TC. KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TEMEL İSLAM BİLİMLERİ ANA BİLİM DALI
TEMEL İSLAM BİLİMLERİ BİLİM DALI
17. YÜZYIL ŞEYHÜLİSLAMLARINDAN BÂLÎZÂDE MUSTAFA
EFENDİ VE ELDEN VERDİĞİ FETVÂLARI
(YÜKSEK LİSANS TEZİ)
ASEL EBRAR DÖNMEZ
KOCAELİ 2022
TC. KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TEMEL İSLAM BİLİMLERİ ANABİLİM DALI
TEMEL İSLAM BİLİMLERİ BİLİM DALI
17. YÜZYIL ŞEYHÜLİSLAMLARINDAN BÂLÎZÂDE MUSTAFA
EFENDİ VE ELDEN VERDİĞİ FETVÂLARI
(YÜKSEK LİSANS TEZİ)
ASEL EBRAR DÖNMEZ
DOÇ. DR. HÜSEYİN OKUR
KOCAELİ 2022
II
TC. KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TEMEL İSLAM BİLİMLERİ ANABİLİM DALI
TEMEL İSLAM BİLİMLERİ BİLİM DALI
17. YÜZYIL ŞEYHÜLİSLAMLARINDAN BÂLÎZÂDE MUSTAFA
EFENDİ VE ELDEN VERDİĞİ FETVÂLARI
(YÜKSEK LİSANS TEZİ)
Tezi Hazırlayan: Asel Ebrar DÖNMEZ
Tezin Kabul edildiği Ensitü Yönetim Kurulu Karar ve No: 14.06.2022 2022/17
III
ÖNSÖZ
17. yüzyılda, Osmanlı Devleti’nin ekonomik dengesini sağlamakta zorlandığı,
iç isyanların, büyük yangınların yaşandığı bir dönem ortaya çıkmıştır. Çocuk yaşta
tahta çıkan IV. Mehmed bir süre valide sultanlar ve sadrazamlar ile devletin idaresini
sağlamıştır. Bu dönemde birçok devlet adamı kısa süreli görevlerde bulunmuş, sık sık
azil kararları verilmiştir. Bununla beraber medreselerin sayısı artmış, Osmanlı hukuku
açısından zengin eserlerin yazıldığı bir dönem olmuştur. Bu eserlerin üzerine pek çok
çalışma olmakla beraber bazıları gizli kalmıştır.
Gizli kalmış eser ve fetvâlara yönelik bir çalışma hazırlama arayışındayken
Şükrü Özen’in Osmanlı Döneminde Fetvâ Literatürü adlı çalışmayı incelememiz
sonucunda Bâlîzâde Mustafa Efendi’nin fetvâlarına dair bir çalışmanın olmadığını
tespit ettik. Araştırmamızın başında tarih kaynaklarından Bâlîzâde ile ilgili menfi
yorumlar karşımıza çıktı. Ancak eserlerine ulaştığımızda ve incelediğimizde bu
yorumların önüne geçecek bir zat olduğu kanaatine ulaştık. Kendisi Hanefî fıkhının
önemli eserlerine şerh ve haşiyeler yazmış, yer yer ulemaya tenkitlerde bulunmuştur.
Aynı zamanda tefsir, belagat, hadis gibi İslami İlimlerin diğer alanlarında da eserler
kaleme almış, ömrünü ilme adamıştır. Bâlîzâde’nin ilmi şahsiyetini tanıtmak amacıyla
kaleme aldığımız çalışmanın Osmanlı fetvâ literatürüne mütevazı bir katkı olmasını
temenni ederiz.
Tez konusunu belirlememde, araştırma sürecimde, özellikle Bâlîzâde’nin
eserlerini okuma aşamasında desteğini ve emeğini her daim hissetiğim danışman
hocam sayın Hüseyin Okur’a, ders dönemi ve devamında kapılarını her zaman açık
bulduğumuz hocalarımız sayın Abdullah Kahraman, Ahmet Ekşi ve Ayhan Hira’ya
teşekkürlerimi bir borç bilirim. Bâlîzâde’nin eserlerini tespit etmem ve fetvâlarını
okuma sürecimde bana destek olan Yazma Eser Uzmanı Serra Bostan’a, akademik
çalışmalarımda desteğini esirgemeyen dostum Meryem Yetkin Nükte’ye teşekkür
ederim. Beni her daim motive eden Serra Nur Gündoğdu’ya, tezin yazım sürecinde
birbirimize şahit olduğumuz, tecrübelerinden faydalandığım arkadaşlarım Derya
Şimşek ve Cavidan Kement’e teşekkür ederim.
i
Bilhassa ilmi çalışmalarımda her daim teşvik eden anneme, fikir dünyamı
zenginleştiren babama, çevirilerimde bana yardımcı olan kayınpederime ve dualarını
esirgemeyen kayınvalideme müteşekkirim. Teşekkürlerin en özeli ise tezin yazımı
sırasında en yakın şahidim olan kızıma ve her daim yanımda olan, bana hayatı
kolaylaştıran eşime aittir.
ASEL EBRAR DÖNMEZ
KOCAELİ, 2022.
ii
İÇİNDEKİLER
İÇİNDEKİLER ....................................................................................................... İİİ
ABSTRACT .............................................................................................................. Vİ
KISALTMALAR LİSTESİ ................................................................................... Vİİ
GİRİŞ .......................................................................................................................... 1
BİRİNCİ BÖLÜM
1. 17. YÜZYIL OSMANLI DEVLETİ VE ŞEYHÜLİSLAMLIK......................... 9
1.1. 17. YÜZYIL OSMANLI İDARESİ: IV. MEHMED DÖNEMİ ....................... 9
1.2. KÖPRÜLÜLER DÖNEMİ: KÖPRÜLÜ MEHMED PAŞA .......................... 17
1.3. 17. YÜZYIL OSMANLI DEVLETİ’NDE KADIZÂDELİLER .................... 22
1.4. ŞEYHÜLİSLAMLIK VE ŞEYHÜLİSLAMLIK TARİHİ............................. 25
1.4.1. Şeyhülislamlık Tayini ............................................................................. 32
1.4.2. Şeyhülislamların Vazifeleri .................................................................... 33
1.4.3. Şeyhülislamların Görev Süreleri ........................................................... 37
1.4.4. Şeyhülislam Maaşları .............................................................................. 38
1.4.5. IV. Mehmed Dönemi Şeyhülislamları ................................................... 38
İKİNCİ BÖLÜM
2. BÂLÎZÂDE MUSTAFA EFENDİ’NİN HAYATI, İLMİ ŞAHSİYETİ VE
ESERLERİ ............................................................................................................... 40
2.1. BÂLÎZÂDE MUSTAFA EFENDİ’NİN HAYATI .......................................... 40
2.1.1. Ailesi ve Tahsili........................................................................................ 40
2.1.2. Görevleri .................................................................................................. 41
2.1.3. Hocası Hocazâde Mehmed Efendi ......................................................... 45
2.2. BÂLÎZÂDE MUSTAFA EFENDİ İLMİ ŞAHSİYETİ VE ESERLERİ ....... 47
2.2.1 İlmi Şahsiyeti ............................................................................................ 47
2.2.2. Eserleri ..................................................................................................... 49
2.2.2.1. Fıkıh Eserleri .......................................................................... 50
iii
2.2.2.1.1. el-Ferâid fi halli’l-mesâ’il ve’l-fevâid (ve’l-kavâid) ......... 50
2.2.2.1.2. es- Seyfü'l- meslûl fi şer‘ir-resûl ........................................ 54
2.2.2.1.3. el-Ahkâmu's-Samediyye fi'ş-şerîati’l-Muhammediyye ... 56
2.2.2.1.4. Hâşiye ale’l-Hidâye ............................................................. 57
2.2.2.1.5. Hâşiye ‘alâ şerhi’l-Vikâye li-Sadri’ş-Şerîa el-Mahbûbî .. 59
2.2.2.1.6. Mîzânu’l-fetâvâ ................................................................... 61
2.2.2.1.7. el-Fetâvâ............................................................................... 63
2.2.2.2. Arap Dili ve Belagatı Eseri.................................................... 63
2.2.2.2.1. Hâşiye ‘alâ Şerhi’l-Miftâh .................................................. 64
2.2.2.3. Tefsir Eseri ............................................................................. 66
2.2.2.3.1. Hâşiye ‘alâ hâşiyeti’s-Sâdî ‘ale’l-Beyzâvî ......................... 66
2.2.2.4. Hadis Eserleri ......................................................................... 68
2.2.2.4.1. Risâle fi mâ revâhu Ebû Eyyûb el-Ensârî ........................ 68
2.2.3. Bâlîzâde Mustafa Efendi’ye İsnad Edilen Eserler ............................... 69
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
3. ŞEYHÜLİSLAM BÂLÎZÂDE MUSTAFA EFENDİ’NİN ELDEN VERDİĞİ
FETVÂLARI ............................................................................................................ 71
3.1. ŞEYHÜLİSLAM BÂLÎZÂDE MUSTAFA EFENDİ’NİN FETVÂLARI .... 71
3.2. FETVÂLARIN ŞEKİL VE MAHİYET BAKIMINDAN İNCELENMESİ .. 95
3.3. FETVÂLARIN KONU BAKIMINDAN İNCELENMESİ............................. 98
3.3.1. İbadet Konularına Dair Fetvâlar........................................................... 98
3.3.2. Muâmelât Konularına Dair Fetvâları ................................................... 99
3.3.3. Ukubat Konularına Dair Fetvâları ...................................................... 117
SONUÇ .................................................................................................................... 121
KAYNAKÇA .......................................................................................................... 124
EKLER .................................................................................................................... 129
FETVÂLARIN OKUNMAYAN KISIMLARI .................................................... 140
iv
ÖZET
Bâlîzâde Mustafa Efendi, IV. Mehmed döneminde dokuzuncu şeyhülislam
olarak altı ay görev yapmıştır. Dönemin siyasi çalkantıları sonucu sadrazam Köprülü
Mehmed Paşa’nın kararlarına uyum sağlayamadığı gerekçesiyle azledilmiştir. Kendisi
Hanefî fıkhına dair birçok eser yazmış, dönemin meşhur kitaplarını toplumun daha iyi
anlaması için emek vermiş bir zattır. Hanefî fıkhına dair hacimli eserler yazmakla
kalmamış, belagat, hadis usulü, tefsir alanlarında da eserler kaleme almıştır. Araştırma
Bâlîzâde Mustafa Efendi’nin ilmi şahsiyetini ve eserlerini tanıtma amacı taşımaktadır.
Tez içerisinde, Bâlîzâde’nin görev yaptığı dönemin anlaşılması amacıyla, IV. Mehmed
döneminin siyasi, iktisadî ve dini meselelerinden bahsedilmektedir. Devamında
şeyhülislamlık makamının Osmanlı Devleti’ne kadarki süreci ve Osmanlı
Devleti’ndeki görevleri ele alınmaktadır. Araştırmanın merkezinde Bâlîzâde’nin
eserleri ve fetvâları olması hasebiyle öncelikle eserleri tanıtılarak, incelemeler sonucu
ortaya çıkan değerlendirmelerden bahsedilmektedir. Aynı zamanda Bâlîzâde’ye isnad
edilen ancak incelemeler sonucu ona ait olmadığını tespit ettiğimiz eserlere de yer
verilmektedir. Devamında el-Fetâvâ olarak isimlendirilen fetvâlarının transkript hali
sunulmaktadır. Fetvâlarından okunması zor ve açıklanmaya ihtiyaç olanlar Hanefî
kaynaklar özelinde açıklanmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Osmanlı Devleti, Şeyhülislam, Bâlîzâde Mustafa Efendi,
Fetvâ.
v
ABSTRACT
Bâlîzâde Mustafa Efendi, IV. He served for six months as the ninth sheikh alIslam during the reign of Mehmed. As a result of the political turmoil of the period,
he was dismissed on the grounds that he could not comply with the decisions of Grand
Vizier Köprülü Mehmed Pasha. He is a person who has written many works on Hanafi
fiqh and has made efforts for the society to better understand the famous books of the
period. He not only wrote voluminous works on Hanafi fiqh, but also wrote works in
the fields of rhetoric, hadith method and tafsir. The research aims to introduce the
scientific personality and works of Bâlîzâde Mustafa Efendi. In the thesis, in order to
understand the period in which Bâlîzâde served, the political, economic and religious
issues of the IV. Mehmed period are mentioned. Afterwards, the process of the office
of sheikh al-Islam until the Ottoman Empire and its duties in the Ottoman Empire are
discussed. Since Bâlîzâde's works and fatwas are at the center of the research, first of
all his works are introduced and the evaluations that emerge as a result of the
examinations are mentioned. At the same time, the works attributed to Bâlîzâde, but
which we determined not to belong to him as a result of the examinations, are also
included. Afterwards, the transcripts of the fatwas called al-Fatava are presented.
Those fatwas that are difficult to read and need to be explained are explained in terms
of Hanafi sources.
Keywords: Ottoman Empire, Sheikh al-Islam, Bâlîzâde Mustafa Efendi, Fatwa.
vi
KISALTMALAR LİSTESİ
Tdv :
Türkiye Diyanet Vakfı
Dib
:
Diyanet İşleri Başkanlığı
Dia
:
Diyanet İslam Ansiklopedisi
C.
:
Cilt
S.
:
Sayfa
Bkz.
:
Bakınız
Öl.
:
Ölüm Tarihi
H.
:
Hicri
Ktp.
:
Kütüphanesi
Nr.
:
Numara
Vd.
:
Ve Diğerleri
Vr.
:
Varak
A
:
Varağın İlk Yüzü
B
:
Varağın İkinci Yüzü
B.
:
Oğlu (Bin)
Bkz.
:
Bakınız
Hz.
:
Hazreti
Md.
:
Madde
TSMK :
Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi
İSAM :
İslam Araştırmaları Merkezi
vii
GİRİŞ
Bir topluluğa dair fikir edinmenin sadece tarihi olaylar üzerinden değil aynı
zamanda o toplumun dini yaşayışını da inceleyerek oluşabileceği kanaatindeyiz.
Devlet sınırlarının gelişmesi, ekonominin gerilemesi ya da ilerlemesi, kıtlık, sel gibi
tabiat olayları toplumun değişmesine, yeniliklerle karşılaşmasına sebep olmaktadır.
Bu yenilikler karşısında etkilenebilecek olan en önemli değer, insanın dini yaşayışıdır.
Dinin yaşanır olmasını temsil eden en önemli delillerden biri ise fetvâlardır. Fetvâlar
aynı zamanda bir tarihi tecrübe ortaya koymaktadır. Fetvâlar oluşan problemi dönemin
ya da kişinin koşullarına göre hükümlerin esasına sadık kalarak çözen birer delil olarak
kabul edilebilir.
Osmanlı hukukunun muhafazakâr bir hukuk anlayışı olduğu ve sürekliliğin esas
alındığı kabul edilmektedir.1 İstikrarın sağlanmasının hedeflendiği hukuk düzeninde,
aynı zamanda yeniliklere yer vererek toplumun sorunları cevaplanmaktadır. Bu
sorunlar fetvâlar ışığında cevaplanmakta ve fetvâlar mecmua haline getirilerek gelecek
dönemlere kaynak olmaktadır. Fetvâların mecmua haline gelerek müstakil bir eser
olması 16. yüzyıl itibariyledir. Fetâvâ-yı Ebussud, Ebussuud Efendi’nin verdiği
fetvâları içermektedir. 17. ve 18. yüzyıllarda da fetvâ mecmuaların arttığı
görülmektedir. Bu mecmualardan en önemlileri Fetâvâ-yı Minkarizâde, Fetâvâ-yı
Ankaravî, Fetâvâ-yı Ali Efendi, Fetâvâ-yı Feyziyye, Behtecü’l- Fetâvâ, Neticetü’lFetâvâ eserleridir. Mecmualar dışında yazma fetvâlar da bulunmaktadır.
16. yüzyıl fetvâ usulü açısından önemli kararların alındığı bir dönem olmasıyla
beraber siyasi, askeri ve mali olaylar; devam eden savaşlar, bu savaşların meydana
getirdiği sosyal ve ekonomik buhranlar devlet yönetimini ve toplumu etkilemiş, bu
etki 17. yüzyılda da devam etmiştir. Osmanlı Devleti 17. yüzyıl boyunca yapısal bazı
değişikliklere tabi olmuş ve zorlu bir süreç geçirmiştir. Bu önemli dönüşümlere sebep
olan iki temel olay gerçekleşmiştir. İlk olarak, devlet otoritesi haremin kontrolü altına
1
Süleyman Kaya, “Fıkıh Tarihi Bağlamında Osmanlı Tecrübesini Doğru Anlamak”, Sakarya Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi Dergisi XVIII/33 (Haziran 2016), 8.
1
girmiştir. Haremin devlet işlerinde söz sahibi olması, şehzadelerin hem küçük yaşta
tahta geçmeleri hem de sancak usulünün kalkması ile padişahların tecrübesiz olmaları
sebebiyledir. I. Ahmed’in tahta çıkmasından önce şehzadeler sancaklara gider, devlet
yönetimine tecrübe kazanırlardı. Ancak I. Ahmed ile kafes sistemi getirilmiş,
şehzadeler artık sancaklarda değil harem içerisindeki odalarda yetişmeye
başlamışlardı. Bu durum devlet işlerinden bîhaber olmalarına, yeterince tecrübe
edinememelerine sebep oluştu. İkinci sebep ise tahta çıktıklarında yaşça küçük
olmalarıdır. I. Ahmed on üç yaşında, II. Osman on dört, IV. Murad on bir yaşında ve
IV. Mehmed yedi yaşında tahta çıkmıştır.2
Padişahların çocuk yaşta olmaları valide sultanlara iktidar alanı sunmaktaydı.
Tabii bu alanda kendilerinin de deneyimsiz olmaları ve devlet kararlarına bizatihi
müdahale etmelerinin kabul olunmaması sebebiyle devlet ricâlinden destek
almışlardır. Bu süreçte ise asker ocakları, yeniçeriler, sipahiler güç kazanmış; yüksek
ulûfeler ve bağışlarla devlet hazinesinin iflasına sebep olmuşlardır.3
IV. Mehmed döneminin siyasi bunalımı idari görevlendirmeler içerisinde de
görülmüş, pek çok veziriazam ve şeyhülislam görevden azledilmiştir. Örneğin;
Köprülü Mehmed Paşa vezirlik görevine gelene kadar, IV. Mehmed’in tahtta kaldığı
otuz dokuz yıl içerisinde, on beş vezir görev yapmıştır.
4
Osmanlı tarihinde
2
Mücteba İlgürel, “I. Ahmed”, TDV İslam Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 1989), 2/30.;
Feridun Emecen, “II. Osman”, TDV İslam Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 2007), 33/458.;
Abdülkadir Özcan, “IV. Mehmed", TDV İslam Ansiklopedisi (Ankara: TDV Yayınları, 2003),
28/414.; Ziya Yılmazer, “IV. Murad”, TDV İslam Ansiklopedisi (Ankara: TDV Yayınları, 2020),
31/177.; Bilgehan Pamuk vd., Osmanlı Tarihi, ed. Tufan Gündüz (Ankara: Grafiker Yayınları, 2016)
280,286,292,309.
3
İnalcık, Devlet-i 'Aliyye, 2/3.
4
İnalcık, Devlet-i 'Aliyye, 2/70. IV. Mehmed döneminde görev yapmış sadrazamlar ve görev süreleri şu
şekildedir: Hezarpâre Ahmed (21 Eylül 1647- 7 Ağustos 1648), Sofu Mehmed (7 Ağustos 1648- 21
Mayıs 1649), Kara Murad (21 Mayıs 1649-5 Ağustos 1650), Melek Ahmed (5 Ağustos 1650- 21
Ağustos 1651), Siyavuş (21 Ağustos 1651- 27 Eylül 1651), Gürcü Mehmed (27 Eylül 1651- 20
Haziran 1652), Tarhoncu Ahmed (20 Haziran 1652- 21 Mart 1653), Derviş Mehmed (28 Ekim 165411 Mayıs 1655), Kara Murad (11 Mayıs 1655-19 Ağustos 1655), Süleyman (19 Ağustos 1655- 28
Şubat 1656), Gazi Hüseyin (28 Şubat- 5 Mart 1656), Surnâzen Mustafa (5 Mart 1656), Siyavuş (5
Mart 1656- 26 Nisan 1656), Boynu-Eğri Mehmed (26 Nisan 1656-15 Eylül 1656), Köprülü Mehmed
(15 Eylül 1656- 30 Ekim 1661).
2
padişahların
tahtta
bulundukları
sürede
görevlendirdikleri
şeyhülislamları
incelediğimiz zaman en fazla görev değişikliğinin IV. Mehmed döneminde olduğunu
görmekteyiz. İki ölüm, bir istifa dışındaki on üç şeyhülislam görevden azledilmiştir.5
Bu rakamlar doğrultusunda devlet görevlilerinde istikrarın sağlanamadığı söylenebilir.
Siyasi karmaşanın yaşandığı bu dönemde şeyhülislamlık görevinde bulunan
Bâlîzâde Mustafa Efendi ve fetvâları tezimizin ana konusudur. Bir şeyhülislamı ve
onun ilmi eserlerini çalışmak için yaşadığı dönemi bilmenin gerekliliği düşüncesiyle
tezin ilk bölümünde IV. Mehmed’in padişahlık sürecinde yaşanan ekonomik, sosyal
ve siyasi meselelere yer verilmiştir. Tez kapsamında bu meselelerin fazla detaylarına
inmeden, cereyan eden siyasi olaylar izah edilmeye çalışılmıştır. Yüzyıl itibariyle
oldukça buhranlı bir dönem olduğu için tarih yazımında birtakım güçlüklerle
karşılaşılmıştır. Bu sebeple bazı konular bilinçli olarak tezin kapsamı dışında
bırakılırken bazıları dikkatimizden kaçmış olabilir. Dönemin idari ve sosyal
konjektürü IV. Mehmed döneminde şeyhülislam ve diğer devlet ricalinin görev
sürelerinin neden kısa olduğunu anlamaya da yardımcı olmaktadır. Zira Bâlîzâde’nin
kısa bir süre şeyhülislam olması, kendisi hakkında bazı soru işaretlerine sebep olabilir.
Ancak dönem incelemesinde karşımıza çıkan birçok vezir ve şeyhülislamın kısa süreli
görev tayinlerinin olması, devlet ricali ve valideler gibi farklı aktörlerin yönetime daha
fazla dahil olması ile Osmanlı idaresinde yeni bir dönemin getirdiği karmaşıklıktan
kaynaklandığı söylenebilir.
İkinci bölümünde şeyhülislamlık müessesesi açıklanmış, Hz. Peygamber’den
Osmanlı devletine kadar geçen süreçteki merhaleler anlatılmaya çalışılmıştır.
Buradaki yol gösterici kaynağımız Esra Yakut’a ait Şeyhülislamlık Yenileşme
Döneminde Devlet ve Din eseridir. Üçüncü bölümde ise Bâlîzâde’nin hayatı, hocası ve
görev yerleri anlatılmıştır. Bâlîzâde Efendi’nin biyografisini oluşturmak için Haşiye
ala Şerhi’l-Miftâh li-Seyyid Şeri, el-Feraid fi Halli’l-Mesaili ve’l-Fevaid ve’l-Kavaid
5
Bkz. Esra Yakut, Şeyhülislamlık Yenileşme Döneminde Devlet ve Din (İstanbul: Kitap Yayınevi,
2014), 243.
3
eserlerindeki bilgiler ile Ziriklî’ye ait el-‘Alâm, Şeyhi Mehmed Efendi’nin Vekâyiu’lfuzâla, Bursalı Mehmed Tahir’in Osmanlı Müellifleri, Kehhâle’nin Mu‘cemü’lMüellifîn, Uşşakizâde İbrahim Hasib Efendi’nin Zeyl-i Şakâ’ik, Nişancı Mehmed
Paşa’nın Hâdisât eserlerinden yararlanılmıştır.
Bölümün devamında Bâlîzâde Mustafa Efendi’ye ait tespit edebildiğimiz eserler
incelenmiştir. Bâlîzâde’nin eserleri Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi ve
Beyazıt Yazma Eserler Kütüphanesi’nden temin edilmiştir. Katalog taraması
sonucunda kendisine ait künyesi bulunan eserler tespit edilmiş, talep sonucunda
inceleme imkânı bulunmuştur. Ancak kataloglarda bazı eserlerin kendisine ait olduğu
kaydedilmekle beraber incelemelerimiz sonucu eserlerin kendisine ait olmadığı
gözlemlenmektedir. Aynı zamanda yer yer TDV İslam Araştırmaları Merkezi’nin
Türkiye Kütüphaneleri katalog taramasından kıyaslamalar yapılıp bazı eserlerin
numaralarının uyuşmadığı görülmektedir. Bu eserlere dair tezin ilgili yerlerinde
açıklamalar yapılmıştır. Bazı eserlerin nüshaları Çorum Halk Kütüphanesi’nde de
bulunmaktadır ancak bu eserlere dair birer nüsha incelendiği için Çorum Halk
Kütüphanesi’nde yer alan nüshalar talep edilmemiştir. Topkapı Sarayı Müzesi
Kütüphanesi’nde bulunan nüshalar ise ücretli olması sebebiyle talep edilmemiş bu
sebeple incelemelerde bulunulamamıştır.
Tespit ettiğimiz eserlerin mukaddime ve hatime bölümleri tez danışmanı hocam
sayın Doç. Dr. Hüseyin Okur ile okunarak eser hakkında genel bir bilgi edinilmiş;
eserlerin yazım tarihleri, Bâlîzâde’nin kendi eserlerine dair yorumlar doğrultusunda
eseri yazma amacına dair bilgiler tespit edilmiştir. Müstensih hattı veya müellif hattı
olmaları tespit edilerek, müstensih hattı olan nüshalarda bilgiler verilmiştir.
İzlenimlerimiz sonucu Bâlîzâde Mustafa Efendi ömrünü fıkıh ilmine adamış, topluma
dini anlamada ve vecibelerini yerine getirmede kolaylık sağlamaya yönelik çalışmalar
yapmış mübarek bir zat olduğu görülmektedir.
Tez içerisinde ve fetvâlarda geçen bazı kavramların açıklanmasında Mehmet
Erdoğan’ın Fıkıh ve Hukuk Terimleri Sözlüğü, Mehmet Kanar’ın Osmanlı Türkçesi
4
Sözlüğü, Dağarcık yayınlarına ait Serdat Mutçalı’nın Arapça-Türkçe sözlük ve internet
üzerinden Kubbe Altı Sözlüğünden yararlanılmıştır. Tezin son bölümünde fetvâların
Hanefî mezhebindeki görüşlerine dair yapılan açıklamalarda, Molla Hüsrev’e ait
Düreru’l-Hükkâm fî şerhi Gureru’l-Ahkâm, Serahsî’’ni el-Mebsût, Merginani’nin elHidâye şerhu Bidâyeti’l-mübtedî, Mevsılî’nin el-İhtiyâr, Alâeddin es-Semerkandî’nin
Tuhfetü’l-fukahâ, Kâsânî’nin Bedâʾiʿu’s-sanâʾiʿ, İbn Nüceym’in, el-Bahru’r-Râik
şerhu Kenzi’d-dekâik, Meydanî’nin, el-Lübâb fî şerhi’l-Kitâb, Ali Haydar Efendi’nin,
Dürerü’l-hükkâm şerhu Mecelleti’l-ahkâm kitapları ve diğer Hanefî eserler
kullanılmıştır.
Bâlîzâde’ye
dair
yapılan
çalışmalar
incelendiğinde,
Sabahattin
Zaim
Üniversitesi Temel İslâm Bilimleri Anabilim Dalı Hadis Bilim Dalı, Fahreddin Yıldız
danışmanlığında İbrahim Deniz’e ait Şeyhülislâm Bâlîzâde Mustafa Efendi’nin elEhâdîsü’l-Merviyye an Ebî Eyyûb el-Ensârî Adlı Eserinin Tahkikli Neşri ve Hadis
Usûlü Açısından Tahlili isimli yüksek lisans tezi karşımıza çıkmaktadır. Tez henüz
yayınlanmadığı için kendisine atıfta bulunulmamış, incelenememiştir. Bir diğer
çalışma ise Emir Enver Demir’e ait Bâlîzâde’nin eserlerinin tahkikinin yapıldığı
yüksek lisans ve doktora tezidir. Yüksek lisans tezi el-ferâid fî halli’l-mesâil ve’lkavâid eserine tahkik olarak 2010 yılında yazılmış, tez içerisinde zekat, oruç ve hac
bahisleri ele alınmıştır. Diğer tezi ise 2014 yılında yazılmış Mîzânü’l-fetâvâ adlı
doktora tezidir. Tez içerisinde Bâlîzâde’nin Mîzânü’l-fetâvâ eserindeki nikâh
bahsinden rida‘/rada‘ bahsine kadar olan bölümü tahkik, ta‘lik ve tahric etmiştir.
Bâlîzâde’nin el-Ferâid adlı eserine yazılan bir diğer tez 2015 yılında Medine
Üniversitesi’nde Eymen Muhammed Ebû Bekir Ferid’e ait yüksek lisasn tezidir.
Kendisi el-Ferâid fî halli’l-mesâil ve’l-kavâid eserini nikâh bölümünden nafaka
bölümüne kadar tahkik etmiştir. Bu çalışmalar dışında Bâlîzâde Mustafa Efendi’ye
dair bir makale ya da araştırma metni bulunamamıştır. Tespit ettiğimiz kadarıyla
Bâlîzâde’ye atıfta bulunulan çalışmalardan biri de, Marmara Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü İlahiyat Anabilim Dalı İslam Hukuku Bilim Dalı, Mehmet Erkal
danışmanlığında, Emine Arslan’a ait Nukûllü Fetvâ Mecmûaları ve Mehmed Fıkhî’nin
el-Ecvibetü’l-Kâni‘a adlı Eserinin Bunlar Arasındaki Yeri isimli doktora tezidir. Aynı
5
zamanda yukarıda bahsettiğimiz Şükrü Özen’e ait Osmanlı Döneminde Fetvâ
Literatürü adlı makale bazı eserlerine dair bilgiler içermektedir.
Literatür çalışması aşamasında Bâlîzâde Mustafa Efendi ile aynı yüzyıl
içerisinde şeyhülislamlık yapmış diğer şeyhülislamların fıkıh eserleri ve fetvâları
üzerine hazırlanmış tez ve akademik çalışmaları tespit etmeye çalıştık. Konuyu
kısıtlamak amacıyla tespit ettiğimiz çalışmalar arasında sadece fıkıh ve fetvâ eserlerine
dair tezler incelenmiştir. Tespit ettiğimiz çalışmalardan ilki, Şeyhîzâde’nin tek eseri
olan6 Mecma’u’l-Enhur isimli fıkıh kitabına 2020’de Muharrem Bayram tarafından
yazılan Şeyhîzâde Abdurrahman Efendi'nin Mecma'u'l-Enhur adlı eserinde İmam
Şâfiî'ye Nispet Edilen Görüşler- Tahâret ve Salât Bölümleri isimli yüksek lisans
tezidir. İkincisi 2020 yılında yazılan Esra Kılavuz Eser’e ait 17. yüzyıl
Şeyhülislamlarından Çatalcalı Ali Efendi'nin (1631-1692) Fetâvâ'sı Işığında Fıkıh
Düşüncesi isimli doktora tezidir. Üç bölüm ve sonuçtan oluşan tez içerisinde, ilk
olarak Çatalcalı Ali Efendi’nin hayatı, tahsili, vazifeler, şeyhülislamlık süreci
incelenmiş; bir diğer bölümde Fetâvâ-yı Ali Efendi eserine dair incelemelerde
bulunulmuştur. İkici bölümde ise Çatalcalı Ali Efendi’nin fetvâlarına, Fetâvâ-yı Ali
Efendi’de kullandığı dil, üslup ve fetvâlarına dair bilgiler verilmiştir. Üçüncü bölümde
ise verilen fetvâlar fıkhi açıdan detaylı şekilde incelenmiştir.7
Üçüncü çalışma, Kübra Nugay’a ait 2012 yılında yazılmış, Şeyhülislam Mehmed
Emin Ankaravî'nin Fetâvâ-yı Ankaravî Adlı Eserindeki Metodu (Aile Hukuku
Örneğinde) isimli yüksek lisans tezidir. Üç bölüm ve sonuçtan oluşan eserde ilk olarak
fetvâ ve ifta müessesesinden bahsedilmiş ikinci bölümde ise Şeyhülislam’ın hayatı,
eserleri, ilmi kişiliği üzerinde durulmuştur. Aynı zamanda bölüm içerisinde tezin ana
6
Bkz. Muharrem Bayram, Şeyhîzâde Abdurrahman Efendi’nin Mecma’u’l-Enhur Adlı Eserinde İmam
Şâfiî’ye Nispet Edilen Görüşler-Tahâret ve Salât Bölümleri- (Yalova: Yalova Üniversitesi, Yüksek
Lisans, 2020), 5.
7
Bkz. Esra Kılavuz Eser, 17. Yüzyıl Şeyhülislamlarından Çatalcalı Ali Efendi’nin (1631-1692)
Fetâvâ’sı Işığında Fıkıh Düşüncesi (İstanbul: Marmara Üniversitesi, Doktora Tezi, 2020).
6
konusu olan Fetâvâ-yı Ankaravî eserine dair incelemelerde bulunmuştur. Üçüncü
bölümde ise eserin nikâh, radâ‘, talak bahislerine dair fetvâlarına yer verilmiştir.8
Dördüncü çalışma ise 2008 yılında yazılmış, Mehmet Koç’a ait Şeyhu’l-İslam
Minkârizâde Yahya Efendi’nin Talakla İlgili Fetvâları ve Tahlili isimli yüksek lisans
tezidir. Tez üç bölüm ve sonuçtan oluşmaktadır. İlk olarak şeyhülislamın hayatı,
eserler, fetvâ ve kaza konuları açıklanmış, şeyhülislamlık tarihinden kısaca
bahsedilmiştir. İkinci bölümde ise Minkârizâde Yahya Efendi’nin talak ile ilgili
fetvâlarına yer verilmiştir. Üçüncü bölümde ise şeyhülislamın fetvâlarında kaynak
olarak gösterdiği eserlerdeki ilgili yerler tahkik edilmiş, eserler hakkında bilgiler
verilmiştir. 9 Beşinci çalışma 2006 yılında Bünyamin Karadöl tarafından yazılmış,
Şeyhülislam Minkarizâde Yahya Efendi’nin Nikâh Akdi/Evlilik İle İlgili Fetvâları
isimli yüksek lisans tezidir. İki bölüm ve sonuçtan olan tezde ilk olarak şeyhülislamın
hayatı ve eserlerinden bahsedilmiş devamında ise evlilik ile ilgili verdiği fetvâların
tahlilleri yapılmıştır. Evlilik ve neticeleri, doğum ve neticeleri, başlıkları altında
incelenmiştir. İkinci bölümde ise fetvâların latinize hali verilmiştir. 415 mesele ilgili
başlıklar altında verilmiştir. Tezin sonunda eserin yazma nüshası eklenmiştir.10
Tespit ettiğimiz son çalışma ise 2003 yılında Mustafa Okumuş tarafından
yazılmış Osmanlı Şeyhülislamlarından Çatalcalı Ali Efendi'nin Fetvâlarında Nikâh
(Evlenme Akdi) isimli yüksek lisans tezidir. İki bölüm ve sonuçtan oluşan tezin giriş
bölümünde; Osmanlı Devleti’nde şeyhülislamlık kurumundan, fetvâ müessesinden
bahsedilmiştir. Birinci bölümde şeyhülislamın hayatından, eserlerinden bahsedilmiş;
özel olarak Fetâvâ-yı Ali Efendi eseri incelenmiştir. İkinci bölümde ise Fetâvâ-yı Ali
Efendi eserindeki nikâh bölümünde iki yüz yetmiş bir fetvâ latinize edilmiştir.
8
Bkz. Kübra Nugay, Şeyhülislam Mehmed Emin Ankaravî’nin Fetâvâ-yı Ankaravî Adlı Eserindeki
Metodu (Aile Hukuku Örneğinde) (Sivas: Cumhuriyet Üniversitesi, Yüksek Lisans, 2012).
9
Bkz. Mehmet Koç, Şeyhu’l-İslam Minkârizâde Yahya Efendi’nin Talakla İlgili Fetvâları ve Tahlili
(Adana: Çukurova Üniversitesi, Yüksek Lisans, 2008).
10
Bkz. Bünyamin Karadöl, Şeyhülislam Minkarizâde Yahya Efendi’nin Nikah Akdi/Evlilik İle İlgili
Fetvâları (Adana: Çukurova Üniversitesi, Yüksek Lisans, 2006).
7
Devamında fetvâlarda referans alınan kaynaklardan kısaca bahsedilmiş ve ilgili
fetvâların numaraları verilmiştir.11
11
Bkz. Mustafa Okumuş, Osmanlı şeyhülislamlarından Çatalcalı Ali Efendi’nin Fetvâlarında Nikah
(Evlenme Akdi) (İstanbul: Marmara Üniversitesi, Yüksek Lisans, 2003).
8
BİRİNCİ BÖLÜM
1. 17. YÜZYIL OSMANLI DEVLETİ VE ŞEYHÜLİSLAMLIK
1.1. 17. YÜZYIL OSMANLI İDARESİ: IV. MEHMED DÖNEMİ
Bâlîzâde Mustafa Efendi IV. Mehmed döneminde on birinci şeyhülislam olarak
21 Kasım 1656 ile 23 Mayıs 1657 yılı arasında altı ay kadar görev yapmıştır. Bu
dönemin dini hayatından bahsedebilmek, ilerleyen bölümlerde fetvâlara dair tespitler
yapabilmek için toplumun sosyal, siyasi hayatını anlamak faydalı olacaktır. Bu
amaçla, IV. Mehmed’in tahta çıkışı ile Bâlîzâde’nin görev yaptığı sürelerde meydana
gelen önemli meselelerden bahsedilecektir.
IV. Mehmed Osmanlı’nın on dokuzuncu padişahıdır. 30 Ramazan 1051/2 Ocak
1642 tarihinde İstanbul'da doğmuş, Babası Sultan İbrahim, annesi Hatice Turhan
Sultan'dır. Ava olan tutkusundan dolayı avcı lakabıyla bilinmektedir. Şâmi Yusuf ve
Şâmi Hüseyin Efendiler'den eğitim görmüştür. Sultan İbrahim’in katledilmesinden
sonra 14 Ağustos 1648 yılında yedi yaşında iken tahta çıkarılmıştır. 12 Çocukları;
Ahmedi Bayezid, Mustafa, Süleyman, Fatma, Gevher Hatice, Ümmügülsüm’dür. 13
Cülusundan sekiz gün sonra Eyüp Camii’nde kılıç kuşanmıştır. 14 Sultan IV. Mehmed,
Osmanlı Devleti'nin en küçük yaşta tahta geçen padişahı olmakla beraber, Kanuni
sonrasında otuz dokuz yıl tahtta kalarak en uzun süre saltanat süren ikinci Osmanlı
padişahı olmuştur.15
12
Nişancı Mehmed Paşa, Hâdisât (Nişancı M.Paşa Tarihi ve Osmanlı Tarihi Zeyli) (İstanbul: Kamer
Neşriyat ve Dağıtım, 1983), 255.; Özcan, “Mehmed IV", 28/414.; İnalcık, Devlet-i 'Aliyye, 2/264.;
Pamuk vd., Osmanlı Tarihi, 309. TDV İslam Ansiklopedisi Mehmed IV maddesinde IV. Mehmed’in
tahta çıkış tarihi olarak 8 Ağustos 1648 tarihi verilmektedir.
13
Nişancı, Hadisât, 256.
14
Joseph von Hammer, Büyük Osmanlı Tarihi, ts., 10/126.
15
Kanuni Sultan Süleyman 1520-1566 yılları arasında padişahlık yapmıştır. IV. Mehmed 1648-1687
yılları arasında padişahlık yapmıştır.
9
Osmanlı yönetiminde şehzadeler küçük yaşta tahta çıktıkları takdirde
kendilerine bir vekil belirlenir ve halk bu vekile biat ederdi.16 Vekile biat edilmekle
beraber resmi sultan daima çocuk padişahtı. IV. Mehmed’in çocuk yaşta tahta çıkması
ile de Kösem Sultan vekil olarak tayin edilmiştir.17 Ancak bu vekaletle beraber; valide
sultanın tecrübesiz olması ve haremden çıkmaksızın devleti olması gerektiği gibi
yönetemeyeceği için devlet işlerinde şeyhülislam, yeniçeri ocağı gibi çeşitli kişi ve
kurumlar söz sahibi olmaktaydılar. Aynı zamanda devlet idaresine dair önemli kararlar
İslam dini ve hukuku adına ancak şeyhülislamın fetvâsıyla meşruiyet kazandığı için
şeyhülislamlar, olukça önemli konuma haizlerdi.18
IV. Mehmed’in küçük yaşta tahta geçmesi hükümdarlığının ilk sekiz yılında ülke
içerisinde bazı karışıklıklar yaşanmasına sebep olmuştur. 19 Büyük Valide Kösem
Sultan, IV. Mehmed’in tahta geçmesi ile eski yetkilerini kaybetmiş; Hatice Turhan
Sultan, valide sultan unvanına sahip olmuştur. Ancak Kösem Sultan, devlet işlerindeki
tecrübesi ve ocak ağalarının da desteği ile vefatına kadar sarayda etkisini devam
ettirmiştir.20 Padişah'ın annesi, büyük annesi ve her birinin hizipleri arasında yaşanan
mücadeleler dönemde yaşanan karışıklıklarda etkilidir. Aşağıda bu karışıklıklardan ve
devlet içerisindeki siyasi karmaşadan bahsedilecektir.
Dönemin veziriazamı Sofu Mehmed Paşa, IV. Mehmed’in saltanata geçişinin ilk
on ayında ocak ağaları ile devlet işlerini yürütmüştür. Padişahın küçük olması ve
devlet yönetiminde tasarrufta bulunmasının zaman alması, devam eden savaşlar ve
ekonomik krizler sebebiyle devletin bütçesini iyileştirme amacıyla öncelikle gereksiz
harcamaları kontrol atlına almayı hedeflemiştir. Sofu Mehmed Paşa’nın devletin
ekonomik politikasını iyileştirmeye yönelik çalışmalar yapması ilk tecrübesi değildir.
16
İnalcık, Devlet-i ‘Aliyye, 2/264. Ulemadan bazıları İslam kaynaklarına özellikle Şeyh Bedreddin’in
Câmi’ül-Fusûleyn adlı kitabına dayanarak “Sultan küçük yaşta olursa, kendisine bir vekil belirlenir
ve halk ona bi’at eder” şeklinde fetvâ vermişlerdir.
17
İnalcık, Devlet-i 'Aliyye, 2/264.
18
İnalcık, Devlet-i 'Aliyye, 2/116.
19
Bilgehan Pamuk vd., Osmanlı Tarihi, 310.
20
Nişancı, Hadisât, 225; İnalcık, Devlet-i ‘Aliyye, 2/259.
10
Zira öncesinde defterdarlık görevinde bulunup maliyede teftiş idaresi kurmuştur. 21
Ancak Sofu Mehmed Paşa’nın bu tutumu valide sultan ile bir krize sebep olmuştur.
Kösem Sultan ile Sofu Mehmed Paşa arasındaki rekabet, mali kriz sebebiyle
sipahi ulufelerinin gecikmesi ve Yeniçeri ocağının nüfuzunun artması gibi sebeplerden
dolayı 1648 yılında Sultan Ahmed Camii Vakası gerçekleşmiştir. 22 Sultan Ahmed
Camii Vakasının asıl sebebi Kösem Sultan'ın idaresi ile yeniçeri ve sipahilerin karşı
karşıya kalmasıdır. Yeniçeriler sipahilere karşı ulema ile hareket ederek savaşma
kararı almıştır. 23 Sultan İbrahim’in katiline öfkeli olan sipahilerle iç oğlanlar At
Meydanı’nda toplanmış ve isyan başlatmışlardır. Ancak yeniçeriler üzerinde etkisi
olan Kara Murad Ağa ve Koca Muslihuddin Ağa’nın çabalarıyla bu isyan
bastırılmıştır. 24
Osmanlı Devleti bu süreçte sadece kendi içinde bir direniş göstermemekte aynı
zamanda sınırlarını da korumaya çalışmaktadır. Veziriazam Sofu Mehmed Paşa,
Osmanlı donanmasının Foça’da Venedik filosuna yenilmesi üzerine Padişah ve
Kösem Sultan’ın huzurunda mağlubiyet hususunda müzakerede bulunmak üzere
ağaları ve ulemayı saraya davet etmiştir. Padişah bu sırada yedi yaşında iken, büyük
validesi ile mecliste bulunmaktadır. IV. Mehmed, Sofu Mehmed Paşa’yı yenilgiden
ötürü azarlamış ve mührü geri vermesini istemiştir. Böylelikle Sofu Mehmed Paşa
azledilmiş, yerine Sultan Ahmed Camii vakasında isyanın bastırılmasında etkili olan
yeniçeri ocak ağalarından Kara Murad Paşa 21 Mayıs 1649 yılında göreve
getirilmiştir.25
21
İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi (Türk Tarih Kurumu Yayınları, ts.), 4/396. Halil İnalcık,
Devlet-i 'Aliyye, 2/264.
