Academia.eduAcademia.edu
Quis custodiet ipsos costodes? Anayasa Mahkemesi’nin Makul Sürede Yargılanma Hakkı İçtihadına İlişkin Karşılaştırmalı ve Kantitatif Bir İnceleme  Güncel Hukuk Dergisi Ocak 2016 sayısında yayımlanmıştır. Dr. Tolga Şirin Köln Üniversitesi - Konuk Araştırmacı Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) bireysel başvuru (anayasa şikâyeti) İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’ne (İHAM) giden yolda engel yaratmak için mi oluşturulmuştur? Eğer böyleyse, bu engel aşılmaz nitelikte midir? Bu sorular, anayasa şikâyetinin gündeme geldiği günden beri sorulmaktadır. Bu makalede, bu sorulara “makul sürede yargılanma hakkı” bağlamında, karşılaştırmalı ve kantatif yöntemlerle ulaşılan bazı sonuçlara dayanılarak yanıt verilecektir. I. Metodoloji Çalışmada, karşılaştırmalı hukuk yöntemi kullanılacaktır. Bu bakımdan Hırvatistan AYM’si seçilmiştir. Bunun iki nedeni vardır. Birincisi; İHAM, demokratikleşme sürecindeki Hırvatistan’da Ekonomist’in 2015 demokrasi endeksinde Hırvatistan kusurlu demokrasi (flawed democracy) olarak görülmektedir. Türkiye ise daha alt seviyede, demokrasi ve otoriter rejim arasında “melez rejim” olarak nitelendirilmektedir. kurulan bu mahkemeye, makul sürede yargılanma hakkının korunması yönünden bir tür rol model olarak işaret etmiştir. Örn. bkz. Cocchiarella v. Italy, ECtHR, 64886/01, 29/03/2006, § 77. Scordino v. Italy (No.1), ECtHR, App. 36813/97, 29/3/2006, §186 v §198.” İkincisi; bu mahkeme, 2000’li yıllarından başlarında, makul sürede yargılanma hakkının neredeyse her unsuru yönünden yanlış kararlar vermiş; fakat bu kararları, her defasında İHAM tarafından düzeltilmiştir. Yani Hırvatistan AYM’si bu noktaya, bir evrim sonucunda gelmiştir. Dolayısıyla İHAM’ın bu mahkeme yönünden verdiği makul sürede yargılanma hakkı kararları, Türkiye AYM’sini bekleyen sınavlar açısından referans alınabilir niteliktedir. Kantitatif veriler için ise AYM’nin resmî internet sitesine dayanılmıştır. “Kararlar bilgi bankası” başlıklı bölümde Söz konusu bölüm şu linkte yer almaktadır: http://www.anayasa.gov.tr/icsayfalar/kararlar/kbb.html “makul sürede yargılanma hakkı” sorgulamasıyla ulaşılan kararlar, “bir ihlal bulunduğu” veya “bir ihlal bulunmadığı” seçenekleriyle filtrelenmiştir. Bu filtreleme neticesinde 449 karara ulaşılmıştır. 15/11/2015 tarihi itibariyle son durum aynı şekildedir. Mahkeme Resmi Gazete’de yayımladığı bazı kararları bu siteye koymamaktadır. Bu noktada da sağlıklı bir araştırma yapılmasına engel olmuştur. Bu kararlar ayrı ayrı okunarak “başvuru tarihi”, “karar tarihi”, “AYM önüne gelmeden önceki süre”, “AYM önündeki süre”, “bölüm”, “dava türü”, “AYM’nin karmaşıklık tespiti” ve “tazminat miktarı” belirlemeleri yapılmıştır. Bu belirlemelere dayalı sonuçlar, karşılaştırmalı değerlendirmelerde kullanılmıştır. Bu verilerin değerlendirmesine geçmeden önce eleştirel bir not düşmek gerekiyor. Araştırma sırasındaki en önemli zorluklardan biri, AYM’nin karar gerekçelerinde kullandığı dilin özensizliği olmuştur. AYM’nin aynı ifadeyi bazen tırnak içinde, bazen ise tırnak işareti olmadan kullanması Örneğin bazen “makul sürede yargılanma hakkının” denmekte bazen ise “makul sürede yargılanma hakkı’nın” denmektedir. Bkz. Ramazan Çelik başvurusu, no. 2012/152, 20/2/2014, §101., birden çok başvurucunun bulunduğu bir takım davalarda “başvurucular muhtelif tarihlerde başvuru yapmışlardır” Örn. bkz. Gülseren Gürdal ve diğerleri başvurusu, no. 2013/1115, 5/12/2013, §2. gibi muğlâk ifadeler kullanması veya dava süresini net bir şekilde aktarmayıp “altı yılı aşkın süre” Örn. bkz. Orhan Kurtay başvurusu, no. 2014/1007, 18/6/2014, §41., “yaklaşık on sekiz yıl” Örn. bkz. Ramazan Odabaşı başvurusu, no. 2013/2172, 10/3/2015, §50. gibi ifadelere yer vermesi bu tür örneklerden sadece bazılarıdır. Çalışmada bazı genellemelere ve “yuvarlamalara” gidilmesinin nedeni budur. II. Anayasa Şikâyeti İHAM Yolunda Mutlak Bir Set Midir? Anayasa şikâyeti, 2010 yılında Türkiye hukukuna girdiğinde, bu usulün, İHAM’ı etkisiz bırakma amacı taşıdığı, çok sık ifade edilen bir söylemdi. Bu söylem, türev kurucu iktidar yönünden olmasa bile İHAM’a haksızlık içeriyordu. Çünkü bu tür bir “kurnazlık”, İHAM içtihatları karşısında geçerli değildir. Şöyle ki taraf devletler, İHAM’a başvuru yapılmasını engelleyemez. Strazburg organları bu konuda çok titiz bir incelemeye girer. Şüphesiz, taraf devletler, iç hukuk mekanizmaları geliştirebilirler. Fakat söz konusu yol, insan haklarını korumak yönünden “etkili” olmadıkça; mağdurların