Academia.eduAcademia.edu

Türk Egitim Tarihinde Köy Enstitüleri, Edirne

2023, Trakya 7. Lisansüstü Öğrenci Sempozyumu

TÜRK EĞİTİM TARİHİNDE KÖY ENSTİTÜLERİ Mertkan MERT Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitusü Tarih Bölümü Yüksek Lisans. Bu metin Trakya 7. Lisansüstü Öğrenci Kongresinde Sözlü Bildiri olarak sunulmuştur. GİRİŞ Osmanlı Devleti’nin yıkılması ve ağır savaşlar sonunda yeni devletin kurulmasıyla toplumsal kalkınmanın ilk adımları atılmaya başladı. Kalkınmanın ilk adımının eğitim ile olması nedeniyle dağınık şekilde olan eğitim kurumları Milli Eğitim Bakanlığı etrafın da tek bir çatı altında toplandı. Kalkınmanın temeli olan eğitimin ülke geneline yayılması, oturtulması ve okuma yazma oranlarının artırılması için başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere birçok Cumhuriyet aydını seferber oldu. Eğitim ile kalkınmanın sağlanacağı görüşünde olanlar yine bu kalkınmanın, savaşların, yoksulluğun, olanaksızlığın ve eğitimsizliğin büyük çoğunluğunu yaşayan köyler ve köylü ile olacağını da ileri sürdüler. Toplumsal kalkınmanın sağlanabilmesi için önce nüfusun çoğunluğunu barındıran köylerin ayağa kaldırılması gerekiyordu. Bu sebeple Eğitmen Kursları ve Köy Öğretmen Okulları kuruldu. Yeterli verimi sağlamayan bu kurumlar köylerden beklenen sonucu vermedi. Köylüyü köyünde eğitmek hem köyün hem de köylünün ihtiyaçlarına cevap verebilmek adına 17 Nisan 1940 yılında Köy Enstitüleri kuruldu. Bu okulların amacı sadece okuma yazma öğretmek ve eğitim vermek değildi. Her türlü donanımı yetiştirdiği öğrenciye sağlayabilmekti. Çağının çok ilerisinde bir eğitim veren Köy Enstitülerinde teorik derslerin yanında tarımda kullanılacak ve verimi artıracak metotlar marangozluk, terzilik, sağlık hizmetleri, duvarcılık ve demircilik gibi günlük hayatta işe yarayacak birçok ders de verilirdi. Büyük oranda başarı sağlayan bu kurumlar düşünmenin gelişmesini, vatandaşlık bilincini, ödev ve görevleri, cinsiyet kavramının ortadan kalkmasını, sorgulayan ve laik bireylerin yetişmesini sağlamıştır. Topluma, ekonomiye, her türlü ilerici faaliyete destek olmuş, daima bilimi hedef alarak ilerlemiştir. Döneminde köylünün eğitilmesine karşı çıkan çevrelerin rahatsızlık duyması ve birtakım ideolojilerin barınma yuvası olduğu söylemleri ile önce görev yetkileri sınırlanmış daha sonrada siyasi çevrelerinde desteği ile kapatılmıştır. Bu çalışmada Köy Enstitülerinin eğitime katkılarının yanında neden Türk eğitim sisteminde Köy Enstitülerine değinilmeden geçilmediğinin cevabı ortaya konulacaktır. Anahtar Kelimeler: Köy Enstitüleri, Eğitim, Kalkınma, Köy, Çağdaşlaşma 1. KÖY ENSTİTÜLERİNE KADAR EĞİTİM SÜRECİ Osmanlı’da 19. yüzyılda Tanzimat ile başlayan batılılaşma hareketleri 23 Aralık 1876’ da Meşrutiyetin ilanı ile devamlılığını sürdürmüştür. İlk olarak askeri alanda başlayan batılılaşma faaliyetleri devrin ve devletin ihtiyaçlarına göre diğer kurum ve kuruluşlarda da etkisini göstermiştir. Osmanlı da eğitim alanında ilk batılılaşma faaliyetleri medrese eğitiminin çağa ayak uyduramamasından ve yeteri kadar eğitimi artıramamasından başlamıştır. Medrese kurumu eğitim ve öğretime devam ettirilirken bunun yanında çağın gereksinimlerine cevap vermesi ve ihtiyacı karşılaması adına batı tarzında modern okullar açılmıştır. Medrese ve batı tarzı eğitim kurumlarının toplum içinde baş göstermesi ve farklı gayeleri hedef alması sorunlara yol açmıştır. Batı tarzı eğitim kurumlarının açılmasıyla kısacası toplumda çok başlılık baş göstermiştir. Mehmet Anık, “Bir Modernleşme Projesi Olarak Köy Enstitüleri”, Divan, Yıl : 11 , S. 2i 2006. Medrese eğitimi şeyhülislama bağlı iken batı tarzı okullar için Maarif Teşkilatı kurulmuştur. O dönemde Osmanlı topraklarında var olan yabancı okullar ise kendi temsilcileri tarafından idare edilmiştir. Batılılaşma faaliyetleri ve batı tarzı okullar arttıkça medrese eğitimi ve medreseye verilen önem giderek azalarak önemini kaybetmiştir. Toplumda hızla artan batı tarzı eğitim ve batı tarzı fikirler ise ileride kurulacak yeni devletin eğitim politikasının şekillenmesinde rol oynayacaktır. Osmanlı Devleti’nin savaşlar sonunda yıkılmasının ardından başlatılan büyük bağımsızlık mücadelesi kazanılmıştır. Kurulan devletin lideri Mustafa Kemal Paşa daha Milli Mücadele yıllarında eğitime ne kadar önem verdiğini 15 Temmuz 1921 Maarif Kongresi’ni savaş nedeni ile erteleyelim diyenleri reddederek göstermiştir. Bir yandan cephede yurdun bağımsızlığı için mücadele veren Mustafa Kemal Atatürk bir yandan da memleketin geleceğini şekillendirmek için birtakım faaliyetlerde bulunmuştur. Nitekim 15 Temmuz 1921’de Maarif Kongresi toplanmış, yurdun çeşitli yerlerinden 250’den fazla erkek ve kız öğretmen kongreye katılmıştır. Kongredeki amaç Türkiye’deki okul ve öğrenci mevcudunu belirleyip ona göre yol almak ve milli bir eğitim sistemi kurmaktı. Kongrenin açılış konuşmasında Mustafa Kemal: şimdiye kadar uygulanan eski yöntemlerin Türk milletinin gerilemesine sebep olduğunu ve milletin karakterine uygun milli bir eğitim programının geliştirilmesi gerektiğini anlatmaktaydı. Necdet Aysal, “Anadolu’da Aydınlanma Hareketinin Doğuşu: Köy Enstitüleri”, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, (Mayıs-Kasım 2005), s.268. Buna ek olarak yeni kurulacak devlette öğretmenlere düşen görevi belirtmek için “Vazifeniz pek mühim ve hayatidir. Bunda muvaffak olmanızı cenabı haktan temenni ederim” demiştir. Mustafa Kemal ülkenin sadece savaşla uygarlık düzeyine ulaşamayacağının farkında olduğundan eğitim ve öğretimin önemini her yerde dile getirmiş ve buna yönelik faaliyetlerde bulunmuştur. 1.1. Cumhuriyetin Kuruluş Yıllarında Eğitimin Durumu Milli Mücadele’nin başarı ile sonuçlanması ve bağımsızlığın Lozan Antlaşması ile güvenceye alınmasının ardından ülkenin kalkındırılması için gerekli adımlar atılmaya başlanmıştı. Cumhuriyetin ilanı sonrası Osmanlı’dan devralınan eğitim öğretim kurumları yeterli ve kapsamlı seviyede değildi. Sayıları tam olarak tespit edilememekle birlikte ilk ve ortaokul sayıları oldukça azdı, hatta İstanbul da sadece Darülfünun adında bir üniversite yer almaktaydı. Bu sebeptendir ki Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde Cumhuriyetin ilk yıllarında eğitim öğretim için özel bir çaba harcanmıştır. Gerek cumhuriyetin ilanı gerekse uzun savaş yıllarında yaşanan zorluklar, ekonomik, siyasi ve kültürel sorunlar halkın üzerinde büyük bir yük oluşturmuştur. Halk yaşadığı tüm zorlukların yanında en ağır şartlarda hayatını devam ettirmeye mecbur kalmıştır. Cumhuriyet döneminde ilk nüfus sayımı 1924 yılında yapılmıştır. Buna göre; halkın % 24,2’sinin (3.305.879) şehirlerde, % 75,8’inin (10.342.391) ise kırsal kesimde yaşadığı tespit edilmiştir Aslı Avcı Akçalı, “Karanlık Sokağı Aydınlatan” Enstitü: Aksu Köy Enstitüsü”, Turkish Studies, Volume 10/5 Spring 2015, s. 30-31. Bu sebeple kırsal kesimde köylünün eğitimine yönelik faaliyetlerin sürdürülmesine sebep olmuştur. Atatürk’ün, “Türkiye’nin gerçek sahibi ve efendisi, gerçek anlamda üreten ve üretime katkı sağlayan köylüdür. O halde herkesten daha çok refah içerisinde yaşamayı hak eden köylü olmalıdır.” şeklinde konuşması devletin köylüye bakış açısını göstermiştir. Akçalı, a.g.e., 30-31 Türkiye’de eğitim sorunu sadece köyde çözülmesi gereken bir sorun değildi. Osmanlı’dan beri süregelen ulusal bir meseleydi. Bunun tüm ulusta aşılması ve eğitim öğretimin kalitesinin artırılması için ve bir temel inşa edilerek sağlamlaştırılmasının yolları aranmıştı. 