Academia.eduAcademia.edu

Sermayenin Dolaşımı: Mekanda Hareket ve Sabitlik

Sermayenin Dolaşımı: Mekanda Hareket ve Sabitlik Özet Bu tebliğde ele alınacak olan konu, sermaye birikimi sürecinin bir aşaması olan, sermayenin dolaşımıdır. Sermaye dolaşımı, sermayenin hareket kazanması demektir. Bu hareketin farklı boyutları ve içine girdiği ilişkiler ağı içerisinden, özgül bir ilişki olan, mekan ile kurduğu etkileşim ve ortaya çıkardığı çelişkiler irdelenecektir. Sermaye ile kastedilen, sermayenin bir formu olan meta-sermayedir. Ancak varılan genel sonuçların mali sermaye için de geçerli olduğu söylenebilir. Sermayenin dolaşımı ve mekan arasındaki etkileşimi kuran ise, pazarın genişletilmesi ihtiyacıdır. Pazarın genişlemesini sağlayan özel mekan-sermaye etkileşimi iki temele dayanır. Bir yandan sermaye, giderek küresel hale gelen rekabetten ötürü başka pazarlara olabildiğince hızlı ulaşmalı, mekanda hızlanmalıdır. Öte yandan bu hızlanmayı sağlayacak olan altyapı yatırımlarını geliştirmeli, yenilemeli ve bu sebeple de mekanda sabitlenmelidir. Böylece sermaye dolaşımının; hızlanma gereksinimi ve bu gereksinimi karşılamak için mekanda yavaşlama zorunluluğu arasında bir çelişkiye dayandığı ortaya konacaktır. Bu doğrultuda sermayenin ne kadar hız kazanmış ve ne kadar mekana dayanan ilişkilerini yitirmiş görünürse görünsün, mekansal bağımlılıklarının güçlendiği savunulacaktır. Tebliğin son bölümünde bu durunun toplumsal ve ideolojik yansımalarına da değinilecektir. Tebliğ, kuramsal çerçeve açısından Karl Marx’ın “Grundrisse” de dile getirmiş olduğu sermaye dolaşımı ve hız ilişkisine; ayrıca günümüz kuramcılarından David Harvey’e dayanmaktadır. Mekan ve toplum arasındaki ilişki son dönemde özellikle Coğrafya ve Kentleşme disiplinlerinde çalışmalarını sürdüren kuramcılar tarafından incelenmiş; çok sayıda araştırma yayımlanmıştır. Tebliğin, söz konusu disiplinlerde eser veren kuramcılardan özellikle David Harvey’in “Spaces of Capital” ve “Limits to Capital” kitaplarına dayanmasının sebebi, Harvey’in toplum-mekan-kent ilişkilerini sermaye birikimi ve kapitalizmin gelişmesi çerçevesinde ele almış olmasıdır. Ancak yukarıda adı geçen kitapların, mekan ve sermaye ilişkisini inceleyen literatür içerisindeki özgüllüğü şudur: Bu ilişki açıklanırken ilk olarak sermaye birikimi süreci içerisinde sıkça odaklanılan üretime değil de, dolaşıma vurgu yapılmıştır. İkinci olarak ise, dolaşım içerisinde diğer kuramcıların üstü kapalı olarak değindikleri ya da göz ardı ettikleri sabit sermaye olgusu üzerinde durulmuştur. Sabit sermaye, sermaye dolaşımı ile mekan arasındaki sürekliliği ve bağımlılık ilişkisini sağlayan aracı konumundadır. Bu bakış açısının elbette ki eksiklikleri vardır. Sabit sermaye, dolaşım ve dolaşım içerisinden de mal dolaşımı üzerinde odaklanmak her şeyden önce tek yanlı bir bakış açısı getirmektedir ve kimi açılardan da açıklayıcı niteliği düşüktür. Ancak günümüzde giderek daha fazla karmaşıklaşan kapitalizmin ilişkiler ağını bir bütün olarak incelemenin zorluğu ortadadır. Bu ilişkileri parçalara ayırma ve her bir parçanın özgüllüklerini, her bir parçanın bütünle kurduğu bağı teker teker ortaya çıkarma gereksinimi kendisini dayatmaktadır. Bu açıdan tebliğin amacı, sermaye dolaşımı konusu içerisinde dar bir yer tutan sabit sermaye ve mal dolaşımının gereksinimlerinin, kapitalizmin biçimlendirdiği gündelik hayatımıza nasıl etki ettiği konusunda kimi ip uçları vermek ve mümkünse daha önce düşünmeye değer görmediğimiz alanları tartışmaya açmaktır. Sermayenin Dolaşımı Sermaye birikimi, kapitalizmi açıklayan merkezi kavramlardan biridir. Kapitalizm, sermaye birikimini gerçekleştirerek ve rekabet koşulları altında her defasında biriken miktarı daha fazla arttırarak varlığını sürdürür. Ancak sermaye birikimi otomatik işleyen tek bir süreçten oluşmaz. Daha ziyade birbirlerinden farklı kişilerin ellerinde ilerleyen, farklı işlevlere sahip sermaye parçalarının birbirlerine eklemlendiği farklı süreçlerin sonucunda gerçekleşir. Genelleyecek olursak sermaye birikimi, sermayenin yüklendiği farklı işlevlere göre üretim, dolaşım ve mübadele