Academia.eduAcademia.edu

MOĞOL HAKİMİYETİ ANADOLUSUNDA SOSYAL VE KÜLTÜREL HAYAT

2023, Aksaray, X. Genç Tarihciler Sempozyumu

MOĞOL HAKİMİYETİ ANADOLUSUNDA SOSYAL VE KÜLTÜREL HAYAT Mertkan MERT Kocaeli Üniversitesi, Tarih, Yüksek Lisans, [email protected] ÖZET Türklerin Orta Asya dan Anadolu’ya geldiği sürece kadar ki süreç içerisinde Türkler farklı coğrafyalarda hüküm sürmüş ve farklı zaman içerisinde ortaya koydukları ve aldıkları anasır ve boyutlarla yaşam serüveninde çeşitli medeniyetler ortaya koymuştur. Büyük Selçuklu Devletinin kuruluşunda Dandanakan Savaşından (1040) hemen sonra, Doğu Anadolu’ya yapılan Türk akınları bu bölgedeki Bizans mukavemetini kırma yönünden büyük bir önem taşır. Öte taraftan Selçuklu Sultanı Alp Arslan’ın Türk tarihinin dönüm noktalarından biri olan Malazgirt Savaşında (1071) Bizans’ı mağlup etmesi Türklerin Anadolu’ya yerleşmesine imkan sağlıyordu. Bunun neticesinde Anadolu’ya büyük bir göç başlamış, yüzyıllar boyunca süren bu nüfus hareketinde Azerbaycan bir geçiş noktası olmuştu. Türkiye Selçukluları Devleti bu kesîf Türkmen kütlelerinin Anadolu’ya göç etmesi sayesinde kurulmuştu. Bu devletin kurucusu ve Anadolu’yu fetih tarihinin başlıca kahramanı Selçuk’un torunu olan Kutalmış’ın oğlu Süleyman şahtır. Süleyman Şah Devri’nin siyasî olayları tarihî manasıyla hayatının son safhasında açıklığa kavuşmaktadır. Şüphesiz bu medeniyetlerin hepsi benzerlik ve farklılıklarıyla önem ve değer arz etmektedir. Daha sonraki süreçte çeşitli gerekçelerle yurtlarından farklı coğrafyalara hareket etmişlerdir. Bu coğrafyalardan birisi içerisinde bulunduğumuz Anadolu dur. Bu bölgede kurulan Oğuz Türklerinden Selçuklu Devleti ise şanlı Anadolu’da Türk ve İslami örf ve medeniyetin izlerini her alanda ortaya koymuş ve bizim maneviyatımızı tüm dünyaya örnek olabilecek türde ortaya koymuştur. Böyle bir nitelik ve duruma sahip Selçuklular 13. yüzyılın başında dünyada ortaya çıkmış büyük ve tehlikeli hale gelen Moğollar ile karşılaşıncaya kadar durmadan devam edecektir. Doğu Moğolistan’da 1206 yılında göçebe boyları bir araya getiren Timuçin (Cengiz Han) liderliğinde güçlü bir siyasî teşekkül olarak tarih sahnesine çıkan Moğollar, Çin üzerinde hakimiyet kurduktan sonra batıya yönelerek Merv ve Nişabur gibi İslam dünyasının önemli şehirlerini ele geçirmeyi başardılar. Batı yönündeki ilerlemelerini sürdüren Moğollar öncelikle Harizmşahlar ile mücadeleye koyularak üstünlük sağladıktan sonra Harizmşah Celaleddin’i Amid önlerinde yenerek Anadolu Selçuklu Devleti ile sınır komşusu oldular. Bu tarihten sonra Anadolu’daki dâhili gelişmeleri yakından takip etmeye başlayan Moğollar Selçuklu ordusunun 1240 yılında Babailer isyanının bastırılması esnasındaki zayıflığını gördükten sonra şartların oluştuğunu düşünerek 1243 yılında Kösedağ Savaşı’nda Selçuklu hükümdarı II. Gıyaseddin Keyhüsrev’i mağlup edip Anadolu’ya hâkim oldular. Böylece Anadolu Selçuklularının yönetimine müdahil olan Moğollar hükümdar tayinlerinde önemli roller üstlenmeye başladılar. Moğolların 1243 Kösedağ Savaşı ile Anadolu’yu kendi hakimiyetleri alanına alması Anadolu tarihi açısından bir dönüm noktası olmuştur. 1254 kurultayından sonra devleti paylaşan Moğollar ve 1256 da İlhanlı devletinin kurulup Anadolu coğrafyasının efendisi olması ile hem Anadolu da yaptıkları reformlar ve ticaret güvenliğini sağlanmış ve bu süreç içerisinde Anadolu da yaşanan iskan ve imar faaliyetleri İlhanlı dönemi Anadolu’nun incelenmesi ve objektif bir şekilde aktarılmasının hem tarih hem de Anadolu için büyük önem arzetmektedir. Dünya ve bu coğrafya için bu dönem hem siyasi hem sosyal ve kültürel açıdan önemlidir. Ancak dönemin karanlık gibi gösterilerek taraflı bir tarzda aktarılması bu dönemin önem ve durumunun yakım ve yıkım ve buhranlı süreç gibi gözükmesine neden olmaktadır. Ancak şu bir gerçektir ki bu dönem Anadolu her açıdan bünyesine yeni faaliyet ve anasırlar katarak sosyal ve kültürel olarak günümüz de de önem arzetmiş faaliyetlerin Selçuklu döneminde temel atılarak Moğollar tarafından da zenginleştirilmiştir. Bu çalışmada Anadolu da Moğol egemenliği sürecinde ki sosyal ve kültürel durumun her yönüyle süzgeçten geçirerek aktarmaya çalışacağız. Anahtar Kelimeler: Alaeddin Keykubad, Moğollar, Sosyal-Kültürel Hayat, Toplum, Mimari SOCIAL AND CULTUREL LİFE İN THE ANATOLIA OF THE MONGOL DOMİNATİON ABSCRACT Until the time when the Turks came to Anatolia from Central Asia, the Turks ruled in different geographies and revealed various civilizations in the adventure of life with the main and dimensions they have put forward and taken in different times. In the establishment of the Great Seljuk State, immediately after the Dandanakan War (1040), the Turkish incursions into Eastern Anatolia have a great importance in terms of breaking the Byzantine strength in this region. On the other hand, the Seljuk Sultan Alp Arslan's defeat of Byzantium in the Battle of Manzikert (1071), one of the turning points in Turkish history, allowed the Turks to settle in Anatolia. As a result of this, a large migration to Anatolia began, and Azerbaijan became a transit point in this population movement that lasted for centuries. The State of the Seljuks of Turkey was established thanks to the migration of these large masses of Turkmen to Anatolia. The founder of this state and the main hero of the history of the conquest of Anatolia is Suleyman Shah, the son of Kutalmish, the grandson of Seljuk. The political events of the Era of Suleiman Shah become clear historically at the last stage of his life. Undoubtedly, all of these civilizations offer importance and value with their similarities and differences. In the subsequent process, they moved to different geographies from their homeland for various reasons. One of these geographies is Anatolia, where we are located. The Seljuk State, one of the Oghuz Turks established in this region, has revealed the traces of Turkish and Islamic customs and civilization in glorious Anatolia in every field and has revealed our spirituality in a way that can be an example to the whole world. The Seljuks who have such a quality and situation 13. it will continue without stopping until it encounters the Mongols, who have emerged in the world at the beginning of the century and have become big and dangerous. The Mongols, who appeared on the historical stage as a powerful political organization under the leadership of Temujin (Genghis Khan), who brought nomadic tribes together in Eastern Mongolia in 1206, Decamped to the west after establishing dominance over China and managed to capture important cities of the Islamic world such as Merv and Nishapur. Their progress in the West, continuing to struggle with the Mongols, primarily gaining an advantage by putting harizmshahs after defeating Anadolu selcuklu Harizmsah in front of the amide Jalaluddin became the state of the neighbor. After this date, the Mongols began to closely follow the internal developments in Anatolia, considering that the conditions were formed after seeing the weakness of the Seljuk army during the suppression of the Babaili rebellion in 1240, Seljuk ruler II at the Battle of Kösedağ in 1243. They defeated Gıyaseddin Keyhüsrev and dominated Anatolia. Thus, the Mongols, who were involved in the administration of the Anatolian Seljuks, began to take on important roles in the appointment of rulers. Anadolu Selcuklu. The fact that the Mongols took Anatolia under their domination with the Battle of Kösedağ in 1243 was a turning point in terms of Anatolian history. 