1923-38 yılları arasında bu soruna yönelik çalışmalar yapılmıştı. İlk olarak 3 Mart 1924’de Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile tüm eğitim kurumları Maarif Vekilliği çatısı altında toplandı. Bu yasa ile toplumdaki farklı kurumların ve çok başlılığın önüne geçilmesi hedeflendi. Hemen ardından Medeni Kanun’un kabulü ile toplumda kadın erkek eşitliği sağlanarak kadınlarında toplum hayatına katılmasının önü açıldı. Bu dönemde eğitim sorunlarını çözmek ve rehberlik hizmeti almak üzere 1924 yılında eğitim uzmanı John Dewey Türkiye’ye davet edilmiştir. John Dewey; öğretmenlerin köyün birçok problemlerini çözebilecek düzeyde yetiştirilmesi gerektiği yönünde rapor sunmuştur. Abdulaziz Kardaş , “Cumhuriyet Dönemi’nde Bir Hareketin Son Temsilcisi: Ernis Köy Enstitüsü”,Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, C. 10, S. 48, Şubat 2017, s. 184-185. Bir diğer eğitim bilimci Alfred Kühne de hemen hemen ayni görüşleri belirtmiştir. Bu eğitim bilimcilerin raporları ve incelemeleri de yüzeysel olarak ele alındığı için soruna tam bir çözüm sunamamıştır. Cumhuriyet döneminde modernleşmenin öğretmenler tarafından olacağını savunan Atatürk’ün teşvikleri ile Mustafa Necati Bey döneminde 21 Mart 1926 tarihinde Köy Muallim Mekteplerinin kurulmasına dair yasa çıkarılmıştır. Kayseri ve Denizli’de iki Köy Muallim mektebi açılmış köylerin öğretmen ihtiyacının giderilmesi ve öğretmenlerin köylerde kalması sağlanmaya çalışılmıştır, fakat hedeflenen başarı sağlanamamıştır. Eğitim öğretimin iyileştirilmesi için yapılan bir diğer yenilik ise 1 Kasım 1928 Latin Alfabesinin kabulüdür. Bu harflerin kabulü ile okuma yazmadaki zorluk ortadan kaldırılmaya çalışılmış, eğitim seferberliğine yeni bir ivme kazandırılmıştır. İnsanların okuma yazma öğrenmeye teşvik edilmesi ve bunu talep etmesi üzerine Mustafa Kemal’in çabalarıyla Millet Mektepleri açıldı. Latin harfleri Millet Mektepleri sayesinde gelişim gösterse de istenilen başarı yine burada da sağlanamamıştır. Cahillik ve eğitimsizliğe karşı başlatılan bu savaşta 1932’de Halk Evlerinin kurulması ile güçlü bir yön kazanılmıştır. Halk Evlerinin Kuruluş amacı, halkı salt okuryazarlıkta, temel bilgilerde değil, kültürel toplumsal ve güzel sanatlar alanında geliştirmek, ulusal değerleri çağdaş yöntemlerle işleyip zenginleştirmek ve Atatürk devrim ve ilkelerini yaymak ve kökleştirmek olarak açıklanmaktadır. Atatürk, Türk milletinin kadın-erkek, zengin fakir ayırt etmeden bir bütün halinde eğitim imkânı veren bir kültür ve eğitim merkezini gerekli görmüş, Türk Ocakları ve Öğretmen birliklerini de içinde toplayan halkevlerini 19 Şubat 1932’de 14 il merkezinde kurdurmuştur. Şevket Gediklioğlu, Türkiye’de Yaygın Eğitimden Çağdaş Eğitime, Ankara, Kadıoğlu Matbaası, 1991, s. 11-15. Halk Evlerinin kuruluşu okuma yazmayı kolaylaştırıp artış sağlamasına yardımcı olmuş olsa da sorunun köküne inmede yarar sağlayamamıştır. Döneme bakıldığı zaman asıl meselenin okul ve öğretmen açığı olduğu görülmüştür. İçinde bulunulan dönemde nüfusun çoğunluğu köylerde yaşıyordu ve mevcut olan 40.000 köyden 35.000’inde hala okul yoktu. 1930’lu yıllara gelindiğinde ülke nüfusunun çoğunluğunu barındıran köylerde okul yok denilecek kadar azdı. Var olan okullara kentlerden gönderilen öğretmenler de köy şartlarına alışkın olmadıkları için tutunmakta zorluk çekiyorlardı. Köy eğitiminde sadece okuma yazma bilgisine ihtiyaç yoktu. Günlük hayatı kolaylaştıracak bilgiler, tarım teknikleri ve bunların yanında bulaşıcı hastalıklara ve salgınlara karşı müdahale edecek, üfürükçü kırık çıkıkçı gibi ilkel yöntemlerle mücadele edecek öğretmenlere ihtiyaç vardı. Savaşlarda zorluklar ile mücadele etmiş halk henüz yeni kurulan rejimi kavramada, hak ve sorumluluklarına sahip çıkmada, demokrasiyi yaşatabilmede ve uygulayabilmede yeterli seviye de değildi. Tam bir cumhuriyet yurttaşı profili henüz çizilememekteydi. 1930 yılından itibaren Dünya Ekonomik Krizi’nin de etkisiyle Türkiye ekonomide devletçilik uygulamasına geçmiş, sanayileşme ve kalkınma hamlelerini başlatmıştır. Bu hamleler kent merkezlerinde eğitimi de olumlu yönde etkilerken kırsal kesim bu gelişmelerden yeterince faydalanamamıştır. Otuzlu yılların ortalarında şehir merkezlerinde okuma yazma oranı % 60’a ulaşırken köylerde bu oran % 22 civarında kalmıştır. Ayşe Alican, “Cumhuriyet Modernleşmesinin Anadolu Ateşi: Köy Enstitüleri”, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, S. 10-11 / Güz 2014 - Bahar 2015, s. 18 Köylerde eğitimin sağlanabilmesi ve başarıya ulaşabilmesi için köyün gereksinimlerini iyi analiz edecek, köyden çıkarılacak bireylere ihtiyaç vardı. İşte bu nedenlerden dolayı Atatürk’ün teşvikleri ve Saffet Arıkan’ın çabalarıyla bu projenin başına İsmail Hakkı Tonguç getirilecekti. 1935 sonrasında, kendisi de bir köylü çocuğu olan eğitimci İsmail Hakkı Tonguç İlköğretim Genel Müdürlüğüne atanarak, köy enstitülerinin hem hazırlık aşaması hem de kurulmasında etkili oldu. Necdet Aysal, “Anadolu’da Aydınlanma Hareketinin Doğuşu: Köy Enstitüleri”, s. 270-271. Daha sonra Tonguç Saffet Arıkan tarafından İlk Öğretim Genel Müdürlüğüne getirilecektir. Tonguç ilk olarak köyleri incelemiş, eksikleri tespit etmiş, yapılacak işleri listelemiş ve projenin taslağını hazırlamıştır. Hazırlanan taslak sonucunda 1936’da Eskişehir’in Mahmudiye köyünde bir “Eğitmen Kursu” açılır. Kursun amacı askerde ona-başı ve çavuş olarak görev yapmış köylü gençleri altı ay eğiterek eğitmen unvanı ile köylere tayin ederek oradaki öğretmen açığını kapatmaktır. Bu kurslarla ilgili faaliyetlere Atatürk’ün ölümünden sonra da devam edildi. Bu faaliyetleri 28 Aralık 1938’de Hasan Ali Yücel yürüttü. O, İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç ile çalıştı ve Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün de desteğini alarak kurslarla ilgili çalışmaları hızlandırdı. Aysal ,a.g.e. , “Köy Enstitüleri” . 273 Eğitmen Kurslarından başarı sağlanmasının ardından köylerdeki açığına daha kapsamlı çare bulmak adına İzmir- Kızılçullu ve Eskişehir-Çiftelerde “Köy Öğretmen Okulları” açılır. Eğitim süreci böylece başlanmış istenilen hedefe doğru belirleyici adımlar atılmıştır. En başından beri eğitim seferberliği için mücadele eden Mustafa Kemal Atatürk’ün 10 Kasım 1938’de vefat etmesi üzerine yerine İsmet İnönü geçmiştir. İsmet İnönü dönemi ile Türkiye de farklı bir döneme girilmiş, baştan beri devam edilen seferberliğe hız kesmeden devam edilmiştir. İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanı seçilmesinden 1,5 ay sonra, Celâl Bayar kabinesinde Milli Eğitim Bakanı olan Saffet Arıkan’ın sağlık nedenlerinden dolayı bakanlıktan ayrılması üzerine, yerine 28 Aralık 1938’de Hasan Âli Yücel atanmıştır. Hasan Âli Yücel, İsmail Hakkı Tonguç’a başladığı işleri birlikte sürdürmelerini rica etmiş ve Tonguç da İlköğretim Genel Müdürü olarak Hasan Âli Yücel’in yanında yer almıştır. Pakize Türkoğlu, Tonguç ve Enstitüleri, İstanbul, Yapı ve Kredi Yayınları, 1997, s. 133 17-29 Temmuz 1939 Birinci Maarif (Eğitim) Şûrası’nda ele alınan bu konu her yönüyle tartışılmaya açılmıştır. Ancak köylünün eğitiminde yalnızca köylüye okuma-yazma öğreten bir öğretmenin yeterli olmayacağı, köy öğretmeni yetiştirecek kurumların çok yönlü eleman yetiştirmesi gerektiğine karar verilerek, yeni açılacak kurumlara “Köy Enstitüsü” adının verilmesi uygun bulunmuştur. İsmail Hakkı Tonguç, İlköğretim Kavramı, İstanbul, Remzi Kitabevi, 1946, s. 319. 12 Birinci Maarif Şurası (17-29 Temmuz 1939), Milli Eğitim Basımevi, İstanbul,1991, s.7. 13 Birinci Maarif Şurası (17-29 Temmuz 1939), s.359. Kurulan köy öğretmen okulları aslında Köy Enstitülerine temel sayılmıştır. Köy Enstitüleri yasası 17Nisan 1940’ta mecliste görüşülerek kabul edilmiştir ve Köy Öğretmen Okulları da “Enstitü” adını almıştır. Hemen ardından 19 Haziran 1942’de Köy Okulları ve Köy Enstitüleri yasası çıkarıldı bu yasa ile enstitülerin amaçları, düzenlemeleri, gereçlerinin temini gibi konuları açıkça ortaya konuldu. 2. KÖY ENSTİTÜLERİ VE DÖNEMİ 17 Nisan 1940 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul edilen 3803 sayılı Köy Enstitüleri Kanunuyla, Türk Devrimini en ücra Türk köylerine kadar yayma ve Türk köylüsünü aklın ve ilmin ışığında aydınlatma teşebbüsünde önemli bir sürecin başlangıcı yapılmıştır. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü Cumhuriyet Halk Partisi’nin Beşinci Büyük Kurultayı’nın açılış söylevinde, “Nüfusumuzun çoğunu teşkil eden köylümüzün gerek tahsil, gerek geçim hususunda seviyesini yükseltmeyi başlıca hedef tutacağız. Bu hususta elde edeceğimiz neticelere, çok ehemmiyet ve kıymet veriyoruz. Kati olarak inanıyoruz ki köylümüzün tahsilini ve maişetini daha yüksek bir dereceye vardırdığımız gün, milletimizin her sahada kudreti, bugün güç tasavvur olunacak kadar yüksek ve heybetli olacaktır”.12 Bu noktaya temas ederek, konuya verdiği önemi dile getirmiştir. Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ise ortaya konulacak olan sistemi şöyle özetlemektedir; “Köy öğretmenini, köyde doğmuş, büyümüş, köy hayat şartlarını yakından duymuş gençler arasından seçip köy hayat şartlarının canlı olarak yaşadığı öğretmen okullarında yetiştirmeyi prensip olarak ele almış bulunuyoruz… Bu öğretmen okullarından yetişecek öğretmenlerimiz, köy bünyesinin asırlardan beri bize ibram ettiği halde ancak Cumhuriyet devrinde zaruretini duyurduğu kalkınma hareketinin yorulmaz ve idealist yapıcıları olacaktır”.13 2.1. Köy Enstitülerinin Kuruluşu Eğitmen Kursları ve Köy Öğretmen Okullarının kurulmasından sonra sağlanan başarı bir devamlılık sürecini başlatmıştır. 