o yolu tüketmeleri zorunlu değildir. Bu konuda daha fazla bilgi için bkz. Tolga Şirin, Türkiye'de Anayasa Şikayeti: İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi ve Almanya Uygulaması ile Mukayeseli Bir İnceleme, (İstanbul: XII Levha, 2013), ss. 135-145. Söz konusu yolun etkili olup olmadığı ise İHAM tarafından dikkatle incelenir. Yani anayasa şikâyetinin insan haklarını koruyamaması durumunda bir “set” olabilmesi mümkün değildir. Bu tür yollar tüketilmeden İHAM’a başvurulabilir. Peki, anayasa şikâyeti etkili bir yol olarak görülmüş müdür? İHAM, Hasan Uzun v. Türkiye kararında anayasa şikâyetine, tüketilmesi gereken bir yol olarak dikkat çekmiştir. Hasan Uzun v. Turkey, ECtHR, 10755/15, 30/4/2013. (Inadmissible) Fakat ilginçtir, bu karar, kamuoyunda anayasa şikâyetinin her halükarda tüketilmesi gerektiği şeklinde algılanmıştır. Oysa İHAM, iç hukuk yollarının tüketilmesi kuralına kategorik olarak yaklaşmaz. Tüketilmesi gereken hukuk yolları her somut olayda, özgün bir değerlendirmeyle belirlenir. Yaygın söylemle, iç hukuk yollarının tüketilmesi kuralı” mermere kazılmış” bir kural değil, esnek bir kuraldır. Hasan Uzun kararında anayasa şikâyeti yolu, kâğıt üzerinde ulaşılabilir ve ihlali gidermek için uygun araçları içerir görülmüştür. Ibid., §§ 58-61. Yani Türkiye’deki bu yeni usulün ihlal giderme potansiyeli tespit edilmiştir. Fakat bu Türkiye’ye “açık çek verildiği” anlamına gelmemektedir. Bu yolun etkililiği, somut pratiklerle sınanacaktır. Yani kâğıt üzerinde ulaşılabilir, yeterli ve etkili görünen bir yol, somut koşullarda etkisiz olmaktan çıkabilir. Öyle ki; bu usulün “beşiği” mehaz Almanya’da bile anayasa şikâyetinin etkisiz görüldüğü örnekler söz konusu olabilmektedir. Örn. bkz. Sürmeli v. Germany, ECtHR, app. no. 75529/01, 8/6/2006. Dağıtmadan özetlersek; anayasa şikâyeti yolu, İHAM’a yapılacak başvurular için bir set oluşturamayacağı gibi, bu yolun tüketilmesinin gerekli olup olmaması, her somut hak bağlamında AYM’nin içtihatlarına bağlıdır. Şimdi bu belirlemeden sonra, AYM’nin makul sürede yargılanma hakkı yönünden tüketilmesi gereken bir yol olup olmadığı sorusuna geçebiliriz. III. Anayasa Şikâyeti Makul Sürede Yargılanma Hakkı Yönünden Etkili Bir Yol Mudur? Bu soruya uzun yıllar olumsuz yanıt verilen Hırvatistan AYM’sinin “hikâyesi”, bize yol gösterebilir. Türkiye AYM’sinin Hırvatistan AYM’sinin yakalandığı “tuzaklara” düşüğü düşmediğini sınayabiliriz. Hırvatistan’daki makul sürede yargılanma hakkı sürecine ilişkin daha ayrıntılı bilgi için bkz. Alan Uzelac, “In the Quest for the Holy Grail of Effectiveness”, in The Right to Trial within a Reasonable Time and Short-Term Reform of the European Court of Human Rights, (CoE, 2009), ss. 41-72. A. 10 Adımda Hırvatistan AYM’sinin Evrimi 1-) Hırvatistan’da anayasa şikâyeti, 1999 tarihinden önce makul sürede yargılanma hakkı ihlallerini incelenmesine uygun nitelikte değildi. AYM bu konudaki başvuruları kabul etmiyor, ihlal tespit etmiyordu. Mağdurlar, bu yola gitmeden İHAM’a başvuru yaptılar. İHAM, başvuruları kabul etti ve Hırvatistan’da uzun süren bir dava söz konusu olduğunda, mağdurların, makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasıyla gidebilecekleri bir hukuk yolunun olmadığını tespit etti. Rajak v. Croatia, ECtHR, app. no. 49706/99, 28/06/2001, §35. 2-) Bunun üzerine 1999 yılında bir kanun değişikliğine gidildi ve kanunda, AYM’nin “makul sürede yargılanma hakkı ihlali iddialarını inceleyebileceği” açıkça kanuna yazıldı. Bu değişikliğin sorunu çözeceği umuluyordu. Fakat buna rağmen, çok sayıda mağdur, bu yolu tüketmeksizin İHAM’a başvuru yapmaya devam etti. Zira bu yeni yolda öngörülen “ciddi risk ve geri dönülemez zarar” kriterleri, AYM’ye, şikâyeti kabul etmek için çok geniş bir takdir yetkisinin tanımaktaydı. İHAM meselenin bu boyutunu tespit etti ve ayrıca Hırvatistan hükümetinin makul sürede yargılanma hakkı ihlallerinin giderildiğini gösteren yeterli örnek (yerleşik içtihat) sunamadığı gerekçeleriyle yeni düzenlemeyi tatmin edici bulmadı. Horvat v. Croatia, ECtHR, app. no. 51585/99, 26/07/2001, §44. 3-) Bu süreçte Hırvatistan hükümetinin temel tezlerinden biri, derece mahkemeleri önünde süren davalar bitmeden bireysel başvuru yapılamayacağı yönündeydi. İHAM ise bu savı makul sürede yargılanma hakkı yönünden reddetti. İHAM’a göre; derece mahkemesi önündeki davanın süresi, makullük sınırın geçmiş ise, davanın taraflarının makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmek için davanın bitmesini beklemelerine gerek yoktu. Makul sürede yargılanma hakkının ihlali iddiası, söz konusu davanın lehe veya aleyhe bitmesinden bağımsız bir sorun olarak dava edilebilmeliydi. 