1254 1256 Ilkhanid Mongols and that the shares of the state and also the state after Congress geography of Anatolia and Anatolia with being the master of their trade reforms and ensured the security of Housing and construction activities in Anatolia and in the process of examination and ilkhanid Anatolia in the period of the transfer in an objective manner is of great importance for both history and Anatolia. For the world and this geography, this period is important both from a political, social and cultural point of view. However, the transfer of the period in a biased manner by showing it as dark causes the importance and status of this period to seem like a burning and destruction and a depressive process. However, it is a fact that Anatolia was enriched by the Mongols during the Seljuk period by adding new activities and activities to its structure from every point of view, and the activities that have become important socially and culturally today were also enriched by the Mongols. In this study, we will try to convey the social and cultural situation in Anatolia during the Mongol domination process by filtering through all aspects. Keywords: Alaeddin Keykubad, Mongols, Social-Cultural Life, People, Architect GİRİŞ Bu bölgede kurulan Oğuz Türklerinden Selçuklu Devleti ise şanlı Anadolu’da Türk ve İslami örf ve medeniyetin izlerini her alanda ortaya koymuş ve bizim maneviyatımızı tüm dünyaya örnek olabilecek türde ortaya koymuştur. Böyle bir nitelik ve duruma sahip Selçuklular 13. yüzyılın başında dünyada ortaya çıkmış büyük ve tehlikeli hale gelen Moğollar ile karşılaşıncaya kadar durmadan devam edecektir. Doğu Moğolistan’da 1206 yılında göçebe boyları bir araya getiren Timuçin (Cengiz Han) liderliğinde güçlü bir siyasî teşekkül olarak tarih sahnesine çıkan Moğollar, Çin üzerinde hakimiyet kurduktan sonra batıya yönelerek Merv ve Nişabur gibi İslam dünyasının önemli şehirlerini ele geçirmeyi başardılar. Batı yönündeki ilerlemelerini sürdüren Moğollar öncelikle Harizmşahlar ile mücadeleye koyularak üstünlük sağladıktan sonra Harizmşah Celaleddin’i Amid önlerinde yenerek Anadolu Selçuklu Devleti ile sınır komşusu oldular. Bu tarihten sonra Anadolu’daki dâhili gelişmeleri yakından takip etmeye başlayan Moğollar Selçuklu ordusunun 1240 yılında Babailer isyanının bastırılması esnasındaki zayıflığını gördükten sonra şartların oluştuğunu düşünerek Anadolu’da hakimiyetini sürdüren Selçuklu devletinin topraklarına gözlerini dikmişlerdir. Selçuklular Türkmenlere karşı mücadelelerini sürdürürken diğer yandan ise döneminde Türkistan’ı tamamen ele geçiren ve Avrupa içlerine kadar seferler düzenleyen Moğolları sultan Alaeddin Keykubad döneminden itibaren tehlike olarak görmüşlerdir. 1230 Yassıçemen Savaşından sonra komşu devletler haline gelmiş iki devlet arasında mücadele kaçınılmaz duruma gelmiştir. 1. ANADOLU İÇERİSİNDE MOĞOL HAKİMİYETİNİN BAŞLANGICI VE KÖSEDAĞ SAVAŞI Moğollar ve Selçuklular arasında olan ilişkiler, Moğol hanı Öğeday dönemine kadar uzanmaktadır. Celalaeddin Hârzemşah’ın ölçüsüz hareketleri yüzünden ortadan kalkması Selçukluları doğrudan doğruya Moğollar ile komşu durumuna getirmiştir. Nitekim Moğollar Cengüberti’yi takip ederek 1231 yılında Doğu Anadolu’da Eyyubi ve Artuklular’ın vilayetlerini istila ettiler. Bargiri, Erciş, Bitlis, Erzen, Âmid, Meyyâfarikin, Siirt, Mardin, Tanza, Sincar ve Harput şehir ve bölgelerini 15.000 kişi gibi az bir kuvvetle yağma ettiler. Buralara sahip hiçbir mukavemeti görülmedi. Moğol korkusu halk üzerinde öyle bir korku meydana getirdi ki hiç kimse onlara karşı mukavemet gösteremiyordu. Moğolların Sivas ve Erzurum yörelerine gelip hayvan ve insan sürülerini alıp götürmeleri üzerine sultan Alaeddin harekete geçmiş casuslar Moğolların döndüğünü belirtmesi üzerine devlet tedbirler almıştır. 1236 senesinde Öğeday Han dan elçi gelmiş ve günümüze kadar gelmiş bir Farsça yarlığ getirmiştir. Bu yarlığın tercümesi şöyledir: ‟ Âdil Sultan Alaeddin Keykubad bilsin ki, devletini büyütmek ve halkını korumak hususundaki halkın ve gelip gidenlerin senden memnun ve hoşnut oldukları bize ulaştırıldı. Biz de bunu beğendik. Size fermân buyurmak istedik ki, sen ülkende gönlü hoş ve âsûde olasın. Yüce Allah, bizi büyük ve aziz kıldı, yeryüzünü bizim uğrumuza layık gördü. Sen iyi bir yoldasın. Onun için kendi halimizi size bildirmek ve itaate çağırmak bize vacip oldu. Bundan sonra bizim durumumuzu size şöyle bildireyim ki, bizimle iyi geçinmeyen ve bize tabi olmayanların ülkelerini zapteder, kendilerini öldürür, onların kadınlarını ve çocuklarını esir alır, mallarını, eşyalarını yağmalar ve harap ederler. Bu kimselere kötülük gelir, fakat bize asla bir şey olmaz.” Müneccimbaşı Ahmed B. Lütfullah, Camî’ü’d Düvel (Selçuklular Tarihi 2), Yayına Hazırlayan: Ali Öngül, 1. Baskı, İstanbul: Kabalcı Yayınevi, 2018, s.76-78. Bu hadiseden sonra sultan ortamı yatıştırmak için tabi olmuş olduğunu belirtmiş ve ardından sultan Alaeddin sınırlardaki kaleleri ve surları güçlendirerek askeri donanımlarla güçlendirmiştir. Selçuklular 1243 Kösedağ harbinden sonra tamamen Moğollara bağlanacaktır. Alaeddin Keykubad’ın anlayışlı siyasetine ve Selçuklu Devletinin kudretine karşı Moğolların gösterdikleri saygı Gıyâseddin Keyhusrev zamanında da devam ediyorsa da esasen Moğollar bu sıralarda başka yerlerle uğraşıyorlar; Kıpçak ülkesini ve Orta Avrupa’yı fetihle meşgul idiler. Moğollar, İran istilasını tamamlayıp Gürcistan’ı yağmalayarak kendilerine tâbi duruma getirdikten ve Irak’a da akınlar yaptıktan sonra Anadolu sınırları üzerinde dolaşmaya başlamışlardı. Tarihi yolların önemi Selçuklularda olduğu Moğolları da Anadolu’ya çeviriyordu. Ârran ve Mugan ovalarını kendilerine karargâh yapan Moğollar Cormagon Noyan kumandasında 1239 yılında Gürcistan’ı işgal edip Kars ve Ani beldelerini zaptedince sultan Gıyâseddin derhal Sînaneddin Yakut’u Erzurum sübaşılığına gönderip Moğollara karşı doğuda asker yığdı. Fakat Babaî İsyanındaki acizliği Moğolların