1938’de Saffet Arıkan’ın görevden ayrılmasından sonra yerine Hasan Ali Yücel geçer. Hasan Ali Yücel göreve gelir gelmez Tonguç’u destekler ve bir yasa tasarısı ile ülkeyi tarım koşullarına göre 21 bölgeye ayırır. Enstitüler verimsiz araziler üzerine, şehirden uzak yerlere ve tren istasyonuna yakın yerlere inşa edilirler bunun da asıl nedeni de enstitülerin yapımında kullanılacak malzemenin kolayca taşınmasını sağlamak, kuruldukları verimsiz yerleri kullanılır hale getirmenin, ekimi dikimi kolaylaştırmanın yanında kendi yağlarında kavrulmayı öğrenmelerini sağlamaktır. Köylerdeki eğitim öğretim faaliyetlerinin yanında köylü halkının temel ihtiyaçlarını karşılayacak, tarım teknikleri, sağlık hizmetleri vs. köylüye sunacak Köy Enstitüleri resmen kurulmuştu. Artık Türk eğitim sistemi için yeni bir dönemin başlangıcı olacaktı. Köy Enstitüleri’nin kuruluş amaçları, köylüye okuma yazma öğretmenin yanında köylüyü köyünde eğiterek bulunduğu yeri kalkındırmasına yardımcı olmak, sağlık sorunları ile başa çıkmayı öğretmek, ilkel tarım tekniklerini kullanan köylüye modern tarımı öğretip modern tarıma geçişini sağlamak, verimsiz toprakları verimli hale getirip kullanıma açmanın yanında yeni kurulan Cumhuriyet’in ilkelerini, rejimin amaçlarını memleketin her köşesine ilan etmekti. Okuma yazmanın yanında uygulamalı dersler de verilmiştir. Köy Enstitüleri bulundukları yerde devlete en az masraf ile yollarına devam etmeyi kendilerine gaye edinmişlerdi. Bu proje ortadan kalksa bile etkilerini korumaktadır. Hem savaş yıllarının getirdiği yokluk, hem de yeni bir savaşın kapıda olması devlet bütçesinin büyük kısmının askeri harcamalara ayrılması da bu gayeyi gerekli hale getiriyordu. Kuruldukları dönemde kız öğrenci bulmak ve kız öğrenciye ulaşmak da büyük bir sorundu. Köylerden çıkmayan kızların topluma uyum sağlanması amaçlanmış bu nedenle de her geçen yıl kız öğrenci sayısı arttırılmıştır. İnsanlar kız çocuklarını uzağa, bilmedikleri bir yere göndermek istemiyorlardı. Kız öğrencilerin gelişini kolaylaştırmak için sınavsız alım bile yapılmıştır. 1954’e kadar yetişen 9 bin eğitmenin 30’u, 20 bin öğretmenin 1400’ü kızdır. Eğitimlerini tamamlayan öğretmenler Milli Eğitim Bakanlığı’nın tayin edeceği yerlerde 20 yıl mecburi görev yapacaklardı. Görevini tamamlamayıp yarıda bırakan öğretmen, görevden ayrıldıktan sonra yeniden devlet memuru olamayacaktı. Köylerde eğitim verecek öğretmenlere kullanacakları araç gereçler devlet tarafından tayin edilecek verilen maaş ise her sene artırılacaktır. Bu öğretmenlerin gittikleri köylerde eğitim öğretimin yanında tarım dersleri için hazırlanacak arazilerin hazırlanmasında, öğrenciye ve köylüye rehber olması amaçlanmış özel günlerde milli bayramlarda çeşitli programlar düzenlemeleri, tören hazırlamaları, köyün ekonomisini belirleme, ihtiyaçlarını giderme gibi misyonlar da yüklenmiştir. Köy Enstitülerine öğretmen ve donanımlı eleman yetiştirmek için Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü açıldı. Bu kurum diğer kurumlara göre daha kapsayıcıydı. Köy enstitülerinin bir önemli özelliği de imece usulünün benimsenmiş olmasıydı. Bunun en büyük göstergesi köylerde inşa edilecek binalarda uygulanmasıdır. Öğrenciler ve öğretmenler hep birlikte yaşayacakları binaları, okula ek yemekhane, yatakhane binalarını, suyolu su kanalı, elektrik hattı, tren yolu gibi bütün yapıları hep birlikte yapmayı amaçlamışlardır. Yalnızca erkek öğrenci öğretmenler değil kız öğrenci ve öğretmenlerde bu yapılaşmaya katılmış tuğla, toprak vs. gibi yapıları taşımada yardımcı olmuşlardır. Farklı enstitüler de bu yapılaşmaya yardımcı olmak için öğrenci göndermiş, hep birlikte dayanışma sağlanmıştır. Enstitülerin bir önemli özelliği de karma eğitim sisteminin uygulanmasıydı. Bu sayede kız çocukları eğitim hayatına katılmış, yıllarca sahip olamadıkları haklara sahip olmuşlardı. Kız ve erkekler her alanda birlikte mücadele ederek var olmayı hedeflemiş hep birlikte toplumu aydınlatmayı gaye edinmişlerdi. Enstitülerin işleyişinde, enstitünün müdürü tüm yönetimden sorumlu olan kişiydi. Müdür yardımcısı ise ödenek işlerini yasalara uygun yürüten kişi olarak satın alma, ödemeler ve bütçe işleri ile ilgilenirdi. Ayrıca bir memur döner sermayeyi idare ederdi. Ancak bazı okullarda bu işi bir öğretmen üstlenirdi. Her enstitünün bir eğitim başı vardı. Bunlar tüm eğitim işlerinden sorumlu olmanın yanında kendi branş derslerini de okuturdu. Eğitim başı disiplini sağlar, öğrenci öğretmen toplantılarını idare eder ve enstitüdeki bütün işlerin düzenli olarak yürütülmesini sağlardı. Nazif Evren, Köy Enstitüleri Neydi, Ne Değildi, Güldikeni Yayınları, Ankara, 1998, s.37. Enstitüler ülkenin en zor zamanında varlığını sürdürmüş, yeni bir savaşın kapıda olması nedeniyle devlet bütçesinin askeri kanada ayrılmasından dolayı en az masrafla ülkeye fayda sağlamışlardır. Çabalar sonuç vermiş ve Türkiye’nin laik, demokratik, sorgulayan, bilimi hedef alan bir ülke haline gelmesine yardımcı olmuşlardır. 2.2. Köy Enstitülerinin Eğitim Sistemi Köy Enstitülerinde temel eğitim anlayışı iş için, iş içinde üreterek eğitim felsefesi üzerine kuruluydu. Amaç her şeyi el birliği ile en baştan inşa ederek kurmaktı. Enstitüler kurulduğu vakit Kızılçullu ve Çifteler binaları hariç yapılmış bir yapı mevcut değildi. Binalar imece usulü bölgede var olan enstitülerin dayanışması ile kuruldu. Kurulan enstitünün yolları, yardımcı binaları, tarım arazisi, yemekhane ve yatakhanesi sonradan ekleniyordu. Çoğu zaman çalışacak işçi olmadığı için öğrenciler farklı bölgelere gönderiliyor yapılaşma bitene kadar çadırlarda kalarak bina yapım sürecini devam ettiriyordu. Zaman zaman köylüler tarafından yemek ve barınma gibi yardımlar geliyordu. Enstitülerin tren yolları üzerine kurulmasının amacı da bu noktada ortaya çıkıyordu. Bina yapımında kullanılacak malzemenin taşınması kolaylaşıyor, zaman kaybı önleniyordu. Tren istasyonuna uzak olan köylerde de yapı malzemeleri eşekler sırtında ve elleşilerek taşınıyordu. Bu bölgelerde yapılaşma daha yavaş ilerliyordu bu sebepten dolayı. Binalar ortaya çıkarıldıktan sonra, yatakhaneler ve yemekhaneler eklenmiş, sonrasında suyolları ve kanallarıyla su sorunu çözülmüştür. Köy Enstitülerinde dersler 3 bölüme ayrılmıştı; Kültür Dersleri Tarımla İlgili Dersler ve Teknik Ders ve Çalışmalardır. Teknik derslerde genellikle Tarih, Coğrafya, Yurttaşlık Bilgisi, Matematik, Fizik, Kimya, Tabiat ve Okul Sağlığı Bilgisi, El Yazısı, Resim ve İş, Beden Eğitimi, Müzik Eğitimi vb. temel dersler verilmiştir. Bu derslerin amacı eğitim öğretimi yaygınlaştırmak olup, öğrencilere temel bilgileri kazandırmaktır. Bu derslerin eğitimi her sınıf için haftalık 22 saattir. Tarımla ilgili derslerde genellikle, Bahçe Bakımı, Tarla Ziraatı, Sanayi Bitkileri ve Ziraat Sanatları, Zootekni, Kümes Hayvancılığı, İpek Böcekçiliği vb. tarım alanında ve hayvancılık alanında bölgelerin koşullarına uygun dersler işlenmiştir. Bu derslerin temel amacı köylerde süren ilkel tarım ve hayvancılık faaliyetlerini modernleştirmek, hem üretime hem köylerin kalkınmasına, hem de ülke ekonomisine getiri sağlamaktır. Bu dersler sayesinde öğrencilerin yanında köylüler de bilinçlenmiştir. Her sınıf için 11 saat işlenmiştir. Teknik Ders ve Çalışmalar da ise kız ve erkek öğrencilerin becerilerine göre Marangozculuk, Demircilik, Dülgelcilik, Kaynakçılık, Duvarcılık, Terzilik vb. el becerisine dayanan dersler işlenmiştir. Bu derslerin amacı öğrencilere meslek bilinci kazandırmanın yanında günlük yaşamda işlerine yarayacak malzemeleri kendi başlarına üretmelerine aracılık sağlamasıdır. İş sektörünü geliştirmiş bu dersler sayesinde teknik eleman eksiği de giderilmeye çalışılmıştır. Her sınıf için 11 saat işlenmiştir. Dersler sadece dershanelerde yapılmayıp, uygulama kısımları ahır, kovan, tarla, bağ, bahçe gibi alanlarda gerçekleştirilmiştir. Bölge koşullarına göre, balıkçılık, hayvancılık, arıcılık narenciye üretimi vb. uzmanlık alanları oluşturulmaya çalışılmıştır. Bu okulların önemli özelliklerinden biri de kültür derslerine ağırlık verilerek, müzik, resim, tiyatro, halk dansları gibi alanlara öğrencileri yönlendirmek olmuştur. Firdevs Gümüşoğlu, “Eğitim Tarihimizde Özgün Bir Uygulama Olan Köy Enstitüleri 75 Yaşında”, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, S.8-11. Enstitülerin özellikleri günlük yaşamdaki çalışmalarını etkilemiştir. Her gün ilk uyanan ekmekçi öğrenciler ve yardımcılarıydı. Daha sonra depo ve yemekhanede çalışan öğrenciler kalkardı. Fay Kirby, Türkiye’de Köy Enstitüleri, çev. Niyazi Berkes, İstanbul: Tarihçi Kitabevi, 2015. S.318. Genel olarak tüm Enstitü şafak sökerken ya da saat altıda kalkardı. Yıkanma ve giyimden sonra öğrenciler ve öğretmenler bir toplu beden hareketine katılırlardı. Çoğu kez bu bir halk dansı olurdu. Bazen de oyun oynanır ve beden hareketleri yapılırdı. Kirby, a.g.e., 318 Her sabah spordan sonra kendi yaptıkları ekmeği ve kendi tarım tekniklerini kullanarak yetiştirdikleri bitkileri yerlerdi. Günlük çalışmalara başlamadan önce bir saat boşluları olurdu. Bu boşluklarda serbest okuma saatleri yapılırdı. Her enstitü kendi koşullarına göre “serbest okuma” yapardı. Mehmet Başaran, Büyük Aydınlanmacı Öğretmenim Hasan Ali Yücel, İş Bankası Yayınları, İstanbul, 2009, s.139. Her öğrenci Hasan Ali Yücel’in çevirttiği Dünya Klasiklerinden her yıl en az 25 tanesini okuyup özet çıkarmak zorundaydı. Enstitülerde kitap ekmekle bir tutulmuş, öğrenciler en ufak bir boşlukta kitap okumaya yönelmişlerdir. . Her öğrencinin müzik aleti çalması zorunlu idi, bunlardan en popüler olanı mandolindi. Keman, bağlama gibi müzik aletlerinin çalımı da serbest derslerde öğretiliyordu. Bağlama derslerini zaman zaman Köy Enstitüleri’ni dolaşan Aşık Veysel’in verdiği de görülüyordu. Piyesler de sergileniyor tiyatro faaliyetleri de devam ettiriliyordu. Kendi yazıkları piyesleri oynuyorlardı, bunlardan en meşhuru “Bizim Köy” piyesiydi. Yaz aylarında çevreyi tanımak amaçlı geziler düzenlenirdi. Bu sayede hem çevre tanınmış hem de köyler ve köylüler ile iç içe olma sağlanmıştı. 