22
Pamuk vd., Osmanlı Tarihi, 311.; Özcan, “Mehmed IV", 28/415.; İnalcık, Devlet-i 'Aliyye, 2/267.
23
İnalcık, Devlet-i ‘Aliyye, 2/267.
24
Pamuk vd., Osmanlı Tarihi, 311.
25
İsmail Hakku Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, 4/396.; Hammer, Büyük Osmanlı Tarihi, ts., 10/148.;
İnalcık, Devlet-i ’Aliyye, 2/270.
11
Sofu Mehmed Paşa’nın görevden alınmadan önce devletin ekonomisini
düzeltmeye yönelik çalışmalar yaptığını yukarıda zikretmiştik. Bu dönemde harem
giderleri dışında devletin sorunları Venediklilere karşı savaş; Girit’te Kandiye
kuşatmasına başlayan askere mühimmat, erzak, maaş ihtiyacını karşılamak ve
Çanakkale Boğazı’ndaki ablukaydı.
26
IV. Mehmed döneminde gelir ve gider
dengesinin sağlanamaması ilerleyen dönemde de sorun teşkil edecek ve iyileştirmeye
gidilecektir. Bu denge, harcamalardan dolayı sağlanamazken beraberinde ekonomik
bazı değişiklikler de yaşanmaktadır. Şöyle ki Linda Darling, yaşanan ekonomik
sıkıntıların aslını gümüş ve altının akışı sebebiyle oluşan mali bir devrim olarak
görmektedir. 16. yüzyılda yaşanan refah sonunda hazinede bir darboğaz oluşmuş,
seferler sebebiyle askeri ihtiyaçlar artmış ve 1640- 1650’li yıllarda başarısızlıkla
sonuçlanan isyanlar giderleri arttırmıştır. 27 Bununla beraber gelirlerde bir artış
olmamış aksine Osmanlı’nın resmi parası değer kaybetmiştir.
14. yüzyılda Venedik altın dukası 30 akçeyken (Osmanlı gümüş sikkesi), 16.
yüzyıl ortasına gelince 60 akçe bir altın sikke değerindeydi. 1580 yıllarında akçenin
değeri yarıya indi ve sonraki yirmi otuz yıllık süreçte altın 240 akçeye kadar düştü.
Bununla beraber alım satımdaki fiyatlar oldukça artmış, sefer döneminde hazineyi
zorlamıştı. 28 Askeri giderler, 1580 öncesi yıllık gelir harcamaları karşılayacak
düzeydeyken 1580 sonrası ve 17. Yüzyıl boyunca her yıl hazinede açık meydana
gelmişti.29
Kara Murad Paşa’nın vezirliği süresince Kösem Sultan, iş birlikleri ile devlet
işlerini yürütmekteydi. Bu sırada yönetimde söz sahibi olan yeniçeri ağası ve kethüdabey ile Osmanlı yönetimi bir yeniçeri cuntası dönemine girmekteydi. Yeniçerilerin güç
26
İnalcık, Devlet-i 'Aliyye, 2/272.
27
Linda T. Darling, Revenue-Raising and Legitimacy. Tax Collection and Finance Administration in
the Ottoman Empire 1560-1660. (Leiden: Brill, 1996), 8.
28
Michael Ursinus, “Osmanlı Mali Rejiminin Dönüşümü 1600-1850”, Osmanlı Dünyası (İstanbul:
ALFA, 2018), 542.
29
Ursinus, “Osmanlı Mali Rejiminin Dönüşümü 1600-1850”, Osmanlı Dünyası, 543.
12
kazanmasının en büyük sebeplerinden biri ise Kösem Sultan’dır. Veziriazam, diğer
devlet erkanıyla görüşemiyor, yeniçeri ocağındaki ocak ağaları ve kendi dostları ile
işleri halletmeye çalışıyordu.
30
Yaşanan bu karışıklıklar karşısında devlet
bürokrasisinde ve idaresinde zafiyete yol açacağı aşikardı.
Tüm bunların yanı sıra 17. Yüzyıl, Osmanlı'nın çeşitli topraklarında iç
karışıklıkların gerçekleştiği bir dönemdir. Kara Murad Paşa; Sivas, Antep, Afyon gibi
Anadolu’da yaşanan bazı karışıklıkları ve nüfuzlu zorbaları büyük ölçüde etkisiz hale
getirmeyi başarmıştır. Fakat Kösem ve bazı ocak ağalarının görevine müdahale
etmelerine tahammül edememiş, ocak ağalarının kendisini ortadan kaldırma isteğini
öğrenince "Bir memlekette dört veziriazam olmaz" diyerek görevinden çekilmiştir.31
Bir diğer kaynakta ise kendi vaziyetini tehlikeli görmesi üzerine Budin valiliğinin
verilmesini rica etmiş; Kösem Sultan’a, Melek Ahmed Paşa’yı göreve getirmesini
tavsiye eylemiştir.32
Bu sırada haremde Kösem ve Turhan sultanlar arasındaki rekabet, devlet
ricalinin görevlendirilmesinde de etkisini göstermekteydi. Kara Murad Paşa ile Hatice
Turhan Sultan, Melek Ahmed Paşa’ya destek vermiş ve 5 Ağustos 1650 yılında Melek
Ahmed Paşa veziriazamlığa getirilmiştir. Kara Murad Paşa zamanında güçlenen
yeniçeriler, Melek Ahmed Paşa'ya karşı da güç göstermişler; veziriazam ise onlara
müdahale edememiştir. Görev sürecinde ağaların güdümünde kalmış, hazine maddi
sıkıntıya düşmüştür. Ağaların sağlam parayı kendilerine ayırıp; ayarı bozuk paraları
piyasaya sokmaları ile ülke çapında büyük bir enflasyon ortaya çıkmıştır. 33 IV.
Mehmed ise bu sırada on henüz yaşlarındaydı.
30
İnalcık, Devlet-i 'Aliyye, 2/278.
31
Pamuk vd., Osmanlı Tarihi, 311.; İnalcık, Devlet-i 'Aliyye, 2/279.; Özcan, “Mehmed IV", 28/415.
32
İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi (Türk Tarih Kurumu Yayınları, ts.), 4./397.
33
Pamuk vd., Osmanlı Tarihi, 311.
13
Devletin ekonomik ve siyasi dengeleri bozulurken bir yandan toplumsal
sıkıntılara sebep olacak Kadızâdeliler'in sarayda etkisi büyümüş, Üstüvani Mehmed
Efendi’ye Padişah Şeyhi unvanı vermiştir.34
Kadızâdeliler'le ilgili detaylı açıklamalar 17. Yüzyıl Osmanlı Devleti’nde Dini
Hayat: Kadızâdeliler başlığında verilecektir.
Venediklilerin Çanakkale Boğazı’nı abluka altına alması ticareti etkilemiş,
İstanbul’da halk canlarının tehlikeye girmesinden korkmuştur. Aynı zamanda ülke
içerisinde yükselen enflasyon ve yolsuzlukların aşikâr olması ile İstanbul halkı ve
esnafı ayaklanmıştır. Halk, önlerinde dönemin şeyhülislamı Karaçelebizâde Abdülazîz
Efendi ile saray kapılarına kadar dayanmış, IV. Mehmed ayak divanına çıkmış ve hattı
hümayun yayınlanmıştır. Toplanan usulsüz vergilerin kaldırılacağı duyurulmuştur. Bu
olay sonunda Melek Ahmed Paşa görevden alınmış, yerine Siyâvuş Paşa veziriazam
olarak tayin edilmiştir. Böylelikle halk bir nebze yumuşamıştır.35
Kösem Sultan IV. Mehmed yerine Sultan İbrahim’in bir diğer oğlu Şehzade
Süleyman’ı tahta geçirmek istemiş ancak başarılı olamamış ve 2 Eylül 1651 yılında
saray ağaları tarafından öldürülmüştür.36 Sarayda hizipler arasındaki çatışmaya ortaya
koyan en önemli olaylardan biri ise Kösem gibi güçlü bir kadın sultanın suikasta
kurban gitmiş olmasıdır. Yaşadığı dönem içerisinde ve günümüzde birçok eleştiriye
uğrayan Kösem sultan ile devlet adamları ve toplumda söz sahibi olmuş insanlar
siyaseten ittifak kurmanın itibarlarını arttıracağını düşünmüşlerdir.
37
Yukarıda
bahsettiğimiz gibi üst mevkilere gelen kişiler Kösem Sultan’a hizmet etmiş ve devlet
yönetiminde tavsiyelerini dinlemişlerdir. Kösem Sultan’ın devlet işlerindeki tutumu
34
Özcan, "Mehmed IV", 28/414.
35
Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, 4/401.; İnalcık, Devlet-i 'Aliyye, 2/281.; Özcan, "Mehmed IV”, 28/414.
36
Mücteba İlgürel, “Kösem Sultan", TDV İslâm Ansiklopedisi (Ankara: TDV Yayınları 2002), 26/275.;
Pamuk vd., Osmanlı Tarihi, 311.; İnalcık, Devlet-i’Aliyye 2/289.
37
Madeline C. Zilfi, Osmanlı İmparatorluğu’nda Kölelik ve Kadınlar, çev. Ebru Kılıç (Türkiye İş
Bankası Kültür Yayınları, 2018), 84.
14
eleştirilmekle beraber onun da bazı kadın sultanlar gibi onlarca köleyi azat etmesi,
camiiler inşa etmesi, topluma yardım etmesi gibi hayırsever yönleri olmuştur. 38
Kösem Sultan’ın vefatı ile Hatice Turhan Sultan ve saray ağaları beş yıl sürecek bir
yönetimi devralmışlardır.
Kösem Sultan’ın vefatı sonrası devletin yönetiminde Veziriazam Siyâvuş Paşa,
Hatice Turhan Sultan ve Süleyman Paşa etkili olmuşlardır. Hatice Turhan Sultan,
Büyük Valide Kösem Sultan gibi devlet yönetiminde söz sahibi olmak istiyorsa da
devlet erkanı içinde kadın sultanların müdahalelerinden rahatsız olan cenah bunu
engellemeye çalışıyordu. Üçlü ittifak bir zaman sonra Siyâvuş Paşa’nın Turhan
Sultan’ın müdahalelerinden rahatsız olması ile çatırdamaya başlamıştır. Darrüssâde
Ağası Uzun Süleyman Paşa arasındaki anlaşmazlık sonucu Siyâvuş Paşa görevinden
azledilmiş yerine 27 Eylül 1651’de Gürcü Mehmed Paşa veziriazam olmuştur. 39
Siyâvuş Paşa göreve getirildiği sırada seksen yaşını geçmiş olup, en yaşlı veziriazam
olarak görev yapmıştır. 40 Ancak görevi sırasındaki başarısızlıkları ve mali bunalım
sonucunda, dönemin şeyhülislamı Hocazâde Mesud Efendi’nin de teşvikiyle 13 Recep
1062/20 Haziran 1652 yılında Tarhuncu Ahmed Paşa veziriazam olarak sadaret
makamına getirilmiştir.41
Tarhuncu Ahmed Paşa göreve mali kararlarına karışılmaması şartı ile gelmiş ve
devlet ekonomisini düzeltmek için bazı adımlar atmıştır. Vezirin mali teftiş görevleri;
gümrük fiyatlarını, sarayda mutfak masraflarını ve tersane masraflarını denetlemektir.
Ahmed Paşa’nın gelirlerin azaldığı ve giderlerin arttığı bir dönemde ekonomiyi
düzeltmek için bazı adımlar atmış olması ulemayı rahatsız etmiştir. Osmanlı
Devleti’nde askeri sınıf olan devlet memurları devlet memurlarına irsaliye vergisi,
mesken ve değirmenlerden vergi alınması gibi kararlar büyük tepkilere yol açmıştır.
38
Zilfi, Osmanlı İmparatorluğu’nda Kölelik ve Kadınlar, 85.
39
İnalcık, Devlet-i’Aliyye, 2/292-295.
40
Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, 4./402.
41
Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, 4/403.; Özcan, “Mehmed IV", 28/415.; İnalcık, Devlet-i’Aliyye, 2/297.
Pamuk vd., Osmanlı Tarihi, 311.
15
Sadrazam Ahmed Paşa yeni vergiler sebebiyle gözden düşmüştür. Hazine gelirleri ile
giderleri arasındaki farkın çoğaldığını tespit etmesi devlet erkanının da tepkisini
çekmesine neden olmuştu. Göreve gelmesinden kısa bir süre sonra yaşanan 1062
Zilhicce/Kasım 1652 yılındaki büyük yangın halkı perişan etmiştir. Tarhuncu Ahmed
Paşa, tahtta değişiklik yapmak istediğine dair söylentilerle dokuz ay görevde kalarak
21 rebiyülahir 1063/21 Mart 1653 yılında öldürüldü. Yerine Kaptân-ı Derya Derviş
Mehmed Paşa veziriazam oldu.42
İstanbul'da yaşamı alt üst eden yüksek enflasyon ve yangınların gölgesinde, Kara
Murad Paşa komutasındaki donanmanın Çanakkale Boğazı’nda Venedik donanmasını
yenerek Boğazı tekrar Osmanlı hakimiyeti altına alması bir nefes aldırmıştır
denilebilir. Donanma, Venedik filosunu Değirmenlik (Milos) adası önünde mağlup
etmiş Girit’e yardım götürmeyi başarmıştır. Bu durum sonucunda İstanbul’da ekonomi
düzelmeye başlamıştır. Fakat bu süreçte bir görev değişikliği daha gerçekleşmiştir.
Sadrazam Derviş Paşa’nın felç olması ile mühür Halep Beylerbeyi İpşir Mustafa
Paşa’ya verilmiş ve o da ancak altı buçuk ay görevini ifa etmiştir. 43 Anadolu’dan
getirdiği sekbanların İstanbul’daki sipahi zorbaları ve yeniçerilerle birleşmesi ve Kara
Murad Paşa’nın oyunu sonucunda öldürülmüştür. Böylelikle Kara Murad Paşa ikinci
kez sadrazam olmuş ancak görevi süresinde oluşan ordu disiplinsizliği ve hazine açığı
sebebiyle istifa etmek durumunda kalmıştır.44
Ekonominin düzelmemesi ile hazinede açık oluşmuş, zayıf akçeden ulufe
ödenmesi ve esnafın bu paraları kabul etmemesi sonucunda sipahi ve yeniçeriler
mağdur olduklarını öne sürmeye başlamışlardır. Mağdur olmalarına sebep olan
kişilerin cezalandırılmasını talep etmişler ve bunun üzerine Padişah, asilerin ısrarı ile
saray ağalarını öldürtmek zorunda kalmıştır. Bu olay 8 Cemâzielevvel 1066/4 Mart
1656 yılında Çınar Vakası olarak tarihe geçmiştir. Katledilen kişilerin Sultan Ahmed
42
Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, 4/405.; Özcan, "Mehmed IV”, 28/415.; Pamuk vd., Osmanlı Tarihi, 311.
43
Fahri Çetin Derin, Abdurrahman Abdi Paşa Vekâyi’nâme’si (İstanbul: İstanbul Üniversitesi, Doktora
Tezi, 1993), 60.
44
Özcan, “Mehmed IV", 28/415.; Pamuk vd., Osmanlı Tarihi, 311.
16
Meydanı’ndaki çınar ağacına asılmalarından dolayı bu olaya Çınar Vak’ası veya
Vak’a-yı Vakvakiye denmiştir. 45 Çınar Vak’ası ardından veziriazamlık görevine
Zurnazen Mustafa Paşa, sonrasında ise Sivâyuş Paşa getirilmiştir. Sivâyuş Paşa’nın
vefatı ile de Boynueğri Mehmed Paşa sadrazam olmuştur.
Mehmed Paşa görevi sırasında Venedik donanması tekrar Çanakkale Boğazı’nı
kapatmış, Bozcaada, Limni ve Semadirek adaları işgal edilmiştir. 4 Ramazan 1066/26
Haziran 1656 yılında Kaptan-ı Derya Kemal Paşa Çanakkale Boğazında başarısız
olmuştur. Böylelikle İstanbul savunmasız kalmıştır. Venedikli tacirlerin pazara dahil
olma ihtimali karşısında halk panik olmuş ve yiyecek-eşya fiyatlarında görülen artış
hayatı daha da zorlaştırmıştır. Mehmed Paşa bu dönemde İstanbul’u korumak için bazı
önlemler almıştır. Örneğin maliyeyi rahatlatmak için imdâdiye adıyla vergi konulmuş
ancak halktan gerekli gelir sağlanamamıştır.46
Yaşanan siyasi ve iç sıkıntılar İstanbul ile sınırlı kalmamış, Anadolu’da da
asayişsizlik gittikçe artmış ve devlet otoritesi sarsılmıştır. Sultan İbrahim devrinden
kalma iç isyanlar ve eşkıyaların zulümleri daha da artmıştır. Dış ilişkiler açısından ise
Venedikliler, Bozcaada ve Limni’yi ele geçirmiş, Çanakkale boğazı gibi ekonomik
açıdan stratejik bir nokta kapatılmıştır. Yaşanan sıkıntıların çözümü için Valide
Turhan Sultan’ın, Kösem Sultan’ın vefatı sonrası artan nüfuzu ile Köprülü Mehmed
Paşa veziriazamlık görevine getirilmek istenmiştir.
1.2. KÖPRÜLÜLER DÖNEMİ: KÖPRÜLÜ MEHMED PAŞA
Köprülü Mehmed Paşa’nın Arnavut Berat sancağına bağlık Rudnik (Ruznik)
kasabasından olduğu söylenmekle beraber Selanik ile Üsküp arasında yer alan
Köprülü kasabasından olduğu da kaydedilmektedir. Ancak kaynaklarda asıl kabul
edilen Ruznik doğumlu olmasıdır. Babası mazuliyet zamanlarında eşinin Amasya’daki
45
M. Münir Aktepe, “Çınar Vak’ası”, TDV İslam Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları,1993), 8/302.
46
Pamuk vd., Osmanlı Tarihi, 313.; Özcan, “Mehmed IV", 28/ 415.
17
memleketi olan Köprülü kasabasında geçirmesi sebebiyle de kendisine Köprülü
lakabının verildiği ifade edilmektedir.47
Köprülü Paşa bir devşirme olması sebebiyle Enderun’da yetişmiş ve matbah-ı
amîre, hazîne-i amirede görevlendirilmiştir. Dönemin sadrazamlığı Hüsrev Paşa’ya
verilince onun hazinedarı olmuş ancak Hüsrev Paşa’nın katli ile görevi son bulmuştur.
Ardından sancak beyliği, sipahi ve silâhdar ağalığı, vali, beylerbeyi gibi görevlerde
bulunmuştur. Kubbe vezirliğine 48 atanarak sadaret makamında yolu açılmış ve
1067/1657 yılında Boynueğri Mehmed Paşa yerine sadaret makamına tayin
edilmiştir. 49 Göreve getirilmeden Valide Sultan ve IV. Mehmed’e; icraatlarına,
tayinlerine karışılmamasını, yönetimde yetkilerinin sınırlandırılmaması gibi yetkiler
talep etmiştir. Bu talepler doğrultusunda göreve getirilmiştir.50
Daha önce çok fazla dikkat çekmemiş yaşlı bir vezirin sadaret makamına
getirilmesi saray çevresinde şaşkınlıkla karşılanmıştır. 51 Memuriyet zamanlarında
etrafının dikkatini çekmiş, devlet işlerinde oluşan problemleri çözebilecek biri olduğu
anlaşılmıştır.52 Bu sebeple tecrübeli devlet ricalinden birinin siyasi açıdan çalkantılı
olduğu bir dönemde göreve gelmesi Osmanlı Devleti açısından önemli bir adım
olmuştur. Nitekim görevi boyunca yaptığı çalışmalar ile yükselişe sebep olmuştur.
Köprülü göreve gelmesi ile siyasi açıdan konumunu sağlamlaştırmayı
amaçlamıştır. Bu amaçla kendisinin yerine getirilmek istenen Kaptanıderya Seydi
47
Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, 4/414.; Mücteba İlgürel, “Köprülü Mehmed Paşa”, TDV İslam
Ansiklopedisi (Ankara: TDV Yayınları, 2002), 26/258.
48
Veziri azamdan sonra gelen vezir olarak görev yapmaktadır. Divan azalığı görevi olmasıyla beraber
veziri azam padişahla beraber sefere gittiğinde kaymakam olarak tayin edilmektedir.
49
Fahri Çetin Derin, Abdurrahman Abdi Paşa Vekâyi’nâme’si (İstanbul: İstanbul Üniversitesi, Doktora
Tezi, 1993), 103.
50
Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, 4./417.; İlgürel, “Köprülü Mehmed Paşa”, 26/258.; Pamuk vd., Osmanlı
Tarihi, 313.
51
Pamuk vd., Osmanlı Tarihi, 313.
52
Uzunçarşılı, Osmanlı Tarih, 3/259.
18
Ahmed Paşa’yı Bosna valiliğine atamıştır. Paşa, Osmanlı toplumunu ve devlet
idaresini bir diğer çalkantılı sürece götüren Kadızâdeliler hareketinin başı olan
Mehmed Efendi taraftarlarıyla, Halveti şeyhi Abdülmecid Sivâsî taraftarları arasında
oluşan karışıklığa müdahale etmiş ve olayın müsebbiplerini Kıbrıs’a sürgüne
göndermiştir. İsyan hazırlığında olan yeniçeri ocağı ile bir ittifak sağlamış ve
Padişah'ın hatt-ı hümayunu ile isyancıların sipahi kadrolarından temizlenmesini
sağlamıştır. Tüm bunlara ilaveten, Osmanlı aleyhine birtakım işlerde bulunan Patrikli
Partenious’un idamını isteyerek bir radikal adım daha atmıştır.53
Köprülü Mehmed Paşa siyasi otoritesini kurduktan ve Osmanlı’nın iç işlerini
düzene koyduktan sonra büyük bir mesele haline gelen Çanakkale Boğazı’ndaki
ablukayı kaldırmaya yönelmiştir. 1657’de Boğaza yapılan sefer sonucunda İstanbul’u
tehdit eden Venedik donanması Çanakkale’de büyük bir hezimete uğratılmıştır. İşgal
altında kalan Limni ve Bozcaada’yı geri alarak Ege kıyılarının güvenliği
sağlanmıştır. 54 Böylelikle bir süredir durmak zorunda kalan İstanbul’a ticaret akışı
devam etmiştir.
17. yüzyıl hem iç isyanlar hem siyasi sınırların yeniden çizilmesi açısından
oldukça zorlu geçmiştir. Merkezi otoriteyi sarsmaya yönelik yapılan olaylardan biri de
günümüzde Macaristan topraklarında yer alan, Mohaç Muharebesi sonrası Osmanlı
Devleti’ne bağlanan Erdel’de II. Rakoczy'nin Leh krallığını elde etmek için faaliyet
içerisinde olmasıydı. Kendisi İsveç kralı ile anlaşmış, Eflak ve Boğdan beylerini de
ortak etmiştir. Tüm bunlarla mücadele etmek için Köprülü Mehmed Paşa Eflak ve
Boğdan voyvodalarını azletmiş, 1658 yılında Belgrad üzerinden Yanova’ya yürümüş
ve şehri Osmanlı topraklarına katmıştır. Bunun üzerine Prens kaçmış ve
yakalanamamıştır. Bu sırada Veziriazam, Celali Abaza Hasan Paşa isyanı sebebiyle
Anadolu’ya geri dönmek zorunda kalmıştır.55
53
İlgürel, “Köprülü Mehmed Paşa”, 26/259. ;Pamuk vd., Osmanlı Tarihi, 313.
54
Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, 4/414.
55
İlgürel, "Köprülü Medmed Paşa", 26/258.
19
Abaza Hasan Paşa ve taraftarları Veziriazam Köprülü Mehmed Paşa’yı
görevinden azlettirmeye çalışmış ancak başarılı olamamışlardır. 56 Bu başarısızlık
sonucunda Anadolu’yu karıştırmaya, padişahın otoritesini zorlamaya yönelmişlerdir.
Bursa ve etrafını yağmalamış, Serasker Murtaza Paşa ile gönderilen orduyu Ilgın’da
mağlup etmiştir. Ancak merkezi devletin uyguladığı abluka faaliyetleri sonucunda
zayıflamıştır. Bir süre Ayntab’ta direnmişse de erzak kıtlığı ve baskı sonucunda
Halep’e çekilmek zorunda kalmıştır. Paşa burada yakalanmış ve idam edilmiştir.
Böylelikle Abaza Hasan Paşa öncülüğünde Anadolu’da çıkan büyük bir isyan
bastırılmıştır. Köprülü döneminde Osmanlı Devleti içeride ve dışarıda istikrarını
sağlamış oldu denilebilir.57
Köprülü Mehmed Paşa ihtiyarlığı sebebiyle padişahla birlikte bulunduğu
Edirne’de 30 Ekim 1661 yılında vefat etmiştir.58 Ardından hanlar, camiler, mescidler,
mektepler, çeşmeler gibi hayır eserleri bırakmıştır. Hayatta olduğunda İstanbul’da bir
külliye inşaatı başlatmış, oğlu Fazıl Ahmed Paşa tarafından tamamlanmıştır.59 İstanbul
Suriçi Çemberlitaş Divanyolu’nda bulunan kabrindeki,
Devlet-i Hân Mehemmedde Mehemmed Paşa
Beş sene on üç ay oldı vezir-î âzam
Ahdiyâ oldı vefâtına bu mısrâ târih
Köprili mülk-i âdem köprüsine basdı kadem
Kıtasıyla görev süresi kaydedilmiştir.60
56
Fahri Çetin Derin, Abdurrahman Abdi Paşa Vekâyi’nâme’si, 104.
57
İlgürel, “Köprülü Mehmed Paşa”, 26/259.; Özcan, “Mehmed IV", 28/415.
58
Nişancı Mehmed Paşa, Hâdisât (Nişancı M.Paşa Tarihi ve Osmanlı Tarihi Zeyli) (İstanbul: Kamer
Neşriyat ve Dağıtım, 1983), 255.
59
İlgürel, “Köprülü Mehmed Paşa”, 26/260.
60
Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, 4/417.
20
6 Rebiülevvel 1072/ 30 Ekim 1661’de Köprülü Mehmed Paşa yerine oğlu Fazıl
Ahmed Paşa sadrazamlığa getirilmiş ve bu dönemde yükseliş devrini hatırlatan
çalışmalar olmuştur. Köprülü Mehmed Paşa’nın birçok iç meseleyi halletmiş olması
sebebiyle, Fazıl Ahmed Paşa dış meselelerle ilgilenmiştir. Özellikle Venedik ve
Fransızlara, Orta Avrupa’da Lehistan’a ve Avusturya’ya karşı Osmanlı Devleti’nin
gücünü göstermiştir. 1075/1664 yılında Uyvar’ın fethi Avusturya ile 20 yıl sürecek
Vasvar Antlaşması ile sonuçlanmıştır. 1080/1669 yılında ise yirmi beş yıl süren Girit
meselesi çözülmüştür.61
Bâlîzâde Mustafa Efendi Köprülü Mehmed Paşa veziriazam olduğu tarihlerde
şeyhülislamlık yapmıştır. Kaynaklarda Bâlîzâde’nin azledilme sebebi olarak
Köprülü’nün ıslahatlarına ayak uyduramadığı ifade edilmektedir. 62 Bâlîzâde’den
sonra Köprülü tarafından göreve getirilen Bolevî Mustafa Efendi ise Köprülü’nün
Girit Serdarı Deli Hüseyin Paşa için istediği idam fetvâsını vermemesi sebebiyle
görevinden azledilmiştir.63
17. yüzyıl devlet yönetimi açısından zorlukların yaşandığı görülse de bir çocuk
padişahın tahta geçişi ve otuz dokuz yıl görevde bulunması, kurumsallaşmış bir devlet
yapısının oluştuğu görülmektedir. Yaşanan iç isyanlar, ekonomik dinamiklerin
bozulması, yangınlar ve bununla beraber ticari yolların kapanması gibi bir devleti
zafiyete uğratacak birçok sebeple karşılaşılmıştır. Ancak Köprülüler dönemi ile
yönetimde ve siyasi dengelerde bazı iyileştirilmeler yapılmış, ikinci yükseliş dönemi
olarak değerlendirilmiştir.
61
62
63
Nişancı, Hadisât, 255.Özcan, “Mehmed IV", 28/416.; Pamuk vd., Osmanlı Tarihi, 318.
Mehmet İpşirli- Eyyüp Said Kaya, “Bâlîzâde Mustafa Efendi”, TDV İslam Ansiklopedisi (İstanbul:
TDV Yayınları, 2006), 31/294.
İpşirli-Kaya, “Bâlîzâde Mustafa Efendi”, 31/296.
21
1.3. 17. YÜZYIL OSMANLI DEVLETİ’NDE KADIZÂDELİLER
17. yüzyılda askeri ayaklanmaların sık sık olması, sultanların katli, validelerin
devlet işlerine müdahaleleri, ocak ağalarının baskı dönemi gibi disiplinsizlikler
içerisinde toplum bazı vaizlere sarılmıştır. Kadızâdeliler olarak anılan vaizler,
Osmanlı toplumunda dini ve içtimaî birtakım fikirler öne sürmüş ve devlet içerisinde
ortaya çıkan problemlerin dini hayatta yozlaşma yaşanmasından dolayı olduğunu iddia
etmiştir. Kendileri bidatları yok ederek İslam’ın özüne dönülmesi gerektiğini
savunmuş, bu fikirleri toplumda bazı ayrılıklara sebep olmuştur.
Kadızâdeliler hareketinin ilk ortaya çıkışı, 16. Yüzyılda Birgivi Mehmed Efendi
(öl. 981/1573)’nin idareye ve tarikat mensuplarına cephe alması ile başlamıştır. 13.
yüzyıl Hanbeli ulemasından İbn Teymiyye (öl.728/1328)’nin görüşlerine dayanan bu
hareketin Osmanlı devletindeki öncüsü Kadızâde Mehmed Efendi’dir. Birgivi’ye ait
Tarîkat-i Muhammediye ve Vasiyetnâme eserleri Kadızâdeliler grubunun esas kaynağı
olmuştur.64
Kadızâdeliler hareketinin çıkış amacının dinin aslına dönmek ve bidatlardan
temizlenmek olarak kabul edilir. Bu hareketin devletin bütün kademelerine yaymayı
hedeflemişlerdir.
65
Kadızâdeliler'in tarikat ve tasavvufa olan tutumuna karşı
Abdülmecid Sivâsi tarikat ve tasavvufu savunmuş böylelikle Kadızâdeliler ve
Sivâsiler tartışması ortaya çıkmıştır. Aralarındaki tartışmaların asıl sebepleri arasında
tasavvufi uygulama ve düşünceler, ibadetler, içtimai ve sosyal hayatla ilgili meseleler
olarak kategorize edilmiştir.66
Mehmed Efendi semâ ve devran, aklî ilimlerin tahsili, ezan, mevlid ve Kur’an’ın
makamla okunması, tasliye ve tarziye, türbe ve kabir ziyareti, cemaatle nâfile namaz
64
Cengiz Gündoğdu, “XVII. Yüzyilda Tekke-Medrese Münâsebetleri Açisindan SivâsilerKadızâdeliler Mücâdelesi”, 38.
65
İbrahim Kutluay, Osmanlı Döneminde XVI ve XVII. Yüzyıllarda Kurulan Dârülhadislerin Müfredatı,
İlmî Seviyeleri ve Kadızâdeliler Hareketinin Dârülhadislerin Çoğalmasındaki Rolü, Mîzânü’l-Hak:
İslami İlimler Dergisi, 9 (Aralık 2019), 38.
66
Semiramis Çavuşoğlu, “Kadızâdeliler”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (İstanbul: TDV
Yayınları, 2001), 24/100.
22
kılınması, tütün ve kahve içilmesi, musâfaha ve inhinâ konusunda olumsuz bir tavır
almış, bunların tamamını bid‘at ve haram saymıştır. Ayrıca Hızır’ın hayatta
olmadığını, Resûl-i Ekrem’in ebeveyninin ve İbnü’l-Arabî’nin kâfir olduğunu,
Firavun’un imanının geçersizliğini, devlet katında yapılan bazı işler karşılığında alınan
paranın rüşvet değil ücret olduğunu, Yezîd’e lânet gerektiğini ileri sürmüştür.67
Padişahların uygulamalarına fetvâ ve destek vererek siyasi nüfuz elde etmiş, bu
nüfuzu kendi fikirlerini hâkim kılma amacıyla kullanmışlardır. Kadızâde Mehmed, IV.
Murad dönemindeki en önemli vaizlerden biri olmuş ve padişahın kararlarını
desteklemiştir. Mehmed Efendi halk tarafından sevildiği için ve padişah da halkın
desteğine ihtiyaç duyduğu için kendisini himaye etmiştir. Ayasofya vaizliğine
getirilmiş ve bu görevlendirme ile Kadızâdeliler fikirlerini daha geniş halk kitlelerine
iletebilmişlerdir. Padişah üzerindeki etkilerine örnek olarak Kadızâde Mehmed
Efendi, IV. Murad’a 1633’te İstanbul’da Cibali’de meydana gelen büyük yangının
fâsıkların kahvehanelerde tütün içmelerinden kaynaklandığını iddia etmiş ve bunun
sonucunda kahvehaneler yıkılıp tütün kullanımı yasaklanmıştır.68
Kadızâdeliler, Ayasofya başta olmak üzere İstanbul’daki belirli camiilerde
vâizlik yapmaları sebebiyle fikirleriyle toplumu etkilemişler, başlattıkları dini
taassupla halk arasında çatışmaya ve devlete karşı bir tutuma sebep olmuşlardır.
Osmanlı seçkin sınıfı, tasavvufu benimsemiş, zaviye- tekkeleri korumuşlardır. 69
Kadızâdeliler’in bu tavırları karşısında devletin dini temsilcisi olan şeyhülislamlar
halkın huzursuzluğunu gidermek için hedef alınan sûfiler ile Kadızâdeliler arasında
arabuluculuk yapmışlardır.70
67
Halil İnalcık, Osmanlı Tarihinde İslâmiyet ve Devlet (İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2019),
121-122.; Çavuşoğlu, “Kadızâdeliler”, 24/100.
68
Kutluay, Osmanlı Döneminde XVI ve XVII. Yüzyıllarda Kurulan Dârülhadislerin Müfredatı, İlmî
Seviyeleri ve Kadızâdeliler Hareketinin Dârülhadislerin Çoğalmasındaki Rolü, 39.
69
İnalcık, Osmanlı Tarihinde İslamiyet ve Devlet, 117.
70
Faroqhı (ed.), Türkiye Tarihi, 3/272.
23
IV. Murad döneminde yayılan Kadızâde fikirlerinin IV. Mehmed dönemindeki
ismi Üstüvani Efendi olmuştur. Üstüvani Efendi, Mehmed Efendi gibi Ayasofya’da
vaazlar vermekte aynı zamanda da saray iç oğlanları ve bostancılara ders vermekteydi.
Üstüvâni’nin şöhreti saray içerisinde yayılmış padişah hocası olan Reyhan Efendi’de
Üstüvani ile bir yakınlık kurmuştur. Bir müddet sonra vaazlarıyla iyice tanınmış ve
padişah şeyhi unvanına sahip olmuştur.71
Kadızâdeliler’in saraydaki nüfuzu, taraftarlarının çoğunluğunun katledildiği
Çınar Vak‘ası’na kadar sürmüştür. Çınar Vak‘ası’ndan sonra sadrazamlığa getirilen
Boynueğri Mehmed Paşa, tayin işlerini bizzat kendisi yapmaya başlayınca,
Kadızâdeliler bundan rahatsız olmuş, Venedik donanmasının Çanakkale Boğazı’nı
abluka altına almasını fırsat bilerek bu durumun zulmün, rüşvetin artmasından,
bidatların çoğalmasından, vezirle müftünün tarikat ehlini himayesinden kaynaklandığı
yolunda vaazlarla halkı tahrike başlamışlardır. Ardından Köprülü Mehmed Paşa’nın
sadâretinin sekizinci günü Fâtih Camii’nde müezzinler cuma namazı sırasında na‘t-ı
şerif okurken Kadızâdeliler bunlara engel olmak için harekete geçtiler, fakat bu
teşebbüsleri başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Daha sonra Kadızâdeliler toplanarak
İstanbul’da bulunan bütün tekkeleri yıkmaya, rastladıkları dervişlere “tecdîd-i îman”
teklif edip kabul etmeyenleri öldürmeye, hep birlikte padişaha gidip bidatları
kaldırmak için izin istemeye, selâtin camilerinde tek minare kalacak şekilde diğer
minareleri yıkmaya karar vermişlerdir. Ertesi gün ellerinde taşlar ve sopalarla
taraftarlarını toplayarak Fâtih Camii’nde bir araya gelmiş, bu durum karşısında
sadrazamın elçi gönderip isyancılara nasihat etmesi fayda vermemiştir. Köprülü
Mehmed Paşa devrin tanınmış âlimlerini toplayıp Kadızâdeliler hakkındaki görüşlerini
sormuş ve meclisin kararını padişaha sunarak Kadızâdeliler’in katli için ferman
almıştır. Ancak bu ceza sürgüne çevrilerek hareketin liderleri olan Üstüvânî, Türk
Ahmed ve Divane Mustafa Kıbrıs’a sürülmüş, böylece hareketin ikinci safhası sona
ermiştir.72
71
Çavuşoğlu, “Kadızâdeliler”, 24/101.
72
Çavuşoğlu, “Kadızâdeliler”, 24/102.
24
1.4. ŞEYHÜLİSLAMLIK VE ŞEYHÜLİSLAMLIK TARİHİ
Şeyhülislâm, sözlükte Osmanlı Döneminde din işlerinden sorumlu kişi olarak
tanımlanmaktadır.73 Mehmet Erdoğan, “İslam’ın başı, reisi. Başlangıçta halk arasında
meydana gelen anlaşmazlık ve ihtilafları ilmen halle muktedir ilmi ve fazileti ile
tanınmış en yüksek zevata verilen unvan iken, sonraları resmiyet kazanmış ve sadece
müfti ve kadıların ilmiye müntesiplerinin mercii olma üzere Padişah tarafından ifta
makamına tayin olunan zat hakkında kullanılır olmuştur” şeklinde tanımlamaktadır.74
Osmanlı hukuku Hanefî fıkhının belirli bir dönemdeki tatbiki olarak kabul
edilebilir. 75 Bu hukukun uygulayıcısı ve devletteki temsilcisi ise şeyhülislamdır.
Şeyhülislamlığın dini bir müessese haline gelişi Osmanlı devletinin ilk yüzyıllarında
olmakla beraber, 16. yüzyılda Osmanlı ilmiye teşkilatını temsil ederek daha geniş
yetkiye sahip olmuştur. 17. yüzyılda gelindiğinde ise şeyhülislamlık makamının
nüfuzu devlet işlerinde artmış, 19. yüzyılda ise şeyhülislam divan üyesi olmuştur.76
Şeyhülislamlık kavramını “İslam’ın başı reisi” tanımıyla kabul eder ve makamın
ilk ortaya çıkışını ve görevlerini inceleyecek olursak Hz. Peygamber’in idaresinde
Medine’de kurulan devlete bakmak gerekecektir. Hz. Peygamber devletin yöneticisi
olmakla beraber ilk hâkimi ve ilk müftüsüdür. Tarih içerisinde kavramsallaşmış birçok
olayın ilk tecrübesi o dönemde yaşanmıştır. Günümüzde şeyhülislamlığın, anladığımız
manaya gelene kadar geçirdiği süreçlerden, aktarılan tecrübelerden bahsetmek yerinde
olacaktır. Burada tarihçilerin dönem tasnilerine ve tartışma konularına yer vermeden
kısa bir tarih özeti yapılacaktır.
73
Kanar, "Şeyhülislam", 550.
74
Erdoğan, "Şeyhu'l-İslam", Fıkıh ve Hukuk Terimleri Sözlüğü, ed. Hüseyin Kahraman (İstanbul: Ensar,
2019), 526.
75
Süleyman Kaya, “Fıkıh Tarihi Bağlamında Osmanlı Tecrübesini Doğru Anlamak”, 1.
76
Mehmet İpşirli, “Şeyhülislam”, TDV İslam Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 2010), 39/92.
25
İslam tarihi Mekke ve Medine dönemleri olarak incelenmekte, hicret bir dönüm
noktası sayılmaktadır. Bu dönüm noktası sadece Müslümanların çilelerini azaltan, hür
yaşamalarına sebep olan bir kırılma değil aynı zamanda bir devlet oluşumunun ilk
adımıdır. Hz. Peygamber’in Medine’ye hicreti ile Mescid-i Nebevi inşaatı, Medine
Vesikası gibi günümüzde bir devletin resmîleşmesi için gerekli görülen çalışmaları
sahabeler ile tamamlamış ve bir toplum düzeni ortaya konmuştur.
Hz. Peygamber döneminde hukuk kuralları tedrici olarak ortaya konmuş,
vefatına kadar bu usul devam etmiştir. Aynı zamanda bu durum Kur’an ve sünnetteki
esasları yorumlamak, benzer hadiselere tatbik etmek gibi hukuki yorum usulünün
tecrübe edilip Müslümanlar arasında gelişmesini sağlamıştır.77 Böylelikle sahabeler,
Hz. Peygamber’in vefatı ile hukuki olayları yorumlama ve tatbik etmeye dair bir
külliyata sahip olmuşlardır. Medine’de kazâi işlerin çoğalması ile Hz. Peygamber bazı
sahabeleri yetkilendirmiş, fetihlerle beraber İslam devletine katılan topraklara valiler
tayin ederek onları hukuki işlerden sorumlu tutmuştur.78
Hz. Peygamber’in vefatı ile devlet yönetimi, “Halifeler Dönemi (632-661)” olan
dört halifeye sırasıyla intikal etmiştir. Bu dönemlerde pek çok toprak İslam Devlet’i
bünyesine katılmıştır. Katılan topraklarla beraber birçok kültür ile karşılaşılmış ve
yeni toplumlar, yeni problemleri beraberinde getirmiştir. Bu durumda ortaya çıkan
yeni hukuki problemler, o bölgede bulunan hukukçular veya bölgenin yetkilileri
tarafından çözülmek üzere hilafet merkezine intikal ettirilmiştir. Halifeler doğrudan
devletin hukuki işlemlerinde İslam hukukunun teşekkülünde rol oynamışlardır. Ortaya
çıkan hukuki problemlerin halifelere arz edilmesinde, ilk dört halifenin Hz.
Peygamber’in bizzat yanında, en yakınında yetişmiş olması gibi özel sebepler
bulunmaktadır.79 Burada halifelerin yargı teşkilatına dair yaptıkları düzenlemelerden
bahsedilecektir.
77
Prof. Dr. Mehmet Âkif Aydın, Türk Hukuk Tarihi (İstanbul: Beta, 2018), 45.
78
Prof. Dr. Fahrettin Atar, İslam Yargılama Hukukunun Esasları (İstanbul: İFAV, 2013), 62.
79
Aydın, Türk Hukuk Tarihi, 47.
26
Hz.
Ebubekir
döneminde
devletin
teşkilatlanması
toprakların
fazla
genişlememiş olması sebebiyle henüz bir yapılanmaya gidilmemiştir. Ancak Hz. Ömer
döneminde bürokrasinin daha canlı olduğu görülmektedir. İlk halife döneminde ortaya
çıkan hukuki durumlarda sahabeler bir araya gelerek rey ve içtihatlarda bulunarak
problemleri çözmüştür. Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer döneminin hukuki açıdan
farklarından biri toplu içtihatların yapılmasıdır. Diğer halifeler döneminde de icma
sayılabilecek derecede ictihad faaliyetinde bulunmuşsa da dönemlerinin siyasi
sebepleri, bu ortamın oluşmasını önemli ölçüde etkilemiştir. Hz. Ömer döneminde
hukukçu sahabe görüşlerine verilen önemden dolayı Medine dışına çıkılmamaları
istenmiştir. Bu dönemde yargı ile yürütmenin birbirinden ayrılmış, ilk kez İslam
devletinin çeşitli bölgelerine idarecilerden ayrı ve bağımsız olarak kadılar atanmıştır.80
Valinin yargı ve yürütme yetkisinin olduğu bazı vilayetlere ilk kez kadı tayin
edilerek bir şahsa yargı görevi tedvin edilmiştir. Hz. Osman’ın hilafetine kadar kadılar
davalara camilerde, evlerde ve benzeri mekanlarda bakarken bu dönemde davaların
bakılacağı dâru’l-kazalar ihdas edilmiştir. 81 İlk dört halifenin devlet yönetimi ve
hukuki meselelerde farklı uygulamalara gidildiği görülmemekle beraber hilafetin
tabiin dönemi olarak adlandırılan Emeviler Devleti’nde bürokrasinin ağır bastığı bir
dönemin başladığı söylenmektedir.82
Devletin adli teşkilat yapısı, kadılık teşkilatı, hisbe teşkilatı ve mezâlim
mahkemeleri tarafından yürütülmekteydi. Adli işlerde fakihler arasından seçilen
hakimler görevlendirilmişti. Bu dönemde şehirlerde söz sahibi olan valiler, yasama,
yürütme, yargı yetkisine sahip olmakla beraber yargı yetkisini kadılara devretmiş ve
onların atamasını da kendileri yapmıştır. Hisbe teşkilatı ise çarşı ve pazarları, ölçü ve
tartı aletlerini, gıda maddelerini kontrol eder, borçluların borçlarını vaktinde
80
Aydın, Türk Hukuk Tarihi, 48.; Yakut, Şeyhülislamlık Yenileşme Döneminde Devlet ve Din, 22.; Atar,
İslam Yargılama Hukukunun Esaslar, 63.