süreçlerinin toplamıdır. Üretimde artı değer üretilir. Dolaşım ve mübadele de ise üretilen bu artı değer gerçekleşir ve kâra dönüşür. Sermaye birikimi, ancak üretilen artı-değer gerçekleştikten sonra, yani dolaşıma girip mübadele edildikten sonra tamamlanır. Bu sebeple ne kadar artı-değer üretildiği kadar, dolaşım ve mübadele süreçlerinde üretilen artı-değerin ne kadarının gerçekleştiği de önemlidir. Günümüz dünyasında artı-değer üretim süreçleri ve bu süreçlerin mekanları kadar, artı değerin gerçekleşmesini sağlayan iletişim ve bilgi teknolojilerine, tüketim ve pazarlama stratejilerine, en nihayetinde alışveriş merkezlerine verilen önem de bundan kaynaklanmaktadır. Hatta günümüz toplumlarının “tüketim toplumu” olarak adlandırılmasının sebebi, sermayenin dolaşım ve mübadele aşamalarının sermaye birikimi süreci içerisinde giderek daha fazla belirgin hale gelmesi ve gündelik yaşantımıza damgasını vurmasıdır. Sermaye birikimi içerisinde mühim olan sermayenin bir defaya mahsus gerçekleşmesini sağlamak değil de, her defasında daha fazla sermaye biriktirmekse bu artı-sermayenin nasıl doğduğuna bakmak gerekmektedir. Üretim-dolaşım ve mübadele sarmalı içerisinde daha fazla sermaye biriktirmenin iki koşulu vardır. İlk olarak üretilen artı değer miktarını arttırmak gerekir. İkinci olarak ise, artan artı değer miktarıyla doğru orantılı bir şekilde, artı değerin gerçekleşmesi için dolaşım alanını genişletmek gerekecektir. Dolaşım alanını genişletmek, gündelik dilde artık sıklıkla kullandığımız bir kavram olan pazarı genişletmek demektir. Pazar, mübadele ilişkisi açısından, alıcılarla satıcıların buluştuğu ve mübadele ilişkisine girdikleri bir yer olarak tanımlanabilir. Bu bakımdan pazar bir mekanı tanımlar. Ancak pazar, dolaşım açısından daha farklı ve uzun bir süreci ifade eder. Dolaşım, pazar ile olan ilişkisi açısından, üretilen bir malın mübadele için pazara getirilmesi ve mübadele sonrasında elde edilen paranın tekrar sermayedara dönmesi sürecine denir. O halde mübadele aslında dolaşım üzerindeki değişim noktaları, duraklardır. Bu durumda dolaşım alanının genişletilmesi, doğrudan, daha fazla mübadele ve tüketim noktası yaratacak, böylece pazarı genişletecektir. Pazarın genişletilmesi iki şekilde gerçekleşir. Bunlardan ilki dolaşım alanını değiştirmeden, dolaşım üzerindeki mübadele noktalarını artırmaktır. Mekan ile kurduğu etkileşim göz önüne alınırsa bu, pazarın mekansal sınırları değiştirilmeden, aynı mekan içinde kalınarak, tüketimin arttırılması demektir. Bu durumda aynı pazar içinde mevcut tüketim biçimi nicel olarak genişletilme yoluna gidilebilir. Yani, belli ihtiyaçların propagandası toplumun daha geniş bir kısmını içine alacak şekilde yapılabilir. Yahut yeni toplumsal istek ve ihtiyaçlar üretilebilir ve böylece yeni tüketim maddeleri yaratılır. Ancak belirli bir toplumun sınırları içerisinde kalarak tüketimi arttırmanın sınırlarına yaklaşıldıkça, pazarı genişletmenin ikinci yolu olan, başka pazarlar bulma eğiliminin daha ağır bastığını görmek mümkündür. Pazarı genişletmenin ikinci yolu, birinci yöntemin tersine, dolaşım alanını genişletmekle mümkündür. Dolaşım alanını genişletmek, dünyadaki diğer pazarlara ulaşmak ile gerçekleşir. Bu açıdan sermayenin eğilimi, dolaşımını gerçekleştirdiği mekanı genişleterek yeni pazarlara ulaşmak, dünya üzerinde yeni mübadele noktaları bulmaktır. Bu eğilim, sermayenin dünya pazarı yaratma eğilimidir. “Her türlü yer[el] sınırların ötesinde dolaşmak sermayenin doğasında vardır.”(Marx, 1999b: 18). Pazarın mekansal sınırlarının genişletilmesi, daha fazla sermaye birikimi gerçekleştirmek için elzemdir. Mekanla kurduğu ilişki açısından ikinci yöntem sermayenin, dolaşımın gerçekleştiği mevcut mekansal sınırları aşma ihtiyacını gösterir. Öyleyse, dünya üzerinde farklı pazarlar arasındaki mesafeler, sermayenin dolaşımının önündeki engellerdir. Sermaye, ulaşım ve iletişim araçlarının gelişmesiyle mesafeleri kısaltarak mekansal engelleri kaldırmaya çalışır. Böylece daha önceden ulaşamadığı uzak pazarlara girer ve dolaşım alanını genişletme olanağı kazanır. Ancak kapitalizmin çelişiklerle ilerleyen