2.3. Köy Enstitülerinde Uygulanan Eğitim Programı 1943 Eğitim Programı Dönemin Milli Eğitim Bakan Hasan Ali Yücel tarafından yürürlüğe girmiştir. Eğitim süresi 5yıl olan Enstitülerde sürenin 114 haftası kültür derslerine 58 haftası tarım derslerine 58 haftası da teknik derslere ayrılmıştır. Başlangıçta verilen dersler verilmiştir. Tarih Coğrafya ve Yurttaşlık ayrı ayrı verilen derslerdir. Yurttaşlık ile demokrasinin gerekleri rejimin korunması 1947 Programı; gibi bilgiler verilirken, Tarih dersinde Türk milletinin kökenleri öğretilmiş, Coğrafya ile de bölgeler coğrafi özellikler, yurdun içindeki dağlar ovalar denizler tanıtılmıştır. 1947 programında kültür dersleri genel bilgi dersleri, adında hemen hemen 1943 öğretim programına yakındır. Ziraat dersi ve çalışmaları, tarım dersi ve uygulamaları adı altında birleştirilmiştir. Teknik ders ve çalışmaları ise “ sanat dersleri ve atölye” çalışmaları adı altında erkekler için; “demircilik, dülgerlik, yapı ve duvarcılık, pratik elektrik”, kızlar için; “çamaşır, nakış, biçki-dikiş, ev idaresi, yemek pişirme, çocuk bakımı ve dokumacılık" dersleri şeklinde düzenlenmiştir. Sosyal bilimler 1943 Programı şeklinde devam etmiştir. 1953 Eğitim Programı; Uygulanan 3. programdır. Döneminde Köy Enstitüleri fikrinden uzaklaşılmış kurumun içi boşaltılmış, kapatılma sürecinde ortaya çıkmıştır. Bahsedilen programda tarım ders ve uygulamalarına ayrılan saat sayısı büyük ölçüde azaltılmıştır. Daha önceki programların önemli kısmını oluşturan sanat ve atölye dersleri kaldırılmıştır. Bu programda bilgi iş için ve uygulamalı olarak değil, sınıf ortamında ezbere dayalı olarak öğretilmiştir. 1953 Öğretmen Okulları ve Köy Enstitüleri programı Türkiye’de “Sosyal Bilgiler” kavramının kullanıldığı ilk programdır. Bu program iki devre olarak ele alınmış ilk devrede tarih coğrafya ve yurttaşlık sosyal bilgiler adını almış, ikinci devrede yurttaşlık kaldırılmıştır. 2.4. Kırsal Kesimde Eğitime İhtiyaç Duyma Sebepleri Köye eğitim götürme fikri ilk olarak Meşrutiyet döneminde ortaya çıkmıştı. 1923 İzmir İktisat Kongresi’nde de köylüyü eğitmeye dair kararlar alınmıştır. Eğitim sorununu çözmek için köylüyü eğitmek gerektiği düşünülüyordu. Uzun savaşlar sonucunda köylü hak ettiği değeri bulamamıştı. Nüfusun %80i köylerde yaşıyor ve her bakımdan geri kalmış biçimdeydi. Köylüyü kalkındırmak, rejimin amaçlarını halka öğretmek ve en önemlisi toplumun her kesimini aynı şekilde eğitmek gerekiyordu. Bu nedenle köyde eğitim fikri hep canlı tutuldu. Eğitimi köye indirmenin de birçok nedeni bulunmaktaydı. Bunlardan ekonomik, kültürel ve sosyal nedenler en önemli olanlarıdır. 2.4.1. Ekonomik Nedenler Uzun süren savaşlarda en ağır bedeli her yönden köylüler ödemiş, her alanda geri planda bırakılmıştı. İş gücünün olmamasının yanında çoğu köylünün toprağı bile yoktu. Olan topraklar ise ilkel yollarla ekiliyor hasat zamanı sadece geçimini sağlayacak kadar kazanıyordu köylü. Yeni kurulan devletin de ekonomik olarak gücü sınırlıydı. Bu nedenle Enstitüler önemli bir faktör olmuştu. En az maliyet ile devletin eğitim yükünü üstlenmiş, hem devletin köyleri kaldırmasına, hem de köylünün ekonomik durumunun iyileşmesine yardımcı olmuştur. 2.4.2. Sosyal ve Kültürel Nedenler Köylünün her alanda geri kalması toplumda iki sınıfın oluşmasına neden olmuştu. Köylü gelişmelere uzak kapalı bir şekilde yaşamını sürdürmekteydi. Köy Enstitüleri Köylerin kalkınmasının yanında öğrencilerin farklı yerlerden gelip birlikte bağ kurması toplumsal ilişkileri geliştirmiş, köylü kentli arası arasındaki uçurumu en aza indirmiştir. 2.5. Köy Enstitülerinin Türk Eğitim Sistemine Katkıları Tanzimat ile başlayan batılılaşma hareketlerinin Meşrutiyet ile devam etmesi ve bunu her kurumda meydana gelmesi gerek Osmanlı’yı gerekse yeni kurulacak devleti çok fazla etkilemiştir. Cumhuriyetle birlikte eğitim atılımları yapılmış bunların arasında Köy Enstitüleri en sivrileni ve en kalıcı olanı olmuştur. Köy Enstitüleri’nin eğitime katkısının başında hiç şüphesiz köylerin kalkındırılması ve okuma yazma oranının oldukça hızlı şekilde arttırılması gelir. Bunların yanında demokrasinin toplumun her kesimine inmesi, insanların yurttaşlık bilincini kazanması da önemli katkılarından birkaçıdır. Karma eğitim ile toplumdaki cinsiyet ayrılığını ortadan kaldırmış ve bireylere eşit haklar tanınmasını sağlamıştır. İlkel tarım yöntemlerinin terk edilmesi, modern tarımın artması ve bu sayede köylerde yeni iş imkanlarının sağlanmasını ve köy ekonomisinin kalkınmasını sağlar. Farklı bölgelerde üretimi olmayan yeni tür bitkilerin yetiştirilmesi sağlanmış bu sayede yerli tohum üretilmiştir. Gıda çeşitliliği sağlanmış, çorak topraklarda bağcılık, fidecilik yapılarak arazi verimi arttırılmıştır. Su ihtiyacının giderilmesi, hayvancılık faaliyetlerinin arttırılması yerli besiciliği geliştirmiştir. Kültürel alanda da toplumun ilerlemesini, sorgulayan hesap soran nesillerin yetişmesini sağlamıştır. Köy Enstitüleri çalışmalarıyla kuruluş amaçlarının çok üstünde bir başarı göstermiş ve köyün, kırsal alandaki yaşayanların sorunlarını ortaya koyan ilerici bir kuşağın yetişmesini sağlamıştır. Köy Enstitülerinde yetişen yazarlar, düşünürler Türkiye insanına ufuk açan bir rol oynamışladır. İsmail Hakkı Tonguç, Canlandırılacak Köy, İstanbul, Remzi Kitabevi, 1947, s. 638-645. Köy Enstitüleri ezberci eğitimin yerine uygulamalı eğitim modelini yerleştirmiş, öğrencileri sınıfa hapsetmeyerek gereken yerde bazen tarlada bazen atölye de bazen ise inşaat alanında eğitim verilmesini sağlamıştır. 1940-1946 yılları döneminde; 750bin fidan 150bin büyük inşaat, 60 kişilik 210 öğretmen evi, çok sayıda okul, samanlık, tarım deposu ve 100km yol yapılmıştır. Niyazi Altunya, Köy Enstitülerinin Düşünsel Temelleri, Düzgün Yayınları, 2002, s 48. Köyler bayındır hale getirilmiş, verimsiz topraklar tarım teknikleri ile kazanılmıştır. Enstitülerde 1308 kadın, 15943 erkek binlerce büyük ve küçükbaş hayvan yetiştirmiş. Enstitülerde önemli birçok şair, yazar, romancı, müzikçi ve tiyatrocu yetişmiştir. Sağlık konusu da ihmal edilmeyerek Hasanoğlan Köy Enstitüsünde 60 yataklı bir dispanser yaptırılmıştır. Sağlık kolları dört enstitüde çalışmaya başlamıştır. Altunya, a.g.e., s.48 Sonuç olarak; Köy Enstitüleri köy çocukları için fırsat eşitliği yaratmış, köyden çıkmadan köylü çocuklara eğitim imkânı sağlamıştır. Köy Enstitülerindeki eğitim akademik uygulamaları ile teknik malzemelerin bir bileşimiydi. Burada yaparak, uygulayarak öğrenmek esastır. Ercan Türk, Türk Eğitim Sistemi ve Yönetimi, Ankara, Nobel Yayın Dağıtım, 2002, s.34 Köy Enstitülerinin kuruldukları çevrede doğrudan ve dolaylı olarak ekonomik, kültürel ve toplumsal anlamda olumlu etkileri olmuştur. Bulundukları ya da kuruldukları yörelere yeni üretim yöntemleri, yeni ürün ve pazar olanağı getirmişlerdir. Yahya Akyüz, Türk Eğitim Tarihi, İstanbul, İstanbul Kültür Üniversitesi Yayınları, 1997, s.437 Kuruldukları tarihten itibaren eğitim sistemini çok yönlü şekillendiren bu kurumlar eğitim tarihimiz için büyük bir dönüm noktası ve atılım olmuşlardır. 