4-) Hırvatistan hükümeti, İHAM’ın yaklaşımına tepki olarak, eğer böyle bir boşluk var ise bu boşluğun idari yapılar önünde Horvat v. Croatia, §47. veya somut norm denetimiyle ileri sürülmesi İHAM’a göre bu yola başvurulması zorunlu olmadığı gibi beklenmesi de gerekmez. Acimiovic v. Croatia, ECtHR, 61237/00, 7/11/2002. (Partly admissible, partly inadmissible) gerektiğini savundu. İHAM bu zorlama yaklaşımı da reddetti. 5-) Bu durum karşında Hırvatistan’da 2002 yılında yeniden bir kanun değişikliğine gidildi. Kanunda yapılan değişiklikte; (a) bir davanın makul süreden daha uzun sürmesi halinde bu konunun doğrudan doğruya anayasa şikâyetine konu edilebileceği, (b) AYM’nin bir ihlal tespit etmesi durumunda davanın belli bir süre içerisinde bitirilmesi yönünden karar verebileceği ve (c) söz konusu davanın sonucundan bağımsız olarak başvurucu lehine tazminata hükmedilebileceği açıkça düzenlendi. Bu yeni düzenleme, Hırvatistan AYM’sine bu bağlamda yapılacak anayasa şikâyetlerini kâğıt üzerinde etkili hale getirmişti. Nitekim İHAM da bu tarihten sonraki bazı başvurularda anayasa şikâyeti yolunu tüketilmesi gerekli ve etkili bir yol olarak gördü. Örn. bkz. Salvicek v. Croatia, ECtHR, app. no. 20862/02, 04/07/2002 (Inadmissible) Fakat yukarıda da değinildiği gibi, bir yolun bir defa etkili olarak görülmüş olması, her olayda ve bağlamda etkili görüleceği anlamına gelmedi. Hırvatistan AYM’si çok sayıda kararda soruna çözüm üretiyor, zaman kısıtlamasına ve tazminata hükmediyor olsa da bazı vakalarda bunu gerçekleştiremiyordu. 6-) Hırvatistan AYM’sinin hataya düştüğü noktalardan biri, kanunu eski uygulamanın tam tersi biçimde algılaması oldu. AYM, kendisi karar vermeden önce derece mahkemeleri davayı sonuçlandırdığı başvuruları reddetmeye başlamıştı. Oysa İHAM, makul sürede yargılanabilme hakkının ihlali tespitinin, dava bitse de bitmese de yapılabileceğini söyledi. Camasso v. Croatia, ECtHR, app. no. 15733/02, 13/01/2005, §25. 7-) Hırvatistan AYM’sinin yaptığı hatalardan biri de, sürelerin hesaplanmasında başlangıç ve bitiş tarihlerinin belirlenmesi noktasında oldu. AYM, bu hakkı “dava süreci” ile sınırlı gördüğü için, davadan önceki idari başvuru aşamalarını ve davadan sonraki icra aşamalarını hesaplarına katmadı. Oysa İHAM’a göre idari yargılamadan önceki idari başvuru süreçleri de, derece mahkemesinin son kararından sonra kararın icra edilmesi süreçleri de bu hesaba dâhil edilmeliydi. Bu nedenle İHAM, bu bağlamda gelen başvurularda anayasa şikâyetini etkili görmemiş ve Hırvatistan aleyhine birçok ihlal kararı vermeye devam etmiştir. İHAM’ın ihlal kararları üzerine AYM bu yöndeki içtihatlarını 2005 ve 2007 yıllarında değiştirdi, bu süreleri de hesaplamalarına dâhil etmeye başladı. Uzelac, op. cit., ss.49-53. 8-) Tüm bu gelişmelerden sonra Hırvatistan AYM’si içtihadını tamamen İHAM’a uyumlu hale getirmiş olsa da, hala bazı davalarda etkisiz bir yol olarak görülmemekten kurtulamadı. Çünkü İHAM’a göre, Sözleşme’yle uyumlu içtihatlar kadar, bu içtihatların hızlı bir şekilde uygulanması gerekir. Hırvatistan AYM’sinin İHAS’a uyumlu kararlar vermeye başlaması, bütün başvurucuların bu yola başvurmasını gerekli hale getirdi. Fakat bu durum AYM’nin iş yükünü arttırdı ve AYM’nin kendisi hızlı karar veremez hale getirdi. Bu durum ise paradoksal biçimde, kimi durumlarda AYM’yi etkili bir yol olmaktan çıkardı. İHAM’a göre AYM’nin makul sürede yargılanma hakkı ihlalini makul bir süre içinde tespit edememesi halinde söz konusu yol etkili olmaktan çıkar. Vidas v. Hırvatistan kararında İHAM, 7 yıl sürmüş olan ve karmaşık nitelik arz etmeyen bir dava ile ilgili bireysel başvurunun AYM tarafından 3 yıl 6 ay gibi bir süre geçmiş olmasına rağmen incelenememiş olmasını Sözleşme’ye aykırı buldu. Yani bizzat uzun süren anayasa şikâyeti prosedürü ihlal yaratmaktaydı. Vidas v. Croatia, ECtHR, app. no. 40383/04, 03/06/2008, §37. 