yapısı kendisini dolaşımın genişlemesi konusunda da gösterir. Pazarını genişletmek için mekanları aşmaya çalışan sermaye, her girişiminde mekana olan bağımlılığını daha fazla arttırır. Sermayenin dolaşımında hız ve hareket, mekanda sabit kalmayı gerektirmektedir. Çelişkinin Bir Yüzü: Hareket ve Hız Sermayenin mekansal hareketi olan dolaşım, bir zaman ve maliyet unsurudur. Üretilen bir malın mübadele için pazara getirilmesi olarak dolaşım, ürünün mekansal konumunun değiştirilmesidir. Mekansal konumun değiştirilmesi, ürünün kendisinde bir değişime sebep olur. Bu durum mekansal konumun değiştirilmesi esnasında üründe maddi bir değişim doğabileceği için doğrudur. Mesela, beyaz eşya ürünleri pazara taşınma esnasında çizilebilir. Yine, gıda maddeleri belirli koşullar altında ve süre içerisinde pazara ulaştırılamazlarsa bozulur ve tüketilmeden atılırlar. O halde bir ürün, ancak bu mekansal konum değiştikten sonra nihai biçimini almış sayılır. Başka bir değişle ürünün üretim süreci, ürün pazara getirildiğinde ancak tamamlanır (Marx, 1999b: 14 ve 15). Bu sebeple dolaşım süresi, üretim süresine dahildir. Dolaşım süresinin üretim süresine dahil olması gibi, dolaşım maliyeti de üretimin maliyetine dahildir. Dolaşımın kimi aşamaları bazı kurumlar tarafından gerçekleştirilir. Bu kurumlar, ürünlerin nihai alıcısını bulması için gerekli olan bankalar, toptancılar ve perakendeciler gibi toplumsal aracı kurumlardır. Bu aracı kurumlar belirli bir maliyet içerirler. Bunlar dolaşımın zorunlu maliyetleridir. Ancak dolaşım, kendi başına değer üretmediği, yalnızca üretilen artı değerin gerçekleşmesini sağladığı için bu aracı kurumların maliyeti, üretilen toplam artı değerden kesinti yapılarak karşılanır. Bu şekilde mekansal hareketin maliyeti, artı değerden zorunlu bir kesintidir (Marx, 1999b: 39). Böylece mekansal hareketin bir zaman ve maliyet unsuru olduğu; ayrıca bu zaman ve maliyetin sermayedar için artı-değerden kesinti anlamına geldiğini görmekteyiz. Mekansal hareketin zaman ve maliyetinin sermayedar için önemi kendisini sermayenin devri içinde daha net bir şekilde gösterir. Sermayenin devri (verili bir miktar sermayenin değerlenerek gerçekleşmesi) ancak üretim ve dolaşım tamamlandıktan sonra gerçekleşir. Başka bir değişle, sermayenin devir zamanı, üretim ve dolaşım zamanının toplamıdır  Devir süresi boyunca sermaye, sırası ile bütün formlarına bürünür. Başlangıçta para sermayedir (M), yani kâr elde etmek amacıyla yatırıma giden bir miktar paradır. Kapitalist, (toplumsal kolektif sermayenin kişileşmiş hali olarak kapitalist) üretim araçlarını ve iş gücünü satın alarak, para sermayeyi üretici sermayeye dönüştürür. Üretim sonucunda sermaye meta sermaye (C) haline gelir. Değişimde ise satılarak yine para sermaye (M’) olur. Sermaye birikimi, değerlenmiş sermayenin (M’) yeniden üretim için yatırım aşamasına geri dönmesiyle birlikte, ancak bu devir zamanının sonunda oluşur. (Harvey, 1982: 62). Kapitalist için önemli olan sadece sermayenin devrinin gerçekleşmesi değildir; bu devrin en az maliyette ve en kısa sürede gerçekleşmesi önemlidir. Çünkü sermaye ne kadar hızlı ve ucuz dolaşımını gerçekleştirirse, o kadar hızlı ve kârlı devreder ve o kadar çok miktarda yeniden yatırıma dönüşür (Marx, 1999b: 109). Bu açıdan dolaşım süresi ve maliyeti, sermayenin devir süresinin ve kârın miktarının en önemli belirleyenlerinden biri haline gelir. Rekabet koşulları altında devir süresinin kısaltılması daha da önem kazanır. Ortalama toplumsal devir zamanı, belli bir sektörde, normal üretim ve dolaşım koşulları altında, belli bir miktar sermayenin devrinin aldığı ortalama zaman olarak tanımlanabilir (Harvey, 1982: 186). Ortalama devir zamanından daha yavaş devreden sermaye, elde edeceği kârı daha yavaş yatırıma aktaracağı için, diğer tikel sermayeler karşısında görece devalüasyon yaşar. Daha kısa bir sürede devrini tamamlayan sermaye ise görece fazla kâr elde etme fırsatını yakalar. Başka bir ifade ile, kim daha hızlı sermaye biriktirirse, daha yavaş biriktirenleri sektörden atabilir. Bu durum, tikel sermayeler arasında devir zamanını ve dolayısıyla