81
Atar, İslam Yargılama Hukukunun Esasları, 63-64.
82
Yakut, Şeyhülislamlık Yenileşme Döneminde Devlet ve Din, 22.
27
ödemelerini
sağlardı.
Mezâlim
mahkemeleri
ismini
verdikleri
üst
merci
mahkemelerde, nüfuzlu kişilerin haksızlık yapmalarını engellemek amacıyla kurularak
kadıların aciz kaldıkları davaları halifelere, valilere veya vekalet sahibi kadı’l-mezalim
başkanlığına devrederdi. Böylelikle davaların çözümü sağlanırdı.83
Bu dönemde kadı’l-mescidler (mescit kadıları) olarak bilinen, alacak ve nafaka
davalarına bakmak üzere mekanlar oluşturulmuştu. Bazı kadılara yargı görevinin yanı
sıra hatiplik, vaizlik gibi görevler de verilmişti. Emevî Devleti’nin sonlarına doğru
bazı mahkemelerde yargı kararları kaydedilmeye başlandı ve mezâlim mahkemesi,
hisbe ve şurta teşkilatları da belirlenen esas ve yetkiler dahilinde yargı görevini ifa
etti.84
Emevî Devleti ardından kurulan Abbâsi Devleti’nde (750-1258) yargı teşkilatına
dair bazı değişiklikler yapılmıştır. Bu dönemde kadılar, valinin hukuki katipliğinden
çıkarılıp halifeliğin sorumluluğuna verilmiştir. Böylelikle kadılar siyasi otoriteye
bağlanmış ve bağımsızlık hareket etmeleri kısıtlanmıştır.85
Abbasi Devleti’nde diğer teşkilatlardan farklı olarak karşımıza kadı’l-kudât
müessesi çıkmaktadır. Kâdi’l-kudât, III. (IX.) yüzyılın sonlarına kadar başşehrin
kadısının unvanı iken sonrasında bölgenin yargı teşkilatının üst yöneticisinin unvanı
olarak kullanılmaya başlanmıştır. “Kâdı’l-memâlik, kâdı’l-âfâk, el-kâdı’l-kebîr” gibi
unvanlar da aynı anlamda kullanılmıştır. İlk kez Abbasî devletinde kurulan bu teşkilat,
birçok İslam devletinde de devam etmiştir.86
83
İsmail Yiğit, “Emevîler”, TDV İslam Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları 1995), 11/96.
84
Atar, İslam Yargılama Hukukunun Esasları, 64.
85
Yakut, Şeyhülislamlık Yenileşme Döneminde Devlet ve Din, 23.
86
Şükrü Özen, “Kâdı’l-Kudât”, TDV İslam Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 2001), 24/77.; M.
Akif Aydın, Osmanlı Devleti’nde Hukuk ve Adalet (İstanbul: Klasik, 2017), 42.
28
Kâdîl-Kudât, sözlükte baş kadı anlamına gelmektedir. “Hukuk davaları ile şer’i
ahkâmı hal ve fasl, velileri, vâsileri nasb, evkaf işlerini görmek, kendi yerine naibler
atamak gibi konularda ulu’l-emr tarafından yetkili kılınmış en yüksek hâkimdir.”87 Bu
makamdaki insanlar halifeyi temsil ederler. Aynı dönemde Endülüs Emesilerinde
(756-1031) Kadı’l-Cünd adında, vali tarafından atanan bir görevli bulunmaktadır.
Onların cuma namazı kıldırmak, vakıfların, beytü’l-malın işleyişini denetlemek,
evlilik-boşanma, miras ve mülkiyet gibi muâmelât konularında davalara bakmak gibi
görevleri söz konusuydu. Fatımiler Devleti’nde (909-1171) ise diğer devletlerden
farklı olarak, vezirlik görevindeki kişiler kâdi’l-kudâtlık yaparak yargı, dini ve siyasi
yetkiye sahip olmuşlardır.
Eyyûbî Devleti’nde (1171-1462) adliye teşkilatının başında, sultanlar tarafından
atanan kâdi’l-kudât bulunmaktadır. Onların da davaları karara bağlamak, kararların
uygulanmasını sağlamak gibi hukuki yetkileri söz konusuydu. Bu görevdeki kişiler
halifenin vekili olduğu için şeri emirlerin yerine getirilmesini sağlarlardı. Bu sebeple
de kâdi’l-kudât, dini alanda dönemin en yüksek makamıydı. Fetvâ vermekle yükümlü
kişiler şeyhülislam olarak anılmaktaydı. 88 Eyyûbi Devleti’ne kadar yetkili tek bir
kâdi’l-kudât varken, mezheplerin ortaya çıkışı ve toprakların genişlemesiyle Memlük
Devleti’nde (1250-1517) dört mezhep için dört ayrı kâdi’l-kudât atanmıştı. Kâdi’lkudâtlık, devlet teşkilatı içerisinde de makam olarak en yüksek dini makam
sayılıyordu. Onlar hukuki işlere, davalara bakmak ve sonuçlandırmakla görevliydiler.
Şeri işler hakkında fetvâ vermekle yükümlü her mezhep için farklı müftüler devlet
tarafından görevlendirilmekteydi.
Büyük Selçuklu Devleti’nin (1040-1194) hukuki yapısı şer’i ve örfi olarak iki
kola ayrılmakta ve şer’i davalarla kadılar, örfi davalarla emir-i dâd adlı görevliler
ilgilenmekteydi. Büyük Selçuklu Devleti’ne bağlı olan, sonrasında bağımsızlığını
kazanan Kirman Selçukluları’nda ulema sınıfından şeyhülislam unvanı taşıyan bir kişi
87
Erdoğan, "Kâdîl-Kudat", 284.
88
Yakut, Şeyhülislamlık Yenileşme Döneminde Devlet ve Din, 22-23.
29
devlet yapılanmasında görev almaktaydı. Yine Büyük Selçuklu’nun batı kolu olarak
bilinen Anadolu Selçuklu Devleti’nde (1074-1277) şer’i ve hukuki işlerde kadılar
ilgilenmekteydi. İlmiyye sınıfının başı olan kâdi’l-kudât dönemin Konya kadısı
olmakla beraber şehirlerde ders veren müderrislerin başı olarak gösterilmiş ve
şeyhülislamlık unvanı verilmiştir. Devlet içerisinde fetvâ verme yetkisi sadece
şeyhülislamda değil dönemin müderrislerine de aitti. Başkentte görevli şeyhülislam
dini ve ilmi tartışmaları, içtihatlarda fetvâ farklılıklarını çözmekteydi.89
İran Safevî Devleti’nde de görevli şeyhülislamlar bulunmakta ve bu unvan şehir
müftüleri için kullanılmaktaydı. 90 Şeyhülislamlık sadaret makamının altında yer
almakla beraber görevdeki kişilerin hal ve tavırları görevlendirmede etkiliydi. Cuma
imamlığı, yetim malların kontrolü gibi sorumlulukları da vardı. Devlet içerisinde dini
makamların en üstü “sadr” unvanındaki kişilerdi. Bu kişinin şeyhülislam ve baş
kadıları atama yetkisi olmakla beraber dini vakıflarla da ilgilenmekteydi. Ancak ana
görevi Şii propagandasını yönetmekti.91
Osmanlı devletinde kendisine soru sorulan, şer’i ve hukukî meselelere dair dini
hükümlere uyarak karar veren zata müftü, verilen karara fetvâ deniyordu. Müftü
kendisinden istenen fetvâyı Hanefî mezhebinin muteber metinlerinden olan el-Muhtâr
ve el-İhtiyâr, Kenzü’d-dekâik, Vikâyetü’r-rivâye fî mesâili’l-Hidâye, Mecmau’lbahreyn ve mülteka’n- neyyireyn, Muhtasaru’l-Kudûrî eserlerinden ve bu eserlerin
şerh ve haşiyelerinden yanı zamanda diğer Hanefî eserlerine müracaat ederek
vermekteydi.92
89
Yakut, Şeyhülislamlık Yenileşme Döneminde Devlet ve Din, 24,25.
90
Yakut, Şeyhülislamlık Yenileşme Döneminde Devlet ve Din, 25.
91
Yakut, Şeyhülislamlık Yenileşme Döneminde Devlet ve Din, 26.
92
Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Osmanlı Devleti'nin İlmiyye Teşkilatı (Ankara: Türk Tarih Kurumu
Basımevi, 1988), 173.
30
Osmanlıda Şeyhülislamlık makamının ortaya çıkışı, ilk şeyhülislamlar ile ilgili
farklı fikirler öne sürülmekle beraber günümüzde anladığımız şeyhülislamlık
makamının kuruluşu Fatih dönemidir. Makamın çıkışının Fatih dönemine
dayandırılmasının sebebi şeyhülislamın görevlerde bağımsız olmasıdır. II. Murad
döneminde fetvâ vermekle yükümlü makam bulunmakta ancak diğer görevlerinde
bağımsız değildi. Fetvâ veren alimler, müftî ve şeyhülislam unvanlarını alarak
resmiyet kazanmıştır.93 Bunlardan biri de Osmanlı devletinin ilk şeyhülislamı olarak
bilinen Molla Fenarî’dir. İlmi faaliyetleriyle Sultan İkinci Murat Han’ın iltifat ve
teveccühlerine de mazhar olan Molla Fenârî, sultan tarafından müftîlik ve kadılık
makamının en yüksek derecesi olan şeyhülislamlık vazifesine tayin edilerek, Osmanlı
Devleti’nin ilk şeyhülislamı olmuştur.
Şeyhülislamlığın en yüksek hukuki ve dini makam olması Zenbilli Ali Efendi
(öl. 932/1526), İbn Kemâl (öl. 940/1574) ve Ebussuud Efendi (öl. 982/1574)
devirlerinde gerçekleşmiştir.94
Devletin baş müftüsü olan şeyhülislam, 16. yüzyıldan itibaren ilmiye sınıfının
başı olarak kabul edilmiştir. O, hiyerarşinin en başı olması sebebiyle hukuki
ayrılıklarda da son sözü söylemek, ihtilafları meselelerde ortak bir bağlam bularak
toplumsal düzeni sağlamaktaydı.95
Osmanlı şeyhülislamları sadece birer hukukçu değil aynı zamanda tarihçi,
edebiyatçı, biyografi yazarıydı. Şeyhülislam Karaçelebizâde (öl.1658), Şeyhülislam
Çelebizâde İsmail Asım (öl.1760), Kazasker Mehmed Râşid (öl.1735), müderris
Çeşmizâde Mustafa Reşid (öl.1770), kaza kadısı Şemdanizâde Süleyman (öl.1779)
önemli tarihçilerdendir.96
93
İlhami Yurdakul- Bilgin Aydın, “Şeyhülislamlık Kurumunun Tarihçesi, Kaynaklar ve İlgili
Literatür”, Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi 12/23 (ts.), 380.
94
Murat Akgündüz, “Osmanlı Devleti’nde Şeyhülislamlık”, Ağa Kapısından Şeyhülislamlığa: İstanbul
Müftülüğü (Ankara: TDV Yayınları, 2019), 15-16.
95
Suraıya Faroqhı (ed.), Türkiye Tarihi, 3/260.
96
Suraıya Faroqhı (ed.), Türkiye Tarihi, 3/261.
31
1.4.1. Şeyhülislamlık Tayini
Osmanlı devletinde beş asır boyunca yüz otuz bir müftü ve şeyhülislam görev
yaptığı kaydedilir. Devlet içerisinde göreve atanmaları padişah tarafından olmakla
beraber vezir-i azamın etkisi de büyüktü. Padişah zaman zaman kimsenin görüşünü
almadan da atama yapmaktaydı.
97
Ebussuud Efendi’ye kadar Şeyhülislam
atamalarında kesin belirlenen bir ilke olmadığı görülür. Bursa, İstanbul kadılığı,
Anadolu kazaskerliği ya da müderrislik görevlerinde bulunan kişiler göreve uygun
görülüp şeyhülislamlık makamına getirilirdi. 16. yüzyılda şeyhülislamların göreve
gelişi belirli bir tahsil ve görev hayatı olan ilim adamlarından seçilmesiyle beraber
Rumeli kazaskerliği yapanlar arasından getirildiği görülmektedir. Şeyhülislamlarda
ilmi ve hukuki tecrübeleri dışında siyasi ve idari uyum önemsenmiş, padişah ve
sadrazamlar kendilerine destek olacak kişileri seçmeyi tercih etmiştir. 98 17. yüzyıl
itibariyle, değişim ve yeniklere uyum sağlayabilecek şeyhülislamların seçildiği
kaynaklarda ifade edilir.99
Şeyhülislamlık süreci ilk olarak Mahrec adı verilen Halep, Eyüp, Galata, İzmir,
Kudüs, Selanik, Üsküdar ve Yenişehir kadısı olmak ile başlamaktadır. Ardından Erbaa
olarak bilinen Şam, Kahire, Bursa ve Edirne kadısı, Haremeyn kadısı, İstanbul kadısı,
büyük mevleviyetler, Anadolu kazaskeri ve son olarak Rumeli kazaskerliğidir.
Buradaki görevini de tamamlayanlar arasından şeyhülislam atanırdı.100
Şeyhülislam olacak kişi belirlendikten sonra vezir-i azam o kişi hakkındaki
arizayı101 padişaha sunar, o da dönemin sadaret kaymakamı şeyhülislamın konağına
tebrike gönderirdi. Sonrasında saraya gidilir padişah o kişiye şeyhülislam olarak
97
İpşirli, “Şeyhülislam”, 39/93.
98
Yakut, Şeyhülislamlık Yenileşme Döneminde Devlet ve Din, 31. İpşirli, “Şeyhülislam”, 39/92-93.
99
İpşirli, “Şeyhülislam”, 39/95.
100
Faroqhı (ed.), Türkiye Tarihi,.263/3
101
Alt rütbeliden üste yazılan yazı.
32
atadığını bildirir, aday kabul ettiği takdirde şeyhülislama samur kürklü bir hil’at
giydirirdi. Bir gün sonra vezir-i azam hediyeler gönderir, eyalet paşalarının kapı
kethüdaları yeni şeyhülislamı ziyaret ederek tebrik ve hediyelerini sunardı.102 Aynı
zamanda bu tayinler ruus defterlerine kaydedilmekteydi. Bu tayinler “müftîlik”,
“hizmet-i fetvâ”, “hizmet-i fetvâ der İstanbul”, “fetvâ-yı şerîf der İstanbul” gibi
başlıklar altında kaydedilmekteydi. 103
1.4.2. Şeyhülislamların Vazifeleri
Osmanlı Devleti içerisinde ulema sınıfının görevleri yargı, fetvâ, eğitim ve
öğretim olmak üzere üç ana görevden oluşmaktaydı. Sivil idarenin en küçük birimi
olarak tanımlanan kazanın temsilcisi kadılar, 104 müderrisler, müftüler bu görevleri
yerine getiren devlet memurlarıydı.
Şeyhülislamların fetvâ vermek, ilmiye sınıfını denetlemek, devletin eğitim
faaliyetlerinde söz sahibi olmak gibi görevleri vardır. Osmanlı devletinin ilk yıllarında
idari faaliyetlerinde ilmiye teşkilatı içindeki atamaları yapması dışında bir faaliyeti söz
konusu olmamıştır. Divan-ı Hümayunun asıl üyeleri arasında sayılmamaktadır. Bunun
sebepleri arasında ilk dönem devlet yöneticilerinin ulemadan olması ve şeriatla örfi
hukuku birleştirmeleriyle divanda ayrı bir dini otoriteye ihtiyaç duyulmaması yer
almaktadır. Divan içerisinde yargı kadrosunun başları olarak şeriatla ilgili soruları
çözen Rumeli ve Anadolu kazaskerleriydi. Aynı zamanda şeyhülislamın manevi bir
otorite olması sebebiyle vezir-i azamın hareketlerini kısıtlayabileceği fikri de divan
dışında tutulmasının sebebi olarak görülmüştür. Şeyhülislam devlet yönetiminin
merkezi olan divanlarda bulunmamakla beraber zaman zaman şeri bir sorunun çözümü
ya da yanlış bir kararın düzeltilmesi için davet edilmekteydi. Bununla beraber 17.
yüzyılda devletin sorunlarının görüşüldüğü meşveretlere katıldıkları ve etkili bir rol
aldıkları görülür. Yaşanan ekonomik krizler sebebiyle ortaya çıkan bütçe açıklarının
Akgündüz, “Osmanlı Devletinde Şeyhülislamlık”, 16.; Yakut, Şeyhülislamlık Yenileşme Döneminde
Devlet ve Din, 31.; İpşirli, “Şeyhülislam”, 39/94.
102
103
Yurdakul-Aydın, “Şeyhülislamlık Kurumunun Tarihçesi, Kaynaklar ve İlgili Literatür”, 389.
104
Schacht, İslam Hukukuna Giriş, çev. Mehmet Dağ, Abdulkadir Şener, 100.
33
kapatılması amacıyla düzenlenen meşveretlerde veziri azam, kaptan paşa, defterdar ve
sadreyn efendilerle (Rumeli ve Anadolu kazaskerleri) beraber şeyhülislamlar da bu
meşveretlerde bulunmuştur.105
Şeyhülislamların temel görevleri, kendilerine sorulan dini, siyasi ve idari
konularda İslam hukukuna özellikle Hanefî fıkhına uygun fetvâ vermekti.106 Fetvâlar
özel ve genel olarak ikiye ayrılmaktadır. Özel fetvâlar halktan kişilerin şer’i bir konu
hakkındaki sorularının çözümü için fetvâhaneye başvurarak aldıkları fetvâlardır.
Genel fetvâlar ise padişahın ve veziriazamın istekleri üzerine verilen fetvâlardır. Genel
fetvâların en önemlileri, kanunların şerileşmesine dair olan fetvâlardır. Osmanlı
Devleti’nde kanunlar şeriatla uyumlu olmaları açısından şeyhülislama başvurularak
görüşleri alınırdı. Özellikle toprak ve vergi hukukuyla ilgili örfi kanunların,
şeyhülislamlardan alınan fetvâlarla uygun hale getirildiği bilinmektedir. Bununla
beraber devlet içerisindeki örfi hukuk metinleri olarak sayılan kanunnamelerin
şeyhülislam tarafından onaylanması zorunlu değildi. Genel fetvâlar arasında padişahın
savaş, barış gibi ülkeyi ilgilendiren konularda şeyhülislamlardan istedikleri fetvâlar da
vardı.107
16. yüzyıla kadar idari görevleri müftü tayinleri ile sınırlı olmakla beraber
sonrasında kadı ve müderrislerin tayin, terfi işlemleri de şeyhülislamlar tarafından
tayin edilmektedir. 16. yüzyılın ilk yarısından itibaren şeyhülislamların görevleri
arasına Bayezid medresesi müderrisliği ve Sultan Bayezid evkafı nazırlığı eklenmiştir.
Sonrasında ise kadıaskerlerin, yüksel rütbeli müderrislerin, mevalilerin ve tarikat
şeyhlerinin tayin ve azilleriyle ilgilenmeleri de eklenmiştir.108
105
İnalcık, Devlet-i’Aliyye, 2/296. İpşirli, “Şeyhülislam”, 39/95.
106
İpşirli, “Şeyhülislam”, 39/94.
107
Yakut, Şeyhülislamlık Yenileşme Döneminde Devlet ve Din, 33-35.
108
Yurdakul-Aydın, “Şeyhülislamlık Kurumunun Tarihçesi, Kaynaklar ve İlgili Literatür”, 380.
Akgündüz, “Osmanlı Devleti’nde Şeyhülislamlık”, Ağa Kapısından Şeyhülislamlığa: İstanbul
Müftülüğü (Ankara: TDV Yayınları, 2019), 18.
34
16. yüzyılda baş müftü ve İstanbul müftüsü olarak da bilinen şeyhülislama özel
yetkiler verilmiştir. Şeyhülislam devletin en yüksek memurlarından olmasıyla beraber,
uygulanacak kanunların şeri hukuka uygun olmasında ve kadıların faaliyetlerinin
kontrol edilmesinde görevlendirilmiştir. 109 16. yüzyılın sonlarından itibaren ulema
sınıfındaki hiyerarşik yapılanmanın en üstünde yer almaya başlamış, yüksek rütbeli
müderris ve kadıları veziri azam atarken 1574 yılı itibariyle şeyhülislamlar tarafından
atanmaya başlanmıştır. Bu durum, şeyhülislamı doğrudan bürokrasinin içine soktuğu
ve teşkilatı yeniden şekillendirmesi yönünde değerlendirilir. Medreselerde görev
yapan müderrislerin tayinleri ise sadrazam ve kazaskerler tarafından yapılırken,
Ebussuûd Efendi dönemiyle beraber kırk akçeden fazla yevmiye alan müderrislikler
ve mevleviyet kadılıklarının atamaları şeyhülislamlar tarafından yapılmıştır.
Müderristen, Rumeli Kazaskerine kadar ilmiye mensuplarının atamaları ve
azillerinden şeyhülislamlar sorumlu tutulmuştur.110
Yapılan atamaların yanında müderrislerin terfi işlemleri, kadıların görev
sürelerini uzatma, bazı kazaların arpalık olarak kadılara verilmesi gibi işlemlerle de
ilgilenirdi. Aynı zamanda halkın dini görevlerini yerine getirmesinde yardımcı olan
imam, hatip, müezzin gibi din görevlilerin atamaları da bağlı oldukları vakıfların
mütevellisi şeyhülislama başvururdu.
111
Mevleviyyet
112
tayinlerinin yetkisi de
zamanla şeyhülislamlara verilmiştir. 17. yüzyıldan itibaren hekimbaşı, müneccimbaşı
ve dergahlara şeyh tayinleri gibi ilmiye sınıfının bütün tayinleri şeyhülislamlar
tarafından yapılmaktaydı.113
Şeyhülislamların asli görevinin fetvâ vermek olduğunu yukarıda belirtmiştik.
Fetvâlar, fetvâhanede verilmekteydi. Fetvâhane kurumu, halktan kişilerin yazılı, sözlü
109
Joseph Schacht, İslam Hukukuna Giriş, çev. Mehmet Dağ, Abdulkadir Şener (Ankara: Ankara
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, 1986), 98.
110
Akgündüz, “Osmanlı Devletinde Şeyhülislamlık”, 22.; Yurdakul-Aydın, “Şeyhülislamlık
Kurumunun Tarihçesi, Kaynaklar ve İlgili Literatür”, 388.
111
Akgündüz, “Osmanlı Devletinde Şeyhülislamlık”, 23.
112
Eyalet kadılığı.
113
İpşirli, “Şeyhülislam”, 39/94.
35
fetvâ taleplerine yanıt veren, başında “Fetvâ Emini” adlı görevlinin bulunduğu bir
devlet kurumudur. Fetvâ emini, şeyhülislama yöneltilen soruların fetvâlarını hazırlar,
dilekçeyle sorulan sorulara cevap verir, şer‘iyye mahkemelerinden verilen ilamları
incelerdi. Fetvâ emini, İslam hukukunu iyi bilen, güvenilir ve bilgili kimseler
arasından atanırdı. 1836 yılına kadar fetvâhanelerde görevli olarak şeyhülislam, fetvâ
emini ve memurlar bulunmaktadır. 114 Bu memurlardan biri sorulan sorularla ilgili
fetvâları kitaplardan çıkarıp kaleme alan müsevvidlerdir.115 Aynı zamanda kethüda,
telhisci, mektupçu görevlileri de bulunurdu. Kethüda, şeyhülislamın siyasi, mali
işlerinde ve vakıf işlemlerinde vekili konumunda olur, onun adına hareket ederdi.
Telhisçi, hukuka, dini işlere, kanunlara ait işlemlerinde devlet erkanıyla temasını
sağlar. Mektupçu ise şeyhülislamın makamından çıkan buyrultu, tayin rüûsu, berat ve
icazetnameleri yazan katiplerin başkanı konumundaydı. Ayrıca şeyhülislamın
fetvâlarının altına basılan mührü taşıdığından şeyhülislam mühürdarı olarak da
bilinirdi.116
Fetvâlar, uzun rulo kağıtlara ta’lik hattıyla yazılır, baş taraftaki dua cümlesinden
sonra soru ve cevap kısmı gelir en sonunda da imza bulunurdu.117 Fetvâların verilmesi
şu şekilde gerçekleşmektedir: Mesele olarak adlandırılan fetvâlar, fetvâ emini
kontrolünden geçtikten sonra mübeyyizler tarafından beyaza çekilip şeyhülislama
sunulur. Şeyhülislamın incelemelerinden sonra cevap kısımlarını imzalar, imzalanan
fetvâlar müvezziler tarafından fetvâyı isteyen kişiye ulaştırılırdı. Fetvâ karşılığında
verilen paranın bir kısmı fetvâ emininin olup kalanı diğer memurlara paylaştırılırdı.118
114
Yurdakul- Aydın, “Şeyhülislamlık Kurumunun Tarihçesi, Kaynaklar ve İlgili Literatür”, 383.
115
Karalama, taslak yapan kimse.
Akgündüz, “Osmanlı Devletinde Şeyhülislamlık”, 18.; Yakut, Şeyhülislamlık Yenileşme Döneminde
Devlet ve Din, 33.
116
117
Akgündüz, “Osmanlı Devleti’nde Şeyhülislamlık”, 21.
Akgündüz, “Osmanlı Devletinde Şeyhülislamlık”, 20.; Yakut, Şeyhülislamlık Yenileşme Döneminde
Devlet ve Din, 32.
118
36
1.4.3. Şeyhülislamların Görev Süreleri
Devlet tecrübesinde şeyhülislam azilleri genel olarak siyasi olaylardan
kaynaklandığı görülür. Sadrazamla olan anlaşmazlık, uyumsuzluk, isyanlara dolaylı
karışma, taraf tutma, ekonomik ve mali konularda muhalefet ya da görevde ihmal gibi
sebeplerden kaynaklanmaktadır.
Osmanlı devletinde 1424-1574 yıllarında on beş müftü ve şeyhülislam görev
yapmış, 1575-1730 yıllarında kırk üç, 1730-1880 yılları arasında ise elli sekiz
şeyhülislam görevde bulunduğu kaydedilmektedir.119
Görev sürelerine dair belirli bir tayin olmamakla beraber devletin ilk yıllarında
görev ömür boyu yapılmaktaydı. Ancak Kânûnî Sultan Süleyman devrinde Muhyiddin
Arabî ve Mevlânâ Celaleddin Rûmî hakkında ağır sözler söylemiş Çivizâde
Muhyiddin Efendi (öl. 954/1547) padişah tarafından azledilerek tarihte ilk kez
azledilen şeyhülislam olmuştur.120 XVI. Yüzyılın sonlarına doğru şeyhülislamlar ard
arda azledilmiş, ömür boyu görev yapma hakkını kaybetmiştir.121
En uzun Şeyhülislamlık görevini ifa eden Ebussuud Efendi’dir. Yirmi sekiz sene
on bir ay makamda görev yapmıştır.
122
Diğer uzun süre görevde bulunan
şeyhülislamlar ise, Fahrüddin-i Acemi Efendi (865/1460-61) yirmi dokuz yıl, Zenbilli
Ali Efendi (932/1526) yirmi üç yıl, Molla Hüsrev Mehmed Efendi (885/1480) yirmi
yıldır. Uzun süre görevde kalan şeyhülislamlar olduğu gibi kısa sürede görevden
ayrılan şeyhülislamlar da olmuştur. IV. Mehmed döneminde yaşanan iç karışıklıklar
ile çok fazla şeyhülislam göreve gelmiş ve aynı şekilde azledilmiştir. On üç saat
119
İpşirli, “Şeyhülislam”, 39/93.
120
Akgündüz, “Osmanlı Devleti’nde Şeyhülislamlık”, 16. İpşirli, “Şeyhülislam”, 39/92.
121
Suraıya Faroqhı (ed.), Türkiye Tarihi, 3/260.
122
Akgündüz, “Osmanlı Devleti’nde Şeyhülislamlık”, 16.
37
görevde kalan Memekzâde Mustafa Efendi (1066/1656) IV. Mehmed dönemi
şeyhülislamlarındandır.
1.4.4. Şeyhülislam Maaşları
Şeyhülislamlar devlet erkanı arasında en yüksek maaş verilenler arasındadır.
Padişahların hazineden verdikleri günlük ödeneklerle beraber 16. Yüzyılda gelirlerine
arpalıklar da eklenmiştir. 123 17. ve 18. yüzyılda ise görevden alınan ya da emekliye
ayrılan ve göreve yeni atanan memurlara bir çeşit ödenek olan arpalıklar, ilmi
memuriyetlere atama yapmaları sırasında göreve atanan kişilerden aldıkları tayinat
bedeli olan “bohça beha”, padişahların tahta çıktıklarında dağıttıkları cülus bahşişleri
gelir kaynakları arasında sayılmaktadır. Aynı zamanda ulaşımlarının sağlanması için
kayık tahsisi de yapılmaktadır. Bohça beha gelirleri 1838 yılına kadar çeşitli artışlarla
devam etmiş, 1838 yılında kaldırılmıştır.124
Diğer bölümde 27. yüzyıl IV. Mehmed dönemi şeyhülislamların hayatlarına ve
çalışmalarına kısaca değinilecektir. Tezin ana konusu Şeyhülislam Bâlîzâde Mustafa
Efendi’nin hayatı, eserleri ve ilmi şahsiyeti ile ilgili bilgiler verilecektir.
1.4.5. IV. Mehmed Dönemi Şeyhülislamları
IV. Mehmed döneminde şeyhülislamlık makamında on altı şeyhülislam görevde
bulunmuştur.125 Bu şeyhülislamlardan ikisi ölüm on dördü azil sebebiyle ayrılmıştır.
Ebû Said Efendi (1593-1662 ve Mehmed Bahaî Efendi (1595-1654) IV. Mehmed
döneminde iki kere şeyhülislamlık makamına getirilmişlerdir. Otuz dokuz yıl
padişahlık makamında bulunan IV. Mehmed dönemindeki şeyhülislamlar sırası ile
şöyledir:
123
İpşirli, “Şeyhülislam”, 39/93.
124
Yakut, Şeyhülislamlık Yenileşme Döneminde Devlet ve Din, 42.; Yurdakul-Aydın, “Şeyhülislamlık
Kurumunun Tarihçesi, Kaynaklar ve İlgili Literatür”, 381. İpşirli, “Şeyhülislam”, 39/93.
125
Yakut, Şeyhülislamlık Yenileşme Döneminde Devlet ve Din, 243.
38
Ebû Said Mehmed Efendi “Esad Efendizâde” (1593-1662)
Abdürrahim Efendi (?-1656)
Mehmed Bahaî Efendi (1595-1654)
Abdûlazîz Efendi “Karaçelebizâde”(1591-1658)
Abdurrahmân Efendi (1594-1670)
Memekzâde Mustafa Efendi (?-1656)
Hocazâde Mesûd Efendi (?-1656)
Hanefî Mehmed Efendi (?-1658)
Bâlîzâde Mustafa Efendi (?-1656)
Bolevi Mustafa Efendi (1591-1675)
Esîrî Mehmed Efendi (?-1681),
Es-Seyyid Mehmed Emîn Efendi (?-1665),
Minkârîzâde Yahyâ Efendi (1608-1678)
Çatalcalı Ali Efendi (1631-1692)
Ankaravî Mehmed Efendi (1619-1687),
Mehmed Efendi “Debbâğzâde”(?-1703).
39
İKİNCİ BÖLÜM
2. BÂLÎZÂDE MUSTAFA EFENDİ’NİN HAYATI, İLMİ ŞAHSİYETİ VE
ESERLERİ
2.1. BÂLÎZÂDE MUSTAFA EFENDİ’NİN HAYATI
2.1.1. Ailesi ve Tahsili
IV. Mehmed döneminde şeyhülislamlık makamında görev yapan Bâlîzâde
Mustafa Efendi126 Hanefî fakihi ve faziletli bir zat olarak nitelendirilir.127 Kendisinden
mecma‘-ı ‘ulemâ-yı a’lâm ve menba‘-ı fuzalâ-yı enâm olup kubbetü’l-İslâm ve
madreb-i hıyâm-ı selâtîn-fihâm olan Kostantıniyye-i mahmiyyendedür şeklinde
bahsedilir. 128 Bâlîzâde’nin aslen Kastamonulu olduğu ancak İstanbul’da doğduğu
kaydedilir. 129 Bu kayıt dışında Bâlîzâde’nin künyesinde el-İstanbûli yer aldığından
dolayı İstanbullu olduğu da söylenmektedir.130
İncelemelerimiz sonucunda Bâlîzâde Mustafa Efendi’nin doğum tarihi ile ilgili
bir malumata rastlayamadık ancak kendi döneminde yaşamış diğer şeyhülislamların
müderris tayin edildikleri yaşlar yirmi beş ile otuzlu yaşlar arasındadır. Kendisinin ilk
müderrisliği 1025/1616 yılı itibariyledir. Yirmi beş yaşında müderris olarak atandığını
düşünürsek hicri 1000’li yıllarda doğduğu söylenebilir.
126
Mehmed Süreyya, Sicilli Osmanî (İstanbul: Sebil Yayınevi, 1988), 2/266.
127
Hayreddin ez-Ziriklî, el-Aʿlâm: Ḳāmûsü terâcim (Kahire: Dâr’ul-âlem li'l-Melâyîn, 1997), 7/234.
128
Şeyhi Mehmed Efendi, Vekâyi’u’l-fuzalâ (İstanbul: Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı
Yayınları, 2018), 1/855.
129
Bâlîzâde Mustafa Efendi, Haşiye ala Şerhi’l-Miftâh li-Seyyid Şerif (İstanbul: Süleymaniye Yazma
Eserler Kütüphanesi, Bağdatlı Vehbi,1776), 39a.; Ahmet Özel, Hanefî Fıkıh Alimleri ve Diğer
Mezheplerin Meşhurları (Ankara: TDV, 2017), 307.
130
Bursalı Mehmed Tahir Efendi, Osmanlı Müellifleri 1299/1915, sad. A. Fikri Yavuz-İsmail Özen,
(İstanbul: Meral Yayınları), 289.
40
Babası mahalle imamlığı görevini yapan Bâlî Efendi’dir. Dedesinin ismi ise
Süleyman’dır. Kendisi eserlerinin sonunda künyesini “Mustafa b. Bâlî b. Süleyman b.
Yusuf” olarak vermektedir.131 Mustafa Bâlîzâde Efendi ilk tahsilini babasının yanında
tamamladıktan sonra Şeyhülislam Hocazâde Mehmed Efendi'ye intisap etmiş,
tedrisatını tamamladıktan sonra mülazımı olmuştur. 132 Ardından müderrislik, kadılık
ve son olarak şeyhülislamlık görevlerinde bulunmuştur. Görevleri ile ilgili detaylı
bilgiler sonraki bölümde verilecektir.
Şeyhülislamlık görevinde bulunan Mustafa Bâlîzâde, 1073/1663 yılında vefat
etmiş, Sütlüce'ye defnedilmiştir. 133 Diğer bölüm içerisinde görevleri, ilmi kişiliği,
hocası ve eserleri hakkında bilgiler verilecektir.
2.1.2. Görevleri
Bâlîzâde Hocazâde’nin yanında tedrisatını tamamladıktan sonra hocasının
vesilesi ile müderrisliğe başlamıştır. Onun müderrislik yaptığı medreseler sırasıyla;
Cemâziyelahir 1025/1616 yılında Süçâ‘ Efendi yerine Sitti Hatun Medresesi’ne 134,
131
Bâlîzâde Mustafa Efendi., el-Feraid fi Halli’l-Mesaili ve’l-Fevaid ve’l-Kavaid. (İstanbul:
Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi, Hasan Hüsnü Paşa, 515), 567a.
132
Şeyhi, Vekâyi’u’l-fuzalâ, 1/855. “Mülazım” medrese tahsilini bitirip icazet alanlar hakkında
kullanılan bir tabirdir. Mülazımların adları, Rûznamçe-i Divan-ı Hümayun adı verilen bir deftere
kaydolunurdu. Yedi seneden ibaret olan mülazımlık müddetini dolduranlar “rüûs” imtihanına
girerler, başarılı olanlar “İbtidâ-i hâriç rüûsu” ile müdderis olarak tayin edilirlerdi. İmtihanda başarılı
olamayanlar veya başarılı olup da kendi istekleriyle müderris olmak istemeyenler “Kâdı” olurlardı.
Talebenin mevaliye intisap etmesi ile başlardı. Sonrasında talebe hocanın derslerine katılır muid
olarak hizmet ederdi. Buna mukabil mevali talebenin ilmi kifayetini tasdik edip kendisine
mülazemet verir. Bu mülazemet ile talebe mansıb almak üzere kazasker divanına gidip ismini
kaydettirmeye hak kazanırdı. Abdurrahman Atçıl, Erken Modern Osmanlı İmparatorluğu’nda
Alimler ve Sultanlar (İstanbul: Klasik, 2019), 108.
133
Ömer Rıza Kehhâle, Mu’cemü’l-Mü’ellifîn (Beyrut: Mektebet’ül-Müsenna, ts.), 11/254.; Ziriklî, elA‘lâm, 7/234.; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, 4/47.
134
Mescit, sekizinci Şeyhülislam Zembilli Ali Efendi’nin kızı Sitti Hatun için inşa edilmiştir. Yapının
kesin tarihi bilinmemektedir. Minberini Ağazade Mehmet Efendi koydurarak mescidi camiye
çevirtmiştir. Mescidin bahçesinde Mehmet Efendi’nin müderrislik yaptığı bir medrese
bulunmaktaydı.
41
Muharrem 1029/1619’da İbrahim Efendi yerine Mesih Paşa medresesine 135 , Safer
1030/1621’da Öreke Mustafa Efendi yerine İbrahim Paşa-yı ‘Atik Medresesi’ne136,
Şaban h. 1030/1621 Hâce Mehemmed Efendi yerine Osman Paşa Medresesi’ne, Şaban
1032/1623’de Hamza Efendi yerine Ayşe Sultan Medresesi’ne, Cemâziyelevvel
1033/1624’te İbrahim Efendi yerine Sahn-ı Seman Medresesi’ne137, Cemaziyelahir
1035/1626’te Müzellef Ahmet Efendi yerine Edirne Sultan Bayezid Medresesi’nde
müderris olmuştur138 Rebiülevvel 1037/1627 görevinden azledilmiş ve yerine Fazlı
Efendi geçmiştir. Daha sonra Zilkâde 1040/1631 yılında Ser-mahfil-zâde Mehemmed
Efendi yerine Hâkâniyye-i Vefâ medresesinde göreve başlamıştır.139
Müderrislik sonrası kadılık görevinde bulunmak için Rebiülevvel 1042/1633’te
Şükrullah Efendi yerine Medine-i Münevvere kazâsı görevi verilmiştir. 1045/1635
yılında azledilmiş ve görevi Hanefî Mehmed Efendi’ye verilmiştir. Resmi hizmet
sonunda İstanbul'a dönmüş ve dört yıl herhangi bir vazifede yer almamıştır. 10491051/1639-1641 Muharrem ayında Seyfizâde Abdurrahmân Efendi yerine Üsküdar
kadılığına getirilmiş ve iki yıl bu görevde kalmıştır. Haziran 1051/1641 yılında
görevinden azledilmiş ve Mudurnu kazası arpalık
140
olarak tahsis edilmiştir.
1057/1647 Nisan ayında Galata kadılığına başlamış ve beş ay sonra görevden
ayrılmıştır.141
135
Fatih’te Hırka-i Şerif Camii’ne yakın bir konumda yer alır. III. Murad’ın vezîriâzamlarından Hadım
Mesih Mehmed Paşa tarafından 994 (1586) yılında inşa edilmiştir. Cami, türbe, çeşmeler, dükkânlar
ve küçük bir hazîreden oluşan yapı, zamanında çevresinde yer alan bazı vakıf binaların Ali Paşa’ya
ait olmasından dolayı halk arasında Mesih Ali Paşa Camii olarak da anılır.
136
Cami, medrese, sıbyan mektebi, çeşme ve çifte hamamdan ibaret külliye, hamamı hariç Mercan
mahallesi civarında Uzunçarşı caddesi yakınında, Boğaz’a ve Haliç girişine hâkim bir yerdedir.
Hamamı Saraçhanebaşı dolaylarında yer alıyordu. Cami, Sultan II. Bayezid’in vezîriâzamı olan
Çandarlı İbrâhim Paşa (öl. 905/1499) tarafından evvelce konağının veya sarayının bulunduğu yerin
yakınında yaptırılmıştır.
137
867’de (1463) inşasına başlanan külliye içinde yer alır. Adı burada yapımı 875’te (1470) tamamlanan
sekiz yüksek dereceli medreseden gelir; caminin iki tarafında dörder adet sıralanan ihtisas
medreselerine “semâniye” (sekiz) adı verilmiştir.
138
Özel, Hanefî Fıkıh Alimleri ve Diğer Mezheplerin Meşhurları, 307.
139
Şeyhi, Vekâyi’u’l-fuzalâ, 1/855-856.
Arpalık; Osmanlı Devlet’inde memur görevinde olan kişilere hizmette bulundukları sürece
maaşlarına ilave olarak ve görevden ayrıldıktan sonra emekli maaşı olarak tahsis edilen gelir.
140
141
Özel, Hanefî Fıkıh Alimleri ve Diğer Mezheplerin Meşhurları, 307.; Şeyhi, Vekâyi’u’l-fuzalâ, 1/856.
42
Bâlîzâde Mustafa Efendi, 1058/1648 Nisan ayında Çivizâde Şeyh Mehmed
Efendi yerine Rumeli Kazaskeri görevine getirilmiş ve üç ay sonra emekli olmuştur.142
Bu süreçte geçimini kendisine tahsis edilen arpalıklarla sağlamıştır. Ağustos
1062/1652’de Hocazâde Mesud Efendi yerine Anadolu Kazaskerliği görevine
başlamış ve Aralık ayında görevden ayrılmıştır.143 Esad Efendi görevin kendine ya da
etrafındakilere verilmemesinden dolayı gücenmiş ve bu konudaki rahatsızlığını
müftüye bildirmiş hatta Bâlîzâde ile aralarında bir tartışma yaşanmıştır.144
Bâlîzâde Mustafa Efendi, şeyhülislam Hanefî Efendi’nin hastalanması üzerine
1067/1656 yılında şeyhülislamlık makamına getirilmiştir. 145 Bâlîzâde dönemin pek
çok şeyhülislamı gibi kısa bir süre görevde bulunmuş ve göreve getirilmesinden altı
ay sonra azledilmiştir.146 Görevinden azledilmeden önce dönemin sadrazamı Köprülü
Mehmed Paşa, Rumeli Kazaskeri Bolevi Mustafa Efendi ve Bâlîzâde Mustafa Efendi
bir toplantı yapmıştır. Bu toplantının amacı şaban ayı içerisinde askerlere ödenmesi
gereken mevâcib147 için para sıkıntısıdır. Bu görüşme sonucunda ulufenin Enderun
Hazinesi’nden ödenmesi ve sonrasında hazineye geri ödenmesi konusunda ortak bir
karar vermişlerdir. Bu toplantıdan altı gün sonra 9 Şaban 1067 (23 Mayıs 1657) yılında
Bolevi Mustafa Efendi Sadrazam Köprülü Mehmed Paşa’nın isteği üzerine
şeyhülislam olmuştur.148
142
Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, 4/475.
143
Şeyhi, Vekâyi’u’l-fuzalâ, 1/856.
144
Cengiz Gündoğdu, “XVII. Yüzyilda Tekke-Medrese Münâsebetleri Açısından SivâsilerKadizâdeliler Mücâdelesi”, İLAM Araştırma Dergisi III/1 (Haziran 1998), 38.; İpşirli, “Ebû Said
Mehmed Efendi”, 10/281.
145
Fahri Çetin Derin, Abdurrahman Abdi Paşa Vekâyi’nâme’si, 84.; Özel, Hanefî Fıkıh Alimleri ve
Diğer Mezheplerin Meşhurları, 307., Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, 4/475.; Şeyhi Mehmed Efendi,
Vekâyi’u’l-fuzalâ, 1/856.
146
Naîma Mustafa Efendi, Târ’ih-i Na’îmâ, ed. Mehmet İpşirli (Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları,
2007), 4/1735.; Özel, Hanefî Fıkıh Alimleri ve Diğer Mezheplerin Meşhurları, 307.