9-) Buna benzer bir durum tazminatlarla ilgili olarak gündeme geldi. Hırvatistan AYM’si, hızlı bir şekilde ve İHAM içtihatlarına uygun karar vermiş olduğu bazı hallerde dahi etkisiz görülebildi. Bunun nedeni AYM’nin hükmettiği tazminatların İHAM’ın hükmettiği tazminatlara nazaran oldukça düşük olmasıydı. İHAM, derece mahkemeleri önündeki yargılamada haklarının ihlal edildiği AYM tarafından tespit edilmiş olan, hatta lehlerine tazminat hükmedilmiş olan başvurucuların bireysel başvurularını kabul etti. Jakupovic v. Croatia, ECtHR, app. no. 12419/04, 31/07/2007; Kaic and others v. Croatia, ECtHR, app. no. 22014/04, 17/07/2008. İHAM’ın benzer davalarda hükmettiği tazminat miktarının yüzde 20’si düzeyindeki tazminat miktarları, İHAM tarafından “ihlali giderebilecek nitelikte” görülmedi. Jakupovic v. Croatia, §17. Yani Tazminatın düşük olması halinde İHAM’a başvurulabilmektedir. Hırvatistan AYM’si bu kararlardan sonra tazminat miktarlarını arttırma eğilimi göstermiştir. Bu sorun, sonraki kararlarda da görülmüştür. Bkz. Medic v. Coratia, ECtHR, app. 499916/07, 26/3/2009, §39. Hatta yeni mekanizmalarda dahi düşük tazminat sorunu görünür olmaktadır. Bkz. V. K. v. Coratia, ECtHR, app. 38380/08/, 29/04/2013, §113. 10-) Bunların dışında AYM’ye yapılacak bireysel başvuruların etkili olmaktan çıkması AYM’den bağımsız faktörlerle de söz konusu olabilmiştir. AYM’nin tamamen Sözleşme’ye uygun olarak verdiği kararın yerine getirilmemesi hali buna örnek gösterilebilir. Oreb v. Hırvatistan kararında tam olarak böyle bir durum ile karşılaşılmıştır. Oreb v. Croatia, ECtHR, app. no. 9951/06, 23/10/2008, §57. Bu sorunlar üzerine Hırvatistan, Anayasa Mahkemesi’nin iş yükünün azaltılması ve kararların etkililiğinin arttırılması için anayasa şikâyeti dışındaki mekanizmalara yönelmiştir. Uzelac, ss. 58 vd. Bu tür mekanizmalar özellikle Kudla kararından sonra birçok Avrupa ülkesinde tartışma başlatmıştır. Örneğin Slovenya’da “Lukenda Projesi” olarak ifade edilen projeler kapsamında çok sayıda yeni başvuru mekanizması geliştirilmiştir. Almanya’da “hızlandırma şikâyeti” (Beschleunigungsbeschwerde), tartışılmış ve “mahkeme oluşum kanununda” (Gerichtsverfassungsgesetz) değişikliğe gidilmiştir. Christoph Grabenwarter/Katherina Pabel, Europaische Menschenrechtskonvention: Ein Studienbuch, (München: C.H. Beck, 2012), 5. Auflage, ss. 493-4. B. İHAM’ın Hırvatistan İçtihadının Türkiye AYM’si Yönünden Sınanması 1-) 1982 Anayasası’nın 36’ıncı maddesi adil yargılanma hakkını düzenlemiştir. Bunun dışında 141’inci maddede de “davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir” hükmüne yer verilmiştir. Bu iki hükümden hareketle “makul sürede yargılanma hakkının” anayasal güvence altında olduğu söylenebilir. Anayasa’nın 40’ıncı maddesine göre “Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlâl edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkânının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir” Dolayısıyla herkes, teorik olarak Anayasa’daki “makul sürede yargılanma hakkı”nın ihlal edildiği iddiasını dava etme hakkına sahiptir. Fakat bu durum, teorik olarak böyle olsa da, uygulamada karşılık bulmuyordu. Çünkü 2010 yılına kadar, makul sürede yargılanma hakkının ihlali iddiasının dava edilebileceği bir yargı yolu açıkça düzenlenmemişti. Doktrinde bu sorunu çözmek adına, bir davanın uzun sürmesi yargı örgütlenmesinin yetersizliğinden kaynaklandığı ölçüde bunun bir “hizmet kusuru” olarak görülmesi gerektiği, dolayısıyla davası uzun süren kişilerin, görülen davalarından bağımsız olarak adalet bakanlığı aleyhine tam yargı davası açabilmesi önerilmişse de Tolga Şirin, “Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlali Sorunu ve Bir Danıştay Kararının Düşündürdükleri”, Prof. Dr. Köksal Bayraktar'a Armağan, C.I, (İstanbul: Beta, 2011), ss. 1189-1205., bu görüş Danıştay tarafından kabul görmemişti. Yasama organının bu konudaki ihmali ve Danıştay’ın veya diğer yüksek yargı organlarının konuyla ilgili içtihat oluşturamaması karşısında İHAM, Tendik ve diğerleri v. Türkiye kararında Tendik and Others v. Turkey, ECtHR, app. no. 23188/02, 22/12/2005, §§§ 34-39. bu sorunu tespit etmiş ve Türkiye’de “makul sürede yargılanma hakkı” yönünden etkili bir başvuru yolu olmadığına hükmetmişti. Bu tespit, Hırvatistan’da anayasa şikâyetinin bulunduğu bir dönemde yapılmıştı. Türkiye’de ise henüz böyle bir usul iç hukukta düzenlenmemişken yapıldı. 2-) Makul sürede yargılanma hakkının dava edilebilirliği anayasa şikâyeti özelinde değil, genel olarak tespit edildiği için, Türkiye’de anayasa şikâyeti düzenlemesinde bu konuya özel bir vurgu yapılmadı. 6216 sayılı AYM Kanunu’nda (md. 48/2) bütün haklar için geçerli olacak şekilde “önemli zarar” kriterlerine yer vermiş olsa da Türkiye AYM’si bu kriteri ne makul sürede yargılanma hakkı ne de diğer haklar için kullandı. Üstelik Türkiye AYM’si Hırvatistan AYM’sinin aksine, makul sürede yargılanma hakkıyla çok yoğun bir şekilde ilgilendi. 