cesaretini arttırdı. Savaşa giden süreç içerisinde ise, Onun sağlığının bozulması üzerine atanan Baycu Noyan, Gürcü ve Ermenilerin de yer aldığı bir Moğol ordusu ile 1242 de sonbahar ayında harekete geçti. Moğol ordusunun 30.000 İbn Bibi, el-Evamirü’l-Ala’iye Fi’l-Umuri’l-Ala’iye, Çev.: Mürsel Öztürk, Ankara: TTK Yayınları, 2014, s.62. Ordu hakkında kaynaklar farklı rakamlarda vermektedir. Ermeni müellif Hayton eserinde Moğol ordusunun asker sayısını 30.000 olarak belirtmektedir. Bu kaynağın vermiş olduğu bilgiyi dönemin Selçuklu müellifi İbn Bîbî mevcut sayıyı doğrulamaktadır. Ancak daha sonra İstanbul’dan Karakum’a seyehat için yola çıkmış ve İlhanlı hükümdarını ziyaret edecek seyyah Rubruk bu sayıyı abartalı bir şekilde 100.000 olarak vermiştir. Korykoslu Hayton, Doğu Ülkelerinin Altın Çağı, Çeviren: Altay Tayfun Özcan, İstanbul: Selenga Yayınları,2007, s.60., Rubruk, Moğolların Büyük Hanına Seyehat 13.yyda İstanbul’dan Karakum’a Seyehat (1253-1255), Çeviren: Ergin Ayan, İstanbul: Kronik Yayıncılık, 2019. olduğu Selçuklu kaynakların da belirtilmektedir. Kösedağ Savaşı ve savaş alanında gerçekleşen olaylar hakkında detaylı olarak Moğol hem de Selçuklu kaynaklarında bilgi edinilmektedir. 1243 tarihinde, İki ordu Kösedağ da karşılaşmıştır. Dönemin Ermeni kaynağı olan, Grigor savaşı ve süreci şöyle anlatmaktadır; ‟ Ermeni takviminin 688. yılında (1239), Moğol kumandanı Baycu Noyan, askerlerini topladı ve muazzam bir orduyla Erzurum şehri üzerine yürüdü. Moğollar şehri iki ay kuşatma altında tuttuktan sonra ele geçirdiler. Zengin ve güzel şehri tahrip ettiler, halkını acımasızca kılıçtan geçirdiler. Yine, şehirdeki bütün manastırları ve muhteşem kiliseleri viraneye çevirdiler. Bunun üzerine, Ermeni ve Gürcü prensleri, şehitnâme, havariyun yazıları ve resullerin amelleri ve Yeni Sion’un inşa ve süslemesi için, güzel ve eşsiz altın yazılı İncil gibi pek çok kitabı alarak doğu diyarına götürüp, manastırları kilise süslemeleriyle ihya ettiler. Ertesi yıl, okçu millet Gürcü ve Ermeni Prensleriyle birlikte yeniden asker topladı ve muazzam bir orduyla Rum ülkesine yürüdü. Ordunun başında bulunan Baycu Noyan, savaşlarda çok başarılıydı ve karşısına çıkan herkesi bozguna uğratıyordu. Ama bu başarılarının temelinde yatan asıl neden, ön saflarda yer alan ve şiddetli hücumlarla düşmana saldıran Ermeni ve Gürcü prensleriydi. Moğollar, ok ve yaylarıyla onların arkasından geliyordu. Bu şekilde Rum topraklarına giren Moğolları, yüz altmış bin askeriyle Sultan Kiatadin (Gıyaseddin) karşıladı. Büyük Şalue’nin oğlu da uzun zamandan beri Sultan’ın yanında bulunuyordu. Savaş düzeni alındı. Moğol ordusunun sol kanadında yer alan Moğol askerleri Şalue’nin oğluna karşı savaştılar. Muzaffer Ermeni ve Gürcü prensleri ise sağ kanatta Sultan’ın askerlerine karşı savaşıyorlardı. Savaşın kızıştığı bir sırada, cesur ve ünlü Şalueoğlu ardı ardına yaptığı saldırılar sonucunda, Moğolların sol kanadını bozguna uğrattı ve pek çok Moğol askerini de kılıçtan geçirdi. Büyük Vahram’ın oğlu ve Pılu Zakare’nin torunu olan Gag Kalesi senyörü Gürcü prensi Akbuğa, yanında bulunan diğer Ermeni ve Gürcü askeriyle birlikte, Sultan’ın askerlerine karşı kahramanca savaştı. Rum Selçuklu ordusunun sağ kanadını dağıtarak pek çok komutanın da başını uçurdu. Gürcü ve Ermenilerin bu saldırılarını gören Sultan Gıyaseddin Keyhüsrev büyük bir üzüntüye kapılmıştı. Akşam olunca, taraflar savaşmayı bırakarak Erzurum ile Erzınka (Erzincan) arasındaki ovada karşılıklı ordugâh kurdular. Ertesi gün, sabah olunca, Moğol, Ermeni ve Gürcü askerleri, Sultan’ın ordusuna karşı yürümek üzere birleştikten sonra, büyük bir süvari kuvvetiyle harekete geçtiler. Ancak Selçuklu ordugahına vardıklarında; çok miktarda erzak ve eşya ile dolu çadırlardan başka bir şey bulamadılar. İçten ve dıştan birçok kıymetli eşyalarla süslenmiş olan sultan çadırının kapısında leopar, aslan ve kaplan gibi vahşi hayvanların bağlı olduğunu gördüler. Sultan Gıyaseddin Keyhüsrev, Moğollara itaat etmek isteyen emirlerin muhtemel bir ihanetinden çekindiği için, geceleyin bütün ordusuyla birlikte kaçmıştı. Sultan’ın savaşı bırakıp kaçtığını gören Moğollar, bunun bir tuzak olmasından şüphelenerek, çadırları korumaları için bir birlik görevlendirerek, ordunun büyük bölümüyle kaçan Sultan’ı takip etmeye koyuldular. Ancak, Sultan Gıyaseddin çoktan ülkenin iç kısımlarındaki güvenilir bölgelere varmıştı. Bu yüzden Moğollar bu takipten bir sonuç alamadan geri döndüler. Moğollar, Rum Sultanı’nın gerçekten kaçmış olduğunu öğrendiklerinde geri dönmeye karar vermişlerdi. Ordunun bütün erzak ve eşyasını ve korku içinde kaçarken bırakılmış olan güzel renkli büyük çadırları ele geçirdiler. Ertesi gün, büyük bir sevinçle Rum ülkesine hücum ettiler. İlk önce Erzincan’ı ele geçirip oraya bir şıhne (vali) tayin ettikten sonra Kayseri üzerine yürüdüler. Kayseri halkı Moğollara karşı direnmişler ve şehri teslim etmek istememişlerdi. Bu yüzden Moğollar burada birçok insanın kanını döktüler. Bu şehrin Moğollara karşı koymak istemesinin nedeni, şehirde bol miktarda erzak ve ayrıca bir de süvari gücünün bulunmasıydı. Bu nedenle şehri akit ile teslime yanaşmamışlardı. Kurnaz Moğol askerleri, büyük uğraşlar sonunda hile ile şehri ele geçirmeyi başardılar. Şehrin ileri gelenlerini öldürdüler, halkın malını mülkünü yağmaladılar ve çoğunu esir aldılar. İlerleyişlerine devamla Kon (Konya)’yı ve Akhşar’ı da büyük köy ve manastırlarıyla beraber zaptettiler. Sonra, Sivas üzerine yürüyerek kuşatma ile bu şehri de ele geçirdiler. Ancak, bu şehrin halkını kılıçtan geçirmeyerek, sadece mal ve mülklerini yağmalamakla yetindiler. Daha sonra burada nüfus sayımı yaparak, sayılarına göre halkı mal ve tağar vergisi ödemeye mecbur kıldılar. Moğollar, Rum ülkelerine şıhne ve reis tayin ettikten sonra, bu ülkeden aldıkları yüklü bir ganimetle, esirleri de yanlarında olduğu halde doğuya, kendi ülkelerine ve de başkentlerine döndüler.” Akner’li Grigor, Okçu Milletin Tarihi (Moğol Tarihi), Çeviren: Andershon, İstanbul: Osman Yalçın Matbaası Yayınları, 1970, s. belirtilmemiş. Kösedağ Savaşı sonucu bu olayların gerçekleşmesi ve durumun böyle olmasıyla Anadolu Selçuklu Devleti Moğollara tabi bir konuma düşerken Erzincan, Kayseri, Sivas, Malatya, Divriği ve ardından da 643 (1245) yılında Ahlat, Amid (Diyarbakır), Edessa (Urfa) ve Nusaybin gibi şehirler Moğol komutanı Baycu Noyan tarafından ele geçirildi. Anadolu Selçuklu hükümdarı II. Gıyaseddin Keyhüsrev’in 643 (1245 veya 1246) yılında vefatından sonra bir araya gelen devlet erkanı onun çocuklarından II. İzzeddin Keykavus, Rükneddin IV. Kılıç Arslan ve II. Alâeddin Keykubad’dan birinin geçmesi için görüş alışverişinde bulunarak II. İzzeddin Keykavus üzerinde anlaşmaya vardılar. Bu arada 644 (1246) yılında Moğol