2.6. Köy Enstitülerinin Kapanma Süreci ve Enstitülere Karşı Yapılan Eleştiriler Mustafa Kemal Atatürk’ün 10 Kasım 1938’de vefat etmesi üzerine yerine İsmet İnönü geçmiş, Atatürk döneminde başlatılan eğitim seferberliğini yaşatmayı hedeflemiş ve ortaya konulan başarıları her daim desteklemiştir. Saffet Arıkan’ın ardından onun döneminde Hasan Ali Yücel Milli Eğitim Bakanı Şerafettin Turan, İsmet İnönü Yaşamı, Dönemi ve Kişiliği, Ankara, Bilgi Yayınevi, 2003, s.206-209 olmuştur. İsmet İnönü başa geldiği zaman Köy Enstitülerinin siyasi hayatta en büyük destekçisi olmuş, Tonguç ve Yücel ile sık sık bağlantı kurup fikir alışverişi yapmıştır. Enstitüleri sık sık denetleyen İsmet İnönü eksiklerinin giderilmesi konusunda da büyük çaba harcamıştır. Enstitülere ilk karşı çıkışlar yasa mecliste görüşülmeye başladığı vakit doğmuştur. Yasa tasarısının TBMM’de görüşülmesi sırasında Kâzım Karabekir, enstitülere yalnızca köy çocuklarının alınmasının ülkede kentli-köylü ayırımını doğuracağını öne sürerek, tasarıyı şu sözlerle şiddetle eleştirmiştir Tevfik Çavdar, Türkiye’nin Demokrasi Tarihi 1839-1950, 2. B., Ankara, İmge Kitabevi, 1999, s.376-377; Şerafettin Turan, Türk Devrim Tarihi, 4.kitap, Ankara, Bilgi Yayınevi,1999, s.42 26 TBMM TD, Dönem 7, XXVII, 60. Birleşim, s.s.312-313. “...Parti programında sınıf ayırımı yok diyoruz ama onu elimizle yaratıyoruz... Biz şehir ve köy çocuklarını birbirleriyle kaynaştıracak yerde bir safiyeti fikriye ile ayırırsak sonra acaba bu köylere başka taraflardan yapılacak telkinlerle günün birinde biz bu şehirlilerin karşısında başka fikirlerle onları mücehhez bulmaz mıyız?” diye ifade etmiştir. Kanunun oylamaya sunulduğu vakit meclisin çoğunluğu oylamaya katılmamış olsa da yasa meclisten geçmiştir. Yasaya oy vermeyen milletvekilleri arasında ileride enstitülerin kapatılma sürecinde rol alacak Celal Bayer, Adnan Menderes, Fuat Köprülü ve Refik Koraltan gibi isimler yer almaktaydı. Savaşın kapıda belirmesi ve yeni bir siyaset düzeninin kurulmasıyla birlikte Türkiye’ de de çok partili hayata geçiş denemeleri hızlandı. Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu’nun mecliste görüşülmeye başlanmasından itibaren CHP’de parti içi muhalefet başlamış ilk ayrılıklar ortaya çıkmıştı. Toprak Reformu meclisteki büyük toprak sahiplerini rahatsız etmişti ve bu nedenle muhalefette yer alanlar enstitüleri hedef almaya başladı. 1945-46’lı yıllara gelindiği vakit CHP içindeki muhafazakar kanadın etkisi artmıştı. 7 Ocak 1946’de DP’nin kurulmasıyla CHP’ye karşı muhalefet hızla artmıştı. Demokrat Parti kurucuları ilk seçimlerde CHP’nin kurucu rolünde olduğu Köy Enstitülerini hedef aldı.26 Bu kurumları seçim propagandasında kullanarak Başaran, a.g.e., s.162 köylülere imece yoluyla okul yaptırmak zulümdür, Enstitüler ahlaksızlık ve komünist yuvalarıdır, halk cenaze namazı kılacak imam bulamıyor gibi söylemlerle bu kurumları karalama faaliyetlerine başlamışlardı. Köy enstitüleri ile birçok köy kalkınmaya başlamış biat etmeyen sorgulayan, laik bir halk düzeni kurulmuştu. Bu durumdan rahatsız olan kesimler Köy Enstitülerini “fuhuş yuvası” Talip Apaydın, Köy Enstitüsü Yılları, İstanbul, Literatür Yayınları, 2009 olarak tanımlamaktaydı. Karma eğitim bu kurumlara karşı çıkanların en çok eleştirdikleri konuydu. Kızların erkekler ile birlikte uyudukları, hamile kaldıkları ve düşük yaptıkları gibi suçlamalar sürekli dillerde dolaşıyordu. Böyle bir durumun söz konusu olmadığını köylerde kızlar ve erkeklerin her zaman bir arada her işi zaten Enstitülerden önce de beraber yaptıkları Pakize Türkoğlu, Tonguç ve Enstitüleri, İstanbul, Yapı Kredi Yayınları, 1997, s.495-496 ifade edildi. Yıkmak için kullanılan ögeler ise halkın duyarlı olduğu din ve ahlakı kullanmaktı. Yeni kurulan bir siyasi parti ile de saldırılar çoğaldı. Nuri Çelik Yazıcıoğlu, Türkiye’de Köy Enstitüleri Gerçeği, Kuruluşunun 70. yılında Bir Toplumsal Değişim Projesi Olarak Köy Enstitüleri Sempozyumu, Kastamonu, 2010, s.376. Bu evrede İsmet İnönü de Enstitüleri ziyaret etmez oldu Can Dündar, Köy Enstitüleri, İstanbul, Can Yayınları, 2015, 70-84 , İsmet İnönü’nün siyasi hayatı tehlikeye girdiği için CHP’de desteği çekmek zorunda kaldı, enstitüler siyasal alanda savunmasız bir şekilde bırakılmıştı. Hasan Ali Yücel İnönü desteğini kaybedince etkisiz hale getirilmeye çalışıldı. Hasan Ali Yücel’in Kenan Öner tarafından komünist olarak suçlanması ortamı iyice germiş Yücel’in görevden alınmasının temeli atılmıştı. 5 Ağustos 1946’da Büyük Millet Meclisi açılmış ve 7 Ağustos’ta da sağ eğilimli “Recep Peker Kabinesi” kurulmuştur. Yeni hükümette ise Hasan Âli Yücel’in yerine Milli Eğitim Bakanlığı’na Reşat Şemsettin Sirer getirilmişti. Cumhuriyet Gazetesi, “Recep Peker Kabinesi”, Yıl: 23, No. 7894, (7 Ağustos 1946), s. 2. Sirer gerici ve tutucu bir şahsiyettir. Göreve gelir gelmez ilk icraatı Köy Enstitülerinin kurucusu ve kuramcısı “Tonguç Baba’sını” İlköğretim Genel Müdürlüğü’nden uzaklaştırmak olmuştur. Kendine has bir şekilde enstitüleri dönüştürmek gibi birtakım planları da yer almaktadır. Eleştiri olarak ise kuruluş sürecinden itibaren ele almak gerekir. Türkiye Büyük Millet Meclisinde köy enstitüleri kanunuyla ilgili olarak yapılan görüşmelerde, kanuna yönelik çeşitli eleştirilerin olduğu görülür, fakat bunlar yüzeysel, sistemin içeriğine yönelik olmayan eleştirilerdi. Engin Tonguç bu durumu, “Birçok eleştiri yapıldı. Karşı olanların bile sözlerine uzun övgülerle başlamaları o yılların meclisi için tipikti” Engin Tonguç, Bir Eğitim Devrimcisi İsmail Hakkı Tonguç, Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği yay., İzmir, 2007, s.277. ifadeleri ile ortaya koyar. Bu eleştirilerden biri Dr. Osman Şevki Uludağ’ın ortaya koyduğu ve Kazım Karabekir’inde destek verdiği isim konusu olmuştur. Osman Şevki “Enstitü” kelimesi yerine başka bir isim bulunması gerektiği, kendisinin bir isim bulamadığını fakat kelimeleri aynen yazmak davasında olanlara katılarak, enstitü kelimesi yerine “enistitü” kelimesini yeğlediğini beyan edecektir. Karabekir ise, köylülerin ruhuna girebilecek olan “hayat mektebi” ya da “hayat kaynağı” gibi daha anlaşılır ve köylüler, çocuklar üzerinde bize hayat vermeye gelmiştir gibi bir tesir bırakacak bir isimden yana görüş belirtmiştir. TBMM TD, Dönem 6, X, 41. Birleşim, s.s.71-74. Bu eleştirilere cevap olarak Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel, “Enstitü kelimesini biz Frenklerin telaffuz ettiği şekilde aldık ve buna alıştık. Bu isim bazı memleketlerde büyük, yüksek ameli müesseselere verilmektedir… Biz köy enstitüsünü sadece içerisinde nazari tedrisat yapılan bir müessese olarak almadık. İçerisinde ziraat sanatları, demircilik, basit marangozluk gibi ameli birtakım faaliyetlerde bulunduğu için okul adıyla almadık, enstitü diye isimlendirmeyi uygun gördük” demiştir. Köy Enstitülerine yöneltilen en büyük eleştiriler, enstitü kanununun üçüncü maddesine yönelik olmuştur. Kanunun üçüncü maddesi şöyledir; “Enstitülere tam devreli köy ilkokullarını bitirmiş, sağlıklı ve yetenekli çocuklar alınırlar. Enstitü öğrenim süresi en az beş yıldır. Öğretmen olamayacağı sonucuna varılan öğrencinin ayrılacağı mesleklerin öğrenim süreleri Milli Eğitim Bakanlığınca saptanır”. “Köy Enstitüleri Kanunu”, Kanun no: 3803, Düstur, 3. Tertip, XXI, Ankara Devlet Matbaası, Ankara, 1940, s.693. Bu maddeye karşı en büyük eleştiri Bingöl vekili Feridun Fikri Bey’den gelmiştir. Feridun Bey, Bingöl’ün merkezi Çapakçur veya Tunceli merkezi Hozat gibi, ülke genelinde pek çok yerin şehir yâda kasaba olarak nitelendirilmesine karşın, özellikle doğu bölgelerinde bu yerlerin köy görüntüsü verdiğini, ama buna karşın bu bölgelerdeki öğrencilerin, kanun bu şekilde yasalaştığı takdirde, kanundan faydalanamayacaklarını beyan etmiştir. Bu sorunu çözmek içinde kanuna “ortaokul bulunmayan vilayet ve kaza ve kasabalardaki ilkokulu bitiren çocuklar alınır” ibaresinin konmasını ister. Ayrıca ilk tahsillerini şehir ve kasabalarda yapan köylü çocuklarında bu enstitülere alınması gerektiği üzerinde duracaktır. Bu yapılmadığı takdirde birçok çocuğun mağdur olacağını beyan edecektir. TBMM TD, Dönem 6, X, 41. Birleşim, s.82. Kazım Karabekir ise ahlak derslerine daha fazla önem verilmesi gerektiği üzerinde durarak, enstitülere yalnızca köy çocuklarının alınmasını sorun olarak niteler. Böyle bir uygulama sonucunda şehir ve kasaba çocuklarının köyle temasının kesileceğinden söz ederek, “Dünyanın her yerinde bu teması çoğaltmak için yeni yeni tedbirler alındığını görüyoruz. Büyük şehir çocuklarının köylere gitmelerini temin için bütün milletler yarış ediyorlar… Biz ise çocukları bile köylere almıyoruz. Şu halde 40-50 yıl sonraki hayatı tasvir edersek memleketimiz ikiye ayrılmış olacak. Biri köylünün kendi ruhuyla terbiyesi, biride şehirli kısmı” ifadelerin bulunacaktır. TBMM TD, Dönem 6, X, 41. Birleşim, s.73. Daha sonraki konuşmasında ise iki kesim arasında büyük bir