147
Osmanlı’da memur ve askerlere verilen maaştır.
148
İpşirli, “Bolevi Mustafa Efendi”, 31/296.
43
Bâlîzâde Mustafa Efendi 1656 yılında dönemin dokuzuncu şeyhülislamı olarak
göreve başlamıştır. Kendisinden önce Ebû Said Efendi, Abdürrahim Efendi, Mehmed
Bahaî Efendi, Abdülaziz Efendi, Kara Çelebizâde, Abdurrahman Efendi, Memikzâde
Mustafa Efendi, Hocazâde Mesud Efendi, Hanefî Mehmed Efendi şeyhülislamlık
yapmıştır. IV. Mehmed döneminde birçok vezir ve şeyhülislamın göreve geldiğinden
yukarıda bahsetmiştik. Bu durumu siyasi sebepleri oldukça yoğundur dolayısıyla
sadece IV. Mehmed dönemine özgü bir durum değildir. Kronolojik olarak Osmanlı
Şeyhülislamları incelediğinde IV. Murad zamanından itibaren şeyhülislamların
görevden azlinin arttığı görülmektedir. Sadece IV. Mehmed döneminde, on beş
şeyhülislam göreve gelmiştir. Bunlardan birinin öldüğü, diğerinin istifa ettiği
diğerlerinin de görevlerinden azledildiği görülmektedir.149
Yaklaşık 73-75 senelik hayatı boyunca sekiz farklı medresede on beş yıl kadar
müderrislik yapmış, üç beldede altı yıl kadılık görevinde bulunmuş, üç ay Rumeli
kazaskerliği ve bir yıl Anadolu kazaskerliği görevlerinde bulunmuş ve altı ay süren
şeyhülislamlık görevi olmuştur.
Mustafa Bâlîzâde’nin görev sürecindeki tavırları ile ilgili kendisinin laubali
meşreb olduğu bu sebeple fetvâ makamında makul görünmediği için azledildiği
belirtilir. Görevlendirme yaptığı sırada ulemanın terfi ve azil sırasında bir kargaşaya
sebep olduğu, buluğa ermemiş çocuklara görevler verdiği kaydedilir. Bu kişilerin ilmi
tecrübelerinin olmadığı ve Bâlîzâde’nin, "Hükümet zamanımda elimden geldiği kadar
dostlarımı ve arkadaşlarımı kayırırım" dediği kaydedilir. Nâ‘imâ Tarîh’te bu tavır,
niyeti güzel ve yüksek bir himmet alameti olarak görmüş, ancak orta bir yol olması
gerektiğini, liyakat ve istidatların önemli olduğunu belirtmiştir. 150
149
Yakut, Şeyhülislamlık Yenileşme Döneminde Devlet ve Din, 243.
150
Naîma Mustafa Efendi, Târ’ih-i Na’îmâ, ed. Mehmet İpşirli (Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları,
2007), 4/1735.; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, 4/475.
44
Bâlîzâde ile Karaçelebizâde aynı hocanın talebeleri olmakla beraber aralarında
bir rekabet oluşmuş olabilir. Karaçelebizâde, Hocazâde Mehmed Efendi’nin de
damadı olmasından dolayı kendisinin sözleri itibar görmüş bu sebeple Bâlîzâde
Mustafa Efendi laubali meşreb olarak anılması muhtemeldir. Ancak Karaçelebizâde
hakkında da entrikacı ve kibirli bir kişiliğe sahip olduğu kaynaklarda geçmektedir.151
Dönemin yüksek politikasında belli başlı karşıt görüşlü şahsiyetlerden olduğundan
bahsedilmektedir. 152 Sarf ettiği sözler tarihi kayıtlarda bir değer ifade etmektedir.
Ancak döneme dair diğer biyografi ve tarih eserlerinde incelendiğinde Bâlîzâde
Mustafa Efendi hakkında menfi yorumlarda bulunulmamıştır.
Osmanlı Dönemine ait biyografi eserlerinden olan Uşşakizâde'de Bâlîzâde'nin
mahdumuna (oğlu) dair geçen bir bilgi şu şekildedir: el-Mevla Mehmed b. Mustafa eşŞehir bi-Bâlîzâde. 1061 Şaban Çavuşbaşı Medresesinde, 1067 Rebiülevvel Kasım
Paşa Medresesi, aynı yıl Galata kazası olmuş Şaban ayında azledilmiştir. 1073
Muharrem ayında Manisa kadısı olarak görev yapmıştır. Bâlîzâde’nin görevden
alınmasıyla kendisi de görevinden azledilmiştir.153
2.1.3. Hocası Hocazâde Mehmed Efendi
Hicri 28 Şaban 975 (27 Şubat 1568) yılında Bursa’da doğan Hocazâde Mehmed
Efendi, Hoca Sadeddin’in büyük oğludur. Osmanlı tarihçisi ve alimi olan babasından
ilk eğitimini almıştır. Babası dışında Molla Tevfik’ten özel dersler almıştır.
Babasından mülazemet aldıktan sonra ilmiye derecelerinde ilerlemiş ve 994/1586
yılında ilmiye mesleğinde göreve başlamış, 999/1591 Yavuz Sultan Medresesi’ne,
aynı yıl Süleymaniye Medresesi’ne müderris olmuştur.154
151
İbrahim Özgül, Kara Çelebi-Zâde Abdülaziz Efendi’nin Ravzatü’l-Ebrâr Adlı Eseri (1299-1648)
Tahlil ve Metni (Erzurum: Atatürk Üniversitesi, Doktora Tezi, 2010), 24.
152
İnalcık, Devlet-i 'Aliyye, 2/331.
153
Uşşâkîzâde Seyyid İbrâhim Hasîb Efendi, Zeyl-i şakâ‘ik (İstanbul: Türkiye Yazma Eserler Kurumu
Başkanlığı Yayınları, 2017), 511.
154
Mehmed İpşirli, "Hocazâde Mehmed Efendi”, TDV İslam Ansiklopedisi (Ankara: TDV Yayınları,
2003), 28/452.
45
1000/1592 yılında Mekke kadılığına getirilmiş, 1001/1593 tarihinde istifa etmiş
ve yüz yirmi akçeyle kendisine emekli maaş bağlanmıştır. 1004/1596’da İstanbul
kadısı, iki ay sorasında Damad Efendi yerine Anadolu kazaskeri olmuştur. Babasının
padişah hocalığından alınması ile Hocazâde kazaskerlik görevinden azledilmiştir.
1006/1598 tarihinde babası görevine geri dönmüş, 1007/1599’da Rumeli
kazaskerliğine başlamıştır. Hoca Sadeddin Efendi 12 Rebiülevvel 1008/1599 yılında
vefat etmesi ile Mehmed Efendi tekrar görevden alınmış ve inzivaya çekilmiştir.155
Hocazade Mehmed 1010/1601 yılında Sun’ullah Efendi yerine şeyhülislam
makamına getirilmiştir. Ancak 1011/1608’de görevden azledilmiş ve Sun’ullah Efendi
tekrar şeyhülislam olmuştur. 1017/1608 yılında dördüncü defa şeyhülislamlıktan
azledilen Sun’ullah Efendi yerine Mehmed Efendi şeyhülislamlık makamına getirilmiş
ve vefat edene kadar görevini ifa etmiştir. 5 Cemaziyelahir 1024/2 Temmuz 1615
yılında veba hastalığından vefat etmiş Eyüp’te bulunan Babasının türbesine
defnedilmiştir.156
17. yüzyılda devlet teşkilatında meydana gelen değişim ve zafiyet ilmiye
kurumunu ve başındaki şeyhülislamlığı etkilemiştir. Hocazâde Mehmed Efendi ulema
makamını korumak için mücadele etmiştir. Yetki konusundaki mücadelesinin,
ilerleyen dönemde bazı değişimlere yol açtığı kaynaklarda ifade edilir. Onun yaptığı
değişiklikler ileride, devlet işlerinde vezir ile şeyhülislamlığın çatışmasına sebep
olmuştur.157
Hocazâde Mehmed Efendi sekiz buçuk yıl şeyhülislamlık görevinde
bulunmuştur. Rumeli kazaskerliği zamanında mülâzemet verilen yüz altmış altı ilmiye
155
İpşirli, “Hocazâde Mehmed Efendi”, 28/452.
156
Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, 4/459.
157
İpşirli, "Şeyhülislam", 39/92.
46
adayı ile ilgili müstakil bir ruznamçe 158 defteri bulunmaktadır. 159 Kendisi ilim ve
fazilet sahibi olarak kaynaklarda geçmektedir. Devlet ricalinden biri olması dışında
ayrıca şairdir ve üç lisanda kalem oynatabilen bir zattır. Babasının Kanuni Sultan
Süleyman dönemini ihtiva eden, Tâcü’t-tevârih adlı eserinin zeyli durumundaki
İbtihâcü’t-tevarih’in üçte ikisini kendisi hazırlamış ancak tamamlayamamıştır.160
2.2. BÂLÎZÂDE MUSTAFA EFENDİ İLMİ ŞAHSİYETİ VE ESERLERİ
2.2.1 İlmi Şahsiyeti
IV. Mehmed döneminde şeyhülislamlık görevinde bulunan Bâlîzâde Mustafa
Efendi’nin eserlerinden edindiğimiz bilgilerden bu bölümde bahsedeceğiz. Devlet
görevlisi olması dışında ilmi bir şahsiyete sahip olan Bâlîzâde, fürû-i fıkıh alanında
hacimli eserler yazmakla kalmamış, Arap dili, hadis, tefsir gibi İslami ilimlerin diğer
alanlarına dair de geniş kapsamlı eserler kaleme almıştır. Osmanlı tarihinde kısa bir
dönem şeyhülislamlık yapmış olmasıyla beraber bu göreve getirilmesinin
sebeplerinden birinin fıkha dair zengin bilgisi olduğu söylenebilir. Eserlerinde yer yer
Hanefî ve Şafiî mezheplerinin görüşlerini karşılaştıran, yer yer gramatik tahliller yapan
Bâlîzâde, fukahâ arasında tercihlerde bulunmuştur.
Her eserine besmele, hamdele ve salvele ile başlamış, Osmanlı Padişahlarına yer
yer methiyede bulunmuş ve eserleri kendisinin yazdığına dair bir kayıt bırakmıştır.
Kendi dönemindeki şeyhülislamların hayatlarını ve eserlerini incelendiğimiz zaman
Bâlîzâde kadar eser kaleme alan bir şeyhülislam olmadığı görülmektedir.
158
Osmanlı Devleti'nde günlük işlemler için tutulan defterlerin genel adı olmakla beraber, hazineye
bağlı günlük gelir giderlere bakan kalemler için de kullanılmıştır. Resmî bir defter türü olarak
rûznâmçe, daha ziyade maliye teşkilâtında hazinedeki işlemlerin gelir ve harcamaların kaydedildiği
defterleri ifade eder.
159
İpşirli, “Hocazâde Mehmed Efendi”, 28/453.
160
Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, 4/459.
47
Mustafa Bâlîzâde’nin ilmi şahsiyetine dair yapılan tespitlere göre, onun sert bir
üsluba sahip olduğu söylenebilir ki bu da eserlerine yansımıştır. Nitekim yaptığı şerh
ve haşiye çalışmalarında tenkit ifadelerini sıklıkla görmek mümkündür. Örneğin
Seyyid Şerif el-Cürcânî’nin (öl. 816/1413) Sekkâki’ye (öl. 616/1229) ait Miftâhu’l‘Ulûm üzerine yazdığı el-Misbâh adlı şerhe yazdığı haşiyesinde, Kemalpaşazâde (öl.
940/1534) 161, Teftâzânî (öl.792/1390) 162, İmamüddin el-Kâşi163 (öl. 832/1429), Molla
Hüsrev (öl. 885/1480) 164 gibi şerh ve haşiye yazmış alimleri, yine en-Nesefî’nin (öl.
710/1310) Kenzü’d-Dekâik adlı eserine yaptığı şerhte, İbn Nüceym (öl. 1005/1596),
Osman b. Ali ez-Zeylaî (öl. 743/1343), Bedreddin el-Aynî (öl. 855/1451), İbn Ganim
el-Makdisî (öl. 1004-1596) gibi Kenz şarihlerini ve Velvâlicî, Kasânî (öl. 587/1191),
Sadrüşşerîa (öl. 747/1346), Molla Hüsrev (öl. 885/1480), Kemalpaşazâde, İbnü’lHümâm (öl. 861/1457) gibi Hanefî fakihlerini, mezhebin temel eserlerinden ve Hanefî
fıkıh usulünden hareketle eleştirdiği kaynaklarda geçmektedir.165
Osmanlı Devleti’nde şeyhülislam fetvâlarına hazırlanan nükullerde 166 fıkıh
kitapları ile şeyhülislamların fetvâ mecmualarından da yararlanılmıştır. Bu fetvâlar
arasında Bâlîzâde'nin Mizanu’l-Fetâvâ adlı mecmuası da kullanılmaktadır. Yine
Şeyhülislâm Dürrîzâde Mehmed Ârif Efendi’nin (öl. 1215/1800) Neticetü'l-Fetâvâ'
161
Şemseddin Ahmed b. Süleyman b. Kemal Paşa (öl. 940/1532)’ya Tağyîru’l-Miftâh (Şerhu Tağyîri’lMiftâh, Islâhu’l-Miftâh) isimli şerhtir. Kemalpaşazâde Miftâh’ın üçüncü kısmındaki Sekkâkî’nin
metnini değiştirmiş, şerh etmiş bu şerhine hâşiye yazmıştır. El-Kanûnu’l-evvel konusundan
başlamış, Müsnedün ileyh konusu ile bitirmiştir. Yüksel Çelik, es-Seyyid eş-Şerîf el-Cürcânî’nin
“el- Misbâh fi şerh el-Miftâh” Adlı Eserinin Tahkik ve Tahlili (Edisyon Kritik), 21.
162
Saduddîn Mes’ûd b. Ömer et-Teftâzânî Miftâh’ın üçüncü kısmına “Şerh’ul-kısmi’s-sâlis mine’lMiftâh” adlı şerhini yazmıştır. Bkz. Yüksel Çelik, es-Seyyid eş-Şerîf el-Cürcânî’nin “el- Misbâh Fi
Şerh el-Miftâh” Adlı Eserinin Tahkik ve Tahlili (Edisyon Kritik), 20.
163
İmâmüddin Yahya b. Ahmed el-Kâşi’nin Şerhu’l miftâhi’l-‘ulûm isimli şerhidir. Yüksel Çelik, esSeyyid eş-Şerîf el-Cürcânî’nin “el- Misbâh Fi Şerh el-Miftâh” Adlı Eserinin Tahkik ve Tahlili
(Edisyon Kritik), 21.
164
Molla Hüsrev’in (öl.885/1480), Hâşi ‘alâ Evveli Şerhi’l-Miftâh li’s-Seyyid Şerif adında belagat
konulu Arapça haşiyesidir. Bu haşiyeyi Sekkâkî’nin Miftâh’ına Kazvinî tarafından yapılan şerh olan
Telhîsü’l-Miftâh’a, Seyyid Şerif Cürcânî’nin yaptığı şerhi üzerine yazmıştır. Bkz. Ahmet Demir,
Fâtih Devrinde Yerli Bir Osmanlı Âlimi: Şeyhülislâm Molla Hüsrev (1400-1480) (Ankara:
Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, 2004), 88.
165
İpşirli, “Bâlîzâde Mustafa Efendi”, 31/295.
166
Nakil ve çoğulu nükûl, verilen fetvânın hangi müellifin hangi eserindeki ibaresine dayanarak
verildiğinin belirtilmesini ifade etmektedir. Önceleri sayfaların kenarlarındaki boşluklara yazılan
nakiller, daha sonra karışıklığı önlemek için soru ve cevabı müteakiben yazılmaya başlanmıştır.
48
adlı eserinde, Bâlîzâde'nin fetvâ mecmuasına sık sık başvurulması onun eserlerinin ve
görüşlerinin güvenilirliğini öne çıkarmaktadır.
Şeyhülislamlık döneminde yazdığı fetvâlar ile on eseri olduğunu tespit
etmekteyiz. Bu açıdan 17. yüzyılın ilmi birikim açısından kuvvetli bir yüzyıl olduğu
söylenebilir. Zira Fetâvâ-yı Ankaravî, Fetâvâ-yı Minkarîzâde, Fetâvâ-yı Ali Efendi
gibi demirbaş eserler bu yüzyılda yazılmıştır.
Kendisinin ilmi kimliği birçok kişi tarafından da dikkat çekmiş olacak ki
kendisine dair birçok methiye bulunmaktadır. Sultan Selim’in vaizi olarak bilinen
Yakup Efendi telif ettiği bir eserde Bâlîzâde’ye dair şu dörtlüğü kaleme almıştır.
Kâmil efendilerin şehadetiyle tasdik ediyorum ki
Bu zat birçok keramete sahiptir.
Velâkin zikredilenler tamamı değildir
Bilakis söylenenler sadece onun bazı özellikleridir.167
2.2.2. Eserleri
Bâlîzâde’nin oldukça hacimli olan eserleri özellikle fıkıh alanındadır. Ancak
Arap edebiyatı ve hadis alanlarında da eserlerinin olması onun İslami ilimlerin pek çok
dalında birikimli biri olduğunu göstermektedir. Özellikle Kenz ve Vikâye eserlerine
yazdığı haşiye ve şerhler sebebiyle, kendisinin döneminde önemli bir yeri olduğu
kanaatini vermektedir. Zira bu eserler Hanefî fıkhının temel metinleri olup Osmanlı
toplumunda muteber olan ve sıkça başvurulan kaynaklardır. Kendisine ait eserler,
Hâşiye ala Şerhi’l-Miftâh, el-Ferâid fi halli’l-mesâ’il ve’l-fevâid (ve’l-kavâid), esSeyfü'l-meslûl fi şer‘ir-resûl, el-Ahkâmu's-Samediyye fi'ş-şerîati’l-Muhammediyye,
Hâşiye ale’l-Hidâye, Hâşiye ‘alâ hâşiyeti’s-Sâdî ‘ale’l-Beyzâvî, Risâle fi mâ revâhu
167
Uşşâkîzâde, Zeyl-i şakâ’ik, 514.
49
Ebû Eyyûb el-Ensârî, Hâşiye ‘alâ şerhi’l-Vikâye li-Sadri’ş-Şerîa el-Mahbûbî,
Mîzânu’l-fetâvâ, el-Fetâvâ.168
Burada Şeyhülislam Bâlîzâde Mustafa Efendi’nin eserleri kısaca tanıtılacak ve
incelemeler sonucu ortaya çıkan tespitler paylaşılacak, eserlerin katalog bilgileri ileriki
çalışmalara yol göstermesi mahiyetinde aktarılacaktır. Eserlerin mukaddimesinde yer
alan bilgiler bahsedilecek ve esere giriş metni verilecektir. Aynı zamanda her esere ait
giriş sayfası ekler bölümünde yer alacaktır. Eserlerin sıralamasında ilgili olduğu alan
dikkate alınmıştır. Bu sebeple önce fıkha ilişkin eserlere yer verilmiş daha sonra diğer
alanlarla ilgili olanlar hakkında bilgi verilmiştir.
2.2.2.1. Fıkıh Eserleri
Bâlîzâde’nin eserlerinin çoğunluğu fıkıh alanındadır. Kenz, Vikâye gibi Osmanlı
döneminde yaygın olarak okutulan eserlere dair şerh ve hâşiyeler kaleme almış, daha
anlaşılır olmalarını amaçla. Fetvâlarıyla beraber yedi fıkıh eseri bulunmaktadır.
Eserleri oldukça hacimlidir. Bazı eserlerine dair tek bir nüsha bulunurken bazı
eserlerinde birkaç nüsha mevcuttur. Birkaç nüshası olan eserlerde inceleme yapılırken
nüsha sayısını sınırlandırdık. Eserlere dair bölümde detaylandırılacaktır.
2.2.2.1.1. el-Ferâid fi halli’l-mesâ’il ve’l-fevâid (ve’l-kavâid)169
İbn Nüceym, Osman b. Ali ez-Zeylaî tarafından yazılan şerh, Bedreddin el-Aynî,
İbn Ganim el-Makdisî gibi şarihleriyle Velvâlicî (öl. 540/1146), Kâsânî, Sadrüşşerîa,
Molla Hüsrev, Kemalpaşazâde, İbnü’l-Hümâm (öl. 861/1457) gibi birçok Hanefî
fakihini, gerek mezhebin temel eserlerinden gerekse Hanefî fıkıh usulünden hareketle
eleştirdiği kaynaklarda geçmektedir.170
168
Kehhâle, Mu’cemü’l-mü’ellifîn, 11/254-255.; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, 4/476.
169
Eserin ilk sayfası ekler bölümünde verilmiştir
170
İpşirli-Kaya, “Bâlîzâde Mustafa Efendi”, 31/295.
50
Eser beş yüz altmış sekiz varaktan oluşmaktadır. Arap dili ile yazılmıştır. Eser’in
katalog kayıtları, Süleymaniye Ktp., Hasan Hüsnü Paşa, nr. 515; Ayasofya, nr. 1238,
1239. Çorum İl Halk Ktp., nr.001322, 450 vr. Müstensih Muhammed b. Musa esSivâsî, nr. 001230, 279 vr., Süleymaniye ktp., Arslan Kaynardağ koleksiyonu, 00073002 şeklindedir.
Eserin ismi, Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 001238, 568vr., Çorlulu Ali Paşa,
nr.000188, 622 vr., Ayasofya, nr. 001239, 568 vr. kayıtlarında Şerhu Kenzi’d-Dekâik
olarak geçmektedir. Aynı zamanda Çorum Hasan Paşa İl Halk KTP. 001322 nr., müst.
Muhammed b. Musa es-Sivâsî, 1089-1036., 450 vr., Çorum İl. H. 001230 nr., müellif
hattı, 1036. 279 vr. nüshaları TDV İslam Araştırmaları Merkezi Türkiye
Kütüphaneleri katalog kayıtlarında bulunmakla beraber, Süleymaniye Kütüphanesi
katalog kayıtlarında, Çorum Hasan Paşa Ktp. 1330 nr olarak kaydedilmektedir.
Hasan Hüsnü Paşa koleksiyonunun 515 demirbaş numaralı nüshasının iç
kapağından edindiğimiz bilgilere göre Bâlîzâde Mustafa Efendi’nin bu eseri, Ebü’lBerekât en-Nesefî’nin Kenzü’d-Dekâik’in nâdir nüshalarının üzerine yapılmış bir
şerhtir. Bâlîzâde bir diğer eseri olan Hâşiyetü Bâlîzâde ‘alâ Hâşiyeti Sâdi Çelebi’nin
mukaddimesinde de Kenz üzerine bir şerh yazdığını kendisi dile getirmektedir.171
Bâlîzâde Efendi, nüshanın ilk sayfasında eserin adının el-Ferâid fi halli’l mesâ’il
ve’l-fevâid olduğunu zikretmekte ve devamında, nadir bulunan kaideleri içerir
anlamında, “hâviyen ‘alâ garâib’il-kavâid” ibaresi bulunmaktadır. Ancak bu ibarenin
eserin isminin devamı ya da muhtevasını ifade etmek için ayrıca yazılmış bir cümle
olduğu ayırt edilememektedir. Aynı zamanda eserin ismine bazı kaynaklarda ve’lkavâid ibaresi parantez içerisinde verilmekte ancak bunun muhtemel okuma
hatasından yazıldığı kanaatindeyiz zira kendisi böyle bir kayıtta bulunmamıştır.
Bâlîzâde, Kenz’i şerh etmekle beraber içindeki fıkıh kaidelerine ve özellikle az
bilinen kaidelere değinmiştir. 515 numaralı nüshanın ketebe kaydındaki bilgilere göre
171
Bâlîzâde, el-Feraid fi halli’l-mesail, (Hasan Hüsnü Paşa, 515), 1b.
51
bu nüsha, müellif Mustafa b. Bâlî b. Süleyman b. Yusuf tarafından 1036 zilhicce
arifesinde Dâru’s-Saltanatta (payitahtta) yazılmıştır. Bu tarihlerde Sahn-ı Semân
medreselerinde görev yapmaktadır.
Eserde müellif, çok meşgul olduğu bir dönemde kaleme almasından
kaynaklanan bazı kalem hataları için tashih kaleminin kullanılmasını rica etmiştir.
Eseri yazdığı tarihte Sahn-ı Semân medreselerinin birinde müderrislik yaptığını
belirtmektedir. Devamında da Osmanlı padişahlarına, “Adalet sancağının sahibi,
zülmü ve fitneleri kökünden kesen, şehirlerden ve ülkelerden fitne ve zulmü kaldıran,
Allah’ın kullarının yardımcısı, Arab’ın, Acem’in, Rum’un, Türk’ün İslam kılıcı, bütün
zamanların sultanı, denizlerin hakanı Sultan İbn Sultan İbrahim Han İbn Sultan Ahmed
Han İbn Sultan Muhammed Han İbn Sultan Murad Allah onları muhafaza eylesin”
şeklinde bir methiyede bulunmuştur.
Müellif kitabın mukaddimesinde Kenz üzerine çalışma yapmasının sebeplerini
açıklarken, Kenz’i medreselerde meşhur olan, ulemanın okuttuğu, insanların ellerinde
dolaşan, pek çok faydayı içeren ve az bilinen kaideleri ihtiva eden, güncel meselelere
dair olaylara cevap verebilen, münakaşalı meseleleri kapsayan bir kitap olarak
tanıtmaktadır. Bâlîzâde bu açıklamalarından sonra Kenz’e bir şerh yazma sebebini,
eserde kapalı, anlaşılması zor yerlerin olması, itnab içermesi, anlamayı zorlaştıran
yerlerin olması şeklinde açıklamaktadır. Kendi çalışmasında, muteber kaynaklardan
faydalandığını, konuları uzatmayıp mutedil olarak yazdığını, insanları bıktırmaktan
endişelendiği için makul uzunlukta bir şerh çalışması yaptığını ifade etmektedir.
Çalışmasının öncesinde Burhâneddin el-Mergînânî’nin (öl. 593/1197) Hanefî fıkhına
dair eseri olan el-Hidâye’nin 172 şerhlerini mütâla‘a ettikten sonra Bâbertî’nin (öl.
786/1384) yazdığı el-‘İnâye 173 ve Siğnâki’nin (öl. 714/1314) yazdığı şerh olan en-
172
Burhâneddin el-Mergînânî’ye ait (öl. 593/1197), Kudûri’nin (öl.428/1037) el-Muhtasar ve
Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî’nin (öl.189/805) el-Câmi‘u’s-sagîr eserlerindeki meseleleri bir
araya getirildiği Bidâyetü’l-mübtedî eserinin şerhidir. Hanefî fıkhının mutebeler metinlerinden
biridir. Bkz. Cengiz Kallek, “el-Hidâye”, TDV İslam Ansiklopedisi (Ankara: TDV Yayınları, 1998).
173
Ekmeleddin el-Bâbertî (öl. 786/1384) tarafından Burhâneddin el-Mergīnânî’nin el-Hidâye adlı
eserine yazılan şerhtir. Bkz. Arif Aytekin, “Bâbertî”, TDV İslam Ansiklopedisi (İstanbul: TDV
Yayınları, 1991).
52
Nihâye fî şerhi’l-Hidâye 174 adlı kitaplarını da tetkik ettiğini belirtir. Eserini, usul
kaidelerinin bazı meseleleriyle desteklediğini ve fukahâ katında kabul edilmiş olan
füru meselelerini de dahil ettiğini ve ayrıca Hanefî mezhebinde esah olan görüşleri de
ilave ettiğini kaydeder. Râcih, mercûh, müftâ bih görüşleri de mevcut görüşlerden
sonra zikrettiğini söyler.
Eser, Kadı Feyzullah b. Hasan el-Bosnevî tarafından 1152 yılında istinsah
edilmiştir. İstinsah edildiği tarihte Bâlîzâde’nin hayatta olmadığı kaydedilmektedir.
Kadı Feyzullah eseri istinsah ettikten sonra müellif nüshası ile kendi nüshasını oğlu
Molla İbrahim ile mukabelede bulunarak teyit ettiğini ifade etmektedir. Kadı
Feyzullah müellifin ketebe kaydının aslını kendi nüshasına geçirmiştir.
Kadı Feyzullah Bâlîzâde’nin eserinin nadir, muteber ve ince meselelere değinen
bir eser olduğunu, eserle karşılaştığı zaman incelediğini ve elinde kalem tutmaktan
kaynaklanan şiddetli acının olmasına rağmen, acıya aldırmadan Allah’tan yardım
dileyerek ve Allah’ın ismiyle başlayarak bu nadir nüshayı çoğaltmak için başladığını
ifade eder. Yazımı sırasında her gün parmaklarındaki acının arttığını ve ağrısını
gidermek için ince tahta parçaları bağlayarak yazmaya devam ettiğini, böyle bir eserin
kaybolmasına gönlü el vermediği için bu zorluklarla nüshayı çoğalttığını söyler.175
Bâlîzâde bu eseri Sultan İbrahim'e atfetmiş fakat şeyhülislamlık tayininden evvel
yaptığı değişiklikle beraber yeni nüshasını IV. Mehmed'e ithaf etmiştir. Eser kitap, bab
ve fasıllara bölünerek yazılmıştır. Taharet ile başlamış, ferâiz ile sonlanmıştır. Kitabın
başında eserin içerisindeki konuların yazıldığı bir içindekiler bölümü bulunmaktadır.
174
Hüsâmüddin Hüseyn b. Alî b. Haccâc el-Buhâri es-Siğnaki (öl.714/1314) tarafından yılında elHidâye üzerine yazılan şerhtir. Cemâleddin el-Konevî’nin Hulâsatü’n-Nihâye isimli bir muhtasarı
vardır. Bkz. Rahmi Yaran, “Siğnâki”, TDV İslam Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 2009).
175
Bâlîzâde, el-Feraid fi halli’l-mesail, (Hasan Hüsnü Paşa, 515), 568a.
53
2.2.2.1.2. es- Seyfü'l- meslûl fi şer‘ir-resûl176
Nevâzil türünde kaleme aldığı eserlerden ilkidir. 177 Eser dört yüz altmış altı
varaktır ve Arapça kaleme alınmıştır. Eserin katalog kayıtları TSMK, Medine, nr. 376
ve Süleymaniye KTP., M. Hilmi F. Fehmi, nr.00080, 466 vr. şeklindedir. TSMK’da
bulunan nüsha incelenememiştir. Bu bölümde M. Hilmi F. Fehmi nüshasından
edinilen bilgilerden bahsedilecektir.
İç kapağında “el-Fetâvâ el-müsemmâtü bi’s-seyfi’l-meslû’l fî şer‘ir’-resûl li
Bâlîzâde” kaydı ile sayfaların kenarlarındaki tashihlerin Bâlîzâde’ye ait olduğu
müstensihe ait olmadığına dair bir ifade bulunmaktadır. Eserin Bâlîzâde Mustafa
Efendi’ye ait olduğunu girişteki kaydından anlamakla beraber, Hâşiye ‘ale’l-Hidâye
eserinin giriş bölümünde es-Seyfü’l-meslûl eserini yazdığını kendisi ifade
etmektedir. 178 Dört yüz altmış altı varak olarak yazılmış eserin başında bir fihrist
bulunmaktadır. Tahâret bahsi ile başlamış, vasiyet bahsi ile son bulmuş eser, klasik bir
Hanefî füru‘ kitabı mahiyetindedir.
İç kapak sayfasında, kitap içerisinde geçen şart muhayyerliği ile ilgili bilgi
verilmektedir. Diğer eserlerinde böyle bir usul görülmemiştir. Bâlîzâde eserine diğer
eserlerinde olduğu gibi besmele, hamdele, salvele ile başlamakta ve mukaddimede
Allah’ın şeriatının gönderilen dinin en güzeli olduğunu, Hz. Peygamber’in kıyamete
kadar sürecek şeriatını bütün insanlığa gönderilmiş bir din olduğunu ve O’nun
şeriatından ve yolundan yüz çeviren kimselerin ahirette rezil rüsva olacağından
bahsetmektedir.179 Yine mukaddimede ‘Abdu’l-muhtâcu’l-câmi‘ Mustafa b. Bâli b.
176
Eserin ilk sayfası ekler bölümünde verilmiştir
177
Özel, Hanefî Fıkıh Alimleri ve Diğer Mezheplerin Meşhurları, 307.; İpşirli-Kaya, “Bâlîzâde Mustafa
Efendi”, 31/295.
178
Bâlîzâde, Haşiye ale’l-Hidaye, (İstanbul: Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi, Murad Molla,
816),1b.
ﺳﺒﺤﺎن ﻣﻦ ارﺳﻞ رﺳﻮﻟﮫ ﺑﺪﯾﻦ اﻟﺤﻖ ﻟﯿﻈﮭﺮه ﻋﻠﻰ اﻟﺪﯾﻦ ﻛﻠﮫ ﺑﺸﯿﺮا وﻧﺬﯾﺮا وداﻋﯿﺎ اﻟﻲ ﷲ ﺑﺎذﻧﮫ وﺳﺮاﺟﺎ ﻣﻨﯿﺮا ﻧﺴﺦ ﺑﺸﺮﻋﮫ
اﻟﺸﺮاﯾﻊ واھﺘﺪى اﻟﻌﺒﺎد ﺑﮫ ﻓﻲ اﻟﻮﻗﺎﯾﻊ اﺣﻜﻤﮫ ﻓﻲ ﺣﻜﻤﺘﮫ واﺗﻘﻨﮫ ﻓﻲ ﺻﻨﻌﺘﮫ وﺑﻘﺎء اﻟﻌﺎﻟﻢ ﺑﮭﺬا اﻟﻨﻈﺎم ﻓﺴﺒﺤﺎﻧﮫ ﺳﺒﺤﺎﻧﮫ ﻻ اﻧﺼﺮام ﻟﮫ وﻻ اﻧﻔﺼﺎم
ﻓﺎﻟﺤﻤﺪ ´ ﺣﻤﺪا داﺋﻤﺎ ﻋﻠﻰ ﺑﻘﺎﯾﮫ إﻟﻰ ﯾﻮم اﻟﺪﯾﻦ ﺳﺮﻣﺪا ﺛﻢ اﻟﺼﻠﻮة واﻟﺘﺴﻠﯿﻢ ﻋﻠﻰ ﺳﯿﺪﻧﺎ ﻣﺤﻤﺪ اﻟﺬي إﻧﻘﻄﻊ ﺑﮫ اﻟﻮﺣﻲ وﺗﻢ ﻣﻌﮫ اﻟﺒﻌﺚ وﺧﺘﻢ ﻓﯿﮫ
ﺑﯿﺖ اﻟﻨﺒﻮة ﺻﻠﻲ ﷲ ﺗﻌﺎﻟﻰ ﻋﻠﯿﮫ وﻋﻠﻰ آﻟﮫ واﺻﺤﺎﺑﮫBâlîzâde Mustafa Efendi, es-Seyfü’l-Meslûl fi Şer‘ir-Resûl,
(İstanbul: Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi, M. Hilmi F. Fehmi, 00080), 1b.
179
54
Süleyman b. Yusuf’ künyesini vermiştir. Esere es-Seyfü'l-meslûl fi şer‘ir-resûl ismini
verdiğini ifade etmektedir.180
Bâlîzâde, kendi zamanında yaşayan bazı insanların adaletin yerine zulmü
koyduklarını ifade eder ve bu kimselerin “ ” ﻓَﺄ ُو ٰﻟَِﺌَﻚ ُھُﻢ اْﻟﻔَﺎِﺳﻘُﻮَن181 ayetinde bahsedilen
kimselerden olduğunu söyler. Şeyhülislam kendi zamanındaki bazı uygulamalara ve
bazı devlet adamlarına yazıklar olsun, diye serzenişte bulunur. Bu kimselerin ilmi
mevki ve makamları sattıklarından, büyük emanete ihanet ettiklerinden, çirkin olan
rüşvete sığındıklarından bahseder. Bu kimseler için “şeytanın oyuncağı olmuşlardır”
der ve devamında Allah bizi onlara tabi olmaktan korusun diyerek dua eder. Onun
ifadelerine göre alimler insanların en hayırlısı olan peygamberlerin varisleridir, onlar
toplumu düzelttikleri zaman toplum da düzelir; fesada başladıkları zaman toplum da
fesada uğrar. İsrailoğulları’nın düştüğü durum da böyledir. Onlar günaha daldıkları,
rüşvet aralarında yayıldığı zaman alimler de bu kimselerle beraber bulunmuş, onların
yaptıklarını hoş görmeye başlamışlardır. Allah onların kalplerini birbirine düşürdü.
Hz. Hz. Dâvud’un dilleriyle onları lanetledi. Rüşveti hoş gören, cevaz veren kimseler,
kafir olurlar çünkü günahta gevşeklik göstermek de küfürdür. Allah onları kötü
amellerinden dolayı kıyamette cezalandıracaktır.182
Kendi döneminde, “Bu zamanda şeriat kalmamış!” diyenlere Bâlîzâde sert bir
dille, ilahi ahkamı inkar edenler cehennemde ebedi kalacaklardır, der. Kendi
dönemindeki alimleri şiddetle eleştirir. Döneminde yaşamış devlet adamı ve alimlere
hallerinden dolayı serzenişte bulunduktan sonra eserle ilgili tahliline yer verir.
Mütekaddim ve müteahhir ulemanın kitaplarına baktıktan sonra yaşadığı dönemde
meydana gelen bazı olay ve hadiselerin bu eserlerde olmadığını, güncel meselelere
fetvâların olmadığını dile getirir. Anlaşılabilir ve günün meselelerin çözülebilmesi için
sarih ve açık nakiller gerektiğini, klasik metinlere bakıldığı zaman günümüz
meselelerine dair konular olmadığını ifade eder. Devamında şu eklemeleri yapar:
“Eski kitaplarda bugüne ait meseleler bulunmuyor ancak geleneğe bağlı kalmak
180
Bâlîzâde, es-Seyfü’l-Meslûl, (M. Hilmi F. Fehmi, 00080), 2a.
181
Âli İmrân 3/82.
182
Bâlîzâde, es-Seyfü’l-Meslûl, (M. Hilmi F. Fehmi, 00080) 1b.
55
suretiyle ve nakil yoluyla geçmişle günümüzü birleştirmeyi murad ediyorum. Eski
metinler bir şekilde bu meseleleri konu ediniyor fakat günümüz mantığı ile değil.
Şerhler de bu meseleleri bir şekilde açıklamakta fakat kapalılıklar söz konusuydu.
Allah’tan yardım dileyerek ben de o kitaplara bakıp araştırdığım kadarıyla nakillerde
bulundum; her meseleyi kendisine ait bölüm başlıklarında yazdım.”183
Eserin sonunda bir tarih verilmemektedir ancak biz el-Hidâye üzerine yazdığı
haşiyesinde ifade ettiği bilgiden yola çıkarak 1036 yılından sonra yazıldığını
söyleyebiliriz. Bâlîzâde Kenz’i şerh ettiği el-Ferâid (1036) eserinden sonra sırasıyla,
es-Seyfü’l-meslûl, Ahkâmu’s-Samediyye, Mîzân (1012-1055) eserini kaleme aldığını
kendisi ifade etmektedir. Bâlîzâde müderrislik görevinden rebiülevvel 1037/1627
görevinden azledilmiş ve üç yıl herhangi bir görev almamıştı. 1036’dan sonra eserin
yazıldığını kabul edersek görevinden azledilmesinden dolayı eserin girişinde devlet
ricâline ve ulemaya serzenişi anlaşılır olacaktır. Zira Bâlîzâde diğer eserlerinde bu
şekilde bir üslupta bulunmamıştır.
2.2.2.1.3. el-Ahkâmu's-Samediyye fi'ş-şerîati’l-Muhammediyye184
Hanefî mezhebine ait "müftâ bih" görüşleri bir araya getirdiği, nevazil türündeki
eseridir. Arap dili ile yazılmış, iki yüz seksen sekiz varaktan oluşmaktadır. Esere ait
katalog kaydı Süleymaniye Ktp. Murad Molla, nr. 725 şeklindedir.
Eserin Bâlîzâde’ye ait olduğu giriş kısmında kaydedilmektedir. Bâlîzâde
besmele, hamdele ve salvele ile başlayarak Hz. Peygamber’e, halifelere, müçtehitlere
dua etmekte ve bu zatların kaideleri kemâle erdirdiğinden bahsetmektedir. Ayrıca en
güzel tevil yoluyla kuralları birbirinden ayırdıklarını ifade etmektedir. Hanefî
meşâyihinin rivayetlerinin zabt edilmediğinden ve kısaltılmadığından söz etmekte,
onların rivayetlerinin denizler kadar çok olduğundan bahsetmektedir. Bâlîzâde, Hanefî
meşâyihlerinin rivayetlerini gözden geçirdikten sonra sahîh, esah, râcih, ekvâ, muhtar
183
Bâlîzâde, es-Seyfü’l-Meslûl, (M. Hilmi F. Fehmi, 00080), 2a.
184
Eserin ilk sayfası ekler bölümünde verilmiştir
56
ve mâ bihi’l-fetvâ görüşleri bir araya topladığını ve aralarında tercihte bulunduğunu
ifade etmektedir.
Eser, tahâret bahsi ile başlayıp miras hukuku ile tamamlanmış, en sonunda da
farklı meselelere dair hükümlere değinmiştir. Nüshanın iç kapak sayfasında eserin
ismi el-Ahkâmu’s-Samediyye fi’ş-şerîati’l-Muhammediye ‘alâ mezhebi’n-Numâniyye
olarak kaydedilmektedir. Kaydın devamında da eserin Osmanlı devletinde mütfü olan
merhum Bâlîzâde’ye ait olduğu ifade edilmektedir. Bâlîzâde 1042 yılında kadılık
görevine başlamış, bu sebeple 1042’den sonra yazdığı söylenebilir. Zira Es-Seyfü’lmeslûl eserinde ifade ettiği yazım sıralaması gözetildiği zaman bu tarih tutarlılık
göstermektedir.
Bâlîzâde’nin diğer eserlerinden farklı olarak, nüshanın başında konulara dair
içindekiler bölümü bulunmaktadır. Kitap içerisinde konular ard arda kırmızı mürekkep
ile kitap başlıkları yazılarak sıralanmıştır. Her yeni konuda kırmızı mürekkep ile
“fasıl” yazılmıştır. Devamında “fî mühimmât” yazılarak önemli görülen konuları
açıklanmıştır.
Nüshanın son sayfasında 1126 yılında yazıldığına dair müstensih kaydı
bulunmaktadır. Müstensihin Selanik’e bağlı Karaferya şehrinin kadısı olan Abdulkâdir
Çelebi olduğu kaydedilmektedir.185
2.2.2.1.4. Hâşiye ale’l-Hidâye186
Ekmeleddin el-Bâbertî'nin el-Hidâye eserine el-İnâye adıyla yazdığı şerhin 16.
yüzyılda şeyhülislamlık makamında bulunmuş Sâdî Çelebi (öl. 945/1539) tarafından
185
Bâlîzâde Mustafa, Ahkamü’s-Samadiye fi şeriati’l-Muhammediye (İstanbul: Süleymaniye Yazma
Eserler Kütüphanesi, Morad Molla, 725), 277a. TDV İslam Ansiklopedisi’nin Bâlîzâde Mustafa
Efendi maddesinde nüshanın numarası 526 olarak kaydedilmiştir ancak eserin demirbaş numarası
725’tir.
186
Eserin ilk sayfası ekler bölümünde verilmiştir
57
kaleme alınan haşiyenin reddiyesidir.187 Eserin katalog kaydı, Hâşiye ale’l-Hidâye
Süleymaniye Ktp., Murad Molla koleksiyonu nr. 816 şeklindedir.188
Kitabın mukaddimesine aşağıdaki şekilde besmele, hamdele ve salvele ile
başlamaktadır.