tahtında da değişiklik olduğundan yeni hükümdar Güyük Han’ın tahta oturmasından dolayı düzenlenecek olan kurultaya yeni Selçuklu Sultanı II. İzzeddin Keykavus da davet edildi. Böyle bir durumun görülmesi Selçuklunun tabi bir devlet haline dönüştüğünü ve Moğolların Anadolu da kurduğu yönetim sisteminin daha önce yaptıkları fetih hareketleri sonucu aynı tür yapılanmaya gittiklerini göstermektedir. Hanedan devam etmiş ancak Selçuklular Moğollara tabi bir durum da varlığını devletin hükümdarlarının çizdiği sınırlar ölçüsünde devam ettirmiş kurallar yahut metbu idarenin belirlediği sınırları aştığında müdaheleye uğramıştır. Moğollar Anadolu coğrafyasını ele geçirdikten sonra böyle bir idare yapısı kurmuşlar ve daha önce Selçuklu da var ola gelen sistem uygulanmıştır. Bu sistemin büyük ölçü de değişimini Gazan Han döneminde devlet içerisinde oluşan değişim ve reformize hareketlerin tesiri ile görülmeye başlayacaktır. Savaş sonrasında mağlup olan Selçuklu devleti Moğollara tabi bir devlet haline dönüştü. Ancak Eski-Türk Moğol geleneğine göre devletin taksim edilmesi sonucu 1254 tarihinde Moğol büyük kağanı olan Mengü Han tarafından yeni fetihler yapması amacıyla görevlendirilen Hülagü Han, Anadolu’ya gelerek İlhanlı devletini kurdu ve hakimiyetini tesis etti. Bu süreç içerisinde ise Selçuklu devleti bu devlet tarafından hükümdarları atanarak görevlere tayin edilmekte ayrıca Moğol valilerinin gözetiminde faaliyetlerini yürütüyorlardı. Moğol hakimiyetinde dönemi anlamak için siyasi sürecini kısaca belirtmek yerinde olacaktır. Selçuklu açısından siyasi yapı genel olarak 1243-1308 yani II. Gıyaseddin Mesud’un ölümüne kadar olan süreçte oteriteden yoksun ve bağlılık içerisinde geçmiştir. 2. MOĞOL HAKİMİYETİ SÜRECİNDE ANADOLU’DA SOSYAL VE KÜLTÜREL HAYAT Moğollar Anadolu’yu ele geçirdikten sonra bu coğrafyada daha önce var olan edebiyat, sanat, bilim ve diğer sosyal ve kültürel süreçlere katkılar yapmışlar bilhassa Yakındoğu ve Anadolu daha önce var olan yıkıcı ve istilacı anlayıştan vazgeçerek adeta daha önce ki kıyım ve zararlı icraatları onarma girişiminde bulunmuşlardı. Durum böyle gelişince Moğollar sosyal ve kültürel anlamda çalışmalar yürütmeye başlamışlardır. 1221 yılında bizzat kendilerinin öldürdükleri İran’ın büyük tabiplerinden Necubiddin Semerkandi’nin El- Asbâb ve’l Alâmât adlı mühim eserine devlet himayesindeki iki önemli şerhi yazdırılmış müellifin eserleri Reşüdiddin’in emri ile çoğaltılarak birçok medresede ders kitabı olarak okutulmuştur. İlhanlılar zamanında tıp ilminde Anadolu da ciddi bir hareketlilik gözlenmektedir. Bu hareketliliğin temel kaynağı ise Türkiye Selçuklularının devam ettirdiği temel birikimdir. İlhanlı yönetimi Selçukluların kurduğu darüşşifaların mirasına sahip çıkarak bu birikimin takipçileri olmuşlardı. Selçukluların vakıfları aynı şeklinde korunmaya çalışılmış ve hali hazırdaki sistemin devamı için büyük çaba harcanmıştı. Kemal Ramazan Haykıran, Moğollar Zamanında Yakın Doğu, İstanbul: Ötüken Yayıncılık, 2016, s.183-184. Kayseri, Sivas, Konya, Malatya, Amasya olmak üzere Selçuklular zamanında inşa ettirilen darüşşifaların büyük çoğunluğu ayaktaydı ve aktif olarak hem ilim faaliyetlerine hem de tedavi faaliyetlerine devam ediyorlardı. Anadolu’da Türkmenler ile İlhanlı oteritesi arasında suların bir türlü durulmamış olması bu dönemdeki ilmi hareketlerin daha doğuya kayması ve Anadolu’ya tesirinin daha geç yansıması ve görülmesine tesir edecektir. İlhanlılar hakimiyet altında tuttukları birçok toprakta medaris yaptırmış olduğunu kaynaklar belirtmektedir. Anadolu'da bir üslup oluşturma çabaları yolunda önemli eserler inşa etmeye başlayan ve 13.yüzyıl ilk yarısında henüz bir arayış içerisinde olan Selçuklu mimarlığı, 13.yüzyıl ortasına doğru Moğolların İç Asya'dan Anadolu'ya doğru ilerlemeleri ve ardından gelen 1243 yılındaki Kösedağ Savaşı ile farklı bir yön kazanmaya başlamıştır. 1256 yılında İlhanlı Devleti'nin kuruluşu ile İran'daki inşa faaliyetleri başlamış; ancak Gazan Han dönemi ile yeni binalar inşa edilirken, diğer taraftan yeni şehirler kurulmuş ve Moğolların İran'da tahrip ettiği yapılar ayağa kaldırılmaya çalışılmıştır. Anadolu'da Samsun, Amasya, Tokat, Sivas, Erzurum, Niğde ve Kırşehir İlhanlı mimari eserlerinin görüldüğü şehirlerdir. Günümüze ulaşan eserler arasında Samsun Kale Kapısı Mescidi, Niğde Sungur Bey Cami ve Tokat Halil Bey Cami az sayıdaki cami yapılarıdır. Kırşehir Cacabey Medresesi, Sivas Çifte Minareli Medrese, Amasya Bimarhane (Amasya Darüşşifahanesi), Erzurum Yakutiye Medresesi ve Erzurum Ahmediye Medresesi İlhanlı mimarisinin başat yapı grubu içerisinde yer alır. Niğde Hüdavend Hatun Kümbeti, Nureddin İbn Sentimur Türbesi, Kırşehir Fatma Hatun Kümbeti ve Tokat ilinde yer alan Acepşir Türbesi ile Burgaç Hatun Türbesi İlhanlı mimarisinde çeşitliliği ile dikkati çeken mezar yapıları arasındadır. Tokat Abdullah Bin Muhyi Zaviyesi ve Çöreği Büyük Tekkesi (Çöreği Büyük Cami), dönemin önemli tekke yapılarındandır. İran'da Natanz Mescidi Cami ve Oshtorjan Mescidi, İmam Medresesi (1325), 1311-1314 tarihli Ali Şah Mescidi,1325 tarihli Eziran, Dashti, Kaj camileri (1304-1316) Sultan Olcayto Türbesi, Pir-i Bakran (1303-1312) ve Amu Abdullah Kümbeti (1312) Imamzade Yahya Türbesi (1261-1307), Şeyh Abdüssamed İsfahani Külliyesi ve içerisindeki hanikah ile Rab-i Rashidi kentindeki hankah yapısı İran'daki İlhanlı yapıları arasındadır. 2.1. MEDRESELER Cacabey Medresesi, Caca Bey * Caca Bey, Kırşehir’de Selçuklu hizmetinde bulunan köklü bir Türkmen ailesinin mensubudur. Cacalar devrinin önemli Türkmen aşiretleri arasında yer almaktadır. İsminden hareketle onların Ceceli Türkmenlerinden olduğu düşünülebilir. Caca Bey 1240 yılında Kırşehir’de doğmuştur.* çok kısa bir sürede çok büyük bir üne sahip olmuştur. Anadolu’nun yerli Türkmenlerinden olan Emir Caca Bey, kendi geliri ile memleketi olan Kırşehir’de kendi geliri ile Selçuklu sultanı II. Alaeddin Keykubad zamanında yaptırılan Alaeddin Caminin yanına 1272 senesinde bir medrese yaptırmıştır. Yazı kuşağı ile giriş kemeri arasında bulunan üç satırlık vergi kitabesinde; “Hükümdarlığının ebedi kalmasını Allahtan dilediğimiz padişahın adalet nuri tekmil yaradılış üzerinde parladığı için buyurdular ki; şahne vergisi, tabkur vergisi, keza sabun vergisi ve kuçe vergisi ortadan kalksın. Cihana hâkim olan padişah’ın hükmüyle bu fena (gayri şer’i) vergiler tamamıyla ortadan kaldırılmış olduğundan hükümdarın kuvvetli devleti devamlı olması için çok dua kılınsın. Bundan sonra bu vergileri tekrar vazedecek yahut onların vaazı için çalışacak olanlar Allah’ın gazabına uğrasınlar. Keza keten ekenler mahsus damga, bunun gibi aşbazlık namına alınan vergiler de kaldırılmıştır” yazılıdır ve son cümlesi sağ kemer köşesindedir., Cevat Hakkı TARIM, Tarihte