frengi vardır ki, tipi bakımından
zengin bir portre çizer. 60/1
Bir gün konağı müthiş bir çığlık sarstı. 60/7
Koşanlar Matmazeli, karşısında zenci uşak haykırırken buldular. 60/8
488 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
473
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
Bedri bana saldırdı, sarılmak, beni öpmek istedi. 60/10
Zenci uşak Bedri’nin cevabı kısa ve emin. 60/11
Bu kadın rüya görüyor. 60/12
Benimle şakalaşmaya kalktı. 60/13
Her ayın başında, Adliye mutemedi Büyük babamın tekaüdiyesini ayağına getirir. 62/1
Ben hemen koşarım, mutemedin elindeki altın dolu torbayı ve imza kâğıdını alırım,
büyük babama sunarım. 62/4
Öbür torunlar da peşimden gelir. 62/5
Büyük babam torbayı açar, içinden pırıl pırıl bir altın çıkarır ve bana uzatır. 62/6
Sirkeli Bezler
Bir yerden sirke kokusu alsam, hatırıma çocukluk hastalıklarım gelir. 69/1
69/3
Konağın ikinci katında, harem bölümünü selâmlık tarafına bağlayan bitişik odadayım.
Bu sedire uzanıp kitap okumak ne tatlı şey! 69/6
Odanın bir köşesinde de benim yazıp çizmeme mahsus bir masacık oturtulmuştur. 69/7
Büyük babam, bu sedire bağdaş kurup makamla Fuzulî divanını mırıldanır ve hisli
mısraların hakkını vermeyi ihmal etmez. 69/8
Büyük babamın emriyle beni kaba şilteler üzerinde bu sedire yatırmışlardır. 69/10
Biri alınıp öbürü konuluyor. 70/4
Bezler değiştirilirken, sirke tasına düşen damlalardan çıkan ses kulağıma garip bir
musiki gibi geliyor. 70/5
Hastayım. 71/9
Müthiş tiksindiğim Hind yağını burnumu tıkayarak içmem için, her defa elime bir altın
lira tokuştururlardı. 71/16
71/17
Lâzımlığa kaldırıldığım zaman da kulağıma gelen şırıltı, içime garip bir his verirdi.
O zamanlar Payitahtın sokakları köpek dolu. 73/2
Mükemmel birer Maratoncu olan tulumbacıların arasına bazen “Kâtibim” tipli kalem
efendileri de katılırmış. 74/1
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O474
O K 489
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
Kurallı Cümle - 109
İlk Yıllar - 35
Çocukluğum - 41
Sirkeli Bezler- 33
3.2. Devrik Cümleler
Yüklemi sonda olmayan cümlelere devrik cümle denir.
Eserde bu cümle türü ile ilgili yer alan örnekler şunlardır:
İlk Yıllar
53/3
Benden, yürümeye başlayınca müthiş bir haşarı türeyeceği zannı doğmaktadır ve içinde.
Her kovalamasında tek sığınağım büyük babam. 54/16
Çocukluğum
Kahkahayla güldüğümü görünce de hiç yoktan bastı çığlığı. 60/14
Bir işe girmiyor, bir baltaya sap olmayı istemiyor diye. 61/4
Düşünün 10-15 yıla mahkûm bir câninin üstelik nasihat dinlemesini!.. 64/7
Sirkeli Bezler
Doktorum, devrin çocuk hastalıkları mütehassıs meşhur Kadri Reşit Paşa. 72/2
Ah bu “ne?”ler yok mu, bu “ne?”ler!.. 73/5
490 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
475
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
Devrik Cümle - 7
İlk Yıllar - 2
Çocukluğum - 3
Sirkeli Bezler - 2
4. Cümlelerin Anlam Özellikleri
4.1. Olumlu ve Olumsuz Cümleler
“Yargının gerçekleştiğini anlatan cümleler, olumlu cümlelerdir.”(Karahan, 2013, s.103)
şeklinde olumlu cümleleri tanımlayan Karahan, bu cümlelerin yapma, yapılma ve olma
bildirdiğini belirtmiştir.
Eserde bu cümle türü ile ilgili yer alan örnekler şunlardır:
İlk Yıllar
Umumiyetle kuvvetli, fakat silik vâkıalara karşı lâkayt hafızam, bazen nüfus
cüzdanımın nerede olduğunu seçemezken, devamlı olarak yakıcı ışığını muhafaza etmiştir. 51/1
Henüz dili çözülmemiş bir zamanıma ait bu hadiseyi, kelimeleri öğrendikten sonra
hatırlayabilmem için, o hadiseden bana kelime üstü sâf bir mana sızması gerekir. 51/4
Diyebilirsiniz ki: Sen onu sonraki kendinle hatırlıyorsun! Bunda, o zamanki kendini
müdrik olduğuna ne delâlet bulunabilir? 51/5
Ruh, kendisini, maddesine yerleşme içindeki alaca karanlıkta bile hassas antenli
yaratılışlara ifşa eder. 52/6
İlk alacalığından sonra, akıl abajuru içinde yarı sönük kalacak ve ışığını gizleyecek olan
ruh, gerçek pırıltısını ölümünden ötede gösterecektir. 52/7
Onun içindir ki, kundaktaki çocukla yataktaki ihtiyara ait ruh aynı yaşta… 52/9
Sadece hatıra ve gideni tekrar getirme cehdi ruhu ispata yeter. 53/2
53/3
Benden, yürümeye başlayınca müthiş bir haşarı türeyeceği zannı doğmaktadır ve içinde.
“Bu çocuk babasını da geçebilir!” diyenler vardır. 53/4
İstanbul’a gelen ilk otomobillerden birini babama aldılar. 53/6
Ön tekerlekleri (kriko) üzerinde havaya kalkık. 53/8
İki yaşında mıyım, üç yaşında mıyım, bilemiyorum; orada kimsenin bulunmadığı bir ân
arabaya yaklaşıp tekerleği çevirmeye başlıyorum. 53/9
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O476
O K 491
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
Lâstiğin üstünde pünez başları gibi küçük demir pullar bulunan tekerlek alnıma çarpıyor
ve ben kanlar içinde yere seriliyorum. 53/10
Büyük babam, demire kösele sarılı bastoniyle babamın üstüne yürüyor ve araba hemen
defediliyor. 53/11
Köşkün çamaşırhanesindeki yüksekçe rafta teneke bir kutu gördüm. 54/3
İskemleye çıkıp rafa uzandım. 54/5
Ciğerim yandı. 54/9
Bir çığlık koptu: “Koşun, çocuk kireç kaymağını yiyor!” 54/10
Her kovalamasında tek sığınağım büyük babam. 54/16
Daha doğrusu lâfı getirilmiş. 55/6
Ben dört yaşındayım. 55/7
Çocukluğum
Büyük babam emekliye ayrılmış ve ümitsiz bir dünyadan el etek çekercesine evine
yerleşmiştir. 59/2
Konaktan başka, Beykoz’la Şile arası bir çiftliğimiz, Sarıyer’de malûm köşkümüz,
Büyükdere’de yeni alınma bir yalımız, Kocamustafapaşa taraflarında han ve evlerimiz,
Kapalıçarşı’da dükkânlarımız vardır. 59/3
Bir gün konağı müthiş bir çığlık sarstı. 60/7
Koşanlar Matmazeli, karşısında zenci uşak haykırırken buldular. 60/8
Bedri bana saldırdı, sarılmak, beni öpmek istedi. 60/10
Zenci uşak Bedri’nin cevabı kısa ve emin. 60/11
Bu kadın rüya görüyor. 60/12
Benimle şakalaşmaya kalktı. 60/13
Kahkahayla güldüğümü görünce de hiç yoktan bastı çığlığı. 60/14
Bir işe girmiyor, bir baltaya sap olmayı istemiyor diye. 61/4
Öbür torunlar da peşimden gelir. 62/5
1 lira çeyreğiyle o devirde, bir çocuk için satın alınamaz bir şey bulunmadığı için herkes
mesut. 62/8
Gel zaman, git zaman, Yahudi işi tahrip kalıbından çıkma hürriyet bombası patlıyor ve
Menyasî zade Refik Bey Adliye Nâzırlığına getiriliyor. 63/6
Sirkeli Bezler
Bir yerden sirke kokusu alsam, hatırıma çocukluk hastalıklarım gelir. 69/1
69/3
Konağın ikinci katında, harem bölümünü selâmlık tarafına bağlayan bitişik odadayım.
Orta yerinde üstü halı kaplı geniş bir sedir vardır. 69/5
492 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
477
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
Odanın bir köşesinde de benim yazıp çizmeme mahsus bir masacık oturtulmuştur. 69/7
Büyük babam, bu sedire bağdaş kurup makamla Fuzulî divanını mırıldanır ve hisli
mısraların hakkını vermeyi ihmal etmez. 69/8
Büyük babamın emriyle beni kaba şilteler üzerinde bu sedire yatırmışlardır. 69/10
Bezler değiştirilirken, sirke tasına düşen damlalardan çıkan ses kulağıma garip bir
musiki gibi geliyor. 70/5
Hastayım. 71/9
Müthiş tiksindiğim Hind yağını burnumu tıkayarak içmem için, her defa elime bir altın
lira tokuştururlardı. 71/16
71/17
Lâzımlığa kaldırıldığım zaman da kulağıma gelen şırıltı, içime garip bir his verirdi.
Konuşmalarına ve bazı suallerine verdiğim cevaplar onda bu intibaı doğurmuştu: Büyük
küçük… 72/4
O zamanlar Payitahtın sokakları köpek dolu. 73/2
Mükemmel birer Maratoncu olan tulumbacıların arasına bazen “Kâtibim” tipli kalem
efendileri de katılırmış. 74/1
Bu sesler, hususiyetle hastalıklar devrimde ve birtakım kitaplar üzerine eğilmemden
sonra, 8-10 yaş arası, beni ağlatır ve bir türlü cevabını veremeyen içimi kurcalardı. 74/6
Olumlu Cümle - 112
İlk Yıllar - 35
Çocukluğum - 42
Sirkeli Bezler - 35
“Yargının gerçekleşmediğini anlatan cümleler, olumsuz cümlelerdir.”(Karahan, 2013,
s.104) şeklinde olumsuz cümleleri tanımlayan Karahan, bu cümlelerin yapmama, yapılmama ve
olmama bildirdiğini belirtmiştir.
Eserde bu cümle türü ile ilgili yer alan örnekler şunlardır:
İlk Yıllar
İlim değil, sanat tefekkürü üzerinde olduğum için, bu kitaplık meselenin ilme verdiği
ipucunu fazla çekmiyorum. 52/5
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O478
O K 493
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
Bu ilâçlara bir göz atan, Zafer Hanım’ın tipini hayal etmekte güçlük çekmez. 54/14
Babam kendi havasında ve ortada yok. 54/17
Babamdan büyük iki kızından olma torunlarının yüzüne bile bakmaz. 55/3
Evimin ve çevremin dışındaki bu hadiseden, çocukluk intibalarım üzerinde hiçbir iz
mevcut değil. 55/8
Çocukluğum
Kızlarından olma öbür torunlaraysa 1 lira çeyreğinden başka bir şey düşmez. 62/7
Buna rağmen, İttihat ve Terakki kodamanları, dilekleri gibi karar vermesi imkânsız bu
ilim ve hak adamını daha fazla makamında tutamıyorlar. 64/5
Demek ki, yaşadığımızı sandığımız hayatın üstünde bir hayat var; ama onun bestesini
zaptetmeye mahsus akort bizde eksik. 70/12
Sirkeli Bezler
Köşklüye “yangın nerede?” diye sormaya gelmez. 74/3
Olumsuz Cümle - 9
İlk Yıllar - 5
Çocukluğum - 3
Sirkeli Bezler - 1
4.2. Soru Cümleleri
Soru eki, soru zamiri, soru zarfı, soru sıfatı ve soru edatları ile cümlelere soru anlamı
kazandırılan soru anlamı taşıyan cümlelere soru cümlesi denir.
Eserde bu cümle türü ile ilgili yer alan örnekler şunlardır:
İlk Yıllar
Ben de derim ki: Ondan sonraki kendim, o günkü kendimden kelimeler üstü bir mâna
sirayetine sahip olmak özünü nasıl hatırlatabilir, yaşatabilir? 51/6
Hatırlayan ben miyim, hatırlatan o mu?.. 52/1
Ölüm, mutlak unutmak, kendi kendini unutmak şeklinde akla hitap ettiğine göre, benim
de beşikteki hâlimle kendimi; nebati hayatım içinde ruhumu görebildiğimi göstermez mi? 53/1
494 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
479
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
Çocukluğum
Ne var Matmazel, ne oldu? 60/9
Bu bitli gâvura ben el uzatabilir miyim ki? 60/15
Sirkeli Bezler
Nasıl mı? 71/2
Bir şey söylemek istiyor ama ne? 73/4
Ah bu “ne?”ler yok mu, bu “ne?”ler!.. 73/5
Soru Cümlesi - 8
İlk Yıllar - 3
Çocukluğum - 2
Sirkeli Bezler - 3
Sonuç
Kafa Kâğıdı adlı eserde cümle çeşitleri içerisinde yer alan cümleler içerisinde en çok
kullanılan cümle çeşidinden en az kullanılan cümle çeşidine doğru bir sıralama yapacak olursak:
Olumlu Cümle, Kurallı Cümle, Fiil Cümlesi, İsim Cümlesi, Bağlama Edatlarıyla Bağlanan
Cümleler, Olumsuz Cümle, Soru Cümlesi, Ortak Cümle Ögeleriyle Bağlanan Cümle ve Ortak
Kip / Şahıs Ekleriyle Bağlanan Cümle sıralamasını yapabiliriz.
Sonuç olarak Necip Fazıl Kısakürek’in Kafa Kâğıdı adlı eserinde kullanmış olduğu dilin
söz dizimi açısından genel olarak Türkçenin söz dizimine uygun olduğunu söyleyebiliriz.
Kaynaklar
Bilgegil, M. (1984). Türkçe dilbilgisi. İstanbul: Dergâh Yayınları.
Ergin, M. (1983). Türk dil bilgisi. İstanbul: Bayrak Yayınları.
Hatipoğlu, V. (1982). Türkçenin söz dizimi. Ankara: DTCF Yayınları.
Karahan, L. (2013). Türkçede söz dizimi. Ankara: Akçağ Yayınları.
Karaörs, M. (1993). Türkçenin söz dizimi ve cümle tahlilleri. Kayseri: Erciyes Üniversitesi
Yayınları.
Kısakürek, N. (1984). Kafa kâğıdı. İstanbul: Büyük Doğu Yayınları.
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O480
O K 495
DOĞA ANA VE TİNSEL ANA KATEGORİLERİNİN KATMANLAŞMASI:
“ÇINAROĞULLAR” HİKÂYESİ
Ülkü ELİUZ
Öz
Anne/lik ile kendilik değerlerinin farkına varan ve verili olanları aşan
kadın, tinsel varoluş kaynaklarından ödünçlediği derin anlam dizgesinde
dünyada doğmanın simgesi olur. Olması gerekenin değişmez göstergesi
niteliğindeki anne/lik, güven, sevgi, adanmışlık, sonsuzluk gibi anlam
aktarımları ile katmanlaşır. Çağdaş Azerbaycan yazarlarından Nahit
Hacızade’nin “Bir Ana Tanıyıram” kitabındaki metinlerden olan “Çınar
Oğullar” hikâyesinde altı oğlunu askere gönderen ve onların ‘kara haberini’
alan bir annenin askere gönderdiği yedinci oğlunun da ölümü ile yaşadığı
trajik sorgulamalar sembolik düzlemde anlatılır. Bireyin ve insanlığın
kaderinin aynı düzlemde ve bağlantılı olarak aktarıldığı üç bölümden oluşan
hikâyede başkişi Sona Garı’nın çocuklarını kaybetmenin benliğinde yarattığı
tahribatı doğa ile kutsamaya yönelik eylemleriyle mitik bir karaktere
dönüşümü kurgulanır. İlk bölümde çocuklarını kaybetmenin acısı ve geleceği
için planlar yaptığı son oğlu ile ilgili umutlar sarkacında simgeleşen bir anne
olarak tanıtılan başkişinin ikinci bölümde ve üçüncü bölümde endişeli
bekleyişler sonrası tüm dayanaklarını yitirmesi; dördüncü bölümde yalıtık
sınırlamaları aşma gayreti içinde zihinsel ve algısal değer hâlinde yeniden
doğumunu gerçekleştirmek için doğa ile bütünleşmesi kurgulanır.