15/11/2015 tarihi itibariyle AYM’nin resmî internet sitesinde yayımlanmış karar sayısı 1525’tir. Bu kararların içinde makul sürede yargılanma hakkının zikredildiği veya tartışıldığı karar sayısı ise 660’tır. Bu oransal olarak % 43, 47’ye denk düşmektedir. Yani AYM sitesinde yayımlanan neredeyse iki karardan birinde makul sürede yargılanma hakkı tartışması vardır. Bunlar içinde maddi elemeler yapıldığında 414’ünde ihlal kararı verildiği görülmektedir. Bu sayı, makul sürede yargılanma hakkıyla ilgili yayımlanan kararların % 62,72’sine denk düşmektedir. Yani AYM sitesinde yayımlanan yaklaşık her üç karardan birinde makul sürede yargılanma hakkı ihlali tespit edilmiştir. AYM sitesinde yayımlanan toplam ihlal kararı 653’tür. Bu veri ışığında yayımlanan kararlarda bütün ihlal kararları içindeki makul sürede yargılanma hakkı ihlali içeren dava oranı %63,39 çıkmaktadır. (Bkz. Tablo 1 ve 2). AYM’nin yayımladığı ilke kararlarının, bütün iş yükündeki niceliksel yığılma ile paralel olduğunu varsayabiliriz. Dolayısıyla bu veriler bize AYM’nin anayasa şikâyeti davaları bağlamındaki iş yükünün önemli kısmını makul sürede yargılanma hakkının oluşturduğunu göstermektedir. Eğer yayımlanmayan kararlardaki oranın da paralel olduğu varsayılırsa ilk bakışta AYM’nin makul sürede yargılanma hakkının ihlalini tespit etmek konusunda çekimser olmadığı söylenebilir. Hırvatistan’ın aksine İHAM önünde Türkiye’nin sunabileceği çok sayıda dava örneği mevcuttur. 3-) Anayasa’nın 148’inci maddesine göre bir anayasa şikâyeti ancak olağan hukuk yolları tüketildikten sonra yapılabilir. Hırvatistan AYM’sinin bu bağlamdaki yorumu, makul sürede yargılanma hakkının da ancak derece mahkemeleri önündeki yargılamanın sona ermesinden sonra yapılabileceği yönünde olmuştu. Türkiye AYM’si ise daha ilk dönem içtihatlarında böyle bir zorunluluğun olmadığını, davasının makul süreyi aştığını düşünen kişilerin ilgili davanın sonuçlanmasını beklemeden anayasa şikâyetinde bulunabileceğine karar vermiştir. Bu yönde yüzden fazla karar olması da bunun yerleşik bir içtihat olduğunu göstermektedir. AYM, henüz derece mahkemesi önünde bitmemiş çok sayıda davada ihlal kararı vermiştir. Haydar İzgi başvurusu, 2012/673, 19/12/2013 4-) Hırvatistan’ın aksine Türkiye AYM’si, ne idari başvuru mekanizmalarını ne de diğer yargı mekanizmalarını makul sürede yargılanma hakkının ihlali yönünden bir çare olarak işaret etmemiştir. Dolayısıyla bu konuda bir ihlal oluştuğu düşünüldüğünde doğrudan doğruda AYM’ye başvuru yapılabilir. 5-) Türkiye AYM’si makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini tespit ettiğinde, kararı iki şekilde sonuçlandırmaktadır. Tazminata hükmetmekte ve kararın bir örneğini “gereğinin yapılması için” derece mahkemesine göndermektedir. Bunlardan tazminat, Hırvatistan AYM’sinin yetkisi ile paraleldir. Fakat ikincisi yönünden Türkiye AYM’si özel bir süre sınırlaması getirmemektedir. Oysa Hırvatistan AYM’si, davanın karmaşıklığı ve niteliğini gözeterek bir üst sınır belirlemekte ve davanın bu süre içinde bitirilmesi yönünde derece mahkemelerini bağlayıcı bir karar vermektedir. Aslında AYM Kanunu’nun 50’nci maddesine bakıldığında “ihlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir” dendiği görülmektedir. Dolayısıyla AYM’nin kararının hüküm kısmında “kararın bir örneğinin ilgili derece mahkemesine gönderilmesine” şeklindeki kalıbından sonra “davanın en geç x ay içerisinde tamamlanmasına” hükmetmesi mümkündür. Başvuruculara tazminat talepleri dışında bu yönde bir talepte bulunmaları önerilir. 6-) İHAM içtihatlarına göre bir temel hak müdahalesinin ortadan kalkmış olması, ihlalin artık tespit edilemeyeceği anlamına gelmemektedir. Hırvatistan AYM’si, sona eren davalarda makul sürede yargılanma hakkı ihlali tespiti yapmayarak buna aykırı davranmıştı. Türkiye AYM’si de buna benzer bir eğilimi, kişi özgürlüğü ile ilgili davalarda vermişti. Örneğin Mehmet Haberal (2) başvurusunda, başvurucu anayasa şikâyeti yaptıktan sonra, hakkındaki yurtdışına çıkış yasağının kaldırılmış olması, anayasa şikâyetinin düşme nedeni olarak görülmüştü. Merhmet Haberal başvurusu (2) , 2014/1050, 28/5/2014, §26. AYM, yasağın kaldırılmasından önceki süreçteki müdahalenin ihlal niteliğini incelemediği gibi, düşme kararının gereği olarak harç ve yargılama giderlerinin iadesine de hükmetmemişti. Ne var ki makul sürede yargılanma hakkı yönünden yaptığımız incelemede bu yönde bir karara rastlamadık. Hatta bilakis, AYM’nin hâlihazırda bitmiş olan davalarda ihlal tespit ettiği çok sayıda örnek gözlemlenmektedir. 