dolaşım zamanını kısaltmak için rekabetçi bir mücadele ve baskı yaratır (Harvey, 2001: 319). Bu rekabetçi mücadelenin konusunu sermayenin dolaşımını hızlandıran iletişim, taşımacılık, depolama, bilgi işlem, enerji...vs. her türlü teknoloji oluşturur. Bu teknolojiler sürekli geliştirilerek, yenilenerek mekansal hareketin zaman ve maliyeti düşürülmeye çalışılır. Dolayısıyla bir bütün olarak sermaye birikimi hızlanmış ve miktarı artmış olmaktadır. Bu açıdan dolaşım koşullarının iyileştirilmesi üretici güçlere dahildir ve kapitalist tarafından özel olarak geliştirilir (Marx, 1999b: 17). Öte yandan dolaşım teknolojilerindeki gelişme toplumsal açısından gözle görülür sonuçlar doğurur. Mesela, Ankara ve İstanbul arasındaki mesafe 450 kilometredir ve bu mesafe kilometre hesabıyla değişmez. Ancak ulaşım ve taşımacılık araçlarının gelişmesi ile birlikte Ankara-İstanbul arası 6 saate, 4 saate ve uçak ile 45 dakikaya düşmektedir. Böylece İstanbul Ankara’ya giderek daha fazla yakınlaşır. Ankara’ya 100 km uzaklıktaki Kırıkkale’de ise hava yolu kullanmak mümkün değildir. Kara yolu taşımacılığıyla Ankara- Kırıkkale arası 2 saat sürer. Böyle bir durumda İstanbul, Ankara’ya Kırıkkale’den daha yakındır. Transfer ve işlemlerin saniye hesabı ile yapıldığı mali sermaye sektöründe bu durum daha açıktır. Aslında günümüz dünyasının küçüldüğünden söz edilirken kastedilin de budur. Giderek daha fazla mekan, ulaşabileceğimiz mesafelere indirilmektedir. Bu durumun arkasında sermayenin pazarını genişletme amacıyla dünyaya yayılması olduğunu belirttik. Ancak konumuz açısından vurgulanması gereken nokta şudur: Emperyalizm olarak tanımlayabileceğimiz sermayenin dünya üzerinde pazar bulmak amacıyla yayılmasının bileşenlerinden biri de hızdır. Sermaye yayılmasını olabildiğince hızlı bir şekilde gerçekleştirme eğilimi içindedir. Bu olabilirliği ise günün iletişim ve ulaşım teknolojilerinin gelişmişliğinin temelini oluşturduğu şartlar belirler. Öte yandan sermayenin dolaşım alanını genişletme eğilimi ve bu eğilimin hızı, mekanların göreceleşmesini doğurur. Pazarların birbirlerine göre olan uzaklıkları, konumları sermayenin dolaşımı ile sürekli değişmekte ve birbirlerine yaklaşmakta ya da uzaklaşmaktadırlar. Böylece dünya üzerinde bir mahallin yeri, hiçbir zaman sabit kalmamaktadır; daha ziyade özgül taşımacılık ilişkileri altında gerçekleşen mekansal bütünleşmenin seviye ve derecesine bağlı olarak sürekli değişmektedir. Mesafelerin göreceleşmesi, ölçü birimi olarak kilometrelerin değil de, zamanın kullanılmasıyla gerçekleşir. Başka bir değişle, mekansal uzaklıklar zamana tercüme edilir. Kilometreler ve miller ile ölçtüğümüz mekansal uzaklıklar zamanı kısaltarak, yahut hızlanarak, önemsiz hale getirilir. Öyleyse sermaye, bir yandan ulaşımın her türlü alansal sınırını yıkmak ve tüm dünyayı tek bir pazar haline getirmek için çaba göstermek zorundadır. Öte yandan da mesafeleri zamanla yok etmek, yani bir yerden ötekine ulaşıma harcanan zamanı en az düzeye indirmek çabası içindedir. Böylece dolaşımın hızını arttırma gereksinimi, mekanların giderek daha hızlı aşılması ve mekansal uzaklıkların (mümkünse!) hiçe indirgenmesi eğilimini gözler önüne serer. Bu durum, sermayenin mekana olan bağımlılığının da azalmasını yansıtır. Aslında günümüzde küreselleşme sürecine ve tek bir dünya pazarı yaratma amacına bakıldığında sermayenin, herhangi bir mekana bağımlı kalmamacasına hareket kazandığını gösteren çokça örnek toplamak da mümkündür. Bir yandan miller ötede üretilen dayanıklı ya da dayanıksız ürünleri mahalle pazarımızdan alabiliyoruz. Öte yandan tek bir tuşa basılarak milyarlarca dolar mali sermayenin bir kıtadan diğerine aktarıldığını görüyoruz. Peki gerçekten sermayenin günümüzde veya herhangi bir gelecekte mekansal bağlamından ve bağımlılıklarından tamamen kurtulabileceğini söyleyebilir miyiz? Sermayenin hareketleri ile mekan arasındaki ilişkinin ikinci boyutu bu soruya olumlu cevap verilmesini önlemektedir. Dolaşımı hızlandırarak pazarları birbirine yakınlaştıran ve mekansal uzaklıkları yok eden sermaye, ne kadar istese de mekansal bağımlılığından