Kırşehri- Gülşehri ve Ahiler, Babailer, Bektaşiler, İstanbul,1948, s.62. Cümle kapısı en üst kısmında görülen kitabede; “Rahmanı Rahim olan Allah’ın adıyla başlarım. Tanrı’nın rahmetine ve mağfiretine muhtaç köle Caca oğlu Cebrail, Allah’a ve Allah’ın rızasına yaklaşmak üzere bu mübarek ve meymenetli medresenin inşasını, en büyük sultan ulu şahin şah ümmetlerin efendisi, Arap ve Acemlerin sultanlarının başbuğu, karanın Akdeniz ile Karadeniz’in hükümdarı, dünyanın ve dinin medarı nusreti, islamın ve ehli islamın yardımcısı, meliklerin ve sultanların efendisi Kılıç Arslanoğlu, devletini Tanrı ebedi kılsın, Ebulfeth Keyhüsrev ’in eyyam-ı devletinde, 671 yılının aylarında emretti.”, Halim Baki KUNTER, “Kitabelerimiz”, Vakıflar Dergisi, S.II, ss.432-433. Devrin en önemli medreselerinden biri olan bu eser içerisinde bir rasathane de bulunmaktaydı. Moğol tahakkümü döneminde yaşanan bu gelişmeler Moğolların Yakın Doğu coğrafyasına geldikten sonra mezkûr olunan zihniyet yapısının değiştiği ve müspet ilimler ve pozitif ilimlere destek verdiği aşikardır. Anadolu’da Selçukludan iktidarı devralan İlhanlılar onların yürüttüğü ilim ve bilimsel faaliyetleri devam ettirdiği aşikardır. Buna en güzel örnek Moğol bürokrasisi için çalışan Caca Bey Medresesidir. Caca Bey medresesinin vakfiyesi 1272 tarihlidir. Bu vakfiyede medresede kaç yapının bulunduğu ve medresenin özellikleri belirtilmektedir. Arapça- Moğolca yazılmıştır. Ahmet Temir, Kırşehir Emiri Caca oğlu Nur eldin’in Arapça- Moğolca Vakfiyesi, Ankara: TTKY, 1989.Bu medrese dışında Anadolu da görülen İlhanlı emir ve devlet ricalinin yaptırdığı medreselere şunlar örnek verilebilir; Erzurum Yakutiye Medresesi, Erzurum Cumhuriyet Caddesinde, Lala Paşa Cami batısında yer alır. 1310 yılında yapılmıştır. Üç Arapça kitabe bulunmaktadır. Tek satır Arapça Kitabe tercümesinde Olcaytu Han tarafından yapılması emredilmektedir. 1310 yılına ait Hacı Yakut tarafından yaptırılan medrese, Sivas’ta Cüveyni ailesinin yaptırdığı 1271 tarihli Cüveyni Darü’l Hadis “Bu medresenin imaretini büyük sahip, bu âlemde dünyanın ve dinin güneşi, divanın sahibi vezirlerin meliki Muhammed oğlu Muhammed oğlu Muhammed Sahip emretti. Allah onun devletini daim kılsın. 670 senesinde.” Taç kapı niş kemerini çevreleyen bordürler arasında kalan şeridin üzerinde yazılı olan ayette: “bununla beraber müminlerin toplanıp hep birden sefere çıkmaları doğru değildir. O halde onlardan bir kısmı da din ilimlerini öğrenmek ve kabileleri savaştan kendilerine döndüğü zaman onları Allahın azabıyla korkutmak için geri kalmalıdır. Olur ki Allah’ın azabından sakınırlar.” yazmaktadır., Hikmet DENİZLİ, Sivas Tarihi ve Anıtları, Erzurum, 1993, s.104. , Eski Tokat caddesi üzerinde, Eski kale mahallesinde, I. İzzeddin Keykavus Şifahanesi karşısındadır. Karaman Hatûniye Medresesi, Karamanoğlu Alâeddin Bey’in hükümdarlığı döneminde, Murad Hudâvendigâr’ın kızı olan eşi Melek Hatun (Nefîse Sultan) tarafından 783 (1381) yılında mimar Nûman b. Hoca Ahmed’e yaptırılmıştır. İki eyvanlı, tek katlı ve revaklı avlusunun üzeri açık medrese plan şemasındadır. Yapı bugün Karaman Müzesi’nin bünyesi içinde yer almakta olup ziyarete açıktır. Erzurum Hatuniye Medresesi, İçkale’de yer alan ve Hatuniye Medresesi adıyla da bilinen Çifte Minareli Medrese, 35 × 48 m. boyutları ile Anadolu’nun en büyük Selçuklu medresesidir. Kitâbesi bulunmadığı için inşa tarihi bilinmeyen yapının, doğu duvarının aynı zamanda kale surunu teşkil etmesi, duvar işçiliğinde malzeme ve yapım farklılıkları olması gibi sebeplerle muhtemelen XII. yüzyılın ortalarına ait bir Saltuklu yapısının kalıntıları üzerine inşa edildiği sanılmakta ve inşa tarihi olarak da XIII. yüzyılın sonları düşünülmektedir. Çok harap bir vaziyette iken IV. Murad (1623-1640) tarafından tamir ettirilerek top imalâthanesi haline getirilen bina daha sonra tekrar medrese olarak kullanılmış, Cumhuriyet döneminde ise bir süre için müzeye çevrilmiştir; halen boştur. Ahmediye Medresesi, Erzurum, Erzincan kapı semti Murat Paşa, mahallesinde, Murad Paşa caminin doğusunda yer alır. 1314 tarihinde inşa edilmiştir. Üç satırlık kitabesinde, Ahmed Bin Ali Yusuf tarafından inşa edildiği belirtilmektedir. Yapının ustası bilinmemektedir. Amasya Bimarhanesi, Kitabesinde; ‘‘Sultani aziz olan Cenabi Allah’a zaif kulu Amber Bin Abdullah’ı, Sultan-ı muazzam, Hakan ı azam, Gıyasi’d- dünya ve’d- din Olcayto Sultan Mehmet’in Cenab-ı Hak saltanatını muhalled etsin eyyamı devletinde ve Hatun-ı Muazzama melikelerin melikesi İldus Hatunun eyyam-ı izzetinde bu mübarek Ali darüş-şifanın imaretine yediyüz sekiz senesinde muvaffak etti. Cenab-ı Allah bu hayrını kabul buyursun.’’ Darüşşifa taç kapısı iki yanında yer alan nişler üzerinde sağ tarafta: ‘‘Eşşükrullahi vacib ve limenle hu subhanehu ve’l kuvve’’ Sol tarafta: ‘‘Veltuli min indehu hamdi iyyahu ve hüve mabi’’ cümleleri yer almaktadır., Muammer ÜLKER, “ Amasya Darüşşifası ”, I. Türk Tıp Tarihi Kongresi, Kongreye Sunulan Bildiriler, 17-19 Şubat, İstanbul, 1988, s.74. Amasya merkezde bulunan Yeşilırmak’a paralel uzanan, kalenin güneydoğusunda ve ırmağa dik uzanan bir konumdadır. Yapının mimarı hakkında bilgimiz yoktur. 2.2. İBADETHANELER Samsun Kale Kapısı Mescidi, Celi sülüs ile yazılan dört satırlık Arapça kitabenin Türkçe metni şöyledir; “Yediyüz yirmi üç yılında kulcağızların en zayıfı Mevlevi Mahmut oğlu Evhat, Ebu Said Han’ın devleti günlerinde-Allah saltanatını payidar ede- ve Temurtaş Noyan zamanında – Allah aziz kıla yardım ede- bu mübarek mescidi iymar etti.” Samsun merkezinde, Kale mahallesinde yer almaktadır. Kitabelere göre yapılış tarihi hakkında bilgiler 1314 tarihine aittir. Kitabesine göre, Temurtaş Noyan tarafından, Ebu Sa’id Bahadır döneminde yapılmıştır. Yapının ustası bilinmemektedir. Niğde Sungur Bey Cami, Taç kapının kuzeydoğu yönündeki minare kaidesi üzerinde yer alan vergi kitabesinde yapının inşasına dair bilgi verilmemektedir ancak bu kitabeye dayanarak yapı tarihlendirilir. H.736/ M.1336 tarihli üç satırlık nesih kitabe şöyledir; “Allah adıyla övünme yalnız Allahadır. Allahın peygamberi Muhammede selam 736 yılının aylarında. Ahiret günü maksadıyla Büyük Emir Saif Al Devlet Vel-din emretti. Böyle olsun; bugünden itibaren iyice korunmuş olan Nekide’de mesihin milletinden gariplerden cizye ve haraç alınmasın.” Erken Osmanlı devrine ait Niğde Dışarı Cami’de bulunan Sungur Bey Cami’ne ait minber kürsüsü iki yanında; “Büyük Sultan Ebu Said’in hükümdarlığı zamanında emirlerin emiri Seyfettin Sungur emretti. Allah’ın rahmetine muhtaç aciz kulun eseri, Allah’ın affına muhtaç muallim ve kâtibin oğlu Hoca Ebubekir.” yazmaktadır. Doğu Taç kapısının giriş açıklığı üzerinde yer alan Karamanoğulları dönemi vergi kitabesi şöyledir; “Bu emirname Sultanların sultanı Karaman Han oğlu Pir Ahmet Han ve Kasım Han buyruğu ile yazıldı. Allah devletlerini sonsuz ve memleketlerini korusun. Âmin ey yaratılmışların yaratıcısı… Tiftik malı, güherçile, cingi taşı, bezir yağı ve koyun vergisi için hükümdür ki, beyler ve kadılar bu sonradan çıkma vergilerden hiçbirisini… Bugünden sonra Allaha andım olsun Cemaati Darül Pehlavaniye de almayanlar kim ki bu fermanın hükümlerini bozmaya çalışırsa o, Allahın meleklerinin ve halkının hepsinin lanetine uğrasın. 