7-) Davaların başlangıç ve bitiş süreleri belirlemelerinde Türkiye AYM’si, Hırvatistan AYM’sinin düştüğü hataya düşmemiştir. AYM, ilk ilke kararlarında süre başlangıcını medeni hak ve ödevlerle ilgili davalarda dava “dava ikame tarihi” olarak belirlemişse de Abdullah Özen başvurusu, 2012/13, 2/7/2013, §50., uyuşmazlığın ortaya çıktığı daha önceki bir tarihin de dikkate alınabileceğini söylemiş Selahattin Akyıl başvurusu, 2012/1198, 11/7/2013, §45., somut olayın koşullarına göre davadan önce idarî makamlara başvuru anını süre hesabında dikkate alabilmiştir. Örn. bkz. Güher Ergun ve diğerleri başvurusu, 2013/4424, 6/3/2014, §44. Sürenin bitiş tarihi konusunda da, Hırvatistan AYM’sinden farklı olarak, yargılamanın sona erme tarihi “icra aşamasını da kapsayacak şekilde” belirlenmiştir. Abdullah Özen başvurusu, §52. Fakat anayasa mahkemesi önünde geçen sürenin hesaba dâhil edilip edilmediği belirsizdir. Bunun dâhil edildiği örnekler olduğu gibi, aksi örnekler de mevcuttur. Bir davanın süresinin hangi süreden sonra makul olmaktan çıkacağı konusunda standart bir yanıt yoktur. Dolayısıyla AYM’de böyle bir belirleme yapmamıştır. Fakat istatistiksel veri sunmak gerekirse; AYM’nin yayımladığı kararlarda, ihlal kararı verdiği alt eşik 2 yıl 11 ay’dır. Bu ihlal kararı, söz konusu vakanın işe iade davasıyla ilgili olması ve tür davalar için öngörülen “basit yargılama usulü” ile “temyizde bozma yasağı” hükümleri ve bu bağlamda kanuna açık ışığında verilmiştir. Metin Aydoğan başvurusu, 2013/9717, 10/3/2015, §§38 vd. Bu istisna dışında üzerinde durduğumuz kararlardaki ihlal tespitlerinin 3 yıldan fazla süreli davalardan itibaren başladığı görülmektedir. Fakat yeniden vurgulamak gerekir ki; bu istatistiksel bilgi mutlak değildir. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın derecesi, tarafların ve ilgililerin tutumu, başvurucunun davanın süratindeki menfaati vb. faktörler süre hesabında dikkate alınmaktadır. 2012/13, 2/7/2013, §41. Örneğin bu çerçevede, 7 yıldan uzun süren bir davada makul sürede yargılanma hakkının ihlal edilmediği sonucuna ulaşılabilmektedir. Ceza davası örneği olarak bkz. 2014/658, 30/12/2014. Hukuk davası örneği olarak bkz. 2013/3202, 06/05/2014. Fakat İHAM kararlarına da bakıldığında, 10 yıldan uzun süren bir yargılama sürecinin hangi nedenle olursa olsun haklılaştırılabilir sayılmayabileceği söylenebilir. Türkiye hukuk uygulamasına yabancı bir kişi 10 yılları geçen dava sürelerinin çok yaygın olmadığını düşünülebilir. Fakat gerçeklik böyle değildir. Özellikle tapu-kadastro ve miras davalarının süresi çok uzundur. Öyle ki AYM kararlarındaki 15 tapu kadastro Emine Gülüm Ilgaz ve Nimet Işıl Arıpek başvurusu, 2014/4541, 17/11/2014; Ercüment Cemil Cever başvurusu, 2014/4545, 10/3/2015; Mehmet Ali Beylikçi ve diğerleri başvurusu, 2014/381, 17/11/2014; Cemil Sarıdağ ve diğerleri başvurusu, 2014/2614, 19/11/2014; Aydın Aslan ve diğerleri başvurusu, 2014/4642, 10/3/2015, Mahmut Sarıdağ ve diğerleri başvurusu, 2013/6261, 7/3/2014; Abdulkerim Karaboğa ve diğerleri başvurusu, 2013/9063, 10/3/2015; Süleyman Coşkun başvurusu, 2014/1586, 18/6/2014; Orhan Öztürk ve Ayşe Ak başvurusu, 2013/8344, 8/9/2014; Zübeyde Çaçan ve diğerleri başvurusu (2), 2014/1589, 8/9/2014. veya miras davası Semira Babayiğit ve diğerleri başvurusu, 2013/3283, 19/12/2013; Hasan Gülmez başvurusu, 2013/8345, 8/9/2014; Coşkun Alp Beylikçi başvurusu, 2014/385, 8/9/2014., (inanması zor ama) derece mahkemeleri önünde 50 yıldan (yarım asırdan) daha uzun süre sürmüştür. AYM’nin ihlal kararı verdiği yayımlanmış kararları içinde derece mahkemeleri önünde geçen süre ortalama 8 yıldır. Net süre AYM’nin dava sürelerini net vermemesinden dolayı belirlenememektedir. Tüm veriler grafiklendirildiğinde, ihlal kararları da özellikle 5-10 yıl arasında süren davalarda toplanmış görünmektedir. 8-) Hırvatistan AYM’si örneğinde de görüldüğü gibi, anayasa şikâyeti yargılamasının kendisi eğer makul bir süre içinde tamamlanmaz ise; bu yol, etkili olmaktan çıkar, hatta ihlali derinleştiren bir faktöre dönüşür. Şüphesiz bu konuda sabit bir standarttan bahsedilemez. Davanın karmaşıklığı ve başvurucunun tutumu dikkate alınmak durumundadır. Strazburg içtihatlarına bakıldığında eğer derece mahkemeleri önündeki yargılama aşırı uzamamışsa AYM önünde yaklaşık bir buçuk-iki yıl sürmüş vakalarda ihlal bulunmadığı gözlemlenmektedir. Örn. bkz. Sattler v. Germany, ECtHR, 32830/96, 19/1/1999 (Inadmissible) . Bu davada 1 yıl 9 ay 16 gün AYM önünde sürmüştür. Fakat Oreb v. Hırvatistan kararında olduğu, karmaşık olmamasına ve başvurucuların kusuru bulunmamasına rağmen (eğer derece mahkemesi önündeki yargılama