kurtulamaz. Aksine, dolaşımı hızlandırma ve mekanları aşma yönünde attığı her adım, sermayenin daha fazla yavaşlamasına ve mekanda daha fazla sabitlenmesine sebep olmaktadır. Hızlanmak, yavaşlamayı gerektirmektedir. İkinci Perde: Mekansal Sabitlik ve Bağımlılık Sermayenin coğrafi hareketliliği taşımacılık sistemleri, iletişim hatları, ulaşım sistemleri....vb. gerektirir. Meta-sermayeye benzer bir şekilde, para-sermayenin hareketliliği de iletişim, bankacılık, finansal ve yasal kurumların gelişimine bağlıdır. Ancak söz konusu iletişim ve taşımacılık araçlarının hemen hemen hepsi sabit mekansal düzenlemeler ve altyapılardır. Demiryolları, hava alanları, limanlar kablo ağları, fiber optik sistemler, elektrik santraller, boru hatları gibi şeyler mekana çakılı sabit sermayeyi oluşturur (Harvey, 2004: 84). O halde sermayenin üretimi ve bir yerden başka bir yere hareketi sabit, taşınmaz, yerde hareketsiz olarak yatan fiziksel yatırımlar ve toplumsal altyapıların oluşturulmasına bağlıdır. Görüldüğü üzere sermaye mekanları ancak, mekansal düzenlemelerle aşabilmektedir. Bu sebeple sermayenin mekansal engelleri yıkmak amacıyla başlatmış olduğu hareket, sermayeyi mekandan ve mekansal belirlenimlerden kurtarmaz. Tersine, çelişik bir sonuç doğurur ve yeni mekansal düzenlemelerin doğmasına sebep olur. Bu mekansal düzenlemeler ise iki açıdan sermayenin mekana olan bağımlılığını ve mekandaki sürekliliğini arttırır. İlk olarak sermayenin hareket kazanması için yapılan mekansal düzenlemeler, toplam toplumsal sermayenin bir kısmının mekanda hareketsizleştirilmesini doğurur. Bir kısım sermayenin hızlanması için, diğer bir kısım sermaye mekanda sabitlenmeli ve yavaşlatılmalıdır. Bu yavaşlama sabit sermayenin kendisini gerçekleştirme, değerlenme süresinde gösterir. Üretim için kullanılan sabit sermaye de, dolaşım için kullanılan sabit sermaye de ancak yıprandıkları ve tüm değerlerini nihai ürüne aktardıkları zaman tamamen tüketilmiş olurlar. Tanımı gereği sabit sermaye, değerini tek bir seferde ürüne aktarmaz; bir çok kez kullanıldıktan sonra tükenir (Savran, Satlıgan, 1998: 92). Bu sebeple sabit sermayeye aktarılan sermayenin gerçekleşmesi uzun zaman alır. Sabit sermayenin değer yitirmemesi için bu yatırımları, uzun zaman zarfında mekansal etkileşimin izlemesi gerekir. Mekansal etkileşimden kasıt, mekanın uzunca bir süre güvenliğinin ve kârlılığının korunmasıdır. Aksi taktirde sabit sermayeye yapılan yatırımlar değerini yitirir ve toplam toplumsal değerin bir kısmı devalüe olarak sistem dışına atılmış olur. Hiçbir geminin yanaşmadığı bir limana ya da önünden geçen otoyol kaldırılan bir ticaret merkezine yatırılan sermaye bir süre sonra kaybolacaktır (Harvey, 2004: 84-85). Bu ise sermaye birikiminin, dolayısıyla servetin biriktiği mekanın zaman içinde belirli bir süreklilik göstermesine sebep olur. Bu durumu literatürde net bir şekilde görebileceğimiz yer azgelişmişliğin ve gelişmişliğin belirli coğrafyalarda uzun zaman dilimleri boyunca süreklilik göstermesidir. Mekansal düzenlemelerin, mekana bağımlılığı azaltmaktansa arttırıyor olmasının ikinci sebebi, ulaşım ve iletişim yatırımlarının temsil ettiği sabit sermaye yatırımlarının üretici bir güç olmasıdır. Daha önceden de değinildiği gibi, dolaşımın hızının arttırılmasının ve bu doğrultuda yapılan yatırımların amacı, sermayenin devir süresini hızlandırmaktır. Böylece sermayenin üretime aktarılma süresi ve sermayenin birikimi hızlanmış olur. Dönüşümlü olarak, biriken sermaye miktarı arttıkça bir yandan da pazar bulma ihtiyacıyla sabit sermayeye yapılan yatırımlar ve sermayenin mekansal yayılması artacaktır. Bu durumda bir sarmal şeklinde sermaye, sabit sermaye yatırımlarının yapıldığı yerde birikecek ve biriktiği yerde de daha fazla sabit sermaye yatırımı yapılmasına sebep olacaktır. Bu durumda “sermaye, sabit sermayenin geliştiği yerde birikimini gerçekleştirir” demek eksiktir: Sermaye sabit sermayenin geliştiği yerde çoğalarak birikir. Net bir şekilde görüldüğü gibi sabit sermaye, mekana çakılı olan üretici bir güç olur. Bu durumda sabit sermayenin bir mekan diliminde yoğunlaşması demek, üretici güçlerin de bu mekanda yoğunlaşması demektir. Marx’ın dediği gibi “Yollar, kanallar vb. gibi tüm genel üretim koşulları ister dolaşımı kolaylaştırsın ya da hatta yalnızca olanaklı kılsın, ya da ister üretken gücü arttırsın......, sermaye üzerine kurulu üretimin pek yüksek gelişmesini gerektirir.”