uçurumun ortaya çıkacağını, hem şehri bilmeyen köylü, hem de köye gitmeyen şehirli ve kasabalı farkının yaratılacağını söyleyecek ve sözlerini şu can alıcı sözlerle bitirecektir; “Uzun zaman sonra kendi dilimizle anlaşamayacağız… Parti programımızda sınıf yok diyoruz ama kendi elimizle tesis ediyoruz kanaatindeyim” TBMM TD, Dönem 6, X, 41. Birleşim, s.83. Tartışmalar sonrası kanunun üçüncü maddesinin değişmesine yönelik yapılan üç ayrı takrir, meclis tarafından kabul edilmeyecektir. TBMM TD, Dönem 6, X, 41. Birleşim, s.87. Kanun için yapılan oylamada 429 milletvekiline sahip olan mecliste, 278 kişi oylamaya katılmış, 148 kişi ise oylamaya katılmamıştır. Oylama sonucunda “Köy Enstitüleri Kanunu” “Köy Enstitüleri Kanunu”, Kanun no: 3803, Düstur, 3. tertip, XXI, Ankara Devlet Matbaası, Ankara, 1940, s.692. kabul edilmiş ve yasaya yönelik ret oyu çıkmamıştır. Fakat oylamaya katılmayan kişi sayısının çokluğu bir gerçeği ortaya koymaktaydı. Her ne kadar oylamaya katılmayanlarının tümünü muhalif olarak nitelemek doğru olmasa da kanuna karşı olanların sayısı hiçte az değildi. Çünkü aynı gün yapılan başka bir oylamaya katılmayan kişi sayısı 110’du. O dönem tek parti yönetimi içerisinde karşı oy vermek olağan bir durum değildi. Bunun yerine oylamaya katılmamak yeğlenirdi. Oylamada bulunmamak muhalif kalmak demekti. Üstelik köy enstitüleri kanununun görüşmelerine geçildiğinde alışılmışın dışında, Cumhurbaşkanı ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin değişmez başkanı İsmet İnönü, kanuna verdiği değeri göstermek üzere, oturumu izlemek için Meclis’teki yerini almıştı. Köy Enstitüleri sistemine yönelik bir diğer önemli yasal düzenlemede, Köy Okulları ve Enstitüleri Teşkilatı Kanunu’nun 19 Haziran 1942 tarihinde kabul edilmesidir. “Köy Okulları ve Enstitüleri Teşkilat Kanunu”, Kanun no: 4274, Düstur, 3. Tertip, XXIII, Ankara Devlet Matbaası, Ankara, 1942, s.1573. Fakat Meclis içersinde kanun ile ilgili tartışmalar uzun bir süre devam edecek ve kanunun Meclis’ten çıkması zaman alacaktır. Kanun tasarısı ile ilgili görüşmeler 3 Haziran tarihinde başlayacak, kanun kabul edilene kadar altı oturum gerçekleşecek, 32 milletvekili söz alacak ve 61 konuşma yapılacaktır. Tasarı ile ilgili görüşmeler başladığında Besim Atalay tekrar isim konusunu gündeme getirerek, “Enstitü kelimesi enstü oluyor, enistü oluyor, kılıktan kılığa giriyor, değişiyor, değişmiyor… Ya enistü diyeceksin yahut demeyeceksin. Bütün milletlerde böyledir. Eğer başka memleketlerden kelime alacaksan onun üstüne damgasını basacaksın. „ İlk Okutum Yurdu‟ yahut, Okutma Yurdu‟ dersin… Bunun adını da güzelleştirelim” ifadelerinde bulunacaktır. Bunun yanı sıra Rasih Kaplan din eğitimi konusuna değinerek, “Enstitüleri ikmal etmezden evvel, köylerdeki yavruları yetiştirmek üzere din dersleriyle de teçhiz etsinler. Buna ihtiyaç vardır. Mücerret olarak köyleri bırakmayalım. Köylerde hususi olarak din derslerini öğrenmeye imkân yoktur. Onun için göndereceğimiz enstitülüler köyün her şeyi olacaktır. O ihtiyacı dahi onlardan öğrenecektir. Şimdiden Sayın Maarif vekilimiz lazım gelen kitapları versinler ve tedbirlerini alsınlar” TBMM TD, Dönem 6, XXVI, 68. Birleşim, s.58. diyecektir. Kanun tasarısının 10. maddesi köy öğretmenlerinin vazife ve sorumluluklarını belirtmektedir. Bu maddeye en büyük eleştirileri getirenlerden biri olan Emin Sazak, maddenin kaldırılması gerektiği savını öne sürerek, görüşlerini şöyle desteklemiştir: “Bu madde muallimlere o kadar salahiyet veriyor ki, hâkim, hekim, ne bileyim mürşit, peygamber hepsi. Yani bunlar köyün ziraatını temin edecek, askeri işlerde akıl verecek, hülasa her şey yapacak… Köye gidecek muallim ben köyde muhtarım diyecek, o zamanda köyün kalkınması yerine herkes dağa kaçacak… Kanun çok güzeldir, fakat bu maddesi yanlıştır… Öğretmen hangi bir işi yapacak? İçtimai işe bakacak, su işine bakacak, şu işe bakacak, bu işe bakacak, fakat mektepte ne vakit çalışacak? Muallim köylülere gelin bakalım konferans vereceğim, sizi adam edeceğim, has dur, selam dur derse, o muallime ısınmanın imkânı yoktur. Bendeniz bu itibarla böyle bir salahiyet verilmesine taraftar değilim… Bunlara verdiğimiz salahiyet Başvekilde yoktur. Bunlardan köylü ne öğrenecek? Büyük mekteplerden çıkan ziraat memurlarımızın hala köylüye faydalı olmadığını görüp dururken, nihayet bilgisi bir aşı aşılayıp, ağaç dikmeye ve tohum temizlemeye münhasır olan bir genç tasavvur ediniz ki oraya vardı; biz ona diyoruz ki sen öyle bir şahıssın ki Allah tarafından köyleri ıslaha memur edilmişsin” TBMM, Dönem 6, XXVI, 68. Birleşim, s.s.62-71. Emin Sazak’ın ortaya koyduğu bu ifadeler, daha sonraki dönemde, Köy Enstitüleri sisteminin neden toplumun önemli bir kesiminden eleştiri alacağının en güzel özetini oluşturmaktadır. Onuncu maddeye ilişkin eleştirilere cevap vermek üzere Maarif Encümeni üyesi Nevzad Ayas’ın yaptığı konuşmada şu noktaların altını çizilmiştir: “Bu kanun lahiyası bir sistemdir ve onuncu madde bu sistemin merkez noktasıdır… Bu madde layıkıyla anlaşılmaz veyahut herhangi bir sarsıntıya uğrarsa bütün bu lahiya sistem bakımından çok şey kaybeder… Öğretmen senenin on iki ayının yedi ayını okul içinde köy çocuklarının öğretim ve eğitim işleri için ayırıyor… Yedi aydan geri kalan üç ayda bu maddenin b fırkasında sayılan hizmetlerin ifasına tahsis olunacak. Yani üç ay köy halkını yetiştirmek ve buna mümasil vazifelere taalluk eden işlere tahsis edilecek. Geriye kalan iki aylık bir tatil zamanında da eğitmen ve öğretmenler köyün ameli hayatıyla ilgili işlerde çalışanlara yardım edecektir… Bütün bu vazifeler onuncu maddenin müteaddit fırkalarına ayrılan işlerdir... Arkadaşlar köy enstitüsünde yetişecek öğretmen hekim değildir, çünkü tıp fakültesinden mezun değildir. Hukuk fakültesinden mezun olmadığı için hâkim de değildir. Peygamber hiç değildir… Mürşit kelimesine gelince, bu yerinde olabilir: İlim mürşidi, fen mürşidi, fazilet mürşidi… Biz köy çocuğunun köyde kalmasını ve köyde faydalı olmasını, köyün elinden tutarak onu ilerletmesini istiyoruz. Çocuk köy okulundan yetiştikten sonra, eğer kendisinden az çok farklı bir muhit içinde kalacak olursa öğrendikleri neye yarayacaktır? Köyle nasıl anlaşacaktır? Bunun içindir ki, öğretmenin bir taraftan köyün çocuğunu yetiştirirken, diğer taraftan onunla teşriki mesai edebilecek köy halkını da onun seviyesine eriştirmeye çalışması lazımdır. Aksi takdirde şimdiye kadar olduğu gibi ya köy çocuğu köyünü beğenmeyecektir, anlaşamayacaktır, köyden çıkıp gidecektir yahut daha acı bir netice olmak üzere bütün öğrendiklerini unutacaktır. Bütün maddi ve manevi emekler hüsranla bitecektir… Köylü seve seve ve isteye isteye bu vazifelere rağbet gösterecek ve öğretmenlerde kanunun hududu dâhilinde kendilerine yardım vazifesini ifa edeceklerdir…” TBMM TD, Dönem 6, XXVI, 69. Birleşim, s.s.75-77. . Maddenin en çok tartışılan yükümlülükleri şöyledir: Köy halkından olan veyahut altı aydan beri köyde yerleşmiş bulunan ve geçimini köyde oturmak suretiyle temin eden on sekiz yaşını bitirmiş ve altmış yaşını geçmemiş olanlardan iş görmeye elverişli kadın ve erkeklerin hepsi köy ve bölge okulu binalarının yapılması, onarılması ve bunlara su getirilmesi veya kuyu açılması, yol yapılması ve okul bahçesinin kurulması işlerinde yılda yirmi günü geçmemek üzere çalışmaya mecbur tutulurlar… Yerlerine başkalarını çalıştırmak isteyenler çalışmaya mecbur oldukları her gün için iki kişi çalıştırırlar. Arabasıyla beraber iş görmeye ayrılacak olanların bir günlük hizmetleri üç gün sayılır… Köylerde arazi ve bahçeleri olan ve bunlardan yarıcılık veya işçi çalıştırmak şeklinde faydalanarak köy dışında oturanlar, bu maddede yazılı yirmi günlük mükellefiyeti, mahalli rayice göre işçi ücretini köy sandığına yatırmak suretiyle ifa ederler. 46 TBMM TD, Dönem 6, XXVI, 70. Birleşim. Köy Enstitülerinin teşkilatıyla ilgili kanun tasarısının en çok tartışılan bir diğer maddesiyse köy okullarının yapım ve onarımıyla ilgili olan yirmi beşinci maddesi olmuştur45. Bu madde ile ilgili yapılan görüşmelerde, madde içersinde yer alan kadınların okul yapımında sorumlu tutulması, on sekiz ile altmış yaş arsındaki yaş sınırlaması, senede yirmi gün her bireyin çalışması en çok tartışılan konular olmuştur. Hatta yirmi beşinci madde için yapılan tartışmalar bir oturum sürecek ve sonraki oturumlara da sarkacaktır.46 Mecliste yirmi beşinci madde ile ilgili görüşmelerde söz alan Atıf Bayındır, köylüye yüklenen yükümlülüklerin işkence ve angarya olduğunu ve maddenin anayasaya aykırı olduğunu ifade eden konuşmasında: “Anayasanın 72. maddesinde ‟Türkiye‟de işkence, eziyet ve angarya memnudur‟ denilmektedir… Burada bahsedilen angaryanın, ferdin bedelsiz, ücretsiz olarak devlete ve derebeye ödediği, verdiği bir iştir... Ey milletvekilleri, siz bu kanuna muhalif angarya ve işkence vazedemezsiniz, bunu vazeden kanunlar yapamazsınız” TBMM, Dönem 6, XXVI, 71. Birle im, s.142. demiştir. 