Bu bildiride doğa ana ve tinsel ana kategorilerinin katmanlaştığı “Çınar
Oğullar” hikâyesinde anneliğin doğuran/anaç/çoğaltan/üreyen niteliklerinin
varoluşsal tutunma arayışına dönüşümündeki göstergeler çözümlenecektir.
Böylece metin aracılığıyla analığa/ anneliğe ait özün değişmezlerini koruma
ve mitik tepki normları verilen trajik tepkilerin işlevselleştirilme süreci
değerlendirilecektir.
Anahtar Sözcükler: Anne/lik, doğa, oğul, çınar, yaşam, ölüm.
STRATIFY OF MOTHER NATURE AND MORAL NATURE
CATEGORIES: “ÇINAROĞULLAR” SHORT STORY
Abstract
Woman, who realizes selfdom values with motherhood and overcomes
what is given, becomes symbol of born in the world at meaning map that she
borrows from moral existence sources. Maternity as an unchancing indicator
of what has to be, stratifies with meaning transfers like trust, love,
commitment, eternity. In short story “Çınar Oğullar”, which is one of the
texts of modern Azerbeijan author Nahit Hacızade’s book of “Bir Ana
Tanıyıram”, a mother’s tragic questionings with death of seventh son sent off
to military after she sent off her six sons to military and took their bad news
are told in symbolic level. In short story which consists of three chapters that
individual’s and humanity’s fate is turned over at the same level and
correlatively, protagonist Sona Garı’s conversion to a mythic character with
actions devoted to bless the destruction that is becaused deaths of her
children with nature is fictionalized. In first chapter protagonist is introduced
as a mother who is being symbolized at pendulum of hopes about her last son
for whom she planned his future and pain of losing her childrens lives. In
Prof. Dr.; Karadeniz Teknik Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü,
[email protected].
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 497
481
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
second and third chapter mother’s loosing all her buttal basis after concerned
waitings and in fourth chapter mother’s concretion with nature in order to
realize her rebirth as mental and perceptual values with an effort of passing
over isolated restrictions are fictionalized.
In this paper, indicators of motherhood’s procreant / maternal / multiplier
/ propagator qualities conversion to existential adherence seeking are going to
be analysed at “Çınar Oğullar” short story in which mother nature and moral
nature categories are stratified. By this way, the process of operationalize
tragic reactions to mythic norms and protect unchangeable essence belongs to
motherhood is going to be evaluated through the text.
Keywords: Mother/hood, nature, son, sycamore, life, death.
"Beni hayatımın bu çağına getirdiği için
Allah'a, kaderime minnettarım."
1. Onurlu Bir Kültür Emekçisi: Nahit Hacızade
Çağdaş Azerbaycan yazarlarından Nahit Hacızade (Nahid Rahimoğlu Hacıyev), 14 Mart
1936 yılında Azerbaycan Gedebay bölgesinin Düzresullu köyünde dünyaya gelir. Küçük yaşta
annesini kaybeder. 1954’te Tovuz'da orta öğrenimini bitirip Genee’de Hasan Bey Zerdabi
adında Pedagoji Enstitüsü’ne girer ancak devam edemez. Bu dönemde televizyonda ve bir
yayınevinde çalışır. Azerbaycan Devlet Üniversitesi Filoloji Bölümü’nden 1960’da mezun olur.
Üniversite eğitimi döneminde Ali Sultanlı, Jafar Khandan, Muhtar Hüseyinzade, Memmed
Jafar, Mir Celal Paşayev, Mammadhuseyn Tahmasib gibi her biri bir okul olarak görülen
tanınmış edebi şahsiyetlerden ve bilim adamlarından dersler alır. Azerbaycan Devlet Televizyon
ve Radyo Programları Şirketi’nde baş redaktör olur; cemiyetin başkan yardımcısı olarak çalışır.
1998-2002 yılları arasında Dalga ve Gelecek gazeteleri, Yüksek Diplomasi Koleji Matbuat ve
Enformasyon Merkezi, Şur neşriyat, Cumhuriyet Hafıza Kitabı Matbaası gibi kurumların yazı
işleri müdürlüğü görevlerinde bulunur; Azerbaycan radyo ve televizyonunda edebiyat, gençlik
bölümlerinde uzun yıllar program hazırlar. 1975’te Azerbaycan Yabancı Ülkelerle Dostluk ve
Medeni İlişkiler Cemiyeti ile Yugoslavya’ya gider. 1980’de Azerbaycan Yazarlar Birliği’ne üye
olan ve 1991’de Yazarlar Birliği’nin Teftiş Komitesi başkan yardımcısı seçilen Nahit
Hacızade’nin ilk edebi çalışması Azerbaycan’daki edebi toplulukların toplanma yeri Ulduz
Dergisi’nde yayımlanan “Lirik Minyatürler” adlı yazıdır.
Foto 1: Nahit Hacızade
498 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
482
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
“Ömrün Sorağında”, “Ömür Gözleyir Bizi” (Bakü-1983), “Mehebbet Yaşadır”, “Gisas
Gıyamete Galmaz” (İntikam Uzun Sürmeyecek) (Bakü-1995) adlı piyesleri Azerbaycan Devlet
Akademisyen Milli Drama Tiyatrosu’da; Şeki, Erivan ve Bakü tiyatrolarında “Yaşam
Arayışında”, “Hayat Bizi Bekliyor”, “Aşk Hayatları”, “Göçten Ayrılan Turna” adlı oyunları
sahnelenir. Senaryolarından “Sevilin Bacıları” (1971), “Mugan'ın Kızı” (1972), “Shamama”
(1973), “Uzun Ömürlü Ağaçlar” (1974), “Öğrenci İmzaları” (1976), “Bakhtiyar Vahabzade”
(1987), “Son Keder Anavatan”, “Kayaların Üzerinde Bırakılan Ses” (1995), “Vatan” (1994),
“Bağımsızlık Şairi” (1996), “Yaşasın Gerçek” gibi 30'a yakın belgesel ve uzun metrajlı film
çekilen sanatkarın “Kayalar Üzerinde Bırakılan Ses” ve “Yaşasın Gerçek” adlı filmleri Altın
Fon kapsamına alınır. “Son Gemin Olsun Veten”, “Torpağın Yeddi Ağrısı”, “Ganlı Yanvar
Şehidlerine”, “Yaz Gününün Işığı” adlı eserleri Karabağ savaşının kahramanlarına atf edilir.
“Galh Galh Ulu Torpag” ekolünden lirik şiirleri Hacı Khanmammadov, Adil
Babirov , Cavanşir Guliyev , Tahir Ekber , Sayavush Karimi gibi ünlü bestekârlar tarafından
bestelenir. Besteci Eldar Mansurov’un bestelediği ve halk sanatçısı Mubariz Tagiyev’in
seslendirdiği “Uyan, kalk, büyük topraklar!” şarkısı, Karabağ savaşının cesaret ve kahramanlık
marşı olarak ün kazanır.
“Bir Ana Tanıyırdım” (Bakü-1972), “Dağlar Yuhuma Girir” (Bakü-1975), “Bir Üreyin
Çağrısı” (Bakü-1978), “Mehebbet Ölünce Var” (Bakü-1983), “Köçünden Ayrılan Durna”
(Bakü-1989) adlı hikâye kitapları; “Payız Leysanları” (Bakü-1986), Gerib Ahşamlar (Bakü1992) adlı romanları; “Cemil Ehmedli ile Üç Görüş” (Bakü-2000) adlı eserleri vardır.
1996’da Gızıl Derviş ve Araz edebi ödülüne layık görülerek madalya alan sanatkâr, eserlerinde
geçmişe ve hatıralara dönüşü en temel anlatım yöntemi olarak kullanır.
Komünist rejimin tezli eser verme prensibine boyun eğmeyen Nahit Hacızade, ‘çağdaş
masal’ olarak nitelenen lirik-romantik eserlerinde halkının tarihten gelen kültürel ve ahlaki
değer dizgesini, insanın savaş karşısında çaresizliğini, kadere teslimiyetini anne ve yurt sevgisi
ile sentezleyerek izlek boyutunda kurguya taşır. Azerbaycan'ın prangalardan kurtarılması ve
özgürlüğünü kazanması onurunu içselleştiren sanatkâr, sözünün gölgesi/ derinliği olan bir aydın,
onurlu bir kültür emekçisi olarak sorumluluklarını yerine getirme mücadelesi verir. Bir asker
gibi ana dilinin nöbetini tutarak, koruyarak ve zenginleştirerek metinlerini oluşturur. Nahit
Hacızade, uzun bir hastalıktan sonra 18 Ocak 2018'de vefat eder; Binagadi mezarlığına defn
edilir.
2. Katmanlaşan Anne/lik Öyküsü: “Çınar Oğullar”1
Ailenin temel yapı taşlarından olan anne, “anlam aktarıcı bir öğe” (Korkmaz, 2008, s.
68) kimliğindedir. Hem biyolojik hem de toplumsal kurgu nitelikleri ile bireyin yaşamında yer
alır; ailenin mekânsal sembolü olan evi barınak olmaktan çıkarak yuva hâline getirir.
Kendilik bilincini kazandıran yaratıcı ve diriltici göndergeleri ile bireyi kurar, tamamlar,
yansıtır. Doğal annelik içgüdüsünü kendisine sunulan yaşam alanında belirlenen temel
vazifelerini yerine getirerek soylu kimliğe dönüştürür. Böylece “kutsallaştırılan ve
mutlaklaştırılan bir rozet kimliğine dönüşüveren” (Şafak, 2007, s. 16) annelik, kadın için
içtenlik imgesi işlevi ile içsel dönüşüm dinamiklerinin göstergesi olur.
Çalışmada Zeynelabidin Makas (1991), “Çınar Oğullar”, Azerbaycan Çağdaş Hikaye Antolojisi, Ankara: Kültür
Bakanlığı Yayınları, s.414-419 kullanılmıştır.
1
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O483
O K 499
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
Foto 2: Nahit Hacızade’nin “Bir Ana Tanıyırdım” (Bakü-1972) adlı kitabı
“Odaklanma bilincimize seslenen” (Bachelard, 1996, s. 45) anne, mananın toplamı
olarak hayallerin, düşlerin, ruhun barınağıdır. Doğa kadar tanıdık, sevgi ve şefkat dolu, şevkle
ve bıkmadan yaşam verendir; “doğuştan içimizde olan mater natura ve mater spiritualis (doğa
ana ve tinsel ana) imgesinin, çocukken de emanet ve de teslim edildiğimiz yaşamın
taşıyıcısı(dır)” (Jung, 2003, s. 31) Bütün kutsal değerleri sınırlar ve bünyesinde bulundurur.
Kadının doğurganlık özelliğinin rahmiyle sınırlanamayacağının göstergesi olan anne, her türlü
oluşumun ve değişimin gizemli kaynağı, eve dönüşün, her tür başlangıç ve sonun sessiz
temelidir.
Nahit Hacızade’nin “Bir Ana Tanıyırdım” (Bakü-1972) kitabındaki metinlerden olan
“Çınar Oğullar” hikâyesi, söylemsel izlekler ve tinsel bağıntıda geçmiş-şimdi aynasında insan
ve doğa uzamlarının buluştuğu bir dizgede inşa edilir. İnsanın ve evrenin kökensel varoluş
serüvenine göndermeler yapılan eserde insanî özün değişmezlerini koruma, mitik tepki
normlarını trajik tepkilerin arka planına yerleştiren anlatımla bütünleştirilir. Tanrısal bakış açısı
ve anlatıcı ile kurgulanan öykü, anlatının ana temasını açımlayan halk manisi ve 4 bölümden
oluşur.
Hikâyenin, estetik saf şiir örneği halk manisi niteliğindeki proloğunda anne/liğin
dramatik göndergeleri aracılığıyla metnin konusu, kişileri, izlek düzlemi imlenir.
Analar yanar ağlar
Tellerin sanar ağlar
Döner gög güvercine
Yollara konar ağlar (s. 414)
500 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
484
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
Çaresizliğin ve acının dışa vurumu olan “ağla-” fiili ile yaşananlara dizsizleşen
annelerin genel ruh hâli vurgulanır. Bekleyen ve kavuşamayan annelerin ağlaması, çaresizlikten
yakınmaları, içinde bulunulan durumlara acılı başkaldırılarıdır.
Birinci Bölüm, dinamik bir hayat akışı içindeki insanların sevinci, coşkusu ve
heyecanları anlatılarak başlar. Zaman olarak bahar mevsimi, nisan ayı seçilmiştir. Zamana bağlı
mekân anlayışının etkin olduğu bir anlatımla yemyeşil renkleriyle yalın, sade, canlı bir tabiat
tasviri yapılır. Halk söyleyişine ait ifadelerin yer aldığı meddahvari tarzdaki bu betimleme,
sözcüklerin resme dönüşümüdür.
Çayların seslenen, bahçe-bağın güllenen, tahılların tellenen vahtı idi. Çöl-çemen
Nisan yağışlarında durulanıp teze gelin kimi dayanmışdı. Yal-yamaç zümrüt rengine
çalırdı. Göğün yüzünce bir elçim bulut görünmürdü. Sona garı yosma alça ağacının
altında göhne yün şalına bürünerek yüzünü güne veridi; sümüklerine hemir teldikçe
hoşallanır, ele bil kışın ayaz-şahtası, ömrün ağrısı, acısı canından çıhırdı. O gözünü
alça ağacından çekmirdi. Bahdıkça üreyi ışıklanır, üreyine sevinç dolur, özüne de
anlaşılmayan hoş bir duygu gelirdi. Bu ağacın fidanını üç yıl evvel nevesi Goşgari
yazbaşı dağın öbiri terefindeki konşu kentden getirip dikmişdi. O zaman Sona garı,
nevesini seve seve “meyvesini toyunda yeyek” dedi. (s. 414)
Başkişi Sona Garı, zaman ve mekânın bütünleştiği doğanın canlılığı ve dinginliğine zıt
bir şekilde yaşlı ve durgun bir kadındır. Eski yün şalına bürünerek güneşlenen başkişi, olanca
yaşına, acılarına ve ağrılarına rağmen hayata bağlı bir karakter olarak baharın canlılığından
nasiplenme isteği içindedir. Sona Garı, ıstıraplar yumağı olmasına rağmen yaşamanın
güzelliğine ve sürekliğine dönük eylemlerde bulunur. Erik ağacına bakar, onun fidanını oğlu
Goşgar’ın komşu kentten getirdiği ve dikildiği zamanı, meyvesini oğlunun düğününde yeme
dileğini hatırlar. Üç yıl önce, oğlu ile arasında geçen konuşmayı, oğlunun görüntüsünü, o anki
duygularını düşündükçe umut-umutsuzluk sarmalında git gel yaşar.
Alça ağacı sanki hoşbeht bir gözel idi. Başına bir kucak çiçek sepmişdiler. Budaklar
eyilmişdi… Çiçeklerin ışığı gözlerinin yorgunluğunu alırdı. Ancak Sona Garı bu
Allah vergisinden, hoşbehtlik payından bahışlarının ayırabilmirdi. ‘Sen ömrünün
bahar çağındasın. Menimse günüm güzerânım çohdan keçip. İndi köçmek isteyirem;
bugün-sabah köçüp gedeceyem.’
Sona garının yaşı doksanı çahdan aşmışdı, yüze doğru gedirdi…
Hardansa yanıklı bir ses eşitdi:
Aman aman ayrılık
Olur yaman ayrılık
Bu sesi hardan eşitdı. Ohuyan kim idi? (..) Üreye od salan yanıklı sözler ataşa düşen
körpe guşlar kimi çırpınırdı. (..) bu “ayrılık” denen sözden yaman gorhurdu ve bu
söz kiminse diline gelende Sona garının başından duman galhırdı. (..) Sona garı
ayrılığın her üzünü görüp, ondan çekeceği geder çekmişdi. (s. 415)
Başkişi, yaşam döngüsünün insan dışında kalan bütün elemanlarını (bitki, hayvan, su,
toprak, hava) içeren yaşadığımız dünyaya ait gerçeklik olan doğanın canlılığına ve bir parçası
olduğu topluluğun hareketliliğine kapılarak rahatlar. Geçmişe dönüş ona dertleri, kayıpları,
ayrılıkları, acıları, hatırlatır. Böylece doğanın sunduğu umudun yerini umutsuzluk alır.