( Marx, 1999b: 23-24 ). Görüldüğü üzere sermayenin hareketlenmesi ve hızlanması, ulaşım ve iletişim araçlarının temsil ettiği mekansal düzenlemelerle mekansal sabitliği ve hareketsizliği artırır; mekana olan bağımlılığı kuvvetlendirir. Bu durum hızlanma/yavaşlama ve hareket/sabitlik arasında bir gerilim yaratır. Bu gerilimin etkisiyle toplumsal mekanlar bir yap-boz tahtasına döner. Bu durumun temel sebebi, mekansal düzenlemelerin sermayenin her seferinde daha hızlı yayılması ve hareket etmesi için yenilenme ve yeniden düzenlenme ihtiyacıdır. Biriken artı değer miktarı ve aynı zamanda bu artı değeri gerçekleştirme ihtiyacı arttıkça, sermayenin dolaşımı da bu ihtiyacı karşılayacak şekilde hızlanmalıdır. Dolaşımın hızlanması için ise daha önce değindiğimiz mekansal düzenlemelerin genişlemesi ve yenilenmesi gereklidir. Başka bir değişle toplumsal mekanımız, daha fazla birikimin ihtiyaçlarına göre yeniden şekillendirilmeli, yeniden düzenlenmelidir. Bu değişimin merkezinde hızlanma isteği vardır. Daha hızlı iletişim ve taşımacılık araçlarına sahip olmak, şirketler arası rekabetin bir parçasıdır. Bu rekabet kendisini iletişim teknolojilerinde de gösterir. Günümüzde en hızlı gelişen ve yenilenen teknolojilerin başında iletişim ve ulaşım vardır. Söz konusu teknolojilerin yenilenme süresi giderek kısalmaktadır. Teknolojilerin sürekli yenilenmesi, bu teknolojilerin sabit sermaye yatırımlarında kullanılmasıyla birlikte, sabit sermaye yatırımlarının da yenilenme hızının artmasını zorunlu kılar. Bu sebepten dolayı mevcut sabit sermaye, değerini aktarmaya zaman bulamadan, yani tüketilmeden daha yeni bir teknoloji ile değiştirilir (Mandel, 1978: 248). Sonuç olarak, sabit sermayenin kârlı bir şekilde değişimi yavaştır ve kapitalist rekabetten ötürü ulaşım ve iletişim sistemlerinin geliştirilmesinin hızına ayak uyduramaz. Böylece üretici güçlerin gelişmesiyle birlikte, üretim ilişkilerinin bir engel teşkil etmesi mekansal düzenlemelerde de kendisini gösterir. Dün  Dün ve bugün kavramlarının birer mecazdan ibaret olduğunu ve gerçek zaman dilimlerini ifade etmediklerini akıldan çıkartmamak gerekir. Zira teknolojilerin yenilenme ve yatırıma dönüşme zamanları dün ve bugün ile ifade ettiğimizden çok daha uzun zaman dilimlerini betimlemektedirler. dolaşımın rahat akmasını sağlayan mekansal düzenlemeler, bugün dolaşımın hızını kesen mekansal engellere dönüşür (Harvey, 1982: 430). Bu durumda eski yatırımlardan ve teknolojiden, eski mekanlardan kurtulmak gerekir. Ancak kendisini gerçekleştirmemiş, değerini aktaramamış olan sermaye yatırımlarından kurtulmak, bu sermaye yatırımının değersizleşmesini göze almakla olur. Bu ise devalüasyon demektir. Sonuç olarak sermaye belli bir momentte kendi koşullarına uygun bir mekansal organizasyon oluşturur. Buna karşılık, daha ileri bir zamanda bu mekansal organizasyon sermaye birikiminin gelişimine uygun olmaktan çıkar ve bu eskimiş mekansal organizasyon krizlerle yıkılır (Harvey, 2003: 262). Sonuç Sermaye dolaşımının hızı ve mekan arasındaki etkileşimin gündelik toplumsal ve siyasal hayatımıza birçok yansıması vardır. Bunlardan ilki, rekabet dolayısıyla gelişimi daha da hızlanan iletişim ve ulaşım teknolojilerinin hayatımıza uyarlanmasıyla ortaya çıkmaktadır. Günümüzde şehir hayatımız daimi olarak “inşaat halindedir”. Yeni pazarların ve aynı zamanda teknolojilerin ortaya çıkmasıyla birlikte, bir yandan bu pazarlara ulaşmak için gerekli alt yapıyı sağlama gereksinimi ortaya çıkmaktadır. Bu durumda günümüzde artık küresel bir özellik kazanma eğilimde olan sermaye dolaşımına bağlanan pazarlar gelişir ve yatırım alır. Bu kapitalizmin “yapıcı” yüzünü oluşturmaktadır. Öte yandan eski teknolojilerden kurtulmak gereklidir. Bu durumda yatırımlar, daha yıpranmalarına fırsat bırakılmadan yenileriyle değiştirilmeye başlanır. Ya da