3. Demokrat Parti Dönemi (1950-1954) Demokrat Parti iktidarı ile birlikte artık Köy enstitülerinin öğretmen okullarıyla birleştirilerek, ortadan kaldırılması süreci hız kazanacaktır. Meclis içinde köy enstitüleri daha az gündeme gelirken, bunun tam aksine din ve ahlak eğitimi, imam hatip okulları daha fazla gündeme gelmeye başlayacaktır. İlk hükümet programında Adnan Menderes’in, “din ve vicdan özgürlüğünün gereklerine uyulacağı ve din dersleri ile din adamı yetiştirecek yüksek kurumlar açmak için ivedilikle karar alınacağı” sözleriyle açtığı yoldan milletvekilleri de cesaretle yürüyecek, hatta Meclis’te yapılan konuşmalarda Laiklik ilkesi tartışmaya açılacaktı. Demokrat Parti iktidarının ilk dönemlerindeki din eksenli gelişmelere baktığımızda, Türkçe ezan yerine Arapça ezanın okunması, ilkokullarda din derslerinin zorunlu olması48, daha sonra ortaokullarda din derslerinin okutulmaya başlaması, 1951 yılıyla birlikte imam-hatip okullarının açılması, 1959 yılında Yüksek İslam Enstitüsü kurulması gibi değişimler ilk akla gelenlerdir. Ayrıca laiklik ve din eğitimi konularının 1953 yılında toplanan Milli Eğitim Şurasında eğitimci çevrelerce geniş bir şekilde tartışıldığı ve genelde dinsel eğitime yönelik olumlu bir tutumun alındığı görülmektedir.49 İktidara geliş sürecinde Köy Enstitülerine yönelik olumsuz düşünce ve faaliyetlerin büyük faydasını gören Demokrat Parti, iktidara geldikten sonrada bu kurumlara yönelik yıkıcı faaliyetlerini hızlandıracaktır. Tevfik İleri’nin Milli Eğitim Bakanı olarak katıldığı, Meclis’te yapılan 1951 yılı Milli Eğitim Bakanlığı bütçe görüşmelerinde, köy enstitülerine yönelik eleştiriler giderek artmış ve enstitülerin kapatılması gerektiği üzerinde vurgu yapılmaya başlanmıştır. Ahmet Başıbüyük enstitülerle ilgili görüşlerine, “Muhterem arkadaşlar, israf yuvalarının başında bulunan köy enstitüleri” diyerek başlıyorken; Nurettin Ertürk, “Muhterem arkadaşlar, valileri tehdit ve radyoda teşhir ederek ve köylünün malını, davarını, çulunu çaputunu sattırarak dipçik altında yaptırılan köy okulları bugün kısmen yıkılmış ve harap bir haldedir” diyerek sisteme eleştiri getiriyor; Zeki Erataman “…Kendisinden beklediğimiz hizmetleri bize veremeyen köy enstitülerinin bir an evvel tasfiye edilerek, öğretmen okullarının çoğaltılmasını rica edeceğim”50 görüşünü ileri sürüyordu. Köy enstitülerine yönelik yıkıcı eleştirilerin ortaya konduğu Milli Eğitim bütçe görüşmelerine damgasını vuran konu ise din eğitimi olacaktı. Bu görüşmelerde Fehmi Çobanoğlu, “27 sene evvel Osmanlı devrinden Cumhuriyet devrine geçerken Tevhid-i Tedrisat diye bir kanun yapıldı. Numarası 430‟dur. Bu kanunun dördüncü maddesi der ki, „medreseler kapandı, talebeler mekteplere gidecek, din tedrisatı artık Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yapılacaktır. Milli Eğitim Bakanlığı milletin ihtiyaçlarına göre din mektepleri açacak ve adam yetiştirecektir‟. Bu kanunun bu maddesi 25 seneden beri tatbik olunmadı… Ancak iki sene evvel ilahiyat fakültesi diye bir şey ortaya kondu, fakat bu fakültenin mahreci olan mektepler yoktur. Milli Eğitim Bakanından şu ricada bulunacağım, askeri ortaokul ve lise gibi hususi bir mektep teşkilatı kurarak, ilahiyat fakültesine mahreç olmak üzere bir teşekkül vücuda getirmek lazımdır… Bundan başka biliyoruz ki, şehirlerimizde bugün ölülerimizi yıkayacak ve dini vazife yapacak imamlarımız da hemen hemen kalmamış gibidir. Minarede ezan okuyacak müezzinlerimiz de yok gibidir. Binaenaleyh, imam ve hatip mekteplerini bir an evvel Milli Eğitim Bakanlığı tarafından açılmasını rica ediyorum” diyecektir. Mükerrem Sarol, laiklik ilkesini tartışmaya açarak, şu görüşleri ileri sürmüştür: “Laiklik mefhumunun tesir ve murakabesi altında bulunan yerlerde vicdan hürriyeti bulunmaz ve işlemez… Benim anlayışıma göre, din ile devlet işlerini birbirinden ayırmak hükmü, dinin ne olduğunun bilinmemesinden doğmuştur. Aynı zamanda bu hükmün her din için tatbiki caiz olmaz. Bence din çeşnisini kaybetmiş olan karakter muhakkaktır ki, vahşete ve hayvanlığa temayül eder”. Ömer Bilen din eğitimi konusunda oluşturulmasını istediği çeşitli kurumlardan bahsettiği konuşmasında; “İslam dinini Müslüman yavruların talim ve terbiyesi hususunda hiçbir tereddüt göstermeden derhal faaliyete geçmek lazımdır… Geçmiş idarenin çıkmaz yolunu takip etmekte bir fayda yoktur… Saadet timsali olması lazım gelen demokrat hükümetimizin ilk, orta ve liselerde din tedrisatına başlaması için gereken tedbirin hemen alınması icap etmektedir… Yurdumuzda yaşamakta olan bütün Müslümanlar, dört gözle kutsi dinimize layık olduğu ehemmiyetin verilmesini beklemektedir… Bu ciheti temin için Diyanet işlerine bağlı ve yurdumuzun muhtelif muhitlerinde olmak üzere üç veya dört yerde tam teşkilatlı birer külliye açılması icap etmektedir. Bu külliyelerden çıkacak olan talebelerde ilahiyat fakültesine girerek ihtisaslarını orada ikmal etmeleri icap eder… Halen mevcut olan İlahiyat fakültesinin unvanı İslam İlahiyat Fakültesi olmalı. Bu fakültenin milli bünyemize uygun bir hale ifrağ edilmesini bakanlıktan ayrıca rica ederim.” TBMM TD, Dönem 9, V, 51. Birleşim, s.s.767-774. görüşünde bulunmuştur. Meclis içerisinde köy enstitülerine yönelik komünistlik suçlamasının doruk noktasını ulaştığı ve kurumların direkt olarak hedef alındığı dönem, Kasım 1951 tarihinde Meclis gündemine gelen Türk Ceza Kanunu’nun 141 ve 142. maddelerinin değiştirilmesi görüşmelerinde olmuştur. Bu görüşmeler esnasında bazı vekillerin hükümete vermiş olduğu Türkiye’deki komünist faaliyetlere ilişkin soru önergesi Meclis gizli oturumunda ele alınmıştır. Bu gizli oturumda görüşülecek konu hakkında uzman olarak hükümet adına Meclis dışından getirilen askeri yargıç Şevki Mutlugil, Türkiye’deki komünist faaliyetler hakkında ayrıntılı bilgiler vermiştir. Mutlugil, ifadelerinin bir bölümünde dolaylı yoldan köy enstitülerine de değinerek, bu kurumlarda ortaya çıkan komünist faaliyetler ve bunları gerçekleştirenlerin isimlerini söylemiştir. Mecliste yapılan bu açıklamalar sonrası köy enstitüleri sistemine karşı muhalif görüşler daha sert bir şekilde ortaya konmuş ve artık köy enstitülerinin öğretmen okullarına dönüştürülerek, ortadan kaldırılması fikri iyice güç kazanmıştır. Mutlugil enstitülerle ilgili olarak ortaya koyduğu ifadelere baktığımızda; “…Bizde ve komşu memleketlerde ilköğretim daima komünistlerin köy köy nüfuz ve istismar için müracaat ettikleri bir sahadır… Köy enstitüleri hususi bir hava ile beslenmeye başlamıştır. Bu müesseselerin belkemiğini teşkil eden zatların koyu birer Marksist oldukları su götürmez bir hakikattir” TBMM TD, Dönem 9, X, 6. Birleşim, s.s.31-32. gibi ifadelerde bulunduğu görülür. 1952 yılının Kasım ayında köy enstitülerine yönelik komünistlik suçlaması Abdürrahman Boyacıgiller’in vermiş olduğu soru önergesine ile tekrar Meclis gündemine gelmiştir. Türkiye’deki komünistlik faaliyetlerine yönelik Mecliste yapılan gizli oturumda köy enstitülerine yönelik çok sert ifadelerde bulunan Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri’nin vermiş olduğu yanıtlar, kurumlara yönelik komünistlik suçlamasının, aslında gerçeklerle pek uyuşmadığını bize göstermektedir. Bakan Tevfik İleri vermiş olduğu cevaplarda şu görüşleri ileri sürer: “1-Yurdun muhtelif bölgelerinde ve hususiyle Ege ve Güney Marmara bölgesinde köy enstitüsü mezunlarını hedef tutan komünistlik isnatları bir vakıadır. Ancak bütün köy enstitülerinin birer komünist yuvası haline getirildiklere dair olan iddiaların gerçek durumla ilgisi yoktur. Köy Enstitülerinde büyük titizlikle seçip iş başına getirdiğimiz idare ve talim elemanlarımızın gösterdikleri uyanıklık müesseselerin bu türlü cereyanlara karşı kapalı kalmasını imkân altına almış bulunmaktadır. Köy enstitüsü mezunlarının çalışmaları yakından ve büyük dikkatle takip edilmekte, teftişler, kurslar ve mesleki toplantılarla fikri inkişaflarına çalışılmaktadır. 2- Köy enstitüsü mezunlarından öğretmenliğe intisap edenlerin sayısı 16677‟dir. Bunlar arasında komünistlikle takibata uğrayanlardan biri meslekten ihraç edilmiş, beşinin vazifesine son verilmiş, dokuzu da bakanlık emrine alınmıştır. 