Yüreklerin dayanamadığı, etkisinden eridiği ayrılıkları ve her bir kaybın geride bıraktığı hüznü
içselleştiren yaşlı yüreğin sahibi, tüm insanların trajik kaderi olan yalnızlık ile yüzleşir.
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O485
O K 501
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
İkinci Bölüm, Sona Garı’nın Goşgar adlı son oğlunun askere gidişi için düzenlenen
törenin anlatımı ile başlar ve askerden ‘gara haberinin’ gelişi ile sona erer. Daha önce altı
oğlunu askere gönderen ve onların ölüm haberini alan bir kız yedi erkek çocuk sahibi başkişi,
vatan sevgisi ile anne/lik arasında sıkışır.
Bir hefteye yahın idi ki, o, ev-eşiye, hayat-bacaya sığışmırdı. Üreyini sanli buzlu
suyla çekmişdiler, havası çatmırdı. Teze teze özüne gelirdi. (..)Goşgar, onun golganadıydı; aynı zamanda onun sonbeşiyinin adını daşıyırdı. Deyirler, oğul dayıya
ohşayar.(..) O, bugün nevesini uzak sefere yola salırdı. (s. 415-416)
Sona Garı, cepheye 6 oğul gönderir ve hepsinin kara haberini alır. Elinde kalan son oğlu
Goşgar, onun son ümididir. Başkişi, son oğlunu askere gönderme ile göndermeme ikileminde
“vatan sevgisi ve vatana bağlılık” ile teselli olmaya çalışır. Ancak altı çocuğunu kaybeden,
onlardan ayrılmak zorunda kalan anne yüreğini hiçbir bahane rahatlatamaz. Başkişi ile
özdeşleyen doğa, ilk bölümdeki neşeli, canlı, hareketli durumunu hüzünlü, durağan ve bulanık
bir hâle bırakır.
…Yaz ağzı idi. Dağların garı eriyir, kolların dibinden ürkek benövşeler teze teze
boylanırdı. Dağlar da adamlar kimi dert gama batmışdı. Göylerin gözyaşı yaz
yağışına garışmışdı, gurumak bilmirdi. Bahışlardan sevinç, dodaglardan tebessüm
didergin düşmüşdü. Bu obada çok nadir evler tapardın ki gapısını kara heber döyüp
kalbini kana gerg elemeyip. Sona Garı ile Salman kişi cepheye altı oğul gönderip
evezinde altı barmak ‘gara kağız’ almışlardı. Birgün Goşgar’ı da çağırdılar.
Getmek ve’desi gelip çatmışdı. Er, avradının üzüne bahdı, arvad erinin. Bahışlarda
sual titredi. ‘Neylemeli?’Ne edebilirlerdi_ çoh ağır günlerdi; veten, oğlunu, gızını
harayına çağırırdı. (s. 416)
Çocuklarını kaybetmenin acısı içinde çaresizlik yaşayan anne ve babanın arada
kalmışlığı, bakışlarda titreyen sorulara ile yansır. Ne yapacaklarını, nasıl davranacaklarını
bilemezler; dinin, namusun, birliğin, ülkünün anlamını bulduğu vatan için her şeyi feda etme
öğretisi ile bireysel varoluşun sonsuza taşınmasının sembolü evlat/lar arasında tercih yapmaları
çok zor ve sancılıdır. Bu süreçte babanın ve annenin oğluna söylediği sözler, vatan sevgisinin
baskın gelişinin sebeplerini belirginleştirir.
Salman kişi oğlunu bağrına basdı.
-Get oğul, get. Torpağımız düşman tapdağı olmasın! Get, gardaşlarının da
intikamını al. Yağılara hadlerini bildir!
-Bu elin, bu torpağın namusunu gözbebeyin kimi goru! Namus herşeyin üstündedir!
deye ana oğlunu bağrına basırdı. (s. 416)
Milletin tüm bireylerinin yaşam teminatı vatan için kendi bireysel varlığından
vazgeçmek, ölmek zorunluluktur. Bu durum yaşamanın değil yaşanılacak tek mekâna/ vatana
sahip olmanın önemli görüldüğü bakış açısının söze ve eyleme dönüşümü ile sonuçlanır. Daha
önceki evlat acılarının korku ve kaygısına rağmen kutsal nedenlerle değerlerden gelen “olması
gerek sesi”ne duyarlılık içinde davranılır, Goşgar da ağabeyleri gibi askere gönderilerek feda
edilir. Daha önce de erkek kardeşlerini savaşta kaybeden başkişi, kendisini yaşama bağlayan son
ümit Goşgar’ında ölüme gitmekte olması karşısında çaresiz kalır; bora hâlinde gelen kederin
karanlığı yüreğini zorlar. Bu bölüm, Sona Garı’nın son ışığının/ mumunun sönme haberi ile
biter.
502 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
486
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
Aylar keçdi. Savaş, canını tapşırhaptapşırda Goşgarın da ‘gara kağızı’, vay heberi
geldi. Bu evin, ocağın son ümidi de çiliklendi. Salman kişi dağdan ağır derdin
altında çabalasa da, bel götürüp kendin beşte, el yolunun üstünde teze bir çınar
ağacı dikdi. Yol üstündeki çınarların çergesine bir çınar daha goşuldu… Çınarlar
yeddi gardaş oldu. Hesen, Hüseyin… Teymur, Seymur… Eli, Veli… Bir de Goşgar…
(s. 416-417)
Oğullarının ölümünü fiziksel bir ayrılık olarak gören anne ve babanın onların yerine
çınar ağaçları dikmesi, mitik, kültürel, tıbbî, sosyolojik arka plana sahiptir. Anadolu’da
hükümdarın, yasal yaptırımların sembolü olan çınar, gücün doğadan değil kültür ve
kurallardan kaynaklandığının göstergesidir. “Çınar ağacı; nurun, aydınlığın, Tanrı kutunun
sembolüdür.” (Ergun, 2004, s. 232) Aileler çocuklarının uzun ömürlü olması ve nesillerinin
kıyamet gününe kadar devam etmesi için yeni doğan bebekleri adına çınar dikerler. Çınar,
kabuk ve yapraklarında taşıdığı tanen dolayısıyla dekoksiyonu (bitkinin kaynatılarak tıbbi
özütünün ortaya çıkarılması), göz hastalıkları, yanık tedavisi, cerahatli çıbanlar, yılan sokması
gibi durumlarda mikrop kırıcı, antiseptik ve ateş düşürücü olarak kullanılır. (Baytop, 1999, s.
47) Osmanlı döneminde kurban bayramı törenlerinin çınar ağacı altında yapılması, ağacın gövde
kabuğunun kendiliğinden deri gibi soyulması ile kurban edilen hayvanların derilerinin ağaca
asılarak soyulması benzeşliğinden kaynaklandığı ileri sürülür. Ayrıca Anadolu ve Batı
Türklerinde çınar, hükümdarlık ve güç sembolüdür. Manas Destanı’nda ulu çınarın konaklama
ve sığınma yeri olması; Osman Bey’in rüyasında göbeğinden bir ağaç yükselmesi, Osmanlı
Beyliği’ni dünyayı saran ve dallarının gölgesinin bütün dünyaya yayılan bir çınar ağacı şeklinde
görmesi (Bonnefoy, 2000, s. 27-28); Kuran ve Tevrat’a göre Nuh peygamberin gemisini çınar
ağacından yapması; Yunan mitolojisinde çınar ağaçlarının Zeus’un cezalandırıcı ve yola getirici
gücünü temsil etmesi bu durumun örneklerindendir. Tanrı kutunun ve aydınlığın imi çınar ile
çocuk arasında da bağ kurulur. Tanrı andacı çocuğun uzun ömürlü olması için dünyaya geldiği
zaman doğumun sembolü çınar dikilir. Mumu sönen son oğulun/ Goşgar’ın kara haberi
geldikten sonra babasının, teselliyi doğadaki yeni bir doğumda arayarak ağabeyleri gibi onun
için de bir çınar ağacı diker. Böylece savaşta kaybedilen yedi oğulun acısı, yokluğu bir çocuk
gibi büyüyen ve gelişen başka bir canlı ile hafifletilmek istenir. “Toroslarda yaşayan Yörükler,
Tanrı’ya yakarışlarını dile getirmek ve yağmur duası için bu ulu, kaba ağaçların yanına çıkarlar.
Adları da bazen “Dua Gaba Ağacı”, bazen de “Namaz Ağacı” olur.” (Ergun, 2004: 233) Ölüm
karşısındaki acizliğin, çaresizliğin, çıkışsızlığın somutlandığı yedi oğulun yerini alan yedi çınar
ağacı, simgesel bir yakarış hâlinde göklere yükselirken bir yandan da ölen oğulların ruhundan
parçalar taşır. Zira Eski Türk inanışına göre insan öldüğünde ruhu bedeninden ayrıldıktan sonra
yaşayan insanlar âleminde veya Gök Tanrının katında yaşamlarına devam etmektedir ki bu
ruhun ölümsüzlük boyutudur. Toprağın altında bırakılan ve ruh çıktıktan sonra geride kalan
beden, o insandan özellikler taşıdığı için tümüyle değersiz olmaz. Beden toprağa karıştıkça
ruhun belli bir takım özellikleri topraktan büyüyen bitkilere geçer. Dolayısıyla ruhsal manada
kaybedilen kardeşlerin özelliklerinin kültürel bir varlığa dönüşen çınar ağaçlarına aktarıldığı
düşünülür.
Üçüncü Bölüm’de altı oğlunun ölümü ile yüzleşen Sona Garı’nın yaşlı, ışığı azalmış,
kederli gözlerle askere gitmek üzere toplanmış gençleri ve onları uğurlayanları seyrederek
düşünsel bir yolculuğa çıkar. Askere yolcu edilenlerin arasında kendi çocuklarını arayan ve
onları bulma ümidi içindeki başkişi, son oğlu Goşgar’ı askere uğurlamaktadır. Yazmasının
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O487
O K 503
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
altından süzülüp çıkan beyaz saçları ile bir top güneş ışığına benzeyen ve mitolojik bir kadına
dönüşen bu acılı anne için gerçek ve hayal karışır.
Bütün kend ehli ayakda idi. Gocalı cavanlı, uşaglı büyüklü ‘meme deyenden pepe
deyeen’ hamı esgere gedecekleri yola salmağa gelmişdi.
Sona Garı gamlı bir kölge kimi bu yığıncağın dört dövresinde dolanır, ışığı sozalmış
gözlerini esgere gedecek olan çavanların üzlerinden çekmirdi. O, elebil bu
adamların arasında kimise arayıp ahtarırdı. Çalmasının altından süzülüp çıhan
ağappag saçları, sanırdın bir top ışıkdır. İller, ağrılı- acılı iller şehresini şumlayıp,
şırımlamışdı. (s. 417)
Sosyal zamana ait bir gönderge olan askere uğurlama törenleri, muhtemel bir ölüme
neşe içinde uğurlanan gençler ve onları gönderen aileleri bağlamında çift yönlü mesaj içerir.
Vatan anlayışındaki moral değerlerin yapısını yansıtan bu durum, ruhsal açıdan acı ve hüzün
içeriklidir. Vatanın kurtuluşu için çocuklar feda edilirken görünen coşku ve heyecan ile
görünmeyen korku ve kaygı bütünleşir. Çalınan ve zurna sesinin coşturarak derindeki acılarını
bastıran kitle gibi Sona Garı da hüzünlüdür. Usta Emrah, “Heyva (Ayva) Gülü” makamını
çaldığı zaman başkişinin yüreği “tel tel ol(ur), tellen(ir)” (s. 417) ve onu geçmişe gelin olduğu
yıllara götürür. Baba evinden yuvasına gönderildiği esnada da çalınan bu ezgi, geçmiş-şimdi
sarkacına dönüşür. Zamansal ve mekânsal bir “anı evi” (Bachelard, 1996, s. 42) kimliği kazanan
anne, bireyin geçmişten geleceğe akışındaki en önemli tamamlayıcısı ve yönlendiricisi olur.
Gelin olduğu yıllarda da çalınan bu şarkı, onun baba ocağından ayrıldığı neşeli ve mutlu
günlerinin sese dönüşen yansımasıdır. Felaket zamanlarında geçmişin güzel anlarına dönme
imtiyazı içindeki estet başkişi, böylece dünyadan ve dünya gerçeklerinden kaçış içinde hareket
eder. Goşgar’ı askere göndermenin yarattığı tedirginlik, evliliği ile başlayan, bir kız 7 erkek
çocuk sahibi olması ile taçlanan mutluluğu gölgeler. Sona Garı, olanların olması gerekenleri yok
ettiği bir ruh hâli içindedir.
O, nevesini hayli müddet gollarının arasından burahmıyarak:
-Goşgar bala, get, yollarına yorgan döşensin; goy senin getdiyin yollar, dayılarının
getdiyi yolara ohşamasın. Dedi.
-Salamat gal, nene!
Goşgar, onun gollarının arasından sıyrılıp çıhdı. (s. 417-418)
Sona Garı son oğlunu da savaşa gidip geri dönmeyerek ölen diğer altı çocuğu ve erkek
kardeşleri gibi acı bir sonun beklediğini bilerek uğurlar. Başkişi doğumdan itibaren var olan ve
yaşam boyu süren bir kavram olarak insan hayatında yerini alan ölümün yarattığı kaygıyı,
ölümü ve yaşamı bir bütün olarak algılayarak aşma eğilimindedir. Kabullenme ve ölümü
reddetme ikileminde yaşamının, çocuklarının her alanından uzaklaştırmak istediği ölümün tüm
acı gerçeğiyle karşı karşıya kalır. Goşgar’ın kollarının arasından sıyrılıp gidince Sona Garı,
ölümü yadsıma ve varlığını reddetme arasında sıkışır; bu aşamada tepki olarak ölümü
maskelemeyi değil kavramı bilincinden atarak etkisiz hâle getirme içeriğine sahip “bastırma”yı
seçer.
Dördüncü Bölüm’de tüm oğulları ölen başkişi Sona Garı’nın doğaya sığınması;
koruyucu iye güneş ile anneliğin anlamı ve kutsallığı merkezli konuşması aktarılır. Doğa ve
annenin kendilik bilincini kazandıran yaratıcı ve diriltici göndergelerinin bütünleştiği bu
504 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
488
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
diyalog, bireyin şey’ler dünyasından sıyrılıp kendilik bilincine kavuşabilmesinin yansımasıdır.
Güneş ana, başkişi için olması gerek sesinin sembolü bir norm karakter işlevi yüklenir.
..Göy zemilerin gözlüyü uzaklarda göylerin maviliyine govuşur, çınarların teze-ter
yarpagları hazin hazin pıçıldaşırdı. Yarpagların sözü, söhbeti neydi? Ana kalbi sarı
sime, kahır şimşeğine dönmüşdü. O, gurumuş gilas budaklarının çiliklerine
benzeyen barmaklarını üzünde daraklayarak az evvel Goşgar’ın getdiyi yollara
bahırdı; gören ele sanardı ki, onun gözleri bir cüt gam yuvasıdı.
Gün, günorta yerinde idi. Torağaylar ses sese vermişdi. Bütün dünya yaz nağmesi
ohuyurdu. Ancak elebil, Sona Garı’nın sinesi sal buz bağlamışdı. Göylere göz
dolandırdı. Sanki güneş ona sarı bahıp gülümsedi. (s. 418)
Ana ve oğul ibarelerinin son beşik ifadesi ile derinlik kazanan çağrışımsal anlam evreni,
bireysel özlem ve duygulanımların son aşamaya vardığının işaretidir. Hüzünlü imlemeler içeren
son beşik, yaşam ile kurulan ilişkinin mekânı ve zamanı aşan yönünü işaret eder. Yaşlı bir
anneyi dünyaya/ yaşama bağlayan anlamlı ilmeğin söze taşındığı bu tamlama, savaş denilen
canavar tarafından yok edilecek oluşu ve edilişi ile dramatik boyut kazanır. Annenin oğula ve
oğulun anneye bağlılığının tehdit altında oluşu, yeni teselli kaynakları arayışını zorunlu hâle
getirir. Panteist bir anlayış içinde doğaya sığınan Sona Garı, acısını güneş anayla paylaşır.
Güneş sisteminin merkez öğesi güneşle kurulan bu analojik bağ, doğa-insan bütünleşmesinin
göstergesidir.