kimi zamanlar eski sabit sermaye yatırımlarından kurtulmak, yatırımın yapıldığı mekanın da gözden düşmesini doğurur. Zira bir mahal kendisine yapılan sermaye yatırımı ile geliştiği için, sermayenin değer yitimi, mahallin değersizleşmesi olarak yansır (Harvey, 1982: 378). Bu ise kapitalizmin yıkıcı boyutudur. Eski yatırım ve mekanlardan kurtulma eğilimi doğrultusunda yarım yüzyıl öncesinin parlayan yıldızları olan kimi endüstriyel bölge ve şehirlerin artık kaderlerine terk edildiklerini, nüfuslarının giderek azaldığını görebiliriz. Bu durumun en çarpıcı örneğini Amerika vermektedir. Ekonominin merkezinin imalat sektöründen hizmetler sektörüne kaymasıyla birlikte, imalat sektörüne yapılan yatırımlar durmuş; mevcut fabrika, yol...vb yatırımlar ise çürümeye bırakılmıştır. Ancak çürümeye terk edilen ve gözden düşen sadece bu sabit sermaye yatırımları değil, sabit sermayeye sahip şehirlerdir de...Chicago ve Kaliforniya gibi fordist dönemde imalat sektörünün önde gelen şehirleri, günümüzde yoğun bir şekilde işsizlik yaşamakta ve nüfus kaybetmektedir. Bu şehirler yerine küresel ekonominin yeni merkezleri, hizmetler sektörünün ve bu sektöre yönelik yatırımların yoğunlaştığı Los Angeles ve San Francisco’dur. Sermaye birikimini ve dolayısıyla dolaşımı hızlandırma gereksinimi, tüketici rolüyle bireyleri de son derece etkilemektedir. Mal-hizmet dolaşımının ve tüketiminin hızlanması, tüketicilerin de hızlanmasını gerektirir. Mübadele ilişkilerini ve tüketimi hızlandırmanın mekana yansıyan en önemli sonuçlarından biri, mal ve hizmetin sunumunun yapıldığı her türlü mekanın birbirlerine yakınlaşması; hatta tek bir yerde toplanmasıdır. Bu durumun son dönemde ortaya çıkardığı en açık örnek “moll” olarak adlandırılan büyük alışveriş merkezleridir. Alışveriş merkezleri tek bir bina içerisinde hemen hemen her türlü ürün ve hizmetin alım-satımının bir araya yığıldığı yerlerdir. Bir “moll”un kapısından girip, alışverişinizi yapmanız, yemeğinizi yiyip film izledikten sonra cilt bakımızı yaptırmanız mümkündür. Bütün bu farklı çeşit ve nitelikteki hizmetlerin tek mekanda sunulması, mal ve hizmetlere ulaşım zamanını kısaltarak tüketimi ve dolaşımı hızlandırmaktadır. Kapitalizm hızlandıkça bizler de hızlanıyoruz; bu konudaki somut veriler herhangi bir şüpheye yer bırakmayacak kadar açıktır. Ancak son dönemde özellikle küreselleşme bağlamı içerisinde sermayenin hızlanmasına ve sermayenin mekansal bağımlılıklarını yitirmesine yapılan vurgunun arkasında sadece somut veriler değil, aynı zamanda ideolojik bir tercih de yatmaktadır. Sermayenin dolaşımının hız kazanması, literatüre bakıldığında sıklıkla karşımıza çıkan kimi iddiaları da beraberinde getirmektedir. Bu iddialar arasında sermayenin artık uçarcasına hareketlendiği, hareketlerinin belirsizleştiği ve bu sebeple kontrol altına alınamayacağı; bir sahibinin ve yerinin kalmadığı yer almaktadır. Tüm mekansal bağlarını koparan sermaye, bugün burada, yarın ise tamamen başka bir yerde olabilir. Yine bu sebepten dolayı sermayenin temsil ettiği zenginlik de her an yer değiştirebilir. Başka bir bağlamda belirtmek gerekirse bu mantık silsilesi bizlere azgelişmişliğin ve gelişmişliğin kısa vadelerde yer değiştirebileceğini söylemektedir. O halde mühim olan küresel hareketliliğe sahip sermayeyi kendi mekanımıza çekmek ve gelişmek için her türlü düzenlemeyi yapmak, olabildiği kadar kapılarımızı sermayeye açmaktır. Görüldüğü üzere sermayenin kontrol edilemeyecek ve önceden tahmin edilemeyecek bir şekilde hızlandığına yapılan vurgunun arkasında, neo-liberal ideolojinin önermeleri bulunmaktadır. Ancak neo-liberalizmin önermelerinin geçerliliği sorgulanmaya değerdir. Öncelikle, tebliğde sermayenin dolaşımının hızlanmasının tek yönlü bir hareket olmadığı, aksine, birbiriyle çelişen iki ayrı hareketten meydana geldiği belirtilmiştir. Neo-liberal ideoloji bu hareketin, yeni pazarlar bulma amacıyla ilerleyen mekanları aşma yönündeki tek bir boyutunu görmektedir. Sermayenin hareketliliğinin ikinci boyutunu oluşturan artan mekansal süreklilikler ve sabit sermaye yatırımlarının ve dolayısıyla sermaye birikiminin