874 yılında yazıldı. Kuzey taç kapısı ahşap kapı kanatları üzerinde birbirine simetrik iki kitabe de; Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Oraya emniyet ve selametle girin (denilir onlara). Doğu taç kapısı ahşap kapı kanatları üst kısmında simetrik olarak yer alan iki kitabeden sağ tarafta; Mescitler şüphesiz Allahındır. Allahın mescitlerini ancak Allaha iman eden kimseler imar eder. Mescit Allahın evidir. Oraya emniyet ve selametle girin (denilir onlara). Ey Allahım senden isterim sen yücesin. Sol tarafta; Dini koruyan hakkını anla. Kâbe gibi kalbin gül bahçesini öp. Kişinin iyisi ve güzeli doğrusu Hacı Muhammed’in işinden (bellidir). Bu işten dolayı cennete gitmeyi (ümit eder). Albert GABRİEL, Niğde Türk Anıtları, Ankara, 1962, ss. 37-38. Alaaeddin Kalesinin Güneybatı yönünde, Sungur Bey mahallesinde yer almaktadır. Yapı ustasının kim olduğunu bilmemekteyiz. Tokat Halil Bey Cami, Nesih hatlı Arapça kitabe metni şöyledir; “Bu Cuma camisini devletli Sultan-ı A’zam Ebu Said Han (Allah mülkünü daim kılsın) döneminde latif olan rabbinin rahmetine muhtaç zayıf kul Hacı Muhammed bin el-Hüseyin- Allah sonunu güzelleştirsin-735 yılı Recep ayında yapmıştır.”, S.K.V.K.K 60.08.19 numaralı dosya. Yeşilırmak nehrinin güneyinde, Merkez mahallesi Cumhuriyet caddesi üzerinde yer alan yapı, yerleşim dokusunun merkezini simgeleyen bir konum göstermektedir. 4 satır halinde bulunan kitabesinde, Ebu Said Han tarafından inşa edilmiştir. Hacı Mahmud Han tarafından bina ettirilmiştir. Yapı ustası hakkında bilgi mevcut değildir. 2.3. MEZAR YAPILARI Kırşehir Fatma Hatun Kümbeti, Konum olarak bu yapının bulunduğu yer, Kayseri-Kırşehir yoluna paralel Medrese Mahallesi Kümbet altı Mezarlığında şehrin güneydoğusunda yer alır. Üç satırlık kitabesi bugün mevcuttur. Yapı ustası bilinmemektedir. Kümbet ziyarete kapalı durumdadır. Niğde Hüdavend Hatun Kümbeti, bu yapı Niğde merkezde Alaeddin tepesinin kuzeybatı yönündedir. Yapının banisi sultan IV. Rükneddin’in kızı Hüdavend Hatun’dur. Yapı ustası hakkında bilgi mevcut değildir. Tokat Nureddin İbn-i Sentimur Türbesi, İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Tokat Kitabeleri, Ankara,1977, ss.39-40. 1314 tarihinde yapılan türbe, Tokat il merkezinde Gazi Osman Paşa bulvarı üzerindedir. Bu kişi İlhanlıların bölge valisi olarak görev yapmış kişidir. Yapı ustası bilinmemektedir. Tokat Acepşir Türbesi, yapı ustası bilinmeyen bu türbe 1317 tarihinde yapılmıştır. Tokat Burgaç Hatun Türbesi, Tokat merkezde yer almaktadır. Kitabesi mevcut olmadığından tarihi bilinmemektedir. Yukarıda belirtilen eserler dışında Anadolu’da Selçuklu emirlerinin yaptırdığı eserler mevcuttur. İlhanlı Tesiri sadece medreseler değil darüşşifa, bimâristan ve farklı yapılarda bulunmuştur. Onlara vakıflar bölümünde değinilecektir. Bu çalışmalar dışında İlhanlılar döneminde astronomi çalışmaları çok gelişmiştir. Bunun iki temel sebebi bulunmaktadır. Birinci Sebep, İlhanlıların muhattap olduğu bürokrat ve alimler arasında güçlü astronomi bilginlerinin bulunmasıdır. Diğer sebep ise, Moğolların eski inanç geleneği olarak Astronomiye ve göğe olan merakıydı. Jean Paul Roux, Türklerin ve Moğolların Eski Dini, Çeviren: Aykut Kazancılgil, 2. Baskı, İstanbul: İşaret Yayınları, 1998, s.75. Bu durumu daha desteklenmesini sağlayan unsur ise pek somut örneği kalmamış olsa da Anadolu Selçuklularında bulunan medreseler de rasathanelerin bulunuyor olmasıdır. Anadolu’da astronomi çalışmaları o kadar ilerlemişti ki Anadolu’ya gelip Kayseri vilayetine yerleşen Ömer b. Muhammed b. Akaîd adlı kişi Ehl-i Sünnet adlı eserinde giriş kısmında şöyle bir Anadolu’da astronomi ile ilgili ifade kullanmıştır. ‟Diyar-ı Rum’a geldim. Herkesin İlm-i Nücum ile uğraştığını dini ilimlerden uzak olduğunu gördüm” Mikail Bayram, ‟ Türkiye Selçukluları Döneminde Bilimsel Ortam ve Ahiliğin Doğuşundaki Etkisi”, Türkiye Selçukluları Üzerine Araştırmalar, Konya: Kömen Yayınları, 2006, s.58. demiştir. Böyle bir durum hem yapı hem din olgusu tesiri ile gelişmesini etkilemiş ve dönemde mevcut çalışmaların artmasına sebep olmuştur. İlhanlıların Yakın Doğu ve Anadolu coğrafyasında hakimiyet kurması bu coğrafyaların kültüründe derin izler bırakmasına ve ayrıca Anadolu’da beylikler ve Selçuklu Emirlerinin katkıları ile bu izler mevcut düzeyi arttırarak Anadolu’nun medeniyet beşiği ve kültürel etkileşim yaşamasında çok ileri düzeye gelmesinde etkili olmuştur. Yakın Doğu ve Anadolu olarak tanımlanan tanımlanmış Akdeniz’in Doğu kıyıları ile Asya’nın Avrupa’ya uzanan mümbit topraklar tarih boyunca kültür faaliyetlerinin yoğun hissedildiği ve kadim medeniyetlerin derin izler bıraktığı coğrafyalardır. Moğolların bu coğrafyalar da görüldüğü XIII ve XIV. yüzyıllarda Yakın Doğu’da oluşan sosyal grupları ve bunlar arasındaki ilişkileri kültürel ve dini algıları tanımlamak zordur. Bunun temel gerekçesi olarak siyasi dalgalanmalara paralel olarak sınırların, bu sınırları belirleyen kültürel kimliklerin sürekli değişiklik göstermesidir. Kaçınılmaz olarak siyasi haritaların hakimiyet alanlarının genişlemesi hatta yok olup yerlerine yeni devletlerin kurulması bu coğrafyalarda yaşayan toplumların kültürel ve sosyal durum ve faaliyetlerini etkilemekteydi. İlhanlılar döneminde görülen düşünce ve edebiyat faaliyetlerini mezkûr coğrafyalar da süregelen İslam tesirinde süregelen edebiyat, felsefe çalışmaların dan ayrı düşünmek mümkün değildir. Çünkü toplumlar ve kültürler birbirinden etkilenirler. İlhanlı dönemi bu yanı ile diğer dönemlerinden ayrılmaktadır. İlhanlılar bu coğrafyalarda dil ve edebiyat bağlamında önemli ve kalıcı etkileri olmuştur. Bunlardan ilki İran da diplomatik dilin Farsça’nın yeniden gelişme koşullarını yaratmış olmasıydı. İkincisi ise daha uzun vadede ise Türkçenin gelişme imkânı bulmasını sağlamasıydı. W. Barthold, İslam Medeniyeti Tarihi, Çeviren: Fuat Köprülü, Ankara: Akçağ Yayınları, 2005, s. 80-81. Fuat Köprülü’nün ifadesiyle XI. yüzyılda gerçekleşen Selçukluların Ön Asya’da hakimiyet kurmaları Türkçeyi önemli ve vazgeçilmez bir dil haline getirmişse de XII. yüzyılda gerçekleşen Moğol istilası ve sonucunda kurulan İlhanlı Devleti’nin bir asra yakın varlığı neticesinde İran ve çevresinde Türkçe ve Türk kültürü kalıcı olarak tesis edilmiştir. Fuat Köprülü, Türk Edebiyatı Tarihi, Ankara: Alfa Yayıncılık, 2003, s.208. İlhanlılar dönemi bu fikir ayrılığı yaşayan cemaatler bazıları İlhanlılar ile iyi geçinmeyi öne sürerken bazıları ise İlhanlı yönetimine muhalif olarak onların düzenine karşı çıkarak mücadele etmeyi düşünmüş ve ona göre tavır alarak davranış, fikir ve zihniyet dünyasını kontrol etmişlerdir. Bu durum kısmen bazı gruplar için olumlu olsa da İlhanlıların İmar ve faaliyetlerinin Anadolu’ya yansıyarak kültür ve medeniyetin farklı bir tarz oluşmasına engel olmuş yahut geciktirmiştir. Bundan başka bu coğrafyalarda İlhanlılar etkisiyle dil alanında köklü değişimler yaşanmıştı. Sürecin başında her ne kadar Farsça ve Arapça karşısında sıçrama gösterse de nihai üstünlük Türkçenin olmuştu. İlhanlı döneminde çok kıymetli şair ve yazarlar yetişmiş özellikle yazın alanında ve sözlü edebiyat sahasında müthiş bir ilerleme kaydedilmiştir. Şiir bu dönemde köklü bir değişime uğramıştır. İslam edebiyatında mühim yer tutan methiyeler ve övgü tarzı şiirler azalmış yerine gazel ve destan tarzı türler ön plana çıkmıştır. Bu eğilim değişen dünya şartlarında etkili olan siyasi faktörler olmuştur. Moğollar Anadolu’ya ayak basmadan önce Anadolu’da çok canlı ve bir o kadar hareketli bir kültürel ortam vardı. Anadolu Selçuklularının siyasi ve mali istikrarı sağlamaları İslam dünyasının diğer coğrafyalarında yaşanan siyasal çekişmelerin yarattığı kargaşa ortamı devrin entellektüelleri için Anadolu coğrafyasını cazip bir çekim merkezi yapıyordu. Anadolu ayrıca cemaat bakımından da bir gruplaşma şeklinde bütünleşme sağlamıştır. Moğolların 1220 tarihinden itibaren Maverahünnehir ve Türkistan bölgesini ele geçirmesi ile yoğun olarak Anadolu içlerine göç hareketleri sonucu birçok aydın ve zanaatkar kesim iskân olmuştur. Mevlânâ Celâleddin Rumî nispet edilen sonraki adıyla Mevlevilik olan Celâliye yine Sadreddin Konevi tarafından temellendirilen Ekberîlik hareketi Anadolu’nun sosyal ve kültürel koşullarının oluşturduğu fikri hareketlerdi ve tamamen Konya’dan yönetiliyorlardı. Mustafa Akkuş, İlhanlıların Anadolu’daki Dini Siyasetleri, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Ensitüsü Basılmamış Doktora Tezi, Konya, 2010, s. 100. Bunlardan başka Anadolu’da Yesevilik, Kalendirilik, Babaîlik, Bektaşilik gibi güçlü tasavvufi hareketlerde kendisini gösteriyordu. Bunların bir kısmı Orta Asya bozkır geleneğini temsil ederken bir kısmı Fars kültüründen besleniyordu bir kısmı ise Bağdat ekolünün temsilcisiydi. Bu zümreler aynı zamanda Anadolu insanının siyasi unsurlarını da oluşturuyordu. Birbirinden farklı kültürel ortamların sosyal ve ekonomik sınıfların oluşturduğu bu zümrelerin arasındaki bu dini zümrelerin arasındaki farklı dini tavırlar dahası kültürel kültürel eğilimler aralarındaki çatışmanın temelini oluşturmaktadır. Ahmet Yaşar Ocak, ‟Orta Çağlar Anadolusu’nda Toplum Kültür ve Entelektüel Hayat”, Orta Çağlar Anadolusu’nda İslam’ın Ayak Sesleri: Selçuklular Dönemi, İstanbul: Kitap Yayınevi, 2011, s.250-251. 2.2. İLHANLILAR DÖNEMİNDE KÜLTÜREL ETKİ Langer ve Blake, Moğolların Anadolu’da kalıcı toplumsal veya kültürel değişimler yaratmadıklarını ileri sürmüşlerdi. Hâlbuki Moğolların Anadolu’da özellikle kültür sahasında etkide bulunduklarına ilişkin pek çok örnek vardır. Dil bakımından kavramlar arasında değişim ve karşılıklı etkileşim görülmektedir. İlhanlılar bu coğrafyalarda dil ve edebiyat bağlamında önemli ve kalıcı etkileri olmuştur. Bu dönemde Osmanlılarda, Anadolu beyliklerinde, Karakoyunlularda ve Akkoyunlularda devlet teşkilatı ile orduda görülen Dergâh, Devletḫâne, İnçü, Hucari (Ucavur/Hucavur), Tiyül/*Yatul, Arpalıḳ (Tonluḳ), Tuvaçı Dîvânı, beyaz bayrak, Cebeli, Cebeci kavramlarının kullanışı Moğollardan alınmıştır. Hukukta kullanılan Yasaḳ/Yasaġ/Yasa, Yarlıġ/Yarlıḳ, Soyurġal, Tarḫanlık, Tüşimellik, fermanların başındaki Sözümiz formülü; maliyede Tamġa, Ḳopçur (resm-i ġanem), Ḳonalġa, Ulaġ, Ulam, Daruġakî, Şilan Bahâ vergileri ile ilk Osmanlı paralarıyla bazı malî kavramlar Moğollardan geçmiştir. Ḫan, “Sultan+(ad)+Han” formülü; Ḫâḳân, Nöker, Şıġavul, Inaḳ, Feyc, Peyk, Rikâbdâr, Buḳavul, Mîrâḫûr, Ayaḳçı, Yasavul, Ḳuşçı, Barsçı (Sekbân), Yamçı, Bâzbâz, Deveci, Raʿd Endâz, Noyan, Tutḳavul gibi unvanların kullanışı Moğollardan alınmıştır. Abdulkadir Yuvalı, “Osmanlı Müesseseleri Üzerindeki İlhanlı Tesirleri”, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 6, 1995, ss. 249-254. Ayrıca Ulu Yörük Türkleri arasında görülen Yüzde Pâre, Yüzdeci, Bölük terimleri Moğollardan geçmiştir. Sümer’e göre, Selçuklular ve Beylikler dönemlerinde Anadolu’da at eti yenildiğine ilişkin herhangi bir kayıt mevcut değilse de Karakoyunlu Kara Yusuf’un 1412’de Muş ovasında verdiği toyda kısrak kesilmiş olması, Karakoyunlulardaki Moğol etkisi ile açıklanabilir. Faruk Sümer, “X. Yüzyılda Oğuzlar”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, XVI, 1958, ss. 131-162. Türkler, her ne kadar 12 Hayvanlı Takvim’i kullanıyorlarsa da 11. yüzyılda Batı Türkleri, bu takvimde ay hesaplarında Harezmlilere ve Soğdlulara uymaya başlamışlar, Selçuklu döneminde ise bu takvimi tamamen unutmuşlardı. Hâlbuki İlhanlılar döneminde bu takvim Batı Türkleri tarafından tekrar kullanılmaya başlanmıştır. A. Zeki Velidî Togan, Umumî Türk Tarihi’ne Giriş, İstanbul: Enderun Kitabevi, 1981, s.279. Togan, Mevlâna Celâleddin Rumî’nin ve oğlu Sultan Veled’in şiirlerinde Türklerin övülmesini, İlhanlı döneminde aydın çevrelerde Türk geleneklerine karşı uyanan ilgiye bağlamıştır. Togan, a.g.e, s. 280. Hukuki ve bazı ıstılahlar olarak ise, Şıġavul, Hucari, Tiyül/*Yatul, Tüşimel, Yasaḳ/Yasaġ/Yasa, Yarlıġ/Yarlıḳ, Çuldu/Çuldı, Cırġalan, Cıda, Şölen, Cebe, Çaġa gibi kelimeler Anadolu Türkçesine Moğollar aracılığıyla geçmiştir. Bay Temür, Bulġay, Santay (Sünitay), Yasaḳ, Toḳ Temür, Sülemiş, Ḳaydu Ḫan, Şiktur/Şektur Ḫan, Altan Ḫan, Toġaçar, Yul/Yol Ḳutluġ, İlken/İlkan Ḫan, Şiktur/Şektur, Uryavut/Uznavit, Uyġur Ḫan, İldurkin/İldüzgin, Bisüt (Bisuut), Ebu Said, Şeyh Hasan, Pir Ali, Hacı Muhammed, Hoca Ali, Şeyh Üveys, Samaġar, Ece/Ede gibi adlar Moğolların etkileriyle Anadolu Türkleri arasında kullanılmaya başlanmıştır. Hayrettin İhsan Erkoç, ‟Anadolu’da Moğol Etkisi 13-15 Yüzyıllar”, Çanakkale Yıllığı Dergisi, Sayı 19, 2015, ss.42-43. Anadolu’da Moğollardan kalma pek çok yer adı bulunmaktadır. Bunların çoğu, Anadolu’ya yerleşen Türk-Moğol beylerinin, oymaklarının ve boylarının adlarını taşımaktadır. Bu yer adlarını Kırzıoğlu, Togan, Sümer ve Temir tespit etmişlerdir. Togan, Çoruh havzasında Artvin’in Ardanuç ilçesindeki (1940’lı yıllarda Ardanos kazası) adı 1925’te değiştirilmiş olan Samagar köyünün, Erzurum’un Tortum ilçesindeki Samagar kalesinin, Ardahan’da 6-7 yerde görülen Alagöz köylerinin ve Acaristan’da Diger’deki (Keda) Nayman köyünün adlarının, buralara İlhanlılar döneminde yerleştirilen Tatarların Samaġar boyundan ve Naymanlardan geldiğini belirtmiştir. A.g.e, ss.258, 469.Amasya’daki Uygur, Ankara civarındaki Uygurca, Muğla’daki Uyur gibi köy adlarıyla Kayseri’de sonu -sın ile biten köy adları muhtemelen Uygur Türklerinden gelmiştir. Togan’a göre İnegöl-Domaniç arasındaki kaplıca yerinin yerli söylenişi Uylat ya da Uyrat, Oyrat (Togan’a göre Uyġurat yani Uygur) kavmine dayanmaktadır. Sümer’e göre de Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki Türkçe yer adları Moğol döneminden itibaren görülmektedir. Bunların arasında Ala Dağ, Bingöl (Miŋ Göl), Bulanık, Ahlat’taki Sutay Sazlığı ve Sutay Gediği (yerli söylenişle Sutey), Malazgirt bölgesindeki Tatar Gazi, Tatar Düzü, Tatar Yazısı, Kara Hasan vardır. Faruk Sümer, “Anadolu’da Moğollar”, Selçuklu Araştırmaları Dergisi, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1970, ss. 1-147. SONUÇ Anadolu’yu 1243 yılından itibaren yönetmeye başlayan Moğollar, 13.