-Sen ululardan ulusan, güneş! Yerin de, göyün de anası sensen! Biz geldik gederik,
dünya durdukça sen de duracaksan… Gan içen zalımların gara nefesini, üreklerini
öz odlarıyla öz ocaklarında yandır, küle dönder! Bundan bele heçbir ana, menim
çekdiyim oğul dağını çekmesin, güneş (..)
-Yaradılışın, hayatın evveli, başlangıcı anadır; beşer, ana döşünden süt emip. Ey
ağbirçek ana, sen, bu sözleri insanlara söyle! Goy sesine, harayına bütün insanlar
ses versin! Ana sesi dünyanın en mukaddes, en yüce sesidir. Ucalt sesini bütün
analar seninledir! Men de seninleyem!
-Var ol güneş, sen anaların anasısan!
-Men göyler gızıyam, analar ise torpagın gızıdır. Aslında biz bacıyık, taleyimiz,
kaderimiz birbirine ohşayır. Yerde bir insan dünyadan köçen de göyde bir uldız
sönür.
-Gel, bugün ölümden danışmayak. (s. 418)
Sona Garı, tıpkı bir anne gibi insanları koruyan ve gözeten, zor zamanlarda yardım elini
uzatan güneş ile annelik üzerinden astral bir özdeşlik kurar. Mitik arka plana sahip bu yöneliş,
Türk mitolojisinin en eski kültlerinden Güneş ya da Güneşe tapınma inancının karşılığı Kün’e
dayanır. Kozmik düzlemin göğe ait en önemli Tanrısal yüzü güneş, yaşamla doğrudan ilişkisi
olan ve gök Tanrı ile arasında soy ilişkisi kurulan Tanrısal bir figürdür. (Eliade, 2003, s. 140152) Güneşin kutsallık ve tanrısallığının kökeninde koruyuculuğu, canlılara hayat vermesi,
ışığın ve sıcaklığın kaynağı olması vardır. (Bayat, 2007, s. 299) Gök Âlemi’nin en yüksek
katında/ yedinci katında oturan yaşamın ana kaynağı olduğundan dişil algılanan Kün Ana,
Güneş (Küneş) Ana, Yaşık Ana; Moğollar’da Nar (Nara) Ece insanların ilk büyük annesi kabul
edilir. Ay’la birlikte dünyanın merkezi şeklinde tasarlanan Güneş, Altın Dağ’ın etrafında dönen
gök cisimlerinden biridir. Hint mitolojisinde kökeni Rig Veda ilahilerine dayanan, doğrudan
Güneş tanrısı biçiminde adlandırılan Sūrya, her şeyi ve her yeri gören; bütün dünyaya bakan,
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O489
O K 505
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
insanların yaptıkları iyi ve kötü şeyleri izleyen; duran ve hareket eden her şeyin koruyucu
ruhudur.
-Hayat, menimle hamişe mücadele hâlindedir.
-Hayatın çırağı daha gürdür. Eğer bele olmasaydı, zulmet geceler gündüzleri
çohdan boğardı, çohdan sönerdi dünyanın ışığı.
-Menim özüm de sönüp gederdim…
-Sen üreklerin, direklerin zerre ışığından yaranmısan, güneş!
-Kimin ki üreyinde ışık olup, yahşılık odu yanır, bele adamlar senin zerrelerinde
yaşayır. Deyirem, menim oğullarımdan Hesen’imin, Hüseyin’imin, Teymur’umun,
Seymur’umun, Eli’min Veli’min… sonbeşiyim Goşgar’ımın üreyini göreydin…
Heresi bir nur parçasıydı. Atlanıp getdiler, dağların dalında gözden itdiler. İndi
kısmetim, tesellim bu çınarlar olup. (s. 419)
Yüce varlıklar ve sıklıkla gök tanrı ile özdeşleştirilen güneş ve hayat arasındaki
kaçınılmaz ilişkinin ifadesi hâlindeki bu sesleniş, başkişinin acılarını, kayıplarını, hüznünü
doğaya yansıtarak toprakla ve gökle bütünleşmesidir. Ölümlerle sınanan, evlatlarının kaybının
acısı ile yaralanan, vatan sevgisi ve analık arasında sıkışan Sona Garı, yeniden doğumun ve
yaşamın sembolü güneş ile yeni’lenmek ister. Yaşlı annenin solgun dudakları titreyerek yaptığı
bu konuşmadan sonra başkişi, elini yaşlı gözlerinin üzerine koyarak mavi göklere bakar. Göz
pınarlarını dolduran yaşlara çarpan güneş ışınları, binlerce elmasa çarpmış gibi parıldamaya
başlar. Onun tek tesellisi, memlekette/ vatanda savaşların bitmesidir. Güneş anayla bu durumu
da paylaşmak ister. Başkişi, dikilen yedi çınar ağacı aracılığıyla çocuklarının ölümü ile yaşadığı
acının, karamsarlığın, umutsuzluğun gideceği; bedeninin ve ruhunun yaralarının iyileşeceği
beklentisi içindedir. Öze dönüşün ve varoluş olanaklarının taşıyıcısı kutlu bir sığınak olan
güneş, başkişinin trajik kırılma anında devreye girerek onu teselli eder.
Ana torpag her adamın adına çınar böyütmür. Veten yaşadana, torpag yaşadana
ölüm yoghdur Sona!
Doğma sesler geldi ananın gulağına. ‘Biz ölmemişik ay ana. Çınar olup boy atmışık.
Hemişe de bah belece galacayık.’
Ananın solgun dodagları esdi, titredi. ‘Sesinize gurban olum, benim çınar balalarım.
Galhın evimize gedek, teze paltarlarınızı geyinin… Bayram gelir sizin bayramınız…
Galebe bayramı… Bütün ellerin azadlıg bayramı…’ (s. 419)
Hiç değişmeyen ve değişmeyecek mutlak gerçeğin ifadesi olan ölümü aşan insan için,
ölüm bir son değildir; Mircae Eliade’nin ifadesiyle “belli süreler için ruhun yeniden
cisimleşmesi sonucu, yitip gitmiş olan en eski ve en yetkin duruma dönüş[me]” (Eliade 1998, s.
118) hâlidir. Bu bakış açısıyla ölümü kabullenen başkişi, dünyadaki varlık alanlarının bütünü ve
tinsel varoluş olanaklarının mekânı vatandan ayrılmayı istemez. Sona Garı ile doğa (güneş,
toprak, ağaç/çınar), savaş trajiğinde birleşir. Savaşın en acı yüzünü gören anne, çocukları ile
vatan ve özgürlük arasında tercih yapmak zorunda kalmanın dramını içselleştirir. Vatan adına
verilen mücadelenin ve feda edilenlerin simge kişisi olarak elinden alınan evlatlarının yerine
doğaya sığınır. Çınar ağaçları ile filizlenen kökle ve güneş ananın manevi gücü ile yenilenmeye
çalışır. Tüm tutunma noktaları elinden alınan başkişi, çocuklarından ayrı devam ettiği sürgün
hayatını güneş ana ile tek bir ruhta birleşerek mitik bir düzleme taşır. Her bir oğlunun kara
506 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
490
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
haberi geldikten sonra diktiği yedi çınara bakar ve vatan için feda ettiklerini özlemle anar. Bu
yedi çınarın sesini duyar ve onlarla konuşur.
Sona Garının gözleri güneşlendi. O, üzünü dağlara tutdu. Dağlar sanki gol boyun
olup üzleri güneşe teref ‘Yallı’ gedirdi. Çınarlar da terpendi… Sona Garıya ele
geldi ki güneş de onun elinden tutdu. (s. 419)
Çeşitli değişimlere uğramasına rağmen varlığını sürdüren doğaya tutunma, yaşamın acı
gerçeklerini deneyimleyen, evlatsızlık ile tüm yaşamsal alanları yok edilen Sona Garı için
korumacı ve kurtarıcı bir etki alanı sunar. Evladını kaybeden bütün annelerin temsilcisi olarak
hikâyenin sonunda doğa ve doğada yeniden dirildiğine inandığı çocukları ile birleşir. Onun
yaşadığı bu durum, yaşamın gerçeklerinden kaçarak doğaya sığınma ve onun diriltici ve yaşatıcı
gücünü ödünçleme çabasıdır.
Sonuç: Sözden Heykel
Nahit Hacızade’nin doğa ana ve tinsel ana kategorilerinin katmanlaştığı “Çınar
Oğullar” hikâyesi doğa (güneş, toprak, ağaç/çınar) ve insanın yaratma, besleme ve dönüştürme
güçleri bakımında annelikte buluşturulduğu bilinçdışı bir özdeşleşme kurgusudur. Bireysel ve
toplumsal karakteri belirleyen değer dizgesinin şekillendirdiği entrik kurguda başkişi Sona Garı,
hem biyolojik hem de toplumsal kurgu nitelikleri ile anne/lik ile donanır. Yaşamın taşıyıcısı
olarak genelde doğa özelde güneş ve toprak ile soylu bir kimlik hâlindeki annelik içgüdüsünde
buluşur. Böylece kurguda kurtarıcı sığınak ve zamansal sürekliğinin göstergesi doğa,
çocuklarının ölümü sonrası dikilen yedi çınar ağacı, o çınar ağaçlarını büyüten toprak ve güneş
aracılığıyla annelik katmanlaşır. Anneliğin yaratıcı ve diriltici göndergelerindeki bu birleşim,
varoluşsal dönüşüm dinamiklerinin kişi düzeyindeki temsilcisi başkişinin yedi oğlunu vatan için
savaşa gönderen ve onların ölümleri ile yüzleşmesi ve ontolojik anlamda kendilik sınırlarını
keşfederek doğaya yönelmesi ile boyut kazanır. Annelik ve vatan arasındaki seçim yapmak
zorunda kalan tüm anneler gibi yeni tutunma noktaları arayan Sona Garı, her bir oğlunun kara
haberini aldıktan sonra çınar ağaçları dikerek onları evlatlarının yerine koyar. Doğa ile içsel ve
mitik birleşme içinde hareket ederek analığa/ anneliğe ait özün değişmezlerini koruma ve tepki
normları geliştirme bağlamında tinsel varlık alanlarının derinleşmesinin kişi düzeyinde
temsilcisi olur.
Trajik kırılmalarda doğa (güneş, toprak, ağaç/çınar) ve insan (anne/ana) kategorilerinin
yaratıcı ve diriltici göndergelerde bütünleşmesi metinleştiği “Çınar Oğullar” hikâyesinde
anne/lik, sürerlilik imleyen kapsayıcı bir anlam değeri olarak kurguyu biçimlendirir. Metnin
değişmezleri aracılığıyla evrendeki tüm varlık alanlarının aynı dizgede birleşim içinde olduğuna
dikkat çekilir.
Kaynaklar
Bachelard, G. (1996). Mekânın poetikası. (çev. Aykut Derman). İstanbul: Kesit Yayıncılık.
Bayat, F. (2007). Türk mitolojik sistemi-I. İstanbul: Ötüken Yayınları.
Baytop, T. (1999). Türkiye’de bitkiler ile tedavi. İstanbul: Nobel Tıp Kitabevleri.
Bonnefoy, Y. (2000). Antik dünya ve geleneksel toplumlarda dinler ve mitolojiler sözlüğü. C I.
Ankara: Dost Kitabevi Yayınları.
Eliade, M. (1998). Mitlerin özellikleri. (çev. Sema Rıfat). İstanbul: Alfa Yayınları.
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O491
O K 507
Eliade, M. (2003). Dinler tarihine giriş. İstanbul: Kabalcı Yayınları.
Ergun, P. (2004). Türk kültüründe ağaç kültü. Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı
Yayınları.
Jung, C. G. (2003). Dört arketip. (çev. Zehra Aksu Yılmazer). İstanbul: Metis Yayınları.
Korkmaz, R. (2008). Aytmatov anlatılarında ötekileşme sorunu ve dönüş izlekleri. Ankara:
Grafiker Yayınları.
Makas, Z. (1991). Çınar oğullar. Azerbaycan Çağdaş Hikâye Antolojisi. Ankara: Kültür
Bakanlığı Yayınları. 414-419.
Şafak, E. (2007). Siyah süt. İstanbul: Metis Yayınları.
492
OSMANLI DÖNEMİNDE TERCÜME EDİLEN BİR ESER: AHLÂK RİSALESİ
Ali ÇELİK
Öz
Hazırlanan bu çalışmada İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Atatürk Kitaplığı,
Sayısal Arşiv ve e-Kaynaklar bölümünde bulunan SEL_Osm_01612 demirbaş
numaralı eser tanıtılacaktır. Eserin Türkçe adı A Book on Morals; Türkçe adı da
Ahlâk Risalesi olup İngilizce ve Türkçe olarak iki dilde hazırlanmıştır. Muharrem
1312 (Haziran 1894) tarihinde, İzmir’de bulunan M. Nikolayidi matbaasında
basılmıştır.
Mahmud Esad tarafından hazırlanan Ahlâk Risalesi çocukların ahlaki açıdan
nasıl eğitilecekleri ile ilgilidir. Eserin Türkçe bölümü günümüz Türkçesine çok
yakındır. Eserin kimi bölümlerinde konunun daha iyi kavranması için yer yer
teşhis ve intak gibi edebî sanatlara da başvurulmuştur.
Eserde toplam 17 başlık bulunmakta ve her başlıkla ilgili birtakım bilgiler
verilmiştir. Başlıklar sırasıyla şöyledir: “Allah”, “Mektebe Devam”, “Dua”,
“Terbiye”, “İlim”, “Hikmet”, “Sabah İşi”, Kelimat-ı Hikemmiye-yi
Murtazaviye”, “Münacat”, “Hikmetü’l-Hiyye”, “Baba”, “Hürmetsizlik,
Riayetsizlik”, “Vatan-Osmanlı Devleti”, “Bazı Terbiyesizce Şakalar ve Uygunsuz
Hâller”, “Hoş Geçiniş”, “Terbiyeli İnsan”, “Cemil-i Hikemiye” olmak üzere
toplamda 17 başlık altında birtakım bilgiler verilmiştir.
Hazırlanan bu bildiride, Osmanlı Dönemi’ne ait tercüme eserin tanıtımı
yapılmış, ardından eserin tercümesi hakkında bazı sorunlara değinilmiştir.
Anahtar Sözcükler: Mahmud Esad, Ahlâk, Risale, tercüme, Osmanlı.
A WORK TRANSLATED IN THE OTTOMAN PERIOD: THE BOOK ON
MORALS
Abstract
In this prepared study, the work with fixture number SEL_Osm_01612 in
Istanbul Metropolitan Municipality, Atatürk Library, Digital Archive and eResources section will be introduced. The Turkish title of the work is A Book on
Morals; Its Turkish name is Ahlâk Risalesi and it is prepared in two languages,
English and Turkish. It was printed in Muharrem 1312 (June 1894) by M.
Nikolayidi printing house in Izmir.
The Book on Morals prepared by Mahmoud Essad is about how children will
be morally educated. The Turkish part of the work is very close to modern
Turkish. In some parts of the work, literary arts such as simile and intak were
used in some places to better understand the subject.
There are 17 titles in total in the work and some information about the title
has been given. The titles are as follows: "Of God", "Perseverance", "Prayer",
"Education", "Science", "Wisdom", "Morning Work", "Ali's Maxims", "Hymn",
"Providence", "A Father", "Irreverence, Disrespect", "Native Land", "Rude Jokes
and Reprehensible Doings", "Entertaining Well", "Well Educated Man", "On
Philosophical Phrases".
In this prepared report, the translated work belonging to the Ottoman Period
was introduced and then some problems about the translation of the work were
mentioned.
Keywords: Mahmoud Essad, Morals, Tractate, translation, Ottoman.
Okt.; Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi,
[email protected].
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 509
493
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
0. Giriş
Osmanlı coğrafyası yazı kültürü açısından dünyanın kültür tarihinde önemli bir yere
sahiptir. Türklerin binlerce yıllık yazı kültürünün en zengin ve en güzel metinleri bu coğrafyada
yazılmış ve geliştirilmiştir. Telif eserler yanında farklı dillerden yapılan tercümeler de dilin
tarihî gelişimine önemli katkılar sağlamıştır.
Hazırlanan bu çalışmada Mahmud Esad tarafından kaleme alınan Ahlâk Risalesi adlı
eserin genel bir tanıtımı yapılacak; ardından bazı değerlerdirmelerde bulunulacaktır.