çok hızlı gerçekleşmemiş ise) 3 yılı geçmiş bir anayasa şikâyeti incelemesi, büyük ihtimalle makul görülmeyecektir. AYM’nin yayımladığı kararlar içinde, makul sürede yargılanma hakkının ihlali kararlarının sürelerinin ortalamasını aldığımızda 1 yıl 1 ay 4 gün gibi bir sonuca ulaşmaktayız. Bu ortalama, diğer bütün değişkenler göz ardı edildiğinde makul sayılabilir. Bu kararlar içinde en hızlı ihlal kararı verilenler 4 ayda tamamlanmıştır. Abdülhamit Kaplan ve diğerleri başvurusu, 2014/2229, 18/6/2014; Yusuf Aslan başvurusu, 2014/2234, 18/6/2014; Mahmut Savaşçi başvurusu, 2014/2243, 18/6/2014. Bir anayasa şikâyetinin 4 aydan önce sonuçlandırıldığı örnek yoktur. Erken süre içinde sonuçlanan şikâyetlerin ayırt edici niteliğini sorguladığımızda, anlamlı bir sonuca ulaşamadık. Bu davalar içinde hukuk davaları yoğunluklu görünse de, kısa süre içinde sonuçlanan ceza davalarının da bulunduğu, dolayısıyla bu anlamda da bir farklılaşmanın olmadığı kaydedilmelidir. 26/5/2014 tarihinde yapılan ve ceza yargılaması ile ilgili bir anayasa şikayeti 15/10/2014 tarihinde 142 günde sonuçlandırılmıştır. Tacettin Pasha başvurusu, 2014/7204, 15/10/2014. Bu kararlar içinde en geç ihlal kararı verilen karar, Ali Gürbüz ve Hasan Bayar kararıdır. Ali Gürbüz ve Hasan Bayar başvurusu, 2013/568, 24/06/2015. Bu şikayetin konusu, Ülkede Özgür Gündem Gazetesi’nin 25/6/2006 tarihli nüshasında yayımlanan bir yazı nedeniyle ilgili gazete nüshasına el konulması ve başvurucular hakkında kamu davası açılmasıdır. Söz konusu dava 6 yıl 5 ay sürmüş ve yargılama sonucunda kovuşturmanın ertelenmesine karar verilmiştir. Ibid, §80 Bu karara karşı yapılan anayasa şikâyeti ise 2 yıl 5 ay 13 günde sonuçlandırılmıştır. Karmaşık nitelik arz etmeyen ve başvurucuların davranışlarının davayı uzatma yönünde olmadığı bu vakada, derece mahkemeleri önünde geçen sürenin üçte birinden daha uzun bir süre AYM önünde geçmiştir. Bu tür uzun sürede sonuçlandırılan anayasa şikâyeti örnekleri sadece ceza yargılamasında söz konusu olmamaktadır. Örneğin bir kişinin inşaat yapı ruhsatının iptaliyle ilgili Emin Arslan Başaran başvurusu derece mahkemeleri önünde “7 yıla yaklaşan bir süre” devam etmiştir. Emin Arslan Başaran başvurusu, 2013/1462, 25/06/2015, §56. AYM’nin bu sürenin uzun olduğunu tespit edip ihlal kararı vermesi ise 2 yıl 4 ay 14 gün sürmüştür. Bu davanın karmaşık nitelik arz ettiği kabul edilmişse de derece mahkemelerinin önündeki sürenin üçte biri kadar sürenin AYM önünde geçmiş olması, AYM’nin somut vakadaki etkililiğini tartışmalı hale getirmiştir. Zira dosya üzerinden incelemenin yapıldığı idari yargıdan gelen ve karmaşık nitelik arz etmeyen başka örneklerde de benzer gecikmelere rastlanmaktadır. Nispeten “kolay dava” kategorisinde görülebilecek olan ve ödeme emrinin iptali için vergi mahkemesinde açılan bir davanın uzun sürmesinin konu edildiği Hüsamettin Kemal Esiner başvurusu da bir başka örnek olarak gösterilebilir. Bu dava, derece mahkemeleri önünde yaklaşık 7 yıl, AYM önünde ise 2 yıl 4 ay 5 gün sürmüştür. Her şeye rağmen bu tür olumsuz bakalar AYM içtihadında azınlıktadır. AYM’nin yayımlanmış olan makul sürede yargılanma ihlal kararlarının % 53’ı 1 yıldan az sürede, % 42’si 1-2 yıl arasında, sadece %4,2’si 2 yıldan daha uzun bir sürede sonuçlandırılmıştır. Bu verilerin grafiksel görüntüsü şu şekilde olmaktadır (Tablo No. 4) AYM’nin anayasa şikâyetlerini sonuçlandırma süresine ilişkin performansının zamana (gün bazlı olarak) yayılan grafiksel görüntüsü ise Tablo No. 5’te gösterilmiştir. Tablo No. 5’te da görüldüğü gibi, AYM’nin karar verme süresi her geçen yıl artmaktadır. Dikkat edilirse, 2015 yılından itibaren artık 800 günden daha uzun sürmüş örneklere rastlanmaktadır. Bu ivmenin devam etmesi durumunda AYM’nin, tıpkı Hırvatistan’da olduğu gibi anayasa şikâyeti yolunun “etkisiz” sayılmasına benzer bir akıbetle karşılaşması olasıdır. 