-15. yüzyıllarda bu bölgede hem teşkilatçılık hem kültür yönlerinden bazı etkiler bırakmışlardır. İlhanlıların Yakın Doğu ve Anadolu coğrafyasında hakimiyet kurması bu coğrafyaların kültüründe derin izler bırakmasına ve ayrıca Anadolu’da beylikler ve Selçuklu Emirlerinin katkıları ile bu izler mevcut düzeyi arttırarak Anadolu’nun medeniyet beşiği ve kültürel etkileşim yaşamasında çok ileri düzeye gelmesinde etkili olmuştur. Yakın Doğu ve Anadolu olarak tanımlanan tanımlanmış Akdeniz’in Doğu kıyıları ile Asya’nın Avrupa’ya uzanan mümbit topraklar tarih boyunca kültür faaliyetlerinin yoğun hissedildiği ve kadim medeniyetlerin derin izler bıraktığı coğrafyalardır. Moğolların bu coğrafyalar da görüldüğü XIII ve XIV. yüzyıllarda Yakın Doğu’da oluşan sosyal grupları ve bunlar arasındaki ilişkileri kültürel ve dini algıları tanımlamak zordur. Bunun temel gerekçesi olarak siyasi dalgalanmalara paralel olarak sınırların, bu sınırları belirleyen kültürel kimliklerin sürekli değişiklik göstermesidir. Kaçınılmaz olarak siyasi haritaların hakimiyet alanlarının genişlemesi hatta yok olup yerlerine yeni devletlerin kurulması bu coğrafyalarda yaşayan toplumların kültürel ve sosyal durum ve faaliyetlerini etkilemekteydi. İlhanlılar döneminde görülen düşünce ve edebiyat faaliyetlerini mezkûr coğrafyalar da süregelen İslam tesirinde süregelen edebiyat, felsefe çalışmaların dan ayrı düşünmek mümkün değildir. Çünkü toplumlar ve kültürler birbirinden etkilenirler. İlhanlı dönemi bu yanı ile diğer dönemlerinden ayrılmaktadır. İlhanlılar bu coğrafyalarda dil ve edebiyat bağlamında önemli ve kalıcı etkileri olmuştur. Ayrıca Ulu Yörük Türkleri arasında görülen Yüzde Pâre, Yüzdeci, Bölük terimleri Moğollardan geçmiştir. Moğollar kültür alanında Anadolu Türklerini at eti yenmesi, geleneklerin Oğuz Han’a bağlanması, Şamanizm, 12 Hayvanlı Takvim’in kullanılması, çinicilik, askerî donanım konularında etkilemişlerdir. Moğollardan kalma yer adlarına Artvin-Ardanuç, Erzurum-Tortum, Ardahan, Acaristan, Amasya, Ankara, Muğla, Kayseri, İnegöl-Domaniç, Yozgat, Bolu-Gerede, Çorum-İskilip, Ahlat, Ala Dağ, Bingöl, Bulanık, Ahlat, Malazgirt, Sivas, Tokat, Amasya, Kırşehir, Kahramanmaraş, Aksaray, Kütahya-Gediz, Sinop-Gerze, Kayseri-Bünyan, Gelibolu gibi yerlerde rastlanılmaktadır. Eskişehir, Sivrihisar, Kırşehir-Kesikköprü, Van-Aladağ, Erzurum-Pasinler, Menderes Irmağı, Konya-Beyşehir, Niğde, Tokat ve Filibe gibi yerleşim yerlerinde Moğollar bazı binalar yaptırmışlar ya da mevcut olanları tamir ettirmişlerdir ki bu da Moğolların her zaman yıkıcı olmadıklarını göstermektedir; ayrıca Osmanlı mimarisindeki külliye tarzı, İlhanlılardan geçmiş olabilir. Yukarıda verilen örneklerden görüldüğü kadarıyla, 13.-15. yüzyıllarda Anadolu’da Moğolların etkisiyle Türk ve Moğol tesiri birlikte yaşanmış ve devlet geleneğinden toplumsal yaşama kadar etkisini göstermiştir. Kaynakça Akner’li Grigor, Okçu Milletin Tarihi (Moğol Tarihi), Çeviren: Andershon, İstanbul: Osman Yalçın Matbaası Yayınları, 1970. Akkuş, Mustafa, İlhanlıların Anadolu’daki Dini Siyasetleri, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Ensitüsü Basılmamış Doktora Tezi, Konya, 2010. Barthold, W., İslam Medeniyeti Tarihi, Çeviren: Fuat Köprülü, Ankara: Akçağ Yayınları, 2005. Bayram, Mikail, ‟ Türkiye Selçukluları Döneminde Bilimsel Ortam ve Ahiliğin Doğuşundaki Etkisi”, Türkiye Selçukluları Üzerine Araştırmalar, Konya: Kömen Yayınları, 2006, s.58. Denizli, Hikmet, Sivas Tarihi ve Anıtları, Erzurum, 1993, s.104. Erkoç, Hayrettin İhsan, ‟Anadolu’da Moğol Etkisi 13-15 Yüzyıllar”, Çanakkale Yıllığı Dergisi, Sayı 19, 2015, ss.42-43. GABRİEL, Albert, Niğde Türk Anıtları, Ankara, 1962. Haykıran, Kemal Ramazan, Moğollar Zamanında Yakın Doğu, İstanbul: Ötüken Yayıncılık, 2016. İbn Bibi, el-Evamirü’l-Ala’iye Fi’l-Umuri’l-Ala’iye, Çev.: Mürsel Öztürk, Ankara: TTK Yayınları, 2014. Korykoslu Hayton, Doğu Ülkelerinin Altın Çağı, Çeviren: Altay Tayfun Özcan, İstanbul: Selenga Yayınları,2007. Köprülü, Fuat, Türk Edebiyatı Tarihi, Ankara: Alfa Yayıncılık, 2003. KUNTER, Halim Baki, “Kitabelerimiz”, Vakıflar Dergisi, S.II, ss.432-433. Müneccimbaşı Ahmed B. Lütfullah, Camî’ü’d Düvel (Selçuklular Tarihi 2), Yayına Hazırlayan: Ali Öngül, 1. Baskı, İstanbul: Kabalcı Yayınevi, 2018. Ocak, Ahmet Yaşar, ‟Orta Çağlar Anadolusu’nda Toplum Kültür ve Entelektüel Hayat”, Orta Çağlar Anadolusu’nda İslam’ın Ayak Sesleri: Selçuklular Dönemi, İstanbul: Kitap Yayınevi, 2011, ss.250-251. Roux, Jean Paul, Türklerin ve Moğolların Eski Dini, Çeviren: Aykut Kazancılgil, 2. Baskı, İstanbul: İşaret Yayınları, 1998. Rubruk, Moğolların Büyük Hanına Seyehat 13.yyda İstanbul’dan Karakum’a Seyehat (1253-1255), Çeviren: Ergin Ayan, İstanbul: Kronik Yayıncılık, 2019. Sümer, Faruk, “Anadolu’da Moğollar”, Selçuklu Araştırmaları Dergisi, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1970, ss. 1-147. Sümer, Faruk, “X. Yüzyılda Oğuzlar”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, XVI, 1958, ss. 131-162. Tarım,Cevat Hakkı, Tarihte Kırşehri- Gülşehri ve Ahiler, Babailer, Bektaşiler, İstanbul,1948. Temir, Ahmet, Kırşehir Emiri Caca oğlu Nur eldin’in Arapça- Moğolca Vakfiyesi, Ankara: TTKY, 1989. Togan, A. Zeki Velidî, Umumî Türk Tarihi’ne Giriş, İstanbul: Enderun Kitabevi, 1981. Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Tokat Kitabeleri, Ankara,1977. ÜLKER, Muammer, “Amasya Darüşşifası”, I. Türk Tıp Tarihi Kongresi, Kongreye Sunulan Bildiriler, 17-19 Şubat, İstanbul, 1988, s.74. Yuvalı, Abdulkadir, “Osmanlı Müesseseleri Üzerindeki İlhanlı Tesirleri”, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 6, 1995, ss. 249-254. Yuvalı, Abdulkadir, “Osmanlı Müesseseleri Üzerindeki İlhanlı Tesirleri”, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 6, 1995, ss. 249-254.