1. Kısaca “Mahmud Esad” Hakkında
Foto 1: Mahmud Esad
Konya’nın Seydişehir ilçesinde 1885’te dünyaya gelmiştir. 1870’de İstanbul’a gelerek
Fatih Medresesinde dinî bilimler üzerine eğitim almış, bu arada Menşe-i Muallimin-i
Askeriye’ye (Askeri Öğretmen Okuluna) kaydolmuş ve büyük başarı göstererek 1884 yılında
matematik öğretmeni olmuştur. Ayrıca bu dönemde Hukuk Mektebine başlamış, devrin önemli
isimlerinden Hasan Fehmi Paşa’dan devletler umumî hukuku, Münif Paşa’dan hukuk felsefesi,
Gabriyel Norandukyan Efendi’den devletler hukuku derslerini almıştır. Mahmud Esad sadece
dersler almakla yetinmemiş Arapça, Farsça, Fransızca ve İngilizce öğrenmiştir. Aldığı
eğitimlerin temelinde çeşitli görevlerde bulunmuştur. 1879 yılında Gülhane Askeri Rüştiyesinde
Osmanlı Türkçesi ve din bilgisi öğretmeni olarak memuriyete başlamıştır. Yaklaşık altı sene
kadar çalıştıktan sonra İzmir Vilayeti Bidayet Mahkemesi Reis-i Evvelliğine atanmıştır.
Hâkimliğin yanında İzmir İdadisinde tarih-i sanayi (sanayi tarihi), tarih-i tabiî (doğa tarihi)
derslerini okutmuştur.1 1896 yılına gelindiğinde Maliye Nezareti Hukuk Müşaviri olarak
İstanbul dönmüş ve 1898 yılında Mekteb-i Mülkiyede genel iktisat ve devletler hukuku,
Mekteb-i Hukukta mecelle-i ahkam-ı adliye derslerini vermiştir. Yeni açılan Darülfünun
Edebiyat Şubesinde tarih-i din-i İslam (İslam dini tarihi) dersleri müderrisliği yaparken 1907’de
Rumeli vilayetinin teftişiyle görevlendirilmiştir. 1908’de İkinci Meşrutiyetin ilanından sonraki
dönemde 17 Şubat 1909’da Hüseyin Hilmi Paşa kabinesinde Defter-i Hakanî Nazırlığı yapmış
ve bu görevin yanı sıra Adliye Nazırlığına vekâlet etmiştir. 17 Şubat 1913’te Şura-yı Devlet
Tanzimat Dairesi Reisliğine getirilmiştir. Bu görevi sırasında bakanlık yapmış bir kişi olarak
önemli yurt dışı yolculuklarında bulunmuştur. 1915’te Konya’ya bağlı Isparta sancağından
milletvekili seçilmiştir. Mebusluğu sırasında 1917 tarihli Hukuk-ı Aile Kararnamesini
İzmir’de katıldığı muhitin Mahmud Esad’ın fikrî yönelişlerine büyük bir etki yaptığı vurgulanır (Yörük, 2012, s.
486)
1
510 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
494
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
hazırlayan komisyonun başkanlığını yapmıştır. 1917 (1918?)’de2 kalp krizi geçirerek vefat
etmiştir (Erdoğdu, 2009, s. 25; Yörük, 2012, s. 487; Dokumacı, 2019, s. 139).
Kendisinin ilmi çalışmaları bir çok alana yayılmış olup resmî görevleriyle beraber
zamanını en iyi ve bereketli şekilde değerlendirme imkanı bulmuş, devrin karışık zamanlarında
bile ilmî faaliyetlerden geri durmamıştır. İlmî sahada öne çıkan en önemli özelliği
hukukçuluğudur (Köse, 2003, s. 217). Çalışma sahası olarak umumî hukuk tarihini tercih etmesi
ve önce bu konuyu vuzuha kavuşturmak istemesi medeniyet anlayışıyla ilgilidir. Avrupa
devletlerinin Osmanlı Devleti üzerindeki nüfuzunun çok yoğun olduğu bir dönemde yetişen
yazar, Batı medeniyetini model olarak algılamakla beraber kendi dışındakilere hayat hakkı
tanımayan yekpare bir medeniyet anlayışını aşmayı amaçlamaktadır (Yörük, 2012, s. 488).
Mahmut Esad’ın telif ve çeviri toplam 38 adet eseri olup, beşerî ve pozitif bilimler
alanında önemli eserleri bulunmaktadır (Dokumacı, 2019, s. 140; Erdoğdu, 2009, s. 26).3
2.
Ahlâk Risalesi
2.1. Eserin Tespiti
Eser, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Atatürk Kitaplığı, Sayısal Arşiv ve e-Kaynaklar
Bölümünde Sel_Osm_01612 demirbaş numarası ile kayıtlıdır.4
2.2. Eser Bilgisi
Eserin İngilizce adı A Book on Morals; Türkçe adı Ahlâk Risalesi olup Mahmud Esad
tarafından Türkçe ve İngilizce olarak iki dilli kitap şeklinde hazırlanmıştır. Muharrem 1312
(Haziran 1894) tarihinde, İzmir’de bulunan M.Nikolayidi matbaasında basılmıştır.
Foto 2: Mahmud Esad’ın Ahlâk Risalesi adlı eserinin kapağı
Ali Erdoğdu (2009, s. 25) 18 Mart 1918’de; Yavuz Selim Dokumacı (2019, s. 139) 1917’de; Ali Yörük (Yörük,
2012, s. 487) 28 Mart 1917’de Mahmud Esad’ın öldüğünü yazmaktadır. Mahmud Esad’ın ölüm tarihiyle ilgili
farklılıklar bulunmaktadır. Konu ile ilgili olarak ayrıntılı bilgiye Uğur Dinç’in (2016, s. 31) çalışmasındaki dip nota
bakılabilir.
3 Ayrıntılı liste için bk. Erdoğdu, 2009, s. 26.
4 İlgili okuyucuların faydalanabilmeleri için ücretsiz olarak internet üzerinden sunulmaktadır. Ayrıntılı bilgi için bk.
http://ataturkkitapligi.ibb.gov.tr
2
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O495
O K 511
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
2.3. Eserin İçeriği
Eserde toplam 17 başlık bulunmakta ve her başlıkla ilgili birtakım bilgiler verilmiştir.
Başlıklar sırasıyla şöyledir: “Allah”, “Mektebe Devam”, “Dua”, “Terbiye”, “İlim”, “Hikmet”,
“Sabah İşi”, Kelimat-ı Hikemiye-yi Murtazaviye”, “Münacat”, “Hikmetü’l-hiyye”, “Baba”,
“Hürmetsizlik, Riayetsizlik”, “Vatan-Osmanlı Devleti”, “Bazı Terbiyesizce Şakalar ve
Uygunsuz Hâller”, “Hoş Geçiniş”, “Terbiyeli İnsan”, “Cemil-i Hikemiye”. İlgili başlıklar
hakkında kısaca şu bilgiler verilebilir:
2.3.1. Allah
Çocuklar akşam evlerine geldiklerinde annelerine aç olduklarını, üşüdüklerini, yorgun
olduklarını söylerler. Anne, çocukları için önemlidir. Ancak çocuklara anneyi veren, dünyayı
yaratan, ayı, güneşi yoktan var eden Allah’tır. Allah birdir ve her şeyi bilir. Bundan dolayı
Allah’ın sevgili kulu olunması gerektiği belirtilmiştir.
2.3.2. Mektebe Devam
İyi bir öğrencinin nasıl olması ve hangi vasıflara sahip olması gerektiği küçük bir çocuk
üzerinden anlatılmıştır.
2.3.3. Dua
Kimi ihtiyaçların anneden istenildiği gibi Allah’tan da akıl, cesaret ve çalışkanlık
istenmesi gerektiği söylenir. Hatta anne çocuğunun istediklerini veriyorsa, Allah da dileyene
verir.
2.3.4. Terbiye
Terbiye denildiğinde terbiyeden maksadın ne olduğu hakkında kısaca bilgiler
verilmiştir.
2.3.5. İlim
İlim için “insanın bilmediklerini öğrenip bilmedisir” şeklinde tanım yapılmıştır.
Ardından insanın doğduğunda hiçbir şey bilmediği; anne, baba gibi büyükler ve hoca efendiler
sayesinde bilgilerin öğrenildiği söylenir. Yemek, içmek, giyinmek nasıl önemliyse ilim, fazilet,
marifet ve sanat da o derece gereklidir.
2.3.6. Hikmet
“Re’s-i hikmet nedir? Hak Teâlâ hazretlerinden haber verir misiniz?”, “Hak Teâlâ
hazretlerine olan birinci vazifemiz nedir?”, “Vazifemizi icra etmekten bize ne fayda hâsıl
olur?”, “Bu vazifemizin suret-i icrasını kimden ve nereden öğrenebiliriz?”, “Din nedir?”, “Baba
ve annemize karşı vazifemiz nedir?”, “Kendimize ait olan vazifemiz nedir?” şeklinde bazı
önemli konular hakkında çeşitli sorular sorularak cevapları verilmiştir.
2.3.7. Sabah İşi
Sabah güneş doğarken gün başlar. İnsanlar işlerine giderler. Diğer canlılar da yaşam
döngüsü içinde günlük işlerini yaparlar. Çalışkanların hepsi işlerine gider. İşte çocuk da
çalışkan olmalı. Çalışkanlık sayesinde saadete kavuşulacağı anlatılmaktadır.
512 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
496
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
2.3.8. Kelimat-ı Hikemiye-yi Murtazaviye
24 adet güzel söz verilmiştir. Bunlardan birkaçı şöyledir:
Hayâ insanın siperidir.
Allah’tan kork, başkasından emin ol.
Emsalinle gez.
Yüz aklığı doğruluktadır.
2.3.9. Münacat
Allah’ın büyüklüğü, sonsuzluğu anlatılmıştır. Kısa da olsa bir yakarış mevcuttur.
2.3.10. Hikmet-i İlahiye
“Cenab-ı Hakk’ın nazarı hayretimizi celp edecek surette dünyayı hadsiz, hesapsız eşya
ile doldurmasında ne hikmet vardır?” sorusu sorularak birtakım cevaplar verilmiştir. Özellikle
gökyüzü, ay, dünya, güneş vd. her şey Allah’ın kudretine delildir. Yarattığı her şeyin bir sebebi
vardır. İnsan, aciz bir kuldur. İnsan acizliğini bilip daima Tanrı Teâlâ’ya şükretmelidir.
2.3.11. Baba
Bir baba işten yorgun geldiğinde çocukları okuldaki başarılarını babalarına anlattığında
babalarının yorgunluğu gider, mutlu olurlar. Babalarının yorgunluğu alan, onları mutlu eden
çocuklar iyi çocuklardır.
2.3.12. Hürmetsizlik, Riayetsizlik
Kötü huylu birisi kötülüklerini çekinmeden yapar ve yaptıklarını özgürlük olarak
söylerse bu kişilerden uzak durulmalıdır. Aynı şekilde izinsiz olarak toplantıdan ayrılmak,
birisinin bahçesinden izinsiz çiçek ya da meyve koparmak da çok kötü davranışlardır. Bu gibi
hâllerden uzak durulmalıdır.
2.3.13. Vatan
Vatanın adı Osmanlı, bu devlet Sultan Osman’ın yadigârıdır. Bu devlette yaşayanlara
Osmanlı denir. Başkenti İstanbul’dur. Çocukların padişahını sevmeli, sevmeyen nankördür.
2.3.14. Bazı Terbiyesizce Şakalar ve Uygunsuz Hâller
Çocukların keyiflerine göre uygunsuz şakalar ve davranışlarda bulunmaması gerektiği
anlatılır. Aksi hâlde ise dünyada ve ahrette cezası çekileceği belirtilmiştir.
2.3.15. Hoş Geçiniş
“İnsanlar arasında aziz olmak ve herkese kendini sevdirmek için ne yapmalı?” sorusuna
bazı cevaplar verilmiştir.
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O497
O K 513
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
2.3.16. Terbiyeli İnsan
Terbiyeli insanın büyük, küçük demeden herkese saygılı olması; din, mezhep, millet
ayrımı yapmaması; yalan, hırsızlık vb. kötü davranışlarda bulunmaması gerektiği anlatılmıştır.
2.3.17. Cemil-i Hikemiye
49 adet güzel söz verilmiştir. Bu güzel sözlerden bazıları şunlardır:
Düşünmeden işlemek, hazırlanmadan seyahate çıkmak gibidir.
İyilik etmek, iyilik görmekten daha tatlıdır.
Ölüm, yalnız faziletten mahrum olanlar için müthiştir.
Nankör yürek, yağmur içip de mahsul vermeyen çöle benzer.
Sonuç ve Değerlendirme
Ahlâk Risalesi, içerik bakımından İslam temelli olan ve özellikle çocukların kolayca
anlayabileceği dille yazılmış kısa bir eserdir. Eserde dikkati çeken şey, eserin telif mi yoksa
tercüme mi olduğudur. Esere ilk bakıldığında başka bir kitaptan tercüme edilmiş gibi
görünmekte; fakat başka bir kitaptan tercüme edilseydi, o zaman kimin hangi eserinden
olduğunun da bilgisi bulunmalıydı. Bu tercüme meselesi ile ilgili Ali Erdoğdu tarafından
hazırlanan çalışmada Ahlâk Risalesi tercüme eserler bölümünde gösterilmiş ve The Book on
Morals’dan tercüme olduğunu belirtilmiştir (Erdoğdu, 2009, s. 26). Aynı yazar yüksek lisans
tezinde de eserin tercüme olduğunu hatta Mahmud Esad’ın İngilizcesini ilerletmek amacıyla
tercüme ettiğini ifade etmiştir (Erdoğdu, 2002, s. 62). Burada dikkati çeken bir husus
bulunmaktadır. The Book on Morals adlı eser acaba kime aittir? Başka bir yazara ait olsaydı
Ahlâk Risalesi adıyla tercüme edilen eserin kapağında ya da başka bir yerinde belirtilmez
miydi?
Eserin kapak kısmına bakıldığında Türkçe ve İngilizce olarak kitabın adı, yazarı, basım
yılı ve yeri gösterilmiştir. Eserin iç yapısı da kapaktaki gibi hem İngilizce hem Türkçe olmak
üzere iki dillidir. Yani eserin bir sayfası Türkçe iken sonraki sayfası İngilizce olacak şekilde
okuyucuya sunulmuştur (Dinç, 2016, s. 55). Ali Erdoğdu’nun (2009) aksine Uğur Dinç eserin
başka bir eserden tercüme olmadığını, eseri Mahmud Esad’ın bizzat kendisinin yazdığını ve
İngilizceyi de iyi kullanabildiğini söylemektedir (Dinç, 2006, s. 55). Yavuz Selim Dokumacı
tarafından hazırlanan Ahlâk Risalesi’nin Latin harfli çevirisinde ise eserin tercüme olup
olmadığı hakkında herhangi bir bilgi bulunmamaktadır (Dokumacı, 2017).
Ali Erdoğdu ile Uğur Dinç’in farklı görüşleri ortaya çıktıktan sonra hangi araştırmacının
görüşü kabul edilebilir?
Aslında eser dikkatle incelenirse bunun cevabı rahatlıkla bulunabilir. Eserin “Mektebe
Devam” bölümünde eserle ilgili şu bilgiler verilmektedir:
“Bu okuduğum kitabı tanırım. İsmini de bilirim. İlk sahifesinde yazılıdır. Orada tab
olunduğu tarihi de göstermişler. İşte şudur 1312. Kitapların basıldığı yere matbaa derler. Bir
risale yahut kitap telif eden zata müellif denir. Ekseriya kitabın isminden sonra müellifin ve
tabının ismi yazılır.” (Mahmud Esad, 1312, s. 6). Bu kısa bilgiden sonra Ahlâk Risale’sinin telif
eser olduğu anlaşılmaktadır. Eğer tercüme eser olsaydı yukarıdaki alıntıda büyük ihtimalle
514 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
498
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
tercüme edilen eserin sahibinin adı ve daha önce nerede basılmış olduğuyla ilgili bilgilerin
verilmesi kaçınılmaz olacaktı.