merkezileşmesi eğilimi göz ardı edilmektedir. Halbuki sermaye ve servet birikiminin yağmur bulutları gibi bir mekandan diğerine hareket etmek yerine, mekanda uzun dönemli süreklilikler gösterdiği açıklanmıştır. Tarihsel verilerin ortaya koyduğu bu durum, neo-liberal ideolojinin Üçüncü Dünya ülkelerine vaat ettiği gelişme/zenginleşme umutlarıyla tezatlar taşımaktadır. Bu durumu en açık şekilde küresel gelişmişliğin ve azgelişmişliğin coğrafyasına bakarak görebiliriz. Yüzyıllık zaman dilimlerine bakıldığında servetin yoğunlaştığı ve gelişmiş bölgeler olarak adlandırılan mahallerin, fazla sapmalar göstermediği fark edilebilir. Mesela üç yüzyıl önce koloni olan ve yoğun sömürüye maruz kalan bölgelerin, günümüzde hala azgelişmişliklerini aşamadıkları görülmektedir. Girilmedik yer bırakmayan küresel kapitalizm döneminde bile sermaye, daha önceki yüzyıllarda uğramadığı ve belirli bir altyapı oluşturmadığı yerlere gitmekte isteksiz davranmaktadır. Bu durumun en açık örneklerini, 20. yy’ın son çeyreğinde daha belirgin hale gelmeye başlayan ve “küresel bir fabrika” yahut “küresel bir üretim bandı” oluşmasını sağlayan imalat üretiminin yeniden yapılandırılmasında görebiliriz. Bu dönemden itibaren otomotiv ve tekstil gibi kimi imalat sektörlerinde faaliyet gösteren çokuluslu şirketler (ÇUŞ), üretim aşamalarını parçalarına ayrılarak Üçüncü Dünya ülkelerine kaydırmıştır. Başka bir değişle ÇUŞ’lar, bahsi geçen imalat üretimlerini parça parça, Üçüncü Dünya ülkelerinde yapmaya ve nihai ürünleri gelişmiş ülkelere ihraç etmeye başlamışlardır. Ancak ÇUŞ’lar üretim birimlerini bütün Üçüncü Dünya ülkelerine değil, hali hazırda sanayi alt yapısına sahip olan ya da daha önceden iletişim halinde oldukları ülkelere kaydırma eğilimi içindedirler. Mesela, ABD’ nin imalat sanayileri yoksul ülkelere değil, Batı Avrupa’ya ve Güney Amerika’ya kaydırılmıştır. Batı Avrupa ise kendi imalat sanayi birimlerini İrlanda, Yunanistan, Portekiz, Güney İtalya gibi diğer Avrupa ülkelerine; Japonya ise Güney Kore ve Tayvan’ a kaydırmıştır. Hali hazırda Alman şirketlerinin yurt dışında bulunan şubelerinin yüzde 40.3’ ü sanayileşmiş ülkelerdedir (Fröbel, Heinrichs, Kreye, 1980: 206). Özellikle otomobil firmaları üretim birimlerini az gelişmiş ülkelere kaydırma eğilimi içinde değildir. Bu firmalar geniş yelpazede mal sağlayan firmalara ihtiyaç duyduklarından, gerekli malzeme ve parçaların bir kısmını üretmek için yeterli büyüklükte imalat tesislerine sahip, ihracata yönelik büyük üretim birimleri olan ülkelere giderler. Bu şekilde sermaye hali hazırda belirli bir alt yapıya sahip olan mekanları tercih etmekte, Afrika’nın azgelişmiş ülkeleri sermayenin artan hareketliliğinden nasiplerini alamamaktadırlar. Böylece azgelişmişlik, yeniden üretimliktedir. Ortaya çıkan tablo sermayenin hareketlerinin mekana olan bağımlılığını aşamadığını ortaya çıkarmaktadır. Hatta gününüzde sermayenin üretimin, pazarın ve tüketimin mahallinin yerinin belirlenmesinde bu bağımlılığı daha da ön plana çıkmaktadır. Bu durum, sermayenin hareketlerinden hızlanma olgusunun yanında, yavaşlama ve sabitlenme olgularının da görülmesi gerektiğini göstermektedir. Çünkü bu ikinci boyut neo-liberal ideolojinin herkese ve her yere zenginlik vaat eden iddialarını boşa çıkarmakta; gelişmişliğin ve azgelişmişliğin nasıl süreklilik gösterdiğini açıklamaktadır. REFERANSLAR Fröbel, F., J. Heinrichs, O.Kreye (1980). New International Division of Labour: Structural Unemployment in Industrialized Countries and Industrialization in Developing Countires. Cambridge: Cambridge University Pres Harvey, D. (1982). The Limits to Capital. Oxford: Blackwell Harvey, D. (2001). Spaces of Capital: Towards a Critical Geography. Londra: Routledge Harvey, D. (2003). Postmodernliğin Durumu. İstanbul: Metis Yayınları Harvey, D. (2004 ). Yeni Emperyalizm. İstanbul: Everest Yayınları Mandel, E. (1978). Late Capitalism. Londra: Verso Marx, K (1999b). Grundrisse: Ekonomi Politiğin Eleştirisinin Temelleri, İkinci Kitap. Ankara: Sol Yayınları Savran,S, N. Satlıgan (der) (1998). Dünya Kapitalizminin Bunalımı. İstanbul: Alan Yayınları PAGE 14