Academia.eduAcademia.edu

17. YÜZYIL ŞEYHÜLİSLAMLARINDAN BÂLÎZÂDE MUSTAFA EFENDİ VE ELDEN VERDİĞİ FETVÂLARI

2022, 17. YÜZYIL ŞEYHÜLİSLAMLARINDAN BÂLÎZÂDE MUSTAFA EFENDİ VE ELDEN VERDİĞİ FETVÂLARI

Bâlîzâde Mustafa Efendi, IV. Mehmed döneminde dokuzuncu şeyhülislam olarak göreve başlamış ve sadrazam Köprülü Mehmed Paşa'nın kararlarına uyum sağlayamadığı gerekçesiyle altı ay sonra azledilmiştir. Kendisi Hanefî fıkhına dair birçok eser yazmış, dönemin meşhur kitaplarını toplumun daha iyi anlaması için emek vermiş bir zattır. Hanefî fıkhına dair hacimli eserler yazmakla kalmamış, belagat, hadis usulü, tefsir gibi İslami İlimlerin diğer alanlarında da eserler kaleme almıştır. Araştırmamız Bâlîzâde Mustafa Efendi'nin ilmi şahsiyetini, eserlerini ve özel olarak şeyhülislamlık sürecinde elden verdiği fetvaları tanıtma amacı taşımaktadır. İlk olarak Bâlîzâde'nin görev yaptığı dönemin anlaşılması için IV. Mehmed döneminin bazı siyasi, iktisadî ve dini meselelerinden bahsedilmektedir. Devamında şeyhülislamlık makamının ortaya çıkış süreci ve Osmanlı Devleti'ndeki işleyişi ele alınmaktadır. İkinci bölümde Bâlîzâde'nin eserleri tanıtılarak, incelemeler sonucu ortaya çıkan değerlendirmelerden bahsedilmektedir. Aynı zamanda Bâlîzâde'ye isnad edilen ancak incelemeler sonucu ona ait olmadığı tespit edilen eserlere de yer verilmektedir. Son bölümde el-Fetâvâ olarak isimlendirilen ve araştırmamızın ana konusu olan fetvâlarının transkript hali sunulmaktadır. Fetvâlar şekil, mahiyet ve konu bakımından incelenerek, okunması zor ve açıklanmaya ihtiyaç olan yerlerde Hanefî kaynaklar özelinde açıklamalar yapılmaktadır.

TC. KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TEMEL İSLAM BİLİMLERİ ANA BİLİM DALI TEMEL İSLAM BİLİMLERİ BİLİM DALI 17. YÜZYIL ŞEYHÜLİSLAMLARINDAN BÂLÎZÂDE MUSTAFA EFENDİ VE ELDEN VERDİĞİ FETVÂLARI (YÜKSEK LİSANS TEZİ) ASEL EBRAR DÖNMEZ KOCAELİ 2022 TC. KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TEMEL İSLAM BİLİMLERİ ANABİLİM DALI TEMEL İSLAM BİLİMLERİ BİLİM DALI 17. YÜZYIL ŞEYHÜLİSLAMLARINDAN BÂLÎZÂDE MUSTAFA EFENDİ VE ELDEN VERDİĞİ FETVÂLARI (YÜKSEK LİSANS TEZİ) ASEL EBRAR DÖNMEZ DOÇ. DR. HÜSEYİN OKUR KOCAELİ 2022 II TC. KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TEMEL İSLAM BİLİMLERİ ANABİLİM DALI TEMEL İSLAM BİLİMLERİ BİLİM DALI 17. YÜZYIL ŞEYHÜLİSLAMLARINDAN BÂLÎZÂDE MUSTAFA EFENDİ VE ELDEN VERDİĞİ FETVÂLARI (YÜKSEK LİSANS TEZİ) Tezi Hazırlayan: Asel Ebrar DÖNMEZ Tezin Kabul edildiği Ensitü Yönetim Kurulu Karar ve No: 14.06.2022 2022/17 III ÖNSÖZ 17. yüzyılda, Osmanlı Devleti’nin ekonomik dengesini sağlamakta zorlandığı, iç isyanların, büyük yangınların yaşandığı bir dönem ortaya çıkmıştır. Çocuk yaşta tahta çıkan IV. Mehmed bir süre valide sultanlar ve sadrazamlar ile devletin idaresini sağlamıştır. Bu dönemde birçok devlet adamı kısa süreli görevlerde bulunmuş, sık sık azil kararları verilmiştir. Bununla beraber medreselerin sayısı artmış, Osmanlı hukuku açısından zengin eserlerin yazıldığı bir dönem olmuştur. Bu eserlerin üzerine pek çok çalışma olmakla beraber bazıları gizli kalmıştır. Gizli kalmış eser ve fetvâlara yönelik bir çalışma hazırlama arayışındayken Şükrü Özen’in Osmanlı Döneminde Fetvâ Literatürü adlı çalışmayı incelememiz sonucunda Bâlîzâde Mustafa Efendi’nin fetvâlarına dair bir çalışmanın olmadığını tespit ettik. Araştırmamızın başında tarih kaynaklarından Bâlîzâde ile ilgili menfi yorumlar karşımıza çıktı. Ancak eserlerine ulaştığımızda ve incelediğimizde bu yorumların önüne geçecek bir zat olduğu kanaatine ulaştık. Kendisi Hanefî fıkhının önemli eserlerine şerh ve haşiyeler yazmış, yer yer ulemaya tenkitlerde bulunmuştur. Aynı zamanda tefsir, belagat, hadis gibi İslami İlimlerin diğer alanlarında da eserler kaleme almış, ömrünü ilme adamıştır. Bâlîzâde’nin ilmi şahsiyetini tanıtmak amacıyla kaleme aldığımız çalışmanın Osmanlı fetvâ literatürüne mütevazı bir katkı olmasını temenni ederiz. Tez konusunu belirlememde, araştırma sürecimde, özellikle Bâlîzâde’nin eserlerini okuma aşamasında desteğini ve emeğini her daim hissetiğim danışman hocam sayın Hüseyin Okur’a, ders dönemi ve devamında kapılarını her zaman açık bulduğumuz hocalarımız sayın Abdullah Kahraman, Ahmet Ekşi ve Ayhan Hira’ya teşekkürlerimi bir borç bilirim. Bâlîzâde’nin eserlerini tespit etmem ve fetvâlarını okuma sürecimde bana destek olan Yazma Eser Uzmanı Serra Bostan’a, akademik çalışmalarımda desteğini esirgemeyen dostum Meryem Yetkin Nükte’ye teşekkür ederim. Beni her daim motive eden Serra Nur Gündoğdu’ya, tezin yazım sürecinde birbirimize şahit olduğumuz, tecrübelerinden faydalandığım arkadaşlarım Derya Şimşek ve Cavidan Kement’e teşekkür ederim. i Bilhassa ilmi çalışmalarımda her daim teşvik eden anneme, fikir dünyamı zenginleştiren babama, çevirilerimde bana yardımcı olan kayınpederime ve dualarını esirgemeyen kayınvalideme müteşekkirim. Teşekkürlerin en özeli ise tezin yazımı sırasında en yakın şahidim olan kızıma ve her daim yanımda olan, bana hayatı kolaylaştıran eşime aittir. ASEL EBRAR DÖNMEZ KOCAELİ, 2022. ii İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER ....................................................................................................... İİİ ABSTRACT .............................................................................................................. Vİ KISALTMALAR LİSTESİ ................................................................................... Vİİ GİRİŞ .......................................................................................................................... 1 BİRİNCİ BÖLÜM 1. 17. YÜZYIL OSMANLI DEVLETİ VE ŞEYHÜLİSLAMLIK......................... 9 1.1. 17. YÜZYIL OSMANLI İDARESİ: IV. MEHMED DÖNEMİ ....................... 9 1.2. KÖPRÜLÜLER DÖNEMİ: KÖPRÜLÜ MEHMED PAŞA .......................... 17 1.3. 17. YÜZYIL OSMANLI DEVLETİ’NDE KADIZÂDELİLER .................... 22 1.4. ŞEYHÜLİSLAMLIK VE ŞEYHÜLİSLAMLIK TARİHİ............................. 25 1.4.1. Şeyhülislamlık Tayini ............................................................................. 32 1.4.2. Şeyhülislamların Vazifeleri .................................................................... 33 1.4.3. Şeyhülislamların Görev Süreleri ........................................................... 37 1.4.4. Şeyhülislam Maaşları .............................................................................. 38 1.4.5. IV. Mehmed Dönemi Şeyhülislamları ................................................... 38 İKİNCİ BÖLÜM 2. BÂLÎZÂDE MUSTAFA EFENDİ’NİN HAYATI, İLMİ ŞAHSİYETİ VE ESERLERİ ............................................................................................................... 40 2.1. BÂLÎZÂDE MUSTAFA EFENDİ’NİN HAYATI .......................................... 40 2.1.1. Ailesi ve Tahsili........................................................................................ 40 2.1.2. Görevleri .................................................................................................. 41 2.1.3. Hocası Hocazâde Mehmed Efendi ......................................................... 45 2.2. BÂLÎZÂDE MUSTAFA EFENDİ İLMİ ŞAHSİYETİ VE ESERLERİ ....... 47 2.2.1 İlmi Şahsiyeti ............................................................................................ 47 2.2.2. Eserleri ..................................................................................................... 49 2.2.2.1. Fıkıh Eserleri .......................................................................... 50 iii 2.2.2.1.1. el-Ferâid fi halli’l-mesâ’il ve’l-fevâid (ve’l-kavâid) ......... 50 2.2.2.1.2. es- Seyfü'l- meslûl fi şer‘ir-resûl ........................................ 54 2.2.2.1.3. el-Ahkâmu's-Samediyye fi'ş-şerîati’l-Muhammediyye ... 56 2.2.2.1.4. Hâşiye ale’l-Hidâye ............................................................. 57 2.2.2.1.5. Hâşiye ‘alâ şerhi’l-Vikâye li-Sadri’ş-Şerîa el-Mahbûbî .. 59 2.2.2.1.6. Mîzânu’l-fetâvâ ................................................................... 61 2.2.2.1.7. el-Fetâvâ............................................................................... 63 2.2.2.2. Arap Dili ve Belagatı Eseri.................................................... 63 2.2.2.2.1. Hâşiye ‘alâ Şerhi’l-Miftâh .................................................. 64 2.2.2.3. Tefsir Eseri ............................................................................. 66 2.2.2.3.1. Hâşiye ‘alâ hâşiyeti’s-Sâdî ‘ale’l-Beyzâvî ......................... 66 2.2.2.4. Hadis Eserleri ......................................................................... 68 2.2.2.4.1. Risâle fi mâ revâhu Ebû Eyyûb el-Ensârî ........................ 68 2.2.3. Bâlîzâde Mustafa Efendi’ye İsnad Edilen Eserler ............................... 69 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM 3. ŞEYHÜLİSLAM BÂLÎZÂDE MUSTAFA EFENDİ’NİN ELDEN VERDİĞİ FETVÂLARI ............................................................................................................ 71 3.1. ŞEYHÜLİSLAM BÂLÎZÂDE MUSTAFA EFENDİ’NİN FETVÂLARI .... 71 3.2. FETVÂLARIN ŞEKİL VE MAHİYET BAKIMINDAN İNCELENMESİ .. 95 3.3. FETVÂLARIN KONU BAKIMINDAN İNCELENMESİ............................. 98 3.3.1. İbadet Konularına Dair Fetvâlar........................................................... 98 3.3.2. Muâmelât Konularına Dair Fetvâları ................................................... 99 3.3.3. Ukubat Konularına Dair Fetvâları ...................................................... 117 SONUÇ .................................................................................................................... 121 KAYNAKÇA .......................................................................................................... 124 EKLER .................................................................................................................... 129 FETVÂLARIN OKUNMAYAN KISIMLARI .................................................... 140 iv ÖZET Bâlîzâde Mustafa Efendi, IV. Mehmed döneminde dokuzuncu şeyhülislam olarak altı ay görev yapmıştır. Dönemin siyasi çalkantıları sonucu sadrazam Köprülü Mehmed Paşa’nın kararlarına uyum sağlayamadığı gerekçesiyle azledilmiştir. Kendisi Hanefî fıkhına dair birçok eser yazmış, dönemin meşhur kitaplarını toplumun daha iyi anlaması için emek vermiş bir zattır. Hanefî fıkhına dair hacimli eserler yazmakla kalmamış, belagat, hadis usulü, tefsir alanlarında da eserler kaleme almıştır. Araştırma Bâlîzâde Mustafa Efendi’nin ilmi şahsiyetini ve eserlerini tanıtma amacı taşımaktadır. Tez içerisinde, Bâlîzâde’nin görev yaptığı dönemin anlaşılması amacıyla, IV. Mehmed döneminin siyasi, iktisadî ve dini meselelerinden bahsedilmektedir. Devamında şeyhülislamlık makamının Osmanlı Devleti’ne kadarki süreci ve Osmanlı Devleti’ndeki görevleri ele alınmaktadır. Araştırmanın merkezinde Bâlîzâde’nin eserleri ve fetvâları olması hasebiyle öncelikle eserleri tanıtılarak, incelemeler sonucu ortaya çıkan değerlendirmelerden bahsedilmektedir. Aynı zamanda Bâlîzâde’ye isnad edilen ancak incelemeler sonucu ona ait olmadığını tespit ettiğimiz eserlere de yer verilmektedir. Devamında el-Fetâvâ olarak isimlendirilen fetvâlarının transkript hali sunulmaktadır. Fetvâlarından okunması zor ve açıklanmaya ihtiyaç olanlar Hanefî kaynaklar özelinde açıklanmaktadır. Anahtar Kelimeler: Osmanlı Devleti, Şeyhülislam, Bâlîzâde Mustafa Efendi, Fetvâ. v ABSTRACT Bâlîzâde Mustafa Efendi, IV. He served for six months as the ninth sheikh alIslam during the reign of Mehmed. As a result of the political turmoil of the period, he was dismissed on the grounds that he could not comply with the decisions of Grand Vizier Köprülü Mehmed Pasha. He is a person who has written many works on Hanafi fiqh and has made efforts for the society to better understand the famous books of the period. He not only wrote voluminous works on Hanafi fiqh, but also wrote works in the fields of rhetoric, hadith method and tafsir. The research aims to introduce the scientific personality and works of Bâlîzâde Mustafa Efendi. In the thesis, in order to understand the period in which Bâlîzâde served, the political, economic and religious issues of the IV. Mehmed period are mentioned. Afterwards, the process of the office of sheikh al-Islam until the Ottoman Empire and its duties in the Ottoman Empire are discussed. Since Bâlîzâde's works and fatwas are at the center of the research, first of all his works are introduced and the evaluations that emerge as a result of the examinations are mentioned. At the same time, the works attributed to Bâlîzâde, but which we determined not to belong to him as a result of the examinations, are also included. Afterwards, the transcripts of the fatwas called al-Fatava are presented. Those fatwas that are difficult to read and need to be explained are explained in terms of Hanafi sources. Keywords: Ottoman Empire, Sheikh al-Islam, Bâlîzâde Mustafa Efendi, Fatwa. vi KISALTMALAR LİSTESİ Tdv : Türkiye Diyanet Vakfı Dib : Diyanet İşleri Başkanlığı Dia : Diyanet İslam Ansiklopedisi C. : Cilt S. : Sayfa Bkz. : Bakınız Öl. : Ölüm Tarihi H. : Hicri Ktp. : Kütüphanesi Nr. : Numara Vd. : Ve Diğerleri Vr. : Varak A : Varağın İlk Yüzü B : Varağın İkinci Yüzü B. : Oğlu (Bin) Bkz. : Bakınız Hz. : Hazreti Md. : Madde TSMK : Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi İSAM : İslam Araştırmaları Merkezi vii GİRİŞ Bir topluluğa dair fikir edinmenin sadece tarihi olaylar üzerinden değil aynı zamanda o toplumun dini yaşayışını da inceleyerek oluşabileceği kanaatindeyiz. Devlet sınırlarının gelişmesi, ekonominin gerilemesi ya da ilerlemesi, kıtlık, sel gibi tabiat olayları toplumun değişmesine, yeniliklerle karşılaşmasına sebep olmaktadır. Bu yenilikler karşısında etkilenebilecek olan en önemli değer, insanın dini yaşayışıdır. Dinin yaşanır olmasını temsil eden en önemli delillerden biri ise fetvâlardır. Fetvâlar aynı zamanda bir tarihi tecrübe ortaya koymaktadır. Fetvâlar oluşan problemi dönemin ya da kişinin koşullarına göre hükümlerin esasına sadık kalarak çözen birer delil olarak kabul edilebilir. Osmanlı hukukunun muhafazakâr bir hukuk anlayışı olduğu ve sürekliliğin esas alındığı kabul edilmektedir.1 İstikrarın sağlanmasının hedeflendiği hukuk düzeninde, aynı zamanda yeniliklere yer vererek toplumun sorunları cevaplanmaktadır. Bu sorunlar fetvâlar ışığında cevaplanmakta ve fetvâlar mecmua haline getirilerek gelecek dönemlere kaynak olmaktadır. Fetvâların mecmua haline gelerek müstakil bir eser olması 16. yüzyıl itibariyledir. Fetâvâ-yı Ebussud, Ebussuud Efendi’nin verdiği fetvâları içermektedir. 17. ve 18. yüzyıllarda da fetvâ mecmuaların arttığı görülmektedir. Bu mecmualardan en önemlileri Fetâvâ-yı Minkarizâde, Fetâvâ-yı Ankaravî, Fetâvâ-yı Ali Efendi, Fetâvâ-yı Feyziyye, Behtecü’l- Fetâvâ, Neticetü’lFetâvâ eserleridir. Mecmualar dışında yazma fetvâlar da bulunmaktadır. 16. yüzyıl fetvâ usulü açısından önemli kararların alındığı bir dönem olmasıyla beraber siyasi, askeri ve mali olaylar; devam eden savaşlar, bu savaşların meydana getirdiği sosyal ve ekonomik buhranlar devlet yönetimini ve toplumu etkilemiş, bu etki 17. yüzyılda da devam etmiştir. Osmanlı Devleti 17. yüzyıl boyunca yapısal bazı değişikliklere tabi olmuş ve zorlu bir süreç geçirmiştir. Bu önemli dönüşümlere sebep olan iki temel olay gerçekleşmiştir. İlk olarak, devlet otoritesi haremin kontrolü altına 1 Süleyman Kaya, “Fıkıh Tarihi Bağlamında Osmanlı Tecrübesini Doğru Anlamak”, Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi XVIII/33 (Haziran 2016), 8. 1 girmiştir. Haremin devlet işlerinde söz sahibi olması, şehzadelerin hem küçük yaşta tahta geçmeleri hem de sancak usulünün kalkması ile padişahların tecrübesiz olmaları sebebiyledir. I. Ahmed’in tahta çıkmasından önce şehzadeler sancaklara gider, devlet yönetimine tecrübe kazanırlardı. Ancak I. Ahmed ile kafes sistemi getirilmiş, şehzadeler artık sancaklarda değil harem içerisindeki odalarda yetişmeye başlamışlardı. Bu durum devlet işlerinden bîhaber olmalarına, yeterince tecrübe edinememelerine sebep oluştu. İkinci sebep ise tahta çıktıklarında yaşça küçük olmalarıdır. I. Ahmed on üç yaşında, II. Osman on dört, IV. Murad on bir yaşında ve IV. Mehmed yedi yaşında tahta çıkmıştır.2 Padişahların çocuk yaşta olmaları valide sultanlara iktidar alanı sunmaktaydı. Tabii bu alanda kendilerinin de deneyimsiz olmaları ve devlet kararlarına bizatihi müdahale etmelerinin kabul olunmaması sebebiyle devlet ricâlinden destek almışlardır. Bu süreçte ise asker ocakları, yeniçeriler, sipahiler güç kazanmış; yüksek ulûfeler ve bağışlarla devlet hazinesinin iflasına sebep olmuşlardır.3 IV. Mehmed döneminin siyasi bunalımı idari görevlendirmeler içerisinde de görülmüş, pek çok veziriazam ve şeyhülislam görevden azledilmiştir. Örneğin; Köprülü Mehmed Paşa vezirlik görevine gelene kadar, IV. Mehmed’in tahtta kaldığı otuz dokuz yıl içerisinde, on beş vezir görev yapmıştır. 4 Osmanlı tarihinde 2 Mücteba İlgürel, “I. Ahmed”, TDV İslam Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 1989), 2/30.; Feridun Emecen, “II. Osman”, TDV İslam Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 2007), 33/458.; Abdülkadir Özcan, “IV. Mehmed", TDV İslam Ansiklopedisi (Ankara: TDV Yayınları, 2003), 28/414.; Ziya Yılmazer, “IV. Murad”, TDV İslam Ansiklopedisi (Ankara: TDV Yayınları, 2020), 31/177.; Bilgehan Pamuk vd., Osmanlı Tarihi, ed. Tufan Gündüz (Ankara: Grafiker Yayınları, 2016) 280,286,292,309. 3 İnalcık, Devlet-i 'Aliyye, 2/3. 4 İnalcık, Devlet-i 'Aliyye, 2/70. IV. Mehmed döneminde görev yapmış sadrazamlar ve görev süreleri şu şekildedir: Hezarpâre Ahmed (21 Eylül 1647- 7 Ağustos 1648), Sofu Mehmed (7 Ağustos 1648- 21 Mayıs 1649), Kara Murad (21 Mayıs 1649-5 Ağustos 1650), Melek Ahmed (5 Ağustos 1650- 21 Ağustos 1651), Siyavuş (21 Ağustos 1651- 27 Eylül 1651), Gürcü Mehmed (27 Eylül 1651- 20 Haziran 1652), Tarhoncu Ahmed (20 Haziran 1652- 21 Mart 1653), Derviş Mehmed (28 Ekim 165411 Mayıs 1655), Kara Murad (11 Mayıs 1655-19 Ağustos 1655), Süleyman (19 Ağustos 1655- 28 Şubat 1656), Gazi Hüseyin (28 Şubat- 5 Mart 1656), Surnâzen Mustafa (5 Mart 1656), Siyavuş (5 Mart 1656- 26 Nisan 1656), Boynu-Eğri Mehmed (26 Nisan 1656-15 Eylül 1656), Köprülü Mehmed (15 Eylül 1656- 30 Ekim 1661). 2 padişahların tahtta bulundukları sürede görevlendirdikleri şeyhülislamları incelediğimiz zaman en fazla görev değişikliğinin IV. Mehmed döneminde olduğunu görmekteyiz. İki ölüm, bir istifa dışındaki on üç şeyhülislam görevden azledilmiştir.5 Bu rakamlar doğrultusunda devlet görevlilerinde istikrarın sağlanamadığı söylenebilir. Siyasi karmaşanın yaşandığı bu dönemde şeyhülislamlık görevinde bulunan Bâlîzâde Mustafa Efendi ve fetvâları tezimizin ana konusudur. Bir şeyhülislamı ve onun ilmi eserlerini çalışmak için yaşadığı dönemi bilmenin gerekliliği düşüncesiyle tezin ilk bölümünde IV. Mehmed’in padişahlık sürecinde yaşanan ekonomik, sosyal ve siyasi meselelere yer verilmiştir. Tez kapsamında bu meselelerin fazla detaylarına inmeden, cereyan eden siyasi olaylar izah edilmeye çalışılmıştır. Yüzyıl itibariyle oldukça buhranlı bir dönem olduğu için tarih yazımında birtakım güçlüklerle karşılaşılmıştır. Bu sebeple bazı konular bilinçli olarak tezin kapsamı dışında bırakılırken bazıları dikkatimizden kaçmış olabilir. Dönemin idari ve sosyal konjektürü IV. Mehmed döneminde şeyhülislam ve diğer devlet ricalinin görev sürelerinin neden kısa olduğunu anlamaya da yardımcı olmaktadır. Zira Bâlîzâde’nin kısa bir süre şeyhülislam olması, kendisi hakkında bazı soru işaretlerine sebep olabilir. Ancak dönem incelemesinde karşımıza çıkan birçok vezir ve şeyhülislamın kısa süreli görev tayinlerinin olması, devlet ricali ve valideler gibi farklı aktörlerin yönetime daha fazla dahil olması ile Osmanlı idaresinde yeni bir dönemin getirdiği karmaşıklıktan kaynaklandığı söylenebilir. İkinci bölümünde şeyhülislamlık müessesesi açıklanmış, Hz. Peygamber’den Osmanlı devletine kadar geçen süreçteki merhaleler anlatılmaya çalışılmıştır. Buradaki yol gösterici kaynağımız Esra Yakut’a ait Şeyhülislamlık Yenileşme Döneminde Devlet ve Din eseridir. Üçüncü bölümde ise Bâlîzâde’nin hayatı, hocası ve görev yerleri anlatılmıştır. Bâlîzâde Efendi’nin biyografisini oluşturmak için Haşiye ala Şerhi’l-Miftâh li-Seyyid Şeri, el-Feraid fi Halli’l-Mesaili ve’l-Fevaid ve’l-Kavaid 5 Bkz. Esra Yakut, Şeyhülislamlık Yenileşme Döneminde Devlet ve Din (İstanbul: Kitap Yayınevi, 2014), 243. 3 eserlerindeki bilgiler ile Ziriklî’ye ait el-‘Alâm, Şeyhi Mehmed Efendi’nin Vekâyiu’lfuzâla, Bursalı Mehmed Tahir’in Osmanlı Müellifleri, Kehhâle’nin Mu‘cemü’lMüellifîn, Uşşakizâde İbrahim Hasib Efendi’nin Zeyl-i Şakâ’ik, Nişancı Mehmed Paşa’nın Hâdisât eserlerinden yararlanılmıştır. Bölümün devamında Bâlîzâde Mustafa Efendi’ye ait tespit edebildiğimiz eserler incelenmiştir. Bâlîzâde’nin eserleri Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi ve Beyazıt Yazma Eserler Kütüphanesi’nden temin edilmiştir. Katalog taraması sonucunda kendisine ait künyesi bulunan eserler tespit edilmiş, talep sonucunda inceleme imkânı bulunmuştur. Ancak kataloglarda bazı eserlerin kendisine ait olduğu kaydedilmekle beraber incelemelerimiz sonucu eserlerin kendisine ait olmadığı gözlemlenmektedir. Aynı zamanda yer yer TDV İslam Araştırmaları Merkezi’nin Türkiye Kütüphaneleri katalog taramasından kıyaslamalar yapılıp bazı eserlerin numaralarının uyuşmadığı görülmektedir. Bu eserlere dair tezin ilgili yerlerinde açıklamalar yapılmıştır. Bazı eserlerin nüshaları Çorum Halk Kütüphanesi’nde de bulunmaktadır ancak bu eserlere dair birer nüsha incelendiği için Çorum Halk Kütüphanesi’nde yer alan nüshalar talep edilmemiştir. Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’nde bulunan nüshalar ise ücretli olması sebebiyle talep edilmemiş bu sebeple incelemelerde bulunulamamıştır. Tespit ettiğimiz eserlerin mukaddime ve hatime bölümleri tez danışmanı hocam sayın Doç. Dr. Hüseyin Okur ile okunarak eser hakkında genel bir bilgi edinilmiş; eserlerin yazım tarihleri, Bâlîzâde’nin kendi eserlerine dair yorumlar doğrultusunda eseri yazma amacına dair bilgiler tespit edilmiştir. Müstensih hattı veya müellif hattı olmaları tespit edilerek, müstensih hattı olan nüshalarda bilgiler verilmiştir. İzlenimlerimiz sonucu Bâlîzâde Mustafa Efendi ömrünü fıkıh ilmine adamış, topluma dini anlamada ve vecibelerini yerine getirmede kolaylık sağlamaya yönelik çalışmalar yapmış mübarek bir zat olduğu görülmektedir. Tez içerisinde ve fetvâlarda geçen bazı kavramların açıklanmasında Mehmet Erdoğan’ın Fıkıh ve Hukuk Terimleri Sözlüğü, Mehmet Kanar’ın Osmanlı Türkçesi 4 Sözlüğü, Dağarcık yayınlarına ait Serdat Mutçalı’nın Arapça-Türkçe sözlük ve internet üzerinden Kubbe Altı Sözlüğünden yararlanılmıştır. Tezin son bölümünde fetvâların Hanefî mezhebindeki görüşlerine dair yapılan açıklamalarda, Molla Hüsrev’e ait Düreru’l-Hükkâm fî şerhi Gureru’l-Ahkâm, Serahsî’’ni el-Mebsût, Merginani’nin elHidâye şerhu Bidâyeti’l-mübtedî, Mevsılî’nin el-İhtiyâr, Alâeddin es-Semerkandî’nin Tuhfetü’l-fukahâ, Kâsânî’nin Bedâʾiʿu’s-sanâʾiʿ, İbn Nüceym’in, el-Bahru’r-Râik şerhu Kenzi’d-dekâik, Meydanî’nin, el-Lübâb fî şerhi’l-Kitâb, Ali Haydar Efendi’nin, Dürerü’l-hükkâm şerhu Mecelleti’l-ahkâm kitapları ve diğer Hanefî eserler kullanılmıştır. Bâlîzâde’ye dair yapılan çalışmalar incelendiğinde, Sabahattin Zaim Üniversitesi Temel İslâm Bilimleri Anabilim Dalı Hadis Bilim Dalı, Fahreddin Yıldız danışmanlığında İbrahim Deniz’e ait Şeyhülislâm Bâlîzâde Mustafa Efendi’nin elEhâdîsü’l-Merviyye an Ebî Eyyûb el-Ensârî Adlı Eserinin Tahkikli Neşri ve Hadis Usûlü Açısından Tahlili isimli yüksek lisans tezi karşımıza çıkmaktadır. Tez henüz yayınlanmadığı için kendisine atıfta bulunulmamış, incelenememiştir. Bir diğer çalışma ise Emir Enver Demir’e ait Bâlîzâde’nin eserlerinin tahkikinin yapıldığı yüksek lisans ve doktora tezidir. Yüksek lisans tezi el-ferâid fî halli’l-mesâil ve’lkavâid eserine tahkik olarak 2010 yılında yazılmış, tez içerisinde zekat, oruç ve hac bahisleri ele alınmıştır. Diğer tezi ise 2014 yılında yazılmış Mîzânü’l-fetâvâ adlı doktora tezidir. Tez içerisinde Bâlîzâde’nin Mîzânü’l-fetâvâ eserindeki nikâh bahsinden rida‘/rada‘ bahsine kadar olan bölümü tahkik, ta‘lik ve tahric etmiştir. Bâlîzâde’nin el-Ferâid adlı eserine yazılan bir diğer tez 2015 yılında Medine Üniversitesi’nde Eymen Muhammed Ebû Bekir Ferid’e ait yüksek lisasn tezidir. Kendisi el-Ferâid fî halli’l-mesâil ve’l-kavâid eserini nikâh bölümünden nafaka bölümüne kadar tahkik etmiştir. Bu çalışmalar dışında Bâlîzâde Mustafa Efendi’ye dair bir makale ya da araştırma metni bulunamamıştır. Tespit ettiğimiz kadarıyla Bâlîzâde’ye atıfta bulunulan çalışmalardan biri de, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İlahiyat Anabilim Dalı İslam Hukuku Bilim Dalı, Mehmet Erkal danışmanlığında, Emine Arslan’a ait Nukûllü Fetvâ Mecmûaları ve Mehmed Fıkhî’nin el-Ecvibetü’l-Kâni‘a adlı Eserinin Bunlar Arasındaki Yeri isimli doktora tezidir. Aynı 5 zamanda yukarıda bahsettiğimiz Şükrü Özen’e ait Osmanlı Döneminde Fetvâ Literatürü adlı makale bazı eserlerine dair bilgiler içermektedir. Literatür çalışması aşamasında Bâlîzâde Mustafa Efendi ile aynı yüzyıl içerisinde şeyhülislamlık yapmış diğer şeyhülislamların fıkıh eserleri ve fetvâları üzerine hazırlanmış tez ve akademik çalışmaları tespit etmeye çalıştık. Konuyu kısıtlamak amacıyla tespit ettiğimiz çalışmalar arasında sadece fıkıh ve fetvâ eserlerine dair tezler incelenmiştir. Tespit ettiğimiz çalışmalardan ilki, Şeyhîzâde’nin tek eseri olan6 Mecma’u’l-Enhur isimli fıkıh kitabına 2020’de Muharrem Bayram tarafından yazılan Şeyhîzâde Abdurrahman Efendi'nin Mecma'u'l-Enhur adlı eserinde İmam Şâfiî'ye Nispet Edilen Görüşler- Tahâret ve Salât Bölümleri isimli yüksek lisans tezidir. İkincisi 2020 yılında yazılan Esra Kılavuz Eser’e ait 17. yüzyıl Şeyhülislamlarından Çatalcalı Ali Efendi'nin (1631-1692) Fetâvâ'sı Işığında Fıkıh Düşüncesi isimli doktora tezidir. Üç bölüm ve sonuçtan oluşan tez içerisinde, ilk olarak Çatalcalı Ali Efendi’nin hayatı, tahsili, vazifeler, şeyhülislamlık süreci incelenmiş; bir diğer bölümde Fetâvâ-yı Ali Efendi eserine dair incelemelerde bulunulmuştur. İkici bölümde ise Çatalcalı Ali Efendi’nin fetvâlarına, Fetâvâ-yı Ali Efendi’de kullandığı dil, üslup ve fetvâlarına dair bilgiler verilmiştir. Üçüncü bölümde ise verilen fetvâlar fıkhi açıdan detaylı şekilde incelenmiştir.7 Üçüncü çalışma, Kübra Nugay’a ait 2012 yılında yazılmış, Şeyhülislam Mehmed Emin Ankaravî'nin Fetâvâ-yı Ankaravî Adlı Eserindeki Metodu (Aile Hukuku Örneğinde) isimli yüksek lisans tezidir. Üç bölüm ve sonuçtan oluşan eserde ilk olarak fetvâ ve ifta müessesesinden bahsedilmiş ikinci bölümde ise Şeyhülislam’ın hayatı, eserleri, ilmi kişiliği üzerinde durulmuştur. Aynı zamanda bölüm içerisinde tezin ana 6 Bkz. Muharrem Bayram, Şeyhîzâde Abdurrahman Efendi’nin Mecma’u’l-Enhur Adlı Eserinde İmam Şâfiî’ye Nispet Edilen Görüşler-Tahâret ve Salât Bölümleri- (Yalova: Yalova Üniversitesi, Yüksek Lisans, 2020), 5. 7 Bkz. Esra Kılavuz Eser, 17. Yüzyıl Şeyhülislamlarından Çatalcalı Ali Efendi’nin (1631-1692) Fetâvâ’sı Işığında Fıkıh Düşüncesi (İstanbul: Marmara Üniversitesi, Doktora Tezi, 2020). 6 konusu olan Fetâvâ-yı Ankaravî eserine dair incelemelerde bulunmuştur. Üçüncü bölümde ise eserin nikâh, radâ‘, talak bahislerine dair fetvâlarına yer verilmiştir.8 Dördüncü çalışma ise 2008 yılında yazılmış, Mehmet Koç’a ait Şeyhu’l-İslam Minkârizâde Yahya Efendi’nin Talakla İlgili Fetvâları ve Tahlili isimli yüksek lisans tezidir. Tez üç bölüm ve sonuçtan oluşmaktadır. İlk olarak şeyhülislamın hayatı, eserler, fetvâ ve kaza konuları açıklanmış, şeyhülislamlık tarihinden kısaca bahsedilmiştir. İkinci bölümde ise Minkârizâde Yahya Efendi’nin talak ile ilgili fetvâlarına yer verilmiştir. Üçüncü bölümde ise şeyhülislamın fetvâlarında kaynak olarak gösterdiği eserlerdeki ilgili yerler tahkik edilmiş, eserler hakkında bilgiler verilmiştir. 9 Beşinci çalışma 2006 yılında Bünyamin Karadöl tarafından yazılmış, Şeyhülislam Minkarizâde Yahya Efendi’nin Nikâh Akdi/Evlilik İle İlgili Fetvâları isimli yüksek lisans tezidir. İki bölüm ve sonuçtan olan tezde ilk olarak şeyhülislamın hayatı ve eserlerinden bahsedilmiş devamında ise evlilik ile ilgili verdiği fetvâların tahlilleri yapılmıştır. Evlilik ve neticeleri, doğum ve neticeleri, başlıkları altında incelenmiştir. İkinci bölümde ise fetvâların latinize hali verilmiştir. 415 mesele ilgili başlıklar altında verilmiştir. Tezin sonunda eserin yazma nüshası eklenmiştir.10 Tespit ettiğimiz son çalışma ise 2003 yılında Mustafa Okumuş tarafından yazılmış Osmanlı Şeyhülislamlarından Çatalcalı Ali Efendi'nin Fetvâlarında Nikâh (Evlenme Akdi) isimli yüksek lisans tezidir. İki bölüm ve sonuçtan oluşan tezin giriş bölümünde; Osmanlı Devleti’nde şeyhülislamlık kurumundan, fetvâ müessesinden bahsedilmiştir. Birinci bölümde şeyhülislamın hayatından, eserlerinden bahsedilmiş; özel olarak Fetâvâ-yı Ali Efendi eseri incelenmiştir. İkinci bölümde ise Fetâvâ-yı Ali Efendi eserindeki nikâh bölümünde iki yüz yetmiş bir fetvâ latinize edilmiştir. 8 Bkz. Kübra Nugay, Şeyhülislam Mehmed Emin Ankaravî’nin Fetâvâ-yı Ankaravî Adlı Eserindeki Metodu (Aile Hukuku Örneğinde) (Sivas: Cumhuriyet Üniversitesi, Yüksek Lisans, 2012). 9 Bkz. Mehmet Koç, Şeyhu’l-İslam Minkârizâde Yahya Efendi’nin Talakla İlgili Fetvâları ve Tahlili (Adana: Çukurova Üniversitesi, Yüksek Lisans, 2008). 10 Bkz. Bünyamin Karadöl, Şeyhülislam Minkarizâde Yahya Efendi’nin Nikah Akdi/Evlilik İle İlgili Fetvâları (Adana: Çukurova Üniversitesi, Yüksek Lisans, 2006). 7 Devamında fetvâlarda referans alınan kaynaklardan kısaca bahsedilmiş ve ilgili fetvâların numaraları verilmiştir.11 11 Bkz. Mustafa Okumuş, Osmanlı şeyhülislamlarından Çatalcalı Ali Efendi’nin Fetvâlarında Nikah (Evlenme Akdi) (İstanbul: Marmara Üniversitesi, Yüksek Lisans, 2003). 8 BİRİNCİ BÖLÜM 1. 17. YÜZYIL OSMANLI DEVLETİ VE ŞEYHÜLİSLAMLIK 1.1. 17. YÜZYIL OSMANLI İDARESİ: IV. MEHMED DÖNEMİ Bâlîzâde Mustafa Efendi IV. Mehmed döneminde on birinci şeyhülislam olarak 21 Kasım 1656 ile 23 Mayıs 1657 yılı arasında altı ay kadar görev yapmıştır. Bu dönemin dini hayatından bahsedebilmek, ilerleyen bölümlerde fetvâlara dair tespitler yapabilmek için toplumun sosyal, siyasi hayatını anlamak faydalı olacaktır. Bu amaçla, IV. Mehmed’in tahta çıkışı ile Bâlîzâde’nin görev yaptığı sürelerde meydana gelen önemli meselelerden bahsedilecektir. IV. Mehmed Osmanlı’nın on dokuzuncu padişahıdır. 30 Ramazan 1051/2 Ocak 1642 tarihinde İstanbul'da doğmuş, Babası Sultan İbrahim, annesi Hatice Turhan Sultan'dır. Ava olan tutkusundan dolayı avcı lakabıyla bilinmektedir. Şâmi Yusuf ve Şâmi Hüseyin Efendiler'den eğitim görmüştür. Sultan İbrahim’in katledilmesinden sonra 14 Ağustos 1648 yılında yedi yaşında iken tahta çıkarılmıştır. 12 Çocukları; Ahmedi Bayezid, Mustafa, Süleyman, Fatma, Gevher Hatice, Ümmügülsüm’dür. 13 Cülusundan sekiz gün sonra Eyüp Camii’nde kılıç kuşanmıştır. 14 Sultan IV. Mehmed, Osmanlı Devleti'nin en küçük yaşta tahta geçen padişahı olmakla beraber, Kanuni sonrasında otuz dokuz yıl tahtta kalarak en uzun süre saltanat süren ikinci Osmanlı padişahı olmuştur.15 12 Nişancı Mehmed Paşa, Hâdisât (Nişancı M.Paşa Tarihi ve Osmanlı Tarihi Zeyli) (İstanbul: Kamer Neşriyat ve Dağıtım, 1983), 255.; Özcan, “Mehmed IV", 28/414.; İnalcık, Devlet-i 'Aliyye, 2/264.; Pamuk vd., Osmanlı Tarihi, 309. TDV İslam Ansiklopedisi Mehmed IV maddesinde IV. Mehmed’in tahta çıkış tarihi olarak 8 Ağustos 1648 tarihi verilmektedir. 13 Nişancı, Hadisât, 256. 14 Joseph von Hammer, Büyük Osmanlı Tarihi, ts., 10/126. 15 Kanuni Sultan Süleyman 1520-1566 yılları arasında padişahlık yapmıştır. IV. Mehmed 1648-1687 yılları arasında padişahlık yapmıştır. 9 Osmanlı yönetiminde şehzadeler küçük yaşta tahta çıktıkları takdirde kendilerine bir vekil belirlenir ve halk bu vekile biat ederdi.16 Vekile biat edilmekle beraber resmi sultan daima çocuk padişahtı. IV. Mehmed’in çocuk yaşta tahta çıkması ile de Kösem Sultan vekil olarak tayin edilmiştir.17 Ancak bu vekaletle beraber; valide sultanın tecrübesiz olması ve haremden çıkmaksızın devleti olması gerektiği gibi yönetemeyeceği için devlet işlerinde şeyhülislam, yeniçeri ocağı gibi çeşitli kişi ve kurumlar söz sahibi olmaktaydılar. Aynı zamanda devlet idaresine dair önemli kararlar İslam dini ve hukuku adına ancak şeyhülislamın fetvâsıyla meşruiyet kazandığı için şeyhülislamlar, olukça önemli konuma haizlerdi.18 IV. Mehmed’in küçük yaşta tahta geçmesi hükümdarlığının ilk sekiz yılında ülke içerisinde bazı karışıklıklar yaşanmasına sebep olmuştur. 19 Büyük Valide Kösem Sultan, IV. Mehmed’in tahta geçmesi ile eski yetkilerini kaybetmiş; Hatice Turhan Sultan, valide sultan unvanına sahip olmuştur. Ancak Kösem Sultan, devlet işlerindeki tecrübesi ve ocak ağalarının da desteği ile vefatına kadar sarayda etkisini devam ettirmiştir.20 Padişah'ın annesi, büyük annesi ve her birinin hizipleri arasında yaşanan mücadeleler dönemde yaşanan karışıklıklarda etkilidir. Aşağıda bu karışıklıklardan ve devlet içerisindeki siyasi karmaşadan bahsedilecektir. Dönemin veziriazamı Sofu Mehmed Paşa, IV. Mehmed’in saltanata geçişinin ilk on ayında ocak ağaları ile devlet işlerini yürütmüştür. Padişahın küçük olması ve devlet yönetiminde tasarrufta bulunmasının zaman alması, devam eden savaşlar ve ekonomik krizler sebebiyle devletin bütçesini iyileştirme amacıyla öncelikle gereksiz harcamaları kontrol atlına almayı hedeflemiştir. Sofu Mehmed Paşa’nın devletin ekonomik politikasını iyileştirmeye yönelik çalışmalar yapması ilk tecrübesi değildir. 16 İnalcık, Devlet-i ‘Aliyye, 2/264. Ulemadan bazıları İslam kaynaklarına özellikle Şeyh Bedreddin’in Câmi’ül-Fusûleyn adlı kitabına dayanarak “Sultan küçük yaşta olursa, kendisine bir vekil belirlenir ve halk ona bi’at eder” şeklinde fetvâ vermişlerdir. 17 İnalcık, Devlet-i 'Aliyye, 2/264. 18 İnalcık, Devlet-i 'Aliyye, 2/116. 19 Bilgehan Pamuk vd., Osmanlı Tarihi, 310. 20 Nişancı, Hadisât, 225; İnalcık, Devlet-i ‘Aliyye, 2/259. 10 Zira öncesinde defterdarlık görevinde bulunup maliyede teftiş idaresi kurmuştur. 21 Ancak Sofu Mehmed Paşa’nın bu tutumu valide sultan ile bir krize sebep olmuştur. Kösem Sultan ile Sofu Mehmed Paşa arasındaki rekabet, mali kriz sebebiyle sipahi ulufelerinin gecikmesi ve Yeniçeri ocağının nüfuzunun artması gibi sebeplerden dolayı 1648 yılında Sultan Ahmed Camii Vakası gerçekleşmiştir. 22 Sultan Ahmed Camii Vakasının asıl sebebi Kösem Sultan'ın idaresi ile yeniçeri ve sipahilerin karşı karşıya kalmasıdır. Yeniçeriler sipahilere karşı ulema ile hareket ederek savaşma kararı almıştır. 23 Sultan İbrahim’in katiline öfkeli olan sipahilerle iç oğlanlar At Meydanı’nda toplanmış ve isyan başlatmışlardır. Ancak yeniçeriler üzerinde etkisi olan Kara Murad Ağa ve Koca Muslihuddin Ağa’nın çabalarıyla bu isyan bastırılmıştır. 24 Osmanlı Devleti bu süreçte sadece kendi içinde bir direniş göstermemekte aynı zamanda sınırlarını da korumaya çalışmaktadır. Veziriazam Sofu Mehmed Paşa, Osmanlı donanmasının Foça’da Venedik filosuna yenilmesi üzerine Padişah ve Kösem Sultan’ın huzurunda mağlubiyet hususunda müzakerede bulunmak üzere ağaları ve ulemayı saraya davet etmiştir. Padişah bu sırada yedi yaşında iken, büyük validesi ile mecliste bulunmaktadır. IV. Mehmed, Sofu Mehmed Paşa’yı yenilgiden ötürü azarlamış ve mührü geri vermesini istemiştir. Böylelikle Sofu Mehmed Paşa azledilmiş, yerine Sultan Ahmed Camii vakasında isyanın bastırılmasında etkili olan yeniçeri ocak ağalarından Kara Murad Paşa 21 Mayıs 1649 yılında göreve getirilmiştir.25 21 İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi (Türk Tarih Kurumu Yayınları, ts.), 4/396. Halil İnalcık, Devlet-i 'Aliyye, 2/264. 22 Pamuk vd., Osmanlı Tarihi, 311.; Özcan, “Mehmed IV", 28/415.; İnalcık, Devlet-i 'Aliyye, 2/267. 23 İnalcık, Devlet-i ‘Aliyye, 2/267. 24 Pamuk vd., Osmanlı Tarihi, 311. 25 İsmail Hakku Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, 4/396.; Hammer, Büyük Osmanlı Tarihi, ts., 10/148.; İnalcık, Devlet-i ’Aliyye, 2/270. 11 Sofu Mehmed Paşa’nın görevden alınmadan önce devletin ekonomisini düzeltmeye yönelik çalışmalar yaptığını yukarıda zikretmiştik. Bu dönemde harem giderleri dışında devletin sorunları Venediklilere karşı savaş; Girit’te Kandiye kuşatmasına başlayan askere mühimmat, erzak, maaş ihtiyacını karşılamak ve Çanakkale Boğazı’ndaki ablukaydı. 26 IV. Mehmed döneminde gelir ve gider dengesinin sağlanamaması ilerleyen dönemde de sorun teşkil edecek ve iyileştirmeye gidilecektir. Bu denge, harcamalardan dolayı sağlanamazken beraberinde ekonomik bazı değişiklikler de yaşanmaktadır. Şöyle ki Linda Darling, yaşanan ekonomik sıkıntıların aslını gümüş ve altının akışı sebebiyle oluşan mali bir devrim olarak görmektedir. 16. yüzyılda yaşanan refah sonunda hazinede bir darboğaz oluşmuş, seferler sebebiyle askeri ihtiyaçlar artmış ve 1640- 1650’li yıllarda başarısızlıkla sonuçlanan isyanlar giderleri arttırmıştır. 27 Bununla beraber gelirlerde bir artış olmamış aksine Osmanlı’nın resmi parası değer kaybetmiştir. 14. yüzyılda Venedik altın dukası 30 akçeyken (Osmanlı gümüş sikkesi), 16. yüzyıl ortasına gelince 60 akçe bir altın sikke değerindeydi. 1580 yıllarında akçenin değeri yarıya indi ve sonraki yirmi otuz yıllık süreçte altın 240 akçeye kadar düştü. Bununla beraber alım satımdaki fiyatlar oldukça artmış, sefer döneminde hazineyi zorlamıştı. 28 Askeri giderler, 1580 öncesi yıllık gelir harcamaları karşılayacak düzeydeyken 1580 sonrası ve 17. Yüzyıl boyunca her yıl hazinede açık meydana gelmişti.29 Kara Murad Paşa’nın vezirliği süresince Kösem Sultan, iş birlikleri ile devlet işlerini yürütmekteydi. Bu sırada yönetimde söz sahibi olan yeniçeri ağası ve kethüdabey ile Osmanlı yönetimi bir yeniçeri cuntası dönemine girmekteydi. Yeniçerilerin güç 26 İnalcık, Devlet-i 'Aliyye, 2/272. 27 Linda T. Darling, Revenue-Raising and Legitimacy. Tax Collection and Finance Administration in the Ottoman Empire 1560-1660. (Leiden: Brill, 1996), 8. 28 Michael Ursinus, “Osmanlı Mali Rejiminin Dönüşümü 1600-1850”, Osmanlı Dünyası (İstanbul: ALFA, 2018), 542. 29 Ursinus, “Osmanlı Mali Rejiminin Dönüşümü 1600-1850”, Osmanlı Dünyası, 543. 12 kazanmasının en büyük sebeplerinden biri ise Kösem Sultan’dır. Veziriazam, diğer devlet erkanıyla görüşemiyor, yeniçeri ocağındaki ocak ağaları ve kendi dostları ile işleri halletmeye çalışıyordu. 30 Yaşanan bu karışıklıklar karşısında devlet bürokrasisinde ve idaresinde zafiyete yol açacağı aşikardı. Tüm bunların yanı sıra 17. Yüzyıl, Osmanlı'nın çeşitli topraklarında iç karışıklıkların gerçekleştiği bir dönemdir. Kara Murad Paşa; Sivas, Antep, Afyon gibi Anadolu’da yaşanan bazı karışıklıkları ve nüfuzlu zorbaları büyük ölçüde etkisiz hale getirmeyi başarmıştır. Fakat Kösem ve bazı ocak ağalarının görevine müdahale etmelerine tahammül edememiş, ocak ağalarının kendisini ortadan kaldırma isteğini öğrenince "Bir memlekette dört veziriazam olmaz" diyerek görevinden çekilmiştir.31 Bir diğer kaynakta ise kendi vaziyetini tehlikeli görmesi üzerine Budin valiliğinin verilmesini rica etmiş; Kösem Sultan’a, Melek Ahmed Paşa’yı göreve getirmesini tavsiye eylemiştir.32 Bu sırada haremde Kösem ve Turhan sultanlar arasındaki rekabet, devlet ricalinin görevlendirilmesinde de etkisini göstermekteydi. Kara Murad Paşa ile Hatice Turhan Sultan, Melek Ahmed Paşa’ya destek vermiş ve 5 Ağustos 1650 yılında Melek Ahmed Paşa veziriazamlığa getirilmiştir. Kara Murad Paşa zamanında güçlenen yeniçeriler, Melek Ahmed Paşa'ya karşı da güç göstermişler; veziriazam ise onlara müdahale edememiştir. Görev sürecinde ağaların güdümünde kalmış, hazine maddi sıkıntıya düşmüştür. Ağaların sağlam parayı kendilerine ayırıp; ayarı bozuk paraları piyasaya sokmaları ile ülke çapında büyük bir enflasyon ortaya çıkmıştır. 33 IV. Mehmed ise bu sırada on henüz yaşlarındaydı. 30 İnalcık, Devlet-i 'Aliyye, 2/278. 31 Pamuk vd., Osmanlı Tarihi, 311.; İnalcık, Devlet-i 'Aliyye, 2/279.; Özcan, “Mehmed IV", 28/415. 32 İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi (Türk Tarih Kurumu Yayınları, ts.), 4./397. 33 Pamuk vd., Osmanlı Tarihi, 311. 13 Devletin ekonomik ve siyasi dengeleri bozulurken bir yandan toplumsal sıkıntılara sebep olacak Kadızâdeliler'in sarayda etkisi büyümüş, Üstüvani Mehmed Efendi’ye Padişah Şeyhi unvanı vermiştir.34 Kadızâdeliler'le ilgili detaylı açıklamalar 17. Yüzyıl Osmanlı Devleti’nde Dini Hayat: Kadızâdeliler başlığında verilecektir. Venediklilerin Çanakkale Boğazı’nı abluka altına alması ticareti etkilemiş, İstanbul’da halk canlarının tehlikeye girmesinden korkmuştur. Aynı zamanda ülke içerisinde yükselen enflasyon ve yolsuzlukların aşikâr olması ile İstanbul halkı ve esnafı ayaklanmıştır. Halk, önlerinde dönemin şeyhülislamı Karaçelebizâde Abdülazîz Efendi ile saray kapılarına kadar dayanmış, IV. Mehmed ayak divanına çıkmış ve hattı hümayun yayınlanmıştır. Toplanan usulsüz vergilerin kaldırılacağı duyurulmuştur. Bu olay sonunda Melek Ahmed Paşa görevden alınmış, yerine Siyâvuş Paşa veziriazam olarak tayin edilmiştir. Böylelikle halk bir nebze yumuşamıştır.35 Kösem Sultan IV. Mehmed yerine Sultan İbrahim’in bir diğer oğlu Şehzade Süleyman’ı tahta geçirmek istemiş ancak başarılı olamamış ve 2 Eylül 1651 yılında saray ağaları tarafından öldürülmüştür.36 Sarayda hizipler arasındaki çatışmaya ortaya koyan en önemli olaylardan biri ise Kösem gibi güçlü bir kadın sultanın suikasta kurban gitmiş olmasıdır. Yaşadığı dönem içerisinde ve günümüzde birçok eleştiriye uğrayan Kösem sultan ile devlet adamları ve toplumda söz sahibi olmuş insanlar siyaseten ittifak kurmanın itibarlarını arttıracağını düşünmüşlerdir. 37 Yukarıda bahsettiğimiz gibi üst mevkilere gelen kişiler Kösem Sultan’a hizmet etmiş ve devlet yönetiminde tavsiyelerini dinlemişlerdir. Kösem Sultan’ın devlet işlerindeki tutumu 34 Özcan, "Mehmed IV", 28/414. 35 Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, 4/401.; İnalcık, Devlet-i 'Aliyye, 2/281.; Özcan, "Mehmed IV”, 28/414. 36 Mücteba İlgürel, “Kösem Sultan", TDV İslâm Ansiklopedisi (Ankara: TDV Yayınları 2002), 26/275.; Pamuk vd., Osmanlı Tarihi, 311.; İnalcık, Devlet-i’Aliyye 2/289. 37 Madeline C. Zilfi, Osmanlı İmparatorluğu’nda Kölelik ve Kadınlar, çev. Ebru Kılıç (Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2018), 84. 14 eleştirilmekle beraber onun da bazı kadın sultanlar gibi onlarca köleyi azat etmesi, camiiler inşa etmesi, topluma yardım etmesi gibi hayırsever yönleri olmuştur. 38 Kösem Sultan’ın vefatı ile Hatice Turhan Sultan ve saray ağaları beş yıl sürecek bir yönetimi devralmışlardır. Kösem Sultan’ın vefatı sonrası devletin yönetiminde Veziriazam Siyâvuş Paşa, Hatice Turhan Sultan ve Süleyman Paşa etkili olmuşlardır. Hatice Turhan Sultan, Büyük Valide Kösem Sultan gibi devlet yönetiminde söz sahibi olmak istiyorsa da devlet erkanı içinde kadın sultanların müdahalelerinden rahatsız olan cenah bunu engellemeye çalışıyordu. Üçlü ittifak bir zaman sonra Siyâvuş Paşa’nın Turhan Sultan’ın müdahalelerinden rahatsız olması ile çatırdamaya başlamıştır. Darrüssâde Ağası Uzun Süleyman Paşa arasındaki anlaşmazlık sonucu Siyâvuş Paşa görevinden azledilmiş yerine 27 Eylül 1651’de Gürcü Mehmed Paşa veziriazam olmuştur. 39 Siyâvuş Paşa göreve getirildiği sırada seksen yaşını geçmiş olup, en yaşlı veziriazam olarak görev yapmıştır. 40 Ancak görevi sırasındaki başarısızlıkları ve mali bunalım sonucunda, dönemin şeyhülislamı Hocazâde Mesud Efendi’nin de teşvikiyle 13 Recep 1062/20 Haziran 1652 yılında Tarhuncu Ahmed Paşa veziriazam olarak sadaret makamına getirilmiştir.41 Tarhuncu Ahmed Paşa göreve mali kararlarına karışılmaması şartı ile gelmiş ve devlet ekonomisini düzeltmek için bazı adımlar atmıştır. Vezirin mali teftiş görevleri; gümrük fiyatlarını, sarayda mutfak masraflarını ve tersane masraflarını denetlemektir. Ahmed Paşa’nın gelirlerin azaldığı ve giderlerin arttığı bir dönemde ekonomiyi düzeltmek için bazı adımlar atmış olması ulemayı rahatsız etmiştir. Osmanlı Devleti’nde askeri sınıf olan devlet memurları devlet memurlarına irsaliye vergisi, mesken ve değirmenlerden vergi alınması gibi kararlar büyük tepkilere yol açmıştır. 38 Zilfi, Osmanlı İmparatorluğu’nda Kölelik ve Kadınlar, 85. 39 İnalcık, Devlet-i’Aliyye, 2/292-295. 40 Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, 4./402. 41 Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, 4/403.; Özcan, “Mehmed IV", 28/415.; İnalcık, Devlet-i’Aliyye, 2/297. Pamuk vd., Osmanlı Tarihi, 311. 15 Sadrazam Ahmed Paşa yeni vergiler sebebiyle gözden düşmüştür. Hazine gelirleri ile giderleri arasındaki farkın çoğaldığını tespit etmesi devlet erkanının da tepkisini çekmesine neden olmuştu. Göreve gelmesinden kısa bir süre sonra yaşanan 1062 Zilhicce/Kasım 1652 yılındaki büyük yangın halkı perişan etmiştir. Tarhuncu Ahmed Paşa, tahtta değişiklik yapmak istediğine dair söylentilerle dokuz ay görevde kalarak 21 rebiyülahir 1063/21 Mart 1653 yılında öldürüldü. Yerine Kaptân-ı Derya Derviş Mehmed Paşa veziriazam oldu.42 İstanbul'da yaşamı alt üst eden yüksek enflasyon ve yangınların gölgesinde, Kara Murad Paşa komutasındaki donanmanın Çanakkale Boğazı’nda Venedik donanmasını yenerek Boğazı tekrar Osmanlı hakimiyeti altına alması bir nefes aldırmıştır denilebilir. Donanma, Venedik filosunu Değirmenlik (Milos) adası önünde mağlup etmiş Girit’e yardım götürmeyi başarmıştır. Bu durum sonucunda İstanbul’da ekonomi düzelmeye başlamıştır. Fakat bu süreçte bir görev değişikliği daha gerçekleşmiştir. Sadrazam Derviş Paşa’nın felç olması ile mühür Halep Beylerbeyi İpşir Mustafa Paşa’ya verilmiş ve o da ancak altı buçuk ay görevini ifa etmiştir. 43 Anadolu’dan getirdiği sekbanların İstanbul’daki sipahi zorbaları ve yeniçerilerle birleşmesi ve Kara Murad Paşa’nın oyunu sonucunda öldürülmüştür. Böylelikle Kara Murad Paşa ikinci kez sadrazam olmuş ancak görevi süresinde oluşan ordu disiplinsizliği ve hazine açığı sebebiyle istifa etmek durumunda kalmıştır.44 Ekonominin düzelmemesi ile hazinede açık oluşmuş, zayıf akçeden ulufe ödenmesi ve esnafın bu paraları kabul etmemesi sonucunda sipahi ve yeniçeriler mağdur olduklarını öne sürmeye başlamışlardır. Mağdur olmalarına sebep olan kişilerin cezalandırılmasını talep etmişler ve bunun üzerine Padişah, asilerin ısrarı ile saray ağalarını öldürtmek zorunda kalmıştır. Bu olay 8 Cemâzielevvel 1066/4 Mart 1656 yılında Çınar Vakası olarak tarihe geçmiştir. Katledilen kişilerin Sultan Ahmed 42 Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, 4/405.; Özcan, "Mehmed IV”, 28/415.; Pamuk vd., Osmanlı Tarihi, 311. 43 Fahri Çetin Derin, Abdurrahman Abdi Paşa Vekâyi’nâme’si (İstanbul: İstanbul Üniversitesi, Doktora Tezi, 1993), 60. 44 Özcan, “Mehmed IV", 28/415.; Pamuk vd., Osmanlı Tarihi, 311. 16 Meydanı’ndaki çınar ağacına asılmalarından dolayı bu olaya Çınar Vak’ası veya Vak’a-yı Vakvakiye denmiştir. 45 Çınar Vak’ası ardından veziriazamlık görevine Zurnazen Mustafa Paşa, sonrasında ise Sivâyuş Paşa getirilmiştir. Sivâyuş Paşa’nın vefatı ile de Boynueğri Mehmed Paşa sadrazam olmuştur. Mehmed Paşa görevi sırasında Venedik donanması tekrar Çanakkale Boğazı’nı kapatmış, Bozcaada, Limni ve Semadirek adaları işgal edilmiştir. 4 Ramazan 1066/26 Haziran 1656 yılında Kaptan-ı Derya Kemal Paşa Çanakkale Boğazında başarısız olmuştur. Böylelikle İstanbul savunmasız kalmıştır. Venedikli tacirlerin pazara dahil olma ihtimali karşısında halk panik olmuş ve yiyecek-eşya fiyatlarında görülen artış hayatı daha da zorlaştırmıştır. Mehmed Paşa bu dönemde İstanbul’u korumak için bazı önlemler almıştır. Örneğin maliyeyi rahatlatmak için imdâdiye adıyla vergi konulmuş ancak halktan gerekli gelir sağlanamamıştır.46 Yaşanan siyasi ve iç sıkıntılar İstanbul ile sınırlı kalmamış, Anadolu’da da asayişsizlik gittikçe artmış ve devlet otoritesi sarsılmıştır. Sultan İbrahim devrinden kalma iç isyanlar ve eşkıyaların zulümleri daha da artmıştır. Dış ilişkiler açısından ise Venedikliler, Bozcaada ve Limni’yi ele geçirmiş, Çanakkale boğazı gibi ekonomik açıdan stratejik bir nokta kapatılmıştır. Yaşanan sıkıntıların çözümü için Valide Turhan Sultan’ın, Kösem Sultan’ın vefatı sonrası artan nüfuzu ile Köprülü Mehmed Paşa veziriazamlık görevine getirilmek istenmiştir. 1.2. KÖPRÜLÜLER DÖNEMİ: KÖPRÜLÜ MEHMED PAŞA Köprülü Mehmed Paşa’nın Arnavut Berat sancağına bağlık Rudnik (Ruznik) kasabasından olduğu söylenmekle beraber Selanik ile Üsküp arasında yer alan Köprülü kasabasından olduğu da kaydedilmektedir. Ancak kaynaklarda asıl kabul edilen Ruznik doğumlu olmasıdır. Babası mazuliyet zamanlarında eşinin Amasya’daki 45 M. Münir Aktepe, “Çınar Vak’ası”, TDV İslam Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları,1993), 8/302. 