Peki bu eseri, tercüme eser olarak nasıl değerlendirmek gerekir? Ahlâk Risalesi’ni farklı
bir yazardan alınarak tercüme edilmiş eser olarak kabul etmemek gerekir. Çünkü eserin
“Mektebe Devam” bölümü (Mahmud Esad, 1312, s. 6) bize eserin telif eser olduğunu
göstermektedir. Eserin tek yazarlı olup iki dilli olarak çıkmış olması özellikle kültürel olarak
önemli bir yerde durduğunu düşündürebilir. Çünkü Türk-İslam kültürünün İngilizce aracılığıyla
başka memleketlerde tanınmasına imkan verecektir. Eser her ne kadar küçük hacimli olsa da
özellikle çocukların ilgisini çekebilecek niteliktedir.
Ahlâk Risalesi’nin tercüme faaliyetlerinin gelişmesinde ve tercümeye olan ilginin
artırılmasında faydalı bir eser olabileceği düşünülmelidir. Dili açık ve sade olduğu için kolay
anlaşılabilmekte ve sayfaların karşılıklı olarak birbirinin tercümesi olduğu için anında
tercümesine bakabilme kolaylığı sağlamaktadır.
Yukarıda belirtilenlerden başka Türk dilinin söz varlığının tespiti açısından eldeki
imkânlar dâhilinde Arap harfli metinlerin mutlaka incelenmesi ve sözlüklerinin oluşturulması
gerekir. Bu da Türkçenin söz varlığını zenginleştirmede fayda sağlayacaktır. Buna ek olarak
tanınan ya da tanınmayan şahsiyetlerin eserlerini gün yüzüne çıkarmak, dil tarihi ve Türk
kültürü açısından büyük önem taşımaktadır.
Kaynaklar
Dinç, U. (2016). Thomas Carlyle’in Türk düşünce hayatına etkisi ve Mahmud Esad Seydişehrî.
Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara: Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü.
Dokumacı, Y. S. (2019). Mahmud Esat ve Tarih-i sanayi. Dört Öge, 8(16), 137-151.
Erdoğdu, A. (2002). Mahmûd Es’ad Seydişehrî: hayatı, eserleri ve İslâm târîhçiliği’ndeki yeri.
Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü.
Erdoğdu, A. (2009). Seydişehrî. Diyanet İslam Ansiklopedisi, 37. Cilt, Türkiye Diyanet Vakfı,
İstanbul, 25-27.
Mahmud Esad (2017). Ahlâk. (haz. Dokumacı, Y. S.) Ankara: Tapu ve Kadastro Genel
Müdürlüğü.
Mahmud Esad 1312. Ahlak Risalesi. İzmir: M. Nikolayadi.
Yörük, A .(2012). Hukuk tarihi dersinin ihdası ve Mahmud Esad Seydişehrî. Journal of İstanbul
University Law Faculty, 70(1), 479-493.
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O499
O K 515
YENİ DÖVR ƏDƏBİYYATINDA İCTİMAİ İDEAL
Günel AHMEDOVA
Öz
Yeni dövr öz yeni insan tipini yaratmışdır. Yeni dövr insanı sosial
vəzifələri ilə seçilən, bu vəzifələrini dərindən dərk etməyə qadir olan, sosialictimai məsələləri anlayan, ədalət, bərabərlik ideyaları aşılayan insandır.
Onun üçün Vətən, millət eşqi ən vacib məsələlərdəndir. Yeni dövrdə insanın
əsas məqsədi maarifə, elmə, inkişafa, tərəqqiyə yönəlməkdir. O, bütün varlığı
ilə Vətənə, doğma yurduna bağlı olan, mübarizliyi və cəsarəti ilə seçilən
obrazdır.
Yeni dövr ədəbiyyatında insanın bir vətəndaş kimi vəzifələrini,
vətəndaşlıq məsuliyyətini dərk etməsi, Vətən naminə çalışıb-vuruşması, milli
şüurun inkişafı məsələləri ön planda olmuşdur. Zülmə, ədalətsizliyə qarşı
kəskin mübarizə aparılmasının vacibliyi nəzərə çatdırılmış, bunun üçün fəal
surətdə hər bir vətəndaşın öz üzərinə düşən vəzifəni yerinə yetirməsinin
əhəmiyyətindən bəhs olunmuşdur.
Yeni dövr ədəbiyyatı Vətən, millət məsələsinə diqqət çəkir. Bunu həm
Şimali, həm də Cənubi Azərbaycan ədəbiyyatında görürük. Bu dövrün ədəbi
qəhrəmanları (Şeyda bəy, Əhməd bəy, İbrahim bəy və b.) ictimai idealı ilə
seçilən obrazlardır. Peyami Safa “Millət və insan” kitabında ictimai və milli
mənası ilə idealın cəmiyyətə zərərli, hətta faydasız, nafilə fərdi istəklərimiz
yerinə ictimai istəklərimizi qoyan milli şüur zənginliyi olduğunu qeyd edir.
Bütün bunlar yeni dövr ədəbiyyatının əsasında duran fikirləri ifadə edir. Bu
dövrdə ənənəvi aşiq-məşuq modeli transformasiya olunaraq yeni məna kəsb
etmişdir. Divan ədəbiyyatında aşiq Haqqa qovuşmaq üçün çalışırdı. Yeni
dövr ədəbiyyatında aşiq üçün Vətən millət diqqət mərkəzindədir.
İctimai idealın ön plana çəkilməsi Azərbaycan ədəbiyyatında
A.Bakıxanov, M.F.Axundzadə, N.Nərimanov, Ə.Talıbov, Z.Marağayi,
Ə.Hüseynzadə,
Ə.Ağaoğlu,
M.Rəsulzadə,
C.Məmmədquluzadə,
Ə.Haqverdiyev, A.Səhhət, A.Şaiq, H.Cavid, C.Cabbarlı, Ə.Cavad,
B.Vahabzadə, M.Araz və b., Türkiyə ədəbiyyatında isə N.Kamal, Z.Gökalp,
O.Ş.Gökyay, M.A.Ersoy, H.N.Atsız və b. yaradıcılığında öz əksini tapmışdır.
Açar sözlər: Vətən, millət, vətən eşqi, ictimai ideal, milli şüur, yeni dövr
ədəbiyyatı.
SOCIAL IDEAL IN THE LITERATURE OF THE NEW PERIOD
Abstract
The new period created its own new human type. The human of the new
period is a person who is distinguished for his social duties, who is able to
comprehend his duties thoroughly, understands social matters, and inoculates
the ideas of equality. The love for motherland and nation is one of the most
important matters for him. The main purpose of the human being in the new
period is to aim towards education, science, development, and evolution. He
is a character who is committed to his motherland, native land with all his
existence, and who distinguished for his bravery and courage.
Yüksek Lisans Öğrencisi; Bakü Slavyan Üniversitesi,
[email protected].
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 517
500
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
In the literature of the new period, human being’s perception his duties
and responsibilities as a citizen, his struggle for the sake of his motherland,
development of the national conscious are focused. The importance to fight
against the violence and injustice was pointed out, and the significance of
each citizen to fulfill his duties actively is shown.
The literature of the new period focuses on the matter of the motherland
and the nation. It can be seen in the literature of both North and South
Azerbaijan. The characters of this period (Sheyda beg, Ahmad beg, Ibrahim
beg and so on) are the characters distinguished for their social ideal. Peyami
Safa points out in his book Nation and Human that the ideal with its social
and national meaning is a wealth of national conscious that puts our social
desires ahead of our personal desires which are harmful for the society, and
even useless and superfluous. All of these express the ideas that the literature
of the new period is based. In this period the traditional model of loverbeloved has been transformed and has gained a new meaning. In the Divan
literature, the lover tried to rich the God. For the lover in the literature of the
new period the motherland and the nation are important.
The focus on the social ideal is reflected in the works of A.Bakıkhanov,
M.F.Akhundzadeh, N.Narimanov, A.Talibov, Z.Maraghai, A.Huseynzadeh,
A.Aghaoghlu, M.Rasulzadeh, J.Mammadguluzadeh, A.Hagverdiyev,
A.Sehhet, A.Shaig, H.Javid, J.Jabbarli, A.Javad, B.Vahabzadeh, M.Araz, etc.
in the Azerbaijani literature and in the works of N.Kamal, Z.Gokalp,
O.Sh.Gokyay, M.A.Ersoy, H.N.Atsiz, etc. in the Turkish literature.
Keywords: Motherland, love for motherland, social ideal, the literature of
the new period.
Yeni dövrdə, xüsusilə də XIX əsrin sonu – XX əsrin əvvəllərində ictimai-siyasi
hadisələrin gərginliyi fonunda Azərbaycan ədəbiyyatında Vətən, millət məsələləri ön plana
keçmişdir. Belə ki, bu dövrün qəhrəmanı Vətən sevgisi ilə yaşayan, Vətən uğrunda özünü fəda
etməyə hazır olan aşiqdir. Milli təəssübkeşlik, Vətən eşqi, Vətənin xoş günlər görməsi arzuları
bu dövr ədəbiyyatının əsas mövzularıdır.
Beləliklə, yeni dövr ədəbiyyatında sosial, ictimai hadisələrin gərgin vəziyyəti
nəticəsində ədəbiyyatda da ideal dəyişdi. Yeni dövrün əsas idealı Vətən, millət, sosial vəzifələr
kimi səciyyələndi və yazarlar da bu istiqamətdə əsərlər yazaraq xalqı mübarizliyə, Vətəni
sevməyə, onu hər şeydən əziz tutub qorumağa, onun inkişafı üçün çalışmağa səslədi. Yeni
dövrdə idealın dəyişməsi ilə bağlı Tahirə Məmməd yazır:
“Divan ədəbiyyatının müsbət qəhrəmanı ümumbəşəri ideallarla Tanrı yolunu tutmuş kamil insan
idisə, yeni ədəbiyyatın ilkin mərhələsində dünyəvi hüquqları uğrunda gah düşüncəli, gah da primitiv
üsullarla mübarizə aparan qadın, gənc, bir qədər sonra isə öz hüquqlarından qabağa xalqın hüquqlarının
müdafiəsini qoyan, keçmiş həyat tərzinə qarşı cəbhə açan və bu yolda qurban gedən ziyalıdır”
(Məmməd, 2016, s. 131-132).
Yeni dövr ədəbiyyatı Vətən, millət məsələsinə diqqət çəkir. Bunu həm Şimali, həm də
Cənubi Azərbaycan ədəbiyyatında görürük. Bu dövrün ədəbi qəhrəmanları (Rəşid bəy, Şeyda
bəy, Əhməd bəy, İbrahim bəy və b.) ictimai idealı ilə seçilən obrazlardır. “İctimai və milli
mənası ilə ideal cəmiyyətə zərərli, hətta faydasız, nafilə fərdi istəklərimiz yerinə ictimai
istəklərimizi qoyan milli şüur zənginliyidir” (Safa, 1943, s. 58). Peyami Safa “Millət və insan”
adlı kitabında milli təəssübün əhəmiyyətindən və hər kəsin Vətən, millət üçün çalışmalı, faydalı
işlər görməli olduğundan bəhs edir: “Bir millətin üzvü olmasaq, hayvanlaşacağımızı bilirik; bir
millətin üzvü olmamağın mümkün olmadığını bilirik; fərdi həyatımızın milli həyatımızla bağlı
olduğunu bilirik; fərdi həyatımızın fani, milli həyatımızın əbədi olduğunu bilirik; milli
518 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
501
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
həyatımızın davam etməsi üçün fərdi həyatımızı onun əmrinə verməyin vacibliyini bilirik”
(Safa, 1943, s. 59). Bütün bunlar yeni dövr ədəbiyyatının əsasında duran fikirləri ifadə edir.
İctimai idealın ön plana çəkilməsi yeni dövr ədəbiyyatında geniş əksini tapmışdır.
A.Bakıxanov, M.F.Axundzadə, N.Nərimanov, Ə.Talıbov, Z.Marağayi, Ə.Hüseynzadə,
Ə.Ağaoğlu, M.Rəsulzadə, C.Məmmədquluzadə, Ə.Haqverdiyev, A.Səhhət, A.Şaiq, H.Cavid,
C.Cabbarlı, Ə.Cavad, B.Vahabzadə, M.Araz və bir çox başqa ədiblərimizin yaradıcılığında biz
bunun şahidi oluruq.
Milli ideala, sosial vəzifələri ön plana çəkməsinə görə burada Hüseyn Caviddən bəhs
etmək məqsədəuyğundur. Hüseyn Cavid yaradıcılığında da ictimai ideal, Vətən, millət diqqət
mərkəzindədir. Hüseyn Cavid əsərlərində diqqəti sosial vəzifələrə yönəldir. Onun ədəbi
qəhrəmanları üçün sosial vəzifə fərdi istəklərdən öndədir. Bu barədə Tahirə Məmməd yazır:
“Ə.Hüseynzadə, A.Səhhət kimi, Hüseyn Cavid də aşiqi daha çox sosial vəzifələrə meyilləndirir.
Onun idealına yaxın mövqedən çıxış edən qəhrəmanları – Peyğəmbər, Topal Teymur, Azər
üçün sosial borc şəxsi istəklərdən daha üstündür” (Məmməd, 2017, s. 259).
Buradan da aydın olur ki, bu dövr sosial, ictimai vəzifələrin ədəbiyyatda öz əksini
tapması ilə seçilir. Bu ədəbi nümunələrdə sosial-ictimai məsələlər, Vətən, millət təəssübkeşliyi,
maarifçi ideyalar öz əksini tapır.
Burada ədəbiyyatda milli əxlaq məsələsindən də bəhs etmək lazımdır. Yeni dövr
ədəbiyyatında milli şüur və milli əxlaq xüsusi əhəmiyyət kəsb edən dəyərlərdəndir. İstər ilahi,
istər ictimai mənada əbədi olmanın ilk şərti milli olmaqdır. Bu ideal fərdin milli müdafiə üçün
lazım olarsa, canını sevə-sevə verə bilməsi möcüzəsini doğuran qəhrəmanlıq əxlaqının cazibə
mərkəzidir. Buna görə də milli əxlaq olmayan yerdə əxlaq yoxdur (Safa, 1943, s. 48).
Yeni dövrdə ədəbi nümunələr ictimai-siyasi məsələlərin əksini tapması ilə seçilir.
Ədəbiyyatda Vətən eşqinə diqqət yönəldilir və əsərlərdə də bunun əks olunması vacib hesab
olunur. Canından çox sevdiyi Vətəni üçün insan bir dəqiqə belə düşünmədən özünü fəda etməyə
hazır olmalıdır. Doğma yurdu qorumaq ən vacib məsələlərdəndir. Ədəbiyyat da bu ideyaları əks
etdirməlidir.
Dövrün əsas məsələlərindən olan Vətən sevgisi, vətəndaşlıq borcu ədəbiyyatda geniş
ifadə olunmuşdur. Vətənpərvər şair Bəxtiyar Vahabzadənin lirik qəhrəmanının dilindən ifadə
olunan aşağıdakı şeir parçasında biz “Vətən məcnunu” ifadəsinə rast gəlirik. Bu şeirdə Vətən
aşiqlərinə Vətən məcnunu deyilməsinin şahidi oluruq:
Biz Vətən məcnunu, el aşiqi, sülh əsgəriyik.
Biz Vətən naminə ölsək, dirilərdən diriyik.
(Vahabzadə, 2004, s. 132)
Yeni dövr ədəbiyyatında sosial-ictimai vəzifələrdən vacibliyinin vurğulanması ilə
seçilən Zeynalabdin Marağayinin “İbrahim bəyin səyahətnaməsi” romanında da Vətəni
düşünməyənlər “diri ikən ölü” hesab edilir. Bu şeirdə də Vətən naminə ölənlərin dirilərdən daha
diri olduğu söylənilir. Yəni Vətən eşqi ilə yaşayanlar Vətən uğrunda canından keçsə belə,
yaşayırlar. Onlar heç zaman ölmürlər. Daim qəlbimizdə yaşayırlar. Vətəni üçün çalışmayan, onu
düşünməyənlər isə cismən yaşasalar da, ruhən ölüdürlər. Əgər insanın qəlbində Vətən eşqi
yoxdursa, onun yaşadığını söyləmək çətindir. Çünki insan yaşadığı müddətdə hər zaman Vətən
naminə çalışıb-vuruşmalı, onun inkişafı üçün səy göstərməlidir.