ﺑﺴﻢ ﷲ اﻟﺮﺣﻤﻦ اﻟﺮﺣﯿﻢ
ﺳﺒﺤﺎن ﻣﻦ وﻓﻖ اﻟﻔﻘﮭﺎء ﻟﺪرك دﻗﺎﯾﻖ اﻟﺸﺮع اﻟﻤﺤﻤﺪي وﺧﺺ اﻟﻌﻠﻤﺎء ﺑﺘﺤﻘﯿﻖ ﺣﻘﺎﯾﻖ اﻟﺪﯾﻦ اﻷﺣﻤﺪي
واﻟﺼﻼة واﻟﺴﻼم ﻋﻠﻰ ﺳﯿﺪﻧﺎ ﻣﺤﻤﺪ ﺧﻼﺻﺔ اﻟﻜﻮﻧﯿﻦ واﻟﺮﺳﻮل اﻟﺜﻘﻠﯿﻦ أﻓﻀﻞ ﺟﻤﯿﻊ اﻻﻧﺒﯿﺎ واﻟﻤﺮﺳﻠﯿﻦ وھﻮ ﺣﺒﯿﺐ
واﻟﻤﻮﺻﻮف ﻓﻲ اﻟﻜﺘﺐ اﻟﻤﻨﺰﻟﺔ اﻻﻟﮭﯿﺔ واﻵﯾﺎت اﻟﻘﺮاﻧﯿﺔ اﻟﻔﺮﻗﺎﻧﯿﺔ وﻋﻠﻰ آﻟﮫ وزراﺋﮫ اﻟﺨﻠﻔﺎء٠ﷲ رب اﻟﻌﺎﻟﻤﯿﻦ
٠189اﻟﻤﺠﺘﮭﺪﯾﻦ وأﺻﺤﺎﺑﮫ اﻟﻤﺠﺎھﺪﯾﻦ ﻣﻦ اﻟﻤﮭﺎﺟﺮﯾﻦ واﻻﻧﺼﺎر واﻟﻌﺸﺮة اﻟﻤﺒﺸﺮة اﻻﺑﺮار واﻟﺘﺎﺑﻌﯿﻦ اﻻﺧﯿﺎر
Bâlîzâde eserin hatimesini ise şu dua ile bitirmiştir;
وﷲ ﺗﻌﺎﻟﻰ ﯾﻘﻀﻰ اﻟﺤﺎﺟﺎت وﯾﻘﺒﻞ اﻟﺨﯿﺮات واﻟﺤﺴﻨﺎت وﺻﻠﻰ ﷲ ﺗﻌﺎﻟﻰ ﻋﻠﻰ ﺻﺎﺣﺐ اﻟﺸﺮﯾﻌﺘﮫ ﺳﯿﺪﻧﺎ
190
ﻣﺤﻤﺪ أﻓﻀﻞ اﻟﺮﺳﻞ وأﻗﺪم ﺟﻤﯿﻊ اﻟﻜﺎﺋﻨﺎت وﻋﻠﻰ اوﻻده وآﻟﮫ واﺣﻔﺎده ذوي اﻻﻓﻀﺎﻻت
Dört yüz otuz sekiz varaktan oluşan eser Arap dili ile kaleme alınmıştır.
Müellifin diğer eserlerinden farklı olarak bu nüshasında tezyin içermektedir. Metin
içerisinde “kavluhu” ifadeleri muhaşşîye dair itirazlar içermektedir. Müellif itirazları
ifade ettikten sonra “vechü’l-bahs” ifadesiyle itirazların mahiyetine dair bilgiler
vermektedir.
Kitabın iç kapak sayfasında el-Hidâye’nin konu başlıkları fihrist olarak
verilmektedir. Klasik usûl kitapları gibi tahâret bahsi ile başlayarak vasiyet ve hünsâ
konuları ile tamamlanmıştır. Bâlîzâde mukaddimede, el-Hidâye’nin şerhleri olan İbn
Hacer el-Askalâni’nin ed-Dirâye fî tahrîci ehâdîsi’l-Hidâye, Emir Kâtip el-İtkânî’ye
187
Mehmet İpşirli-Ziya Demir, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, “Sâdî Çelebi” (İstanbul:
TDV Yayınları, 2008), 35/404.
188
Eser’in ismi TDV İslam Ansiklopedisi Bâlîzâde maddesinde, Haşiyetü Bâlîzâde ala Haşiyeti Sâdi
Çelebi olarak geçmekle beraber eserin kaydı Murad Molla, Ktp., nr. 609 şeklindedir. Ancak
kataloglardan eserin ismi ve demirbaş numarası Hâşiye ale’l-hidaye Süleymaniye Ktp., Murad
Molla koleksiyonu nr. 816 şeklindedir.
189
Bâlîzâde Mustafa Efendi, Haşiye ale’l-hidaye, (İstanbul: Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi,
Murad Molla, 816), 1b.
190
Bâlîzâde, Haşiye ale’l-hidaye, Haşiye ale’l-hidaye, (Murad Molla, 816),442b.
58
ait Gâyetü’l-beyân nâdiretü’l-akrân fî âhiri’z-zamân ve Bâbertî’nin yazdığı el-‘İnâye
eserlerini incelediğini belirtmektedir.
Bâlîzâde eserin mukaddimesinde, Kenzü’d-dekâik üzerine yazdığı şerhten sonra
(el-Ferâid fi halli’l-mesâ’il ve’l-fevâid eseri) es-Seyfü'l-meslûl fi şer‘ir-resûl adlı fetvâ
kitabını yazmaya yöneldiğini sonrasında başka bir fetvâ kitabı olan el-Ahkâmu'sSamediyye fi'ş-şerîati’l-Muhammediyye eserini yazmaya yöneldiğini sonrasında ise
Mîzânü’l-‘amel isimli fetvâ kitabını yazmaya yöneldiğini ifade etmektedir.
191
Buradaki ifadelerinden eserlerini sırasıyla mı yoksa aynı anda mı yazdığını tespit
edemiyoruz. Devamında ise Bâlîzâde, “Kim fıkhi problemlerin tafsilatlarına bakmak
isterse bu eserlerimi incelesin” diyerek eserlerin kendisine ait olduğunu tekrar
kaydetmektedir.192
Müellif bir nevi reddiye mahiyetinde olan bu eserin ferağ kaydında, bazı karışık
durumlardan dolayı eseri yazmasının yedi ay sürdüğünü, bu esnada Eyüp el-Ensârî
civarında bulunduğunu ifade etmektedir. Müellifin kendi ifadelerinden eseri
şeyhülislamlık makamında görevinde başladığını, 1068/1658 yılının Şaban ayının on
ikinci gecesinde tamamladığını tespit etmekteyiz. Eserin sonunda bir istinsah kaydı
bulunmamaktadır. Bu sebeple müellif hattı ile yazıldığını ifade edebiliriz.
2.2.2.1.5. Hâşiye ‘alâ şerhi’l-Vikâye li-Sadri’ş-Şerîa el-Mahbûbî193
Sadrüşşerîa’nın el-Vikâye adlı eserine yazdığı haşiyedir. Eserin Bâlîzâde’ye ait
olduğu katalog kayıtlarında mevcut olmakla beraber kendisine ait biyografi
bilgilerinde bulunmamaktadır. İncelerimiz sonucunda eserin Bâlîzâde’ye ait olduğu
görülmektedir. Eser katalog kayıtlarında Süleymaniye ktp. Nuruosmaniye, nr. 01471
olarak kaydedilmektedir.
191
Bâlîzâde, Haşiye ale’l-Hidaye, (Murad Molla, 816), 1b.
192
Bâlîzâde, Haşiye ale’l-Hidaye, (Murad Molla, 816), 1b.
193
Eserin ilk sayfası ekler bölümünde verilmiştir
59
Eserin kapak sayfasında Bâlîzâde ‘alâ Sadrişşerîa ifadesi bulunmaktadır. İç
kapak sayfasında fıkıh bablarını içeren bir fihrist bulunmakta ve fihristin başında da
“Fihris-i fevâidu hamdiyye el müsemmâ bi hâşiyeti Sadrişşerîa” ifadesi
bulunmaktadır. Bu sebeple kitabın ismi Fevâidu hamdiyye olmakla beraber müellif
Hâşiyetü Sadrişşerîa ifadesini tercih etmiştir. Müellifin dibace kısmında belirttiği gibi
eser, haşiye niteliğinde bir çalışmadır. Müellif mukaddimede hamdele ve salvele,
sonrasında diğer eserlerinde de olduğu gibi Vikâye’ye hâşiye yazma sebeplerini
anlatmaktadır.
Bâlîzâde’ye göre Sadrişşerîa’ya ait Vikâye eseri insanlar arasında makbul olan,
üzerine dersler verilen bir eserdir. Yine onun ifadelerine göre Vikâye üzerine pek çok
şerhler ve haşiyeler yazılmış, bu çalışmalarla müellifler Vikâye’de yer alan kapalı olan
ve anlaşılmayan yerleri izah etmeyi amaçlamışlardır. Bu haşiyelerin kimisi çok uzun,
kimisi de çok kısa olduğu için insanlara bir fayda sağlamamıştır. Bu sebeple
Vikâye’nin problemli yerlerini çözümlemekten aciz kalmışlar ve inceliklerine
ulaşamamışlardır. Bâlîzâde’ye göre Vikâye veciz bir eserdir; bu sebeple ta‘miye ve
lugaz mesabesindedir. Bu sebeplerden dolayı Vikâye’ye bir hâşiye yazmak istediğini
ifade etmektedir. Hâşiyesini yazarken ilimde derinleşmiş olan kimselerin sözlerini
topladığını, aralarında tercih yaptığını ve önemli kaideler ilave ettiğini ifade
etmektedir. Bu ilavelerin sebebini de Vikâye’nin kısalığından kaynaklı zorluğu
gidermek için, lafızlarında ve terkiplerinde yer alan problemli yerleri açıklamaya
bağlamaktadır.
Bâlîzâde, eseri dönemin padişahı olan I. İbrahim’e atfetmektedir. “Sultân-ı
Azam, Hakân-ı Ekrem, Maliku rikabu’l-ümem, Arap ve Acem mülkünün sahibi,
Veliyyü’l-eyâdi ve’n-niam, şeriat-ı garranın binasını inşa eden, küfrün ve hevanın
temellerini yok eden, emniyet ve huzuru yayan, Sultan İbrahim Han ibn Sultan Ahmet
Han, Allah kıyamete kadar onun devletini ebedi kılsın, beni de ilimde mümtaz bir yere
koysun” ifadeleri ile mukaddimesini sonlandırmakta ve haşiyesine geçmektedir.
Kitap içerisinde müellifin ismi geçmemekle beraber, kullandığı ifade ve üslup
diğer eserleriyle benzerlik gösterdiğinden eserin ona ait olduğunu söyleyebiliriz.
60
Kitabın sonundaki ifadelerinde de eserin yazılmaya başlanma tarihinin 1048 yılında
olduğu, 1053 yılının Şaban ayında da bitirdiğini görmekteyiz. Şeyhülislamlığından
önce yazdığını söyleyebiliriz.
Nüsha içerisinde bir istinsah kaydı bulunmadığı için müellif hattı olması
muhtemeldir. Ayrıca yazma nüshada iki farklı kalem üslubu görülmekle beraber bazı
yerleri talebelerinin yazdığını ifade edebiliriz.
Eser içerisinde Vikâye’ye ait ibareler kırmızı mürekkeple, hâşiye olan kısımlar
siyah mürekkeple kaleme alınmıştır. Siyah mürekkeple yazılmış yerlerin bazı
kısımlarının üstü kırmızı mürekkep ile çizilmiştir. Bu sebeple bu nüshanın bir
müsvedde olduğu söylenebilir. Muhtemelen müellif, eserin kopya nüshalarında üzeri
çizilen yerlerin istinsah edilmemesini murat etmiş olabilir.
2.2.2.1.6. Mîzânu’l-fetâvâ194
Eserin katalog kaydı Süleymaniye Ktp., Yeni Cami, nr. 675, 1b-700b ve Konya
Karatay Yusufağa Ktp., nr. 5369 şeklindedir. 195 Bu bölüm içerisinde Süleymaniye
nüshası incelenecektir.
Bâlîzâde eserinin mukaddimesine diğer eserlerinde olduğu gibi besmele,
hamdele ve salvele ile başlamaktadır. Kitabın ismini nüshanın ilk varağında
“Mîzânü’l-fetâvâ yu‘rafu bihi el-müfta bih” olarak kaydetmiştir.
ﺑﺴﻢ ﷲ اﻟﺮﺣﻤﻦ اﻟﺮﺣﯿﻢ
ﺳﺒﺤﺎﻧﻚ ﻻ ﻋﻠﻢ ﻟﻨﺎ إﻻ ﻣﺎ ﻋﻠﻤﺘﻨﺎ إﻧﻚ أﻧﺖ اﻟﺴﻤﯿﻊ اﻟﻌﻠﯿﻢ ﺳﺒﺤﺎﻧﻚ ﻻ ﻓﮭﻢ ﻟﻨﺎ اﻻ ﻓﮭﻤﺘﻨﺎ إﻧﻚ أﻧﺖ اﻟﺠﻮاد
وﻓﻖ اﻟﻌﻠﻤﺎء ﻓﻲ درك ﻣﺼﺎﻟﺢ ﻋﺒﺎده وﻋﻠﻰ ﻣﺎ أﻣﺮ ﺑﮫ ﻣﻦ اﻻﺣﻜﺎم اﻟﻤﺤﻜﻤﺔ اﻟﻤﻮﯾﺪة اﻟﻤﻮﺑﺪة ﺑﻜﺘﺎﺑﮫÓ اﻟﻜﺮﯾﻢ اﻟﺤﻤﺪ
196
وﺳﻨﻦ رﺳﻮﻟﮫ اﻟﻜﺮﯾﻢ اﻟﺬي اﻧﻘﻄﻊ ﺑﮫ اﻟﻮﺣﻲ وﺗﻢ ﻣﻌﮫ اﻟﺒﻌﺚ وﺧﺘﻢ ﻓﯿﮫ ﺑﯿﺖ اﻟﻨﺒﻮة
194
Eserin ilk sayfası ekler bölümünde verilmiştir
195
Özen, "Osmanlı Döneminde Fetvâ Literatürü”, 360.
196
Bâlîzâde Mustafa Efendi, Mizanü’l-Fetava, (İstanbul: Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi,
Yeni Cami, 675), 1b.
61
Devamında eser içerisinde hangi konulara değindiğinden şu şekilde
bahsetmektedir: Kadılık ve naiblik yaparken sahih, esah, mâ bihî yüftâ (kendisiyle
fetvâ verilen görüş), muhtâr (muhalif görüşlerden tercih edilen) ve mâ aleyhi’l-fetvâyı
(fetvânın dayandırıldığı görüşü) naklettik ki böylece Allah’tan korkanlar için
amellerinde bir mizan olsun.” Mukaddimeden sonra Bâlîzâde mefhûmu’l- muhâllif,
mefhumü’s-sıfat, mefhûmu’ş-şart gibi fıkıh usulüne dair bazı konular hakkında iki
varak boyunca bilgi vermektedir. Kitap ve fasıllar şeklinde tertip edilen eser, soru ve
cevap şeklinde değil de meselelerin hükmünü izah eder şekilde kaleme alınmıştır.
Mîzânü’l-fetâvâ fıkıh babalarına göre tasnif edilmiştir. Mukaddimesinde bazı
usul konularına değinilmiş, hatimesinde de delillerin tearuzu hakkında ispatlarda
bulunulmuştur. Eser sistematik bir fıkıh kitabı mahiyetinde olmayıp, vâkıat ve fetvâ
türünün mecz edilmiş bir örneği gibi durmaktadır. Eser içerisinde Kemalpaşazâde’nin
el-Mühimmât adlı eserinden nakiller içerdiği kaydedilmektedir.197 Mîzânu’l-fetâvâ tek
cilt halindedir, ancak Ziriklî eserin iki cilt olduğunu ifade etmiştir. Eser, 1012-1055
tarihleri arasında yazılmıştır. 198 Gedizli Mehmed Efendi (1752-1837), Bâlîzâde’nin
fetvâlarını Mecmûa-yi Fetâvâ-yı Bâlîzâde adlı bir eser kaleme alarak yeniden
düzenlemiştir.199
Abdülaziz Han döneminde basılan Behcetü’l-Fetâvâ’da 1289 tarihli baskısında
Bâlîzâde’nin
fetvâlarından
nakiller
içermektedir.
Osmanlıda
mezkur
fetvâ
mecmualarında ve benzerlerinde Bâlîzâde’nin Mîzânü’l-fetâvâ’sına yapılan atıflara
rastlamak mümkündür.200
197
Şükrü Özen, “Osmanlı Döneminde Fetvâ Literatürü”, Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi 3/5
(2005), 361.
198
Ziriklî, el-A‘lâm, 7/234.
199
Özel, Hanefî Fıkıh Alimleri ve Diğer Mezheplerin Meşhurları, 307.; Abdullah Ceyhan, “Gedizli
Mehmed Efendi”, TDV İslam Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 1996), 13/551).; İpşirliKaya, “Bâlîzâde Mustafa Efendi”, 31/295.
200
Arslan, "Osmanlı Dönemi Nukûllü Fetvâ Mecmuaları”, 145,150.
62
Mîzânu’l-fetâvâ eserine yazılmış, Emir Enver Demir’e ait bir doktora tezi
bulunmaktadır. Malezya’daki “al-Madinah International University” yapılan tezde, ilk
olarak müellifin dönemindeki siyasi durumdan, müellifin kendisinden, Hanefî
mezhebinde fetvâ müessesinden bahsedilmiştir. İkinci kısımda Mîzânu’l-fetâvâ’nın
nikâh konusundan rada’ konusuna kadar olan kısmın tahkiki yapılmıştır. Üçüncü ve
son kısımda ise ilgili eser bağlamında, tahkik yapılan kısım incelenmiştir.201
2.2.2.1.7. el-Fetâvâ202
Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr.000944, 96-108 vr. Bu eser tezimize konu
olan çalışmadır. Tezin ilgili bölümünde detaylı olarak incelenecektir.
2.2.2.2. Arap Dili ve Belagatı Eseri
Seyyid Şerif el-Cürcânî'nin Ebû Ya’kub es-Sekkâkî’ye ait Miftâhu'l-'ulûm
üzerine yazılan el-Misbâh şerhinin haşiyesi mevcuttur. Miftâhu’l-‘ulûm eeseri, Arap
grameri ve belâgatı üzerine yazılarak üç bölümden meydana gelmektedir. Eser
içerisinde sarf ve nahiv konularından Arap dilinin kurallarına ve sebeplerine dair
izahlar yapılmıştır. Meânî ve beyân ilimlerinin tarifleri, meâni ilminin temel
meseleleri, beyân ilminin ana konuları incelenmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’e yapılan
itirazlar, çelişkiler, edebî bir eser olmaması, şiir niteliği taşımadığı şeklindeki
eleştirilere yüze akın âyet çerçevesinde ele alınan bahiste itirazlara cevap verişmiştir.
Şerhleri arasında en çok itibar gören Kutbüddîn-i Şîrazî, Taftâzânî ve Seyyid Şerîf elCürcânî’nin şerhleridir. Bu şerhler dışında Miftâhu’l-‘ulûm’a dair kaleme alınan
eserlerden biri Hatîb el-Kazvînî’nin Telhîshü’l-Miftâh’ıdır. Kullandığı metot ve üslûb
201
https://www.academia.edu/39905197/MIZANULFETAVA_Usaglašavanje_islamskih_fetvi_decizija_od_osmanlijskog_šejhulislama_Mustafe_Bâlîzâdea_1662._studija_valorizacija_komentar_i_derivacija_savremenih_pravni
h_rješenja_prema_primarnim_i_sekundarnim_pravilima_hanefijske_pravne_škole
202
Eserin ilk sayfası ekler bölümünde verilmiştir
63
ile aslını gölgede bırakmış, yıllarca ders kitabı olarak okutulmuş ve üzerine birçok şerh
ve hâşiye yazılmıştır. 203
El- Misbâh, Miftâhu’l-‘ulûm’un üçüncü kısmına Seyyid Şerif Cürcânî (öl.
816/1413) tarafından yazılan en önemli şerhlerden biridir. Cürcânî, Semerkant’ta ders
okuturken, h.803 yılının Şevval ayının ortalarında bitirmiştir. Osmanlı medreselerinin
kapatıldığı tarihe kadar belâgat ders kitabı olarak okutulmuştur. Bu eserin okutulduğu
medreselere Miftâh Medreseleri denilmiştir. 204
2.2.2.2.1. Hâşiye ‘alâ Şerhi’l-Miftâh205
Seyyid Şerif el-Cürcânî'nin Ebû Ya’kub es-Sekkâkî’ye ait Miftâhu'l-'ulûm
üzerine yazdığı el-Misbâh adlı şerhin hâşiyesidir.206 Arapça olarak yazılmış eserin üç
farklı nüshası bulunmaktadır. Eserin katalog kaydı, Süleymaniye KTP., Bağdatlı
Vehbi, nr. 001776, Şehid Ali Paşa, nr. 002218 şeklindedir. Bir diğer nüsha ise Edirne
Selimiye Yazma Eserler Kütüphanesi’nde 001762 numaralı kayıtta bulunmaktadır.
Ancak bu kaydın varaklarının olmadığı kaydedilmektedir. Bölüm içerisinde Bağdatlı
Vehbi ve Şehid Ali Paşa nüshaları incelenecektir.
Elimizde mevcut olan Bağdatlı Vehbi nüshası otuz sekiz varaktan Şehid Ali Paşa
nüshası ise yüz varaktan oluşmaktadır. Eserin iki nüshası da Arap dili ile yazılmıştır.
Nüshanın iç kapak sayfasında yazan bilgilere göre eserin ismi ve müellifinin Bâlîzâde
olduğu teyit edilmektedir.207 Bâlîzâde esere şu şekilde besmele, hamdele ve salveleyle
başlamıştır.
203
Bkz. Mehmet Sami Benli, “Miftâhu’l-Ulûm”, TDV İslam Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları,
2005), 30/21.
204
Bkz.Yüksel Çelik, es-Seyyid eş-Şerîf el-Cürcânî’nin “el- Misbâh Fi Şerh el-Miftâh” Adlı Eserinin
Tahkik ve Tahlili (Edisyon Kritik) (İstanbul: Marmara Üniversitesi, Doktora Tezi, 2009), 51.
205
Eserin ilk sayfası ekler bölümünde verilmiştir
206
Şeyhi, Vekâyi’ul-fuzalâ, 1/857.; Yüksel Çelik'e ait doktora tezini incelediğimizde el-Misbâh’a
yazılan hâşiyeler arasında zikredilmektedir. Bkz. Yüksel Çelik, es-Seyyid eş-Şerîf el-Cürcânî’nin
“el- Misbâh fi şerh el-miftâh” Adlı Eserinin Tahkik ve Tahlili (Edisyon Kritik), 181.
207
Bâlîzâde, Haşiye ala şerhi’l-miftah, (İstanbul: Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi, Bağdatlı
Vehbi, 1776).
64
ﺑﺴﻢ ﷲ اﻟﺮﺣﻤﻦ اﻟﺮﺣﯿﻢ
ﺳﺒﺤﺎن ﻣﻦ اﻟﮭﻤﻨﺎ ﺑﺎﺣﺴﺎﻧﮫ ﺣﻞ ﻏﻮاﻣﺾ ﺑﯿﺎن اﻟﺒﯿﺎن واطﻠﻌﻨﺎ ﻋﻠﻰ ﻛﺸﻒ ﻣﺸﻜﻼت اﻟﺘﺒﯿﯿﻦ و ﻣﻌﻀﻼت
اﻟﺘﺒﯿﺎن وﺻﻼة وﺳﻼﻣﺎ ﻋﻠﻰ ﻣﺤﻤﺪ اﻟﻤﺒﻌﻮث ﻣﻦ ﺳﻼﻟﺔ ﻋﺪﻧﺎن و ﻋﻠﻰ اﻟﮫ و اﺻﺤﺎﺑﮫ ارﺑﺎب اﻟﻠﻐﺔ واﻟﻠﺴﺎن
Kendi ifadelerinden anlaşıldığı üzere, Bâlîzâde ders verirken Şerhü’l-miftâh’ı
dikkatlice okumuş, gerekli gördüğü yerlerde notlar eklemiş, açıklamalarda bulunmuş
ve yorumlar yapmıştır.208
Bâlîzâde eserin sonunda doğum yeri İstanbul olmakla beraber aslen
Kastamonulu olduğunu kaydetmektedir. Ketebe kaydına göre müstensihin adı tam
okunmamakta ancak eserin Edirne’de bulunan Hızır Bey medresesinde 1032 yılında
yazıldığı ve istinsah edildiği görülmektedir.209
Eserin bir diğer nüshası olan Şehid Ali Paşa nüshasının iç kapağında Seyid Şerif
el-Cürcânî’nin el-Misbâh eserine yazdığı hâşiyesi olduğu kaydedilmektedir. Müellif
için “el-fâdıl el-allâme ve’n-nahriru’l fehhâme Şeyhülislam Müfti Enâm Mustafa
Efendi eş-Şehir (meşhur) bi Bâlîzâde” ifadesi yer almaktadır. Bu nüshanın 1035
yılında
Fatih
Medresesi’nde
müellif
hattı
ile
yazıldığı
son
sayfasında
kaydedilmektedir.210
Bağdatlı Vehbi Nüshası ile Şehid Ali Paşa nüshasının yazım tarihleri arasında
takriben üç yıllık bir zaman farkının olduğu görülmektedir. Ayrıca iki nüshaya ait
incelemelerimizden oluşan kanaate göre Şehid Ali Paşa nüshası, Bağdatlı Vehbi
nüshasının geliştirilmiş hali olması mümkündür. Zira nüshalar arası büyük farklar
vardır. Bâlîzâde iki nüshanın mukaddimesinde de eserin Seyyid Şerif el-Cürcânî’nin
eserine hâşiye olduğunu ifade etmektedir.
208
Bâlîzâde, Haşiye ala şerhi’l-miftah li-Seyyid Şerif, 1b.
209
Bâlîzâde, Haşiye ala Şerhi’l-Miftah li-Seyyid Şerif, 39a. واﻧﺎ اﻟﻔﻘﯿﺮ ﻣﺼﻄﻔﻰ اﻟﺸﮭﯿﺮ ﺑﺒﺎﻟﻲ زاده ﻛﺘﺐ ﷲ ﻟﮫ اﻟﺤﺴﻨﻰ
٠١٠٣٢ وزﯾﺎدة اﻟﻘﺴﻄﻨﻄﻨﻲ ﻣﻮﻟﺪا واﻟﻘﺴﻄﻤﻮﻧﻲ اﺻﻼ ﻛﺎﺗﺒﮫ اﻟﻔﻘﯿﺮ ﻣﺮاد اﻟﻤﻨﻔﺼﻞ ﻋﻦ ﻣﺪرﺳﺔ ﺣﻀﺮ ﺑﻚ ﺑﺪار اﻟﺴﻠﻄﻨﺔ ﻗﺴﻄﻨﻄﻨﯿﺔ
210
Bâlîzâde, Haşiye ala Şerhi’l-Miftah li’s-Seyyid Şerif, (İstanbul: Süleymaniye Yazma Eserler
Kütüphanesi, Şehid Ali Paşa, 002218), 100b.
65
ﺑﺴﻢ ﷲ اﻟﺮﺣﻤﻦ اﻟﺮﺣﯿﻢ
ﯾﺎ ﻣﻦ ﯾﻌﻠﻢ ﺳﺮاﺋﺮ ذوى اﻟﺤﺎﺟﺎت ﻣﻦ ﻏﯿﺮ ﯾﯿﺎن واﯾﻀﺎح وﯾﺴﻤﻊ اﺣﺎدﯾﺚ اﻟﻀﻤﺎﺋﺮ ﻣﻦ ﻏﯿﺮ ﺧﻄﺎب
.....وإﻓﺼﺎح ﺗﺨﯿﺮ ﻓﮭﻢ ﻓﺼﺎﺣﺔ ﻛﻼﻣﮫ أھﻞ اﻟﺒﻮادﻣﻰ وﻣﮭﺎب اﻟﺮﯾﺢ وﺗﺎه ﻓﻲ ﺑﯿﺪاء اوراك ﺑﻼﻏﺘﮫ ﻣﻦ اﻗﺘﺼﺮ ﻋﯿﺸﺔ
Duasıyla başlayarak hatimesinde de,
ﻓﺎﻟﻤﺴﺆل ﻣﻦ اﻟﻮاﻗﻒ ﻋﻠﯿﮫ ان ﯾﺸﻤﻞ زﯾﻞ اﻟﺴﺘﺮ واﻟﻌﻔﻮ ﻋﻠﻰ ﻣﺎ وﻗﻊ ﻓﯿﮫ ﻣﻦ اﻟﺰﻟﻞ واﻟﻐﻔﻮل وﷲ اﻟﻤﺴﺆل
أن ﯾﺠﻌﻞ ذﻟﻚ ﺧﺎﻟﺼﺎ ﻟﻮﺟﮫ اﻟﻜﺮﯾﻢ وﯾﺮزﻗﮫ اﻟﻘﺒﻮل أﻧﮫ ﻋﻠﻰ ﻛﻞ ﺷﺊ ﻗﺪﯾﺮ وﺑﺎﻻﺟﺎﺑﺔ ﺟﺪﯾﺮ وأﻧﺎ اﻟﻔﻘﯿﺮ ﻣﺼﻄﻔﻰ
اﻟﺸﮭﯿﺮ ﺑﺒﺎﻟﻲ زاده ﻛﺘﺐ ﷲ ﻟﮫ اﻟﺤﺴﻨﻰ وزﯾﺎدة اﻟﻘﺴﻄﻨﻄﻨﻲ ﻣﻮﻟﺪا واﻟﻘﺴﻄﻤﻮﻧﻲ اﺻﻼ
İfadelerine yer vererek bitirmiştir.211
2.2.2.3. Tefsir Eseri
Bâlîzâde Mustafa Efendi’nin tespit ettiğimiz bir tefsir eseri bulunmaktadır. Bu
eseri, Kanuni Sultan Süleyman döneminde beş yıl şeyhülislamlık görevinde bulunmuş
Sâdi Çelebi’nin Hâşiye ‘ala tefsîri’l-Beyzâvî üzerinedir.
Sâdi Çelebi’nin eseri,
İstanbul medreselerinde tefsir derslerinde yardımcı kitap olduğu kaydedilmektedir.212
2.2.2.3.1. Hâşiye ‘alâ hâşiyeti’s-Sâdî ‘ale’l-Beyzâvî213
Eserde Sâdî Çelebi’nin Beyzâvi tefsiri üzerine yazdığı haşiyenin haşiyesi
mahiyetinde olup görüşlerine tenkitler bulunmaktadır. Eserin katalog kaydı Beyazıt
Devlet Ktp., Veliyüddin Efendi, nr. 302 şeklindedir. TDV İslam Araştırmaları Merkezi
Türkiye Kütüphaneleri kataloğunda demirbaş numarası ve koleksiyon adı Hâşiyetü
Bâlîzâde ‘alâ Hâşiyeti’s-Sâdi ‘alâ Envâri’t-Tenzîl ismiyle kaydedilmiştir.
Eserin iç kapak sayfasında, “Hâşiye Bâlîzâde ‘alâ hâşiyeti’s-Sâdî Efendi ‘ala’lBeyzâvî” ifadesi geçmektedir. Bâlîzâde eserini, Sâdi Çelebi’nin Beyzâvî üzerine
yazdığı haşiyeye reddiye olarak kaleme almıştır. Kitabın başında sûreler taksim
edilmiştir. Seçme surelerin bulunduğu bir fihrist vardır. Eser tüm sureleri
içermediğinden ötürü fihrist Saffât suresi ile bitmiştir. Bu sebeple Envâri’l-tenzîl’in
211
Bâlîzâde, Haşiye ala Şerhi’l-Miftah, (Şehid Ali Paşa, 002218), 100b.
212
İpşirli- Demir, “Sâdî Çelebi”, 35/404.
213
Eserin ilk sayfası ekler bölümünde verilmiştir
66
bütününe yönelik bir çalışma değildir. İç kapak sayfasında eserin Veliyüddin Efendi
kütüphanesine ait olduğuna dair mühür vardır.
Eserin mukaddimesinde,
ﺳﺒﺤﺎن ﻣﻦ أﻧﺰل ﻋﻠﻰ ﻋﺒﺪه٠ﺑﺴﻢ ﷲ اﻟﺮﺣﻤﻦ اﻟﺮﺣﯿﻢ وﺻﻠﻰ ﷲ ﻋﻠﻰ ﺳﯿﺪﻧﺎ ﻣﺤﻤﺪ وآﻟﮫ وﺻﺒﮫ اﺟﻤﻌﯿﻦ
ﻛﺘﺎﺑﺎ ﻓﯿﮫ آﯾﺎت ﺑﯿﻨﺎت وﺻﻠﻰ ﷲ ﺗﻌﺎﻟﻰ ﻋﻠﻰ رﺳﻮﻟﮫ اﻟﻤﺆﯾﺪ ﺑﺎﻟﻤﻌﺠﺰات واﻟﺒﺎھﺮات اﻟﺬي اﻧﻘﻄﻊ ﺑﮫ اﻟﻮﺣﻲ وﺗﻤﺖ
214
ﻣﻌﮫ اﻟﺘﻨﺰﯾﻼت وﺧﺘﻢ ﻓﯿﮫ ﺑﯿﺖ اﻟﻨﺒﻮة واﻟﺮﺳﺎﻻت
duası ile başlamaktadır.
Bâlîzâde mukaddimenin devamın ise Sâdî Çelebi’nin, el-Hâşiyetü’s-Sâdiyye
‘ala’l-‘inâye ve’l-Hidâye üzerine bir şerh kaleme aldığını, daha sonra tekrar Beyzâvî
hâşiyesi üzerine bir hâşiye yazmanın kalbine düştüğünü ifade etmektedir.
Mukaddimenin devamında da kitabın yazarının kendisi olduğunu kaydeder. Eser
içerisinde Sâdi Çelebi’nin görüşlerini aktardıktan sonra onun hatalarını düzelttiği
gözlemlenmektedir. Bu sebeple eserin reddiye türünce kaleme alındığı ifade edilebilir.
Elimizde bulunan nüsha, Saffât suresinin ilk kısımlarına dair bilgiler
içermektedir. Yazma nüshayı incelediğimiz zaman sonunda bir hatime yer almamakla
beraber eserin tamamlanmadığı gözlemlenmektedir. Bâlîzâde Mustafa Efendi kulların
maslahatıyla müşerref olduktan sonra eseri kaleme aldığını kitabın girişinde ifade
etmektedir. Burada şeyhülislamlık görevine başladıktan sonra yazdığını anlamaktayız.
Bu sebeple Bâlîzâde esere şeyhülislamlık makamındaki yoğunluk ya da azli
döneminde başlamış olabileceği gibi sebebi bilinmeyen durumlardan dolayı eseri
tamamlayamadığını söyleyebiliriz. Kütüphane kayıtlarında eserin devam ciltlerinin
olduğuna dair bir bilgi de göremedik.
214
Bâlîzâde Mustafa Efendi, Haşiyetu Bâlîzâde ala Haşiyeti’s-Sadî ala Envari’t-Tenzil. (İstanbul:
Beyazıt Devlet Kütüphanesi, Veliyüddin Efendi, 302), 1b.
67
2.2.2.4. Hadis Eserleri
Bâlîzâde Mustafa Efendi’nin hadis alanında bir eseri bulunmakla beraber eserin
yazma eser kataloglarındaki kayıtları birden fazladır. Aslen aynı eser olmakla beraber
nüsha ve eserin isminde farklılıklar bulunmaktadır.
2.2.2.4.1. Risâle fi mâ revâhu Ebû Eyyûb el-Ensârî215
Ebû Eyyûb el-Ensârî'nin (öl. 49/699) rivayet ettiği hadisleri bir araya getiren
eserdir.216 Eserde daha çok İbn Kesîr (öl. 120/738) ve Süyûtî (öl. 911/1505) gibi geç
dönem müelliflerinin çalışmalarından istifade edilmiştir. Eserin ismi kataloglarda
Mecmuu’l-hadîs bi rivâye Ebî Eyyûb el-Ensârî olarak geçmektedir. Millet Ktp., Ali
Emiri Efendi, Arabi, nr. 2447. Kitabın bir diğer nüshası, Murad Molla Ktp., Murad
Molla, Hadis Mecmuaları, nr. 000816, 62 vr. Topkapı Ktp., Ahmed III Kit., nr. 568,
62 vr. kataloglarda Kitâb fî mâ ravâhu Ebû Eyyûb el-Ensârî mine’l-ehâdis şeklinde
geçmektedir. Eserin bir diğer nüshası, Beyazıt Devlet Ktp. Veliyüddün Efendi
koleksiyonu 000801 demirbaş numaralı kayıtta el-Ehâdis merviyâ an Hâlid b. Zeyd
olarak kaydedilmektedir.
Veliyüddin Efendi koleksiyonuna ait nüshası;
ﺑﺴﻢ ﷲ اﻟﺮﺣﻤﻦ اﻟﺮﺣﯿﻢ
ﺳﺒﺤﺎن ﻣﻦ زﯾﻦ ﻣﺠﻠﺲ رﺳﻮﻟﮫ ﺑﺼﺤﺒﺔ اﻻﻧﺼﺎر اﻟﻤﺠﺎھﺪﯾﻦ وﺣﻼه ﺑﺎﻟﺨﻠﻔﺎء اﻟﻤﮭﺎﺟﺰﯾﻦ اﻟﻤﮭﺘﺪﯾﻦ واﻟﺼﻼة
واﻟﺘﺴﻠﯿﻢ ﻋﻠﻰ ﻣﻄﻠﻊ ﻧﻮر اﻟﻨﺒﻮة اﻟﺮﺳﺎﻟﮫ وﺳﺪ ﺑﮫ طﺮﯾﻖ اﻟﺸﺮك واﻟﻀﻼﻟﺔ
duası ile başlamış, hatime bölümünde de
رب اﻟﻌﺎﻟﻤﯿﻦ وﺻﻠﻰ ﷲ ﻋﻠﻰ ﺳﯿﺪﻧﺎ ﻣﺤﻤﺪ ﺧﺎﺗﻢ اﻟﻨﺒﯿﯿﻦ وﻋﻠﻰ آﻟﮫ وﺻﺤﺒﮫ اﺟﻤﻌﯿﻦ وﺳﻠﻢ ﺗﺴﻠﯿﻤﺎÓ اﻟﺤﻤﺪ
٠ﻛﺜﯿﺮا داﺋﻤﺎ إﻟﻰ ﯾﻮم اﻟﺪﯾﻦ ﺗﻤﺖ
duası ile bitirmiştir.
Eserin girişinde Halid b. Zeyd ile Ebû Eyyûb el-Ensârî künyesinin aynı olduğu
ifade edilmektedir. Kitap Ebû Eyyûb el-Ensârî’den nakledilen rivayetleri içermektedir.
215
Eserin ilk sayfası ekler bölümünde verilmiştir
216
Şeyhi Mehmed Efendi, Vekâyi’u’l-fuzalâ, 1/858.
68
Bâlîzâde rivayetleri Kütüb-i Sitte ve Kütüb-i Tis‘a’dan derlemekle yetinmemiş,
Musannef, Mu‘cem, İmam Şâfi (öl. 204/820), Beyhakî (öl. 458/1066), Müstedrek ve
etrâf türü hadis koleksiyonundan tarayarak Ebû Eyyûb el-Ensârî’den gelen hadisleri
toplamıştır. Elimizdeki Beyazıt Devlet Ktp. Veliyüddin Efendi koleksiyonundaki
nüshanın müellif hattı ile yazılmadığı görülmektedir. Bu esere ait, Şeyhülislâm
Bâlîzâde Mustafa Efendi’nin el-Ehâdîsü’l-merviyye an Ebî Eyyûb el-Ensârî Adlı
Eserinin Tahkikli Neşri ve Hadis Usûlü Açısından Tahlili isimli İbrahim Deniz’e ait
bir yüksek lisans tezi bulunmaktadır.
2.2.3. Bâlîzâde Mustafa Efendi’ye İsnad Edilen Eserler
Hâşiye ala’l-Mutavvel, Hâşiye ‘alâ Muhtasari’l-Meânî, İlm-i Firâset Risâlesi
Şerhu Kasîdeti’l-Bürde, Şerhu Kasideti'l-Münferice bazı eserler Bâlîzâde'ye nispet
edilmiştir. Ancak bu eserler başka müelliflere ait olduğunu incelemelerimiz sonucunda
tespit ettik.
İlm-i Firâset Risâlesi Sultan III. Murad döneminde yaşamış Mustafa Bin Bâlî’ye
aittir. Eserler ilgili Ramazan Sarıçiçek’e ait Mustafa Bin Bâli ve İlmi Firâset’i adlı bir
çalışma mevcuttur.217
Hâşiye ‘alâ Muhtasari’l-Meânî’nin iç kapak sayfasında Bâli Paşa’ya ait olduğu
kaydedilmektedir. 218 Muhtemelen isim benzerliğinden kaynaklı bir kataloglama
hatasıdır. Zira Bâlîzâde için Bâlî Paşa gibi bir isim veya lakap kullanılmamıştır.
Şerhu
Kasîdeti’l-Bürde,
Bâlîzâde
Mustafa
Efendi’ye
ait
olduğu
kaydedilmektedir. Ancak tetkiklerimiz sonucu eser içerisinde Bâlîzâde’ye isnad
edilecek bir kayıt bulunmamaktadır. Bununla beraber Şakâ’ik Zeyli’nde, Bâlîzâde
Mustafa Efendi’nin Kaside-i Bürde’yi şerh ettiği kaydedilmektedir. 219 Bâlîzâde
Bkz. Ramazan Sarıçiçek, “Mustafa Bin Bâlî ve İlm-i Firâset’i”, Turkish Studies 7/4 (2012), 27252754.
217
218
Bâlîzâde Mustafa Efendi, Haşiye ala Muhtasari’l-Meani li’s-Seyyid. (İstanbul: Süleymaniye Yazma
Eserler Kütüphanesi, Carullah, 471).
219
Şeyhî, Vekâyi’u’l-fuzalâ, 1./858.; Uşşâkîzâde, Zeyl-i şakâ’ik, 513.
69
Mustafa Efendi’nin, İbn Arabi’nin Fusûsu’l-Hikem adlı eserine bir şerh yazdığı
nakledilmiştir. 220 Ancak yazma kataloglarında bu nüshayı görememekteyiz.
Şerhu Kasideti'l-Münferice221, adlı eserin Bâlîzâde Mustafa Efendi’ye ait olduğu
ifade edilmektedir. Eserin katalog kayıtları Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 3772,
vr. 175-180. Yazma Bağışlar, nr. 002749/3, 80b-90a vr. şeklindedir.
Kasideti’l-Münferice, İbnü’n-Nahvî (öl. 513/1119) mahlası ile bilinen Yusuf b.
Muhammed Tevzerî tarafından yazılmış, nüshalarına göre değişen kırk ile elli beyit
arasında değişen kasidedir. 222 Nüshalar arasında yazım üslubu olarak bir fark
görülmemekle beraber tarihleri arasında ciddi bir fark vardır. Esad Efendi nüshasının
sonunda tamamlanma tarihi olarak 8 zilkâde 1101 tarihi verilmekte, Yazma Bağışlar
nüshasında ise 1037 tarihi verilmektedir. Esad Efendi nüshasının mukaddimesinde
müellife dair “eş-şehîr bi ibn Bâlî” künyesi verilmektedir. Ancak sonunda el-Hac Sâlih
ismi zikredilmektedir. Yazma Bağışlar nüshasında ise Halil b. Mustafa olarak ketebe
kaydı verilmektedir. Muhtemelen bu eser Bâlîzâde’nin kendisine değil oğluna aittir.
220
Ziriklî, el-A‘lâm, 7/234.
221
Eserin ilk sayfası ekler bölümünde verilmiştir.
222
Bkz. İsmail Durmuş- Hüseyin Elmalı, “İbnü’n-Nahvî”, TDV İslam Ansiklopedisi (İstanbul: TDV
Yayınları, 2000).
70
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
3. ŞEYHÜLİSLAM BÂLÎZÂDE MUSTAFA EFENDİ’NİN FETVÂLARI
3.1. Şeyhülislam Bâlîzâde Mustafa Efendi’nin Elden Verdiği Fetvâları
Şeyhülislam Bâlîzâde Efendi’nin elden verdiği fetvâlardır, bismillahi Teâlâ
1B
1. Zeyd’in yedinde Amr’ın câriyesi vedî’a olsa câriyeyi Amr’a beyʻ eylese kabzı cedîde muhtaç mıdır hatta câriye vefât etse, helâk müşteriye mi olur bâyiʻa
mı olur?
el-Cevâb: Kabz-ı cedîde muhtaçtır, helâk bâyiʻa olur.
2. Zeyd avretini boşasa sonra tezevvüç eylese mihrini hîbe etmek üzere mihr sâkıt
olur mu?
el-Cevâb: Mihr üzerine bâkîdir. Sâkıt olmaz, cânib-i zevcden nikâh için
almak bâtıldır.
3. ‘Abd-i mükâteb Zeyd’in sığırını helâk eylese, fi’l-hâl damân lâzım olur mu?
el-Cevâb: Kable’l-‘ıtk ve kable’l-edâ ve bedeli’l-kitâbe dâmin olur.
4. Zeyd Amr-ı zımmîden bir mikdâr hamrı sirke etmek için iştirâ eyleyip sirke
zarfına koyup sirke olsa bu beyʻ sahîh olup helâl olur mu?
el-Cevâb: Olmaz beyʻ bâtıldır.
5. Zeyd zevcesine dârını vakf edip baʻdehâ masâlih-i mescide dese baʻdehû
Hind’i tezevvüc edip Zeyd ölse Hind dâr-ı mezbûreyi vakfiyyet eder mi?
el-Cevâb: İder, mevti hâlinde zevcesi ise mevkûfun aleyhâ olur. İsmini
zikr etmeyecek.
71
6. Menzil-i merhûn-u Zeyd Amr’a hibe eylese câize olur mu?
el-Cevâb: İmâm Muhammed rahimehullah tecvîz etmemişdir. Gerçi
rivâyet-i asılda223 cevâz vardır.