46 Pamuk vd., Osmanlı Tarihi, 313.; Özcan, “Mehmed IV", 28/ 415. 17 memleketi olan Köprülü kasabasında geçirmesi sebebiyle de kendisine Köprülü lakabının verildiği ifade edilmektedir.47 Köprülü Paşa bir devşirme olması sebebiyle Enderun’da yetişmiş ve matbah-ı amîre, hazîne-i amirede görevlendirilmiştir. Dönemin sadrazamlığı Hüsrev Paşa’ya verilince onun hazinedarı olmuş ancak Hüsrev Paşa’nın katli ile görevi son bulmuştur. Ardından sancak beyliği, sipahi ve silâhdar ağalığı, vali, beylerbeyi gibi görevlerde bulunmuştur. Kubbe vezirliğine 48 atanarak sadaret makamında yolu açılmış ve 1067/1657 yılında Boynueğri Mehmed Paşa yerine sadaret makamına tayin edilmiştir. 49 Göreve getirilmeden Valide Sultan ve IV. Mehmed’e; icraatlarına, tayinlerine karışılmamasını, yönetimde yetkilerinin sınırlandırılmaması gibi yetkiler talep etmiştir. Bu talepler doğrultusunda göreve getirilmiştir.50 Daha önce çok fazla dikkat çekmemiş yaşlı bir vezirin sadaret makamına getirilmesi saray çevresinde şaşkınlıkla karşılanmıştır. 51 Memuriyet zamanlarında etrafının dikkatini çekmiş, devlet işlerinde oluşan problemleri çözebilecek biri olduğu anlaşılmıştır.52 Bu sebeple tecrübeli devlet ricalinden birinin siyasi açıdan çalkantılı olduğu bir dönemde göreve gelmesi Osmanlı Devleti açısından önemli bir adım olmuştur. Nitekim görevi boyunca yaptığı çalışmalar ile yükselişe sebep olmuştur. Köprülü göreve gelmesi ile siyasi açıdan konumunu sağlamlaştırmayı amaçlamıştır. Bu amaçla kendisinin yerine getirilmek istenen Kaptanıderya Seydi 47 Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, 4/414.; Mücteba İlgürel, “Köprülü Mehmed Paşa”, TDV İslam Ansiklopedisi (Ankara: TDV Yayınları, 2002), 26/258. 48 Veziri azamdan sonra gelen vezir olarak görev yapmaktadır. Divan azalığı görevi olmasıyla beraber veziri azam padişahla beraber sefere gittiğinde kaymakam olarak tayin edilmektedir. 49 Fahri Çetin Derin, Abdurrahman Abdi Paşa Vekâyi’nâme’si (İstanbul: İstanbul Üniversitesi, Doktora Tezi, 1993), 103. 50 Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, 4./417.; İlgürel, “Köprülü Mehmed Paşa”, 26/258.; Pamuk vd., Osmanlı Tarihi, 313. 51 Pamuk vd., Osmanlı Tarihi, 313. 52 Uzunçarşılı, Osmanlı Tarih, 3/259. 18 Ahmed Paşa’yı Bosna valiliğine atamıştır. Paşa, Osmanlı toplumunu ve devlet idaresini bir diğer çalkantılı sürece götüren Kadızâdeliler hareketinin başı olan Mehmed Efendi taraftarlarıyla, Halveti şeyhi Abdülmecid Sivâsî taraftarları arasında oluşan karışıklığa müdahale etmiş ve olayın müsebbiplerini Kıbrıs’a sürgüne göndermiştir. İsyan hazırlığında olan yeniçeri ocağı ile bir ittifak sağlamış ve Padişah'ın hatt-ı hümayunu ile isyancıların sipahi kadrolarından temizlenmesini sağlamıştır. Tüm bunlara ilaveten, Osmanlı aleyhine birtakım işlerde bulunan Patrikli Partenious’un idamını isteyerek bir radikal adım daha atmıştır.53 Köprülü Mehmed Paşa siyasi otoritesini kurduktan ve Osmanlı’nın iç işlerini düzene koyduktan sonra büyük bir mesele haline gelen Çanakkale Boğazı’ndaki ablukayı kaldırmaya yönelmiştir. 1657’de Boğaza yapılan sefer sonucunda İstanbul’u tehdit eden Venedik donanması Çanakkale’de büyük bir hezimete uğratılmıştır. İşgal altında kalan Limni ve Bozcaada’yı geri alarak Ege kıyılarının güvenliği sağlanmıştır. 54 Böylelikle bir süredir durmak zorunda kalan İstanbul’a ticaret akışı devam etmiştir. 17. yüzyıl hem iç isyanlar hem siyasi sınırların yeniden çizilmesi açısından oldukça zorlu geçmiştir. Merkezi otoriteyi sarsmaya yönelik yapılan olaylardan biri de günümüzde Macaristan topraklarında yer alan, Mohaç Muharebesi sonrası Osmanlı Devleti’ne bağlanan Erdel’de II. Rakoczy'nin Leh krallığını elde etmek için faaliyet içerisinde olmasıydı. Kendisi İsveç kralı ile anlaşmış, Eflak ve Boğdan beylerini de ortak etmiştir. Tüm bunlarla mücadele etmek için Köprülü Mehmed Paşa Eflak ve Boğdan voyvodalarını azletmiş, 1658 yılında Belgrad üzerinden Yanova’ya yürümüş ve şehri Osmanlı topraklarına katmıştır. Bunun üzerine Prens kaçmış ve yakalanamamıştır. Bu sırada Veziriazam, Celali Abaza Hasan Paşa isyanı sebebiyle Anadolu’ya geri dönmek zorunda kalmıştır.55 53 İlgürel, “Köprülü Mehmed Paşa”, 26/259. ;Pamuk vd., Osmanlı Tarihi, 313. 54 Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, 4/414. 55 İlgürel, "Köprülü Medmed Paşa", 26/258. 19 Abaza Hasan Paşa ve taraftarları Veziriazam Köprülü Mehmed Paşa’yı görevinden azlettirmeye çalışmış ancak başarılı olamamışlardır. 56 Bu başarısızlık sonucunda Anadolu’yu karıştırmaya, padişahın otoritesini zorlamaya yönelmişlerdir. Bursa ve etrafını yağmalamış, Serasker Murtaza Paşa ile gönderilen orduyu Ilgın’da mağlup etmiştir. Ancak merkezi devletin uyguladığı abluka faaliyetleri sonucunda zayıflamıştır. Bir süre Ayntab’ta direnmişse de erzak kıtlığı ve baskı sonucunda Halep’e çekilmek zorunda kalmıştır. Paşa burada yakalanmış ve idam edilmiştir. Böylelikle Abaza Hasan Paşa öncülüğünde Anadolu’da çıkan büyük bir isyan bastırılmıştır. Köprülü döneminde Osmanlı Devleti içeride ve dışarıda istikrarını sağlamış oldu denilebilir.57 Köprülü Mehmed Paşa ihtiyarlığı sebebiyle padişahla birlikte bulunduğu Edirne’de 30 Ekim 1661 yılında vefat etmiştir.58 Ardından hanlar, camiler, mescidler, mektepler, çeşmeler gibi hayır eserleri bırakmıştır. Hayatta olduğunda İstanbul’da bir külliye inşaatı başlatmış, oğlu Fazıl Ahmed Paşa tarafından tamamlanmıştır.59 İstanbul Suriçi Çemberlitaş Divanyolu’nda bulunan kabrindeki, Devlet-i Hân Mehemmedde Mehemmed Paşa Beş sene on üç ay oldı vezir-î âzam Ahdiyâ oldı vefâtına bu mısrâ târih Köprili mülk-i âdem köprüsine basdı kadem Kıtasıyla görev süresi kaydedilmiştir.60 56 Fahri Çetin Derin, Abdurrahman Abdi Paşa Vekâyi’nâme’si, 104. 57 İlgürel, “Köprülü Mehmed Paşa”, 26/259.; Özcan, “Mehmed IV", 28/415. 58 Nişancı Mehmed Paşa, Hâdisât (Nişancı M.Paşa Tarihi ve Osmanlı Tarihi Zeyli) (İstanbul: Kamer Neşriyat ve Dağıtım, 1983), 255. 59 İlgürel, “Köprülü Mehmed Paşa”, 26/260. 60 Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, 4/417. 20 6 Rebiülevvel 1072/ 30 Ekim 1661’de Köprülü Mehmed Paşa yerine oğlu Fazıl Ahmed Paşa sadrazamlığa getirilmiş ve bu dönemde yükseliş devrini hatırlatan çalışmalar olmuştur. Köprülü Mehmed Paşa’nın birçok iç meseleyi halletmiş olması sebebiyle, Fazıl Ahmed Paşa dış meselelerle ilgilenmiştir. Özellikle Venedik ve Fransızlara, Orta Avrupa’da Lehistan’a ve Avusturya’ya karşı Osmanlı Devleti’nin gücünü göstermiştir. 1075/1664 yılında Uyvar’ın fethi Avusturya ile 20 yıl sürecek Vasvar Antlaşması ile sonuçlanmıştır. 1080/1669 yılında ise yirmi beş yıl süren Girit meselesi çözülmüştür.61 Bâlîzâde Mustafa Efendi Köprülü Mehmed Paşa veziriazam olduğu tarihlerde şeyhülislamlık yapmıştır. Kaynaklarda Bâlîzâde’nin azledilme sebebi olarak Köprülü’nün ıslahatlarına ayak uyduramadığı ifade edilmektedir. 62 Bâlîzâde’den sonra Köprülü tarafından göreve getirilen Bolevî Mustafa Efendi ise Köprülü’nün Girit Serdarı Deli Hüseyin Paşa için istediği idam fetvâsını vermemesi sebebiyle görevinden azledilmiştir.63 17. yüzyıl devlet yönetimi açısından zorlukların yaşandığı görülse de bir çocuk padişahın tahta geçişi ve otuz dokuz yıl görevde bulunması, kurumsallaşmış bir devlet yapısının oluştuğu görülmektedir. Yaşanan iç isyanlar, ekonomik dinamiklerin bozulması, yangınlar ve bununla beraber ticari yolların kapanması gibi bir devleti zafiyete uğratacak birçok sebeple karşılaşılmıştır. Ancak Köprülüler dönemi ile yönetimde ve siyasi dengelerde bazı iyileştirilmeler yapılmış, ikinci yükseliş dönemi olarak değerlendirilmiştir. 61 62 63 Nişancı, Hadisât, 255.Özcan, “Mehmed IV", 28/416.; Pamuk vd., Osmanlı Tarihi, 318. Mehmet İpşirli- Eyyüp Said Kaya, “Bâlîzâde Mustafa Efendi”, TDV İslam Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 2006), 31/294. İpşirli-Kaya, “Bâlîzâde Mustafa Efendi”, 31/296. 21 1.3. 17. YÜZYIL OSMANLI DEVLETİ’NDE KADIZÂDELİLER 17. yüzyılda askeri ayaklanmaların sık sık olması, sultanların katli, validelerin devlet işlerine müdahaleleri, ocak ağalarının baskı dönemi gibi disiplinsizlikler içerisinde toplum bazı vaizlere sarılmıştır. Kadızâdeliler olarak anılan vaizler, Osmanlı toplumunda dini ve içtimaî birtakım fikirler öne sürmüş ve devlet içerisinde ortaya çıkan problemlerin dini hayatta yozlaşma yaşanmasından dolayı olduğunu iddia etmiştir. Kendileri bidatları yok ederek İslam’ın özüne dönülmesi gerektiğini savunmuş, bu fikirleri toplumda bazı ayrılıklara sebep olmuştur. Kadızâdeliler hareketinin ilk ortaya çıkışı, 16. Yüzyılda Birgivi Mehmed Efendi (öl. 981/1573)’nin idareye ve tarikat mensuplarına cephe alması ile başlamıştır. 13. yüzyıl Hanbeli ulemasından İbn Teymiyye (öl.728/1328)’nin görüşlerine dayanan bu hareketin Osmanlı devletindeki öncüsü Kadızâde Mehmed Efendi’dir. Birgivi’ye ait Tarîkat-i Muhammediye ve Vasiyetnâme eserleri Kadızâdeliler grubunun esas kaynağı olmuştur.64 Kadızâdeliler hareketinin çıkış amacının dinin aslına dönmek ve bidatlardan temizlenmek olarak kabul edilir. Bu hareketin devletin bütün kademelerine yaymayı hedeflemişlerdir. 65 Kadızâdeliler'in tarikat ve tasavvufa olan tutumuna karşı Abdülmecid Sivâsi tarikat ve tasavvufu savunmuş böylelikle Kadızâdeliler ve Sivâsiler tartışması ortaya çıkmıştır. Aralarındaki tartışmaların asıl sebepleri arasında tasavvufi uygulama ve düşünceler, ibadetler, içtimai ve sosyal hayatla ilgili meseleler olarak kategorize edilmiştir.66 Mehmed Efendi semâ ve devran, aklî ilimlerin tahsili, ezan, mevlid ve Kur’an’ın makamla okunması, tasliye ve tarziye, türbe ve kabir ziyareti, cemaatle nâfile namaz 64 Cengiz Gündoğdu, “XVII. Yüzyilda Tekke-Medrese Münâsebetleri Açisindan SivâsilerKadızâdeliler Mücâdelesi”, 38. 65 İbrahim Kutluay, Osmanlı Döneminde XVI ve XVII. Yüzyıllarda Kurulan Dârülhadislerin Müfredatı, İlmî Seviyeleri ve Kadızâdeliler Hareketinin Dârülhadislerin Çoğalmasındaki Rolü, Mîzânü’l-Hak: İslami İlimler Dergisi, 9 (Aralık 2019), 38. 66 Semiramis Çavuşoğlu, “Kadızâdeliler”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 2001), 24/100. 22 kılınması, tütün ve kahve içilmesi, musâfaha ve inhinâ konusunda olumsuz bir tavır almış, bunların tamamını bid‘at ve haram saymıştır. Ayrıca Hızır’ın hayatta olmadığını, Resûl-i Ekrem’in ebeveyninin ve İbnü’l-Arabî’nin kâfir olduğunu, Firavun’un imanının geçersizliğini, devlet katında yapılan bazı işler karşılığında alınan paranın rüşvet değil ücret olduğunu, Yezîd’e lânet gerektiğini ileri sürmüştür.67 Padişahların uygulamalarına fetvâ ve destek vererek siyasi nüfuz elde etmiş, bu nüfuzu kendi fikirlerini hâkim kılma amacıyla kullanmışlardır. Kadızâde Mehmed, IV. Murad dönemindeki en önemli vaizlerden biri olmuş ve padişahın kararlarını desteklemiştir. Mehmed Efendi halk tarafından sevildiği için ve padişah da halkın desteğine ihtiyaç duyduğu için kendisini himaye etmiştir. Ayasofya vaizliğine getirilmiş ve bu görevlendirme ile Kadızâdeliler fikirlerini daha geniş halk kitlelerine iletebilmişlerdir. Padişah üzerindeki etkilerine örnek olarak Kadızâde Mehmed Efendi, IV. Murad’a 1633’te İstanbul’da Cibali’de meydana gelen büyük yangının fâsıkların kahvehanelerde tütün içmelerinden kaynaklandığını iddia etmiş ve bunun sonucunda kahvehaneler yıkılıp tütün kullanımı yasaklanmıştır.68 Kadızâdeliler, Ayasofya başta olmak üzere İstanbul’daki belirli camiilerde vâizlik yapmaları sebebiyle fikirleriyle toplumu etkilemişler, başlattıkları dini taassupla halk arasında çatışmaya ve devlete karşı bir tutuma sebep olmuşlardır. Osmanlı seçkin sınıfı, tasavvufu benimsemiş, zaviye- tekkeleri korumuşlardır. 69 Kadızâdeliler’in bu tavırları karşısında devletin dini temsilcisi olan şeyhülislamlar halkın huzursuzluğunu gidermek için hedef alınan sûfiler ile Kadızâdeliler arasında arabuluculuk yapmışlardır.70 67 Halil İnalcık, Osmanlı Tarihinde İslâmiyet ve Devlet (İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2019), 121-122.; Çavuşoğlu, “Kadızâdeliler”, 24/100. 68 Kutluay, Osmanlı Döneminde XVI ve XVII. Yüzyıllarda Kurulan Dârülhadislerin Müfredatı, İlmî Seviyeleri ve Kadızâdeliler Hareketinin Dârülhadislerin Çoğalmasındaki Rolü, 39. 69 İnalcık, Osmanlı Tarihinde İslamiyet ve Devlet, 117. 70 Faroqhı (ed.), Türkiye Tarihi, 3/272. 23 IV. Murad döneminde yayılan Kadızâde fikirlerinin IV. Mehmed dönemindeki ismi Üstüvani Efendi olmuştur. Üstüvani Efendi, Mehmed Efendi gibi Ayasofya’da vaazlar vermekte aynı zamanda da saray iç oğlanları ve bostancılara ders vermekteydi. Üstüvâni’nin şöhreti saray içerisinde yayılmış padişah hocası olan Reyhan Efendi’de Üstüvani ile bir yakınlık kurmuştur. Bir müddet sonra vaazlarıyla iyice tanınmış ve padişah şeyhi unvanına sahip olmuştur.71 Kadızâdeliler’in saraydaki nüfuzu, taraftarlarının çoğunluğunun katledildiği Çınar Vak‘ası’na kadar sürmüştür. Çınar Vak‘ası’ndan sonra sadrazamlığa getirilen Boynueğri Mehmed Paşa, tayin işlerini bizzat kendisi yapmaya başlayınca, Kadızâdeliler bundan rahatsız olmuş, Venedik donanmasının Çanakkale Boğazı’nı abluka altına almasını fırsat bilerek bu durumun zulmün, rüşvetin artmasından, bidatların çoğalmasından, vezirle müftünün tarikat ehlini himayesinden kaynaklandığı yolunda vaazlarla halkı tahrike başlamışlardır. Ardından Köprülü Mehmed Paşa’nın sadâretinin sekizinci günü Fâtih Camii’nde müezzinler cuma namazı sırasında na‘t-ı şerif okurken Kadızâdeliler bunlara engel olmak için harekete geçtiler, fakat bu teşebbüsleri başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Daha sonra Kadızâdeliler toplanarak İstanbul’da bulunan bütün tekkeleri yıkmaya, rastladıkları dervişlere “tecdîd-i îman” teklif edip kabul etmeyenleri öldürmeye, hep birlikte padişaha gidip bidatları kaldırmak için izin istemeye, selâtin camilerinde tek minare kalacak şekilde diğer minareleri yıkmaya karar vermişlerdir. Ertesi gün ellerinde taşlar ve sopalarla taraftarlarını toplayarak Fâtih Camii’nde bir araya gelmiş, bu durum karşısında sadrazamın elçi gönderip isyancılara nasihat etmesi fayda vermemiştir. Köprülü Mehmed Paşa devrin tanınmış âlimlerini toplayıp Kadızâdeliler hakkındaki görüşlerini sormuş ve meclisin kararını padişaha sunarak Kadızâdeliler’in katli için ferman almıştır. Ancak bu ceza sürgüne çevrilerek hareketin liderleri olan Üstüvânî, Türk Ahmed ve Divane Mustafa Kıbrıs’a sürülmüş, böylece hareketin ikinci safhası sona ermiştir.72 71 Çavuşoğlu, “Kadızâdeliler”, 24/101. 72 Çavuşoğlu, “Kadızâdeliler”, 24/102. 24 1.4. ŞEYHÜLİSLAMLIK VE ŞEYHÜLİSLAMLIK TARİHİ Şeyhülislâm, sözlükte Osmanlı Döneminde din işlerinden sorumlu kişi olarak tanımlanmaktadır.73 Mehmet Erdoğan, “İslam’ın başı, reisi. Başlangıçta halk arasında meydana gelen anlaşmazlık ve ihtilafları ilmen halle muktedir ilmi ve fazileti ile tanınmış en yüksek zevata verilen unvan iken, sonraları resmiyet kazanmış ve sadece müfti ve kadıların ilmiye müntesiplerinin mercii olma üzere Padişah tarafından ifta makamına tayin olunan zat hakkında kullanılır olmuştur” şeklinde tanımlamaktadır.74 Osmanlı hukuku Hanefî fıkhının belirli bir dönemdeki tatbiki olarak kabul edilebilir. 75 Bu hukukun uygulayıcısı ve devletteki temsilcisi ise şeyhülislamdır. Şeyhülislamlığın dini bir müessese haline gelişi Osmanlı devletinin ilk yüzyıllarında olmakla beraber, 16. yüzyılda Osmanlı ilmiye teşkilatını temsil ederek daha geniş yetkiye sahip olmuştur. 17. yüzyılda gelindiğinde ise şeyhülislamlık makamının nüfuzu devlet işlerinde artmış, 19. yüzyılda ise şeyhülislam divan üyesi olmuştur.76 Şeyhülislamlık kavramını “İslam’ın başı reisi” tanımıyla kabul eder ve makamın ilk ortaya çıkışını ve görevlerini inceleyecek olursak Hz. Peygamber’in idaresinde Medine’de kurulan devlete bakmak gerekecektir. Hz. Peygamber devletin yöneticisi olmakla beraber ilk hâkimi ve ilk müftüsüdür. Tarih içerisinde kavramsallaşmış birçok olayın ilk tecrübesi o dönemde yaşanmıştır. Günümüzde şeyhülislamlığın, anladığımız manaya gelene kadar geçirdiği süreçlerden, aktarılan tecrübelerden bahsetmek yerinde olacaktır. Burada tarihçilerin dönem tasnilerine ve tartışma konularına yer vermeden kısa bir tarih özeti yapılacaktır. 73 Kanar, "Şeyhülislam", 550. 74 Erdoğan, "Şeyhu'l-İslam", Fıkıh ve Hukuk Terimleri Sözlüğü, ed. Hüseyin Kahraman (İstanbul: Ensar, 2019), 526. 75 Süleyman Kaya, “Fıkıh Tarihi Bağlamında Osmanlı Tecrübesini Doğru Anlamak”, 1. 76 Mehmet İpşirli, “Şeyhülislam”, TDV İslam Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 2010), 39/92. 25 İslam tarihi Mekke ve Medine dönemleri olarak incelenmekte, hicret bir dönüm noktası sayılmaktadır. Bu dönüm noktası sadece Müslümanların çilelerini azaltan, hür yaşamalarına sebep olan bir kırılma değil aynı zamanda bir devlet oluşumunun ilk adımıdır. Hz. Peygamber’in Medine’ye hicreti ile Mescid-i Nebevi inşaatı, Medine Vesikası gibi günümüzde bir devletin resmîleşmesi için gerekli görülen çalışmaları sahabeler ile tamamlamış ve bir toplum düzeni ortaya konmuştur. Hz. Peygamber döneminde hukuk kuralları tedrici olarak ortaya konmuş, vefatına kadar bu usul devam etmiştir. Aynı zamanda bu durum Kur’an ve sünnetteki esasları yorumlamak, benzer hadiselere tatbik etmek gibi hukuki yorum usulünün tecrübe edilip Müslümanlar arasında gelişmesini sağlamıştır.77 Böylelikle sahabeler, Hz. Peygamber’in vefatı ile hukuki olayları yorumlama ve tatbik etmeye dair bir külliyata sahip olmuşlardır. Medine’de kazâi işlerin çoğalması ile Hz. Peygamber bazı sahabeleri yetkilendirmiş, fetihlerle beraber İslam devletine katılan topraklara valiler tayin ederek onları hukuki işlerden sorumlu tutmuştur.78 Hz. Peygamber’in vefatı ile devlet yönetimi, “Halifeler Dönemi (632-661)” olan dört halifeye sırasıyla intikal etmiştir. Bu dönemlerde pek çok toprak İslam Devlet’i bünyesine katılmıştır. Katılan topraklarla beraber birçok kültür ile karşılaşılmış ve yeni toplumlar, yeni problemleri beraberinde getirmiştir. Bu durumda ortaya çıkan yeni hukuki problemler, o bölgede bulunan hukukçular veya bölgenin yetkilileri tarafından çözülmek üzere hilafet merkezine intikal ettirilmiştir. Halifeler doğrudan devletin hukuki işlemlerinde İslam hukukunun teşekkülünde rol oynamışlardır. Ortaya çıkan hukuki problemlerin halifelere arz edilmesinde, ilk dört halifenin Hz. Peygamber’in bizzat yanında, en yakınında yetişmiş olması gibi özel sebepler bulunmaktadır.79 Burada halifelerin yargı teşkilatına dair yaptıkları düzenlemelerden bahsedilecektir. 77 Prof. Dr. Mehmet Âkif Aydın, Türk Hukuk Tarihi (İstanbul: Beta, 2018), 45. 78 Prof. Dr. Fahrettin Atar, İslam Yargılama Hukukunun Esasları (İstanbul: İFAV, 2013), 62. 79 Aydın, Türk Hukuk Tarihi, 47. 26 Hz. Ebubekir döneminde devletin teşkilatlanması toprakların fazla genişlememiş olması sebebiyle henüz bir yapılanmaya gidilmemiştir. Ancak Hz. Ömer döneminde bürokrasinin daha canlı olduğu görülmektedir. İlk halife döneminde ortaya çıkan hukuki durumlarda sahabeler bir araya gelerek rey ve içtihatlarda bulunarak problemleri çözmüştür. Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer döneminin hukuki açıdan farklarından biri toplu içtihatların yapılmasıdır. Diğer halifeler döneminde de icma sayılabilecek derecede ictihad faaliyetinde bulunmuşsa da dönemlerinin siyasi sebepleri, bu ortamın oluşmasını önemli ölçüde etkilemiştir. Hz. Ömer döneminde hukukçu sahabe görüşlerine verilen önemden dolayı Medine dışına çıkılmamaları istenmiştir. Bu dönemde yargı ile yürütmenin birbirinden ayrılmış, ilk kez İslam devletinin çeşitli bölgelerine idarecilerden ayrı ve bağımsız olarak kadılar atanmıştır.80 Valinin yargı ve yürütme yetkisinin olduğu bazı vilayetlere ilk kez kadı tayin edilerek bir şahsa yargı görevi tedvin edilmiştir. Hz. Osman’ın hilafetine kadar kadılar davalara camilerde, evlerde ve benzeri mekanlarda bakarken bu dönemde davaların bakılacağı dâru’l-kazalar ihdas edilmiştir. 81 İlk dört halifenin devlet yönetimi ve hukuki meselelerde farklı uygulamalara gidildiği görülmemekle beraber hilafetin tabiin dönemi olarak adlandırılan Emeviler Devleti’nde bürokrasinin ağır bastığı bir dönemin başladığı söylenmektedir.82 Devletin adli teşkilat yapısı, kadılık teşkilatı, hisbe teşkilatı ve mezâlim mahkemeleri tarafından yürütülmekteydi. Adli işlerde fakihler arasından seçilen hakimler görevlendirilmişti. Bu dönemde şehirlerde söz sahibi olan valiler, yasama, yürütme, yargı yetkisine sahip olmakla beraber yargı yetkisini kadılara devretmiş ve onların atamasını da kendileri yapmıştır. Hisbe teşkilatı ise çarşı ve pazarları, ölçü ve tartı aletlerini, gıda maddelerini kontrol eder, borçluların borçlarını vaktinde 80 Aydın, Türk Hukuk Tarihi, 48.; Yakut, Şeyhülislamlık Yenileşme Döneminde Devlet ve Din, 22.; Atar, İslam Yargılama Hukukunun Esaslar, 63. 81 Atar, İslam Yargılama Hukukunun Esasları, 63-64. 82 Yakut, Şeyhülislamlık Yenileşme Döneminde Devlet ve Din, 22. 27 ödemelerini sağlardı. Mezâlim mahkemeleri ismini verdikleri üst merci mahkemelerde, nüfuzlu kişilerin haksızlık yapmalarını engellemek amacıyla kurularak kadıların aciz kaldıkları davaları halifelere, valilere veya vekalet sahibi kadı’l-mezalim başkanlığına devrederdi. Böylelikle davaların çözümü sağlanırdı.83 Bu dönemde kadı’l-mescidler (mescit kadıları) olarak bilinen, alacak ve nafaka davalarına bakmak üzere mekanlar oluşturulmuştu. Bazı kadılara yargı görevinin yanı sıra hatiplik, vaizlik gibi görevler de verilmişti. Emevî Devleti’nin sonlarına doğru bazı mahkemelerde yargı kararları kaydedilmeye başlandı ve mezâlim mahkemesi, hisbe ve şurta teşkilatları da belirlenen esas ve yetkiler dahilinde yargı görevini ifa etti.84 Emevî Devleti ardından kurulan Abbâsi Devleti’nde (750-1258) yargı teşkilatına dair bazı değişiklikler yapılmıştır. Bu dönemde kadılar, valinin hukuki katipliğinden çıkarılıp halifeliğin sorumluluğuna verilmiştir. Böylelikle kadılar siyasi otoriteye bağlanmış ve bağımsızlık hareket etmeleri kısıtlanmıştır.85 Abbasi Devleti’nde diğer teşkilatlardan farklı olarak karşımıza kadı’l-kudât müessesi çıkmaktadır. Kâdi’l-kudât, III. (IX.) yüzyılın sonlarına kadar başşehrin kadısının unvanı iken sonrasında bölgenin yargı teşkilatının üst yöneticisinin unvanı olarak kullanılmaya başlanmıştır. “Kâdı’l-memâlik, kâdı’l-âfâk, el-kâdı’l-kebîr” gibi unvanlar da aynı anlamda kullanılmıştır. İlk kez Abbasî devletinde kurulan bu teşkilat, birçok İslam devletinde de devam etmiştir.86 83 İsmail Yiğit, “Emevîler”, TDV İslam Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları 1995), 11/96. 84 Atar, İslam Yargılama Hukukunun Esasları, 64. 85 Yakut, Şeyhülislamlık Yenileşme Döneminde Devlet ve Din, 23. 86 Şükrü Özen, “Kâdı’l-Kudât”, TDV İslam Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 2001), 24/77.; M. Akif Aydın, Osmanlı Devleti’nde Hukuk ve Adalet (İstanbul: Klasik, 2017), 42. 28 Kâdîl-Kudât, sözlükte baş kadı anlamına gelmektedir. “Hukuk davaları ile şer’i ahkâmı hal ve fasl, velileri, vâsileri nasb, evkaf işlerini görmek, kendi yerine naibler atamak gibi konularda ulu’l-emr tarafından yetkili kılınmış en yüksek hâkimdir.”87 Bu makamdaki insanlar halifeyi temsil ederler. Aynı dönemde Endülüs Emesilerinde (756-1031) Kadı’l-Cünd adında, vali tarafından atanan bir görevli bulunmaktadır. Onların cuma namazı kıldırmak, vakıfların, beytü’l-malın işleyişini denetlemek, evlilik-boşanma, miras ve mülkiyet gibi muâmelât konularında davalara bakmak gibi görevleri söz konusuydu. Fatımiler Devleti’nde (909-1171) ise diğer devletlerden farklı olarak, vezirlik görevindeki kişiler kâdi’l-kudâtlık yaparak yargı, dini ve siyasi yetkiye sahip olmuşlardır. Eyyûbî Devleti’nde (1171-1462) adliye teşkilatının başında, sultanlar tarafından atanan kâdi’l-kudât bulunmaktadır. Onların da davaları karara bağlamak, kararların uygulanmasını sağlamak gibi hukuki yetkileri söz konusuydu. Bu görevdeki kişiler halifenin vekili olduğu için şeri emirlerin yerine getirilmesini sağlarlardı. Bu sebeple de kâdi’l-kudât, dini alanda dönemin en yüksek makamıydı. Fetvâ vermekle yükümlü kişiler şeyhülislam olarak anılmaktaydı. 