9-) AYM’nin tazminat belirlemelerinde nasıl bir “formülasyon” kullandığı şeffaf ve net değildir. Maddi tazminatlar, başvurucular tarafından sunulan zarar verilerine göre belirlenmektedir, fakat manevi tazminatlar konusunda belirsizlik vardır. Derece mahkemeleri önündeki dava sürelerinin her vakada açıkça ortaya konmaması ve davanın içeriğine ilişkin ayrıntıların gerekçeye yansıtılmaması, manevi tazminat belirlemelerinde genel bir çıkarım yapmamıza izin vermemektedir. Elimizdeki verilerden bu bağlamda “izlenim” dışında, tutarlı ve anlamlı bir sonuca ulaşamadık. Mutlak nitelikte olmamakla birlikte makul sürede tamamlanmadığı tespit edilen vakalarda her bir yıl için 1000 TL tazminata hükmedildiği izlenimi oluşturmaktadır. Örneğin genellikle 10 yıl süren davalar için 10 bin lira civarında, 5 yıl süren davalar için 5 bin lira civarında tazminatlara hükmedilmektedir. Fakat davanın “karmaşıklığı” vb. tespitlerin yapılması durumunda, bu miktarlarda düşüşe gidildiği, öte yandan davanın konusunun ve değerinin de ek bir faktör olarak dikkate alındığı izlenimi oluşmaktadır. Yine de bui, katergorik bir çıkarım olarak algılanmamlıdır. Örneğin AYM’nin makul sürede yargılanma hakkı bağlamında hükmettiği en yüksek tazminat olan 34 bin 900 TL, 44 yıl süren bir dava ile ilgilidir. Abdal Yaman ve diğerleri başvurusu, 2014/1591, 8/9/2014 Başvurucuların taleplerinin yüksek olmasının bu belirlemelerde dikkate alınmıyor görünmektedir. Fakat aksi durum, yani başvurucunun talep ettiği manevi tazminat miktarının düşüklüğü AYM’yi bağlamaktadır. Bu bağlamda Hayrettin Kibar ve diğerleri Hayrettin Kibar ve diğerleri , 2013/2328, 10/03/2015 başvurusu dikkate değer bir örnektir. Söz konusu anayasa şikâyetinin konusu, 6 yıl süren bir iş mahkemesi davasıdır. AYM, dava ile ilgili olarak karmaşıklık belirlemesi yapmamıştır. AYM kararlarına baktığımız zaman, bu başvuru ile aynı unsurlar içeren (yani iş mahkemesi yargılamasını konu alan ve 6 yıl sürmüş olan) bütün başvurular için 5 bin 400 lira tazminata hükmedildiğini görüyoruz. Abdulkadir Aşan ve diğerleri başvurusu, 2013/7565, 8/5/2014; Tevfik Öner başvurusu, 2014/1003, 18/6/2014; Orhan Kurtay başvurusu, 2014/1007, 18/6/2014, Yusuf Aslan başvurusu, 2014/2234, 18/6/2014 Dolayısıyla bu başvuruda da AYM’nin aynı bedele hükmedeceğini düşünülebilirdi. Fakat başvurucular, 1000 TL manevi tazminat talep etmişlerdir. Dolayısıyla AYM, “talep edilen manevi tazminat miktarlarıyla bağlı kaldığını” vurgulayarak başvurucular lehine 1000 TL manevi tazminata hükmedebilmiştir. Bunun dışında çok sayıda davada da başvurucuların manevi tazminat alabilecekken, herhangi bir talepte bulunmadıkları için manevi tazminat alamadıkları görülmektedir. Bu nitelikte 36 dava tespit etmiş bulunuyoruz. Bu, makul sürede yargılanma hakkı ihlali tespit edilen davalar içinde yüzde 8 gibi bir orana tekabül etmektedir. Bu davaların büyük bir kısmı parasal bir uyuşmazlıkla ilgilidir. Bu vakalarda avukatla temsil söz konusu olmasına rağmen manevi tazminat talebinde bulunulmamış olması düşündürücüdür. Eldeki verilerle ve euro kurundaki esnemelerden dolayı sabit bir standarda ulaşmak mümkün olmasa bile, izlenimler üzerinden İHAM standartlarıyla karşılaştırma yapıldığında nispeten düşük kalan AYM tazminatlarının ihlal yaratacak düzeyde sorunlu olmadığı söylenebilir. 10-) Alternatif Yollar ve Etkili Başvuru Hakkı AYM’nin kararlarının icra edilip edilmediğini takip edebileceğimiz bir mekanizma hali hazırda yoktur. Bu yönde bir karar da bulunmamaktadır. Fakat AYM’nin iş yükü dikkate alındığında, Mahkeme’nin “makul sürede yargılanma hakkı” sorunuyla tek başına başa çıkması mümkün görünmemektedir. Buna rağmen AYM, kendisi dışında makul sürede yargılanma hakkının dava edilebilirliğinin mümkün olmadığını hala tespit etmiş değildir. Oysa AYM, makul sürede yargılanma hakkı bakımından önüne gelen şikâyetlerde, İHAS md. 13 (AY md. 40) ihlali tespiti de yapabilir. Böyle bir durumda, bu boşluğa gerekçesinde yer vererek, “yasama organına çağrı”da bulunabilir. Nitekim Hırvatistan’da AYM’nin iş yükünün paylaşımı için her yargı kolunun kendi üst mahkemesine yapılabilecek yeni bir başvuru mekanizması geliştirilmiştir. Sonuç Tüm bu veriler Türkiye AYM’sinin, prensip olarak Hırvatistan AYM’sinin düştüğü hatalara düşmediğini göstermiştir. Dolayısıyla AYM’nin kural olarak makul sürede yargılanma hakkı yönünden etkili bir iç hukuk yolu olduğu söylenebilir. Fakat AYM, etkililiğinin ve başarısının “kurbanı” olabilir. Zira makul sürede yargılanma başvurularının sayısındaki artış ve buna bağlı olarak AYM’nin bu davaları sonuçlandırma süresindeki artış, tehlike çanlarının çaldığını göstermektedir. Bu, sistematik ve yapısal bir sorun olmakla birlikte, AYM’nin bütün yükü üstlenmesi sağlıklı değildir. Mahkeme’nin olağan yargılama süreçlerinde “makul sürede yargılanma hakkının dava edilebilirliği sorununu” tespit etmesi ve Anayasa’nın 40’ıncı maddesi (etkili başvuru hakkı) ihlal kararları çerçevesinde yasama organının dikkatini diğer Avrupa Konseyi ülkelerinde geliştirilen yeni mekanizmalara çekmesi önerilir. Öte yandan davaların inceleme sıralamasında, uzun sürmüş davaların öncelikli hale getirilmesi için bir kriter belirlenmelidir.