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O502
O K 519
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
Romanın baş qəhrəmanı İbrahim bəy Vətənini sevməkdən bir an belə əl çəkmir, çünki
o, Vətəni ilə yaşayır. Əgər Vətəni pərişandırsa, İbrahim bəy də pərişandır. Əgər Vətən məhvə
doğru gedirsə, bu İbrahim bəyin də məhv olacağını göstərir. Çünki insan doğma yurdunun,
Vətənin əldən getdiyini görsə, yaşamaz. Buna insan necə dözə bilər? Vətən aşiqlərinin bu
vəziyyətdə yaşaması mümkün deyil. İnsan Vətənini sevər, çünki göz açıb gördüyü ilk gözəldir
Vətən. Onun varlığı ilə nəfəs alan Vətən övladları kökləri ilə bağlı olduğu torpağa vətəndaşlıq
borcunu ödəmək üçün lazım gələrsə, canından keçməyə hazırdır.
Qəlbi Vətən eşqi ilə coşub daşan Azərbaycan yazıçısı Zeynalabdin Marağayi hər kəsin
dövlətə, Vətənə, millətə sədaqət və pak niyyətlə xidmət etməsinin zəruriliyini vurğulayaraq
bununla dünya və axirət səadətinə nail olunacağını oxuculara çatdırmaq istədiyini söyləmiş və
bunun “İbrahim bəyin səyahətnaməsi” romanında nəzərə alınan faydalı cəhətlərdən olduğunu
bildirmişdir (Marağayi, 2006, s. 407).
Zeynalabdin Marağayinin romanında vətənpərvərlik ideyaları və sosial-ictimai
vəzifələrin əhəmiyyəti oxuculara çatdırılmışdır. Hər bir vətəndaşın Vətəni qarşısında
vəzifələrinin olduğu qeyd olunmuşdur. Zeynalabdin Marağayi həmin dövrdə İranda insanların
Vətən eşqindən xəbərsiz olduğunu qeyd etmişdir.
Artıq keçmiş dövrün eşqinin bu dövrdə yeni məna kəsb edib dəyişməsindən danışaraq
qeyd edir:
“Doğrudur, əziz vətənimizdə bu vaxtadək bu kimi məsələlər yazılmamış, heç kəs vətən
sevgisindən danışmamış və faydalı mövzuları hamının başa düşəcəyi bir tərzdə dövrün tələbləri
səviyyəsində qələmə almamışdır. Yazdıqları əsərlər gül və bülbüldən və məhəbbət sevdası, pərvanə və
şəm məhəbbəti, yaxud müəllif və yazıçının izhari-fəziləti, ya da təriflənməyə heç bir hüququ olmayan
adamların mədhi olmuşdur” (Marağayi, 2006, s. 406).
Yazıçı bununla yeni dövrdə eşq modelində dəyişmələrin labüdlüyünü göstərir və Vətən,
millət idealını ön plana çəkir.
Z.Marağayi sözlərini bu fikirlərlə bitirir:
“İndi ey qələm sahibləri və mərifət əhli, siz bu paltarsız cansız heykəldən ibarət olan yazıya
paltar tikməli və ruh verməlisiniz ki, cana gəlsin.
Heykəli mən yoxsul və müqəssir bəndə yonub düzəltdiyimə görə ümid edirəm ki,
vətənpərvərlikdən dəm vurmaq feyzindən binəsib olmayam.
İndiki dövr keçmiş zaman deyil ki, qələm və fikir sahibləri öz vaxtlarını qədimdəkilər kimi
xülyalar toxumağa, boş əfsanələr uydurmağa və mənasız mətləblər yazmağa sərf etsinlər. Bu kimi
faydasız işlərin heç bir səmərəsi yoxdur. əksinə, onlar gərək Avropa və Yaponiya ədibləri kimi insanlıq və
insanpərvərlik vəzifələrini xalqa başa salsınlar, onlara dərk etdirsinlər ki, bütün xoşbəxtliklərin mənşəyi
müqəddəs vətənin varlığı ilə bağlıdır, onu qorumaq bütün vətəndaşların borcudur...” (Marağayi, 2006, s.
409).
Səyahəti boyunca İbrahim bəy bir çox məqamda sevgili Vətəninin bu acı halının onun
pərişanlığının səbəbi olduğunu söyləyir. Məsələn şəmsüşşüəra ilə söhbətində o deyir:
“Beş aydır ki, vətənimi görmək, onu ziyarət etmək əzmilə bu bədbəxt ölkəyə gəlmişəm. Hər gün
hər tərəfdə, hər bir idarədə, onun hər bir şöbəsində o qədər haqsızlığa rast gəlmişəm ki, ürəyim bir tikə
qan olub, yeməkdən, yatmaqdan, istirahətdən, əylənməkdən qalmışam. Ancaq sizin bütün bunlardan
xəbəriniz yoxdur. Təəssüflər olsun ki, sizin damarlarınızdakı qan soyuyub donmuş, insan heysiyyatından
məhrumsunuz” (Marağayi, 2006, s. 143).
520 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
503
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
Romanda dəfələrlə təkrarlanan “ölü ikən diri, diri ikən ölüdürlər” ifadəsi də bunu ifadə
edir: Vətəni düşünməyənlər diri ikən ölüdürlər, onların damarlarındakı qan Vətən eşqi ilə
axmırsa, deməli, onlar yaşasalar da, ölüdən fərqləri yoxdur. Çünki insan vətəninə xidmət etməli,
onun üçün çalışmalıdır. Əsərdə biz bu fikrin tez-tez vurğulandığını görürük.
Bu fikir Bəxtiyar Vahabzadənin yaradıcılığında da öz əksini tapmışdır:
Gecələr yatmadan əvvəl sor özündən ki:
Bu gün Mən nə etdim məni yurddaş edən öz yurdum üçün?
(Vahabzadə, 2004, s. 132).
Türkiyə ədəbiyyatında Tənzimat dövründə Vətən, millət məsələlərinə yer verilir.
Ədəbiyyatın sosial-ictimai məsələlərə xidmət etməsi də bu dövrdə diqqət çəkən
məqamlardandır. Əhməd Midhət, Rəcaizadə Əkrəm, Əbdülhəq Hamid, İbrahim Şinasi, Ziya
Paşa və b. ədiblərin yaradıcılığında biz bu ideyaların əks olunmasına rast gəlirik.
Yeni dövr Türkiyə ədəbiyyatında xüsusilə Namiq Kamalın əsərləri vətən aşiqi obrazları
ilə seçilir. Məsələn “Vətən yaxud Silistrə” pyesində İslam bəy Vətənini canından çox sevən aşiq
obrazıdır. Burada onun üçün hər şeydən dəyərli olan sevgili Vətəndir. Eynilə Z.Marağayinin
İbrahim bəyi kimi, bu obraz da bütün varlığı ilə Vətənə bağlıdır. “İnsan Vətənin ayaqlar altında
tapdandığını görsə, yaşamaz” deyən İslam bəy Vətənini qorumaq üçün canından keçməyə razı
olan yeni dövr aşiq obrazlarındandır. “Vətən də Allahın bir dərgahı kimidir” (Kemal, 2017, s.
33). İslam bəyi dərin məhəbbətlə sevən Zəkiyyənin dilindən deyilən bu sözlər də Vətənin
müqəddəsliyini və bu qəhrəmanların Vətənə olan sevgisini ifadə edir. Namiq Kamalın
yaradıcılığında Vətən, millət uğrunda canından keçiləcək əsas dəyərdir. Bunu biz onun
şeirlərindən, məqalələrindən, “Vətən, yaxud Silistrə” əsərindən də görürük. Əsərin baş
qəhrəmanı İslam bəy Vətəni üçün bir an belə düşünmədən canını verməyə hazır igid
oğullardandır, o, Vətəni üçün döyüşə gedərkən sevdiyi qıza bu sözləri deyir: “Düşmən silahını
vətənimə çevirsin və qarşısında məni görməsin? Nə mümkün? Nə mümkün, vətən təhlükədə
olsun, amma mən evimdə rahat oturum? ...Necə ola bilər ki, vətən sevgisi hər şeydən müqəddəs
olduğu halda mən yalnız sənin sevginlə məşğul olum?” (Kemal, 2017, s. 16). Daha sonra
“Vətən uğrunda ölməyəcəyəmsə, mən niyə doğuldum?” deyərək əsas idealını ifadə edir. İslam
bəy Vətəni üçün şəhid olma şansının olmasını istəyir. Vətənin müdafiəsinə gözünü qırpmadan
gedən bütün bu qəhrəmanlar əsərə sosial səadət olmadan fərdi səadətin mümkün olmayacağını
ifadə etmək üçün yerləşdirilmişdir (Çılgın, 2005, s. 142).
İslam bəyin Vətən eşqi onun hər cümləsində nəzər çarpır: “Vətən ki hər qarış torpağı
atalarımızdan birinin qanı ilə yoğrulmuş ikən kimsə üstünə iki damla gözyaşı tökmək istəmir!
Vətən ki qırx milyon can bəsləyir, hələ də uğrunda istəyərək can verəcək qırx nəfərə sahib
deyil!” (Kemal, 2017, s. 19).
Namiq Kamalın bütün əsərlərində vətənpərvərlik ruhu duyulur. İnsanın bir vətəndaş
kimi üzərinə düşən sosial-ictimai vəzifələri yerinə yetirməsinin vacibliyi onun yaradıcılığında
xüsusi qeyd olunur. “Cəlaləddin Xarəzmşah” adlı əsərinin baş qəhrəmanı olan Cəlaləddinin
dövlət məfhumu, mübariz kimliyi Namiq Kamalın şeir və nəsr əsərlərində təqdim etmək istədiyi
“Yeni insan” tipinin ən bariz nümunəsidir. Namiq Kamalın əsərlərinin əksəriyyətində
ideallaşdırdığı bu insan tipi eyni zamanda ictimai və sosial haqlarını dərk edən bir insan
olmalıdır (Ulutaş, 2012, s. 888).
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O504
O K 521
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
Nurullah Ulutaş “Vətən yaxud Silistrə” əsəri ilə bağlı İbrahim Şirinə istinad edərək
yazır: “Namiq Kamalın bu əsərdə ideallaşdırdığı tiplərdən çıxış edərək vətənin təhlükədə olduğu
bir dövrdə iradə sahibi obrazlar yaradaraq yeni insan tipinə yönəldiyi qeyd edilə bilər” (Ulutaş.,
2012, s. 883).
Abdullah Şengül Namiq Kamalın “Vətən” məqaləsində insanın Vətəninə olan
sevgisinin səbəbsiz bir duyğu olmadığını qeyd edir. O, Namiq Kamalın “Vətən nədir?” sualına
verdiyi cavabları gözdən keçirir: Namiq Kamal Vətən havasını tənəffüslə başlayan həyatın və
baxışların Vətən gözəlliyinə çevrilməsi ilə meydana gələn görmə səadətinin Vətəndə başladığını
söyləyir. “Vətən övladlarının başqalarına boyun əymədən yaşaya biləcəyi yeganə yerdir” fikri
məqalədə Namiq Kamalın ifadə etmək istədiyi əsas fikirlərdən biri kimi dəyərləndirir. Vətəndə
yaşamaq o qədər gözəl bir səadətdir ki, bunu dadmayanlar belə eyni uğurda can verirlər (Şengül,
1999, s. 205).
Vətən eşqindən və vətəndaşın sosial-ictimai vəzifələrindən bəhs edərkən Nazim Hikmət
poeziyasından yan keçmək olmaz. Belə ki, bu sənətkarın qəlbi daim Vətən eşqi ilə yanmış, o,
qürbətdə olarkən hər zaman doğma Vətəninin həsrətini çəkmiş, onu düşünmüşdür.
Vətən həsrətli şair Nazim Hikmətin yaradıcılığında onun Vətəninə olan dərin
məhəbbətinin böyük sənətkarlıqla ifadə olunduğu nəzərə çarpır. Onun “Vətən xaini”, “Bu
vətənə necə qıydılar?”, “Məmləkətim” və b. şeirləri Vətən eşqinə həsr olunmuşdur. Onun 1959cu ildə yazdığı “Bu vətənə necə qıydılar?” şeirində Vətənin hər şeydən əziz olduğu və doğma
yurdu qorumağın vacibliyi ön plandadır:
İnsan olan vətənini satarmı?
Suyun içib çörəyini yediniz.
Dünyada vətəndən əziz şey varmı?
Bəylər, bu vətənə necə qıydınız?
Onu didik-didik didiklədilər,
Saçlarından tutub sürüklədilər.
Aparıb kafirə: “buyur” dedilər.
Bəylər, bu vətənə necə qıydınız?
(Hikmet, Bu vatana nasıl kıydılar)
Burada “insan olan Vətənini satmaz, onun məhvini istəməz” fikri oxuculara çatdırılır.
Doğma yurdunu ürəkdən sevən şair bu şeirində Vətənini satan, onu pərişan vəziyyətdə qoyanları
tənqid edir. Vətəni sevən hər kəs onun üçün çalışmalı, faydalı olmalıdır. Nazim Hikmət də
Vətəni düşünməyənləri, onu kafirə verənləri bunu necə etdikləri ilə bağlı sorğuya çəkir. Vətənin
hər şeydən əziz olduğu qeyd olunan bu şeir həqiqətən Vətənini sevən insanlar üçün bu mövzuda
yazılmış təsirli əsərlərdəndir. Doğma yurdu kafirlərdən qorumağın vacibliyi, Vətənin azadlığı
üçün mübarizə aparmağın labüdlüyü şeirdə toxunulan əsas məsələlərdir.
Beləliklə, biz yeni dövr ədəbiyyatı nümunələrinə müraciət etməklə bu əsərlərdə ictimai
və sosial vəzifələrin ön plana keçməsinin, eyni zamanda bu vəzifələri dərk edən ictimai istəkləri
ilə fərqlənən yeni insan tipinin yaranmasının şahidi oluruq.
522 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
505
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
Kaynaklar
Çılgın, A. S. (2005). Vatan yahut Silistreʼde vatan kavramı. Uludağ Universitesi Fen Edebiyat
Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, 6(9), 135-144
Kemal, N. (2017). Vatan yahut Silistre. İstanbul: Halk Kitabevi
Marağayi, Z. (2006). İbrahim bəyin səyahətnaməsi və ya təəssübkeçliyin bəlası. Bakı: Avrasiyapress
Məmməd T. (2017). Aşiq-məşuq modelində məşuqun simvolik şəkildə vətəni ifadə etməsi. Ey
Nəsimi, cahanı tutdu sözün... konfrans materialları. Bakı: Elm, 257-260
Məmməd, T. (2016). Ədəbiyyat müasir elmi yanaşmalar kontekstində. Bakı: Xan nəşriyyatı
Safa, P. (1943). Millet ve insan. İstanbul: Akbaba yayını
Şengül, A. (1999). Yeni kavramlar etrafında yeni insan tipi ve Nâmık Kemâl. Afyon Kocatepe
Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 1(2), 195-213.
Ulutaş, N. (2012). İdealist karakterler kurgulayan bir yazar olarak Namık Kemâlʼin eserlerinde
“Yeni insan” tipi. The Journal of Academic Social Science Studies, 5(7), 873-891.
Vahabzadə, B. (2004). Seçilmiş əsərləri. 2 cilddə. I cild. Bakı: Öndər nəşriyyatı.
https://www.siir.gen.tr/siir/n/nazim_hikmet/bu_vatana_nasil_kiydilar.htm
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O506
O K 523
SUMQAYITDA YAŞAYAN UZUNÖMÜRLÜLƏRDƏ ƏSAS VEGETATİV
GÖSTƏRİCİLƏR VƏ AĞCİYƏRLƏRİN HAVA TUTUMUNUN XÜSUSİYYƏTLƏRİ
Natəvan KƏRƏMOVA
Çingiz QASIMOV
Abstrakt
Azərbaycanın ən böyük şəhərlərindən olan Sumqayıt öz ekoloji
problemləri ilə müasir dövrümüzdə belə gündəmdədir. Sumqayıt ekoloji
böhran səviyyəsinə təyin edilmiş qiymətləndirmədə ilk yerlərdən birini tutan
şəhərdir. Bu şəhərdə və ətraf ərazilərində yerləşən sənaye müəssisələri, zavod
və fabriklərin yaratdığı problemlər nəticəsində çoxsaylı insan sağlamlığını
itirmiş, yenidoğulmuş uşaqlarda ölüm faizinin və fiziki qüsurlarla
doğulanların sayının artması müşahidə olunmuşdur. Azərbaycanda yeganə
Sumqayıt şəhərində uşaq qəbiristanlığı var və bu 1986 ildə salınmışdır.