88 Eyyûbi Devleti’ne kadar yetkili tek bir kâdi’l-kudât varken, mezheplerin ortaya çıkışı ve toprakların genişlemesiyle Memlük Devleti’nde (1250-1517) dört mezhep için dört ayrı kâdi’l-kudât atanmıştı. Kâdi’lkudâtlık, devlet teşkilatı içerisinde de makam olarak en yüksek dini makam sayılıyordu. Onlar hukuki işlere, davalara bakmak ve sonuçlandırmakla görevliydiler. Şeri işler hakkında fetvâ vermekle yükümlü her mezhep için farklı müftüler devlet tarafından görevlendirilmekteydi. Büyük Selçuklu Devleti’nin (1040-1194) hukuki yapısı şer’i ve örfi olarak iki kola ayrılmakta ve şer’i davalarla kadılar, örfi davalarla emir-i dâd adlı görevliler ilgilenmekteydi. Büyük Selçuklu Devleti’ne bağlı olan, sonrasında bağımsızlığını kazanan Kirman Selçukluları’nda ulema sınıfından şeyhülislam unvanı taşıyan bir kişi 87 Erdoğan, "Kâdîl-Kudat", 284. 88 Yakut, Şeyhülislamlık Yenileşme Döneminde Devlet ve Din, 22-23. 29 devlet yapılanmasında görev almaktaydı. Yine Büyük Selçuklu’nun batı kolu olarak bilinen Anadolu Selçuklu Devleti’nde (1074-1277) şer’i ve hukuki işlerde kadılar ilgilenmekteydi. İlmiyye sınıfının başı olan kâdi’l-kudât dönemin Konya kadısı olmakla beraber şehirlerde ders veren müderrislerin başı olarak gösterilmiş ve şeyhülislamlık unvanı verilmiştir. Devlet içerisinde fetvâ verme yetkisi sadece şeyhülislamda değil dönemin müderrislerine de aitti. Başkentte görevli şeyhülislam dini ve ilmi tartışmaları, içtihatlarda fetvâ farklılıklarını çözmekteydi.89 İran Safevî Devleti’nde de görevli şeyhülislamlar bulunmakta ve bu unvan şehir müftüleri için kullanılmaktaydı. 90 Şeyhülislamlık sadaret makamının altında yer almakla beraber görevdeki kişilerin hal ve tavırları görevlendirmede etkiliydi. Cuma imamlığı, yetim malların kontrolü gibi sorumlulukları da vardı. Devlet içerisinde dini makamların en üstü “sadr” unvanındaki kişilerdi. Bu kişinin şeyhülislam ve baş kadıları atama yetkisi olmakla beraber dini vakıflarla da ilgilenmekteydi. Ancak ana görevi Şii propagandasını yönetmekti.91 Osmanlı devletinde kendisine soru sorulan, şer’i ve hukukî meselelere dair dini hükümlere uyarak karar veren zata müftü, verilen karara fetvâ deniyordu. Müftü kendisinden istenen fetvâyı Hanefî mezhebinin muteber metinlerinden olan el-Muhtâr ve el-İhtiyâr, Kenzü’d-dekâik, Vikâyetü’r-rivâye fî mesâili’l-Hidâye, Mecmau’lbahreyn ve mülteka’n- neyyireyn, Muhtasaru’l-Kudûrî eserlerinden ve bu eserlerin şerh ve haşiyelerinden yanı zamanda diğer Hanefî eserlerine müracaat ederek vermekteydi.92 89 Yakut, Şeyhülislamlık Yenileşme Döneminde Devlet ve Din, 24,25. 90 Yakut, Şeyhülislamlık Yenileşme Döneminde Devlet ve Din, 25. 91 Yakut, Şeyhülislamlık Yenileşme Döneminde Devlet ve Din, 26. 92 Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Osmanlı Devleti'nin İlmiyye Teşkilatı (Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1988), 173. 30 Osmanlıda Şeyhülislamlık makamının ortaya çıkışı, ilk şeyhülislamlar ile ilgili farklı fikirler öne sürülmekle beraber günümüzde anladığımız şeyhülislamlık makamının kuruluşu Fatih dönemidir. Makamın çıkışının Fatih dönemine dayandırılmasının sebebi şeyhülislamın görevlerde bağımsız olmasıdır. II. Murad döneminde fetvâ vermekle yükümlü makam bulunmakta ancak diğer görevlerinde bağımsız değildi. Fetvâ veren alimler, müftî ve şeyhülislam unvanlarını alarak resmiyet kazanmıştır.93 Bunlardan biri de Osmanlı devletinin ilk şeyhülislamı olarak bilinen Molla Fenarî’dir. İlmi faaliyetleriyle Sultan İkinci Murat Han’ın iltifat ve teveccühlerine de mazhar olan Molla Fenârî, sultan tarafından müftîlik ve kadılık makamının en yüksek derecesi olan şeyhülislamlık vazifesine tayin edilerek, Osmanlı Devleti’nin ilk şeyhülislamı olmuştur. Şeyhülislamlığın en yüksek hukuki ve dini makam olması Zenbilli Ali Efendi (öl. 932/1526), İbn Kemâl (öl. 940/1574) ve Ebussuud Efendi (öl. 982/1574) devirlerinde gerçekleşmiştir.94 Devletin baş müftüsü olan şeyhülislam, 16. yüzyıldan itibaren ilmiye sınıfının başı olarak kabul edilmiştir. O, hiyerarşinin en başı olması sebebiyle hukuki ayrılıklarda da son sözü söylemek, ihtilafları meselelerde ortak bir bağlam bularak toplumsal düzeni sağlamaktaydı.95 Osmanlı şeyhülislamları sadece birer hukukçu değil aynı zamanda tarihçi, edebiyatçı, biyografi yazarıydı. Şeyhülislam Karaçelebizâde (öl.1658), Şeyhülislam Çelebizâde İsmail Asım (öl.1760), Kazasker Mehmed Râşid (öl.1735), müderris Çeşmizâde Mustafa Reşid (öl.1770), kaza kadısı Şemdanizâde Süleyman (öl.1779) önemli tarihçilerdendir.96 93 İlhami Yurdakul- Bilgin Aydın, “Şeyhülislamlık Kurumunun Tarihçesi, Kaynaklar ve İlgili Literatür”, Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi 12/23 (ts.), 380. 94 Murat Akgündüz, “Osmanlı Devleti’nde Şeyhülislamlık”, Ağa Kapısından Şeyhülislamlığa: İstanbul Müftülüğü (Ankara: TDV Yayınları, 2019), 15-16. 95 Suraıya Faroqhı (ed.), Türkiye Tarihi, 3/260. 96 Suraıya Faroqhı (ed.), Türkiye Tarihi, 3/261. 31 1.4.1. Şeyhülislamlık Tayini Osmanlı devletinde beş asır boyunca yüz otuz bir müftü ve şeyhülislam görev yaptığı kaydedilir. Devlet içerisinde göreve atanmaları padişah tarafından olmakla beraber vezir-i azamın etkisi de büyüktü. Padişah zaman zaman kimsenin görüşünü almadan da atama yapmaktaydı. 97 Ebussuud Efendi’ye kadar Şeyhülislam atamalarında kesin belirlenen bir ilke olmadığı görülür. Bursa, İstanbul kadılığı, Anadolu kazaskerliği ya da müderrislik görevlerinde bulunan kişiler göreve uygun görülüp şeyhülislamlık makamına getirilirdi. 16. yüzyılda şeyhülislamların göreve gelişi belirli bir tahsil ve görev hayatı olan ilim adamlarından seçilmesiyle beraber Rumeli kazaskerliği yapanlar arasından getirildiği görülmektedir. Şeyhülislamlarda ilmi ve hukuki tecrübeleri dışında siyasi ve idari uyum önemsenmiş, padişah ve sadrazamlar kendilerine destek olacak kişileri seçmeyi tercih etmiştir. 98 17. yüzyıl itibariyle, değişim ve yeniklere uyum sağlayabilecek şeyhülislamların seçildiği kaynaklarda ifade edilir.99 Şeyhülislamlık süreci ilk olarak Mahrec adı verilen Halep, Eyüp, Galata, İzmir, Kudüs, Selanik, Üsküdar ve Yenişehir kadısı olmak ile başlamaktadır. Ardından Erbaa olarak bilinen Şam, Kahire, Bursa ve Edirne kadısı, Haremeyn kadısı, İstanbul kadısı, büyük mevleviyetler, Anadolu kazaskeri ve son olarak Rumeli kazaskerliğidir. Buradaki görevini de tamamlayanlar arasından şeyhülislam atanırdı.100 Şeyhülislam olacak kişi belirlendikten sonra vezir-i azam o kişi hakkındaki arizayı101 padişaha sunar, o da dönemin sadaret kaymakamı şeyhülislamın konağına tebrike gönderirdi. Sonrasında saraya gidilir padişah o kişiye şeyhülislam olarak 97 İpşirli, “Şeyhülislam”, 39/93. 98 Yakut, Şeyhülislamlık Yenileşme Döneminde Devlet ve Din, 31. İpşirli, “Şeyhülislam”, 39/92-93. 99 İpşirli, “Şeyhülislam”, 39/95. 100 Faroqhı (ed.), Türkiye Tarihi,.263/3 101 Alt rütbeliden üste yazılan yazı. 32 atadığını bildirir, aday kabul ettiği takdirde şeyhülislama samur kürklü bir hil’at giydirirdi. Bir gün sonra vezir-i azam hediyeler gönderir, eyalet paşalarının kapı kethüdaları yeni şeyhülislamı ziyaret ederek tebrik ve hediyelerini sunardı.102 Aynı zamanda bu tayinler ruus defterlerine kaydedilmekteydi. Bu tayinler “müftîlik”, “hizmet-i fetvâ”, “hizmet-i fetvâ der İstanbul”, “fetvâ-yı şerîf der İstanbul” gibi başlıklar altında kaydedilmekteydi. 103 1.4.2. Şeyhülislamların Vazifeleri Osmanlı Devleti içerisinde ulema sınıfının görevleri yargı, fetvâ, eğitim ve öğretim olmak üzere üç ana görevden oluşmaktaydı. Sivil idarenin en küçük birimi olarak tanımlanan kazanın temsilcisi kadılar, 104 müderrisler, müftüler bu görevleri yerine getiren devlet memurlarıydı. Şeyhülislamların fetvâ vermek, ilmiye sınıfını denetlemek, devletin eğitim faaliyetlerinde söz sahibi olmak gibi görevleri vardır. Osmanlı devletinin ilk yıllarında idari faaliyetlerinde ilmiye teşkilatı içindeki atamaları yapması dışında bir faaliyeti söz konusu olmamıştır. Divan-ı Hümayunun asıl üyeleri arasında sayılmamaktadır. Bunun sebepleri arasında ilk dönem devlet yöneticilerinin ulemadan olması ve şeriatla örfi hukuku birleştirmeleriyle divanda ayrı bir dini otoriteye ihtiyaç duyulmaması yer almaktadır. Divan içerisinde yargı kadrosunun başları olarak şeriatla ilgili soruları çözen Rumeli ve Anadolu kazaskerleriydi. Aynı zamanda şeyhülislamın manevi bir otorite olması sebebiyle vezir-i azamın hareketlerini kısıtlayabileceği fikri de divan dışında tutulmasının sebebi olarak görülmüştür. Şeyhülislam devlet yönetiminin merkezi olan divanlarda bulunmamakla beraber zaman zaman şeri bir sorunun çözümü ya da yanlış bir kararın düzeltilmesi için davet edilmekteydi. Bununla beraber 17. yüzyılda devletin sorunlarının görüşüldüğü meşveretlere katıldıkları ve etkili bir rol aldıkları görülür. Yaşanan ekonomik krizler sebebiyle ortaya çıkan bütçe açıklarının Akgündüz, “Osmanlı Devletinde Şeyhülislamlık”, 16.; Yakut, Şeyhülislamlık Yenileşme Döneminde Devlet ve Din, 31.; İpşirli, “Şeyhülislam”, 39/94. 102 103 Yurdakul-Aydın, “Şeyhülislamlık Kurumunun Tarihçesi, Kaynaklar ve İlgili Literatür”, 389. 104 Schacht, İslam Hukukuna Giriş, çev. Mehmet Dağ, Abdulkadir Şener, 100. 33 kapatılması amacıyla düzenlenen meşveretlerde veziri azam, kaptan paşa, defterdar ve sadreyn efendilerle (Rumeli ve Anadolu kazaskerleri) beraber şeyhülislamlar da bu meşveretlerde bulunmuştur.105 Şeyhülislamların temel görevleri, kendilerine sorulan dini, siyasi ve idari konularda İslam hukukuna özellikle Hanefî fıkhına uygun fetvâ vermekti.106 Fetvâlar özel ve genel olarak ikiye ayrılmaktadır. Özel fetvâlar halktan kişilerin şer’i bir konu hakkındaki sorularının çözümü için fetvâhaneye başvurarak aldıkları fetvâlardır. Genel fetvâlar ise padişahın ve veziriazamın istekleri üzerine verilen fetvâlardır. Genel fetvâların en önemlileri, kanunların şerileşmesine dair olan fetvâlardır. Osmanlı Devleti’nde kanunlar şeriatla uyumlu olmaları açısından şeyhülislama başvurularak görüşleri alınırdı. Özellikle toprak ve vergi hukukuyla ilgili örfi kanunların, şeyhülislamlardan alınan fetvâlarla uygun hale getirildiği bilinmektedir. Bununla beraber devlet içerisindeki örfi hukuk metinleri olarak sayılan kanunnamelerin şeyhülislam tarafından onaylanması zorunlu değildi. Genel fetvâlar arasında padişahın savaş, barış gibi ülkeyi ilgilendiren konularda şeyhülislamlardan istedikleri fetvâlar da vardı.107 16. yüzyıla kadar idari görevleri müftü tayinleri ile sınırlı olmakla beraber sonrasında kadı ve müderrislerin tayin, terfi işlemleri de şeyhülislamlar tarafından tayin edilmektedir. 16. yüzyılın ilk yarısından itibaren şeyhülislamların görevleri arasına Bayezid medresesi müderrisliği ve Sultan Bayezid evkafı nazırlığı eklenmiştir. Sonrasında ise kadıaskerlerin, yüksel rütbeli müderrislerin, mevalilerin ve tarikat şeyhlerinin tayin ve azilleriyle ilgilenmeleri de eklenmiştir.108 105 İnalcık, Devlet-i’Aliyye, 2/296. İpşirli, “Şeyhülislam”, 39/95. 106 İpşirli, “Şeyhülislam”, 39/94. 107 Yakut, Şeyhülislamlık Yenileşme Döneminde Devlet ve Din, 33-35. 108 Yurdakul-Aydın, “Şeyhülislamlık Kurumunun Tarihçesi, Kaynaklar ve İlgili Literatür”, 380. Akgündüz, “Osmanlı Devleti’nde Şeyhülislamlık”, Ağa Kapısından Şeyhülislamlığa: İstanbul Müftülüğü (Ankara: TDV Yayınları, 2019), 18. 34 16. yüzyılda baş müftü ve İstanbul müftüsü olarak da bilinen şeyhülislama özel yetkiler verilmiştir. Şeyhülislam devletin en yüksek memurlarından olmasıyla beraber, uygulanacak kanunların şeri hukuka uygun olmasında ve kadıların faaliyetlerinin kontrol edilmesinde görevlendirilmiştir. 109 16. yüzyılın sonlarından itibaren ulema sınıfındaki hiyerarşik yapılanmanın en üstünde yer almaya başlamış, yüksek rütbeli müderris ve kadıları veziri azam atarken 1574 yılı itibariyle şeyhülislamlar tarafından atanmaya başlanmıştır. Bu durum, şeyhülislamı doğrudan bürokrasinin içine soktuğu ve teşkilatı yeniden şekillendirmesi yönünde değerlendirilir. Medreselerde görev yapan müderrislerin tayinleri ise sadrazam ve kazaskerler tarafından yapılırken, Ebussuûd Efendi dönemiyle beraber kırk akçeden fazla yevmiye alan müderrislikler ve mevleviyet kadılıklarının atamaları şeyhülislamlar tarafından yapılmıştır. Müderristen, Rumeli Kazaskerine kadar ilmiye mensuplarının atamaları ve azillerinden şeyhülislamlar sorumlu tutulmuştur.110 Yapılan atamaların yanında müderrislerin terfi işlemleri, kadıların görev sürelerini uzatma, bazı kazaların arpalık olarak kadılara verilmesi gibi işlemlerle de ilgilenirdi. Aynı zamanda halkın dini görevlerini yerine getirmesinde yardımcı olan imam, hatip, müezzin gibi din görevlilerin atamaları da bağlı oldukları vakıfların mütevellisi şeyhülislama başvururdu. 111 Mevleviyyet 112 tayinlerinin yetkisi de zamanla şeyhülislamlara verilmiştir. 17. yüzyıldan itibaren hekimbaşı, müneccimbaşı ve dergahlara şeyh tayinleri gibi ilmiye sınıfının bütün tayinleri şeyhülislamlar tarafından yapılmaktaydı.113 Şeyhülislamların asli görevinin fetvâ vermek olduğunu yukarıda belirtmiştik. Fetvâlar, fetvâhanede verilmekteydi. Fetvâhane kurumu, halktan kişilerin yazılı, sözlü 109 Joseph Schacht, İslam Hukukuna Giriş, çev. Mehmet Dağ, Abdulkadir Şener (Ankara: Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, 1986), 98. 110 Akgündüz, “Osmanlı Devletinde Şeyhülislamlık”, 22.; Yurdakul-Aydın, “Şeyhülislamlık Kurumunun Tarihçesi, Kaynaklar ve İlgili Literatür”, 388. 111 Akgündüz, “Osmanlı Devletinde Şeyhülislamlık”, 23. 112 Eyalet kadılığı. 113 İpşirli, “Şeyhülislam”, 39/94. 35 fetvâ taleplerine yanıt veren, başında “Fetvâ Emini” adlı görevlinin bulunduğu bir devlet kurumudur. Fetvâ emini, şeyhülislama yöneltilen soruların fetvâlarını hazırlar, dilekçeyle sorulan sorulara cevap verir, şer‘iyye mahkemelerinden verilen ilamları incelerdi. Fetvâ emini, İslam hukukunu iyi bilen, güvenilir ve bilgili kimseler arasından atanırdı. 1836 yılına kadar fetvâhanelerde görevli olarak şeyhülislam, fetvâ emini ve memurlar bulunmaktadır. 114 Bu memurlardan biri sorulan sorularla ilgili fetvâları kitaplardan çıkarıp kaleme alan müsevvidlerdir.115 Aynı zamanda kethüda, telhisci, mektupçu görevlileri de bulunurdu. Kethüda, şeyhülislamın siyasi, mali işlerinde ve vakıf işlemlerinde vekili konumunda olur, onun adına hareket ederdi. Telhisçi, hukuka, dini işlere, kanunlara ait işlemlerinde devlet erkanıyla temasını sağlar. Mektupçu ise şeyhülislamın makamından çıkan buyrultu, tayin rüûsu, berat ve icazetnameleri yazan katiplerin başkanı konumundaydı. Ayrıca şeyhülislamın fetvâlarının altına basılan mührü taşıdığından şeyhülislam mühürdarı olarak da bilinirdi.116 Fetvâlar, uzun rulo kağıtlara ta’lik hattıyla yazılır, baş taraftaki dua cümlesinden sonra soru ve cevap kısmı gelir en sonunda da imza bulunurdu.117 Fetvâların verilmesi şu şekilde gerçekleşmektedir: Mesele olarak adlandırılan fetvâlar, fetvâ emini kontrolünden geçtikten sonra mübeyyizler tarafından beyaza çekilip şeyhülislama sunulur. Şeyhülislamın incelemelerinden sonra cevap kısımlarını imzalar, imzalanan fetvâlar müvezziler tarafından fetvâyı isteyen kişiye ulaştırılırdı. Fetvâ karşılığında verilen paranın bir kısmı fetvâ emininin olup kalanı diğer memurlara paylaştırılırdı.118 114 Yurdakul- Aydın, “Şeyhülislamlık Kurumunun Tarihçesi, Kaynaklar ve İlgili Literatür”, 383. 115 Karalama, taslak yapan kimse. Akgündüz, “Osmanlı Devletinde Şeyhülislamlık”, 18.; Yakut, Şeyhülislamlık Yenileşme Döneminde Devlet ve Din, 33. 116 117 Akgündüz, “Osmanlı Devleti’nde Şeyhülislamlık”, 21. Akgündüz, “Osmanlı Devletinde Şeyhülislamlık”, 20.; Yakut, Şeyhülislamlık Yenileşme Döneminde Devlet ve Din, 32. 118 36 1.4.3. Şeyhülislamların Görev Süreleri Devlet tecrübesinde şeyhülislam azilleri genel olarak siyasi olaylardan kaynaklandığı görülür. Sadrazamla olan anlaşmazlık, uyumsuzluk, isyanlara dolaylı karışma, taraf tutma, ekonomik ve mali konularda muhalefet ya da görevde ihmal gibi sebeplerden kaynaklanmaktadır. Osmanlı devletinde 1424-1574 yıllarında on beş müftü ve şeyhülislam görev yapmış, 1575-1730 yıllarında kırk üç, 1730-1880 yılları arasında ise elli sekiz şeyhülislam görevde bulunduğu kaydedilmektedir.119 Görev sürelerine dair belirli bir tayin olmamakla beraber devletin ilk yıllarında görev ömür boyu yapılmaktaydı. Ancak Kânûnî Sultan Süleyman devrinde Muhyiddin Arabî ve Mevlânâ Celaleddin Rûmî hakkında ağır sözler söylemiş Çivizâde Muhyiddin Efendi (öl. 954/1547) padişah tarafından azledilerek tarihte ilk kez azledilen şeyhülislam olmuştur.120 XVI. Yüzyılın sonlarına doğru şeyhülislamlar ard arda azledilmiş, ömür boyu görev yapma hakkını kaybetmiştir.121 En uzun Şeyhülislamlık görevini ifa eden Ebussuud Efendi’dir. Yirmi sekiz sene on bir ay makamda görev yapmıştır. 122 Diğer uzun süre görevde bulunan şeyhülislamlar ise, Fahrüddin-i Acemi Efendi (865/1460-61) yirmi dokuz yıl, Zenbilli Ali Efendi (932/1526) yirmi üç yıl, Molla Hüsrev Mehmed Efendi (885/1480) yirmi yıldır. Uzun süre görevde kalan şeyhülislamlar olduğu gibi kısa sürede görevden ayrılan şeyhülislamlar da olmuştur. IV. Mehmed döneminde yaşanan iç karışıklıklar ile çok fazla şeyhülislam göreve gelmiş ve aynı şekilde azledilmiştir. On üç saat 119 İpşirli, “Şeyhülislam”, 39/93. 120 Akgündüz, “Osmanlı Devleti’nde Şeyhülislamlık”, 16. İpşirli, “Şeyhülislam”, 39/92. 121 Suraıya Faroqhı (ed.), Türkiye Tarihi, 3/260. 122 Akgündüz, “Osmanlı Devleti’nde Şeyhülislamlık”, 16. 37 görevde kalan Memekzâde Mustafa Efendi (1066/1656) IV. Mehmed dönemi şeyhülislamlarındandır. 1.4.4. Şeyhülislam Maaşları Şeyhülislamlar devlet erkanı arasında en yüksek maaş verilenler arasındadır. Padişahların hazineden verdikleri günlük ödeneklerle beraber 16. Yüzyılda gelirlerine arpalıklar da eklenmiştir. 123 17. ve 18. yüzyılda ise görevden alınan ya da emekliye ayrılan ve göreve yeni atanan memurlara bir çeşit ödenek olan arpalıklar, ilmi memuriyetlere atama yapmaları sırasında göreve atanan kişilerden aldıkları tayinat bedeli olan “bohça beha”, padişahların tahta çıktıklarında dağıttıkları cülus bahşişleri gelir kaynakları arasında sayılmaktadır. Aynı zamanda ulaşımlarının sağlanması için kayık tahsisi de yapılmaktadır. Bohça beha gelirleri 1838 yılına kadar çeşitli artışlarla devam etmiş, 1838 yılında kaldırılmıştır.124 Diğer bölümde 27. yüzyıl IV. Mehmed dönemi şeyhülislamların hayatlarına ve çalışmalarına kısaca değinilecektir. Tezin ana konusu Şeyhülislam Bâlîzâde Mustafa Efendi’nin hayatı, eserleri ve ilmi şahsiyeti ile ilgili bilgiler verilecektir. 1.4.5. IV. Mehmed Dönemi Şeyhülislamları IV. Mehmed döneminde şeyhülislamlık makamında on altı şeyhülislam görevde bulunmuştur.125 Bu şeyhülislamlardan ikisi ölüm on dördü azil sebebiyle ayrılmıştır. Ebû Said Efendi (1593-1662 ve Mehmed Bahaî Efendi (1595-1654) IV. Mehmed döneminde iki kere şeyhülislamlık makamına getirilmişlerdir. Otuz dokuz yıl padişahlık makamında bulunan IV. Mehmed dönemindeki şeyhülislamlar sırası ile şöyledir: 123 İpşirli, “Şeyhülislam”, 39/93. 124 Yakut, Şeyhülislamlık Yenileşme Döneminde Devlet ve Din, 42.; Yurdakul-Aydın, “Şeyhülislamlık Kurumunun Tarihçesi, Kaynaklar ve İlgili Literatür”, 381. İpşirli, “Şeyhülislam”, 39/93. 125 Yakut, Şeyhülislamlık Yenileşme Döneminde Devlet ve Din, 243. 38 Ebû Said Mehmed Efendi “Esad Efendizâde” (1593-1662) Abdürrahim Efendi (?-1656) Mehmed Bahaî Efendi (1595-1654) Abdûlazîz Efendi “Karaçelebizâde”(1591-1658) Abdurrahmân Efendi (1594-1670) Memekzâde Mustafa Efendi (?-1656) Hocazâde Mesûd Efendi (?-1656) Hanefî Mehmed Efendi (?-1658) Bâlîzâde Mustafa Efendi (?-1656) Bolevi Mustafa Efendi (1591-1675) Esîrî Mehmed Efendi (?-1681), Es-Seyyid Mehmed Emîn Efendi (?-1665), Minkârîzâde Yahyâ Efendi (1608-1678) Çatalcalı Ali Efendi (1631-1692) Ankaravî Mehmed Efendi (1619-1687), Mehmed Efendi “Debbâğzâde”(?-1703). 39 İKİNCİ BÖLÜM 2. BÂLÎZÂDE MUSTAFA EFENDİ’NİN HAYATI, İLMİ ŞAHSİYETİ VE ESERLERİ 2.1. BÂLÎZÂDE MUSTAFA EFENDİ’NİN HAYATI 2.1.1. Ailesi ve Tahsili IV. Mehmed döneminde şeyhülislamlık makamında görev yapan Bâlîzâde Mustafa Efendi126 Hanefî fakihi ve faziletli bir zat olarak nitelendirilir.127 Kendisinden mecma‘-ı ‘ulemâ-yı a’lâm ve menba‘-ı fuzalâ-yı enâm olup kubbetü’l-İslâm ve madreb-i hıyâm-ı selâtîn-fihâm olan Kostantıniyye-i mahmiyyendedür şeklinde bahsedilir. 128 Bâlîzâde’nin aslen Kastamonulu olduğu ancak İstanbul’da doğduğu kaydedilir. 129 Bu kayıt dışında Bâlîzâde’nin künyesinde el-İstanbûli yer aldığından dolayı İstanbullu olduğu da söylenmektedir.130 İncelemelerimiz sonucunda Bâlîzâde Mustafa Efendi’nin doğum tarihi ile ilgili bir malumata rastlayamadık ancak kendi döneminde yaşamış diğer şeyhülislamların müderris tayin edildikleri yaşlar yirmi beş ile otuzlu yaşlar arasındadır. Kendisinin ilk müderrisliği 1025/1616 yılı itibariyledir. Yirmi beş yaşında müderris olarak atandığını düşünürsek hicri 1000’li yıllarda doğduğu söylenebilir. 126 Mehmed Süreyya, Sicilli Osmanî (İstanbul: Sebil Yayınevi, 1988), 2/266. 127 Hayreddin ez-Ziriklî, el-Aʿlâm: Ḳāmûsü terâcim (Kahire: Dâr’ul-âlem li'l-Melâyîn, 1997), 7/234. 128 Şeyhi Mehmed Efendi, Vekâyi’u’l-fuzalâ (İstanbul: Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı Yayınları, 2018), 1/855. 129 Bâlîzâde Mustafa Efendi, Haşiye ala Şerhi’l-Miftâh li-Seyyid Şerif (İstanbul: Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi, Bağdatlı Vehbi,1776), 39a.; Ahmet Özel, Hanefî Fıkıh Alimleri ve Diğer Mezheplerin Meşhurları (Ankara: TDV, 2017), 307. 130 Bursalı Mehmed Tahir Efendi, Osmanlı Müellifleri 1299/1915, sad. A. Fikri Yavuz-İsmail Özen, (İstanbul: Meral Yayınları), 289. 40 Babası mahalle imamlığı görevini yapan Bâlî Efendi’dir. Dedesinin ismi ise Süleyman’dır. Kendisi eserlerinin sonunda künyesini “Mustafa b. Bâlî b. Süleyman b. Yusuf” olarak vermektedir.131 Mustafa Bâlîzâde Efendi ilk tahsilini babasının yanında tamamladıktan sonra Şeyhülislam Hocazâde Mehmed Efendi'ye intisap etmiş, tedrisatını tamamladıktan sonra mülazımı olmuştur. 132 Ardından müderrislik, kadılık ve son olarak şeyhülislamlık görevlerinde bulunmuştur. Görevleri ile ilgili detaylı bilgiler sonraki bölümde verilecektir. Şeyhülislamlık görevinde bulunan Mustafa Bâlîzâde, 1073/1663 yılında vefat etmiş, Sütlüce'ye defnedilmiştir. 133 Diğer bölüm içerisinde görevleri, ilmi kişiliği, hocası ve eserleri hakkında bilgiler verilecektir. 2.1.2. Görevleri Bâlîzâde Hocazâde’nin yanında tedrisatını tamamladıktan sonra hocasının vesilesi ile müderrisliğe başlamıştır. Onun müderrislik yaptığı medreseler sırasıyla; Cemâziyelahir 1025/1616 yılında Süçâ‘ Efendi yerine Sitti Hatun Medresesi’ne 134, 131 Bâlîzâde Mustafa Efendi., el-Feraid fi Halli’l-Mesaili ve’l-Fevaid ve’l-Kavaid. (İstanbul: Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi, Hasan Hüsnü Paşa, 515), 567a. 132 Şeyhi, Vekâyi’u’l-fuzalâ, 1/855. “Mülazım” medrese tahsilini bitirip icazet alanlar hakkında kullanılan bir tabirdir. Mülazımların adları, Rûznamçe-i Divan-ı Hümayun adı verilen bir deftere kaydolunurdu. Yedi seneden ibaret olan mülazımlık müddetini dolduranlar “rüûs” imtihanına girerler, başarılı olanlar “İbtidâ-i hâriç rüûsu” ile müdderis olarak tayin edilirlerdi. İmtihanda başarılı olamayanlar veya başarılı olup da kendi istekleriyle müderris olmak istemeyenler “Kâdı” olurlardı. Talebenin mevaliye intisap etmesi ile başlardı. Sonrasında talebe hocanın derslerine katılır muid olarak hizmet ederdi. Buna mukabil mevali talebenin ilmi kifayetini tasdik edip kendisine mülazemet verir. Bu mülazemet ile talebe mansıb almak üzere kazasker divanına gidip ismini kaydettirmeye hak kazanırdı. Abdurrahman Atçıl, Erken Modern Osmanlı İmparatorluğu’nda Alimler ve Sultanlar (İstanbul: Klasik, 2019), 108. 133 Ömer Rıza Kehhâle, Mu’cemü’l-Mü’ellifîn (Beyrut: Mektebet’ül-Müsenna, ts.), 11/254.; Ziriklî, elA‘lâm, 7/234.; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, 4/47. 134 Mescit, sekizinci Şeyhülislam Zembilli Ali Efendi’nin kızı Sitti Hatun için inşa edilmiştir. Yapının kesin tarihi bilinmemektedir. Minberini Ağazade Mehmet Efendi koydurarak mescidi camiye çevirtmiştir. Mescidin bahçesinde Mehmet Efendi’nin müderrislik yaptığı bir medrese bulunmaktaydı. 41 Muharrem 1029/1619’da İbrahim Efendi yerine Mesih Paşa medresesine 135 , Safer 1030/1621’da Öreke Mustafa Efendi yerine İbrahim Paşa-yı ‘Atik Medresesi’ne136, Şaban h. 1030/1621 Hâce Mehemmed Efendi yerine Osman Paşa Medresesi’ne, Şaban 1032/1623’de Hamza Efendi yerine Ayşe Sultan Medresesi’ne, Cemâziyelevvel 1033/1624’te İbrahim Efendi yerine Sahn-ı Seman Medresesi’ne137, Cemaziyelahir 1035/1626’te Müzellef Ahmet Efendi yerine Edirne Sultan Bayezid Medresesi’nde müderris olmuştur138 Rebiülevvel 1037/1627 görevinden azledilmiş ve yerine Fazlı Efendi geçmiştir. Daha sonra Zilkâde 1040/1631 yılında Ser-mahfil-zâde Mehemmed Efendi yerine Hâkâniyye-i Vefâ medresesinde göreve başlamıştır.139 Müderrislik sonrası kadılık görevinde bulunmak için Rebiülevvel 1042/1633’te Şükrullah Efendi yerine Medine-i Münevvere kazâsı görevi verilmiştir. 