1950 yılı ortalarından bugüne kadar komünistlikten takibata uğrayan yirmi altı ilkokul öğretmeninden yirmi beşi köy enstitüsü mezunu, biri öğretmen okulu mezunudur. Bunlardan beşi beraat etmiştir… 4- Köy enstitülerinden mezun öğretmenleri tenzih edici bir faaliyete mahal görülmemektedir. Bu hususta umumi efkârı aydınlatmak lazım geldiği zaman gerek Büyük Millet Meclisi‟nde gerekse matbuat yoluyla açıklamalar yapılmaktadır…” TBMM TD, Dönem 9, XVII, 4. Birleşim, s.s.158-159. dikkate alındığında, köy enstitüleri içersinde komünist faaliyet gerçekleştiren kişi sayısının azlığı dikkat çekicidir. Bu durum dönemin gerek içerde ve gerekse dışarıdaki siyasi havanın nasıl bir kurumun kapanmasına aracı edildiğinin en önemli delilini oluşturmaktadır. Meclis içinde Köy enstitülerine yönelik komünistlik suçlaması başta olmak üzere ortaya atılan iddialar ve geçmiş iktidarın bu yönden eleştirilmesi, bu kurumların kapatılmak istenmesi bazı vekillerin köy enstitüleri sistemi savunmaya yönelik görüşler sunmasına neden olacaktır. Bunlardan biri olan Demokrat Parti milletvekili Remzi Oğuz Arık, köy enstitüsü sistemini şu şekilde savunacaktır: “Millet demek devam eden cemiyet demektir. Bu millet hayatında her kurulu, her müesseseyi tepeden tırnağa kadar kaldıracak yok edeceksek, millet hayatı kalmaz. Her şeyi ortadan kaldırmak sevdasından vazgeçmeliyiz… Köy enstitüleri, klasik bir şekilde, şehir çocuğunun köye gitmemesinin ve köyü ele almamasının sonucu kurulmuştu. O köyün içinde sadece ebcet, hevvez, hoddi rejiminin devamından başka bir şey öğretmeyen, gündüz bir saatte öğrendiğini, dışarının tesiri altında ertesi gün kaybettiği için sene sonunda çırıl çıplak kafa ile ortaya çıktığı görülen köy çocuğunu, bu elim durumdan kurtarmak üzere ele alınmış bir mevzudu… Köy Enstitülerini böylece ela alan insanlar, o şekilde bir müessese meydana getirmek istemişlerdi ki hakikaten derdimize deva olsun istiyorlardı. Köyün içinde bir hareket meydana getirsinler, köyü dalgın vaziyetinden çıkarıp yirminci asrın seviyelerine koysunlar… Köy enstitüleri köy muallim mektebidir. Bana öyle geliyor ki, bugün Türk köylüsü realitesini unutarak, şehirde yetiştirdiğimiz arkadaşlarımızın orada vazife görebileceği kanaatindeyiz. Hâlbuki realite bunun aksini göstermiştir, gösterecektir ve yeniden değiştirmek zorunda kalacaksınız. Yani, bugünkü şartlar içinde, köy için ayrı bir muallim tipine muhtacız”. Daha sonra yapacağı konuşmasında ise, “Bugünkü âlemde müzik bilmeyen, resim çizmesini, makine kullanmasını bilmeyen, fotoğraf çekmesini beceremeyen, sporla alakası olmayan insanlar hayata intibakta güçlük çekmektedirler… İşte bu muammayı biz köy enstitüleri kanalıyla mükemmel olarak ele almış bulunmaktaydık” diyecektir. TBMM TD, Dönem 9, XVII, 4. Birleşim XIII, 49. Birleşim, s.s.968-971. 1954 yılının Ocak ayında, Meclis’te Köy enstitüleriyle ilk öğretmen okullarının birleştirilmesini içeren yasa teklifinin görüşmeleri yapılmıştı. İyi düzenlenmiş bir müfredat programının olmaması, ne tam bir öğretmen ne de tam bir çiftçi yetiştirilmediğinin düşünülmesi, öğretmenler arasında ikilik yarattığı gerekçeleri, köy enstitülerinin öğretmen okullarıyla birleştirilmesinin önünü açmıştır. Ocak ayının yirmisinde başlayan görüşmelerde genel olarak yasa teklifine herhangi bir muhalif karşı çıkışın olmadığı, kürsüye gelen her vekilin yasa lehinde konuştuğu görülmektedir. Mecliste yapılan görüşmeler sonrası yasa teklifi kabul edilerek, sistem tamamen ortadan kaldırılmıştır. SONUÇ OLARAK; Türk Eğitim Sistemine özgü bir sistem olarak ortaya çıkan, Meclis’teki sessiz muhalefete karşı ilk zamanlarında hızlı bir şekilde ilerleyen köy enstitüleri sistemi, özellikle 1945 yılı sonrası ortaya çıkan çok partili hayata geçiş dönemiyle birlikte, muhalefetin hedefi hale gelecek ve gerilemeye başlayacaktır. Özellikle İsmet İnönü’nün, çok partili yaşama geçmek adına, köy enstitülerine yönelik partisi içinde ortaya çıkan muhalif seslere karşı hem projeden hem de Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ve İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç’tan desteğini çekmesi ile birlikte sistem orijinalliğinden çıkmıştır. Sistem üzerinde 1947 yılında başlayan değişikliklerle, 1952 yılında “köy” ve “enstitü” kavramları kaldırılarak, öğretmen okullarıyla birleştirilmeleri süreci hız kazanmış ve 1954 yılına gelindiğinde artık normal öğretmen okullarından herhangi bir farkı kalmayan köy enstitüleri, öğretmen okullarıyla birleşerek Türk eğitim sisteminde bir dönemin bitmesiyle sonuçlanmıştır. 1952 yılında Talim ve Terbiye Dairesi, köy enstitülerini öğretmen okullarına Kuruluşundan Kapatılışına Kadar dönüştüren program değişikliğinin gerekçesini şu şekilde ortaya koymuştur; “Uygulama hem öğretmen, hem de ziraatçi veya sanatkâr yetiştirmenin mümkün olamayacağını ve öğretmenin çalışmasını bu şekilde bölmenin okulun zararına olduğunu gösterdi. Böylece „üretici ve sanatkâr‟ yani devlete fazla mali yük getirmeyecek öğretmen yetiştirme isteğinin gerçekleşmediği görüldü ve vazgeçildi” Kaynakça “Köy Okulları ve Enstitüleri Teşkilat Kanunu”, Kanun no: 4274, Düstur, 3. Tertip, XXIII, Ankara Devlet Matbaası, Ankara, 1942, s.1573. “Köy Enstitüleri Kanunu”, Kanun no: 3803, Düstur, 3. tertip, XXI, Ankara Devlet Matbaası, Ankara, 1940, s.692 TBMM TD, Dönem 6, X, 41. Birleşim, s.s.71-74. TBMM TD, Dönem 6, X, 41. Birleşim, s.82. TBMM TD, Dönem 6, X, 41. Birleşim, s.73. TBMM TD, Dönem 6, X, 41. Birleşim, s.83. TBMM TD, Dönem 6, X, 41. Birleşim, s.87. TBMM TD, Dönem 6, XXVI, 68. Birleşim, s.58. TBMM TD, Dönem 6, XXVI, 70. Birleşim. TBMM TD, Dönem 9, V, 51. Birleşim, s.s.767-774. TBMM TD, Dönem 9, X, 6. Birleşim, s.s.31-32. TBMM TD, Dönem 9, XVII, 4. Birleşim, s.s.158-159. TBMM TD, Dönem 9, V, 51. Birleşim, s.s.767-774. TBMM TD, Dönem 9, X, 6. Birleşim, s.s.31-32. TBMM TD, Dönem 9, XVII, 4. Birleşim, s.s.158-159. KİTAP VE TETKİK ESERLER Anık, Mehmet, “Bir Modernleşme Projesi Olarak Köy Enstitüleri”, Divan, Yıl : 11 , S. 20, 2006. Aysal, Necdet “Anadolu’da Aydınlanma Hareketinin Doğuşu: Köy Enstitüleri”, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, (Mayıs-Kasım 2005), s.268. Akçalı, Aslı Avcı, “Karanlık Sokağı Aydınlatan” Enstitü: Aksu Köy Enstitüsü”, Turkish Studies, Volume 10/5 Spring 2015, s. 30-31. Alican, Ayşe, “Cumhuriyet Modernleşmesinin Anadolu Ateşi: Köy Enstitüleri”, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, S. 10-11 / Güz 2014 - Bahar 2015, s. 18 Abdulaziz Kardaş, “Cumhuriyet Dönemi’nde Bir Hareketin Son Temsilcisi: Ernis Köy Enstitüsü”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, C. 10, S. 48, Şubat 2017, s. 184-185. Şevket Gediklioğlu, Türkiye’de Yaygın Eğitimden Çağdaş Eğitime, Ankara, Kadıoğlu Matbaası, 1991, s. 11-15. Necdet Aysal, “Anadolu’da Aydınlanma Hareketinin Doğuşu: Köy Enstitüleri”, s. 270-271. Pakize Türkoğlu, Tonguç ve Enstitüleri, İstanbul, Yapı ve Kredi Yayınları, 1997, s. 133 İsmail Hakkı Tonguç, İlköğretim Kavramı, İstanbul, Remzi Kitabevi, 1946, s. 319. Birinci Maarif Şurası (17-29 Temmuz 1939), Milli Eğitim Basımevi, İstanbul,1991, s.7. Nazif Evren, Köy Enstitüleri Neydi, Ne Değildi, Güldikeni Yayınları, Ankara, 1998, s.37. Firdevs Gümüşoğlu, “Eğitim Tarihimizde Özgün Bir Uygulama Olan Köy Enstitüleri 75 Yaşında”, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, S.8-11. Fay Kirby, Türkiye’de Köy Enstitüleri, çev. Niyazi Berkes, İstanbul: Tarihçi Kitabevi, 2015. S.318. Mehmet Başaran, Büyük Aydınlanmacı Öğretmenim Hasan Ali Yücel, İş Bankası Yayınları, İstanbul, 2009, s.139. İsmail Hakkı Tonguç, Canlandırılacak Köy, İstanbul, Remzi Kitabevi, 1947, s. 638-645. Niyazi Altunya, Köy Enstitülerinin Düşünsel Temelleri, Düzgün Yayınları, 2002, s 48. Altunya, a.g.e., s.48. Ercan Türk, Türk Eğitim Sistemi ve Yönetimi, Ankara, Nobel Yayın Dağıtım, 2002, s.34 Yahya Akyüz, Türk Eğitim Tarihi, İstanbul, İstanbul Kültür Üniversitesi Yayınları, 1997, s.437 Şerafettin Turan, İsmet İnönü Yaşamı, Dönemi ve Kişiliği, Ankara, Bilgi Yayınevi, 2003, s.206-209. Tevfik Çavdar, Türkiye’nin Demokrasi Tarihi 1839-1950, 2. B., Ankara, İmge Kitabevi, 1999, s.376-377. Şerafettin Turan, Türk Devrim Tarihi, 4.kitap, Ankara, Bilgi Yayınevi,1999, s.42. Talip Apaydın, Köy Enstitüsü Yılları, İstanbul, Literatür Yayınları, 2009 Pakize Türkoğlu, Tonguç ve Enstitüleri, İstanbul, Yapı Kredi Yayınları, 1997, s.495-496 Nuri Çelik Yazıcıoğlu, Türkiye’de Köy Enstitüleri Gerçeği, Kuruluşunun 70. yılında Bir Toplumsal Değişim Projesi Olarak Köy Enstitüleri Sempozyumu, Kastamonu, 2010, s.376. Can Dündar, Köy Enstitüleri, İstanbul, Can Yayınları, 2015, 70-84 Cumhuriyet Gazetesi, “Recep Peker Kabinesi”, Yıl: 23, No. 7894, (7 Ağustos 1946), s. 2. Engin Tonguç, Bir Eğitim Devrimcisi İsmail Hakkı Tonguç, Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği yay., İzmir, 2007, s.277.