2A
7. Zeyd yedinde olan câriye gasb-ı tarik ile olsa sahibinden iştirâ eylese kabz-ı
cedîde muhtaç mıdır?
el-Cevâb: Değildir.
8. Zeyd kısâs lâzım oldukta velî katîl fevt oldukta velî katîlin vârisi yahut
vârisinin vârisi bi tarîki’t-teselsül kısas ettirir mi?
el-Cevâb: Ettirir.
9. Zeyd Amr’ın müdebberin ve mükâtibini ve ümm-i veledini iştirâ edip Zeyd’in
yanında fevt olsa Zeyd’e damân lâzım olur mu?
el-Cevâb: İmâm-ı sânî Ebû Yusuf aleyhirrahme kavli üzre kıymetlerin
dâmin olur. Müctehid mukaddem İmâm-ı Aʻzâm aleyhirrahme kavli üzere
ümmü’l-veledin kıymetin dâmin olmaz müdebber ve mükâteb dahi kıymetlerin
dâmin olur.
10. Zeyd beyʻ-i fâsid ile mahremin iştirâ eylese âzâd olur mu?
el-Cevâb: Olur.
11. Zeyd aʻtâk (itak) etmek şartıyla Amr’ın kulunu iştirâ eylese sahîh olur mu?
el-Cevâb: İmâm Aʻzâm yanında câiz değildir. Lâkin âzâd ederse beyʻ
cevâzda munkalib olup semen lazım olur. İmâmeyn yanında kıymet lâzım olur
fesâd-ı akd için.
12. Zeyd’in vârisleri Zeyd’in Amr’a emânet koydukları vedâyi’i talep ettikleri
Amr Zeyd’e hayatında biʻt-tamâm teslîm eyledim dese tasdik olunur mu?
223
İmam Muhammedin el-Asl adlı eserinden bahsedilmektedir.
72
el-Cevâb: Olunur.
13. Zeyd kulu Amr’a satmam deyû yemin edip baʻde Amr’a satıp Amr kabul
etmedüğü taktirde hânis olur mu?
el-Cevâb: Olur.
2B
14. Zeyd Amr’ın üzerine kul getürüp Amr’ın hânesine hucûm eyledikde zevcesi
Hind ıskât-ı haml eylese Zeyd’e ne lâzım gelir?
el-Cevâb: Sâkıt hayy ise diyet ve illâ gurre sayıla lâzım gelir eğer haml
ve savlet olmayıp binefsihâ havfından ıskât eylediyse bir şey lâzım gelmez.
15. Zeyd Amr’a bir husûs için rüşvet bin altın (altun) verse sonra Amr’ın
zimmetini ibrâ eyledikden sonra Zeyd’in bin altın daʻvâsı sahîh olur mu?
el-Cevâb: Olur rüşvetten ibrâ sahîh değildir.
16. Hacc-ı şerîf üzerine farz olan kimesne, hacca gitmese şehâdeti makbule olur
mu?
el-Cevâb: Olmaz İmâm Muhammed kavli üzerine.
17. Zeyd fevt olup veresesi zevcesi Hind’i hayatında talâk vermiştir mutallikadır
deseler beyyine ikâmet etseler, Hind, ölünce Zeyd’in taht-ı nikâhında idim
deyû beyyine ikâmet eylese kangının (hangisinin) beyyinesi olur mu?
el-Cevâb: Hind akdeyni iddiʻâ ederse Hind’in beyyinesi evlâdır. Akd-i
vâhid iddiʻâ ederse verese beyyinesi evlâdır.
18. Mürtehîn yedinde olan fersi Zeyd gasb eylese mürtehine damân lâzım olur mu?
el-Cevâb: Fers-î damân mürtehinden çıkar lâkin rehin kâim ise hatta
mürtehin-i gasıptan alıp yine dâmin olur mürtehin yedinde.
19. Zeyd câriyesin Amr’a kendüye on yıl mihri için hizmet tesmiye eyleyip câriye
kable tamâmü’l-müdde fevt olsa, hükmü ne ola beyân buyurula.
73
el-Cevâb: Fî rivâyet tamâm-ı müddet lâzım olur ve fî rivâyet mihr-i misil
lâzım olur bu makûle râî hâkime müfevvezdir.224
20. Zeyd kâziben yemin eylese helâk mukarrer midir?
el-Cevâb: Mukarrerdir kısas gibi.
3A
21. Zeyd deyip bir karyeye dâhil olup bana ilaç edun beni […] deyup mecrûh
eyledi deyüp vefât eylese velî-i katîl ehl-i karyeden daʻvâyı katil eylese câiz
olur mu?225
el-Cevâb: Veli-i katîl ehl-i karyenin gayrından daʻvâ ederse ehl-i karye
Zeyd’in ikrarına şehâdet ederlerse şehâdetleri makbule olup inde Ebî Yusuf ve
Muhammed rahimehullah teʻâla velî-i katîl daʻvâsı istimâʻ olunmaz eğer şuhûd
ehli karyeden değiller ise ittifak şehâdetleri makbuledir yine daʻvâyı veli
istimâʻ olunmaz eğer ehl-i karyenin biri üzerine daʻvâ ederse ve ehl-i karye
şehâdet ederlerse makbule olmayıp ehl-i karye üzerine diyet lâzıme olur.
22. Zeyd avretine sen bana imrea (kadın) değilsin dese boş olur mu?
el-Cevâb: İmâm Aʻzâm rahimehullah katında vâk‘î olur talâka niyet
ederse. İmâmeyn mükrimeyn-i rahimehimallah teʻâlâ talak vâkî olmaz niyet
ederse de.
23. Zeyd avretine senin ile benim beynimde nikâh yoktur dese?
el-Cevâb: İn neva et-talâk vakaʻa illâ felâ.
24. Zeyd avretim ile beynimizde nikâh olmadı dese talâk vâkî olur mu?
el-Cevâb: Talâk vâkî olmaz niyet dâhi ederse.
224
Müfevveze: Mihri belirtilmeden velisi tarafından evlenilen kimse.
225
Fetvânın okunmayan yeri ekler bölümünde verilmiştir.
74
25. Zeyd Amr’ın koyunlarına nice müddet reʻa eyleyip ücret tesmiye olunmasa
baʻdehû ecr-i misli talep eylemek câiz olur mu?
el-Cevâb: Akd-i icâre oldu ise ecr-i misil lâzım olmaz. Eğer akd-i icâre
olup lâkin ücret-i muʻayyene tesmiye olunmadıysa ecr-i misil lâzım olur.
26. Kulu mevlâsının malın serika eylese katʻi yed olur mu?
el-Cevâb: Olmaz.
27. Zeyd vakıfta binâ eylese kal’a226 kâdir olur mu?
el-Cevâb: Olmaz kadı vakfa mütevellî nasb edip icâr (isticâr) eder
ücretinden deyn-i haraç meremmet227 edâ olunup kal’ olunmaz.
3B
28. Zeyd ve Hind zînâ edip baʻdehû Zeyd’in babası Hind’i nikâh ile almak helal
olur mu?
el-Cevâb: Şerâyıtı ile şuhûd-ı erbeʻa şehâdetleri ile sâbit ise olmaz.
İkrarları ile sâbit olup Zeydîn babası tasdik eyledi ise yine helâl olmaz.
29. Zeyd Amr’ı şirâya vekîl edip Amr dahi bir miktar maʻlûm Zeyd için iştirâ
eylese Hâlid’den sonra, Hâlid semenin müvekkil olan Zeyd’den talep
eyledikde Velid kefil olsa kefâleti sahîha olur mu?
el-Cevâb: Olmaz metâlib olan Amr’dır.
30. Nakl-i kitâb hükmî mektûb ileyh olan kadı hısm yüzüne kırâat olunduktan
sonra kâtip kadı maʻzûl olsa mektûbuna amel olur mu?
el-Cevâb: Olur.
31. Dâru’l-harpte radâʻ cârî midir?
el-Cevâb: Cârîdir dâru’l-islâmda nice ise onda dahi öyledir.
226
Kal‘a: Oynatmak, bozmak.
227
Meremmet: Tamir etmek.
75
32. Zeyd Amr’a bir metâʻ hibe edip baʻdehû mânîʻ-i rucûʻ olmamak ile Zeyd
metâʻı istircâ edip lâkin kable’l-kabz Zeyd fevt olsa veresesi alır mı?
el-Cevâb: Alır, rucûʻ aslından fesh eder.
33. Zeyd mülkünde binâ ederken karşı bir pencere açsa lâkin zarar-ı fâhiş ile zarar
olsa menʻ olunur mu?
el-Cevâb: Menʻ olunur a’le’s-sahîh zarar-ı fâhiş var ise müctehid-i
mukaddem Ebû Hanîfe radiyellahuteâla anh katında mülkünde tasarruftan
menʻ olunmaz zararı fâhişi dahi var ise ve’r-râi fîhi ile’l-hâkim.
34. Zeyd çayırını satmak câiz olur mu?
el-Cevâb: Caiz, kendi bitti ise olmaz mubahtır. Eğer inbat ve isʻâ
228
ettiyse beyʻi câizdir.
4A
35. Bir mahallenin imamı yahûd müezzini ehl-i mahallenin baʻzı hâzır olup ve
baʻzı için te’hîr câiz midir?
el-Cevâb: Mekruhtur. Hazır olanlar hakları gâibler için te’hîr olunmaz.
36. Bir çekirdek yahûd elma rîh ile gayrin bağına düşüp sâbit olsa kimin olur?
el-Cevâb: Sahib-i bağın olur.
37. Hind mihrini zevci Zeyd’e şartu’l-ıvaz hibe edip lâkin ıvazı kabzdan evvel
Hind vefât eylese mihr sâkıt olur mu?
el-Cevâb: Hibe batıldır.
38. Zeyd zevcesi Hind’e bir kaftan iştirâ edip teslim eylese, Hind kaftanı
mâlikinden alıverdik Zeyd dahi kaftanı Hind’in kaftanını beyʻ edip semeni ile
alıverdim dese, kavl kimindir?
228
İs‘a: Çalışmak.
76
el-Cevâb: Kavl zevcindir lâkin Hind tevkîli inkâr ederse Zeyd isbâta
muhtaçdır.
39. Zeyd benim ne kadar kulum var ise de ölsün deyüp kulunun kulu, âzâd olur
mu?
el-Cevâb: Kulu âzâd olur. Müctehid-i mukaddem İmâm-ı Aʻzâm
radiyellahu teâla anhu hazretleri katında eğer kulunun kulu dahi niyet edip
kulunun mevlâ dahi âzâd olur ve illâ azâd olmaz, İmam Muhammed
rahimehullahu teala katında azâd olur gerek deyn olsun ve gerek olmasın;
İmâm Yusuf katında âzâd olmaz gerek abd üzerine deyn olsun gerek olmasın.
40. Zeyd maraz-ı mevtinde intikâli karîb oldukta hâşâ ben kafirim deyû ikrâr ve
ısrâr eylese kâfir olur mu?
el-Cevâb: Olur. Lâkin ikrâr ve inkârı ahvâli ahireti müşahededen sonra
sekerât-ı mevtte ise iʻtibâr yoktur. Kable’l-müşâhede îmân ile intikâl eylerse
müʻmindir. İnnemâ ve billahi teâla.
41. Zeyd Amr’a maraz-ı mevtinde baʻzı eşya hibe edip kable’t-teslîm ölse ol eşya
Amr’ın olur mu?
el-Cevâb: Olur bi tarîki’l-vasiyye ise.
4B
42. Vasî bir câriye ve kul-u sagîrlere malları ile iştirâ edip baʻdehû kul ve câriye
ve sagîrler vefât eyleseler vârisleri vasî teayyuna kâdir olur mu?
el-Cevâb: Olmaz hâcetten ziyâde değilse.
43. Zeyd maraz-ı mevtinde menzilini bi tarîki’l-vasiyye kızı Hind’e ve kızının
evlâdına vakf eylese sahîh olur mu?
el-Cevâb: Kızı Hind’ e aslen/asla sahîh olmaz. Eğer bi tarîki’l-vakf olup
müsait ise alâ mâ farazallahu teâla Hind mutasarrıfe olur. Hayevatta oldukça
ve baʻde mevtihâ evlâdı vakfiyyet üzere tasarruf eder.
77
44. İki şâhit şehâdet eyleseler Zeyd’in ikrarına bu arz mevkûfedir ala’ Halid ve
neslihi ve iki âhar kimesne şehâdet eyleseler ki ala’ Velid ve neslihi
mevkûfedir deyu nice olur beyân?
el-Cevâb Kangi ikrâr-ı evvel idüğü maʻlûm ise ikrâr-ı evvel câiz, sânî
bâtıl olur. Bilinmez ise Halid ile Velid munâzaʻa üzere tasarruf ederler.
45. Zeyd menzilini ebnâsına vakf edip fevt oldukta iki kızın ve bir oğlun terk
eylese nice olur beyân?
el-Cevâb: Galle229 var ise fukaraya verilir.
46. Harap olan değirmen vakf-ı evlâd olup harap olduğuna imamet beyyine olunsa
evlâddan Zeyd eser-i binâ mevcûd idüğüne beyyine ikâmet eylese kangisi ile
amel olunur?
el-Cevâb: Zeyd’in beyyinesi ile amel olunur.
47. Zeyd Amr’ı zevcesine talâk vermeye vekîl edip Amr üç talâk ile tatlîk eylese
üç vâk‘î olur mu?
el-Cevâb: Olmaz meğer üçe niyet eylese vâkî olur.
5A
48. Zeyd bayram günü salıncak yapıp Amr binse ve eciri Zeyd’in sallasa, Halid
geçerken Amr Halid’e dokunup bir gözün çıkarsa damân kime lâzım olur?
el-Cevâb: Eğer Halid Amr’ a dokundu ise lâ şey fîhi alâ ehad, eğer Amr
Halid üzerine geldiyse damân Amr’a ve Amr tarafından salmağa me’zûn olan
ecir üzerine lâzım olur.
229
Gall kökünden türeyen bir isim olan galle (çoğulu gallât, gılâl) sözlükte “gelir, kira, topraktan
sağlanan mahsul” anlamlarına gelir. Bir hukuk terimi olarak ev, han, dükkân gibi gayri menkullerin
kirasını, bağ, bahçe ve tarlaların ürününü ve paranın getirisini ifade eder. Bu bakımdan “nema” ve
“ziyade” ile ortak bir anlama sahiptir. Alışveriş, şüf‘a, rehin ve vasiyet gibi hukukî işlemlerde akde
konu olan malda meydana gelen fazlalığın kime ait olacağı konusu hukukçular arasında
tartışılmıştır. Ancak galle terimi daha çok vakıf mallarından sağlanan gelir hakkında
kullanılmaktadır. Buna göre bir vakfa gelir sağlamak üzere tahsis edilen taşınır taşınmaz her türlü
malın tabii ve hukukî semerelerine galle denir.
78
49. Zeyd Amr’dan kefil binnefs olup kaçırsa mala kefilim dese baʻdehû Amr vefât
eylese Zeyd’den kefil bilmâl olduğu için dâmin olur mu?
el-Cevâb: Olmaz Amr fevt olmak ile hurûb bulunmaz.
50. Taht-ı nikâh-ı müslimde olan nasraniyye mutallika oldukta zımmîye tezevvüc
câiz olur mu?
el-Cevâb: Olur.
51. Sûret-i
mezbûrede
selâse
ile
mutallika
olsa
muhallel
olur
mu?
(mutallaka/muhallil)
el-Cevâb: Olur.
52. Zeyd ile Amr ferslerin mübâdele eyledikde baʻdehû Zeyd Amr’dan aldığı fersi
Bekr’e satsa ve gâib olsa baʻdehû Bekr Amr elinde olan ferse müstehakk çıkıp
baʻde’l-isbât eylese Amr Zeyd’den semeni mi alır kıymetini mi?
el-Cevâb: Kıymet-i fers alır.
53. Abd-ı müdebber zevcesine talâk dese mihr-i mü’ecceli için si’âye230lâzım olur
mu?
el-Cevâb: Olur.
54. Bir ırktan bir kök gayrin bahçesinde bitse kimin olur?
el-Cevâb: Bahçe sahibi kalʻ (toplar/ hasat eder) eder.
55. Zeyd menzili Amr-ı mütevellî yedinde yirmi bin akçeye rehin koyup derk-i
menzile Bekir kefil olduktan sonra müstehakk zuhûr edip vech-i şerʻî üzere
menzili aldıkta yirmi bin akçeyi mütevelli Bekir’den almağa kâdir olur mu?
el-Cevâb: Olur kıymet-i menzil deyninde ekall değil ise, eğer ekall ise
kıymet-i menzili olur.
230
Kölenin azad bedeli üzere çalışması.
79
5B
56. Zeyd bir câriyeyi Amr’dan iştirâ edip Halid’e beyʻ eyledikten sonra yine
Halid’den iştirâ edip bâyiʻ-i evvel yanında olan ayb-ı kadîmini zâhir olacak
redde kâdir olur mu?
el-Cevâb: Ne bâyiʻ-i evvele redd edebilir ne müşterî-i sâniye redd eder.
57. Zeyd bir metâı şirâ-i fâsid ile iştira ve kabz eylese baʻde hükm-i fesâd ile bâyiʻa
redd eyledikte kabul etmeyip müşteri yanında zâyi’ olsa damân lâzım olur mu?
el-Cevâb: Ne semen ne kıymet lâzım olur, mecânen (ücretsiz) dâmin
olur.
58. Zeyd şirâ-i fâsid ile iştirâ eylediği cariyeyi vat’i helâl olur mu?
el-Cevâb: Olmaz gayri’l-esahh
59. Zeyd ile Amr akdin sıhhat ve butlânında ihtilâf eylediklerinde kavl kimindir?
el-Cevâb: Kavl müddeî butlânındır. Zira aslı akdin münkirdir.
60. Zeyd avretine enti tâlik keyfe şâellahu dese ne vâkî olur?
el-Cevâb: Vahide ricʻiyye olur.
61. Zeyd Muhammedî bir kul iştira edip bâyiʻ hümmâr-ı ‘ineb var dese hâlbuki
hümmar-ı rubʻ? olsa red edebilir mi?
el-Cevâb: Red eder.
62. Zeyd bir kul iştirâ edip üzerine verem olup bâyiʻ harbden oldu dese sonra
kadîm idüğü zâhir olsa redd ider mi?
el-Cevâb: İtmez.
80
6A
63. Kadı gâibin malını ikrâz231 etmeye kâdir olur mu beyân buyrula.
el-Cevâb: Olur.
64. Zeyd kitab-ı nakl ile geldikde kabul edip hükm eder mi?
el-Cevâb: Nakli câri olan mevzîlerde kabûl ve huzur-ı hısımda hükm
eder.
65. Babası huzûrunda bâliğa olmayan Hind cemîʻi malını ve rızkını zevcine verip
talâk talep eyledikde verdiği mal rızk-ı zevcin olur mu?
el-Cevâb: Olmaz talâk-ı ricʻî vâkî olur.
66. Cin tâifesine Hazret-i hâtemu’l-enbiyâ Muhammedü’l-Mustafâ sallallahu teala
aleyhi ve sellem hazretlerinden mukaddem rusul geldi mi beyân buyurula?
el-Cevâb: Ulemâ rahimehumullah-u teâla ihtilâf etmişlerdir bazılar,
“yubʻasûne ile’l-ins ve’l-cinn cemîʻan” ve bazılar “rusûl-i inse nüzûr-u
cinnedir”, demişlerdir.
67. Zeyd kuluna müdebber ol veled-i sagîrim Amr’ın dese ba‘dehu Amr vefât
eylese kul âzâd olur mu?
el-Cevâb: Olur.
68. Zeyd Amr’a bir miktar vedîʻa koyup Amr dahi Halid’e vedîʻa koyup zâyi olsa
Amr’a damân lâzım olur mu?
el-Cevâb: İmâm-ı Aʻzâm kavli üzerine olur İmâmeyn kavilleri üzerine
isterse Amr’a tazmin eder, isterse Halid’e. Lâkin Halid Amr’a rucûʻ eder dâmin
olur.
231
İkrâz: Borç vermek.
81
6B
69. Zeyd Yahudi sebt günü olmak ile taleb-i şufʻayı terk eylese şufʻası sâkıt olur
mu?
el-Cevâb: Olur.
70. Zeyd Amr-i abd için, “Sana mâlik olursam müdebber ol”232 dese sonra mâlik
olsa müdebber olur mu?
el-Cevâb: Olur.
71. Zeyd Amr-i abde Halid’in mülkünde iken, “ente hürrün baʻde mevtî” dese
baʻdehû mâlik ölse âzâd olur mu?
el-Cevâb: Olmaz.
72. Zeyd Hind-i cariyeye, “Sana mâlik olursam fe enti hürrün baʻde mevtî” dese
sonra Halid ile maʻan iştirâk üzre mâlik olsa tedbiri sahîh olur mu?
el-Cevâb: Olmaz küllüne mâlik olmadı ise.
73. Salîb ve esnâm nakş olunmuş bisât233 üzere namaz câiz olur mu?
el-Cevâb: Olmaz nasârî sanem ile salibi fark etmezler taʻzîm ederler.
﴾٥٢﴿ ﻋﺎِﻛﻔُﻮَن
َ اِْذ ﻗَﺎَل ِﻻَﺑﯿِﮫ َوﻗَْﻮِﻣﮫ َﻣﺎ ٰھِﺬِه اﻟﺘ ﱠَﻤﺎﺛُﻞ اﻟﱠﺘﻲ ا َْﻧﺘ ُْﻢ ﻟََﮭﺎ
﴾٥٣﴿ ﻋﺎِﺑﺪﯾَﻦ
َ ﻗَﺎﻟُﻮا َوَﺟْﺪ ٓﻧَﺎ ٰا ٓﺑَﺎَءﻧَﺎ ﻟََﮭﺎ
234
﴾٥٤﴿ ﺿَﻼٍل ُﻣﺒﯿٍﻦ
َ ﻗَﺎَل ﻟَﻘَْﺪ ُﻛْﻨﺘ ُْﻢ ا َْﻧﺘ ُْﻢ َوٰا ٓﺑَﺎُ۬ؤُﻛْﻢ ﻓﻲ
74. Zeyd Amr ile bir abd-ı mu’takînin velasında daʻvâ ve ikâm-i beyyine edip her
biri velâsını ispat eyleseler kangisinin olur?
el-Cevâb: Sebk-i daʻvâ isbât olmadıysa beynlerinde münâzaʻa üzere olur.
232
Bir kimsenin, kölesini kendi ölümüne bağlı olarak âzat etmesi anlamında fıkıh terimi.
233
Bisât: Halı.
234
Enbiyâ, 21/52-53-54.
82
7A
75. Zeyd Amr’dan resm-i tapu ile ve izni sâhib-i araziyle bir arzı aldıkda arz-ı
mezbûre muttasılası olan Bekir, “Benim arzıma muttasıladır” deyu şufʻa
daʻvâsı almak câiz olur mu?
el-Cevâb: Olmaz, şufʻa daʻvâsı mülkde olur, resm-i tapu ile mutasarrıf
olan arazide mülk yoktur.
76. Zeyd-i sağîrin vasîsi Amr verese-i kibâr ile muhallefattan 235 bir tâhunu 236
ecnebiye beyʻ eyleseler câiz olur mu?
el-Cevâb: Sağîr hakkında mücevvezatdan biri var ise olur.
77. Sûret-i mezbûrede Zeyd baliğ oldukda zikr olunan tâhunu zilyed yedinden
almağa kâdir olur mu?
el-Cevâb: Vasî-i sağîrin iʻtibarına semen-i misl ile beyʻ inde’lmütekaddimin câizdir. Müteahhirîn tecvîz etmemişlerdir. Meğer müşterî dıʻfı
kıymeti ile iştirâ ede yâhud sağîrin semenine hâceti olsa yâhud meyyitin deyni
olup kazâsı semeni ile olup hâkim cevâzına hükm ede bu takdirce son daʻvâsı
istimâʻ olunmaz bu mücevvezlerin biri bulunmazsa daʻvâsı sahîhadır.
78. Bu sûrette sağîr bâliğ olup edâ-i deyn-i meyyit idecek mal mevcûd idi, deyû
beyyine ikâmet edüp zilyed dahî zarûret var idi deyû ikâmet-i beyyine eylese,
kangisinin beyyinesi evlâdır?
el-Cevâb: Zeyd-i yetimin beyyinesi evlâdır.
79. Zeyd icâre ile verdiği mülkü …. satsa câiz olur mu?237
el-Cevâb: Rivâyet-i sahîha üzere mevkûf olur. Hakk-ı müste’cir sâkıt
olunca.
235
Muhallefat: Geride kalan, geriye bırakılan.
236
Tâhun: Değirmen, su değirmeni.
237
Fetvânın okunmayan kısmı ekler bölümünde verilmiştir.
83
7B
80. Zeyd gâib olup biraderi Amr Zeyd’in malın bey’a kâdir olur mu?
el-Cevâb: Zarar murettip olmasa mal beyʻ olunmaz zarar terettüb ederse
ona kadı hükmü(?) ile bey caizdir.
81. Zeyd Amr’ın kulu Bekir’i, “Ben katl eyledim dört bu kimesne ile maʻan” deyu
ikrâr edip dört nefer kimesne Zeyd ile… inkâr-ı sulh olsalar Zeyd ile baʻdehû
tarafeyn rızaları ile fesh-i sulha kâdir olurlar mı?238
el-Cevâb: Olmazlar ve daʻvaları istimaʻ olunmaz.
82. Zeyd Amr’a ekilen sâlih eşcârın esmârını Amr’a satsa ve semenini kabz eylese
ve beyʻi taʻarruf eylese baʻdehû Amr semeni Bekr’e satsa kangi beyʻ sahîh olur
ve câiz olur?
el-Cevâb: Beyʻ-i evvel sahihdir.
83. Sagîre vasî olan Zeyd fevt olup ve sagîr malı üzerinde zuhur eyledikde vasî
oğlu olan Amr zimem-i nâsdan239 olan malı sağîrin velîlerine havâle-i şerʻiyye
edüp medyûnlara dâhi havâleyi kabul eyledikde medyûnlar müflisler olsalar
vasîye damân lâzım olur mu?
el-Cevâb: Eğer duyûn-ı mezkûre malı üzerine fevt olan vasî akdi ile
yâhud sağîrin babası müteveffa akdi ile olup damân ve rucûʻ yoktur eğer
duyûn-ı vasî ile yâhud vasînin oğlu ile akd olunduysa rucûʻ ve damân lâzım
olur.
8A
84. Zeyd daʻvasını Amr ile üç sene terk eylese istimaʻ olunmaz, deyu kütüb-i
mu’teberede mestûr olduğu üzere amel olunur mu?
el-Cevâb: Olunmaz, rivâyeti mehcûredir.
238
Fetvânın okunmayan kısmı ekler bölümünde verilmiştir.
239
Mali yardım.
84
85. Zeyd Amr’a, “Benim fülân mevzîʻde olan mülk-i metâʻımı bir aya değin
getürmezsen Avretin üç talak boş olsun mu” dedikde Amr dâhi, “Olsun” deyüp
üç günden sonra, “Ben zikr olunan metâyı Bekr’e sattım ve semeni kabz
eyledim, sen ol mevzîʻye varma” dese Amr dâhi varmadıkta avreti üç talak boş
olur mu?
el-Cevâb: Olmaz.
86. Hind-i mutallaka altmış gün oldu ve üç hayzım gördüm dese iʻtibâr olunur mu?
el-Cevâb: Olunur.
87. Talâk-ı selâse ile mutallaka olan Hind, muhallel olan zevc-i sânî bana vatʻi
eylemedi deyu kavline iʻtibâr olunur mu yoksa zevc-i sânînin kavline mi iʻtibâr
olunur?
el-Cevâb: Hind’in kavlinedir iʻtibâr.
8B
88. Zeyd ile Amr’ın kulları kavga edüp baʻdehû ikisi maʻan ibâk240 itseler Zeyd
kulu Amr’a tazmîne kâdir olur mu?
el-Cevâb: Olmaz ibâka emr yahud ve ibâka muteʻallik bir fiil sâdır
olmadığına yemin ederse.
89. Zeyd câriyesi memlûkesi Hind’e “Anamdır” dese Hind âzât olur mu?
el-Cevâb: Olur.
90. Zeyd Amr’ın sefînesine incir, üzüm tahmil edip ücretini bi’t-tamâm verip
İstanbul’a yol edüp baʻdehû Amr Selânik’e getürse sefinesini Zeyd İstanbul’a
getir deyû cebri kâdir olur mu?
el-Cevâb: Olur.
240
Haklı bir sebebe dayanmadan efendisinden kaçan köle hakkında kullanılan fıkıh terimi.
85
91. Zeyd’in duyûn-ı kesîresi olup malından bir miktarın kendi ihtiyâr eylediği
Amr’a…. sâir mesâilleri(?) müşârik olurlar mı?241
el-Cevâb: Olmazlar hatta difa‘ olacak nefsine ve malına velâyeti vardır.
92. Zeyd serîka yâhud zinâ eyledikde tevbe ile mürtefiʻ olur mu?
el-Cevâb: Olmaz, hadd ile mürtefiʻ olur.
9A
93. Zeyd fecrde sekr edip iftâr eylese kefâret lâzım olur mu?242
el-Cevâb: Olmaz.
94. Sûret-i mezbûrede gurûpta sekr eylese kefâret vacip midir?
el-Cevâb: Vâciptir.
95. Zeyd’in kulu Amr mürted olup dâru’l-harbe firar edip ehl-i harb ahz etseler
mâlikî olurlar mı?
el-Cevâb: Olurlar, kâfir aslı olacak mevlasına tâbiʻdir. İnd-i zımmîde iki
kavl vardır.
96. Hind-i sağîre Zeyd-i müslimin taht-ı nikâhında iken babası Hâlid ve annesi
Hind mürtedler olup dâru’l-harbe Hind-i mezbûre ile maʻan lâhık olsalar Hind
Zeyd bâin olur mu?
el-Cevâb: Olur.
97. Zeyd’in câriyesi Hind ibâk eyledikde belde-i uhrâda olduğu mesmû’-ı kitâb
olup nakl ile ol belde-i uhrâya varup Hindî almaya kâdir olur mu?
241
Fetvânın okunmayan kısmı ekler bölümünde verilmiştir.
242
Muhtemelen imsak vaktinden önce içilen içki sebebiyle fecir vaktinden sonra kusma vs. sebeplerle
oturucun bozulması sorulmuş olmalı.
86
el-Cevâb: Olmaz nakl-i şehâdet cariyede müttefikun aleyh değildir. Zâhir
rivâyette zarar mutlakâ rakîkde243 câiz değildir. İmam Ebû Yusuf dâhi fî rivâye
tecviz etmemişdir.
9B
98. Şehâde-i ale’ş-şehâde244 de kitâb nakl câiz olur mu?
el-Cevâb: Fî zamâninâ olmaz.
99. Zeyd Amr’a müşa’245 dârını rehin vazʻ eyledikde Zeyd fesh-i rehine kâdir olur
mu?
el-Cevâb: Olur beyʻ-i fâsid gibidir.
100. Sûret-i mezbûrede rehn-i müşa’ yed-i Amr’da helâk olsa dâmin olur mu?
el-Cevâb: Olmaz emâneten helâk olur.
101. Zeyd zevcesine zahr ve batnın aynı anam zahrı gibidir dese, muzâhir olur mu?
el-Cevâb: Olmaz zahrı ve batnı külli bedenden taʻbîr olunmaz.
102. Hind zinâdan olan hamlini ıskât câiz midir?
el-Cevâb: Değildir, zîrâ haml-i muhterem binefsihîdir ve hamilden cinâyet yoktur.
103. Zeyd-i mağrûrun veledi246 kable’l-kadâ ölse kayyımı lâzım olur mu?
el-Cevâb: Olmaz lâ şey fîhi.
104. Zeyd Amr’a bir miktar meblağ vasiyyet eyleyüp baʻdehû mûsa leh olan Amr,
Zeyd’i katl eylese vasiyeti câiz olur mu?
243
Köle veya câriye.
244
Şehâde-i ale’ş-şehâde: Başkasının şahit olduğu bir şeyi ondan duyarak şahitlik etmek.
245
Müşa‘: Ortak.
246
Veled-i mağrur: Gurresi ödenmiş çocuk.
87
el-Cevâb: Olmaz bâtıla olur indenâ.
10A
105. Zeyd’e Amr baʻzı metâʻ vasiyyet edip baʻdehû mûsa leh olan Zeyd ol
metâʻdan bâyi‘ yanında ayb-ı kadîmin bulsa redde kâdir olur mu?
el-Cevâb: Olmaz.
106. Zeyd cemîʻ malını Amr’a vasiyyet edip Amr dahi mûsa bih olan eşyanın
baʻzını Hâlid’e beyʻ eyledikde, Hâlid dahi ayb-ı kadîmi isbât eyledikde
mûsa leh olan Amr’a redde kâdir olur mu?
el-Cevâb: Olmaz sâir müşîretler gibi değildir.
107. Zımmîde abdde Amr’a âkıle olur mu?
el-Cevâb: Olmaz.
108. Zeyd Amr’ı ben katl eyledim deyu ikrâr eylese; aleti zikr eylemese kısas
olunur mu?
el-Cevâb: Olunur.
109. Zeyd Amr’ı öldürdüm lâkin taʻammüd kaydın eylemese ne lâzım olur?
el-Cevâb: Diyet.
110. Müste’men olan kâfir, Zeyd-i müslimi katl eylese, amden kısası olur mu?
el-Cevâb: Olur dâr-ı İslâm’da.
10B
111. Zeyd metâʻı iştirâ edip ayb-ı kadîmi bulup metâʻı Amr’a hisse eyleyip lakin
Amr’a teslîm eylemeyip bâyiʻe redde kâdir olur mu?
el-Cevâb: Olmaz.
88
112. Zeyd Amr’dan bir cariye iştirâ edip radâ’ ile yahut musâheret 247 ile vatî
mahremi olunmak ayıbdır deyu redde kâdir olur mu?
el-Cevâb: Olmaz ayb değildir mâliyette (mal olma vasfında) halel yoktur.
113. Zeyd’in yedinde olan vedâyıʻı mâlik oldukda veresesine teslîm eylese
guremâya248 tazmin eder mi?
el-Cevâb: Eder, vereseye redd ile salâhı olmaz.
114. Zeyd kulu Amr’ı bir sene Halid’e icâreye verse baʻdehu Amr, “Beni mevlâm
âzâd eyledi” deyu isbât eylese, ecir kimin olur?
el-Cevâb: Amr’ın olur.
115. Sûret-i mezbûrede Amr “İcâreyi fesh eyledim” deyu beyyinesi olmasa,
hâkim müste’cire defʻ eylese sonra beyyinesi hazır olsa ecir kimin olur?
el-Cevâb: Ne ecir Amr’a olur ne mevlâsına.
116. Zeyd Amr’a rehin koyduğu dârı ikâle249 eylese mürtehîn rızâsı lâzım olur
mu?
el-Cevâb: Mürtehîn rızâsı lâzımdır.
11A
117. Zeyd iştirâ eylediği câriyeyi bihükmi’l-ikâle redd eylese bâyiʻına iştirâ
lâzım olur mu?
el-Cevâb: Olur.
118. Zeyd-i râhin merhûnu mürtehîn icâzeti ile beyʻ eylese semeni almaya kâdir
olur mu?
el-Cevâb: Rehin yedine semeni merhûn olur.
247
Müsâheret: Evlilik dolayısıyla meydana gelen hısımlık, akrabalık.
248
Guremâ: Alacaklılar.
249
İki tarafın anlaşmasıyla bir sözleşmeyi bozma, pazarlığı bozmak.
89
119. Ehli harp ehli şîkaların/sikaların? alıp nice eyyâm deryada gezerken ehl-i
islâm kadırgaları yetişip ehl-i harp ellerinden halâs eyledikde zikr olunan
şika? ve metâʻ sâhipleri meccânen şika ve metâʻların bilâ semen ve kayyime
almaya kâdir olurlar mı?250
el-Cevâb: Olurlar bahr bir kimesnenin kahrında 251 değildir kahrı mâ gayrın
kahrına refʻ eder.
120. Taʻlîk vusulü münâfî midir beyân buyurula?
el-Cevâb: Değildir belki farzı münâfi değildir nitekim hak subhanehu ve teala
Kitâb-ı Kerîm’inde, “İzâ kumtum ile’s-sâlâti” buyurmuşlar ashâb-ı tefsîr
“iza irâdettümü’l-kıyâme ileyh” demişlerdir. Vudûʻ vaciptir baʻde irâdeti’ssâlâ, sâlâte kıyâmdan evvel halbuki sâlâtte kıyam farzdır ta’lik bi’l-irâde
vusulü münâfî değildir.
11B
121. Zeyd vâris rızasıyla terekeyi kısmet eyledikten sonra deyn daʻvâ eylese
istimâʻ olunur mu?
el-Cevâb: Olunmaz.
122. Sûver-i mezbûrede aʻyândan baʻzısı daʻvâ eylese istimâʻ olunur mu?
el-Cevâb: Olunur.
123. Zeyd vefât edip deyn-i muhit 252 gayr-ı muhit zuhûr eyledikde verese-i
duyûnu malından verip tereke kabz eylemek câiz olur mu?
250
Fetvânın okunmayan kısmı ekler bölümünde verilmiştir.
251
Kahr: Cebir, zorlama.
252
Kelime klasik eserlerde daha çok tereke kavramıyla birlikte, “ ”اﻟﺪﯾﻦ اﻟﻤﺤﯿﻂ ﺑﺎﻟﺘﺮﻛﺔveya “ اﻟﺘﺮﻛﺔ اﻟﻤﺴﺘﻐﺮﻗﺔ
”ﺑﺎﻟﺪﯾﻦ اﻟﻤﺤﯿﻂşeklinde kullanılmıştır. Bu kavramla, terekenin tamamını kapsayan borç bir miktarı
kastedilmiştir. Bkz.: Serahsî, Şemseddin Ebu Bekir Muhammed b. Ebî Sehl, el-Mebsût, thk. Halil
Muhyiddin el-Meys, (Beyrut: Dâru’l-Fikr, 2000,) 25/269; Hamevî, Ebu’l-Abbâs Şehâbeddin Ahmed
b. Muhammed, Gamzu ‘uyûni’l-besâir şerhu kitabi’l-Eşbâh ve’n-nezâir, (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’lİlmiyye, 1985), 4/123.
90
el-Cevâb: Olur veresenin hakkı terekeye müteʻallikdir.
124. Suver-i mezbûrede deyn-i muhît olup mahlukâttan terekede Zeyd’e … ve
mahrem bir kul olsa âzâd olur mu?253
el-Cevâb: Olmaz.
125. Zeyd menkûhası Hind’e “Bu iki dâra (eve) dâhile olursan fe enti tâlik” dese,
bu iki dârın birine duhûl ile mutallika olur mu?
el-Cevâb: Olmaz şartının biri bulunmak ile.
126. Zeyd......254 alınmak yâhud ebnâ-i sebilin elinde mâl-i sadaka helâl olur mu
kayyıme-i semeni olup ve ebnâ-i sebîl vatanlarına vâsıl olduklarında beyan
buyurula?
el-Cevâb: Helal tayyibdir.
12A
127. Zeyd menkûhası Hind’e, “Eğer bu dâra dâhil olursan benden boş ol!” deyu
baʻdehû talâk-ı selâse ile tatlîk eylese taʻlîk bâtıl olur mu?
el-Cevâb: Olur.
128. Zeyd Hind’i nikâh ile alıp dâhil oldukta mahrem’ul- vatʻî idüğü sâbit olup
Zeyd’den hâmil olsa nesebi sabit olur mu?
el-Cevâb: Olur ve teverrüs ider.
129. Zeyd-i kâtile kısâs lâzım oldukta baʻzı evliyâ af eyleseler, etmeyenlerin hâli
nice olur?
253
Fetvânın okunmayan kısmı ekler bölümünde verilmiştir.
254
Ebnâ-i sebil: Yolcu, seyyah.
91
el-Cevâb: Hisselerince mala münkalib olur.255
130. Mükâtib olan Zeyd, bir câriye iştirâ edüp vatʻi eyledikde neseb’ül-veled
sâbit olur mu mükâtib teserriden 256 memnûʻ iken maʻsîler üzre cevap
buyurula.
el-Cevâb: Mükâtib gerçi teserriden memnu’dur lakin teserri edip veled geldikde,
veled dahi mükâtibe dâhil olup veledin nesebi dahi sâbit ve ...... idicek câriye
müştereke/müşrike gibi vatʻi helâl olmaz lâkin vatʻi ederse nesebi sâbitdir.
131. Hind-i câriye hür ile mükâtib beynlerinde olup Hind veled getürse mükâtib
iddiʻâ eylese sahîh olur mu?
el-Cevâb: Veled mükâtibindir ve câriye ümm-i veledidir. Nısf-ı ….. dâmin olur
ve nısf-ı kayyimi Dâmin olur. Veledin kayyimi dâmin olmaz vakt-i …
mükâtibin mülkünde olmak ile câriye nefs-i malıdır. ve iddeti (da’vet)
sahihâdır.257
12B
132. Zeyd üzerine, “Amr malım serika eyledi” deyû daʻvâ eyledikde Zeyd inkâr
edüp serika-i mezbûreden iki şâhit şehâdet eylese Zeyd’in yedi katʻ olunur
mu?
el-Cevâb: Olunmaz deyu İmâm Zeylaî tasrih etmişdir. Lâkin mekûl ve şurûha
muhaliftir. Zîra tasrih etmişlerdir katʻ bir kere ikrâr ederse... Yahut beyyine
ile sâbit olur, demişlerdir.258
255
İslam hukukçularının çoğunluğuna göre veliyyü'l-kısas sahibi olan kimselerin bazılarının kısası
affetmesi bazılarının ise affetmemesi durumunda, kısas cezasına şaibenin gireceği ve had
cezalarında da şaibe nedeniyle had cezalarının düşürüleceği ilkesi sebebiyle, kısas cezası sakıt
olurve ceza diyete çevrilir. Çünkü kısas cezası bölünmeyi kabul etmeyen bir ceza türüdür. Bu
nedenle, kısas sahibi olan asabelerden bir kısmının affetmesi durumunda kısas cezası sakıt olur.
Affetmek isemeyenlere de diyetten payları verilir. Bkz. Kâsânî, Alâüddîn Ebû Bekr b. Mes‘ûd b.
Ahmed, Bedâʾiʿu’s-sanâʾiʿ fî tertîbi’ş-şerâʾiʿ, (Beyrut: Dâru'l-Kitâbu'l-Arabî, 1982), 7/247
256
Bir kadını satın alıp odalık olarak kullanma: cariye.
257
Fetvânın okunmayan kısmı ekler bölümünde verilmiştir.
258
Fetvânın okunmayan kısmı ekler bölümünde verilmiştir.
92
133. Zeyd cenâbet hâlinde Kunut duası okumak câiz olur mu?
el-Cevâb: Mekruhtur.
134. Zeyd “Fülân beyʻ edersem...” deyu half eyledikten sonra Halid’e beyʻ edüp
lâkin Halid kabul etmese hânis259 olur mu?
el-Cevâb: Olur.
135. Hâdim ve …. ve mahbûb ve .... ıslah olmayan ..... her biri müteʻaddid
hatunları olsa kasem lâzım olur mu?260
el-Cevâb: Olur.
13A
136. Zeyd zebh-i kurbân edüp “Allahümme .... lî” dese zebhi sahîh olur mu?261
el-Cevâb: Olmaz, zikr hâlis değildir.
13B
137. Zeyd-i mudârib mâl-ı mudarebe ile bir sefineyi mudârebe için almak câiz
olur mu?
el-Cevâb: Olmaz sani’-i tüccardan değildir. Meğer rukûb için iştirâ eylese.
138. Zeyd-i müslimin bir zımmîye deyni olup mezbûr zımmî bir miktâr meblağ
vasıyyet edüp mûsa leh olan Halid ehl-i zimmetten şuhûd ikâmet eylese
Zeyd’in üzerine duyûn olur mu?
el-Cevâb: Olur.
259
Hânis: Yemînini bozan, verdiği sözü tutmayan.
260
Fetvânın okunmayan kısmı ekler bölümünde verilmiştir.
261
Fetvânın okunmayan kısmı ekler bölümünde verilmiştir.
93
139. Zeyd-i müslim bir zımmînın medyûnu olup mezbûr zımmî fevt olup oğlu
Amr-ı zımmî Zeyd’in üzerine ehl-i zimmetten deyni Zeyd üzerine şuhûd-ı
zımmîler ikâmet-i beyyine eylese makbûle olur mu?
el-Cevâb: Olur.
94
3.2.
FETVÂLARIN
ŞEKİL
VE
MAHİYET
BAKIMINDAN
İNCELENMESİ
Bâlîzâde Mustafa Efendi’nin fetvâları Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi
Şehid Ali Paşa koleksiyonu, 00944-003 demirbaş numaralı cildin 96-108. sayfaları
arasında yer almaktadır. Yazılma tarihi ile ilgili cilt içerisinde bir malumat olmamakla
beraber bazı fetvâlarda yer alan ifadeler, şeyhülislamlık makamındayken yazıldığı
izlenimi vermektedir. Fetvâlar Türkçe olarak yazılmış olup, on üç varaktan
oluşmaktadır. Fetvâların başında “Şeyhü’l-İslam Bâlîzâde Efendi’nin elden verdiği
fetvâlardır bismillahi Teala” yazmaktadır. 262 Buradan anlaşıldığı üzere Bâlîzâde
fetvâlarını kendi yazmıştır.