1045/1635 yılında azledilmiş ve görevi Hanefî Mehmed Efendi’ye verilmiştir. Resmi hizmet sonunda İstanbul'a dönmüş ve dört yıl herhangi bir vazifede yer almamıştır. 10491051/1639-1641 Muharrem ayında Seyfizâde Abdurrahmân Efendi yerine Üsküdar kadılığına getirilmiş ve iki yıl bu görevde kalmıştır. Haziran 1051/1641 yılında görevinden azledilmiş ve Mudurnu kazası arpalık 140 olarak tahsis edilmiştir. 1057/1647 Nisan ayında Galata kadılığına başlamış ve beş ay sonra görevden ayrılmıştır.141 135 Fatih’te Hırka-i Şerif Camii’ne yakın bir konumda yer alır. III. Murad’ın vezîriâzamlarından Hadım Mesih Mehmed Paşa tarafından 994 (1586) yılında inşa edilmiştir. Cami, türbe, çeşmeler, dükkânlar ve küçük bir hazîreden oluşan yapı, zamanında çevresinde yer alan bazı vakıf binaların Ali Paşa’ya ait olmasından dolayı halk arasında Mesih Ali Paşa Camii olarak da anılır. 136 Cami, medrese, sıbyan mektebi, çeşme ve çifte hamamdan ibaret külliye, hamamı hariç Mercan mahallesi civarında Uzunçarşı caddesi yakınında, Boğaz’a ve Haliç girişine hâkim bir yerdedir. Hamamı Saraçhanebaşı dolaylarında yer alıyordu. Cami, Sultan II. Bayezid’in vezîriâzamı olan Çandarlı İbrâhim Paşa (öl. 905/1499) tarafından evvelce konağının veya sarayının bulunduğu yerin yakınında yaptırılmıştır. 137 867’de (1463) inşasına başlanan külliye içinde yer alır. Adı burada yapımı 875’te (1470) tamamlanan sekiz yüksek dereceli medreseden gelir; caminin iki tarafında dörder adet sıralanan ihtisas medreselerine “semâniye” (sekiz) adı verilmiştir. 138 Özel, Hanefî Fıkıh Alimleri ve Diğer Mezheplerin Meşhurları, 307. 139 Şeyhi, Vekâyi’u’l-fuzalâ, 1/855-856. Arpalık; Osmanlı Devlet’inde memur görevinde olan kişilere hizmette bulundukları sürece maaşlarına ilave olarak ve görevden ayrıldıktan sonra emekli maaşı olarak tahsis edilen gelir. 140 141 Özel, Hanefî Fıkıh Alimleri ve Diğer Mezheplerin Meşhurları, 307.; Şeyhi, Vekâyi’u’l-fuzalâ, 1/856. 42 Bâlîzâde Mustafa Efendi, 1058/1648 Nisan ayında Çivizâde Şeyh Mehmed Efendi yerine Rumeli Kazaskeri görevine getirilmiş ve üç ay sonra emekli olmuştur.142 Bu süreçte geçimini kendisine tahsis edilen arpalıklarla sağlamıştır. Ağustos 1062/1652’de Hocazâde Mesud Efendi yerine Anadolu Kazaskerliği görevine başlamış ve Aralık ayında görevden ayrılmıştır.143 Esad Efendi görevin kendine ya da etrafındakilere verilmemesinden dolayı gücenmiş ve bu konudaki rahatsızlığını müftüye bildirmiş hatta Bâlîzâde ile aralarında bir tartışma yaşanmıştır.144 Bâlîzâde Mustafa Efendi, şeyhülislam Hanefî Efendi’nin hastalanması üzerine 1067/1656 yılında şeyhülislamlık makamına getirilmiştir. 145 Bâlîzâde dönemin pek çok şeyhülislamı gibi kısa bir süre görevde bulunmuş ve göreve getirilmesinden altı ay sonra azledilmiştir.146 Görevinden azledilmeden önce dönemin sadrazamı Köprülü Mehmed Paşa, Rumeli Kazaskeri Bolevi Mustafa Efendi ve Bâlîzâde Mustafa Efendi bir toplantı yapmıştır. Bu toplantının amacı şaban ayı içerisinde askerlere ödenmesi gereken mevâcib147 için para sıkıntısıdır. Bu görüşme sonucunda ulufenin Enderun Hazinesi’nden ödenmesi ve sonrasında hazineye geri ödenmesi konusunda ortak bir karar vermişlerdir. Bu toplantıdan altı gün sonra 9 Şaban 1067 (23 Mayıs 1657) yılında Bolevi Mustafa Efendi Sadrazam Köprülü Mehmed Paşa’nın isteği üzerine şeyhülislam olmuştur.148 142 Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, 4/475. 143 Şeyhi, Vekâyi’u’l-fuzalâ, 1/856. 144 Cengiz Gündoğdu, “XVII. Yüzyilda Tekke-Medrese Münâsebetleri Açısından SivâsilerKadizâdeliler Mücâdelesi”, İLAM Araştırma Dergisi III/1 (Haziran 1998), 38.; İpşirli, “Ebû Said Mehmed Efendi”, 10/281. 145 Fahri Çetin Derin, Abdurrahman Abdi Paşa Vekâyi’nâme’si, 84.; Özel, Hanefî Fıkıh Alimleri ve Diğer Mezheplerin Meşhurları, 307., Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, 4/475.; Şeyhi Mehmed Efendi, Vekâyi’u’l-fuzalâ, 1/856. 146 Naîma Mustafa Efendi, Târ’ih-i Na’îmâ, ed. Mehmet İpşirli (Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2007), 4/1735.; Özel, Hanefî Fıkıh Alimleri ve Diğer Mezheplerin Meşhurları, 307. 147 Osmanlı’da memur ve askerlere verilen maaştır. 148 İpşirli, “Bolevi Mustafa Efendi”, 31/296. 43 Bâlîzâde Mustafa Efendi 1656 yılında dönemin dokuzuncu şeyhülislamı olarak göreve başlamıştır. Kendisinden önce Ebû Said Efendi, Abdürrahim Efendi, Mehmed Bahaî Efendi, Abdülaziz Efendi, Kara Çelebizâde, Abdurrahman Efendi, Memikzâde Mustafa Efendi, Hocazâde Mesud Efendi, Hanefî Mehmed Efendi şeyhülislamlık yapmıştır. IV. Mehmed döneminde birçok vezir ve şeyhülislamın göreve geldiğinden yukarıda bahsetmiştik. Bu durumu siyasi sebepleri oldukça yoğundur dolayısıyla sadece IV. Mehmed dönemine özgü bir durum değildir. Kronolojik olarak Osmanlı Şeyhülislamları incelediğinde IV. Murad zamanından itibaren şeyhülislamların görevden azlinin arttığı görülmektedir. Sadece IV. Mehmed döneminde, on beş şeyhülislam göreve gelmiştir. Bunlardan birinin öldüğü, diğerinin istifa ettiği diğerlerinin de görevlerinden azledildiği görülmektedir.149 Yaklaşık 73-75 senelik hayatı boyunca sekiz farklı medresede on beş yıl kadar müderrislik yapmış, üç beldede altı yıl kadılık görevinde bulunmuş, üç ay Rumeli kazaskerliği ve bir yıl Anadolu kazaskerliği görevlerinde bulunmuş ve altı ay süren şeyhülislamlık görevi olmuştur. Mustafa Bâlîzâde’nin görev sürecindeki tavırları ile ilgili kendisinin laubali meşreb olduğu bu sebeple fetvâ makamında makul görünmediği için azledildiği belirtilir. Görevlendirme yaptığı sırada ulemanın terfi ve azil sırasında bir kargaşaya sebep olduğu, buluğa ermemiş çocuklara görevler verdiği kaydedilir. Bu kişilerin ilmi tecrübelerinin olmadığı ve Bâlîzâde’nin, "Hükümet zamanımda elimden geldiği kadar dostlarımı ve arkadaşlarımı kayırırım" dediği kaydedilir. Nâ‘imâ Tarîh’te bu tavır, niyeti güzel ve yüksek bir himmet alameti olarak görmüş, ancak orta bir yol olması gerektiğini, liyakat ve istidatların önemli olduğunu belirtmiştir. 150 149 Yakut, Şeyhülislamlık Yenileşme Döneminde Devlet ve Din, 243. 150 Naîma Mustafa Efendi, Târ’ih-i Na’îmâ, ed. Mehmet İpşirli (Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2007), 4/1735.; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, 4/475. 44 Bâlîzâde ile Karaçelebizâde aynı hocanın talebeleri olmakla beraber aralarında bir rekabet oluşmuş olabilir. Karaçelebizâde, Hocazâde Mehmed Efendi’nin de damadı olmasından dolayı kendisinin sözleri itibar görmüş bu sebeple Bâlîzâde Mustafa Efendi laubali meşreb olarak anılması muhtemeldir. Ancak Karaçelebizâde hakkında da entrikacı ve kibirli bir kişiliğe sahip olduğu kaynaklarda geçmektedir.151 Dönemin yüksek politikasında belli başlı karşıt görüşlü şahsiyetlerden olduğundan bahsedilmektedir. 152 Sarf ettiği sözler tarihi kayıtlarda bir değer ifade etmektedir. Ancak döneme dair diğer biyografi ve tarih eserlerinde incelendiğinde Bâlîzâde Mustafa Efendi hakkında menfi yorumlarda bulunulmamıştır. Osmanlı Dönemine ait biyografi eserlerinden olan Uşşakizâde'de Bâlîzâde'nin mahdumuna (oğlu) dair geçen bir bilgi şu şekildedir: el-Mevla Mehmed b. Mustafa eşŞehir bi-Bâlîzâde. 1061 Şaban Çavuşbaşı Medresesinde, 1067 Rebiülevvel Kasım Paşa Medresesi, aynı yıl Galata kazası olmuş Şaban ayında azledilmiştir. 1073 Muharrem ayında Manisa kadısı olarak görev yapmıştır. Bâlîzâde’nin görevden alınmasıyla kendisi de görevinden azledilmiştir.153 2.1.3. Hocası Hocazâde Mehmed Efendi Hicri 28 Şaban 975 (27 Şubat 1568) yılında Bursa’da doğan Hocazâde Mehmed Efendi, Hoca Sadeddin’in büyük oğludur. Osmanlı tarihçisi ve alimi olan babasından ilk eğitimini almıştır. Babası dışında Molla Tevfik’ten özel dersler almıştır. Babasından mülazemet aldıktan sonra ilmiye derecelerinde ilerlemiş ve 994/1586 yılında ilmiye mesleğinde göreve başlamış, 999/1591 Yavuz Sultan Medresesi’ne, aynı yıl Süleymaniye Medresesi’ne müderris olmuştur.154 151 İbrahim Özgül, Kara Çelebi-Zâde Abdülaziz Efendi’nin Ravzatü’l-Ebrâr Adlı Eseri (1299-1648) Tahlil ve Metni (Erzurum: Atatürk Üniversitesi, Doktora Tezi, 2010), 24. 152 İnalcık, Devlet-i 'Aliyye, 2/331. 153 Uşşâkîzâde Seyyid İbrâhim Hasîb Efendi, Zeyl-i şakâ‘ik (İstanbul: Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı Yayınları, 2017), 511. 154 Mehmed İpşirli, "Hocazâde Mehmed Efendi”, TDV İslam Ansiklopedisi (Ankara: TDV Yayınları, 2003), 28/452. 45 1000/1592 yılında Mekke kadılığına getirilmiş, 1001/1593 tarihinde istifa etmiş ve yüz yirmi akçeyle kendisine emekli maaş bağlanmıştır. 1004/1596’da İstanbul kadısı, iki ay sorasında Damad Efendi yerine Anadolu kazaskeri olmuştur. Babasının padişah hocalığından alınması ile Hocazâde kazaskerlik görevinden azledilmiştir. 1006/1598 tarihinde babası görevine geri dönmüş, 1007/1599’da Rumeli kazaskerliğine başlamıştır. Hoca Sadeddin Efendi 12 Rebiülevvel 1008/1599 yılında vefat etmesi ile Mehmed Efendi tekrar görevden alınmış ve inzivaya çekilmiştir.155 Hocazade Mehmed 1010/1601 yılında Sun’ullah Efendi yerine şeyhülislam makamına getirilmiştir. Ancak 1011/1608’de görevden azledilmiş ve Sun’ullah Efendi tekrar şeyhülislam olmuştur. 1017/1608 yılında dördüncü defa şeyhülislamlıktan azledilen Sun’ullah Efendi yerine Mehmed Efendi şeyhülislamlık makamına getirilmiş ve vefat edene kadar görevini ifa etmiştir. 5 Cemaziyelahir 1024/2 Temmuz 1615 yılında veba hastalığından vefat etmiş Eyüp’te bulunan Babasının türbesine defnedilmiştir.156 17. yüzyılda devlet teşkilatında meydana gelen değişim ve zafiyet ilmiye kurumunu ve başındaki şeyhülislamlığı etkilemiştir. Hocazâde Mehmed Efendi ulema makamını korumak için mücadele etmiştir. Yetki konusundaki mücadelesinin, ilerleyen dönemde bazı değişimlere yol açtığı kaynaklarda ifade edilir. Onun yaptığı değişiklikler ileride, devlet işlerinde vezir ile şeyhülislamlığın çatışmasına sebep olmuştur.157 Hocazâde Mehmed Efendi sekiz buçuk yıl şeyhülislamlık görevinde bulunmuştur. Rumeli kazaskerliği zamanında mülâzemet verilen yüz altmış altı ilmiye 155 İpşirli, “Hocazâde Mehmed Efendi”, 28/452. 156 Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, 4/459. 157 İpşirli, "Şeyhülislam", 39/92. 46 adayı ile ilgili müstakil bir ruznamçe 158 defteri bulunmaktadır. 159 Kendisi ilim ve fazilet sahibi olarak kaynaklarda geçmektedir. Devlet ricalinden biri olması dışında ayrıca şairdir ve üç lisanda kalem oynatabilen bir zattır. Babasının Kanuni Sultan Süleyman dönemini ihtiva eden, Tâcü’t-tevârih adlı eserinin zeyli durumundaki İbtihâcü’t-tevarih’in üçte ikisini kendisi hazırlamış ancak tamamlayamamıştır.160 2.2. BÂLÎZÂDE MUSTAFA EFENDİ İLMİ ŞAHSİYETİ VE ESERLERİ 2.2.1 İlmi Şahsiyeti IV. Mehmed döneminde şeyhülislamlık görevinde bulunan Bâlîzâde Mustafa Efendi’nin eserlerinden edindiğimiz bilgilerden bu bölümde bahsedeceğiz. Devlet görevlisi olması dışında ilmi bir şahsiyete sahip olan Bâlîzâde, fürû-i fıkıh alanında hacimli eserler yazmakla kalmamış, Arap dili, hadis, tefsir gibi İslami ilimlerin diğer alanlarına dair de geniş kapsamlı eserler kaleme almıştır. Osmanlı tarihinde kısa bir dönem şeyhülislamlık yapmış olmasıyla beraber bu göreve getirilmesinin sebeplerinden birinin fıkha dair zengin bilgisi olduğu söylenebilir. Eserlerinde yer yer Hanefî ve Şafiî mezheplerinin görüşlerini karşılaştıran, yer yer gramatik tahliller yapan Bâlîzâde, fukahâ arasında tercihlerde bulunmuştur. Her eserine besmele, hamdele ve salvele ile başlamış, Osmanlı Padişahlarına yer yer methiyede bulunmuş ve eserleri kendisinin yazdığına dair bir kayıt bırakmıştır. Kendi dönemindeki şeyhülislamların hayatlarını ve eserlerini incelendiğimiz zaman Bâlîzâde kadar eser kaleme alan bir şeyhülislam olmadığı görülmektedir. 158 Osmanlı Devleti'nde günlük işlemler için tutulan defterlerin genel adı olmakla beraber, hazineye bağlı günlük gelir giderlere bakan kalemler için de kullanılmıştır. Resmî bir defter türü olarak rûznâmçe, daha ziyade maliye teşkilâtında hazinedeki işlemlerin gelir ve harcamaların kaydedildiği defterleri ifade eder. 159 İpşirli, “Hocazâde Mehmed Efendi”, 28/453. 160 Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, 4/459. 47 Mustafa Bâlîzâde’nin ilmi şahsiyetine dair yapılan tespitlere göre, onun sert bir üsluba sahip olduğu söylenebilir ki bu da eserlerine yansımıştır. Nitekim yaptığı şerh ve haşiye çalışmalarında tenkit ifadelerini sıklıkla görmek mümkündür. Örneğin Seyyid Şerif el-Cürcânî’nin (öl. 816/1413) Sekkâki’ye (öl. 616/1229) ait Miftâhu’l‘Ulûm üzerine yazdığı el-Misbâh adlı şerhe yazdığı haşiyesinde, Kemalpaşazâde (öl. 940/1534) 161, Teftâzânî (öl.792/1390) 162, İmamüddin el-Kâşi163 (öl. 832/1429), Molla Hüsrev (öl. 885/1480) 164 gibi şerh ve haşiye yazmış alimleri, yine en-Nesefî’nin (öl. 710/1310) Kenzü’d-Dekâik adlı eserine yaptığı şerhte, İbn Nüceym (öl. 1005/1596), Osman b. Ali ez-Zeylaî (öl. 743/1343), Bedreddin el-Aynî (öl. 855/1451), İbn Ganim el-Makdisî (öl. 1004-1596) gibi Kenz şarihlerini ve Velvâlicî, Kasânî (öl. 587/1191), Sadrüşşerîa (öl. 747/1346), Molla Hüsrev (öl. 885/1480), Kemalpaşazâde, İbnü’lHümâm (öl. 861/1457) gibi Hanefî fakihlerini, mezhebin temel eserlerinden ve Hanefî fıkıh usulünden hareketle eleştirdiği kaynaklarda geçmektedir.165 Osmanlı Devleti’nde şeyhülislam fetvâlarına hazırlanan nükullerde 166 fıkıh kitapları ile şeyhülislamların fetvâ mecmualarından da yararlanılmıştır. Bu fetvâlar arasında Bâlîzâde'nin Mizanu’l-Fetâvâ adlı mecmuası da kullanılmaktadır. Yine Şeyhülislâm Dürrîzâde Mehmed Ârif Efendi’nin (öl. 1215/1800) Neticetü'l-Fetâvâ' 161 Şemseddin Ahmed b. Süleyman b. Kemal Paşa (öl. 940/1532)’ya Tağyîru’l-Miftâh (Şerhu Tağyîri’lMiftâh, Islâhu’l-Miftâh) isimli şerhtir. Kemalpaşazâde Miftâh’ın üçüncü kısmındaki Sekkâkî’nin metnini değiştirmiş, şerh etmiş bu şerhine hâşiye yazmıştır. El-Kanûnu’l-evvel konusundan başlamış, Müsnedün ileyh konusu ile bitirmiştir. Yüksel Çelik, es-Seyyid eş-Şerîf el-Cürcânî’nin “el- Misbâh fi şerh el-Miftâh” Adlı Eserinin Tahkik ve Tahlili (Edisyon Kritik), 21. 162 Saduddîn Mes’ûd b. Ömer et-Teftâzânî Miftâh’ın üçüncü kısmına “Şerh’ul-kısmi’s-sâlis mine’lMiftâh” adlı şerhini yazmıştır. Bkz. Yüksel Çelik, es-Seyyid eş-Şerîf el-Cürcânî’nin “el- Misbâh Fi Şerh el-Miftâh” Adlı Eserinin Tahkik ve Tahlili (Edisyon Kritik), 20. 163 İmâmüddin Yahya b. Ahmed el-Kâşi’nin Şerhu’l miftâhi’l-‘ulûm isimli şerhidir. Yüksel Çelik, esSeyyid eş-Şerîf el-Cürcânî’nin “el- Misbâh Fi Şerh el-Miftâh” Adlı Eserinin Tahkik ve Tahlili (Edisyon Kritik), 21. 164 Molla Hüsrev’in (öl.885/1480), Hâşi ‘alâ Evveli Şerhi’l-Miftâh li’s-Seyyid Şerif adında belagat konulu Arapça haşiyesidir. Bu haşiyeyi Sekkâkî’nin Miftâh’ına Kazvinî tarafından yapılan şerh olan Telhîsü’l-Miftâh’a, Seyyid Şerif Cürcânî’nin yaptığı şerhi üzerine yazmıştır. Bkz. Ahmet Demir, Fâtih Devrinde Yerli Bir Osmanlı Âlimi: Şeyhülislâm Molla Hüsrev (1400-1480) (Ankara: Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, 2004), 88. 165 İpşirli, “Bâlîzâde Mustafa Efendi”, 31/295. 166 Nakil ve çoğulu nükûl, verilen fetvânın hangi müellifin hangi eserindeki ibaresine dayanarak verildiğinin belirtilmesini ifade etmektedir. Önceleri sayfaların kenarlarındaki boşluklara yazılan nakiller, daha sonra karışıklığı önlemek için soru ve cevabı müteakiben yazılmaya başlanmıştır. 48 adlı eserinde, Bâlîzâde'nin fetvâ mecmuasına sık sık başvurulması onun eserlerinin ve görüşlerinin güvenilirliğini öne çıkarmaktadır. Şeyhülislamlık döneminde yazdığı fetvâlar ile on eseri olduğunu tespit etmekteyiz. Bu açıdan 17. yüzyılın ilmi birikim açısından kuvvetli bir yüzyıl olduğu söylenebilir. Zira Fetâvâ-yı Ankaravî, Fetâvâ-yı Minkarîzâde, Fetâvâ-yı Ali Efendi gibi demirbaş eserler bu yüzyılda yazılmıştır. Kendisinin ilmi kimliği birçok kişi tarafından da dikkat çekmiş olacak ki kendisine dair birçok methiye bulunmaktadır. Sultan Selim’in vaizi olarak bilinen Yakup Efendi telif ettiği bir eserde Bâlîzâde’ye dair şu dörtlüğü kaleme almıştır. Kâmil efendilerin şehadetiyle tasdik ediyorum ki Bu zat birçok keramete sahiptir. Velâkin zikredilenler tamamı değildir Bilakis söylenenler sadece onun bazı özellikleridir.167 2.2.2. Eserleri Bâlîzâde’nin oldukça hacimli olan eserleri özellikle fıkıh alanındadır. Ancak Arap edebiyatı ve hadis alanlarında da eserlerinin olması onun İslami ilimlerin pek çok dalında birikimli biri olduğunu göstermektedir. Özellikle Kenz ve Vikâye eserlerine yazdığı haşiye ve şerhler sebebiyle, kendisinin döneminde önemli bir yeri olduğu kanaatini vermektedir. Zira bu eserler Hanefî fıkhının temel metinleri olup Osmanlı toplumunda muteber olan ve sıkça başvurulan kaynaklardır. Kendisine ait eserler, Hâşiye ala Şerhi’l-Miftâh, el-Ferâid fi halli’l-mesâ’il ve’l-fevâid (ve’l-kavâid), esSeyfü'l-meslûl fi şer‘ir-resûl, el-Ahkâmu's-Samediyye fi'ş-şerîati’l-Muhammediyye, Hâşiye ale’l-Hidâye, Hâşiye ‘alâ hâşiyeti’s-Sâdî ‘ale’l-Beyzâvî, Risâle fi mâ revâhu 167 Uşşâkîzâde, Zeyl-i şakâ’ik, 514. 49 Ebû Eyyûb el-Ensârî, Hâşiye ‘alâ şerhi’l-Vikâye li-Sadri’ş-Şerîa el-Mahbûbî, Mîzânu’l-fetâvâ, el-Fetâvâ.168 Burada Şeyhülislam Bâlîzâde Mustafa Efendi’nin eserleri kısaca tanıtılacak ve incelemeler sonucu ortaya çıkan tespitler paylaşılacak, eserlerin katalog bilgileri ileriki çalışmalara yol göstermesi mahiyetinde aktarılacaktır. Eserlerin mukaddimesinde yer alan bilgiler bahsedilecek ve esere giriş metni verilecektir. Aynı zamanda her esere ait giriş sayfası ekler bölümünde yer alacaktır. Eserlerin sıralamasında ilgili olduğu alan dikkate alınmıştır. Bu sebeple önce fıkha ilişkin eserlere yer verilmiş daha sonra diğer alanlarla ilgili olanlar hakkında bilgi verilmiştir. 2.2.2.1. Fıkıh Eserleri Bâlîzâde’nin eserlerinin çoğunluğu fıkıh alanındadır. Kenz, Vikâye gibi Osmanlı döneminde yaygın olarak okutulan eserlere dair şerh ve hâşiyeler kaleme almış, daha anlaşılır olmalarını amaçla. Fetvâlarıyla beraber yedi fıkıh eseri bulunmaktadır. Eserleri oldukça hacimlidir. Bazı eserlerine dair tek bir nüsha bulunurken bazı eserlerinde birkaç nüsha mevcuttur. Birkaç nüshası olan eserlerde inceleme yapılırken nüsha sayısını sınırlandırdık. Eserlere dair bölümde detaylandırılacaktır. 2.2.2.1.1. el-Ferâid fi halli’l-mesâ’il ve’l-fevâid (ve’l-kavâid)169 İbn Nüceym, Osman b. Ali ez-Zeylaî tarafından yazılan şerh, Bedreddin el-Aynî, İbn Ganim el-Makdisî gibi şarihleriyle Velvâlicî (öl. 540/1146), Kâsânî, Sadrüşşerîa, Molla Hüsrev, Kemalpaşazâde, İbnü’l-Hümâm (öl. 861/1457) gibi birçok Hanefî fakihini, gerek mezhebin temel eserlerinden gerekse Hanefî fıkıh usulünden hareketle eleştirdiği kaynaklarda geçmektedir.170 168 Kehhâle, Mu’cemü’l-mü’ellifîn, 11/254-255.; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, 4/476. 169 Eserin ilk sayfası ekler bölümünde verilmiştir 170 İpşirli-Kaya, “Bâlîzâde Mustafa Efendi”, 31/295. 50 Eser beş yüz altmış sekiz varaktan oluşmaktadır. Arap dili ile yazılmıştır. Eser’in katalog kayıtları, Süleymaniye Ktp., Hasan Hüsnü Paşa, nr. 515; Ayasofya, nr. 1238, 1239. Çorum İl Halk Ktp., nr.001322, 450 vr. Müstensih Muhammed b. Musa esSivâsî, nr. 001230, 279 vr., Süleymaniye ktp., Arslan Kaynardağ koleksiyonu, 00073002 şeklindedir. Eserin ismi, Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 001238, 568vr., Çorlulu Ali Paşa, nr.000188, 622 vr., Ayasofya, nr. 001239, 568 vr. kayıtlarında Şerhu Kenzi’d-Dekâik olarak geçmektedir. Aynı zamanda Çorum Hasan Paşa İl Halk KTP. 001322 nr., müst. Muhammed b. Musa es-Sivâsî, 1089-1036., 450 vr., Çorum İl. H. 001230 nr., müellif hattı, 1036. 279 vr. nüshaları TDV İslam Araştırmaları Merkezi Türkiye Kütüphaneleri katalog kayıtlarında bulunmakla beraber, Süleymaniye Kütüphanesi katalog kayıtlarında, Çorum Hasan Paşa Ktp. 1330 nr olarak kaydedilmektedir. Hasan Hüsnü Paşa koleksiyonunun 515 demirbaş numaralı nüshasının iç kapağından edindiğimiz bilgilere göre Bâlîzâde Mustafa Efendi’nin bu eseri, Ebü’lBerekât en-Nesefî’nin Kenzü’d-Dekâik’in nâdir nüshalarının üzerine yapılmış bir şerhtir. Bâlîzâde bir diğer eseri olan Hâşiyetü Bâlîzâde ‘alâ Hâşiyeti Sâdi Çelebi’nin mukaddimesinde de Kenz üzerine bir şerh yazdığını kendisi dile getirmektedir.171 Bâlîzâde Efendi, nüshanın ilk sayfasında eserin adının el-Ferâid fi halli’l mesâ’il ve’l-fevâid olduğunu zikretmekte ve devamında, nadir bulunan kaideleri içerir anlamında, “hâviyen ‘alâ garâib’il-kavâid” ibaresi bulunmaktadır. Ancak bu ibarenin eserin isminin devamı ya da muhtevasını ifade etmek için ayrıca yazılmış bir cümle olduğu ayırt edilememektedir. Aynı zamanda eserin ismine bazı kaynaklarda ve’lkavâid ibaresi parantez içerisinde verilmekte ancak bunun muhtemel okuma hatasından yazıldığı kanaatindeyiz zira kendisi böyle bir kayıtta bulunmamıştır. Bâlîzâde, Kenz’i şerh etmekle beraber içindeki fıkıh kaidelerine ve özellikle az bilinen kaidelere değinmiştir. 515 numaralı nüshanın ketebe kaydındaki bilgilere göre 171 Bâlîzâde, el-Feraid fi halli’l-mesail, (Hasan Hüsnü Paşa, 515), 1b. 51 bu nüsha, müellif Mustafa b. Bâlî b. Süleyman b. Yusuf tarafından 1036 zilhicce arifesinde Dâru’s-Saltanatta (payitahtta) yazılmıştır. Bu tarihlerde Sahn-ı Semân medreselerinde görev yapmaktadır. Eserde müellif, çok meşgul olduğu bir dönemde kaleme almasından kaynaklanan bazı kalem hataları için tashih kaleminin kullanılmasını rica etmiştir. Eseri yazdığı tarihte Sahn-ı Semân medreselerinin birinde müderrislik yaptığını belirtmektedir. Devamında da Osmanlı padişahlarına, “Adalet sancağının sahibi, zülmü ve fitneleri kökünden kesen, şehirlerden ve ülkelerden fitne ve zulmü kaldıran, Allah’ın kullarının yardımcısı, Arab’ın, Acem’in, Rum’un, Türk’ün İslam kılıcı, bütün zamanların sultanı, denizlerin hakanı Sultan İbn Sultan İbrahim Han İbn Sultan Ahmed Han İbn Sultan Muhammed Han İbn Sultan Murad Allah onları muhafaza eylesin” şeklinde bir methiyede bulunmuştur. Müellif kitabın mukaddimesinde Kenz üzerine çalışma yapmasının sebeplerini açıklarken, Kenz’i medreselerde meşhur olan, ulemanın okuttuğu, insanların ellerinde dolaşan, pek çok faydayı içeren ve az bilinen kaideleri ihtiva eden, güncel meselelere dair olaylara cevap verebilen, münakaşalı meseleleri kapsayan bir kitap olarak tanıtmaktadır. Bâlîzâde bu açıklamalarından sonra Kenz’e bir şerh yazma sebebini, eserde kapalı, anlaşılması zor yerlerin olması, itnab içermesi, anlamayı zorlaştıran yerlerin olması şeklinde açıklamaktadır. Kendi çalışmasında, muteber kaynaklardan faydalandığını, konuları uzatmayıp mutedil olarak yazdığını, insanları bıktırmaktan endişelendiği için makul uzunlukta bir şerh çalışması yaptığını ifade etmektedir. Çalışmasının öncesinde Burhâneddin el-Mergînânî’nin (öl. 593/1197) Hanefî fıkhına dair eseri olan el-Hidâye’nin 172 şerhlerini mütâla‘a ettikten sonra Bâbertî’nin (öl. 786/1384) yazdığı el-‘İnâye 173 ve Siğnâki’nin (öl. 714/1314) yazdığı şerh olan en- 172 Burhâneddin el-Mergînânî’ye ait (öl. 593/1197), Kudûri’nin (öl.428/1037) el-Muhtasar ve Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî’nin (öl.189/805) el-Câmi‘u’s-sagîr eserlerindeki meseleleri bir araya getirildiği Bidâyetü’l-mübtedî eserinin şerhidir. Hanefî fıkhının mutebeler metinlerinden biridir. Bkz. Cengiz Kallek, “el-Hidâye”, TDV İslam Ansiklopedisi (Ankara: TDV Yayınları, 1998). 173 Ekmeleddin el-Bâbertî (öl. 786/1384) tarafından Burhâneddin el-Mergīnânî’nin el-Hidâye adlı eserine yazılan şerhtir. Bkz. Arif Aytekin, “Bâbertî”, TDV İslam Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 1991). 