Burada dəfn olunan uşaqların əsasən 3-5 yaşları var və sənaye şəhərinin
ekoloji problemlərinin kiçik yaşlı çoxsaylı qurbanlarıdır. Müasir dövrümüzdə
sənaye şəhərinin ekoloji problemlərinin aradan qaldırılmasına dair çoxsaylı
işlər görülsə də, tam ürəkaçan mənzərə yoxdur. Belə bir şəraitdə Sumqayıt
şəhərində yaşayan uzunömürlülər üzərində aparılan elmi tədqiqatlar xüsusi
əhəmiyyət edir. Təqdim olunan məqalədə Sumqayıtda yaşayan
uzunömürlülərin iştirak etdiyi psixofizioloji tədqiqatlardan vegetativ sinir
sisteminə aid olan bölməsinin nəticələri öz əksini tapmışdır. Məlum olmuşdur
ki, Sumqayıtda 50 ildən çox yaşayan uzunömürlülərdə sistolik arterial təzyiq
normadan yüksək olduğu halda, bütün uzunğmürlülərdə diastolik arterial
təzyiq və ürək yığılmalarının tezliyi normativ hüdüdunda olmuşdur.
Vegetativ Kerdo indeksinin tədqiqinin nəticələrində parasimpatik sinir
sisteminin üstünlüyü qeyd olunmuşdur. Eyni zamanda, ağciyərlərin hava
tutumu normadan dəfələrlə aşağı olmuşdur.
Açar Sözlər: Uzunömürlülük, vegetativ sinir sistemi, arterial təzyiq, ürək
yığılmalarının tezliyi, Vegetativ Kerdo İndeksi, ağciyərlərin
hava tutumu, Sumqayıt.
THE MAIN VEGETATIVE INDICATORS AND FEATURES OF
LUNG CAPACITY IN LONG –LIVED PEOPLE IN SUMGAIT
Abstract
Sumgait, being one of the largest cities in Azerbaijan, is still on the
agenda today with its environmental problems. Sumgait is one of the first
cities in the environmental crisis level assessment. Due to the problems
created by industrial enterprises, factories and plants located in this city,
surrounding areas, many people lost their health, the death rate, and the
number of births with physical defects in newborns increased. The only baby
cemetery in Azerbaijan is in Sumgait, which was established in 1986. The
infants buried here are mostly 3-5 years old and are numerous young victims
of the industrial city’s environmental problems. Although much has been
accomplished in modern times to address the environmental problems of the
industrial city, the picture is far from being ideal. In such conditions,
scientific research on long-lived people living in Sumgait is of special
Dr.; Azərbaycan Mili Elmlər Akademiyası,
[email protected].
Dr.; Azərbaycan Mili Elmlər Akademiyası.
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K 525
507
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
importance. The presented article includes the results of the section on the
neurovegetative system from psychophysiological studies involving longlived people in Sumgait. It was found that while systolic blood pressure is
higher than normal in long-lived people of more than 50 years in Sumgait,
diastolic blood pressure and cardiac rate are within the norm in all long-lived
people. The results of the vegetative Kerdo index study showed the
predominance of the parasympathetic nervous system. At the same time, the
lung capacity is many times lower than normal.
Keywords: Longevity, neurovegetative system, blood pressure, cardiac
rate, Vegetative Kerdo Index, lung capacity, Sumgayit.
Azərbaycanın ən böyük şəhərlərindən olan Sumqayıt yarandığı müddətdə zəngin inkişaf
yolu keçərək, böyük sənaye mərkəzlərindən birinə çevrilmişdir. İri müəssisələr şəbəkəsinin və
müvafiq infrastrukturun formalaşması şəhərin mədəniyyət, elm, təhsil, səhiyyə, idman və digər
sahələrdə inkişafına səbəb olub. 2019-cu ilin noyabr ayında Sumqayıtın şəhər statusu almasının
70 illiyi tamam oldu və bu möhtəşəm yubiley tədbirləri ilə qeyd olundu. Sumqayıtın uğurları
qədər də ekoloji problemləri var. Sənaye mərkəzlərinin təbiətə vurduğu ziyanları ölçmək
mümkün deyil. Təbii ki, yaranmış vəziyyətin əksini Sumqayıt əhalisinin sağlamlıq
göstəricilərinin enməsində, əhalinin uzunğmürlülük indeksinin azalmasında və xəstəliklərin
cavanlaşmasında görmək olar. 2012-ci ildən etibarən Sumqayıt şəhərində yaşayan əhalinin
uzunömürlülük indeksi, ahıl, qoca və uzunömürlülərin psixofizioloji vəziyyətləri tədqiq olunur
və 2020-ci ildə bu tədqiqatların son mərhələsi həyata keçirilir. Məqalədə yalnız uzunömürlülərin
əsas vegetativ göstəriciləri və ağciyərlərinin hava tutumunun tədqiqinin nəticələri təqdim edilib
Ədəbiyyatdan məlumdur ki, vegetativ sinir sistemi (VSS) homeostazı və adaptasiya
proseslərini tənzimləyir, anobalizm və katobalizm proseslərində iştirak edir, emosional vəziyyət
ilə sıx əlaqəlidir (Карамова Н.Я., 2019, s. 5; Шаромина И.А. с соавт., 2001, s. 18; Dote M.K.,
2000, s.482). Somatik sinir sisteminə nisbətən, VSS-nin insan həyatında, uzunömürlülükdə rolu
az öyrənilmişdir. Belə ki, VSS müxtəlif patoloji proseslərin hədəfidir və əsasən arterial
hipertoniya, ürək ritmlərinin pozulması, simpatalgiya və s. xəstəliklərin patogenezində mühüm
əhəmiyyət daşıyır. Xüsusilə xəstəliklərin cavanlaşması səbəbindən, VSS-nin uzunömürlülərdə
öyrənilməsi, onların sağlamlığında rolu və insan ömrünün uzadılmasında əhəmiyyəti kimi
suallar hələ də həllini tapmamışdır.
Ədəbiyyatdan məlumdur ki, VSS - qeyri-iradi avtonom sinir sisteminə aiddir və əsasən
vəziləri və daxili orqanların saya əzələlərini innervasiya edir. Onun funksiyaları sinir sisteminin
qıcıqlanması və emosional vəziyət ilə sıx əlaqəlidir və VSS fəaliyyəti beynin müxtəlif
strukturları ilə tənzimlənir (talamus, hipotalamus, limbik sistem, retikulyar formasiya). VSS-nin
somatik sistemlə qarşılıqlı əlaqələri nəticəsində ürək-damar sisteminin və bütün daxili
orqanların xarici mühitin təsirlərinə, fiziki yüklənməyə, bədənin vəziyyətinə, fizioloji yaş
dövrlərinə və s. qarşı adekvat cavab reaksiyası formalaşır. Bunun son nəticəsi olaraq isə, VSS
bizim həyat fəaliyyətimiz üçün önəmli olan homeostazın sabitliyini təmin edir. VSS - əsasən
simpatik və parasimpatik şöbələrinin hesabına daxili orqanların və vəzilərin iş fəaliyyətini
tənzimləyir və bu tənzimləmə prosesinin səviyyəsində asılı olaraq sağlamlıq götəriciləri
formalaşır (Карамова Н.Я., 2019, s. 4; Рибера Касада Дж. М., 2000, s. 28). VSS qocalıq
dövrünə qədər olan insanlarda daha çox tədqiq olunub. Uzunömürlülərdə VSS-nin özünəməxsus
xarakterik xüsusiyyətləri var. Qarşıya qoyulan tədqiqat məqsədi uzunömürlülərdə əsas VSS
gstəricilərinin öyrənilməsi və xarakterik xüsusiyyətlərinin araşdırılması olmuşdur. Əsas VSS-
526 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
508
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
dən sistolik və diastolik arterial təzyiq, 1 dəqiqədə ürək yığılmalarının tezliyinin ölçülməsi,
onlara əsasən vegetativ Kerdo indeksi təyin edilmişdir.
Tədqiqatlarda ilk növbədə uzunömürlülər verifikasiya edilərək, əsl fizioloji yaş təyin
olunmuş, həyat və əmək şəraiti, miqrasiya faktoru, sağlamlıq göstəriciləri (görmə, eşitmə,
hərəki fəallığı, diabet və s.) tədqiq edilib. Verifikasiyadan sonra həqiqi uzunömürlülərin 72
nəfər olduğu dəqiqləşdirilmişdir.
Tədqiqatlar zamanı uzunömürlüləri alınan nəticələr arasındakı fərqə görə, onları şərti
olaraq iki qrupa ayırmalı oldum: Birinci qrupa Sumqayit şəhərində ən azı 50-55 il yaşayan
uzunömürlülər, ikinci qrupa isə 1988 və 1993-cü illərdə Sumqayıta köçmüş məcburi qaçqın və
köçkünlər daxildir. Belə ki, birinci qrupda 46 nəfər, ikinci qrupda isə 26 nəfər uzunömürlü var.
Psixofizioloji testləşdirmədən fərqli olaraq, bütün uzunömürlülərin əsas vegetativ göstəriciləri
(sistolik və diastolik arterial təzyiq, ürək yığılmalarının tezliyi, vegetativ Kerdo indeksi) tədqiq
olunmuşdur (72 nəfər).
Metodika
1. Korotkov üsulu ilə sistolik və diastolik arterial təzyiqin ölçülməsi;
2. Palpator üsulla 1 dəqiqədə ürək yığılmalarının tezliyinin təyini;
3. “Asta Medica” pikloumetri ilə ağciyərlərin hava tutumumun ölçülməsi;
4. Vegetativ Kerdo indeksi (VKİ) isə, bu göstəricilərə əsasən aşağıdakı düsturla
hesablanmışdır: VKİ = (1-D/P)×100
D-diastolik təzyiq, P- 1 dəqiqədə ürək yığılmalarının sayıdır. Tam vegetativ tonus
zamanı VKİ=0 olur. Əgər koeffisient müsbət olarsa, bu simpatik tonusun üstünlüyünü, əgər
mənfi olarsa, parasimpatik tonusun üstünlüyünü göstərir.
Alınmış Nəticələr və Müzakirə
72 nəfər uzunömürlünün psixofizioloji tədqiqi zamanı alınmış nəticələrdə məlum
olmuşdur ki, sistolik arterial təzyiq birinci qrupda 152,06±4,67 mm.cv.süt., diastolik arterial
təzyiq 88,15±5,1 mm.cv.süt., ÜYT isə 75,39±3.89 vurğudur. İkinci qrupda isə, sistolik arterial
təzyiq 145,85±3,88 mm.cv.süt., diastolik arterial təzyiq 87,29±4,76 mm.cv.süt., ÜYT isə
1dəqiqədə 74±2,79 vurğu olmuşdur .
Tədqiqatın nəticələrinin müqayisəli tədqiqi, Sumqayıtda 50 ildən çox yaşayan
insanlarda yalnız sistolik təzyiqin yüksək olması qeyd olunmuşdur. Diastolik təztiq və ürək
yığılmalarının tezliyinin nəticələri təxminən eyni səviyyədə olsa da, normativ hüdudunda sabit
qalması müəyyənləşdirilmişdir.
Vegetativ Kerdo indeksinin hesablanması zamanı hər iki qrup uzunömürlülərdə
parasimpatik sinir sistemin üstünlüyü qeyd olunmuşdur. Alınmış nəticəni uzunömürlülərdə
adaptiv proseslərin yüksək səviyyədə olması, eyni zamanda psixofizioloji vəziyyətinin sabitliyi
ilə də əlaqələndirmək olar. Ədəbiyyatdan da məlumdur ki, qocalma zamanı maddələr
mübadiləsinin zəifləməsi müşahidə edilir. Təbii ki, bu fon VSS-nin şöbələrinin aktivliyinə də
təsir edir (Конев Ю.В., 2004, s. 8; Кисляк О., Алиева А., Касатова Т., 2002, s. 14; Karamova
N.Y., Gasimov Ch.Y., Teymurova N.N., 2018, s. 36).
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O509
O K 527
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
Ümumiyyətlə, ilk dəfə olaraq uzunömürlülərdə ağciyərlərin hava tutumu ölçülmüşdür.
Məlum olmuşdur ki, normada hava tutumu 500 L/dəq olduğu halda, uzunömürlülərdə bu
göstərici 390,17 L/dəq bərabərdir. Normadan kəskin fərqlənmə qeyd olunsa da,
uzunömürlülərin həyat fəaliyyətində ciddi narahatlıq hiss olunmur və orqnizmin bu vəziyyətə
adaptasiya olunması müşahidə edilib (təngənəfəslik, sianoz və s kimi əlamətlər qeyd
olunmayıb). Onu da qeyd edim ki, uzunömürlülərin əksəriyyəti zərərli adətlərdən uzaq olub
(siqaret, tütün və s.kimi vərdişlər 72 nəfərdən yalnız 6 nəfərində olmuşdur) (Коркушко О.В. и
др, 2009, s. 45).
Beləliklə, VSS-nin yaşa uyğun normativlər hüdudunda olması, uzunömürlünün bütün
bioloji qanunauyğunluqlar daxilində gedən fizioloji proseslərə sahib olduğunu, əzələ və əqli
fəaliyyətin yüksək səviyyədə olması, son nəticədə isə sağlamlıq göstəricilərinin qənaətbəxş
səviyyəsi ilə səciyyələnir (Абрамович С.Г., Михалевич И.М., s. 31; Анисимов В.Н., 2003, s.
112; Гнездицкий В.В., Чацкая А.В., Корепина О.С, 2018, s. 17).
Tədqiqatlarımızın nəticələri bunu bir daha sübut etmişdir. VSS göstəricilərindən olan
arterial təzyiq və ÜYT normativə uyğun hüdudunda olan uzunömürlülər aktiv fəaliyyəti ilə
məşğuldur, yüksək səviyyəli koqnitiv göstəricilərə, aktiv hərəki fəallığa malikdirlər və VKİ-nin
də rolu görünür. Ekoloji təsirləri uzunömürlülərdə yox, sonrakı tədqiqatlar zamanı ahıl və qoca
yaşlı insanlarda müşahidə etdik və sağlamlıq göstəricilərinin kəskin fərqlənməsi qeyd edildi.
Ədəbiyyat Siyahisi
Абрамович С.Г. (2001). Михалевич И.М. Биологический возраст человека,
сердечнососудистая система и скорость ее старения // Клиническая медицина.
№5.С. 30-32.
Анисимов В.Н. (2003). Молекулярные и физиологические механизмы старения. СПб:
Наука, 468 с.
Гнездицкий В.В., Чацкая А.В. (2018). Корепина О.С. Вегетативные вызванные
потенциалы мозга: основы метода и клинические применение. Москва, 110 с.
Карамова Н.Я. (2019). Факторы, влияющие на долголетие и сравнительный анализ
психологических показателей долгожителей, проживающих в городе Сумгаит.
Евразийский Союз Ученых (ЕСУ) Ежемесячный научный журнал № 10 (67) /
2019, 2 часть,c.4-9
Кисляк О., Алиева А., Касатова Т. (2021). Фармакотерапия: изолированная систолическая
артериальная гипертония у лиц пожилого возраста // Фармацев. вестн. № 8(247).С.
13-14
Конев Ю.В. (2004). Возрастные изменения сердечнососудистой системы // Мед. вести.
№4 (275).С.8
Коркушко О.В. (2009). и др. Дыхательная функция крови в пожилом и старческом
возрасте и факторы ее определяющие. / Физ. Чел. Т. 35, с. 40-46.
Рибера Касада Дж. М. (2000).Старение и сердечнососудистая система. // Клиническая
геронтология. №11-12. с. 28-36
Шаромина И.А. (2001). с соавт. Изменение основных гемодинамических параметров у
лиц старческого возраста // Клиническая геронтология. №8,С. 18-19
528 B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O O K
510
ONLINE SYMPOSIUM IST INTERNATIONAL TURKISH LITERATURE CULTURE EDUCATION SYMPOSIUM
ÇEVRİM İÇİ SEMPOZYUM I. ULUSLARARASI TÜRKÇE EDEBİYAT KÜLTÜR EĞİTİM SEMPOZYUMU
Dote M.K. (2000). Is there a molecular connection between hypoxia and aging //Experimental
Gerontology, V. 41, N.5, p.482-490
Karamova N.Y., Gasimov Ch.Y., Teymurova N.N. (2018).Features of memory and excitement
processes in long-living persons.European journal of technical and natural sciences.
Vienna. № 4, p.35-37
B İ L D İ R İ K İ TA B I | P R O C E E D I N G S B O511
O K 529