Her fetvâsının altında imzası olarak “Ketebehu el-hakîr Mustafa Bâli ‘afâ anhu”
(Bu fetvâyı Mustafa Bâli yazmıştır, Allah onu affetsin) imzası yer almaktadır.
Bâlîzâde’nin el yazısı, ilk yedi varakta daha okunaklı bir haldeyken yedinci
varaktan sonra okunması zorlaşmıştır. Kanaatimizce farklı zamanlarda yazılmış
olabilir ya da öncesinde fetvâlar farklı kağıtlara yazılmış olup bir defterde düzenlemek
istenmiş ve bu sebeple de zamanla yorularak yazısı dağınıklaşmış olabilir.
262
Bkz. 1b
95
Fetvâların baş kısmı belli olması için kırmızı mürekkep ile işaret konulmuş,
cevapların başına da el-cevap ibaresi eklenmiştir.
Osmanlı şeyhülislamlarının fetvâlarından örnekleri incelediğimiz zaman
fetvâların yazım usullerinin birbirinden farklı olduğunu görmekteyiz. Osmanlı
Devleti’nin ilk şeyhülislamı olan Molla Fenârî’nin (öl. 834/1431) fetvâları, “Bu
mes’ele beyânında eimme-i Hanefîyye’den cevab ne vecihledir ki” ibaresi ile başlar,
fetvâ meselesi yazılır ardından “el-Cevab” başlığı ile fetvânın cevabı verilir. Zenbilli
Ali Efendi’nin (öl. 932/1526) fetvâları ise, “Bu mes’ele beyanında ne buyururlar ki”
ibaresi ile başlar, fetvâ meselesi açıklanır, ardından “el-Cevab” başlığı ile fetvânın
cevabı verilir. Ebussuud Efendi’nin (öl. 982/1574) fetvâlarında fetvâ soruları;
“mes’ele, el-Fetvâ” şeklinde ayrılmış, fetvâlar sırayla değil bir metin halinde
yazılmıştır.263 Bâlîzâde Efendi ise hemen soru ile başlamış, ardından el-cevap diyerek
mesele hakkındaki kanaatini bildirmiştir. Genellikle “ ”اﻟﺠﻮابkelimesinin “ ”بharfini
uzatarak soru ile cevap arasına ayırıcı bir çizgi koymak istemiştir.
Sorular sistemli bir sırayla tasnif edilmemiştir. Bu durum, fetvâların sorular
geldikçe yazıldığı izlenimini vermektedir. Verilen fetvâların dilinin kapalı ve
263
Bkz. Prof. Dr. Ahmet Yaman, Fetvâ Usûlü ve Âdâbı (İstanbul: İFAV, 2019), 287, 295, 305.
96
anlaşılması zor, cevapların da bir o kadar kısa olduğunu görmekteyiz. Bu durum, olay
anının delaletinin fetvâyı veren ve alan için yeterli olduğu kanaatini vermektedir.
Fetvâlar içerisinde ibâdât, muâmelât ve ukûbât konularına dair fetvâlar vardır
ancak fetvâların çoğunluğu muâmelâta aittir. İbâdât bahsinden; abdest, namaz oruç,
kurban, yemin, konularına dair fetvâlar yer almakla beraber hac mevzusuna dahil bir
fetvâya rastlanmamıştır. Muâmelât bahsinden ise, satım akdi, rehin akdi, icâre, şuf’a,
mudârebe, kefalet, hibe, vakıf, vedia, vasiyet konularından fetvâlar vardır. Kölelikle
ilgili fetvâlar da yoğunluktadır. Nikâh bahsine dair fetvâlarda ise nikâh, mehir, süt
hısımlığı, talaka dair bazı meseleler incelenmiştir. Ukûbat bahsinden de diyet, âkıle,
had cezaları, hırsızlık, dava, şahitlik, mürtedlik, edebü’l-kâdîye dair fetvâlar vardır.
Bâlîzâde Mustafa Efendi’nin bu risalesinde fetvâya konu edinmediği hususlar
da vardır. Bunlar şirket, vekâlet, havale, sulh, gasp, ölü arazinin ihyası, ilâ, muhâla‘a,
li‘ân, iddet, nafaka, hıdâne, haram içecekler, avlanma ve ferâizdir. Fetvâlarda
Müslümanlar için Zeyd, Amr, Bekir, Hind, Halid isimleri kullanılmakla beraber
gayrimüslimlerle ilgili verilen fetvâlarda özel isim kullanılmamıştır. Gayrimüslimleri
konu edinen iki fetvâsı, zımmilere dair beş fetvâsı bulunmaktadır. Bu fetvâlar ilişkili
konuların başlıkları altında incelenmiştir.
Bâlîzâde Mustafa Efendi fetvâlarını imam görüşleriyle desteklememiş, sadece
sekiz fetvâsında imamların görüşlerine yer vermiştir. Bu görüşler arasında bir tercihte
bulunmamıştır. Verdiği fetvâlarda diğer mezhep görüşlerinden yararlanmamıştır.
Tarafımızca fetvâ sayfaları A-B şeklinde sınıflandırılarak transkript edilip her
fetvâya bir numara verilmiştir. Metin içerisinde fetvâların tahlilleri yapılırken bu sayfa
ve numaralar kullanılacaktır. İlk olarak fetvâların orijinal sırası gözetilerek
aktarılacaktır. Devamında ise konular Hanefî fıkıh eserlerinde geçerli olan başlıklar
ile sıralanarak incelenecektir.
97
3.3. FETVÂLARIN KONU BAKIMINDAN İNCELENMESİ
Şeyhülislam Bâlîzâde Efendi’nin şeyhülislamlık makamındayken verdiği
fetvâların sayısını yüz otuz dokuz olarak tespit etmekteyiz. Bu fetvâlar arasında ibadet,
ukubat ve muâmelât konularından birçok fetvâ yer almaktadır. Çalışmanın bu
bölümünde fetvâlar konu ibâdat, muamelât, ukubât başlıkları altında incelenecektir.
Fetvâlar değerlendirilirken bazı fetvâlar açıklanarak, bazıları kaynaklardan
görüşlerle destekleyerek bir inceleme yöntemi gözetilmektedir. Fetvâlarda yer alan
okunmayan yerlerdeki kelimeler için Kadı Sicilleri kayıtlarından yararlanılmıştır. Bu
yerler bazen dipnotlarda bazen de ekler bölümünde verilmiştir. Nüsha içerisinde yazı
stilinin değişmesi ve yer yer okumanın zorlaşması sebebiyle yanlış okumalardan
kaynaklanan hatalar söz konusu olabilmektedir.
Bâlîzâde fetvâlarını verirken kaynak eserlerden yararlanmamış, bir fetvâsında
el-Asıl’a atıfta bulunmuştur. Fetvâlarını Hanefî mezhebine göre vermiş, İmam A‘zâm,
İmam Muhammed ve İmam Yusuf’un görüşlerini yer yer zikretmiştir ancak görüşler
arasında da bir tercihte bulunmamaktadır.
Bazı fetvâlar, birden çok konu ile de alakalı olabilse de incelerken mümkün
olduğunca konularına göre tasnifte bulunmaya çalıştık. Bu sebeple klasik füru
eserlerindeki tasnife benzer bir sıralama halinde incelemek istedik ve fetvâları ibadât,
muâmelât ve ukûbât şeklinde tasnif ettik.
3.3.1. İbadet Konularına Dair Fetvâlar
Bâlîzâde, ibadet konusuna dair abdest, namaz, oruç, kurban gibi konularda
fetvâlar vermiştir. Abdest bahsi ile fetvâlarından biri, cenâbet halinde bir kişinin kunut
duası okumasının mekruh olduğu görüşündedir.264 Hanefî mezhebine göre cünüp ve
hayızlı fark etmeksizin cenabet halindeki bir kişinin Kur’an okuması haram olmakla
beraber Kur’an’dan bir miktar okumaları konusunda ihtilaf söz konusudur. Ancak
264
Bkz. 12B-133. fetvâ.
98
zikir ve dua maksadıyla okumasında bir ihtilaf yoktur. İmam Kerhî’den gelen bir
rivayet ise Kur’an ya da Kur’an dışından bir dua fark etmeksizin hayızlı veya cünüp
kişinin okuyamayacağı yönündedir.
265
Bâlîzâde’nin kerahet kaydı koymasının
sebebinin Kerhî’nin görüşüne dayandığını söyleyebiliriz.
Namaz ile ilgili fetvâlarının birinde, bir mahalle imamının bazı kimseler için
namazı geciktirmesinin caiz olmasıyla beraber mekruh olduğunu belirtmektedir.266 Bir
diğer fetvâsında ise haç ve put işaretlerinin olduğu halı ve benzeri örtü üzerinde namaz
kılmanın caiz olmadığını, haç ile put resimlerinin aynı derecede olduğunu ifade
etmektedir.267
Kurban konusuna dair Bâlîzâde’nin bir fetvâsı bulunmaktadır. Buna göre
kurban kesen kişinin “Allahümme …”demesi durumunda bu kurbanın sahihliği
sorusuna, bu zikir çeşidinin kurban kesmeye tahsis edilebilecek lafızlardan biri
olmaması sebebiyle caiz olmayacağı yönünde fetvâ vermektedir. 268
Bâlîzâde’nin oruç konusunda ele aldığı tek fetvâ ise fitrenin yolcu olanlara
verilip verilemeceği sorusuna “Helal ve tayyibdir” şeklindeki cevabıdır.269
3.3.2. Muâmelât Konularına Dair Fetvâları
Bâlîzâde Mustafa Efendi muâmelât konusunda akitler, rehin, icâre, hibe, şuf‘a,
kefâlet, mudârebe ve vakıf hukukuna dair fetvâları vardır. Fetvâları tek bir konusu
içermemektedir.
265
Molla Hüsrev, Düreru’l-Hukkâm fî Şerhi Gureri’l- Ahkâm, çev. Arif Erkan (İstanbul: Eser Neşriyat,
1979), 1/40.
266
Bkz. 4A-35. fetvâ.
267
Bkz. 6B-73. fetvâ.
268
Bkz. 13A- 136. fetvâ. Okunamayan yer ekler bölümünde verilmiştir.
269
Bkz. 11B-126.
99
Bâlîzâde’nin alışveriş hukukuna dair fetvâlarından biri sirke yapmak üzere şarap
satın alınmasının caiz olmayacağı yönündedir.270 Şeyhülislam’a sorulan sorulardan bir
diğeri ise kamuya ait otlaklardaki otların satılıp satılmayacağı konusudur. Bâlîzâde
kişinin kendine ait olan meradaki otlarını satmasının caiz olduğunu ifade etmektedir.
Ancak kendiliğinden biten ve kimseye ait olmayan arazideki otun satılmasının caiz
olmayacağını belirtmektedir. 271
Kamunun yararlanılması için tahsis edilmiş taşınır, taşınmaz bazı mallarda özel
hak talebi söz konusu olamaz. Cami, yol, deniz ve nehir gibi toplumdan her kişinin
faydalanacağı bu mallar ortak mallar başlığı altında açıklanmaktadır. Günümüzde
kamuya ait alanlar dışında Hz. Peygamber tarafından Müslümanların su, ot ve ateş̧
kullanımında ortak oldukları bildirilmiştir.272 Buna göre Müslümanlar bu üç maldan
ihtiyaçları kadar bedelsiz yararlanma hakkına sahiptirler. Bir kuyuda veya yeraltında
bulunan sudan kamunun faydalanma hakkı eşittir. Bununla beraber suya ihtiyaç
olduğu bir durumda, yakınlarda başka bir kuyunun ya da su kanalının bulunmaması
durumunda, suyun bir mülk içerisinde bulunması herkes tarafından faydalanılmasına
engel değildir. Ancak bir kimsenin depoda gibi saklama alanlarında biriktirdiği sular
kendi mülkü haline gelmekte ve başkasının tasarruf hakkı bulunmamaktadır. Hadisin
bir diğer nitelediği mal ottur. Mülkiyet içerisinde olsun ya da olmasın kendiliğinden
bitmiş ottan herkesin yararlanma hakkı vardır. Bununla beraber ot sahipli bir arazi
içerisindeyse ve arazi sahibinin ota ihtiyacı varsa öncelik ona aittir. Mülkiyet sahibinin
ektiği otlar ihtilafsız şahsi mülk sayılmakta ve başkalarının izinsiz tasarrufuna açık
olmamaktadır. Son olarak hadisi şerif kamunun ateşi kullanımda ortak hakka sahip
olduğunu ifade eder. Sahipsiz bir arazi içerisinde yakılan ateşten diğer insanların da
faydalanma hakkı vardır. Ateşi yakacak yakıt bir kişi tarafından temin edilse bile diğer
insanların faydalanmasına engel olamaz.273
270
Bkz. 1B-4. fetvâ.
271
Bkz. 3B-34. fetvâ.
272
Ebû Dâvud, Süleyman b. el-Eş’as es-Sicistânî, Sünenu Ebî Dâvud, (İstanbul: 1992),26.
273
Kahraman, Abdullah vd., İslam Hukuku II (Kocaeli, 2021), 90.
100
Akitlere dair sorulan fetvâların birinde, iki kişi arasında akdin sıhhat ve butlanına
dair bir ihtilaf söz konusu olduğunda, akdin batıl olduğunu iddia eden kişinin sözüne
itibar edileceğine dair hüküm vermiştir. Gerekçe olarak da “zira aslı akdin münkirdir”
ifadesini kullanmıştır.274
Gaib bir kişinin malının, kardeşi tarafından satılması yönündeki soruya, ortada
zararın oluşmadığı bir durumda malın satılmayacağı ancak gerektiği durumda
satılacağı yönünde fetvâ vermiştir.275
Baliğ olmamış bir çocuğun vasisinin ve büyük varislerden miras mallarından
satım yapıp yapamayacaklarına dair soruya, çocuk hakkında söz sahibi olan biri var
ise satım yapılabileceğine dair fetvâ vermiştir.276
Fasit bir alışveriş yöntemiyle satın alınıp teslim alınan bir malın, satıcıya iade
edilmek istenmesi durumunda bu iade işleminin kabul edilmemesi neticesinde ilgili
ürünün müşterinin yanında zayi olmasıyla herhangi bir tazminin gerekmediğine dair
fetvâ vermiştir. 277 Nakliye ile ilgili bir fetvâsı ise sözleşme hükümlerine riayet
edilmesi yönündedir.278
Bâlîzâde’nin verdiği fetvâlardan biri de ayıp muhayyerliği hakkındadır.
Bâlîzâde’ye göre satılan bir malda, daha önce meydana gelmiş (ayb-ı kadim) tespit
edilmesine rağmen, müşterinin bu kusurla birlikte satın aldığı eşyayı bir başkasına
satması veya malında ortak etmesi halinde, maldaki ayıptan ötürü rücu etme hakkı
yoktur. Bâlîzâde rücu sebebini beyan etmemiş olmakla birlikte, kanaatimizce, mebiin
274
Bkz. 5B-59. fetvâ.
275
Bkz. 7B-80. fetvâ.
276
Bkz. 7A-76. fetvâ.
277
Bkz. 5B-57. fetvâ.
278
Bkz. 8B- 90. fetvâ.
101
başkasına satımı veya ortak edilmesi, rızaya delalet ettiğinden ötürü, rücu
edilemeyeceğini söylemiştir.279
Rehin konusuna dair fetvâlarından bazılarından örnek verecek olursak, iki
kişinin ortak olduğu malı ortaklardan birinin rehin vermesi üzerine diğerinin bu rehin
durumunu feshetme yetkisi olduğuna dair fetvâ vermekte ve fasit bir alışveriş
olduğunu ifade etmektedir. 280 Rehin konusundaki bir diğer fetvâsı ise, taraflardan
birinin pazarlığı bozması için rehin verilen kişinin rızasının olması gerektiği
şeklindedir.281
İcâre konusuna dair, bir kişinin ücret belirlemeden başka bir kişinin koyunlarına
çobanlık etmesi ve sonrasında ücret olarak ecr-i misil talep etmesi durumunda iyi
yönlü fetvâ vermiştir. Eğer icâre akdi gerçekleşirse ecr-i misilin gerekmeyeceği, icâre
akdi yapılıp ücret belirlenmez ise ecr-i misil gerekeceği yönünde fetvâ vermiştir.282
Bir diğer fetvâsı ise, kişinin kölesini bir başkasına kiraladığı durumda kölenin azat
olduğu iddia eser ve bunu ispat ederse ecrin köleye ait olduğu yani azat olacağına ve
aynı durumda kölenin icâreyi feshettiğini beyan edip delillendirmesiyle, hakim
kiralayan kişiye hüküm verdiğinde ve kölenin delil getirmesi durumunda ecrin köle ve
sahibine ait olmayacağı yönündedir.283
Hibe konusunda, rehin olan bir evin hibe edilmesinin İmam Muhammed’in
görüşüne göre caiz olmadığını ancak el-Asıl eserinde caiz olduğu görüşünü ifade
eder.284 Hibeye dair bir diğer fetvâsı ise, bir kişinin ölümcül bir hastalığa yakalandığı
zaman bir eşyayı hibe etmesi ve teslim etmeden ölmesi durumunda malın mülkiyetinin
279
Bkz. 10B-111. fetvâ. Konuyla ilgili bilgi için bkz. İbn Nüceym, el-Bahru’r-Râik şehu Kenzi’d-dekâik
(Beyrut: Dâru’l-Marife, ts.) 6-38-45; Mevsılî, el-İhtiyâr, 2/169.
280
Bkz. 9B-100. fetvâ.
281
Bkz. 10B-116. fetvâ.
282
Bkz. 3A-25. fetvâ.
283
Bkz. 10B-114-115. fetvâ
284
Bkz. 1B-6. fetvâ.
102
karşı tarafa geçmesi ile ilgilidir. Bâlîzâde burada vasiyet ettiği taktirde mülkiyetin
karşı tarafa geçeceği yönündedir.285
Hanefîlere göre hibede bulunan kişi, hibesinden dönebilir. Ancak Hanefîler, kan
hısımlığı, sıhriyet, hibe edilen malın helak olması veya tüketilmesi, hibe edilen malda
ayrılmaz bir ziyadenin olması, karşılıklı hibe, hibe edilen malın bağışlanan kişinin
elinden çıkması, taraflardan birinin ölümü, hibenin hayır ve sevap amacıyla yapılması
ve hibenin borcun ibrası şeklinde yapılması durumlarını hibeden dönmeye engel
olarak görürler.286 Bâlîzâde'nin verdiği fetvâ ise hibe eden kişinin, bir müddet sonra
hibesini geri istemesi ancak henüz kabzetmeden ölmesiyle alakalıdır.287Sorulan soru
bu hibenin varislere geçip geçmeyeceği yönündedir. Bâlîzâde bu soruya, varislerin bu
hibeyi alabileceğini zira hibe akdinin esas itibariyle fesh olduğunu söylemektedir. Ona
göre rücu etmek yeterli olup kabz şart değildir.
Bâlîzâde’nin fetvâ verdiği bir diğer mesele rehin meselesidir. Buna göre rehin
veren kişinin, rehin verdiği şeyi mürtehinin icazeti ile satması halinde, semeni almaya
kadir olur mu, şeklindeki bir soruya, rehin verilen şey yerine artık semen merhun
konumuna geçer şeklinde cevap vermiştir.288
Şuf’a meselesina dair, bir kişinin Yahudilerin bayram/tatil günleri olması
sebebiyle cumartesi günü şufa bulunmaktan imtina etmesi halinde, şuf’a hakkının
kendisinden sakıt olup olmayacağı durumunda, bu hakkın sakıt olacağı şeklinde cevap
vermiştir. Şuf‘a yani önalım hakkı “taşınmaz malikinin taşınmazını bir üçüncü kişiye
satması halinde önalım hakkı sahibine tek taraflı beyanı ile taşınmazın alıcısı olabilme
yetkisini veren yenilik doğuran bir hak” olarak tanımlanmıştır.289
285
Bkz. 4A-41. fetvâ.
286
Bkz. Nuri Kahveci- Fatih Kuş, Hanefîlere Göre Hibeden Dönmenin Şartları, "Hikmet Yurdu" 14/27
Ocak – Haziran, 2021/1, ss. 79- 93.
287
Bkz. 3B-32. fetvâ.
288
Bkz. 11A-118. fetvâ.
289
Oğuzman, Kemal- Seliçi, Özer- Oktay Özdemir, Saibe, Eşya Hukuku (İstanbul: Filiz Kitabevi, 2016), 251.
103
Şuf‘a konusu Mecelle’nin (md. 1008-1044) maddeleri arasında incelenmiştir.
Mecelle’de ifade edildiği üzere şuf‘a hakkını doğuran sebepler üç tanedir: Mebî‘in
(satım akdine konu olan malın) bizzat kendisine ortaklık, irtifak muhtevalı bir ortaklık
ve mebie bitişik komşu olma.290 İslam hukukuna göre zaman dilimleri içinde erkekler
için alışverişin yasak olduğu bilinen tek vakit Cuma ezanının okunmasından, Cuma
namazının kılınma vaktine kadar olan zamandır. Kaldı ki, bu da Hanefî fukahası
tarafından fasit akit kategorisinde mütalaa edilmiştir. Bu sebeple Yahudilerin günü
olması sebebiyle şufa talisinde bulunmama, hakkın devam etmesi için meşru bir
mazeret olarak görülmemiştir.291
Şuf’a konusunda, kişinin resm-i tapu ile bir araziyi aldığı durumda, yan arazi
sahibinin şuf’a davası açmasının câiz olmayacağına, şuf’a davasının mülkte olacağına
resmi tapu ile alınmış arazinin mülk olmadığına dair hüküm vermiştir. 292 Şuf’a
hakkının kullanılması için gerekli şartlardan biri arazinin satılmasında şefii bu satışa
rıza göstermesi halinde şuf’a hakkını kaybetmesidir.293
Bâlîzâde’nin ele aldığı konulardan biri de kefaletle ilgilidir.294 Vermiş olduğu
fetvâda evine rehin koydurarak yirmi bin akçe borç alan bir kişinin, ayrıca bu borcuna
bir başkasını da kefil göstermesinden sonra bir başka kişinin çıkıp ev hakkında istihkak
iddiasında bulunması295 ve bu davasında haklı olması ve evi alması halinde kefilin
borcu ödemesi gerektiğini ifade etmiştir. Bâlîzâde’nin fetvâda kullandığı
kavramlardan biri de “derk-i menzil” dir. Derk veya derek, satılan bir malda üçüncü
bir şahsın hak iddia etmesi durumunda, alıcının ödediği bedeli geri alabilmesinin
garanti edilmesi anlamında kullanılmaktadır. Bâlîzâde rehin bırakılan mal için de aynı
290
Bkz. Mecelle md. 1008-1010.
291
Meydanî, Abdülganî b. Tâlib el-Guneymî ed-Dımaşkî, el-Lübâb fî şerhi’l-Kitâb, thk. Mahmud Emin
en-Nevvâvî, Beyrut: Dâru’l-Kitâbu’l-Arabî, ts. 1/147.
292
Bkz. 7A-75. fetvâ.
293
Prof. Dr. Orhan Çeker, Fıkıh Dersleri (Konya: Ensar, 2011), 143.
294
Bkz. 55. fetvâ.
295
Bkz. Ali Haydar Efendi, Dürerü’l-hükkâm şerhu Mecelleti’l-ahkâm, thk. Fehmî Hüseynî, Beyrut:
Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, ts. 1/664.
104
kavramı kullanmıştır. İslâm hukukunda derek “damânü’d-derek” veya “el-kefâle bi’dderek” şeklinde kullanılmış olup satılan malın satıcıya ait olmaması ve satıştan sonra
mal üzerinde başkasının hak iddia etmesi durumunda satın alanın alacağını (semen)
garanti etmek üzere üçüncü bir şahsın kefil olmasını ifade eder.296
Bâlîzâde’nin cevap verdiği fetvâlardan biri de şahsa ve mala kefaletle ilgilidir.297
Şahsa kefalet, bir kimsenin şahsını mahkemeye veya belirlenmiş başka bir yere teslim
etmeye kefil olmaktır.
298
Şahsa kefalet, kişinin mali ödeme borcundan
kaynaklanabileceği gibi ceza hukukunda, sanığın yargılanmasını temin etmek üzere
bizzat bedenine karşı da olabilir.299
Bâlîzâde, bir kişinin bir başkasının şahsına ardından malına da kefil olması
durumunda, kefil olduğu kişinin ölmesi halinde, tazmin yükümlülüğünün bulunup
bulunmadığı sorusuna, tazmin sorumluluğunun bulunmadığını zira ölüm ile kaçma
eylemlerinin aynı şeyler olmadığını ve bu sebeple kefil olduğu kişinin ölmesi halinde
tazmin sorumluluğunun olmayacağını söylemiştir.
Bir diğer fetvâ meselesi mudarebe akdidir. Mudarebe, taraflardan birinin
sermaye ve diğerinin ise emek katarak oluşturduğu ortaklık türüdür. Sermaye sahibine
“rabbü`l-mâl”, işletmeciye ise “mudarib” denir. Bâlîzâde’ye sorulan soruda, mudarib
olan kişinin, mudarebe malı ile bir gemiyi mudarebe için almasının caiz olup
olmayacağı sorulmuş, o da bu işle iştigal etmediğinden ya da tüccarların işinin genelde
gemi alıp satmak olmadığından bunun caiz olmayacağını söylemiştir. 300 İslâm
hukukçuları mudârabanın sahih olarak gerçekleşmesi için birtakım şartlar
belirlemişlerdir. Mudârebe akdi başlangıçta ödünç, sermayenin işletilmesi süresince
vekâlet, kâr meydana geldiğinde ise ortaklık akdinden ibarettir ,Sermayedâr müvekkil
296
Hamza Aktan, “Derek”, TDV İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 1994), 9/170-171.
297
Bkz. 5A-49. fetvâ.
298
Mergînânî, Ebü’l-Hasen Burhânüddîn Alî b. Ebî Bekr b. Abdilcelîl el-Fergânî, el-Hidâye şerhu
Bidâyeti’l-Mübtedî, Beyrut: Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, ts. 3/87.
299
Mecelle 613 ve 614. Maddeler.
300
Bkz. 13B-137. fetvâ
105
işletmeci vekil, sermaye ise işletmecinin elinde emânet niteliğindedir. Mudarebe
akdinde Müslümanın gayr-i müslimle, gayr-i müslimin müslümanla mudârebe
ortaklığı yapmasında bir sakınca görülmemiştir.301 Muhtemelen Bâlîzâde’nin fetvâda
cevaz verdiği husus, mudarebe akdinin sınırlı bir ticaret alanıyla kayıt altına alınmış
olmasıyla alakalıdır. Zira sermaye sahibi ile mudarib arasında kurulan akdi, belli bir
zaman, mekan, ticaret çeşidi veya alıveriş yapılacak kişi ile sınırlandırılmışsa, taraflar
buna riayet etmek zorundadır.302
Bâlîzâde’nin vakıf hukukuna dair beş fetvâsını tespit etmekteyiz. Bunlardan
bazıları, kişinin ölüm döşeğinde evini vasiyet yoluyla kızına ve kızının çocuklarına
vakfettiği durumda, kızına sahih olmadığını, ancak vakıf yoluyla tasarruf sahibi yani
vakıf lehdarı olacağına, vefatı durumunda ise çocuklarına vakıf malı olarak kalıp,
tasarruf edebileceklerine dair fetvâ vermiştir.303
Kişinin evini çocuklarına vakfedip vefat etmesi durumunda çocukları terk ettiği
zaman evin kirasının fukaraya verilmesi yönünde fetvâ vermiştir.
304
Kişi
kullanılmayan harap bir değirmeni, çocuklarına vakfettiğinde harap olduğuna dair
delil olsa, evlatları arasından birinin binanın mevcut olduğuna dair delil sunduğunda
onun beyyinesi ile amel olunacağına dair fetvâ vermiştir.305
Kişinin eşine evini vakfetmesinden sonra mescit yararı olması amacıyla
bıraktığını söylemesi üzerine kadın boşanıp başkasıyla evlenip, ilk kocasının ölmesi
durumunda kadına bu ev vakfedilmiş olur mu sorusuna evin vakfedildiğini, kocasının
ölmesiyle evin kadına kaldığını ancak ismini zikretmemesi gerektiğini ifade eder.306
301
Hamdi Döndüren, Delilleriyle Ticaret ve İktisast İlmihâli, (İstanbul: Erkam Yayınları, 2016), 426427.
302
Benzer bir kanaat için bkz.: Serahsî, el-Mebsût, 22/75.
303
Bkz. 4B-43. fetvâ.
304
Bkz. 4B- 45. fetvâ.
305
Bkz. 4B-46. fetvâ.
306
Bkz. 1B-5. fetvâ.
106
Bir kişinin vakıf binasını bozmasının, değişiklik yapılmasının caiz olmadığına,
kadının bir mütevelli atamasının gerektiği ve bu binanın kira ücreti ile ancak tamir
yapılabileceğine dair fetvâsı mevcuttur. Buradaki temel gerekçe vakfın hali hazırda bir
mütevellisinin olmaması ve vakfın ebediliği esası gereği dışarıdan gelebilecek
zararlara karşı korunmasıdır.307
Şeyhülislam Bâlîzâde Mustafa Efendi’nin fetvâlarında çokça geçen bir diğer
konu ise kölelik ile ilgili hükümlerdir. Tespitlerimize göre kendisinin yirmi dokuz
fetvâsı köleliğe dairdir. Bunlar arasında, emanet olan cariyenin malikine satılması
durumunda yeniden kabzetmeye muhtaç olacağına, cariyenin vefat etmesi durumunda
ise helakin satıcıya ait olduğuna dair fetvâ vermiştir.308 Bir diğer fetvâsı hürriyetini
elde etmek için efendisi ile anlaşma yapan kölenin bir malı helak etmesi durumunda
tazminin kölenin hürriyetine kavuşturulmasından önce, anlaşma bedelince tazmin
edilmesi yönündedir.309
Kişinin kölesini kendi ölümüne bağlı olarak azat etmesi anlamına gelen
müdebber konusuna dair fetvâları ise şu şekildedir: Kişinin kölesini başka bir kişiye
vermesi durumunda kişinin vefatı ile kölenin azat olacağı, sahibi olduğu taktirde
müdebber olacağı şartına bağlaması ve sahibi olması ile müdebberlik durumunun
oluşacağı yönündedir. Bir diğer fetvâsı ise kişinin bir başkasının mülkünde iken ölümü
halinde hür olduğunu şart koşması ancak sahibin vefatı ile azat olmayacağı
yönündedir. Son olarak kişinin cariyeye sahip olması durumunda ölümüyle hür olacağı
şartı koysa ancak sonrasında bir başka kişiyle ortak olarak sahip olsalar bu tedbirin
sayılmayacağı yönünde fetvâları vardır. Kişinin azat etmek şartıyla bir köleyi satın
almasına dair sorulan soruya, İmam-ı Azama göre caiz olmayacağı ancak azat ettiği
taktirde semenin gerektiğine dair görüşünü ve İmameyn’in akdin fasit olması için
kıymetinin lazım olduğu görüşünü bildirmiştir. Bu iki görüş arasında da bir tercih
yapmamıştır.310
307
Bkz. 3A-27. fetvâ.
308
Bkz. 1B-1. fetvâ.
309
Bkz. 1B-3. fetvâ.
310
Bkz. 2A-11. fetvâ.
107
Kişi, “Ne kadar kölem var ise ölsün” dediğinde, kulunun kulu azad olur mu
sorusuna, kulunun azad olacağına, İmam Azam görüşüne göre eğer kulunun kuluna
niyet ederse sahibinin de azad olacağına, İmam Muhammed’in görüşüne göre borcu
olsun olmasın azat olacağına, İmam Yusuf’un görüşüne göre ise borcu olsun olmasın
azad olmayacağı yönünde görüşleri bildirmiştir.311
Bâlîzâde’nin malın satıştan önceki kusurlarıyla ilgili verdiği fetvâlardan ikisi de
sonradan ortaya çıkan kusurun vaktiyle ilgilidir. Şöyleki bir fetvâsında satın alınan bir
kölenin kusurunun önceden var olduğunun ortaya çıkması durumunda kişinin
almaktan vazgeçemeyeceği yönündedir. Bir diğeri, kişinin köle satın almasından sonra
verem olması üzerine satıcının hastalığın savaştan olduğunu söylemesi ancak ayb-ı
kadim olduğu ortaya çıkması durumunda alıcının köleyi almaktan vazgeçemeyeceği
yönündeki fetvâsıdır.312
Aynı konu üzerindeki diğer fetvâsı, kişinin bir köle satın alması ve bir başkasına
satması durumunda, sattığı kişiden tekrar satın alıp ilk satıcı yanında ayb-ı kadimini
gösterdiğinde satıcı ve ikinci kez satın alan kişide vazgeçme hakkının bulunmadığına
dair fetvâ verir.313 Bâlîzâde’nin eski olan ayıplar konusunda biraz daha müsamahakar
olduğunu, eski ayıpların akdi fesih etme gerekçesi oluşturacak kadar bir kusur
sayılmayacağı yönündeki kanaatlerinin baskın olduğunu görmekteyiz.
İslam hukukundaki genel kanaate göre teslimden önce görülen ayıp, kadim ayıp
olarak bilinir. Teslimden sonra oluşana hâdis ayıp denir. Hâdis ayıp alıcıya
muhayyerlik hakkı getirmemekle beraber alıcının tazmin sorumluluğundadır. Mal iade
edilmez. Ayıbın malda ortaya çıktığı vakitten ziyade ayıbın oluşma vaktine bakılır.
Maldaki ayıp ya satış anında ya da müşteriye tesliminden önce oluşması
gerekmektedir. Teslimden önce ortaya çıkan ayıp, alıcının malı geri verebilmesine
311
Bkz. 4A-39. fetvâ.
312
Bkz. 5B-62. fetvâ.
313
Bkz. 5B-56. fetvâ.
108
olanak sağlar. Malın teslim zamanına kadar oluşan problemlerde satıcı tazminini
sağar. Burada ayıbın satıştan önce ya da sonra ortaya çıkmasına bakılmaz.314
Köleliğe dair fetvâları akitler, zıhar, kölenin hürlüğü gibi konuları da
içermektedir. Bâlîzâde, kişinin fasit bir akit ile satın aldığı cariye ile cinsel ilişkinin
helal olmayacağına dair fetvâ vermiştir.315 Haklı bir sebebe dayanmadan efendisinden
kaçan köleye (ibâk/âbâk) dair iki fetvâsı bulunmaktadır. Bunlardan biri, hür kişiyle
başka birinin köleleri kavga edip kaçması durumunda, hür kişi, kölelerin kaçmalarına
dair bir emir veya kaçmalarıyla ilgili bir durumun oluşmadığına dair yemin ederse
tazminde bulunmayacağına dair fetvâ vermiştir. Bir diğer fetvâsı ise kişinin
cariyesinin başka bir şehre kaçmasıyla bu durum sahibine bildirilse, sahip cariyeyi
gidip almaya hakkının olmadığını, İmam Ebû Yusuf’un bir rivayetinde cevaz
vermediğine dair görüşünü bildirmiştir.316 Kişi kölesini bir başkasına bir seneliğine
kiralık olarak verse ve köle azad edildiğine dair beyanda bulunup ispat etse bu
durumda kölenin azatlığına hüküm verileceğine dair fetvâ vermiştir.317 Kişinin satın
aldığı bir cariyeyi, ikâle ederek geri vermesi halinde satıcının tekrar geri almasının
gerektiğine dair fetvâ vermiştir.318
Bâlîzâde’nin kölenin azadıyla ilgili verdiği bir fetvâsı dikkat çekmektedir. Zira
Bâlîzâde zıhar ile köle azadına dair fetvâ vermiştir. Kişinin kölesine “anam gibidir”
demesi üzerine kölenin azat olacağı yönünde fetvâ vermiştir.319 Zıhar nikâhlı olduğu,
hür kadınlara yapılır ancak burada cariye olduğu için bir nikâh akdinin olmadığı
durumu ortadadır. Muhtemelen birlikte olduğu câriye ile ilgilidir. Buradaki dikkat
çeken durum zıharın ıtka delalet etmesidir. Bâlîzâde delalet edeceğine dair hüküm
vermiştir ancak kölenin azat edilme yöntemlerini incelediğimiz zaman karşımıza
314
Mustafa Kisbet, İslam Hukukunda Tüketicinin Korunması, ed. Hüseyin Okur (İstanbul: Nizamiye
Akademi, 2015), s.83. Ayhan Hira, Klasik Fıkıh Kaynaklarında Hibeden Dönme Meselesine Temel
Yaklaşımlar, The Journel of Academic Social Science Studies 58 (2017), 237-250.
315
Bkz. 5B-58. fetvâ.
316
Bkz. 9A-97. fetvâ.
317
Bkz. 10B-114. fetvâ.
318
Bkz. 11A-117. fetvâ.
319
Bkz. 8B-89. fetvâ.
109
böyle bir yol çıkmamaktadır. Hürler için tefrik sebebi sayılacak bir hükmü köleler için
azat sebebi saydığı görülmektedir.
Kölenin hürlüğünü kazanmasına dair İslam hukukunda kabul edilen yedi yöntem
vardır. Bunlardan ilki gönüllü olarak efendinin kölesini azat etmesi. Osmanlı
Devleti’nde kölenin efendisine yedi yıl hizmetinden sonra azat edilmelerinin yaygın
bir gelenek olduğu ifade edilmektedir. İkinci yöntem kefaret borcu ödemek için köle
azat etmek. Üçüncü yöntem mükâtebe yoluyla kölenin azat olması. Bir bedel
karşılığında özgürlüğüne dair anlaşma yapılması durumunda kölenin sahibi tek taraflı
olarak anlaşmayı feshedemez, değişiklik yapamaz. Kölenin izni olması gerekmektedir.
Bu dönemde köle efendisine hizmet etmek zorunda değildir. Kendisi için çalışabilir.
Cariyeyi istifraş edemez. Dördüncü yöntem mecburi veya kanuni azattır. Köle ile
efendi arasında bir anlaşma olmaksızın, kölenin mecburen hürriyetini kavuşmasıdır.
Kişi kendisine haram olacak kadar yakın akrabalığı bulunan bir kölenin mülkiyetini
satın alma veya miras, bağış, vasiyet gibi yollardan biriyle elde ederse köle hürriyetine
kavuşur.
Şâfiîlere göre akrabalık ilişkisinden ziyade usul-füru ilişkisi varsa mecburi
azatlık oluşur. Mâlikîlere göre ise kardeş olması durumunda da mecburi azatlık oluşur.
Bir diğer mecburi azatlık ise, İslam ülkesine sığınan bir kölenin daha önce
Müslümanlığı kabul etmesi durumunda hürriyetine kavuşmasıdır. Son olarak birden
fazla sahibi bulunan kölenin bir sahibi tarafından azat edilmesi veya tek sahipli kölenin
kısmen azat edilmesi durumunda hürriyetine savuşmasıdır. Bir görüşe göre kısmen
azat edilen köle azat edilmeyen payın bedelini efendisine ödemelidir. Bu köleye borcu
ödemesi için devlet bütçesi tarafından yardım yapılır.
Beşinci azat yöntemi ölüme bağlı olarak kölenin azat edilmesidir. Bir köle
efendisinin ölümüyle hürriyetine kavuşabilir. Bu muamele tedbir olarak isimlendirilir,
bu köleye müdebber denir. Kölenin değeri terekenin üçte birini aştığı durumda
mirasçıların da iznine ihtiyaç vardır. Mirasçılar razı olmaz ise köle hürriyetine kavuşur
ancak üçte biri aşan kısmı ödeme zorunluluğu vardır. Hanefîlere göre müdebber köle
bir başkasına devredilmez, geri dönüş kabul edilmez. Müdebber kölenin mükateb
köleden farklı olarak efendisine hizmet etme zorunluluğu devam eder. Cariyeyi istifraş
110
edebilir yani yatağına alabilir. Ya da bir başkasıyla evlendirebilir, doğan çocuklar
müdebber statüsünde sayılır. Bir diğer yöntem ise, kölenin ümmü’l-veled olması
durumudur. Cariyenin efendisinden bir çocuk doğurması durumunda hürriyetini elde
eder, doğa çocuk hür hükmünde olur. Çocuk ve baba arasında nesep bağı kurulur,
evliliklerinden doğan çocuklarla aynı haklara sahiptir. Son olarak devlet tarafından
azat edilmesi kölenin hürriyetine kavuşmasında bir yöntemdir. Devlet gelirlerinin bir
kısmının köle azadına tahsis edilmesi Kur’an tarafından sabit olan bir hükümdür.
Tevbe 90. Ayeti Kerime’ye göre zekatın verilecek yerlerinden biri kölelerin
hürriyetidir.320
Bâlîzâde, bir kişinin fasit bir bey' akdi ile mahrem olan bir akrabasını alması
durumunda, o kişinin hürriyetine kavuşup kavuşmayacağı sorusuna, özgürlüğüne
kavuşur şeklinde cevap vermiştir. 321 Sorunun kökü, fasit akdin sonuç doğurup
doğurmayacağıdır. Zira Hanefîlere göre köle olan yakın akraba satın alındığında,
yakın akraba hürriyetine kavuşmuş olur. Bu, kişinin akrabalarına iyilikte bulunması
gerektiği hükmünün bir sonucudur. Bu sebeple Hanefîlere göre başta anne-baba ve
çocuklar olmak üzere yakın akrabanın satın alınması durumunda, bu kişiler
özgürlüğüne kavuşmuş olur. Satın alma işlemi azat etme anlamına gelir. Bunun için
fazladan bir azat cümlesi kurmaya gerek yoktur. Akdin fasit olmasına gelince, fasit
evlilik akdinde her ne kadar akit fasit olsa ve taraflar birbirinden ayrılsalar da nafaka
haricinde sahih bir nikâh akdinin sonuçları meydana geliyorsa, kişinin akrabasını satın
alması durumunda da azat işlemi meydana gelir. Her iki durumda maslahat prensibine
dayanmaktadır.322
Bâlîzâde emek bahçe ortaklığına dair verdiği fevklardan birinde şöyle
demektedir: Bir çekirdek ya da tohumun rüzgar yoluyla bir başkasının bahçesine
320
Bkz. Mehmet Akif Aydın, Muhammed Hamidullah, “Köle”, TDV İslam Ansiklopedisi (Ankara: TDV
Yayınları, 2002), 237-246.
321
Bkz. 2A-10. fetvâ.
322
Serahsî, el-Mebsût, 7/70-71.
111
düşmesi durumunda yeni çıkan ürünün bahçenin sahibine ait olur.323 Farklı bir cins
ottan ya da ağaçtan bir kök başka birinin bahçesinde bittiği zaman bahçe sahibinin
kökü ayırabileceğine dair fetvâ vermiştir.324
Bâlîzâde Mustafa Efendi’nin fetvâları içerisinde tespit ettiğimiz nikâhla ilgili
yedi, süt hısımlığına dair bir ve talak konusunu içeren on fetvâsı bulunmaktadır. Bu
fetvâlar arasında mihrin sakıt olma durumu, zina eden iki kişinin sıhriyet haramlığının
dört şahit ile ispat edilmesiyle ya da tarafların ikrarı sonucunda oluşacağına, bu sebeple
kadının adamın babasıyla evlenmesinin helal olmayacağı yönünde fetvâ vermiştir.325
Diğer fetvâları, bir Müslümanla evli Hristiyan bir kadının boşama sonucunda
zimmî biriyle evlenebileceği, bu boşamanın üç talakla olması durumunda ikinci eşin
muhallil olması, 326 süt anneliğinin dâru’l-harp dâru’l-İslam fark etmeksizin câri
olacağına dair bir fetvâsı vardır. Diğer fetvâlarından farklı olarak süt hısımlığı
fetvâsında câri ifadesini kullanmıştır.327 Câri yürürlükte olan anlamına gelmektedir.
Burada şeyhülislamlık zamanında verdiği fetvâlar olduğu için kanuni bir durumdan
bahsetmesi muhtemeldir.
Boşama hukukuna dair verdiği fetvâlar arasında, üç talakla boşanmış bir kadının
hulle nikâhı sonrasında cinsel birlikteliğe dair ikinci eş ile kadın arasında kadının
beyanının esas alınacağı, zıhar konusuna dair bir fetvâsında da kişinin karısına zahr ve
batnın anamın zahrı gibidir dediğinde muzahir sayılamayacağı, zahr ve batnın bütün
323
Bkz. 4A-36. fetvâ.
324
Bkz. 5A-54. fetvâ.
325
Bkz. 3B-28. fetvâ.
326
Bkz. 5A-50,51. fetvâ.
327
Bkz. 3B-31. fetvâ.