52 Nihâye fî şerhi’l-Hidâye 174 adlı kitaplarını da tetkik ettiğini belirtir. Eserini, usul kaidelerinin bazı meseleleriyle desteklediğini ve fukahâ katında kabul edilmiş olan füru meselelerini de dahil ettiğini ve ayrıca Hanefî mezhebinde esah olan görüşleri de ilave ettiğini kaydeder. Râcih, mercûh, müftâ bih görüşleri de mevcut görüşlerden sonra zikrettiğini söyler. Eser, Kadı Feyzullah b. Hasan el-Bosnevî tarafından 1152 yılında istinsah edilmiştir. İstinsah edildiği tarihte Bâlîzâde’nin hayatta olmadığı kaydedilmektedir. Kadı Feyzullah eseri istinsah ettikten sonra müellif nüshası ile kendi nüshasını oğlu Molla İbrahim ile mukabelede bulunarak teyit ettiğini ifade etmektedir. Kadı Feyzullah müellifin ketebe kaydının aslını kendi nüshasına geçirmiştir. Kadı Feyzullah Bâlîzâde’nin eserinin nadir, muteber ve ince meselelere değinen bir eser olduğunu, eserle karşılaştığı zaman incelediğini ve elinde kalem tutmaktan kaynaklanan şiddetli acının olmasına rağmen, acıya aldırmadan Allah’tan yardım dileyerek ve Allah’ın ismiyle başlayarak bu nadir nüshayı çoğaltmak için başladığını ifade eder. Yazımı sırasında her gün parmaklarındaki acının arttığını ve ağrısını gidermek için ince tahta parçaları bağlayarak yazmaya devam ettiğini, böyle bir eserin kaybolmasına gönlü el vermediği için bu zorluklarla nüshayı çoğalttığını söyler.175 Bâlîzâde bu eseri Sultan İbrahim'e atfetmiş fakat şeyhülislamlık tayininden evvel yaptığı değişiklikle beraber yeni nüshasını IV. Mehmed'e ithaf etmiştir. Eser kitap, bab ve fasıllara bölünerek yazılmıştır. Taharet ile başlamış, ferâiz ile sonlanmıştır. Kitabın başında eserin içerisindeki konuların yazıldığı bir içindekiler bölümü bulunmaktadır. 174 Hüsâmüddin Hüseyn b. Alî b. Haccâc el-Buhâri es-Siğnaki (öl.714/1314) tarafından yılında elHidâye üzerine yazılan şerhtir. Cemâleddin el-Konevî’nin Hulâsatü’n-Nihâye isimli bir muhtasarı vardır. Bkz. Rahmi Yaran, “Siğnâki”, TDV İslam Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 2009). 175 Bâlîzâde, el-Feraid fi halli’l-mesail, (Hasan Hüsnü Paşa, 515), 568a. 53 2.2.2.1.2. es- Seyfü'l- meslûl fi şer‘ir-resûl176 Nevâzil türünde kaleme aldığı eserlerden ilkidir. 177 Eser dört yüz altmış altı varaktır ve Arapça kaleme alınmıştır. Eserin katalog kayıtları TSMK, Medine, nr. 376 ve Süleymaniye KTP., M. Hilmi F. Fehmi, nr.00080, 466 vr. şeklindedir. TSMK’da bulunan nüsha incelenememiştir. Bu bölümde M. Hilmi F. Fehmi nüshasından edinilen bilgilerden bahsedilecektir. İç kapağında “el-Fetâvâ el-müsemmâtü bi’s-seyfi’l-meslû’l fî şer‘ir’-resûl li Bâlîzâde” kaydı ile sayfaların kenarlarındaki tashihlerin Bâlîzâde’ye ait olduğu müstensihe ait olmadığına dair bir ifade bulunmaktadır. Eserin Bâlîzâde Mustafa Efendi’ye ait olduğunu girişteki kaydından anlamakla beraber, Hâşiye ‘ale’l-Hidâye eserinin giriş bölümünde es-Seyfü’l-meslûl eserini yazdığını kendisi ifade etmektedir. 178 Dört yüz altmış altı varak olarak yazılmış eserin başında bir fihrist bulunmaktadır. Tahâret bahsi ile başlamış, vasiyet bahsi ile son bulmuş eser, klasik bir Hanefî füru‘ kitabı mahiyetindedir. İç kapak sayfasında, kitap içerisinde geçen şart muhayyerliği ile ilgili bilgi verilmektedir. Diğer eserlerinde böyle bir usul görülmemiştir. Bâlîzâde eserine diğer eserlerinde olduğu gibi besmele, hamdele, salvele ile başlamakta ve mukaddimede Allah’ın şeriatının gönderilen dinin en güzeli olduğunu, Hz. Peygamber’in kıyamete kadar sürecek şeriatını bütün insanlığa gönderilmiş bir din olduğunu ve O’nun şeriatından ve yolundan yüz çeviren kimselerin ahirette rezil rüsva olacağından bahsetmektedir.179 Yine mukaddimede ‘Abdu’l-muhtâcu’l-câmi‘ Mustafa b. Bâli b. 176 Eserin ilk sayfası ekler bölümünde verilmiştir 177 Özel, Hanefî Fıkıh Alimleri ve Diğer Mezheplerin Meşhurları, 307.; İpşirli-Kaya, “Bâlîzâde Mustafa Efendi”, 31/295. 178 Bâlîzâde, Haşiye ale’l-Hidaye, (İstanbul: Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi, Murad Molla, 816),1b. ‫ﺳﺒﺤﺎن ﻣﻦ ارﺳﻞ رﺳﻮﻟﮫ ﺑﺪﯾﻦ اﻟﺤﻖ ﻟﯿﻈﮭﺮه ﻋﻠﻰ اﻟﺪﯾﻦ ﻛﻠﮫ ﺑﺸﯿﺮا وﻧﺬﯾﺮا وداﻋﯿﺎ اﻟﻲ ﷲ ﺑﺎذﻧﮫ وﺳﺮاﺟﺎ ﻣﻨﯿﺮا ﻧﺴﺦ ﺑﺸﺮﻋﮫ‬ ‫اﻟﺸﺮاﯾﻊ واھﺘﺪى اﻟﻌﺒﺎد ﺑﮫ ﻓﻲ اﻟﻮﻗﺎﯾﻊ اﺣﻜﻤﮫ ﻓﻲ ﺣﻜﻤﺘﮫ واﺗﻘﻨﮫ ﻓﻲ ﺻﻨﻌﺘﮫ وﺑﻘﺎء اﻟﻌﺎﻟﻢ ﺑﮭﺬا اﻟﻨﻈﺎم ﻓﺴﺒﺤﺎﻧﮫ ﺳﺒﺤﺎﻧﮫ ﻻ اﻧﺼﺮام ﻟﮫ وﻻ اﻧﻔﺼﺎم‬ ‫ﻓﺎﻟﺤﻤﺪ ´ ﺣﻤﺪا داﺋﻤﺎ ﻋﻠﻰ ﺑﻘﺎﯾﮫ إﻟﻰ ﯾﻮم اﻟﺪﯾﻦ ﺳﺮﻣﺪا ﺛﻢ اﻟﺼﻠﻮة واﻟﺘﺴﻠﯿﻢ ﻋﻠﻰ ﺳﯿﺪﻧﺎ ﻣﺤﻤﺪ اﻟﺬي إﻧﻘﻄﻊ ﺑﮫ اﻟﻮﺣﻲ وﺗﻢ ﻣﻌﮫ اﻟﺒﻌﺚ وﺧﺘﻢ ﻓﯿﮫ‬ ‫ ﺑﯿﺖ اﻟﻨﺒﻮة ﺻﻠﻲ ﷲ ﺗﻌﺎﻟﻰ ﻋﻠﯿﮫ وﻋﻠﻰ آﻟﮫ واﺻﺤﺎﺑﮫ‬Bâlîzâde Mustafa Efendi, es-Seyfü’l-Meslûl fi Şer‘ir-Resûl, (İstanbul: Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi, M. Hilmi F. Fehmi, 00080), 1b. 179 54 Süleyman b. Yusuf’ künyesini vermiştir. Esere es-Seyfü'l-meslûl fi şer‘ir-resûl ismini verdiğini ifade etmektedir.180 Bâlîzâde, kendi zamanında yaşayan bazı insanların adaletin yerine zulmü koyduklarını ifade eder ve bu kimselerin “ ‫” ﻓَﺄ ُو ٰﻟَِﺌَﻚ ُھُﻢ اْﻟﻔَﺎِﺳﻘُﻮَن‬181 ayetinde bahsedilen kimselerden olduğunu söyler. Şeyhülislam kendi zamanındaki bazı uygulamalara ve bazı devlet adamlarına yazıklar olsun, diye serzenişte bulunur. Bu kimselerin ilmi mevki ve makamları sattıklarından, büyük emanete ihanet ettiklerinden, çirkin olan rüşvete sığındıklarından bahseder. Bu kimseler için “şeytanın oyuncağı olmuşlardır” der ve devamında Allah bizi onlara tabi olmaktan korusun diyerek dua eder. Onun ifadelerine göre alimler insanların en hayırlısı olan peygamberlerin varisleridir, onlar toplumu düzelttikleri zaman toplum da düzelir; fesada başladıkları zaman toplum da fesada uğrar. İsrailoğulları’nın düştüğü durum da böyledir. Onlar günaha daldıkları, rüşvet aralarında yayıldığı zaman alimler de bu kimselerle beraber bulunmuş, onların yaptıklarını hoş görmeye başlamışlardır. Allah onların kalplerini birbirine düşürdü. Hz. Hz. Dâvud’un dilleriyle onları lanetledi. Rüşveti hoş gören, cevaz veren kimseler, kafir olurlar çünkü günahta gevşeklik göstermek de küfürdür. Allah onları kötü amellerinden dolayı kıyamette cezalandıracaktır.182 Kendi döneminde, “Bu zamanda şeriat kalmamış!” diyenlere Bâlîzâde sert bir dille, ilahi ahkamı inkar edenler cehennemde ebedi kalacaklardır, der. Kendi dönemindeki alimleri şiddetle eleştirir. Döneminde yaşamış devlet adamı ve alimlere hallerinden dolayı serzenişte bulunduktan sonra eserle ilgili tahliline yer verir. Mütekaddim ve müteahhir ulemanın kitaplarına baktıktan sonra yaşadığı dönemde meydana gelen bazı olay ve hadiselerin bu eserlerde olmadığını, güncel meselelere fetvâların olmadığını dile getirir. Anlaşılabilir ve günün meselelerin çözülebilmesi için sarih ve açık nakiller gerektiğini, klasik metinlere bakıldığı zaman günümüz meselelerine dair konular olmadığını ifade eder. Devamında şu eklemeleri yapar: “Eski kitaplarda bugüne ait meseleler bulunmuyor ancak geleneğe bağlı kalmak 180 Bâlîzâde, es-Seyfü’l-Meslûl, (M. Hilmi F. Fehmi, 00080), 2a. 181 Âli İmrân 3/82. 182 Bâlîzâde, es-Seyfü’l-Meslûl, (M. Hilmi F. Fehmi, 00080) 1b. 55 suretiyle ve nakil yoluyla geçmişle günümüzü birleştirmeyi murad ediyorum. Eski metinler bir şekilde bu meseleleri konu ediniyor fakat günümüz mantığı ile değil. Şerhler de bu meseleleri bir şekilde açıklamakta fakat kapalılıklar söz konusuydu. Allah’tan yardım dileyerek ben de o kitaplara bakıp araştırdığım kadarıyla nakillerde bulundum; her meseleyi kendisine ait bölüm başlıklarında yazdım.”183 Eserin sonunda bir tarih verilmemektedir ancak biz el-Hidâye üzerine yazdığı haşiyesinde ifade ettiği bilgiden yola çıkarak 1036 yılından sonra yazıldığını söyleyebiliriz. Bâlîzâde Kenz’i şerh ettiği el-Ferâid (1036) eserinden sonra sırasıyla, es-Seyfü’l-meslûl, Ahkâmu’s-Samediyye, Mîzân (1012-1055) eserini kaleme aldığını kendisi ifade etmektedir. Bâlîzâde müderrislik görevinden rebiülevvel 1037/1627 görevinden azledilmiş ve üç yıl herhangi bir görev almamıştı. 1036’dan sonra eserin yazıldığını kabul edersek görevinden azledilmesinden dolayı eserin girişinde devlet ricâline ve ulemaya serzenişi anlaşılır olacaktır. Zira Bâlîzâde diğer eserlerinde bu şekilde bir üslupta bulunmamıştır. 2.2.2.1.3. el-Ahkâmu's-Samediyye fi'ş-şerîati’l-Muhammediyye184 Hanefî mezhebine ait "müftâ bih" görüşleri bir araya getirdiği, nevazil türündeki eseridir. Arap dili ile yazılmış, iki yüz seksen sekiz varaktan oluşmaktadır. Esere ait katalog kaydı Süleymaniye Ktp. Murad Molla, nr. 725 şeklindedir. Eserin Bâlîzâde’ye ait olduğu giriş kısmında kaydedilmektedir. Bâlîzâde besmele, hamdele ve salvele ile başlayarak Hz. Peygamber’e, halifelere, müçtehitlere dua etmekte ve bu zatların kaideleri kemâle erdirdiğinden bahsetmektedir. Ayrıca en güzel tevil yoluyla kuralları birbirinden ayırdıklarını ifade etmektedir. Hanefî meşâyihinin rivayetlerinin zabt edilmediğinden ve kısaltılmadığından söz etmekte, onların rivayetlerinin denizler kadar çok olduğundan bahsetmektedir. Bâlîzâde, Hanefî meşâyihlerinin rivayetlerini gözden geçirdikten sonra sahîh, esah, râcih, ekvâ, muhtar 183 Bâlîzâde, es-Seyfü’l-Meslûl, (M. Hilmi F. Fehmi, 00080), 2a. 184 Eserin ilk sayfası ekler bölümünde verilmiştir 56 ve mâ bihi’l-fetvâ görüşleri bir araya topladığını ve aralarında tercihte bulunduğunu ifade etmektedir. Eser, tahâret bahsi ile başlayıp miras hukuku ile tamamlanmış, en sonunda da farklı meselelere dair hükümlere değinmiştir. Nüshanın iç kapak sayfasında eserin ismi el-Ahkâmu’s-Samediyye fi’ş-şerîati’l-Muhammediye ‘alâ mezhebi’n-Numâniyye olarak kaydedilmektedir. Kaydın devamında da eserin Osmanlı devletinde mütfü olan merhum Bâlîzâde’ye ait olduğu ifade edilmektedir. Bâlîzâde 1042 yılında kadılık görevine başlamış, bu sebeple 1042’den sonra yazdığı söylenebilir. Zira Es-Seyfü’lmeslûl eserinde ifade ettiği yazım sıralaması gözetildiği zaman bu tarih tutarlılık göstermektedir. Bâlîzâde’nin diğer eserlerinden farklı olarak, nüshanın başında konulara dair içindekiler bölümü bulunmaktadır. Kitap içerisinde konular ard arda kırmızı mürekkep ile kitap başlıkları yazılarak sıralanmıştır. Her yeni konuda kırmızı mürekkep ile “fasıl” yazılmıştır. Devamında “fî mühimmât” yazılarak önemli görülen konuları açıklanmıştır. Nüshanın son sayfasında 1126 yılında yazıldığına dair müstensih kaydı bulunmaktadır. Müstensihin Selanik’e bağlı Karaferya şehrinin kadısı olan Abdulkâdir Çelebi olduğu kaydedilmektedir.185 2.2.2.1.4. Hâşiye ale’l-Hidâye186 Ekmeleddin el-Bâbertî'nin el-Hidâye eserine el-İnâye adıyla yazdığı şerhin 16. yüzyılda şeyhülislamlık makamında bulunmuş Sâdî Çelebi (öl. 945/1539) tarafından 185 Bâlîzâde Mustafa, Ahkamü’s-Samadiye fi şeriati’l-Muhammediye (İstanbul: Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi, Morad Molla, 725), 277a. TDV İslam Ansiklopedisi’nin Bâlîzâde Mustafa Efendi maddesinde nüshanın numarası 526 olarak kaydedilmiştir ancak eserin demirbaş numarası 725’tir. 186 Eserin ilk sayfası ekler bölümünde verilmiştir 57 kaleme alınan haşiyenin reddiyesidir.187 Eserin katalog kaydı, Hâşiye ale’l-Hidâye Süleymaniye Ktp., Murad Molla koleksiyonu nr. 816 şeklindedir.188 Kitabın mukaddimesine aşağıdaki şekilde besmele, hamdele ve salvele ile başlamaktadır. ‫ﺑﺴﻢ ﷲ اﻟﺮﺣﻤﻦ اﻟﺮﺣﯿﻢ‬ ‫ﺳﺒﺤﺎن ﻣﻦ وﻓﻖ اﻟﻔﻘﮭﺎء ﻟﺪرك دﻗﺎﯾﻖ اﻟﺸﺮع اﻟﻤﺤﻤﺪي وﺧﺺ اﻟﻌﻠﻤﺎء ﺑﺘﺤﻘﯿﻖ ﺣﻘﺎﯾﻖ اﻟﺪﯾﻦ اﻷﺣﻤﺪي‬ ‫واﻟﺼﻼة واﻟﺴﻼم ﻋﻠﻰ ﺳﯿﺪﻧﺎ ﻣﺤﻤﺪ ﺧﻼﺻﺔ اﻟﻜﻮﻧﯿﻦ واﻟﺮﺳﻮل اﻟﺜﻘﻠﯿﻦ أﻓﻀﻞ ﺟﻤﯿﻊ اﻻﻧﺒﯿﺎ واﻟﻤﺮﺳﻠﯿﻦ وھﻮ ﺣﺒﯿﺐ‬ ‫ واﻟﻤﻮﺻﻮف ﻓﻲ اﻟﻜﺘﺐ اﻟﻤﻨﺰﻟﺔ اﻻﻟﮭﯿﺔ واﻵﯾﺎت اﻟﻘﺮاﻧﯿﺔ اﻟﻔﺮﻗﺎﻧﯿﺔ وﻋﻠﻰ آﻟﮫ وزراﺋﮫ اﻟﺨﻠﻔﺎء‬٠‫ﷲ رب اﻟﻌﺎﻟﻤﯿﻦ‬ ٠189‫اﻟﻤﺠﺘﮭﺪﯾﻦ وأﺻﺤﺎﺑﮫ اﻟﻤﺠﺎھﺪﯾﻦ ﻣﻦ اﻟﻤﮭﺎﺟﺮﯾﻦ واﻻﻧﺼﺎر واﻟﻌﺸﺮة اﻟﻤﺒﺸﺮة اﻻﺑﺮار واﻟﺘﺎﺑﻌﯿﻦ اﻻﺧﯿﺎر‬ Bâlîzâde eserin hatimesini ise şu dua ile bitirmiştir; ‫وﷲ ﺗﻌﺎﻟﻰ ﯾﻘﻀﻰ اﻟﺤﺎﺟﺎت وﯾﻘﺒﻞ اﻟﺨﯿﺮات واﻟﺤﺴﻨﺎت وﺻﻠﻰ ﷲ ﺗﻌﺎﻟﻰ ﻋﻠﻰ ﺻﺎﺣﺐ اﻟﺸﺮﯾﻌﺘﮫ ﺳﯿﺪﻧﺎ‬ 190 ‫ﻣﺤﻤﺪ أﻓﻀﻞ اﻟﺮﺳﻞ وأﻗﺪم ﺟﻤﯿﻊ اﻟﻜﺎﺋﻨﺎت وﻋﻠﻰ اوﻻده وآﻟﮫ واﺣﻔﺎده ذوي اﻻﻓﻀﺎﻻت‬ Dört yüz otuz sekiz varaktan oluşan eser Arap dili ile kaleme alınmıştır. Müellifin diğer eserlerinden farklı olarak bu nüshasında tezyin içermektedir. Metin içerisinde “kavluhu” ifadeleri muhaşşîye dair itirazlar içermektedir. Müellif itirazları ifade ettikten sonra “vechü’l-bahs” ifadesiyle itirazların mahiyetine dair bilgiler vermektedir. Kitabın iç kapak sayfasında el-Hidâye’nin konu başlıkları fihrist olarak verilmektedir. Klasik usûl kitapları gibi tahâret bahsi ile başlayarak vasiyet ve hünsâ konuları ile tamamlanmıştır. Bâlîzâde mukaddimede, el-Hidâye’nin şerhleri olan İbn Hacer el-Askalâni’nin ed-Dirâye fî tahrîci ehâdîsi’l-Hidâye, Emir Kâtip el-İtkânî’ye 187 Mehmet İpşirli-Ziya Demir, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, “Sâdî Çelebi” (İstanbul: TDV Yayınları, 2008), 35/404. 188 Eser’in ismi TDV İslam Ansiklopedisi Bâlîzâde maddesinde, Haşiyetü Bâlîzâde ala Haşiyeti Sâdi Çelebi olarak geçmekle beraber eserin kaydı Murad Molla, Ktp., nr. 609 şeklindedir. Ancak kataloglardan eserin ismi ve demirbaş numarası Hâşiye ale’l-hidaye Süleymaniye Ktp., Murad Molla koleksiyonu nr. 816 şeklindedir. 189 Bâlîzâde Mustafa Efendi, Haşiye ale’l-hidaye, (İstanbul: Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi, Murad Molla, 816), 1b. 190 Bâlîzâde, Haşiye ale’l-hidaye, Haşiye ale’l-hidaye, (Murad Molla, 816),442b. 58 ait Gâyetü’l-beyân nâdiretü’l-akrân fî âhiri’z-zamân ve Bâbertî’nin yazdığı el-‘İnâye eserlerini incelediğini belirtmektedir. Bâlîzâde eserin mukaddimesinde, Kenzü’d-dekâik üzerine yazdığı şerhten sonra (el-Ferâid fi halli’l-mesâ’il ve’l-fevâid eseri) es-Seyfü'l-meslûl fi şer‘ir-resûl adlı fetvâ kitabını yazmaya yöneldiğini sonrasında başka bir fetvâ kitabı olan el-Ahkâmu'sSamediyye fi'ş-şerîati’l-Muhammediyye eserini yazmaya yöneldiğini sonrasında ise Mîzânü’l-‘amel isimli fetvâ kitabını yazmaya yöneldiğini ifade etmektedir. 191 Buradaki ifadelerinden eserlerini sırasıyla mı yoksa aynı anda mı yazdığını tespit edemiyoruz. Devamında ise Bâlîzâde, “Kim fıkhi problemlerin tafsilatlarına bakmak isterse bu eserlerimi incelesin” diyerek eserlerin kendisine ait olduğunu tekrar kaydetmektedir.192 Müellif bir nevi reddiye mahiyetinde olan bu eserin ferağ kaydında, bazı karışık durumlardan dolayı eseri yazmasının yedi ay sürdüğünü, bu esnada Eyüp el-Ensârî civarında bulunduğunu ifade etmektedir. Müellifin kendi ifadelerinden eseri şeyhülislamlık makamında görevinde başladığını, 1068/1658 yılının Şaban ayının on ikinci gecesinde tamamladığını tespit etmekteyiz. Eserin sonunda bir istinsah kaydı bulunmamaktadır. Bu sebeple müellif hattı ile yazıldığını ifade edebiliriz. 2.2.2.1.5. Hâşiye ‘alâ şerhi’l-Vikâye li-Sadri’ş-Şerîa el-Mahbûbî193 Sadrüşşerîa’nın el-Vikâye adlı eserine yazdığı haşiyedir. Eserin Bâlîzâde’ye ait olduğu katalog kayıtlarında mevcut olmakla beraber kendisine ait biyografi bilgilerinde bulunmamaktadır. İncelerimiz sonucunda eserin Bâlîzâde’ye ait olduğu görülmektedir. Eser katalog kayıtlarında Süleymaniye ktp. Nuruosmaniye, nr. 01471 olarak kaydedilmektedir. 191 Bâlîzâde, Haşiye ale’l-Hidaye, (Murad Molla, 816), 1b. 192 Bâlîzâde, Haşiye ale’l-Hidaye, (Murad Molla, 816), 1b. 193 Eserin ilk sayfası ekler bölümünde verilmiştir 59 Eserin kapak sayfasında Bâlîzâde ‘alâ Sadrişşerîa ifadesi bulunmaktadır. İç kapak sayfasında fıkıh bablarını içeren bir fihrist bulunmakta ve fihristin başında da “Fihris-i fevâidu hamdiyye el müsemmâ bi hâşiyeti Sadrişşerîa” ifadesi bulunmaktadır. Bu sebeple kitabın ismi Fevâidu hamdiyye olmakla beraber müellif Hâşiyetü Sadrişşerîa ifadesini tercih etmiştir. Müellifin dibace kısmında belirttiği gibi eser, haşiye niteliğinde bir çalışmadır. Müellif mukaddimede hamdele ve salvele, sonrasında diğer eserlerinde de olduğu gibi Vikâye’ye hâşiye yazma sebeplerini anlatmaktadır. Bâlîzâde’ye göre Sadrişşerîa’ya ait Vikâye eseri insanlar arasında makbul olan, üzerine dersler verilen bir eserdir. Yine onun ifadelerine göre Vikâye üzerine pek çok şerhler ve haşiyeler yazılmış, bu çalışmalarla müellifler Vikâye’de yer alan kapalı olan ve anlaşılmayan yerleri izah etmeyi amaçlamışlardır. Bu haşiyelerin kimisi çok uzun, kimisi de çok kısa olduğu için insanlara bir fayda sağlamamıştır. Bu sebeple Vikâye’nin problemli yerlerini çözümlemekten aciz kalmışlar ve inceliklerine ulaşamamışlardır. Bâlîzâde’ye göre Vikâye veciz bir eserdir; bu sebeple ta‘miye ve lugaz mesabesindedir. Bu sebeplerden dolayı Vikâye’ye bir hâşiye yazmak istediğini ifade etmektedir. Hâşiyesini yazarken ilimde derinleşmiş olan kimselerin sözlerini topladığını, aralarında tercih yaptığını ve önemli kaideler ilave ettiğini ifade etmektedir. Bu ilavelerin sebebini de Vikâye’nin kısalığından kaynaklı zorluğu gidermek için, lafızlarında ve terkiplerinde yer alan problemli yerleri açıklamaya bağlamaktadır. Bâlîzâde, eseri dönemin padişahı olan I. İbrahim’e atfetmektedir. “Sultân-ı Azam, Hakân-ı Ekrem, Maliku rikabu’l-ümem, Arap ve Acem mülkünün sahibi, Veliyyü’l-eyâdi ve’n-niam, şeriat-ı garranın binasını inşa eden, küfrün ve hevanın temellerini yok eden, emniyet ve huzuru yayan, Sultan İbrahim Han ibn Sultan Ahmet Han, Allah kıyamete kadar onun devletini ebedi kılsın, beni de ilimde mümtaz bir yere koysun” ifadeleri ile mukaddimesini sonlandırmakta ve haşiyesine geçmektedir. Kitap içerisinde müellifin ismi geçmemekle beraber, kullandığı ifade ve üslup diğer eserleriyle benzerlik gösterdiğinden eserin ona ait olduğunu söyleyebiliriz. 60 Kitabın sonundaki ifadelerinde de eserin yazılmaya başlanma tarihinin 1048 yılında olduğu, 1053 yılının Şaban ayında da bitirdiğini görmekteyiz. Şeyhülislamlığından önce yazdığını söyleyebiliriz. Nüsha içerisinde bir istinsah kaydı bulunmadığı için müellif hattı olması muhtemeldir. Ayrıca yazma nüshada iki farklı kalem üslubu görülmekle beraber bazı yerleri talebelerinin yazdığını ifade edebiliriz. Eser içerisinde Vikâye’ye ait ibareler kırmızı mürekkeple, hâşiye olan kısımlar siyah mürekkeple kaleme alınmıştır. Siyah mürekkeple yazılmış yerlerin bazı kısımlarının üstü kırmızı mürekkep ile çizilmiştir. Bu sebeple bu nüshanın bir müsvedde olduğu söylenebilir. Muhtemelen müellif, eserin kopya nüshalarında üzeri çizilen yerlerin istinsah edilmemesini murat etmiş olabilir. 2.2.2.1.6. Mîzânu’l-fetâvâ194 Eserin katalog kaydı Süleymaniye Ktp., Yeni Cami, nr. 675, 1b-700b ve Konya Karatay Yusufağa Ktp., nr. 5369 şeklindedir. 195 Bu bölüm içerisinde Süleymaniye nüshası incelenecektir. Bâlîzâde eserinin mukaddimesine diğer eserlerinde olduğu gibi besmele, hamdele ve salvele ile başlamaktadır. Kitabın ismini nüshanın ilk varağında “Mîzânü’l-fetâvâ yu‘rafu bihi el-müfta bih” olarak kaydetmiştir. ‫ﺑﺴﻢ ﷲ اﻟﺮﺣﻤﻦ اﻟﺮﺣﯿﻢ‬ ‫ﺳﺒﺤﺎﻧﻚ ﻻ ﻋﻠﻢ ﻟﻨﺎ إﻻ ﻣﺎ ﻋﻠﻤﺘﻨﺎ إﻧﻚ أﻧﺖ اﻟﺴﻤﯿﻊ اﻟﻌﻠﯿﻢ ﺳﺒﺤﺎﻧﻚ ﻻ ﻓﮭﻢ ﻟﻨﺎ اﻻ ﻓﮭﻤﺘﻨﺎ إﻧﻚ أﻧﺖ اﻟﺠﻮاد‬ ‫ وﻓﻖ اﻟﻌﻠﻤﺎء ﻓﻲ درك ﻣﺼﺎﻟﺢ ﻋﺒﺎده وﻋﻠﻰ ﻣﺎ أﻣﺮ ﺑﮫ ﻣﻦ اﻻﺣﻜﺎم اﻟﻤﺤﻜﻤﺔ اﻟﻤﻮﯾﺪة اﻟﻤﻮﺑﺪة ﺑﻜﺘﺎﺑﮫ‬Ó ‫اﻟﻜﺮﯾﻢ اﻟﺤﻤﺪ‬ 196 ‫وﺳﻨﻦ رﺳﻮﻟﮫ اﻟﻜﺮﯾﻢ اﻟﺬي اﻧﻘﻄﻊ ﺑﮫ اﻟﻮﺣﻲ وﺗﻢ ﻣﻌﮫ اﻟﺒﻌﺚ وﺧﺘﻢ ﻓﯿﮫ ﺑﯿﺖ اﻟﻨﺒﻮة‬ 194 Eserin ilk sayfası ekler bölümünde verilmiştir 195 Özen, "Osmanlı Döneminde Fetvâ Literatürü”, 360. 196 Bâlîzâde Mustafa Efendi, Mizanü’l-Fetava, (İstanbul: Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi, Yeni Cami, 675), 1b. 61 Devamında eser içerisinde hangi konulara değindiğinden şu şekilde bahsetmektedir: Kadılık ve naiblik yaparken sahih, esah, mâ bihî yüftâ (kendisiyle fetvâ verilen görüş), muhtâr (muhalif görüşlerden tercih edilen) ve mâ aleyhi’l-fetvâyı (fetvânın dayandırıldığı görüşü) naklettik ki böylece Allah’tan korkanlar için amellerinde bir mizan olsun.” Mukaddimeden sonra Bâlîzâde mefhûmu’l- muhâllif, mefhumü’s-sıfat, mefhûmu’ş-şart gibi fıkıh usulüne dair bazı konular hakkında iki varak boyunca bilgi vermektedir. Kitap ve fasıllar şeklinde tertip edilen eser, soru ve cevap şeklinde değil de meselelerin hükmünü izah eder şekilde kaleme alınmıştır. Mîzânü’l-fetâvâ fıkıh babalarına göre tasnif edilmiştir. Mukaddimesinde bazı usul konularına değinilmiş, hatimesinde de delillerin tearuzu hakkında ispatlarda bulunulmuştur. Eser sistematik bir fıkıh kitabı mahiyetinde olmayıp, vâkıat ve fetvâ türünün mecz edilmiş bir örneği gibi durmaktadır. Eser içerisinde Kemalpaşazâde’nin el-Mühimmât adlı eserinden nakiller içerdiği kaydedilmektedir.197 Mîzânu’l-fetâvâ tek cilt halindedir, ancak Ziriklî eserin iki cilt olduğunu ifade etmiştir. Eser, 1012-1055 tarihleri arasında yazılmıştır. 198 Gedizli Mehmed Efendi (1752-1837), Bâlîzâde’nin fetvâlarını Mecmûa-yi Fetâvâ-yı Bâlîzâde adlı bir eser kaleme alarak yeniden düzenlemiştir.199 Abdülaziz Han döneminde basılan Behcetü’l-Fetâvâ’da 1289 tarihli baskısında Bâlîzâde’nin fetvâlarından nakiller içermektedir. Osmanlıda mezkur fetvâ mecmualarında ve benzerlerinde Bâlîzâde’nin Mîzânü’l-fetâvâ’sına yapılan atıflara rastlamak mümkündür.200 197 Şükrü Özen, “Osmanlı Döneminde Fetvâ Literatürü”, Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi 3/5 (2005), 361. 198 Ziriklî, el-A‘lâm, 7/234. 199 Özel, Hanefî Fıkıh Alimleri ve Diğer Mezheplerin Meşhurları, 307.; Abdullah Ceyhan, “Gedizli Mehmed Efendi”, TDV İslam Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 1996), 13/551).; İpşirliKaya, “Bâlîzâde Mustafa Efendi”, 31/295. 200 Arslan, "Osmanlı Dönemi Nukûllü Fetvâ Mecmuaları”, 145,150. 62 Mîzânu’l-fetâvâ eserine yazılmış, Emir Enver Demir’e ait bir doktora tezi bulunmaktadır. Malezya’daki “al-Madinah International University” yapılan tezde, ilk olarak müellifin dönemindeki siyasi durumdan, müellifin kendisinden, Hanefî mezhebinde fetvâ müessesinden bahsedilmiştir. İkinci kısımda Mîzânu’l-fetâvâ’nın nikâh konusundan rada’ konusuna kadar olan kısmın tahkiki yapılmıştır. Üçüncü ve son kısımda ise ilgili eser bağlamında, tahkik yapılan kısım incelenmiştir.201 2.2.2.1.7. el-Fetâvâ202 Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr.000944, 96-108 vr. Bu eser tezimize konu olan çalışmadır. Tezin ilgili bölümünde detaylı olarak incelenecektir. 2.2.2.2. Arap Dili ve Belagatı Eseri Seyyid Şerif el-Cürcânî'nin Ebû Ya’kub es-Sekkâkî’ye ait Miftâhu'l-'ulûm üzerine yazılan el-Misbâh şerhinin haşiyesi mevcuttur. Miftâhu’l-‘ulûm eeseri, Arap grameri ve belâgatı üzerine yazılarak üç bölümden meydana gelmektedir. Eser içerisinde sarf ve nahiv konularından Arap dilinin kurallarına ve sebeplerine dair izahlar yapılmıştır. Meânî ve beyân ilimlerinin tarifleri, meâni ilminin temel meseleleri, beyân ilminin ana konuları incelenmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’e yapılan itirazlar, çelişkiler, edebî bir eser olmaması, şiir niteliği taşımadığı şeklindeki eleştirilere yüze akın âyet çerçevesinde ele alınan bahiste itirazlara cevap verişmiştir. Şerhleri arasında en çok itibar gören Kutbüddîn-i Şîrazî, Taftâzânî ve Seyyid Şerîf elCürcânî’nin şerhleridir. Bu şerhler dışında Miftâhu’l-‘ulûm’a dair kaleme alınan eserlerden biri Hatîb el-Kazvînî’nin Telhîshü’l-Miftâh’ıdır. Kullandığı metot ve üslûb 201 https://www.academia.edu/39905197/MIZANULFETAVA_Usaglašavanje_islamskih_fetvi_decizija_od_osmanlijskog_šejhulislama_Mustafe_Bâlîzâdea_1662._studija_valorizacija_komentar_i_derivacija_savremenih_pravni h_rješenja_prema_primarnim_i_sekundarnim_pravilima_hanefijske_pravne_škole 202 Eserin ilk sayfası ekler bölümünde verilmiştir 63 ile aslını gölgede bırakmış, yıllarca ders kitabı olarak okutulmuş ve üzerine birçok şerh ve hâşiye yazılmıştır. 203 El- Misbâh, Miftâhu’l-‘ulûm’un üçüncü kısmına Seyyid Şerif Cürcânî (öl. 816/1413) tarafından yazılan en önemli şerhlerden biridir. Cürcânî, Semerkant’ta ders okuturken, h.803 yılının Şevval ayının ortalarında bitirmiştir. Osmanlı medreselerinin kapatıldığı tarihe kadar belâgat ders kitabı olarak okutulmuştur. Bu eserin okutulduğu medreselere Miftâh Medreseleri denilmiştir. 204 2.2.2.2.1. Hâşiye ‘alâ Şerhi’l-Miftâh205 Seyyid Şerif el-Cürcânî'nin Ebû Ya’kub es-Sekkâkî’ye ait Miftâhu'l-'ulûm üzerine yazdığı el-Misbâh adlı şerhin hâşiyesidir.206 Arapça olarak yazılmış eserin üç farklı nüshası bulunmaktadır. Eserin katalog kaydı, Süleymaniye KTP., Bağdatlı Vehbi, nr. 001776, Şehid Ali Paşa, nr. 002218 şeklindedir. Bir diğer nüsha ise Edirne Selimiye Yazma Eserler Kütüphanesi’nde 001762 numaralı kayıtta bulunmaktadır. Ancak bu kaydın varaklarının olmadığı kaydedilmektedir. Bölüm içerisinde Bağdatlı Vehbi ve Şehid Ali Paşa nüshaları incelenecektir. Elimizde mevcut olan Bağdatlı Vehbi nüshası otuz sekiz varaktan Şehid Ali Paşa nüshası ise yüz varaktan oluşmaktadır. Eserin iki nüshası da Arap dili ile yazılmıştır. Nüshanın iç kapak sayfasında yazan bilgilere göre eserin ismi ve müellifinin Bâlîzâde olduğu teyit edilmektedir.207 Bâlîzâde esere şu şekilde besmele, hamdele ve salveleyle başlamıştır. 203 Bkz. Mehmet Sami Benli, “Miftâhu’l-Ulûm”, TDV İslam Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 2005), 30/21. 204 Bkz.Yüksel Çelik, es-Seyyid eş-Şerîf el-Cürcânî’nin “el- Misbâh Fi Şerh el-Miftâh” Adlı Eserinin Tahkik ve Tahlili (Edisyon Kritik) (İstanbul: Marmara Üniversitesi, Doktora Tezi, 2009), 51. 205 Eserin ilk sayfası ekler bölümünde verilmiştir 206 Şeyhi, Vekâyi’ul-fuzalâ, 1/857.; Yüksel Çelik'e ait doktora tezini incelediğimizde el-Misbâh’a yazılan hâşiyeler arasında zikredilmektedir. Bkz. Yüksel Çelik, es-Seyyid eş-Şerîf el-Cürcânî’nin “el- Misbâh fi şerh el-miftâh” Adlı Eserinin Tahkik ve Tahlili (Edisyon Kritik), 181. 207 Bâlîzâde, Haşiye ala şerhi’l-miftah, (İstanbul: Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi, Bağdatlı Vehbi, 1776). 64 ‫ﺑﺴﻢ ﷲ اﻟﺮﺣﻤﻦ اﻟﺮﺣﯿﻢ‬ ‫ﺳﺒﺤﺎن ﻣﻦ اﻟﮭﻤﻨﺎ ﺑﺎﺣﺴﺎﻧﮫ ﺣﻞ ﻏﻮاﻣﺾ ﺑﯿﺎن اﻟﺒﯿﺎن واطﻠﻌﻨﺎ ﻋﻠﻰ ﻛﺸﻒ ﻣﺸﻜﻼت اﻟﺘﺒﯿﯿﻦ و ﻣﻌﻀﻼت‬ ‫اﻟﺘﺒﯿﺎن وﺻﻼة وﺳﻼﻣﺎ ﻋﻠﻰ ﻣﺤﻤﺪ اﻟﻤﺒﻌﻮث ﻣﻦ ﺳﻼﻟﺔ ﻋﺪﻧﺎن و ﻋﻠﻰ اﻟﮫ و اﺻﺤﺎﺑﮫ ارﺑﺎب اﻟﻠﻐﺔ واﻟﻠﺴﺎن‬ Kendi ifadelerinden anlaşıldığı üzere, Bâlîzâde ders verirken Şerhü’l-miftâh’ı dikkatlice okumuş, gerekli gördüğü yerlerde notlar eklemiş, açıklamalarda bulunmuş ve yorumlar yapmıştır.208 Bâlîzâde eserin sonunda doğum yeri İstanbul olmakla beraber aslen Kastamonulu olduğunu kaydetmektedir. Ketebe kaydına göre müstensihin adı tam okunmamakta ancak eserin Edirne’de bulunan Hızır Bey medresesinde 1032 yılında yazıldığı ve istinsah edildiği görülmektedir.209 Eserin bir diğer nüshası olan Şehid Ali Paşa nüshasının iç kapağında Seyid Şerif el-Cürcânî’nin el-Misbâh eserine yazdığı hâşiyesi olduğu kaydedilmektedir. Müellif için “el-fâdıl el-allâme ve’n-nahriru’l fehhâme Şeyhülislam Müfti Enâm Mustafa Efendi eş-Şehir (meşhur) bi Bâlîzâde” ifadesi yer almaktadır. Bu nüshanın 1035 yılında Fatih Medresesi’nde müellif hattı ile yazıldığı son sayfasında kaydedilmektedir.210 Bağdatlı Vehbi Nüshası ile Şehid Ali Paşa nüshasının yazım tarihleri arasında takriben üç yıllık bir zaman farkının olduğu görülmektedir. Ayrıca iki nüshaya ait incelemelerimizden oluşan kanaate göre Şehid Ali Paşa nüshası, Bağdatlı Vehbi nüshasının geliştirilmiş hali olması mümkündür. Zira nüshalar arası büyük farklar vardır. Bâlîzâde iki nüshanın mukaddimesinde de eserin Seyyid Şerif el-Cürcânî’nin eserine hâşiye olduğunu ifade etmektedir. 208 Bâlîzâde, Haşiye ala şerhi’l-miftah li-Seyyid Şerif, 1b. 209 Bâlîzâde, Haşiye ala Şerhi’l-Miftah li-Seyyid Şerif, 39a. ‫واﻧﺎ اﻟﻔﻘﯿﺮ ﻣﺼﻄﻔﻰ اﻟﺸﮭﯿﺮ ﺑﺒﺎﻟﻲ زاده ﻛﺘﺐ ﷲ ﻟﮫ اﻟﺤﺴﻨﻰ‬ ٠١٠٣٢ ‫وزﯾﺎدة اﻟﻘﺴﻄﻨﻄﻨﻲ ﻣﻮﻟﺪا واﻟﻘﺴﻄﻤﻮﻧﻲ اﺻﻼ ﻛﺎﺗﺒﮫ اﻟﻔﻘﯿﺮ ﻣﺮاد اﻟﻤﻨﻔﺼﻞ ﻋﻦ ﻣﺪرﺳﺔ ﺣﻀﺮ ﺑﻚ ﺑﺪار اﻟﺴﻠﻄﻨﺔ ﻗﺴﻄﻨﻄﻨﯿﺔ‬ 210 Bâlîzâde, Haşiye ala Şerhi’l-Miftah li’s-Seyyid Şerif, (İstanbul: Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi, Şehid Ali Paşa, 002218), 100b. 65 ‫ﺑﺴﻢ ﷲ اﻟﺮﺣﻤﻦ اﻟﺮﺣﯿﻢ‬ ‫ﯾﺎ ﻣﻦ ﯾﻌﻠﻢ ﺳﺮاﺋﺮ ذوى اﻟﺤﺎﺟﺎت ﻣﻦ ﻏﯿﺮ ﯾﯿﺎن واﯾﻀﺎح وﯾﺴﻤﻊ اﺣﺎدﯾﺚ اﻟﻀﻤﺎﺋﺮ ﻣﻦ ﻏﯿﺮ ﺧﻄﺎب‬ .....‫وإﻓﺼﺎح ﺗﺨﯿﺮ ﻓﮭﻢ ﻓﺼﺎﺣﺔ ﻛﻼﻣﮫ أھﻞ اﻟﺒﻮادﻣﻰ وﻣﮭﺎب اﻟﺮﯾﺢ وﺗﺎه ﻓﻲ ﺑﯿﺪاء اوراك ﺑﻼﻏﺘﮫ ﻣﻦ اﻗﺘﺼﺮ ﻋﯿﺸﺔ‬ Duasıyla başlayarak hatimesinde de, ‫ﻓﺎﻟﻤﺴﺆل ﻣﻦ اﻟﻮاﻗﻒ ﻋﻠﯿﮫ ان ﯾﺸﻤﻞ زﯾﻞ اﻟﺴﺘﺮ واﻟﻌﻔﻮ ﻋﻠﻰ ﻣﺎ وﻗﻊ ﻓﯿﮫ ﻣﻦ اﻟﺰﻟﻞ واﻟﻐﻔﻮل وﷲ اﻟﻤﺴﺆل‬ ‫أن ﯾﺠﻌﻞ ذﻟﻚ ﺧﺎﻟﺼﺎ ﻟﻮﺟﮫ اﻟﻜﺮﯾﻢ وﯾﺮزﻗﮫ اﻟﻘﺒﻮل أﻧﮫ ﻋﻠﻰ ﻛﻞ ﺷﺊ ﻗﺪﯾﺮ وﺑﺎﻻﺟﺎﺑﺔ ﺟﺪﯾﺮ وأﻧﺎ اﻟﻔﻘﯿﺮ ﻣﺼﻄﻔﻰ‬ ‫اﻟﺸﮭﯿﺮ ﺑﺒﺎﻟﻲ زاده ﻛﺘﺐ ﷲ ﻟﮫ اﻟﺤﺴﻨﻰ وزﯾﺎدة اﻟﻘﺴﻄﻨﻄﻨﻲ ﻣﻮﻟﺪا واﻟﻘﺴﻄﻤﻮﻧﻲ اﺻﻼ‬ İfadelerine yer vererek bitirmiştir.211 2.2.2.3. Tefsir Eseri Bâlîzâde Mustafa Efendi’nin tespit ettiğimiz bir tefsir eseri bulunmaktadır. Bu eseri, Kanuni Sultan Süleyman döneminde beş yıl şeyhülislamlık görevinde bulunmuş Sâdi Çelebi’nin Hâşiye ‘ala tefsîri’l-Beyzâvî üzerinedir. Sâdi Çelebi’nin eseri, İstanbul medreselerinde tefsir derslerinde yardımcı kitap olduğu kaydedilmektedir.212 2.2.2.3.1. Hâşiye ‘alâ hâşiyeti’s-Sâdî ‘ale’l-Beyzâvî213 Eserde Sâdî Çelebi’nin Beyzâvi tefsiri üzerine yazdığı haşiyenin haşiyesi mahiyetinde olup görüşlerine tenkitler bulunmaktadır. Eserin katalog kaydı Beyazıt Devlet Ktp., Veliyüddin Efendi, nr. 302 şeklindedir. TDV İslam Araştırmaları Merkezi Türkiye Kütüphaneleri kataloğunda demirbaş numarası ve koleksiyon adı Hâşiyetü Bâlîzâde ‘alâ Hâşiyeti’s-Sâdi ‘alâ Envâri’t-Tenzîl ismiyle kaydedilmiştir. Eserin iç kapak sayfasında, “Hâşiye Bâlîzâde ‘alâ hâşiyeti’s-Sâdî Efendi ‘ala’lBeyzâvî” ifadesi geçmektedir. Bâlîzâde eserini, Sâdi Çelebi’nin Beyzâvî üzerine yazdığı haşiyeye reddiye olarak kaleme almıştır. Kitabın başında sûreler taksim edilmiştir. Seçme surelerin bulunduğu bir fihrist vardır. Eser tüm sureleri içermediğinden ötürü fihrist Saffât suresi ile bitmiştir. Bu sebeple Envâri’l-tenzîl’in 211 Bâlîzâde, Haşiye ala Şerhi’l-Miftah, (Şehid Ali Paşa, 002218), 100b. 212 İpşirli- Demir, “Sâdî Çelebi”, 35/404. 213 Eserin ilk sayfası ekler bölümünde verilmiştir 66 bütününe yönelik bir çalışma değildir. İç kapak sayfasında eserin Veliyüddin Efendi kütüphanesine ait olduğuna dair mühür vardır. Eserin mukaddimesinde, ‫ ﺳﺒﺤﺎن ﻣﻦ أﻧﺰل ﻋﻠﻰ ﻋﺒﺪه‬٠‫ﺑﺴﻢ ﷲ اﻟﺮﺣﻤﻦ اﻟﺮﺣﯿﻢ وﺻﻠﻰ ﷲ ﻋﻠﻰ ﺳﯿﺪﻧﺎ ﻣﺤﻤﺪ وآﻟﮫ وﺻﺒﮫ اﺟﻤﻌﯿﻦ‬ ‫ﻛﺘﺎﺑﺎ ﻓﯿﮫ آﯾﺎت ﺑﯿﻨﺎت وﺻﻠﻰ ﷲ ﺗﻌﺎﻟﻰ ﻋﻠﻰ رﺳﻮﻟﮫ اﻟﻤﺆﯾﺪ ﺑﺎﻟﻤﻌﺠﺰات واﻟﺒﺎھﺮات اﻟﺬي اﻧﻘﻄﻊ ﺑﮫ اﻟﻮﺣﻲ وﺗﻤﺖ‬ 214 ‫ﻣﻌﮫ اﻟﺘﻨﺰﯾﻼت وﺧﺘﻢ ﻓﯿﮫ ﺑﯿﺖ اﻟﻨﺒﻮة واﻟﺮﺳﺎﻻت‬ duası ile başlamaktadır. Bâlîzâde mukaddimenin devamın ise Sâdî Çelebi’nin, el-Hâşiyetü’s-Sâdiyye ‘ala’l-‘inâye ve’l-Hidâye üzerine bir şerh kaleme aldığını, daha sonra tekrar Beyzâvî hâşiyesi üzerine bir hâşiye yazmanın kalbine düştüğünü ifade etmektedir. Mukaddimenin devamında da kitabın yazarının kendisi olduğunu kaydeder. Eser içerisinde Sâdi Çelebi’nin görüşlerini aktardıktan sonra onun hatalarını düzelttiği gözlemlenmektedir. Bu sebeple eserin reddiye türünce kaleme alındığı ifade edilebilir. Elimizde bulunan nüsha, Saffât suresinin ilk kısımlarına dair bilgiler içermektedir. Yazma nüshayı incelediğimiz zaman sonunda bir hatime yer almamakla beraber eserin tamamlanmadığı gözlemlenmektedir. Bâlîzâde Mustafa Efendi kulların maslahatıyla müşerref olduktan sonra eseri kaleme aldığını kitabın girişinde ifade etmektedir. Burada şeyhülislamlık görevine başladıktan sonra yazdığını anlamaktayız. Bu sebeple Bâlîzâde esere şeyhülislamlık makamındaki yoğunluk ya da azli döneminde başlamış olabileceği gibi sebebi bilinmeyen durumlardan dolayı eseri tamamlayamadığını söyleyebiliriz. Kütüphane kayıtlarında eserin devam ciltlerinin olduğuna dair bir bilgi de göremedik. 214 Bâlîzâde Mustafa Efendi, Haşiyetu Bâlîzâde ala Haşiyeti’s-Sadî ala Envari’t-Tenzil. (İstanbul: Beyazıt Devlet Kütüphanesi, Veliyüddin Efendi, 302), 1b. 67 2.2.2.4. Hadis Eserleri Bâlîzâde Mustafa Efendi’nin hadis alanında bir eseri bulunmakla beraber eserin yazma eser kataloglarındaki kayıtları birden fazladır. Aslen aynı eser olmakla beraber nüsha ve eserin isminde farklılıklar bulunmaktadır. 2.2.2.4.1. Risâle fi mâ revâhu Ebû Eyyûb el-Ensârî215 Ebû Eyyûb el-Ensârî'nin (öl. 49/699) rivayet ettiği hadisleri bir araya getiren eserdir.216 Eserde daha çok İbn Kesîr (öl. 120/738) ve Süyûtî (öl. 911/1505) gibi geç dönem müelliflerinin çalışmalarından istifade edilmiştir. Eserin ismi kataloglarda Mecmuu’l-hadîs bi rivâye Ebî Eyyûb el-Ensârî olarak geçmektedir. Millet Ktp., Ali Emiri Efendi, Arabi, nr. 2447. Kitabın bir diğer nüshası, Murad Molla Ktp., Murad Molla, Hadis Mecmuaları, nr. 000816, 62 vr. Topkapı Ktp., Ahmed III Kit., nr. 568, 62 vr. kataloglarda Kitâb fî mâ ravâhu Ebû Eyyûb el-Ensârî mine’l-ehâdis şeklinde geçmektedir. Eserin bir diğer nüshası, Beyazıt Devlet Ktp. Veliyüddün Efendi koleksiyonu 000801 demirbaş numaralı kayıtta el-Ehâdis merviyâ an Hâlid b. Zeyd olarak kaydedilmektedir. Veliyüddin Efendi koleksiyonuna ait nüshası; ‫ﺑﺴﻢ ﷲ اﻟﺮﺣﻤﻦ اﻟﺮﺣﯿﻢ‬ ‫ﺳﺒﺤﺎن ﻣﻦ زﯾﻦ ﻣﺠﻠﺲ رﺳﻮﻟﮫ ﺑﺼﺤﺒﺔ اﻻﻧﺼﺎر اﻟﻤﺠﺎھﺪﯾﻦ وﺣﻼه ﺑﺎﻟﺨﻠﻔﺎء اﻟﻤﮭﺎﺟﺰﯾﻦ اﻟﻤﮭﺘﺪﯾﻦ واﻟﺼﻼة‬ ‫واﻟﺘﺴﻠﯿﻢ ﻋﻠﻰ ﻣﻄﻠﻊ ﻧﻮر اﻟﻨﺒﻮة اﻟﺮﺳﺎﻟﮫ وﺳﺪ ﺑﮫ طﺮﯾﻖ اﻟﺸﺮك واﻟﻀﻼﻟﺔ‬ duası ile başlamış, hatime bölümünde de ‫ رب اﻟﻌﺎﻟﻤﯿﻦ وﺻﻠﻰ ﷲ ﻋﻠﻰ ﺳﯿﺪﻧﺎ ﻣﺤﻤﺪ ﺧﺎﺗﻢ اﻟﻨﺒﯿﯿﻦ وﻋﻠﻰ آﻟﮫ وﺻﺤﺒﮫ اﺟﻤﻌﯿﻦ وﺳﻠﻢ ﺗﺴﻠﯿﻤﺎ‬Ó ‫اﻟﺤﻤﺪ‬ ٠‫ﻛﺜﯿﺮا داﺋﻤﺎ إﻟﻰ ﯾﻮم اﻟﺪﯾﻦ ﺗﻤﺖ‬ duası ile bitirmiştir. Eserin girişinde Halid b. Zeyd ile Ebû Eyyûb el-Ensârî künyesinin aynı olduğu ifade edilmektedir. Kitap Ebû Eyyûb el-Ensârî’den nakledilen rivayetleri içermektedir. 215 Eserin ilk sayfası ekler bölümünde verilmiştir 216 Şeyhi Mehmed Efendi, Vekâyi’u’l-fuzalâ, 1/858. 68 Bâlîzâde rivayetleri Kütüb-i Sitte ve Kütüb-i Tis‘a’dan derlemekle yetinmemiş, Musannef, Mu‘cem, İmam Şâfi (öl. 204/820), Beyhakî (öl. 458/1066), Müstedrek ve etrâf türü hadis koleksiyonundan tarayarak Ebû Eyyûb el-Ensârî’den gelen hadisleri toplamıştır. Elimizdeki Beyazıt Devlet Ktp. Veliyüddin Efendi koleksiyonundaki nüshanın müellif hattı ile yazılmadığı görülmektedir. Bu esere ait, Şeyhülislâm Bâlîzâde Mustafa Efendi’nin el-Ehâdîsü’l-merviyye an Ebî Eyyûb el-Ensârî Adlı Eserinin Tahkikli Neşri ve Hadis Usûlü Açısından Tahlili isimli İbrahim Deniz’e ait bir yüksek lisans tezi bulunmaktadır. 2.2.3. Bâlîzâde Mustafa Efendi’ye İsnad Edilen Eserler Hâşiye ala’l-Mutavvel, Hâşiye ‘alâ Muhtasari’l-Meânî, İlm-i Firâset Risâlesi Şerhu Kasîdeti’l-Bürde, Şerhu Kasideti'l-Münferice bazı eserler Bâlîzâde'ye nispet edilmiştir. Ancak bu eserler başka müelliflere ait olduğunu incelemelerimiz sonucunda tespit ettik. İlm-i Firâset Risâlesi Sultan III. Murad döneminde yaşamış Mustafa Bin Bâlî’ye aittir. Eserler ilgili Ramazan Sarıçiçek’e ait Mustafa Bin Bâli ve İlmi Firâset’i adlı bir çalışma mevcuttur.217 Hâşiye ‘alâ Muhtasari’l-Meânî’nin iç kapak sayfasında Bâli Paşa’ya ait olduğu kaydedilmektedir. 218 Muhtemelen isim benzerliğinden kaynaklı bir kataloglama hatasıdır. Zira Bâlîzâde için Bâlî Paşa gibi bir isim veya lakap kullanılmamıştır. Şerhu Kasîdeti’l-Bürde, Bâlîzâde Mustafa Efendi’ye ait olduğu kaydedilmektedir. Ancak tetkiklerimiz sonucu eser içerisinde Bâlîzâde’ye isnad edilecek bir kayıt bulunmamaktadır. Bununla beraber Şakâ’ik Zeyli’nde, Bâlîzâde Mustafa Efendi’nin Kaside-i Bürde’yi şerh ettiği kaydedilmektedir. 219 Bâlîzâde Bkz. Ramazan Sarıçiçek, “Mustafa Bin Bâlî ve İlm-i Firâset’i”, Turkish Studies 7/4 (2012), 27252754. 217 218 Bâlîzâde Mustafa Efendi, Haşiye ala Muhtasari’l-Meani li’s-Seyyid. (İstanbul: Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi, Carullah, 471). 219 Şeyhî, Vekâyi’u’l-fuzalâ, 1./858.; Uşşâkîzâde, Zeyl-i şakâ’ik, 513. 69 Mustafa Efendi’nin, İbn Arabi’nin Fusûsu’l-Hikem adlı eserine bir şerh yazdığı nakledilmiştir. 220 Ancak yazma kataloglarında bu nüshayı görememekteyiz. Şerhu Kasideti'l-Münferice221, adlı eserin Bâlîzâde Mustafa Efendi’ye ait olduğu ifade edilmektedir. Eserin katalog kayıtları Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 3772, vr. 175-180. Yazma Bağışlar, nr. 002749/3, 80b-90a vr. şeklindedir. Kasideti’l-Münferice, İbnü’n-Nahvî (öl. 513/1119) mahlası ile bilinen Yusuf b. Muhammed Tevzerî tarafından yazılmış, nüshalarına göre değişen kırk ile elli beyit arasında değişen kasidedir. 222 Nüshalar arasında yazım üslubu olarak bir fark görülmemekle beraber tarihleri arasında ciddi bir fark vardır. Esad Efendi nüshasının sonunda tamamlanma tarihi olarak 8 zilkâde 1101 tarihi verilmekte, Yazma Bağışlar nüshasında ise 1037 tarihi verilmektedir. Esad Efendi nüshasının mukaddimesinde müellife dair “eş-şehîr bi ibn Bâlî” künyesi verilmektedir. Ancak sonunda el-Hac Sâlih ismi zikredilmektedir. Yazma Bağışlar nüshasında ise Halil b. Mustafa olarak ketebe kaydı verilmektedir. Muhtemelen bu eser Bâlîzâde’nin kendisine değil oğluna aittir. 220 Ziriklî, el-A‘lâm, 7/234. 221 Eserin ilk sayfası ekler bölümünde verilmiştir. 222 Bkz. İsmail Durmuş- Hüseyin Elmalı, “İbnü’n-Nahvî”, TDV İslam Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 2000). 70 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM 3. ŞEYHÜLİSLAM BÂLÎZÂDE MUSTAFA EFENDİ’NİN FETVÂLARI 3.1. Şeyhülislam Bâlîzâde Mustafa Efendi’nin Elden Verdiği Fetvâları Şeyhülislam Bâlîzâde Efendi’nin elden verdiği fetvâlardır, bismillahi Teâlâ 1B 1. Zeyd’in yedinde Amr’ın câriyesi vedî’a olsa câriyeyi Amr’a beyʻ eylese kabzı cedîde muhtaç mıdır hatta câriye vefât etse, helâk müşteriye mi olur bâyiʻa mı olur? el-Cevâb: Kabz-ı cedîde muhtaçtır, helâk bâyiʻa olur. 2. Zeyd avretini boşasa sonra tezevvüç eylese mihrini hîbe etmek üzere mihr sâkıt olur mu? el-Cevâb: Mihr üzerine bâkîdir. Sâkıt olmaz, cânib-i zevcden nikâh için almak bâtıldır. 3. ‘Abd-i mükâteb Zeyd’in sığırını helâk eylese, fi’l-hâl damân lâzım olur mu? el-Cevâb: Kable’l-‘ıtk ve kable’l-edâ ve bedeli’l-kitâbe dâmin olur. 4. Zeyd Amr-ı zımmîden bir mikdâr hamrı sirke etmek için iştirâ eyleyip sirke zarfına koyup sirke olsa bu beyʻ sahîh olup helâl olur mu? el-Cevâb: Olmaz beyʻ bâtıldır. 5. Zeyd zevcesine dârını vakf edip baʻdehâ masâlih-i mescide dese baʻdehû Hind’i tezevvüc edip Zeyd ölse Hind dâr-ı mezbûreyi vakfiyyet eder mi? el-Cevâb: İder, mevti hâlinde zevcesi ise mevkûfun aleyhâ olur. İsmini zikr etmeyecek. 71 6. Menzil-i merhûn-u Zeyd Amr’a hibe eylese câize olur mu? el-Cevâb: İmâm Muhammed rahimehullah tecvîz etmemişdir. Gerçi rivâyet-i asılda223 cevâz vardır. 2A 7. Zeyd yedinde olan câriye gasb-ı tarik ile olsa sahibinden iştirâ eylese kabz-ı cedîde muhtaç mıdır? el-Cevâb: Değildir. 8. Zeyd kısâs lâzım oldukta velî katîl fevt oldukta velî katîlin vârisi yahut vârisinin vârisi bi tarîki’t-teselsül kısas ettirir mi? el-Cevâb: Ettirir. 9. Zeyd Amr’ın müdebberin ve mükâtibini ve ümm-i veledini iştirâ edip Zeyd’in yanında fevt olsa Zeyd’e damân lâzım olur mu? el-Cevâb: İmâm-ı sânî Ebû Yusuf aleyhirrahme kavli üzre kıymetlerin dâmin olur. Müctehid mukaddem İmâm-ı Aʻzâm aleyhirrahme kavli üzere ümmü’l-veledin kıymetin dâmin olmaz müdebber ve mükâteb dahi kıymetlerin dâmin olur. 10. Zeyd beyʻ-i fâsid ile mahremin iştirâ eylese âzâd olur mu? el-Cevâb: Olur. 11. Zeyd aʻtâk (itak) etmek şartıyla Amr’ın kulunu iştirâ eylese sahîh olur mu? el-Cevâb: İmâm Aʻzâm yanında câiz değildir. Lâkin âzâd ederse beyʻ cevâzda munkalib olup semen lazım olur. İmâmeyn yanında kıymet lâzım olur fesâd-ı akd için. 12. Zeyd’in vârisleri Zeyd’in Amr’a emânet koydukları vedâyi’i talep ettikleri Amr Zeyd’e hayatında biʻt-tamâm teslîm eyledim dese tasdik olunur mu? 223 İmam Muhammedin el-Asl adlı eserinden bahsedilmektedir. 72 el-Cevâb: Olunur. 13. Zeyd kulu Amr’a satmam deyû yemin edip baʻde Amr’a satıp Amr kabul etmedüğü taktirde hânis olur mu? el-Cevâb: Olur. 2B 14. Zeyd Amr’ın üzerine kul getürüp Amr’ın hânesine hucûm eyledikde zevcesi Hind ıskât-ı haml eylese Zeyd’e ne lâzım gelir? el-Cevâb: Sâkıt hayy ise diyet ve illâ gurre sayıla lâzım gelir eğer haml ve savlet olmayıp binefsihâ havfından ıskât eylediyse bir şey lâzım gelmez. 15. Zeyd Amr’a bir husûs için rüşvet bin altın (altun) verse sonra Amr’ın zimmetini ibrâ eyledikden sonra Zeyd’in bin altın daʻvâsı sahîh olur mu? el-Cevâb: Olur rüşvetten ibrâ sahîh değildir. 16. Hacc-ı şerîf üzerine farz olan kimesne, hacca gitmese şehâdeti makbule olur mu? el-Cevâb: Olmaz İmâm Muhammed kavli üzerine. 17. Zeyd fevt olup veresesi zevcesi Hind’i hayatında talâk vermiştir mutallikadır deseler beyyine ikâmet etseler, Hind, ölünce Zeyd’in taht-ı nikâhında idim deyû beyyine ikâmet eylese kangının (hangisinin) beyyinesi olur mu? el-Cevâb: Hind akdeyni iddiʻâ ederse Hind’in beyyinesi evlâdır. Akd-i vâhid iddiʻâ ederse verese beyyinesi evlâdır. 18. Mürtehîn yedinde olan fersi Zeyd gasb eylese mürtehine damân lâzım olur mu? el-Cevâb: Fers-î damân mürtehinden çıkar lâkin rehin kâim ise hatta mürtehin-i gasıptan alıp yine dâmin olur mürtehin yedinde. 19. Zeyd câriyesin Amr’a kendüye on yıl mihri için hizmet tesmiye eyleyip câriye kable tamâmü’l-müdde fevt olsa, hükmü ne ola beyân buyurula. 73 el-Cevâb: Fî rivâyet tamâm-ı müddet lâzım olur ve fî rivâyet mihr-i misil lâzım olur bu makûle râî hâkime müfevvezdir.224 20. Zeyd kâziben yemin eylese helâk mukarrer midir? el-Cevâb: Mukarrerdir kısas gibi. 3A 21. Zeyd deyip bir karyeye dâhil olup bana ilaç edun beni […] deyup mecrûh eyledi deyüp vefât eylese velî-i katîl ehl-i karyeden daʻvâyı katil eylese câiz olur mu?225 el-Cevâb: Veli-i katîl ehl-i karyenin gayrından daʻvâ ederse ehl-i karye Zeyd’in ikrarına şehâdet ederlerse şehâdetleri makbule olup inde Ebî Yusuf ve Muhammed rahimehullah teʻâla velî-i katîl daʻvâsı istimâʻ olunmaz eğer şuhûd ehli karyeden değiller ise ittifak şehâdetleri makbuledir yine daʻvâyı veli istimâʻ olunmaz eğer ehl-i karyenin biri üzerine daʻvâ ederse ve ehl-i karye şehâdet ederlerse makbule olmayıp ehl-i karye üzerine diyet lâzıme olur. 22. Zeyd avretine sen bana imrea (kadın) değilsin dese boş olur mu? el-Cevâb: İmâm Aʻzâm rahimehullah katında vâk‘î olur talâka niyet ederse. İmâmeyn mükrimeyn-i rahimehimallah teʻâlâ talak vâkî olmaz niyet ederse de. 23. Zeyd avretine senin ile benim beynimde nikâh yoktur dese? el-Cevâb: İn neva et-talâk vakaʻa illâ felâ. 24. Zeyd avretim ile beynimizde nikâh olmadı dese talâk vâkî olur mu? el-Cevâb: Talâk vâkî olmaz niyet dâhi ederse. 224 Müfevveze: Mihri belirtilmeden velisi tarafından evlenilen kimse. 225 Fetvânın okunmayan yeri ekler bölümünde verilmiştir. 74 25. Zeyd Amr’ın koyunlarına nice müddet reʻa eyleyip ücret tesmiye olunmasa baʻdehû ecr-i misli talep eylemek câiz olur mu? el-Cevâb: Akd-i icâre oldu ise ecr-i misil lâzım olmaz. Eğer akd-i icâre olup lâkin ücret-i muʻayyene tesmiye olunmadıysa ecr-i misil lâzım olur. 26. Kulu mevlâsının malın serika eylese katʻi yed olur mu? el-Cevâb: Olmaz. 27. Zeyd vakıfta binâ eylese kal’a226 kâdir olur mu? el-Cevâb: Olmaz kadı vakfa mütevellî nasb edip icâr (isticâr) eder ücretinden deyn-i haraç meremmet227 edâ olunup kal’ olunmaz. 3B 28. Zeyd ve Hind zînâ edip baʻdehû Zeyd’in babası Hind’i nikâh ile almak helal olur mu? el-Cevâb: Şerâyıtı ile şuhûd-ı erbeʻa şehâdetleri ile sâbit ise olmaz. İkrarları ile sâbit olup Zeydîn babası tasdik eyledi ise yine helâl olmaz. 29. Zeyd Amr’ı şirâya vekîl edip Amr dahi bir miktar maʻlûm Zeyd için iştirâ eylese Hâlid’den sonra, Hâlid semenin müvekkil olan Zeyd’den talep eyledikde Velid kefil olsa kefâleti sahîha olur mu? el-Cevâb: Olmaz metâlib olan Amr’dır. 30. Nakl-i kitâb hükmî mektûb ileyh olan kadı hısm yüzüne kırâat olunduktan sonra kâtip kadı maʻzûl olsa mektûbuna amel olur mu? el-Cevâb: Olur. 31. Dâru’l-harpte radâʻ cârî midir? el-Cevâb: Cârîdir dâru’l-islâmda nice ise onda dahi öyledir. 226 Kal‘a: Oynatmak, bozmak. 227 Meremmet: Tamir etmek. 75 32. Zeyd Amr’a bir metâʻ hibe edip baʻdehû mânîʻ-i rucûʻ olmamak ile Zeyd metâʻı istircâ edip lâkin kable’l-kabz Zeyd fevt olsa veresesi alır mı? el-Cevâb: Alır, rucûʻ aslından fesh eder. 33. Zeyd mülkünde binâ ederken karşı bir pencere açsa lâkin zarar-ı fâhiş ile zarar olsa menʻ olunur mu? el-Cevâb: Menʻ olunur a’le’s-sahîh zarar-ı fâhiş var ise müctehid-i mukaddem Ebû Hanîfe radiyellahuteâla anh katında mülkünde tasarruftan menʻ olunmaz zararı fâhişi dahi var ise ve’r-râi fîhi ile’l-hâkim. 34. Zeyd çayırını satmak câiz olur mu? el-Cevâb: Caiz, kendi bitti ise olmaz mubahtır. Eğer inbat ve isʻâ 228 ettiyse beyʻi câizdir. 4A 35. Bir mahallenin imamı yahûd müezzini ehl-i mahallenin baʻzı hâzır olup ve baʻzı için te’hîr câiz midir? el-Cevâb: Mekruhtur. Hazır olanlar hakları gâibler için te’hîr olunmaz. 36. Bir çekirdek yahûd elma rîh ile gayrin bağına düşüp sâbit olsa kimin olur? el-Cevâb: Sahib-i bağın olur. 37. Hind mihrini zevci Zeyd’e şartu’l-ıvaz hibe edip lâkin ıvazı kabzdan evvel Hind vefât eylese mihr sâkıt olur mu? el-Cevâb: Hibe batıldır. 38. Zeyd zevcesi Hind’e bir kaftan iştirâ edip teslim eylese, Hind kaftanı mâlikinden alıverdik Zeyd dahi kaftanı Hind’in kaftanını beyʻ edip semeni ile alıverdim dese, kavl kimindir? 228 İs‘a: Çalışmak. 76 el-Cevâb: Kavl zevcindir lâkin Hind tevkîli inkâr ederse Zeyd isbâta muhtaçdır. 39. Zeyd benim ne kadar kulum var ise de ölsün deyüp kulunun kulu, âzâd olur mu? el-Cevâb: Kulu âzâd olur. Müctehid-i mukaddem İmâm-ı Aʻzâm radiyellahu teâla anhu hazretleri katında eğer kulunun kulu dahi niyet edip kulunun mevlâ dahi âzâd olur ve illâ azâd olmaz, İmam Muhammed rahimehullahu teala katında azâd olur gerek deyn olsun ve gerek olmasın; İmâm Yusuf katında âzâd olmaz gerek abd üzerine deyn olsun gerek olmasın. 40. Zeyd maraz-ı mevtinde intikâli karîb oldukta hâşâ ben kafirim deyû ikrâr ve ısrâr eylese kâfir olur mu? el-Cevâb: Olur. Lâkin ikrâr ve inkârı ahvâli ahireti müşahededen sonra sekerât-ı mevtte ise iʻtibâr yoktur. Kable’l-müşâhede îmân ile intikâl eylerse müʻmindir. İnnemâ ve billahi teâla. 41. Zeyd Amr’a maraz-ı mevtinde baʻzı eşya hibe edip kable’t-teslîm ölse ol eşya Amr’ın olur mu? el-Cevâb: Olur bi tarîki’l-vasiyye ise. 4B 42. Vasî bir câriye ve kul-u sagîrlere malları ile iştirâ edip baʻdehû kul ve câriye ve sagîrler vefât eyleseler vârisleri vasî teayyuna kâdir olur mu? el-Cevâb: Olmaz hâcetten ziyâde değilse. 43. Zeyd maraz-ı mevtinde menzilini bi tarîki’l-vasiyye kızı Hind’e ve kızının evlâdına vakf eylese sahîh olur mu? el-Cevâb: Kızı Hind’ e aslen/asla sahîh olmaz. Eğer bi tarîki’l-vakf olup müsait ise alâ mâ farazallahu teâla Hind mutasarrıfe olur. Hayevatta oldukça ve baʻde mevtihâ evlâdı vakfiyyet üzere tasarruf eder. 77 44. İki şâhit şehâdet eyleseler Zeyd’in ikrarına bu arz mevkûfedir ala’ Halid ve neslihi ve iki âhar kimesne şehâdet eyleseler ki ala’ Velid ve neslihi mevkûfedir deyu nice olur beyân? el-Cevâb Kangi ikrâr-ı evvel idüğü maʻlûm ise ikrâr-ı evvel câiz, sânî bâtıl olur. Bilinmez ise Halid ile Velid munâzaʻa üzere tasarruf ederler. 45. Zeyd menzilini ebnâsına vakf edip fevt oldukta iki kızın ve bir oğlun terk eylese nice olur beyân? el-Cevâb: Galle229 var ise fukaraya verilir. 46. Harap olan değirmen vakf-ı evlâd olup harap olduğuna imamet beyyine olunsa evlâddan Zeyd eser-i binâ mevcûd idüğüne beyyine ikâmet eylese kangisi ile amel olunur? el-Cevâb: Zeyd’in beyyinesi ile amel olunur. 47. Zeyd Amr’ı zevcesine talâk vermeye vekîl edip Amr üç talâk ile tatlîk eylese üç vâk‘î olur mu? el-Cevâb: Olmaz meğer üçe niyet eylese vâkî olur. 5A 48. Zeyd bayram günü salıncak yapıp Amr binse ve eciri Zeyd’in sallasa, Halid geçerken Amr Halid’e dokunup bir gözün çıkarsa damân kime lâzım olur? el-Cevâb: Eğer Halid Amr’ a dokundu ise lâ şey fîhi alâ ehad, eğer Amr Halid üzerine geldiyse damân Amr’a ve Amr tarafından salmağa me’zûn olan ecir üzerine lâzım olur. 229 Gall kökünden türeyen bir isim olan galle (çoğulu gallât, gılâl) sözlükte “gelir, kira, topraktan sağlanan mahsul” anlamlarına gelir. Bir hukuk terimi olarak ev, han, dükkân gibi gayri menkullerin kirasını, bağ, bahçe ve tarlaların ürününü ve paranın getirisini ifade eder. Bu bakımdan “nema” ve “ziyade” ile ortak bir anlama sahiptir. Alışveriş, şüf‘a, rehin ve vasiyet gibi hukukî işlemlerde akde konu olan malda meydana gelen fazlalığın kime ait olacağı konusu hukukçular arasında tartışılmıştır. Ancak galle terimi daha çok vakıf mallarından sağlanan gelir hakkında kullanılmaktadır. Buna göre bir vakfa gelir sağlamak üzere tahsis edilen taşınır taşınmaz her türlü malın tabii ve hukukî semerelerine galle denir. 78 49. Zeyd Amr’dan kefil binnefs olup kaçırsa mala kefilim dese baʻdehû Amr vefât eylese Zeyd’den kefil bilmâl olduğu için dâmin olur mu? el-Cevâb: Olmaz Amr fevt olmak ile hurûb bulunmaz. 50. Taht-ı nikâh-ı müslimde olan nasraniyye mutallika oldukta zımmîye tezevvüc câiz olur mu? el-Cevâb: Olur. 51. Sûret-i mezbûrede selâse ile mutallika olsa muhallel olur mu? (mutallaka/muhallil) el-Cevâb: Olur. 52. Zeyd ile Amr ferslerin mübâdele eyledikde baʻdehû Zeyd Amr’dan aldığı fersi Bekr’e satsa ve gâib olsa baʻdehû Bekr Amr elinde olan ferse müstehakk çıkıp baʻde’l-isbât eylese Amr Zeyd’den semeni mi alır kıymetini mi? el-Cevâb: Kıymet-i fers alır. 53. Abd-ı müdebber zevcesine talâk dese mihr-i mü’ecceli için si’âye230lâzım olur mu? el-Cevâb: Olur. 54. Bir ırktan bir kök gayrin bahçesinde bitse kimin olur? el-Cevâb: Bahçe sahibi kalʻ (toplar/ hasat eder) eder. 55. Zeyd menzili Amr-ı mütevellî yedinde yirmi bin akçeye rehin koyup derk-i menzile Bekir kefil olduktan sonra müstehakk zuhûr edip vech-i şerʻî üzere menzili aldıkta yirmi bin akçeyi mütevelli Bekir’den almağa kâdir olur mu? el-Cevâb: Olur kıymet-i menzil deyninde ekall değil ise, eğer ekall ise kıymet-i menzili olur. 230 Kölenin azad bedeli üzere çalışması. 79 5B 56. Zeyd bir câriyeyi Amr’dan iştirâ edip Halid’e beyʻ eyledikten sonra yine Halid’den iştirâ edip bâyiʻ-i evvel yanında olan ayb-ı kadîmini zâhir olacak redde kâdir olur mu? el-Cevâb: Ne bâyiʻ-i evvele redd edebilir ne müşterî-i sâniye redd eder. 57. Zeyd bir metâı şirâ-i fâsid ile iştira ve kabz eylese baʻde hükm-i fesâd ile bâyiʻa redd eyledikte kabul etmeyip müşteri yanında zâyi’ olsa damân lâzım olur mu? el-Cevâb: Ne semen ne kıymet lâzım olur, mecânen (ücretsiz) dâmin olur. 58. Zeyd şirâ-i fâsid ile iştirâ eylediği cariyeyi vat’i helâl olur mu? el-Cevâb: Olmaz gayri’l-esahh 59. Zeyd ile Amr akdin sıhhat ve butlânında ihtilâf eylediklerinde kavl kimindir? el-Cevâb: Kavl müddeî butlânındır. Zira aslı akdin münkirdir. 60. Zeyd avretine enti tâlik keyfe şâellahu dese ne vâkî olur? el-Cevâb: Vahide ricʻiyye olur. 61. Zeyd Muhammedî bir kul iştira edip bâyiʻ hümmâr-ı ‘ineb var dese hâlbuki hümmar-ı rubʻ? olsa red edebilir mi? el-Cevâb: Red eder. 62. Zeyd bir kul iştirâ edip üzerine verem olup bâyiʻ harbden oldu dese sonra kadîm idüğü zâhir olsa redd ider mi? el-Cevâb: İtmez. 