112
bedenden sayılmayacağı yönündedir.
328
İki fetvâsı talakın şarta bağlanması
durumlarını içerir.329
Talak lafızlarına dair fetvâları arasında, kişinin karısına “sen bana kadın
değilsin” dediği taktirde İmam A‘zam’a göre talak niyeti ile söylerse boşamanın
gerçekleşeceği, İmameyn’e göre ise niyet etse bile boşamanın gerçekleşmeyeceği
yönünde fetvâ vermiş ve görüşler arasında bir tercihte bulunmamıştır. Bununla beraber
kişinin “senin ile benim aramda nikâh yoktur” gibi lafızlar kullandığı taktirde niyet
etmiş olsa boşamanın gerçekleşeceği, niyet etmezse boşamanın gerçekleşmeyeceği
yönünde fetvâları mevcuttur. Bir diğer dikkat çekicisi fetvâsı kişinin hanımına seninle
benim aramda nikâh olmadı demesi durumunda talakın vaki olmayacağı
yönündedir.330
Tefvîz-i talak bahsine dair bir fetvâsında, vekilin üç talak ile boşaması
durumunda kişi vekil tayin etmeden önce üç talaka kendisi de niyet ederse boşamanın
olacağı yönündeki görüşünü belirtmiştir. 331 Müdebber bir kölenin eşini boşaması
durumunda mihri müeccelin ödenmesi için çalışması gerektiğine dair fetvâ
vermiştir.332
Baliğ olmayan kızların nikâhına dair fetvâları çoğunluktadır. Bu sebeple o
dönemde küçük yaşta nikahların yaygın olduğu görülmektedir. Örneğin; bir kızın
babasının huzurunda bütün malını vererek muhâlea talep etmesi durumunda mal
adama geçer mi sorusuna malın adama ait olmayacağı ve talakın ricî olacağı yönünde
fetvâ vermiştir. Muhâlea sonucunda boşama bâin olurken burada ricî hüküm
328
Bkz. 9B-101. fetvâ.
329
Bkz. 11B-125, 12A-127 fetvâ.
330
Bkz. 3A-22,23,24. fetvâ.
331
Bkz. 4B-47. fetvâ
332
Bkz. 5A-53. fetvâ.
113
verilmesinin sebebi baliğ olmayan kızın boşama talebinde bulunmasıdır. 333 Baliğ
olmayan kızın evliliğine dair bir diğer fetvâsı ise anne babası mürted olup kızları ile
dâr’ul-harbe gitmeleri durumda nikâhın bâin talak ile sona ereceği yönündedir. 334
Burada İslam Hukuku’na göre çocukluk döneminden bahsetmek gerekmektedir. Zira
talak bâin olarak sonuçlanması çocuğa da mürted olarak hüküm verildiğini gösterir.
İslam hukukunda doğum ile başlayan ve ergenlik çağına kadar olan dönem çocukluk
olarak isimlendirilir.
Doğumdan temyiz çağına kadar ve temyizden ergenlik dönemine kadar iki
sürece ayrılır. Temyiz çağına gelmemiş çocuklar gayri mümeyyiz, temyiz çağını
geçmiş çocuklara ise mümeyyiz denmektedir. Bu iki döneme ait dini ve hukuki
hükümler birbirinden farklıdır. Gayri mümeyyiz bir çocuk, zimmete ve vücûp
ehliyetine sahip olur böylelikle hak ve borca ehil hale gelir. Cezâi ehliyeti olmadığı
için had ve kısas cezalarıyla cezalandırılmazlar ancak kişinin hakkının ihlali
durumunda mali sorumlulukları söz konusudur. Örneğin kısas gerektiren bir suç
işledikleri taktirde bu suç diyete döner ve âkılesi tarafından ödenir. Tazir gerektiren
suçlarda da cezai sorumlulukları yoktur.335 Mümeyyiz çocuk, temyiz çağına ulaşmış
iyi ile kötüyü, kar ile zararı birbirinden ayırdığı bir dönem olmakla beraber yedi yaş
başlangıç olarak kabul edilir. Temyiz çağı ile çocuğun tabi olduğu dini ve hukuki
hükümler farklılık kazanır. Ebû Hanîfe ve İmam Muhammed’e göre Müslüman
olması, dinden çıkması gibi imani durumlar geçerlidir. Ebû Yusuf’a göre ise
Müslüman olması muteber olmakla beraber mürted olması geçerli olmamaktadır. Şafiî
mezhebi ve diğer mezheplerin hakim görüşüne göre dini emirlere mükellef olmayan
mümeyyiz çocuğun Müslüman olmasına ya da mürted olmasına itibar edilmez. Çocuk
buluğ çağına kadar ebeveyninin dinine tabidir. Bunlardan birinin Müslüman olması
durumunda çocuk Müslüman sayılır.336 Çocuğun imanı mevzusunda, Maturidiyye ve
Mu’tezile kelamcılarına ve bazı Şii alimlerine göre ebeveynleri kafir olsa da temyiz
333
Bkz. 6A-65. fetvâ.
334
Bkz. 9A-96. fetvâ.
335
Yusuf Şevki Yavuz, “Çocuk", TDV İslam Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları,1993), 8/361.
336
Mehmet Akif Aydın “Çocuk" TDV İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları,1993) 8/362.
114
çağına gelen çocuklar imanla yükümlüdür. Mümeyyiz bir çocuk akıl yürütme yoluyla
yaratıcıyı bulabilir. Bu durum da onun imanla mükellef olmasına yeterlidir. Eş’ariye
ve Haricilere göre ise ergenlik çağına girmemiş çocuklar iman etmek dahil olmak
üzere dini bir mükellefiyete sahip değildir.337
Neseb konusuna dair iki fetvâsı bulunmaktadır. Bunlardan biri, kölesi ile
hürriyeti karşılığında bir bedel üstüne anlaşma yapan efendi, teserrînin yasak olduğu
durumda bir cariye satın alır ve vat’i eylemesi durumunda nesebi üzerine sorulan
fetvâya, nesebinin sabit olacağı ancak müşterek sayılan câriye gibi vat‘i’nin helal
olmayacağı yönünde fetvâ vermiştir.338
Bâlîzâde’nin fetvâlarında vasiyetle ilgili fetvâlar mevcuttur. Vasiyet, hem vâsi
tayin etmeyi hem de bir şeyi vasiyet etme anlamını taşır. Örneğin filanca kişiye vasiyet
ettiğini söyleyen kişi, zikrettiği kimseyi kendisine vâsi tayin ettiğini söylemiş
olmaktadır. Bu konu fıkıh kitaplarında vesayet babında incelenmiştir. Bâlîzâde’nin ele
aldığı konulardan biri, vasi tayiniyle ilgilidir. Hanefî mezhebine göre şahıs üzerinde
velayet, asabe olan akrabaların en yakınlarından başlar. Buna göre velayetteki tertip
1- Oğul 2- Baba 3-Dede 4- Erkek Kardeş 5- Amca, şeklinde olur. Ancak asabe
statüsünde kimse bulunmazsa şahsa velayet anneye, sonra da diğer zevi'l-erhama
geçer. 339 Bâlîzâde'ye göre vasi tarafından satın alınan köle ve cariyelerin satın
alınmasından sonra ölmeleri halinde, varislerin yeni bir vasi atamaları söz konusu
değildir. Fetvâdan anlaşıldığı kadarıyla onun bu konudaki tartışma vasinin hakkını
kötüye kullanıp kullanmadığı noktasındadır. Ancak ölüm hadisesinin sebebi
belirtilmediğinden burada mutlak manada yani herhangi bir sebebe dayanmadan
gerçekleşen ölüm anlaşılmaktadır. Bu da vasi tarafından hakkın kötüye kullanılmadığı,
dolayısıyla yeni bir vasi tayininin söz konusu olamayacağına işarettir. Fetvâ da bu
yönde irad edilmiştir.
337
Yavuz, “Çocuk" 8/359.
338
Bkz. 12A-130. fetvâ.
339
Mergînânî, el-Hidâye şerhu Bidâyeti’l-mübtedî, 3/33.
115
Vasi ile ilgili diğer fetvâlarında Bâlîzâde, mefkud olan vasi hakkında, onun
bulunmayışı esnasında vasiyetinde bulunulan küçükler hakkında yapılan tasarrufların
tazmini gerektirip gerektirmediği hakkındaki bir soruya, vasinin veya küçüklerin
babasının, küçüklerin malından bir eksilme meydana getiren (borç vb.) bir akdin
bulunması durumunda herhangi bir tazmin gerekmeyeceğini fakat vasinin borç
tasarrufu veya vasinin oğlunun tasarrufu ile gerçekleşmesi halinde ise tazmin
gerekeceğini ifade etmiştir. Yine mefkud kişiye dair, karısının mefkud kişinin malını
bir başkasına verebileceğine dair fetvâ vermiştir.340
Bu konuda Bâlîzâde'nin incelediği bir başka mesele de mûsîsini öldüren mûsa
leh hakkındadır. Bâlîzâde'nin "Bize göre vasiyet batıl olur" diye beyan ettiği fetvâya
göre, mûsîsini öldüren mûsa leh vasiyetten mahrum bırakılır. 341 Bu kuralın esasını Hz.
Peygamber’in, “(Mûrisini öldüren) kâtil mirasçı olamaz” hadisi oluşturur.342
Bu hadise göre, öldüğünde kendisine mirasından pay düşecek kimseyi öldüren
vâris, bu cinayeti sebebiyle miras hakkından mahrum bırakılır. Bu hükmün illeti,
kâtilin haram bir fiili işleyerek kendisine menfaat sağlayacak bir hukukî neticeye vakti
gelmeden ulaşmak istemesidir ki, Mecelle’de bu hususa, “Kim ki bir şeyi vaktinden
َﻣْﻦ اْﺳﺘ َْﻌَﺠَﻞ اﻟ ﱠ
evvel isti’câl eyler ise mahrumiyetle muâteb olur.” “ ﺐ
ُ ﺸْﻲَء ﻗَْﺒَﻞ أ ََواﻧِِﮫ
َ ﻋﻮِﻗ
”ِﺑِﺤْﺮَﻣﺎِﻧِﮫmaddesiyle atıfta bulunulmuştur. Yukarıdaki hadise kıyasla, aradaki ortak illet
sebebiyle fakihler, kendisine vasiyette bulunan kimseyi yani mûsî’sini öldürenin
mûsâleh’in de onun bırakacağı vasiyet payından mahrum kalacağı sonucuna ve
hükmüne ulaşmışlardır.343
340
Bkz. 6A-63.
341
Mevsılî, Abdullāh b. Mahmûd b. Mevdûd, el-İhtiyâr li talîli’l-Muhtâr, thk. Abdüllatif Muhammed,
(Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 2005), 5/71.
342
Ebû Dâvud, “Diyât” 18.; Tirmizî, Ebû Îsâ Muhammed b. Îsâ b. Sevre.”Ferâiz”, el-Câmiu’s-sahîh.
thk. Ahmed Muhammed Şâkir, (Beyrut ty.) 17; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, (İstanbul: Çağrı
Yayınları, 1992), 1/49.
343
Alâeddin es-Semerkandî, Muhammed b. Ahmed, Tuhfetü’l-Fukahâ, (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’lİlmiyye, 1994), 3/208.
116
3.3.3. Ukubat Konularına Dair Fetvâları
Ceza hukukuna dair yedi fetvâsı bulunmakla beraber bunlardan biri, kısas
gereken bir cinayette katilin velisinin vefat etmesi durumunda kısasın varislere geçip
geçmeyeceği durumda varislere yahut varisin varisine geçeceği yönündedir. 344 Bir
diğer fetvâsı bir kişinin zina ya da hırsızlık gibi büyük günahlardan birini işlediği
taktirde tevbenin yeterli olmayacağı, had cezasının uygulanması gerektiğidir. 345
Kölenin malikinin malını çalmasından kaynaklı had cezasının uygulanmayacağı346,
kişinin katli itiraf edip öldürdüğü aleti zikretmediği durumda da kısasın gerekeceğine,
müste’men olan kafirin, 347 Müslüman bir kişiyi dârı İslam’da amden öldürmesi
sonucunda kısas olacağına dair fetvâlar vermiştir.348
Tespit ettiğimiz kadarıyla Bâlîzâde’nin katîl konusunda üç fetvâsı, diyet
konusunda üç fetvâsı, mürtedlik konusunda bir fetvâsı, hırsızlık konusunda üç fetvâsı
bulunmaktadır. Diyet konusuna dair fetvâları ıskât-ı haml durumuyla ilgilidir. Bebeğin
düşmesine dair sorulan sorulara, düşen bebek canlı kümünde ise diyet ve gurre
gerektiğine ancak kendi kendine korkudan düştüyse bir şey gerekmediğine dair fetvâ
vermiştir.349 Bir diğer ise kişinin zina ile hamile kalması durumunda bebeğin ıskatının
caiz olmayacağına, hamileliğin kendisinin muhterem olduğuna dair hüküm
vermiştir. 350 Kişinin birini öldürmesi durumunda kasten yapmadığını itiraf etmesi
sonucunda da diyet gerektiğine dair fetvâ vermiştir.351
Mürtedlik ile ilgili, kişinin ölüm döşeğinde vefatının yaklaşması durumunda
kafir olduğunu ikrar etmesi ve bunda ısrarcı olması durumunda halinin ne olacağı
344
Bkz. 2A-8. fetvâ.
345
Bkz. 9B-92. fetvâ.
346
Bkz. 3A-26.fetvâ.
347
Bkz. 10A-108. fetvâ.
348
Bkz. 10A-110. fetvâ.
349
Bkz. 2B-14. fetvâ.
350
Bkz. 9B-102. fetvâ.
351
Bkz. 10A-109. fetvâ.
117
sorusuna, ikrarı sonrasındaki halinin müşahede edilip hastalık halinden olduğu
anlaşılırsa itibar olunmayacağı, müşahede edilmeden önce iman ile vefat ettiğinde
mümin olacağı yönündedir.352
Kasti olmayan öldürme ve yaralama suçlarında, suçlu adına diyeti ödeyen kişiler
olarak İslam Ceza Hukukunun konusu olan âkıleye dair ise bir fetvâsı
bulunmaktadır.353
Kişinin şahit olma durumlarına dair verdiği fetvâlar, üzerine haccın farz olduğu
ancak bu farziyeti yerine getirmeyen kişinin şahitliğinin İmam Muhammed’e göre
kabul edilmeyeceği 354 , bir kişinin başkasından duyduğu bir şey üzerine şahitlik
etmesinin kendi zamanında meydana gelen toplumdaki bozulmalar sebebiyle resmi
evraklarda kullanılmasının caiz olmayacağı yönündedir.355
Kişinin yalan söyleyerek yemin etmesi durumunda helake karar verileceğine,
aynı kısas hükmünde olduğuna dair fetvâ vermiştir. 356 Kişi kölesinin bir başkasına
satmayacağına dair yemin edip sattığı durumda alıcı kişinin kabul etmediği durumda
hânis olacağına dair iki farklı olay üzerinde fetvâ vermiştir.357
Dava bahsine dair bazı fetvâları ise şu şekildedir; Kişinin davasını üç sene terk
etmesi durumunda davanın tekrar dinlenmeyeceği yönünde yazılı olan kuralla amel
olunur mu fetvâsına amel olunmayacağı yönünde fetvâ vermiştir. Bâlîzâde’ye göre bu
rivayet terk edilmiş (mehcur) bir fetvâdır. 358
352
Bkz. 4A-40. fetvâ.
353
Bkz. 10A-107. fetvâ.
354
Bkz. 2B-16. fetvâ.
355
Bkz. 9B-98. fetvâ
356
Bkz. 2B-20. fetvâ.
357
Bkz. 2A-13, 12B-134. fetvâ.
358
Bkz. 8A-84. fetvâ.
118
İslam hukukunda zaman aşımı süresi konulara göre farklılık göstermektedir.
Literatürde mürûr-ı zaman olarak kabul edilen hukuk terimi, bir hakkın kazanılmasını
ya da dava edilmesini önceleyen belirli bir sürenin geçmesidir. Şahsi ve ayni bir hakkı
etkilemeyeceği gibi belli durumlardan bir hakkın ileri sürülmesine, alacaklı bir
durumda dava açılmasına engel olarak dava hakkını düşürür. Eşya hukukunda bir
hakkın kazanılmasına, borçlar ve ceza hukukunda hakkın kaybedilmesine yol
açmaktadır. Buna göre ceza hukukuna konu olan suçlardan biri olan içki, İmam Yusuf
ve Ebû Hanîfe’ye göre ağız kokusunun kaybolmasına kadar, İmam Muhammed’e göre
ise bir aylık sürenin geçmesi ile zaman aşımı oluşur. Zina suçunda Ebû Hanîfe’nin
görüşü bir yıl ile altı ay şeklinde iki farklı görüşü mevcuttur. Ceza hukukuna konu olan
diğer suçlarda da bir aylık süre kabul edilmektedir. Muâmelât konularında Şafiî ve
Hanbelî hukukçular şahsi ve ayni hakların davalarında zaman aşımını kabul etmezken,
Hanefî ve Hanbelî hukukçular kabul etmektedir. Ebû Hanîfe ve İmam Mâlik bu
hususta bir süre öngörmemekle beraber sonrasında Malikîler, taşınmaz davalarda on
yıl, taşınır davalarda iki ile üç yılda zaman aşımı oluştuğunu ifade etmişlerdir.
Hanefîler ise konusuna göre bir ile otuz altı yıla kadar zaman aşımını kabul etmişlerdir.
Şuf’a davaları bir ay sonucunda zaman aşımına uğramaktadır. Osmanlı Devleti’nin
davalarda zaman aşımı uygulamaları, göçmenlere verilen miri arazilerde iki yıl;
alacak, emanet, ödünç, taşınmaz, irtifak hakkı, miras davaları ve eşin dışındaki
akrabalara verilen nafaka davalarının, vakıf taşınmazlarının asıllarıyla ilgili davalarda
zaman aşımını on beş yıl olarak uygulamıştır. Kadının nafakası ve mehri ile ilgili
davalarda zaman aşımı uygulanmamış, vakfın aslı ve vakfın taşınmazlarıyla ilgili
irtifak hakları davalarında otuz altı yıllık süre benimsenmiştir. Bâlîzâde’ye sorulan
fetvâda davanın konusu yer almamakla beraber üç yıllık bir süre geçmesiyle beraber
davanın tekrar dinlenebileceğini ifade etmiştir. Hanefî mezhebinin genel kabulüne
göre muâmelât konularında bir dava olduğu anlaşılmaktadır. 359
359
Osman Kaşıkçı, “Zaman Aşımı", TDV İslam Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 2013), 114116.
119
Kişi varislerden birinin rızası ile mirası taksim ettikten sonra, miras bırakan
kişinin kendisine borcu olduğunu iddia edip dava açması durumunda davanın kabul
edilmeyeceğine dair hüküm vermiştir. 360 Aynı zamanda böyle bir durumda taksim
eden kişilerden başkasının borç için dava açabileceğine dair fetvâ vermiştir.361
360
Bkz. 11B-121. fetvâ.
361
Bkz. 11B-122. fetvâ.
120
SONUÇ
Osmanlı Devleti 17. yüzyılda siyasi ve mali hadiseleri yoğun yaşamakla beraber
hukuki açıdan zengin çalışmaların yapıldığı, birçok şeyhülislam tarafından eserlerin
yazıldığı, medreselerin çoğaldığı bir dönem geçirmiştir. Zengin çalışmalarda bulunan
zatlar arasında zikredeceğimiz Bâlîzâde Mustafa Efendi’dir.
Bâlîzâde Mustafa Efendi Osmanlı Devleti’nde müderrislik, kadılık, Rumeli ve
Anadolu Kazaskerliği görevlerinde bulunmuş ardından meşihat makamına
getirilmiştir. Şeyhülislamlık görevini altı ay ifa etmiş ardından dönemin sadrazamı
olan Köprülü Mehmed Paşa’nın icraatlerine ayak uyduramadığı gerekçesiyle
azledilmiştir. Görevde bulunduğu zaman içerisinde devlet görevlileri, saray ve halk
arasında hadiseler sıklık göstermiş ancak kendisinin herhangi bir olaya karıştığı ya da
hizipleştiğine dair bir bilgiye rastlanmamıştır.
Bir fakih olarak tanımlayabileceğimiz Bâlîzâde Mustafa Efendi fıkıh, hadis
usulü, belagat, tefsir alanlarında eserler kaleme almış, ömrünü ilme vermiş bir zattır.
Eserlerinin bir çoğunluğu fıkıh alanına ve bilhassa Hanefî fıkhına aittir. Kaleme aldığı
eserlerin bazılarında yer yer tenkitlerde bulunması ve reddiye mahiyetinde olması ilmi
birikiminin kuvvetli olduğu kanaatini vermektedir. Aynı zaman eserlerinde Hanefî ve
Şafiî mezhebi arasında görüşleri karşılaştırdığı, lafzi tahlillerde bulunduğu
görülmektedir.
Bâlîzâde Mustafa Efendi’nin döneminde yaşamış şeyhülislamlar arasında en
fazla eser telif eden şeyhülislam olduğunu ifade edebiliriz. Cürcâni’nin el-Misbâh adlı
şerhine, Hâşiye ‘alâ şerhi’l-miftâh hâşiyesini yazmış, el-Misbâh’a ve hâşiye yazmış
alimleri eleştirmiştir. Bir diğer önemli eseri el-Ferâid isimli Kenz üzerine şerh yazdığı
şerhtir. Bu eserini Kenz’in ulema tarafından okutulan bir eser olması hasebiyle daha
iyi anlaşılması gerekçesiyle fikriyle şerh etmiş ve fıkıhta az bilinen kaidelere yer
vermiştir. Aynı zamanda eserinde bazı Hanefî alimleri tenkit etmiştir.
Bâlîzâde mezhebinin meşhur eserlerine yazılan şerh ve haşiyelere yer yer
tenkitte bulunduğunu, anlaşılması zor olan eserlerin toplum tarafından daha iyi
anlaşılması için kaleme aldığını ifade etmektedir. Eserlerindeki tasnif ve usul
birbirinden farklı olmasıyla beraber bazı eserlerinde Hanefî füru‘ kitaplarının usulüne
göre yazmıştır. Bunlardan biri nevâzil türündeki es-Seyfü’l-meslûl isimli eseridir.
Eserlerinde dönemin siyasi olaylarına dair herhangi bir malumat vermemekle beraber
es- Seyfü'l- meslûl eserinin girişinde dönemin bazı devlet adamlarına serzenişte
bulunmuştur. Bir diğer nevazil türündeki eseri ise Hanefî mezhebinin müfta bih
görüşlerini topladığı el-Ahkâmu’s-Samediyye’dir. Sahîh, esah, râcih, ekvâ, muhtar ve
mâ bihi’l-fetvâ görüşlerini bir araya getirerek tercihte bulunmuştur. Reddiye olarak
yazdığı eserler, Sadî Çelebi’nin el-İnâye eserine yazdığı haşiyenin reddiyesi ve Hâşiye
ale’l-Hidâye ve şeyhülislam Sadî Çelebi’nin görüşlerini tenkit ettiği Hâşiye ‘alâ
hâşiyeti’s-Sâdî ‘ale’l-Beyzâvî eseridir. Fıkıh alanında bir diğer eseri ise Mîzân’ulfetâvâ, vâkıat ve fetvâ türünün mecz edildiği ahiretinde şefaat olmasını murad ettiği
eseridir. Hadis alanında, Ebû Eyyüb el-Ensâri’nden nakledilen hadisleri Risâle fi mâ
revâhu Ebû Eyyûb el-Ensârî eserinde toplamıştır.
Çalışmanın asıl konusu olan fetvâların başında şeyhülislam “Şeyhülislam
Bâlîzâde Efendi’nin elden verdiği fetvâlardır” ifadesi bize bu fetvâların Bâlîzâde
Mustafa Efendi’ye ait olduğunu göstermektedir. Bununla beraber bu kaydın kendisi
veya bir başkası tarafından risaleye eklendiği tarih bilinmemektedir. Aynı zamanda
fetvâların şeyhülislamlık makamındayken yazdığına dair bir tarih kaydı da
bulunmamaktadır. Yüz otuz dokuz fetvânın sonunda risalenin bittiğine dair bir kayıt
görülmemektedir. Fetvâların sayısının çok olmaması, şeyhülislamlık görevinde kısa
sürede bulunması sebebiyle az fetvâ vereceği fikrini kuvvetlendirmektedir. Aynı
zamanda fetvâların bulunduğu cildin içerisindeki varak renkleri, dokuları aynı
görüldüğü için farklı kağıtların bir araya getirilmediği tek bir cilde fetvâların yazıldığı
anlaşılmaktadır.
Bâlîzâde’nin fetvâlarına dair, ibâdet konularında verdiği fetvâların azınlıkta,
muâmelat konularındaki fetvâların bilhassa ticaret, köle hukuku, nikah bahislerindeki
fetvâların çoğunlukta olduğu görülmektedir. Fetvâ verirken kaynak kitaplara
122
referansta bulunmamakta, görüşlerini delillendirmemektedir. Özellikle Hanefî
imamların görüşlerine yer verdiği fetvâlarda bir tercihte bulunmaması kişinin kendi
tercine bırakması, mutedil bir yaklaşımda bulunduğunu göstermektedir.
Yaptığımız çalışmalar sonucunda, hakkında bahsedilen menfi yorumların
şeyhülislamlık sırasındaki tayin ve aziller doğrultusunda ortaya çıktığı ve şahsiyetini
yanlış tanıttığı fikrine ulaşılmıştır. Zira göreve getirilmesinde siyasi herhangi bir etken
olmadığı, kendisinin ilmi kimliği sebebiyle şeyhülislam olduğu kanaatindeyiz.
Çalışmamızın neticesinde Bâlîzâde Mustafa Efendi’nin kendisine atfedilen menfi
fikirler ile anılmasını değil, ilmi şahsiyeti, çalışkanlığı ve azmi ile anılmasını temenni
eder, Allah’tan rahmet dileriz.
123
KAYNAKÇA
1.
Kitaplar
Akgündüz, Murat. “Osmanlı Devleti’nde Şeyhülislamlık”. Ağa Kapısından
Şeyhülislamlığa: İstanbul Müftülüğü. 15-25. Ankara: TDV Yayınları, 1. Baskı, 2019.
Alâeddin es-Semerkandî, Muhammed b. Ahmed, Tuhfetü’l-Fukahâ. Beyrut: Dâru’lKütübi’l-İlmiyye, 1994.
Ali Haydar Efendi, Dürerü’l-hükkâm şerhu Mecelleti’l-ahkâm, thk. Fehmî Hüseynî, Beyrut:
Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye.
Atar Fahrettin. İslam Yargılama Hukukunun Esasları. İstanbul: İFAV, 1. Baskı, 2013.
Atçıl, Abdurrahman. Erken Modern Osmanlı İmparatorluğu’nda Alimler ve Sultanlar.
İstanbul: Klasik, 1. Basım, 2019.
Aydın, Mehmet Akif. Türk Hukuk Tarihi. İstanbul: Beta, 15. Baskı, 2018.
Bâlîzâde Mustafa Efendi, el-Fetâvâ. İstanbul: Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi,
Şehid Ali Paşa, nr.000944.
Bâlîzâde Mustafa Efendi, Haşiye ala Muhtasari’l-Meani li’s-Seyyid. İstanbul: Süleymaniye
Yazma Eserler Kütüphanesi, Carullah, 471.
Bâlîzâde Mustafa Efendi, Mizanü’l-Fetava, (İstanbul: Süleymaniye Yazma Eserler
Kütüphanesi, Yeni Cami, 675), 1b.
Bâlîzâde, Mustafa Efendi Haşiye ala şerhi’l-miftah. İstanbul: Süleymaniye Yazma Eserler
Kütüphanesi, Bağdatlı Vehbi, 1776.
Bâlîzâde, Mustafa Efendi. el-Feraid fi Halli’l-Mesaili ve’l-Fevaid ve’l-Kavaid. İstanbul:
Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi, Hasan Hüsnü Paşa, 515.
Bâlîzâde, Mustafa Efendi. es-Seyfü’l-Meslûl fi Şer‘ir-Resûl, İstanbul: Süleymaniye Yazma
Eserler Kütüphanesi, M. Hilmi F. Fehmi, 00080.
Bâlîzâde, Mustafa Efendi. Haşiye ala Şerhi’l-Miftah li’s-Seyyid Şerif. İstanbul: Süleymaniye
Yazma Eserler Kütüphanesi, Şehid Ali Paşa, 002218.
Bâlîzâde, Mustafa Efendi. Haşiye ala Şerhi’l-Miftah. İstanbul: Süleymaniye Yazma Eserler
Kütüphanesi, Şehid Ali Paşa, 002218. 100b.
Bâlîzâde, Mustafa Efendi. Haşiye ale’l-Hidaye. İstanbul: Süleymaniye Yazma Eserler
Kütüphanesi, İstanbul: Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi, Murad Molla, 816.
Bâlîzâde, Mustafa Efendi. Haşiyetu Bâlîzâde ala Haşiyeti’s-Sadî ala Envari’t-Tenzil.
İstanbul: Beyazıt Devlet Kütüphanesi, Veliyüddin Efendi, 302.
Bâlîzâde, Mustafa. Şerhu Kasideti'l-Münferice. İstanbul: Süleymaniye Kütüphanesi, Esad
Efendi, 3772.
Bâlîzâde, Mustafa. Şerhu Kasideti'l-Münferice. İstanbul: Süleymaniye Kütüphanesi, Yazma
Bağışlar, nr. 002749/3.
Çeker, Orhan. Fıkıh Dersleri. Konya: Ensar, 5, 2011.
Darling, Linda T. Revenue-Raising and Legitimacy. Tax Collection and Finance
Administration in the Ottoman Empire 1560-1660. Leiden: Brill, 1996.
124
Döndüren, Hamdi. Delilleriyle Ticaret ve İktisast İlmihâli. İstanbul: Erkam Yayınları, 2016,
426-427.
Ebû Dâvud, Süleyman b. el-Eş’as es-Sicistânî. Sünenu Ebî Dâvud. İstanbul: 1992.
Erdoğan, Mehmet. Fıkıh ve Hukuk Terimleri Sözlüğü. ed. Hüseyin Kahraman. İstanbul:
Ensar, 7. Baskı, 2019.
Faroqhı (ed.), Suraıya. Türkiye Tarihi. çev. Fethi Aytuna. 4 Cilt. İstanbul: Kitap Yayınevi,
1. Basım, 2011.
Hamevî, Ebu’l-Abbâs Şehâbeddin Ahmed b. Muhammed, Gamzu ‘uyûni’l-besâir şerhu
kitabi’l-Eşbâh ve’n-nezâir. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1985.
Hammer, Joseph von. Büyük Osmanlı Tarihi, ts.
İbn Hanbel, Ahmed Muhammed. el-Müsned. İstanbul: Çağrı Yayınları, 1992.
İbn Nüceym, el-Bahru’r-Râik şerhu Kenzi’d-dekâik, Beyrut: Dâru’l-Marife.
İnalcık, Halil. Devlet-i’Aliyye. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 9. Basım,
2020.
İnalcık, Halil. Osmanlı Tarihinde İslâmiyet ve Devlet. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür
Yayınları, 5. Basım, 2019.
Kanar, Mehmet. Kanar Osmanlı Türkçesi Sözlüğü. İstanbul: Say Yayınları, 2.Baskı, 2011.
Kâsânî, Alâüddîn Ebû Bekr b. Mes‘ûd b. Ahmed, Bedâʾiʿu’s-sanâʾiʿ fî tertîbi’ş-şerâʾiʿ,
Beyrut: Dâru'l-Kitâbu'l-Arabî, 1982.
Kehhâle, Ömer Rıza. Mu’cemü’l-Mü’ellifîn. Beyrut: Mektebet’ül-Müsenna, ts.
Kisbet, Mustafa. İslam Hukukunda Tüketicinin Korunması. ed. Hüseyin Okur. İstanbul:
Nizamiye Akademi, 1. Baskı, 2015.
Mergînânî, Ebü’l-Hasen Burhânüddîn Alî b. Ebî Bekr b. Abdilcelîl el-Fergânî, el-Hidâye
şerhu Bidâyeti’l-Mübtedî, Beyrut: Dâru İhyâi’t-türâsi’l-Arabî, ts. 3/87.
Mergînânî, Ebü’l-Hasen Burhânüddîn Alî b. Ebî Bekr. el-Hidâye şerhu Bidâyeti’l-mübtedî.
Karaçi: İdaretü’l-Kur’an ve’l-Ulumü’l-İslâmiyye, 1417.
Mevsılî, Abdullāh b. Mahmûd b. Mevdûd, el-İhtiyâr li talîli’l-Muhtâr. thk. Abdüllatif
Muhammed. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 2005.
Meydanî, Abdülganî b. Tâlib el-Guneymî ed-Dımaşkî, el-Lübâb fî şerhi’l-Kitâb, thk.
Mahmud Emin en-Nevvâvî, Beyrut: Dâru’l-Kitâbu’l-Arabî.
Naîma, Mustafa Efendi. Târ’ih-i Na’îmâ. ed. Mehmet İpşirli. Ankara: Türk Tarih Kurumu
Yayınları, 2007.
Nişancı, Mehmed Paşa. Hâdisât (Nişancı M. Paşa Tarihi ve Osmanlı Tarihi Zeyli). İstanbul:
Kamer Neşriyat ve Dağıtım, 1983.
Oğuzman, Kemal- Seliçi, Özer- Oktay Özdemir, Saibe, Eşya Hukuku, İstanbul: Filiz
Kitabevi, 2016, 251.
Özel, Ahmet. Hanefî Fıkıh Alimleri ve Diğer Mezheplerin Meşhurları. Ankara: TDV, TDV
Yayın Matbaacılık, 2017.
Pamuk, Bilgehan vd. Osmanlı Tarihi. ed. Tufan Gündüz. Ankara: Grafiker Yayınları, 5.
Baskı, 2016.
125
Schach, Joseph. İslam Hukukuna Giriş. çev. Mehmet Dağ, Abdulkadir Şener. Ankara:
Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, 2. Basım, 1986.
Serahsî, Şemseddin Ebu Bekir Muhammed b. Ebî Sehl, el-Mebsût, thk. Halil Muhyiddin elMeys.Beyrut: Dâru’l-Fikr, 2000.
Şeyhi, Mehmed Efendi. Vekâyi’u’l-fuzalâ Şeyhi’nin Şakâ’ik Zeyli. İstanbul: Türkiye Yazma
Eserler Kurumu Başkanlığı Yayınları, 2018.
Tirmizî, Ebû Îsâ Muhammed b. Îsâ b. Sevre. el-Câmiu’s-sahîh. thk. Ahmed Muhammed
Şâkir. Beyrut ty.
Ursinus, Michael. “Osmanlı Mali Rejiminin Dönüşümü 1600-1850”. Osmanlı Dünyası.
İstanbul: ALFA, 1. Baskı, 2018.
Uzunçarşılı, İsmail Hakkı. Osmanlı Devleti’nin İlmiyye Teşkilatı. Ankara: Türk Tarih
Kurumu Basımevi, 1988.
Uzunçarşılı, İsmail Hakkı. Osmanlı Tarihi. Türk Tarih Kurumu Yayınları, 6., ts.
Yakut, Esra. Şeyhülislamlık Yenileşme Döneminde Devlet ve Din. İstanbul: Kitap Yayınevi,
4. Baskı, 2014.
Yaman, Ahmet. Fetvâ Usûlü ve Âdâbı. İstanbul: İFAV, 3. Baskı, 2019
Zilfi, Madeline C. Osmanlı İmparatorluğu’nda Kölelik ve Kadınlar. çev. Ebru Kılıç. Türkiye
İş Bankası Kültür Yayınları, 1. Baskı, 2018.
2.
Makaleler, Bildiriler, Diğer Basılı Yayınlar
Aktan, Hamza. “Derek”, TDV İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 1994), 9/170171.
Arslan, Emine. Nukûllü Fetvâ Mecmûaları ve Mehmed Fıkhî’nin el-Ecvibetü’l-Kâni’a Adlı
Eserinin Bunlar Arasındaki Yeri. İstanbul: Marmara Üniversitesi, Doktora Tezi, 2010.
Aydın, Mehmet Akif, Muhammed Hamidullah. “Köle”. TDV İslam Ansiklopedisi. 26/237246. Ankara: TDV İslam Ansiklopedisi, 2002.
Aydın, Mehmet Akif. “Çocuk". TDV İslâm Ansiklopedisi. 8/361-363. İstanbul: TDV
Yayınları, 1993.
Aytekin, Arif. “Bâbertî”. TDV İslam Ansiklopedisi. 4./377-378. İstanbul,
Ansiklopedisi, 1991.
TDV İslam
Benli, Mehmet Sami. “Miftâhu’l-Ulûm”. TDV İslam Ansiklopedisi. 30/20-21. İstanbul: TDV
Yayınları, 2005.
Cengiz Gündoğdu. “XVIII. Yüzyilda Tekke-Medrese Münâsebetleri Açısından SivâsilerKadızâdeliler Mücâdelesİ”. İLAM Araştırma Dergisi III/1 (Haziran 1998), 36.
Ceyhan, Abdullah. “Gedizli Mehmed Efendi”. TDV İslam Ansiklopedisi. 13/550-551.
İstanbul: TDV, 1996.
Çelik, Yüksel. es-Seyyid eş-Şerîf el-Cürcânî’nin “el- Misbâh Fi Şerh el-Miftâh” Adlı
Eserinin Tahkik ve Tahlili (Edisyon Kritik). İstanbul: Marmara Üniversitesi, Doktora
Tezi, 2009.
126
Demir, Ahmet. Fâtih Devrinde Yerli Bir Osmanlı Âlimi: Şeyhülislâm Molla Hüsrev (14001480). Ankara: Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, 2004.
Derin, Fahri Çetin. Abdurrahman Abdi Paşa Vekâyi’nâme’si. İstanbul: İstanbul Üniversitesi,
Doktora Tezi, 1993.
Durmuş, İsmail- Hüseyin ELMALI. “İbnü’n-Nahvî”. TDV İslam Ansiklopedisi. 21/163-164.
İstanbul: TDV Yayınları, 2000.
Emecen, Feridun. “II. Osman”. TDV İslam Ansiklopedisi. 33/453-456. İstanbul: TDV
Yayınları, 2007.
İlgürel, Mücteba. “I. Ahmed”. TDV İslam Ansiklopedisi. 2/30-33. İstanbul: TDV Yayınları,
1989.
İlgürel, Mücteba. “Köprülü Mehmed Paşa”. TDV İslam Ansiklopedisi. Ankara: TDV
Yayınları, 2002.
İlgürel, Mücteba. “Kösem Sultan”. TDV İslam Ansiklopedisi. 26/273-275. Ankarada: TDV
Yayınları, 2002.
İlhami Yurdakul, Bilgin Aydın. “Şeyhülislamlık Kurumunun Tarihçesi, Kaynaklar ve İlgili
Literatür”. Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi 12/23 (ts.), 379-417.
İpşirli, Mehmet- Kaya, Eyyüp Said. “Bâlîzâde Mustafa Efendi”. TDV İslam Ansiklopedisi.
31/294-295. İstanbul: TDV Yayınları, 2006.
İpşirli, Mehmet. “Bolevi Mustafa Efendi”. TDV İslam Ansiklopedisi. 31/295-296. İstanbul:
TDV Yayınları, 2006.
İpşirli, Mehmet. “Ebû Said Mehmed Efendi”. TDV İslam Ansiklopedisi. 10/281. İstanbul:
TDV Yayınları, 1994.
İpşirli, Mehmet. “Hocazâde Mehmed Efendi”. TDV İslam Ansiklopedisi. 28/452-453.
Ankara: TDV Yayınları, 2003.
İpşirli, Mehmet -Demir, Ziya. “Sâdî Çelebi”. TDV İslam Ansiklopedisi. 35/404-405.
İstanbul: TDV Yayınları, 2008.
İpşirli, Mehmet. “Şeyhülislam”. TDV İslam Ansiklopedisi. 39/91-96. İstanbul: TDV
Yayınları, 2010.
Kahraman, Abdulah, vd., İslam Hukuku II (Ders Notları), Kocaeli: Kocaeli İlahiyat
Fakütesi, 2021.
Kahveci, Nuri- Fatih Kuş, Hanefîlere Göre Hibeden Dönmenin Şartlari, "Hikmet Yurdu"
14/27 Ocak – Haziran, 2021.
Kallek, Cengiz. “el-Hidâye”. TDV İslam Ansiklopedisi. 17/471-473. Ankara: TDV
Yayınları, 1998.
Karadöl, Bünyamin. Şeyhülislam Minkarizâde Yahya Efendi’nin Nikah Akdi/Evlilik İle İlgili
Fetvâları. Adana: Çukurova Üniversitesi, Yüksek Lisans, 2006.
Kaya, Süleyman. “Fıkıh Tarihi Bağlamında Osmanlı Tecrübesini Doğru Anlamak”. Sakarya
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi XVIII/33 (Haziran 2016), 15.
Kılavuz Eser, Esra. 17. Yüzyıl Şeyhülislamlarından Çatalcalı Ali Efendi’nin (1631-1692)
Fetâvâ’sı Işığında Fıkıh Düşüncesi. İstanbul: Marmara Üniversitesi, Doktora Tezi,
2020.
127
Koç, Mehmet. Şeyhu’l-İslam Minkârizâde Yahya Efendi’nin Talakla İlgili Fetvâları ve
Tahlili. Adana: Çukurova Üniversitesi, Yüksek Lisans, 2008.
Nugay, Kübra. Şeyhülislam Mehmed Emin Ankaravî’nin Fetâvâ-yı Ankaravî Adlı Eserindeki
Metodu (Aile Hukuku Örneğinde). Sivas: Cumhuriyet Üniversitesi, Yüksek Lisans,
2012.
Okumuş, Mustafa. Osmanlı şeyhülislamlarından Çatalcalı Ali Efendi’nin Fetvâlarında
Nikah (Evlenme Akdi). İstanbul: Marmara Üniversitesi, Yüksek Lisans, 2003.
Özcan, Abdülkadir. “Mehmed IV”. TDV İslam Ansiklopedisi. 28/414-418. Ankara: TDV
Yayınları, 2003.
Özen, Şükrü. “Kâdı’l-Kudât”. TDV İslam Ansiklopedisi. 24/77-82. İstanbul: TDV Yayınları,
2001.
Özen, Şükrü. “Osmanlı Döneminde Fetvâ Literatürü”. Türkiye Araştırmaları Literatür
Dergisi 3/5 (2005), 249-378.
Özgül, İbrahim. Kara Çelebi-Zâde Abdülaziz Efendi’nin Ravzatü’l-Ebrâr Adlı Eseri (12991648) Tahlil Ve Metni. Erzurum: Atatürk Üniversitesi, Doktora Tezi, 2010.
Sarıçiçek, Ramazan. “Mustafa Bin Bâlî ve İlmi Firâset’i”. Turkish Studies 7/4 2012 27252754.
Yaran, Rahmi. “Siğnâki”. TDV İslam Ansiklopedisi. 37./164-166. İstanbul: TDV Yayınları,
2009.
Yılmazer, Ziya. “IV. Murad”. TDV İslam Ansiklopedisi. 31/177-183. Ankara: TDV
Yayınları, 2020.
Yiğit, İsmail. “Emevîler”. TDV İslam Ansiklopedisi. 11/87-104. İstanbul: TDV İslam
Ansiklopedisi, 1995.
128
EKLER
Hâşiye ala Şerhi’l-Miftâh, Bağdatlı Vehbi, nr. 1776.
129
Hâşiye ala Şerh'il-Miftah, Şehid Ali Paşa Koleksiyonu, nr. 2218.
130
el- Ahkamu's-Samediyye fi'ş-Şeriati'l-Muhammediyye, Murad Molla
131
es- Seyfü'l- meslûl fi Şer‘ir-Resûl, Süleymaniye KTP., M. Hilmi F. Fehmi,
nr.00080, 466 vr.
132
Hâşiye ale’l-Hidaye, Süleymaniye Ktp. Murad Molla, nr. 816
133
Hâşiye ‘alâ Hâşiyeti's-Sâdî ‘ale’l-Beyzâvî, Beyazıt Devlet Ktp., Veliyüddin
Efendi, nr. 302.
134
Şerhu Kasideti'l-Münferice, Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 3772
135
Yazma Bağışlar, nr. 002749/3
136
Hâşiye ‘alâ Şerhi’l-Vikâye li-Sadri’ş-Şeria el-Mahbûbi, Süleymaniye ktp.
Nuruosmaniye, nr. 01471
137
Mizânu’l-Fetâvâ, Süleymaniye Ktp., Yenicami, nr. 675.
138
el-Fetâvâ,
Süleymaniye
Ktp.,
139
Şehid
Ali
Paşa,
nr.000944
FETVÂLARIN OKUNMAYAN KISIMLARI
3A-21. fetvâ
6B-79. fetvâ
7A-81. fetvâ
8A-91. fetvâ
11B-118. fetvâ
140
12B-130. fetvâ
13A-131. fetvâ
13A-134. fetvâ
13B-135. fetvâ
141