80 6A 63. Kadı gâibin malını ikrâz231 etmeye kâdir olur mu beyân buyrula. el-Cevâb: Olur. 64. Zeyd kitab-ı nakl ile geldikde kabul edip hükm eder mi? el-Cevâb: Nakli câri olan mevzîlerde kabûl ve huzur-ı hısımda hükm eder. 65. Babası huzûrunda bâliğa olmayan Hind cemîʻi malını ve rızkını zevcine verip talâk talep eyledikde verdiği mal rızk-ı zevcin olur mu? el-Cevâb: Olmaz talâk-ı ricʻî vâkî olur. 66. Cin tâifesine Hazret-i hâtemu’l-enbiyâ Muhammedü’l-Mustafâ sallallahu teala aleyhi ve sellem hazretlerinden mukaddem rusul geldi mi beyân buyurula? el-Cevâb: Ulemâ rahimehumullah-u teâla ihtilâf etmişlerdir bazılar, “yubʻasûne ile’l-ins ve’l-cinn cemîʻan” ve bazılar “rusûl-i inse nüzûr-u cinnedir”, demişlerdir. 67. Zeyd kuluna müdebber ol veled-i sagîrim Amr’ın dese ba‘dehu Amr vefât eylese kul âzâd olur mu? el-Cevâb: Olur. 68. Zeyd Amr’a bir miktar vedîʻa koyup Amr dahi Halid’e vedîʻa koyup zâyi olsa Amr’a damân lâzım olur mu? el-Cevâb: İmâm-ı Aʻzâm kavli üzerine olur İmâmeyn kavilleri üzerine isterse Amr’a tazmin eder, isterse Halid’e. Lâkin Halid Amr’a rucûʻ eder dâmin olur. 231 İkrâz: Borç vermek. 81 6B 69. Zeyd Yahudi sebt günü olmak ile taleb-i şufʻayı terk eylese şufʻası sâkıt olur mu? el-Cevâb: Olur. 70. Zeyd Amr-i abd için, “Sana mâlik olursam müdebber ol”232 dese sonra mâlik olsa müdebber olur mu? el-Cevâb: Olur. 71. Zeyd Amr-i abde Halid’in mülkünde iken, “ente hürrün baʻde mevtî” dese baʻdehû mâlik ölse âzâd olur mu? el-Cevâb: Olmaz. 72. Zeyd Hind-i cariyeye, “Sana mâlik olursam fe enti hürrün baʻde mevtî” dese sonra Halid ile maʻan iştirâk üzre mâlik olsa tedbiri sahîh olur mu? el-Cevâb: Olmaz küllüne mâlik olmadı ise. 73. Salîb ve esnâm nakş olunmuş bisât233 üzere namaz câiz olur mu? el-Cevâb: Olmaz nasârî sanem ile salibi fark etmezler taʻzîm ederler. ﴾٥٢﴿ ‫ﻋﺎِﻛﻔُﻮَن‬ َ ‫اِْذ ﻗَﺎَل ِﻻَﺑﯿِﮫ َوﻗَْﻮِﻣﮫ َﻣﺎ ٰھِﺬِه اﻟﺘ ﱠَﻤﺎﺛُﻞ اﻟﱠﺘﻲ ا َْﻧﺘ ُْﻢ ﻟََﮭﺎ‬ ﴾٥٣﴿ ‫ﻋﺎِﺑﺪﯾَﻦ‬ َ ‫ﻗَﺎﻟُﻮا َوَﺟْﺪ ٓﻧَﺎ ٰا ٓﺑَﺎَءﻧَﺎ ﻟََﮭﺎ‬ 234 ﴾٥٤﴿ ‫ﺿَﻼٍل ُﻣﺒﯿٍﻦ‬ َ ‫ﻗَﺎَل ﻟَﻘَْﺪ ُﻛْﻨﺘ ُْﻢ ا َْﻧﺘ ُْﻢ َوٰا ٓﺑَﺎُ۬ؤُﻛْﻢ ﻓﻲ‬ 74. Zeyd Amr ile bir abd-ı mu’takînin velasında daʻvâ ve ikâm-i beyyine edip her biri velâsını ispat eyleseler kangisinin olur? el-Cevâb: Sebk-i daʻvâ isbât olmadıysa beynlerinde münâzaʻa üzere olur. 232 Bir kimsenin, kölesini kendi ölümüne bağlı olarak âzat etmesi anlamında fıkıh terimi. 233 Bisât: Halı. 234 Enbiyâ, 21/52-53-54. 82 7A 75. Zeyd Amr’dan resm-i tapu ile ve izni sâhib-i araziyle bir arzı aldıkda arz-ı mezbûre muttasılası olan Bekir, “Benim arzıma muttasıladır” deyu şufʻa daʻvâsı almak câiz olur mu? el-Cevâb: Olmaz, şufʻa daʻvâsı mülkde olur, resm-i tapu ile mutasarrıf olan arazide mülk yoktur. 76. Zeyd-i sağîrin vasîsi Amr verese-i kibâr ile muhallefattan 235 bir tâhunu 236 ecnebiye beyʻ eyleseler câiz olur mu? el-Cevâb: Sağîr hakkında mücevvezatdan biri var ise olur. 77. Sûret-i mezbûrede Zeyd baliğ oldukda zikr olunan tâhunu zilyed yedinden almağa kâdir olur mu? el-Cevâb: Vasî-i sağîrin iʻtibarına semen-i misl ile beyʻ inde’lmütekaddimin câizdir. Müteahhirîn tecvîz etmemişlerdir. Meğer müşterî dıʻfı kıymeti ile iştirâ ede yâhud sağîrin semenine hâceti olsa yâhud meyyitin deyni olup kazâsı semeni ile olup hâkim cevâzına hükm ede bu takdirce son daʻvâsı istimâʻ olunmaz bu mücevvezlerin biri bulunmazsa daʻvâsı sahîhadır. 78. Bu sûrette sağîr bâliğ olup edâ-i deyn-i meyyit idecek mal mevcûd idi, deyû beyyine ikâmet edüp zilyed dahî zarûret var idi deyû ikâmet-i beyyine eylese, kangisinin beyyinesi evlâdır? el-Cevâb: Zeyd-i yetimin beyyinesi evlâdır. 79. Zeyd icâre ile verdiği mülkü …. satsa câiz olur mu?237 el-Cevâb: Rivâyet-i sahîha üzere mevkûf olur. Hakk-ı müste’cir sâkıt olunca. 235 Muhallefat: Geride kalan, geriye bırakılan. 236 Tâhun: Değirmen, su değirmeni. 237 Fetvânın okunmayan kısmı ekler bölümünde verilmiştir. 83 7B 80. Zeyd gâib olup biraderi Amr Zeyd’in malın bey’a kâdir olur mu? el-Cevâb: Zarar murettip olmasa mal beyʻ olunmaz zarar terettüb ederse ona kadı hükmü(?) ile bey caizdir. 81. Zeyd Amr’ın kulu Bekir’i, “Ben katl eyledim dört bu kimesne ile maʻan” deyu ikrâr edip dört nefer kimesne Zeyd ile… inkâr-ı sulh olsalar Zeyd ile baʻdehû tarafeyn rızaları ile fesh-i sulha kâdir olurlar mı?238 el-Cevâb: Olmazlar ve daʻvaları istimaʻ olunmaz. 82. Zeyd Amr’a ekilen sâlih eşcârın esmârını Amr’a satsa ve semenini kabz eylese ve beyʻi taʻarruf eylese baʻdehû Amr semeni Bekr’e satsa kangi beyʻ sahîh olur ve câiz olur? el-Cevâb: Beyʻ-i evvel sahihdir. 83. Sagîre vasî olan Zeyd fevt olup ve sagîr malı üzerinde zuhur eyledikde vasî oğlu olan Amr zimem-i nâsdan239 olan malı sağîrin velîlerine havâle-i şerʻiyye edüp medyûnlara dâhi havâleyi kabul eyledikde medyûnlar müflisler olsalar vasîye damân lâzım olur mu? el-Cevâb: Eğer duyûn-ı mezkûre malı üzerine fevt olan vasî akdi ile yâhud sağîrin babası müteveffa akdi ile olup damân ve rucûʻ yoktur eğer duyûn-ı vasî ile yâhud vasînin oğlu ile akd olunduysa rucûʻ ve damân lâzım olur. 8A 84. Zeyd daʻvasını Amr ile üç sene terk eylese istimaʻ olunmaz, deyu kütüb-i mu’teberede mestûr olduğu üzere amel olunur mu? el-Cevâb: Olunmaz, rivâyeti mehcûredir. 238 Fetvânın okunmayan kısmı ekler bölümünde verilmiştir. 239 Mali yardım. 84 85. Zeyd Amr’a, “Benim fülân mevzîʻde olan mülk-i metâʻımı bir aya değin getürmezsen Avretin üç talak boş olsun mu” dedikde Amr dâhi, “Olsun” deyüp üç günden sonra, “Ben zikr olunan metâyı Bekr’e sattım ve semeni kabz eyledim, sen ol mevzîʻye varma” dese Amr dâhi varmadıkta avreti üç talak boş olur mu? el-Cevâb: Olmaz. 86. Hind-i mutallaka altmış gün oldu ve üç hayzım gördüm dese iʻtibâr olunur mu? el-Cevâb: Olunur. 87. Talâk-ı selâse ile mutallaka olan Hind, muhallel olan zevc-i sânî bana vatʻi eylemedi deyu kavline iʻtibâr olunur mu yoksa zevc-i sânînin kavline mi iʻtibâr olunur? el-Cevâb: Hind’in kavlinedir iʻtibâr. 8B 88. Zeyd ile Amr’ın kulları kavga edüp baʻdehû ikisi maʻan ibâk240 itseler Zeyd kulu Amr’a tazmîne kâdir olur mu? el-Cevâb: Olmaz ibâka emr yahud ve ibâka muteʻallik bir fiil sâdır olmadığına yemin ederse. 89. Zeyd câriyesi memlûkesi Hind’e “Anamdır” dese Hind âzât olur mu? el-Cevâb: Olur. 90. Zeyd Amr’ın sefînesine incir, üzüm tahmil edip ücretini bi’t-tamâm verip İstanbul’a yol edüp baʻdehû Amr Selânik’e getürse sefinesini Zeyd İstanbul’a getir deyû cebri kâdir olur mu? el-Cevâb: Olur. 240 Haklı bir sebebe dayanmadan efendisinden kaçan köle hakkında kullanılan fıkıh terimi. 85 91. Zeyd’in duyûn-ı kesîresi olup malından bir miktarın kendi ihtiyâr eylediği Amr’a…. sâir mesâilleri(?) müşârik olurlar mı?241 el-Cevâb: Olmazlar hatta difa‘ olacak nefsine ve malına velâyeti vardır. 92. Zeyd serîka yâhud zinâ eyledikde tevbe ile mürtefiʻ olur mu? el-Cevâb: Olmaz, hadd ile mürtefiʻ olur. 9A 93. Zeyd fecrde sekr edip iftâr eylese kefâret lâzım olur mu?242 el-Cevâb: Olmaz. 94. Sûret-i mezbûrede gurûpta sekr eylese kefâret vacip midir? el-Cevâb: Vâciptir. 95. Zeyd’in kulu Amr mürted olup dâru’l-harbe firar edip ehl-i harb ahz etseler mâlikî olurlar mı? el-Cevâb: Olurlar, kâfir aslı olacak mevlasına tâbiʻdir. İnd-i zımmîde iki kavl vardır. 96. Hind-i sağîre Zeyd-i müslimin taht-ı nikâhında iken babası Hâlid ve annesi Hind mürtedler olup dâru’l-harbe Hind-i mezbûre ile maʻan lâhık olsalar Hind Zeyd bâin olur mu? el-Cevâb: Olur. 97. Zeyd’in câriyesi Hind ibâk eyledikde belde-i uhrâda olduğu mesmû’-ı kitâb olup nakl ile ol belde-i uhrâya varup Hindî almaya kâdir olur mu? 241 Fetvânın okunmayan kısmı ekler bölümünde verilmiştir. 242 Muhtemelen imsak vaktinden önce içilen içki sebebiyle fecir vaktinden sonra kusma vs. sebeplerle oturucun bozulması sorulmuş olmalı. 86 el-Cevâb: Olmaz nakl-i şehâdet cariyede müttefikun aleyh değildir. Zâhir rivâyette zarar mutlakâ rakîkde243 câiz değildir. İmam Ebû Yusuf dâhi fî rivâye tecviz etmemişdir. 9B 98. Şehâde-i ale’ş-şehâde244 de kitâb nakl câiz olur mu? el-Cevâb: Fî zamâninâ olmaz. 99. Zeyd Amr’a müşa’245 dârını rehin vazʻ eyledikde Zeyd fesh-i rehine kâdir olur mu? el-Cevâb: Olur beyʻ-i fâsid gibidir. 100. Sûret-i mezbûrede rehn-i müşa’ yed-i Amr’da helâk olsa dâmin olur mu? el-Cevâb: Olmaz emâneten helâk olur. 101. Zeyd zevcesine zahr ve batnın aynı anam zahrı gibidir dese, muzâhir olur mu? el-Cevâb: Olmaz zahrı ve batnı külli bedenden taʻbîr olunmaz. 102. Hind zinâdan olan hamlini ıskât câiz midir? el-Cevâb: Değildir, zîrâ haml-i muhterem binefsihîdir ve hamilden cinâyet yoktur. 103. Zeyd-i mağrûrun veledi246 kable’l-kadâ ölse kayyımı lâzım olur mu? el-Cevâb: Olmaz lâ şey fîhi. 104. Zeyd Amr’a bir miktar meblağ vasiyyet eyleyüp baʻdehû mûsa leh olan Amr, Zeyd’i katl eylese vasiyeti câiz olur mu? 243 Köle veya câriye. 244 Şehâde-i ale’ş-şehâde: Başkasının şahit olduğu bir şeyi ondan duyarak şahitlik etmek. 245 Müşa‘: Ortak. 246 Veled-i mağrur: Gurresi ödenmiş çocuk. 87 el-Cevâb: Olmaz bâtıla olur indenâ. 10A 105. Zeyd’e Amr baʻzı metâʻ vasiyyet edip baʻdehû mûsa leh olan Zeyd ol metâʻdan bâyi‘ yanında ayb-ı kadîmin bulsa redde kâdir olur mu? el-Cevâb: Olmaz. 106. Zeyd cemîʻ malını Amr’a vasiyyet edip Amr dahi mûsa bih olan eşyanın baʻzını Hâlid’e beyʻ eyledikde, Hâlid dahi ayb-ı kadîmi isbât eyledikde mûsa leh olan Amr’a redde kâdir olur mu? el-Cevâb: Olmaz sâir müşîretler gibi değildir. 107. Zımmîde abdde Amr’a âkıle olur mu? el-Cevâb: Olmaz. 108. Zeyd Amr’ı ben katl eyledim deyu ikrâr eylese; aleti zikr eylemese kısas olunur mu? el-Cevâb: Olunur. 109. Zeyd Amr’ı öldürdüm lâkin taʻammüd kaydın eylemese ne lâzım olur? el-Cevâb: Diyet. 110. Müste’men olan kâfir, Zeyd-i müslimi katl eylese, amden kısası olur mu? el-Cevâb: Olur dâr-ı İslâm’da. 10B 111. Zeyd metâʻı iştirâ edip ayb-ı kadîmi bulup metâʻı Amr’a hisse eyleyip lakin Amr’a teslîm eylemeyip bâyiʻe redde kâdir olur mu? el-Cevâb: Olmaz. 88 112. Zeyd Amr’dan bir cariye iştirâ edip radâ’ ile yahut musâheret 247 ile vatî mahremi olunmak ayıbdır deyu redde kâdir olur mu? el-Cevâb: Olmaz ayb değildir mâliyette (mal olma vasfında) halel yoktur. 113. Zeyd’in yedinde olan vedâyıʻı mâlik oldukda veresesine teslîm eylese guremâya248 tazmin eder mi? el-Cevâb: Eder, vereseye redd ile salâhı olmaz. 114. Zeyd kulu Amr’ı bir sene Halid’e icâreye verse baʻdehu Amr, “Beni mevlâm âzâd eyledi” deyu isbât eylese, ecir kimin olur? el-Cevâb: Amr’ın olur. 115. Sûret-i mezbûrede Amr “İcâreyi fesh eyledim” deyu beyyinesi olmasa, hâkim müste’cire defʻ eylese sonra beyyinesi hazır olsa ecir kimin olur? el-Cevâb: Ne ecir Amr’a olur ne mevlâsına. 116. Zeyd Amr’a rehin koyduğu dârı ikâle249 eylese mürtehîn rızâsı lâzım olur mu? el-Cevâb: Mürtehîn rızâsı lâzımdır. 11A 117. Zeyd iştirâ eylediği câriyeyi bihükmi’l-ikâle redd eylese bâyiʻına iştirâ lâzım olur mu? el-Cevâb: Olur. 118. Zeyd-i râhin merhûnu mürtehîn icâzeti ile beyʻ eylese semeni almaya kâdir olur mu? el-Cevâb: Rehin yedine semeni merhûn olur. 247 Müsâheret: Evlilik dolayısıyla meydana gelen hısımlık, akrabalık. 248 Guremâ: Alacaklılar. 249 İki tarafın anlaşmasıyla bir sözleşmeyi bozma, pazarlığı bozmak. 89 119. Ehli harp ehli şîkaların/sikaların? alıp nice eyyâm deryada gezerken ehl-i islâm kadırgaları yetişip ehl-i harp ellerinden halâs eyledikde zikr olunan şika? ve metâʻ sâhipleri meccânen şika ve metâʻların bilâ semen ve kayyime almaya kâdir olurlar mı?250 el-Cevâb: Olurlar bahr bir kimesnenin kahrında 251 değildir kahrı mâ gayrın kahrına refʻ eder. 120. Taʻlîk vusulü münâfî midir beyân buyurula? el-Cevâb: Değildir belki farzı münâfi değildir nitekim hak subhanehu ve teala Kitâb-ı Kerîm’inde, “İzâ kumtum ile’s-sâlâti” buyurmuşlar ashâb-ı tefsîr “iza irâdettümü’l-kıyâme ileyh” demişlerdir. Vudûʻ vaciptir baʻde irâdeti’ssâlâ, sâlâte kıyâmdan evvel halbuki sâlâtte kıyam farzdır ta’lik bi’l-irâde vusulü münâfî değildir. 11B 121. Zeyd vâris rızasıyla terekeyi kısmet eyledikten sonra deyn daʻvâ eylese istimâʻ olunur mu? el-Cevâb: Olunmaz. 122. Sûver-i mezbûrede aʻyândan baʻzısı daʻvâ eylese istimâʻ olunur mu? el-Cevâb: Olunur. 123. Zeyd vefât edip deyn-i muhit 252 gayr-ı muhit zuhûr eyledikde verese-i duyûnu malından verip tereke kabz eylemek câiz olur mu? 250 Fetvânın okunmayan kısmı ekler bölümünde verilmiştir. 251 Kahr: Cebir, zorlama. 252 Kelime klasik eserlerde daha çok tereke kavramıyla birlikte, “‫ ”اﻟﺪﯾﻦ اﻟﻤﺤﯿﻂ ﺑﺎﻟﺘﺮﻛﺔ‬veya “ ‫اﻟﺘﺮﻛﺔ اﻟﻤﺴﺘﻐﺮﻗﺔ‬ ‫ ”ﺑﺎﻟﺪﯾﻦ اﻟﻤﺤﯿﻂ‬şeklinde kullanılmıştır. Bu kavramla, terekenin tamamını kapsayan borç bir miktarı kastedilmiştir. Bkz.: Serahsî, Şemseddin Ebu Bekir Muhammed b. Ebî Sehl, el-Mebsût, thk. Halil Muhyiddin el-Meys, (Beyrut: Dâru’l-Fikr, 2000,) 25/269; Hamevî, Ebu’l-Abbâs Şehâbeddin Ahmed b. Muhammed, Gamzu ‘uyûni’l-besâir şerhu kitabi’l-Eşbâh ve’n-nezâir, (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’lİlmiyye, 1985), 4/123. 90 el-Cevâb: Olur veresenin hakkı terekeye müteʻallikdir. 124. Suver-i mezbûrede deyn-i muhît olup mahlukâttan terekede Zeyd’e … ve mahrem bir kul olsa âzâd olur mu?253 el-Cevâb: Olmaz. 125. Zeyd menkûhası Hind’e “Bu iki dâra (eve) dâhile olursan fe enti tâlik” dese, bu iki dârın birine duhûl ile mutallika olur mu? el-Cevâb: Olmaz şartının biri bulunmak ile. 126. Zeyd......254 alınmak yâhud ebnâ-i sebilin elinde mâl-i sadaka helâl olur mu kayyıme-i semeni olup ve ebnâ-i sebîl vatanlarına vâsıl olduklarında beyan buyurula? el-Cevâb: Helal tayyibdir. 12A 127. Zeyd menkûhası Hind’e, “Eğer bu dâra dâhil olursan benden boş ol!” deyu baʻdehû talâk-ı selâse ile tatlîk eylese taʻlîk bâtıl olur mu? el-Cevâb: Olur. 128. Zeyd Hind’i nikâh ile alıp dâhil oldukta mahrem’ul- vatʻî idüğü sâbit olup Zeyd’den hâmil olsa nesebi sabit olur mu? el-Cevâb: Olur ve teverrüs ider. 129. Zeyd-i kâtile kısâs lâzım oldukta baʻzı evliyâ af eyleseler, etmeyenlerin hâli nice olur? 253 Fetvânın okunmayan kısmı ekler bölümünde verilmiştir. 254 Ebnâ-i sebil: Yolcu, seyyah. 91 el-Cevâb: Hisselerince mala münkalib olur.255 130. Mükâtib olan Zeyd, bir câriye iştirâ edüp vatʻi eyledikde neseb’ül-veled sâbit olur mu mükâtib teserriden 256 memnûʻ iken maʻsîler üzre cevap buyurula. el-Cevâb: Mükâtib gerçi teserriden memnu’dur lakin teserri edip veled geldikde, veled dahi mükâtibe dâhil olup veledin nesebi dahi sâbit ve ...... idicek câriye müştereke/müşrike gibi vatʻi helâl olmaz lâkin vatʻi ederse nesebi sâbitdir. 131. Hind-i câriye hür ile mükâtib beynlerinde olup Hind veled getürse mükâtib iddiʻâ eylese sahîh olur mu? el-Cevâb: Veled mükâtibindir ve câriye ümm-i veledidir. Nısf-ı ….. dâmin olur ve nısf-ı kayyimi Dâmin olur. Veledin kayyimi dâmin olmaz vakt-i … mükâtibin mülkünde olmak ile câriye nefs-i malıdır. ve iddeti (da’vet) sahihâdır.257 12B 132. Zeyd üzerine, “Amr malım serika eyledi” deyû daʻvâ eyledikde Zeyd inkâr edüp serika-i mezbûreden iki şâhit şehâdet eylese Zeyd’in yedi katʻ olunur mu? el-Cevâb: Olunmaz deyu İmâm Zeylaî tasrih etmişdir. Lâkin mekûl ve şurûha muhaliftir. Zîra tasrih etmişlerdir katʻ bir kere ikrâr ederse... Yahut beyyine ile sâbit olur, demişlerdir.258 255 İslam hukukçularının çoğunluğuna göre veliyyü'l-kısas sahibi olan kimselerin bazılarının kısası affetmesi bazılarının ise affetmemesi durumunda, kısas cezasına şaibenin gireceği ve had cezalarında da şaibe nedeniyle had cezalarının düşürüleceği ilkesi sebebiyle, kısas cezası sakıt olurve ceza diyete çevrilir. Çünkü kısas cezası bölünmeyi kabul etmeyen bir ceza türüdür. Bu nedenle, kısas sahibi olan asabelerden bir kısmının affetmesi durumunda kısas cezası sakıt olur. Affetmek isemeyenlere de diyetten payları verilir. Bkz. Kâsânî, Alâüddîn Ebû Bekr b. Mes‘ûd b. Ahmed, Bedâʾiʿu’s-sanâʾiʿ fî tertîbi’ş-şerâʾiʿ, (Beyrut: Dâru'l-Kitâbu'l-Arabî, 1982), 7/247 256 Bir kadını satın alıp odalık olarak kullanma: cariye. 257 Fetvânın okunmayan kısmı ekler bölümünde verilmiştir. 258 Fetvânın okunmayan kısmı ekler bölümünde verilmiştir. 92 133. Zeyd cenâbet hâlinde Kunut duası okumak câiz olur mu? el-Cevâb: Mekruhtur. 134. Zeyd “Fülân beyʻ edersem...” deyu half eyledikten sonra Halid’e beyʻ edüp lâkin Halid kabul etmese hânis259 olur mu? el-Cevâb: Olur. 135. Hâdim ve …. ve mahbûb ve .... ıslah olmayan ..... her biri müteʻaddid hatunları olsa kasem lâzım olur mu?260 el-Cevâb: Olur. 13A 136. Zeyd zebh-i kurbân edüp “Allahümme .... lî” dese zebhi sahîh olur mu?261 el-Cevâb: Olmaz, zikr hâlis değildir. 13B 137. Zeyd-i mudârib mâl-ı mudarebe ile bir sefineyi mudârebe için almak câiz olur mu? el-Cevâb: Olmaz sani’-i tüccardan değildir. Meğer rukûb için iştirâ eylese. 138. Zeyd-i müslimin bir zımmîye deyni olup mezbûr zımmî bir miktâr meblağ vasıyyet edüp mûsa leh olan Halid ehl-i zimmetten şuhûd ikâmet eylese Zeyd’in üzerine duyûn olur mu? el-Cevâb: Olur. 259 Hânis: Yemînini bozan, verdiği sözü tutmayan. 260 Fetvânın okunmayan kısmı ekler bölümünde verilmiştir. 261 Fetvânın okunmayan kısmı ekler bölümünde verilmiştir. 93 139. Zeyd-i müslim bir zımmînın medyûnu olup mezbûr zımmî fevt olup oğlu Amr-ı zımmî Zeyd’in üzerine ehl-i zimmetten deyni Zeyd üzerine şuhûd-ı zımmîler ikâmet-i beyyine eylese makbûle olur mu? el-Cevâb: Olur. 94 3.2. FETVÂLARIN ŞEKİL VE MAHİYET BAKIMINDAN İNCELENMESİ Bâlîzâde Mustafa Efendi’nin fetvâları Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi Şehid Ali Paşa koleksiyonu, 00944-003 demirbaş numaralı cildin 96-108. sayfaları arasında yer almaktadır. Yazılma tarihi ile ilgili cilt içerisinde bir malumat olmamakla beraber bazı fetvâlarda yer alan ifadeler, şeyhülislamlık makamındayken yazıldığı izlenimi vermektedir. Fetvâlar Türkçe olarak yazılmış olup, on üç varaktan oluşmaktadır. Fetvâların başında “Şeyhü’l-İslam Bâlîzâde Efendi’nin elden verdiği fetvâlardır bismillahi Teala” yazmaktadır. 262 Buradan anlaşıldığı üzere Bâlîzâde fetvâlarını kendi yazmıştır. Her fetvâsının altında imzası olarak “Ketebehu el-hakîr Mustafa Bâli ‘afâ anhu” (Bu fetvâyı Mustafa Bâli yazmıştır, Allah onu affetsin) imzası yer almaktadır. Bâlîzâde’nin el yazısı, ilk yedi varakta daha okunaklı bir haldeyken yedinci varaktan sonra okunması zorlaşmıştır. Kanaatimizce farklı zamanlarda yazılmış olabilir ya da öncesinde fetvâlar farklı kağıtlara yazılmış olup bir defterde düzenlemek istenmiş ve bu sebeple de zamanla yorularak yazısı dağınıklaşmış olabilir. 262 Bkz. 1b 95 Fetvâların baş kısmı belli olması için kırmızı mürekkep ile işaret konulmuş, cevapların başına da el-cevap ibaresi eklenmiştir. Osmanlı şeyhülislamlarının fetvâlarından örnekleri incelediğimiz zaman fetvâların yazım usullerinin birbirinden farklı olduğunu görmekteyiz. Osmanlı Devleti’nin ilk şeyhülislamı olan Molla Fenârî’nin (öl. 834/1431) fetvâları, “Bu mes’ele beyânında eimme-i Hanefîyye’den cevab ne vecihledir ki” ibaresi ile başlar, fetvâ meselesi yazılır ardından “el-Cevab” başlığı ile fetvânın cevabı verilir. Zenbilli Ali Efendi’nin (öl. 932/1526) fetvâları ise, “Bu mes’ele beyanında ne buyururlar ki” ibaresi ile başlar, fetvâ meselesi açıklanır, ardından “el-Cevab” başlığı ile fetvânın cevabı verilir. Ebussuud Efendi’nin (öl. 982/1574) fetvâlarında fetvâ soruları; “mes’ele, el-Fetvâ” şeklinde ayrılmış, fetvâlar sırayla değil bir metin halinde yazılmıştır.263 Bâlîzâde Efendi ise hemen soru ile başlamış, ardından el-cevap diyerek mesele hakkındaki kanaatini bildirmiştir. Genellikle “‫ ”اﻟﺠﻮاب‬kelimesinin “‫ ”ب‬harfini uzatarak soru ile cevap arasına ayırıcı bir çizgi koymak istemiştir. Sorular sistemli bir sırayla tasnif edilmemiştir. Bu durum, fetvâların sorular geldikçe yazıldığı izlenimini vermektedir. Verilen fetvâların dilinin kapalı ve 263 Bkz. Prof. Dr. Ahmet Yaman, Fetvâ Usûlü ve Âdâbı (İstanbul: İFAV, 2019), 287, 295, 305. 96 anlaşılması zor, cevapların da bir o kadar kısa olduğunu görmekteyiz. Bu durum, olay anının delaletinin fetvâyı veren ve alan için yeterli olduğu kanaatini vermektedir. Fetvâlar içerisinde ibâdât, muâmelât ve ukûbât konularına dair fetvâlar vardır ancak fetvâların çoğunluğu muâmelâta aittir. İbâdât bahsinden; abdest, namaz oruç, kurban, yemin, konularına dair fetvâlar yer almakla beraber hac mevzusuna dahil bir fetvâya rastlanmamıştır. Muâmelât bahsinden ise, satım akdi, rehin akdi, icâre, şuf’a, mudârebe, kefalet, hibe, vakıf, vedia, vasiyet konularından fetvâlar vardır. Kölelikle ilgili fetvâlar da yoğunluktadır. Nikâh bahsine dair fetvâlarda ise nikâh, mehir, süt hısımlığı, talaka dair bazı meseleler incelenmiştir. Ukûbat bahsinden de diyet, âkıle, had cezaları, hırsızlık, dava, şahitlik, mürtedlik, edebü’l-kâdîye dair fetvâlar vardır. Bâlîzâde Mustafa Efendi’nin bu risalesinde fetvâya konu edinmediği hususlar da vardır. Bunlar şirket, vekâlet, havale, sulh, gasp, ölü arazinin ihyası, ilâ, muhâla‘a, li‘ân, iddet, nafaka, hıdâne, haram içecekler, avlanma ve ferâizdir. Fetvâlarda Müslümanlar için Zeyd, Amr, Bekir, Hind, Halid isimleri kullanılmakla beraber gayrimüslimlerle ilgili verilen fetvâlarda özel isim kullanılmamıştır. Gayrimüslimleri konu edinen iki fetvâsı, zımmilere dair beş fetvâsı bulunmaktadır. Bu fetvâlar ilişkili konuların başlıkları altında incelenmiştir. Bâlîzâde Mustafa Efendi fetvâlarını imam görüşleriyle desteklememiş, sadece sekiz fetvâsında imamların görüşlerine yer vermiştir. Bu görüşler arasında bir tercihte bulunmamıştır. Verdiği fetvâlarda diğer mezhep görüşlerinden yararlanmamıştır. Tarafımızca fetvâ sayfaları A-B şeklinde sınıflandırılarak transkript edilip her fetvâya bir numara verilmiştir. Metin içerisinde fetvâların tahlilleri yapılırken bu sayfa ve numaralar kullanılacaktır. İlk olarak fetvâların orijinal sırası gözetilerek aktarılacaktır. Devamında ise konular Hanefî fıkıh eserlerinde geçerli olan başlıklar ile sıralanarak incelenecektir. 97 3.3. FETVÂLARIN KONU BAKIMINDAN İNCELENMESİ Şeyhülislam Bâlîzâde Efendi’nin şeyhülislamlık makamındayken verdiği fetvâların sayısını yüz otuz dokuz olarak tespit etmekteyiz. Bu fetvâlar arasında ibadet, ukubat ve muâmelât konularından birçok fetvâ yer almaktadır. Çalışmanın bu bölümünde fetvâlar konu ibâdat, muamelât, ukubât başlıkları altında incelenecektir. Fetvâlar değerlendirilirken bazı fetvâlar açıklanarak, bazıları kaynaklardan görüşlerle destekleyerek bir inceleme yöntemi gözetilmektedir. Fetvâlarda yer alan okunmayan yerlerdeki kelimeler için Kadı Sicilleri kayıtlarından yararlanılmıştır. Bu yerler bazen dipnotlarda bazen de ekler bölümünde verilmiştir. Nüsha içerisinde yazı stilinin değişmesi ve yer yer okumanın zorlaşması sebebiyle yanlış okumalardan kaynaklanan hatalar söz konusu olabilmektedir. Bâlîzâde fetvâlarını verirken kaynak eserlerden yararlanmamış, bir fetvâsında el-Asıl’a atıfta bulunmuştur. Fetvâlarını Hanefî mezhebine göre vermiş, İmam A‘zâm, İmam Muhammed ve İmam Yusuf’un görüşlerini yer yer zikretmiştir ancak görüşler arasında da bir tercihte bulunmamaktadır. Bazı fetvâlar, birden çok konu ile de alakalı olabilse de incelerken mümkün olduğunca konularına göre tasnifte bulunmaya çalıştık. Bu sebeple klasik füru eserlerindeki tasnife benzer bir sıralama halinde incelemek istedik ve fetvâları ibadât, muâmelât ve ukûbât şeklinde tasnif ettik. 3.3.1. İbadet Konularına Dair Fetvâlar Bâlîzâde, ibadet konusuna dair abdest, namaz, oruç, kurban gibi konularda fetvâlar vermiştir. Abdest bahsi ile fetvâlarından biri, cenâbet halinde bir kişinin kunut duası okumasının mekruh olduğu görüşündedir.264 Hanefî mezhebine göre cünüp ve hayızlı fark etmeksizin cenabet halindeki bir kişinin Kur’an okuması haram olmakla beraber Kur’an’dan bir miktar okumaları konusunda ihtilaf söz konusudur. Ancak 264 Bkz. 12B-133. fetvâ. 98 zikir ve dua maksadıyla okumasında bir ihtilaf yoktur. İmam Kerhî’den gelen bir rivayet ise Kur’an ya da Kur’an dışından bir dua fark etmeksizin hayızlı veya cünüp kişinin okuyamayacağı yönündedir. 265 Bâlîzâde’nin kerahet kaydı koymasının sebebinin Kerhî’nin görüşüne dayandığını söyleyebiliriz. Namaz ile ilgili fetvâlarının birinde, bir mahalle imamının bazı kimseler için namazı geciktirmesinin caiz olmasıyla beraber mekruh olduğunu belirtmektedir.266 Bir diğer fetvâsında ise haç ve put işaretlerinin olduğu halı ve benzeri örtü üzerinde namaz kılmanın caiz olmadığını, haç ile put resimlerinin aynı derecede olduğunu ifade etmektedir.267 Kurban konusuna dair Bâlîzâde’nin bir fetvâsı bulunmaktadır. Buna göre kurban kesen kişinin “Allahümme …”demesi durumunda bu kurbanın sahihliği sorusuna, bu zikir çeşidinin kurban kesmeye tahsis edilebilecek lafızlardan biri olmaması sebebiyle caiz olmayacağı yönünde fetvâ vermektedir. 268 Bâlîzâde’nin oruç konusunda ele aldığı tek fetvâ ise fitrenin yolcu olanlara verilip verilemeceği sorusuna “Helal ve tayyibdir” şeklindeki cevabıdır.269 3.3.2. Muâmelât Konularına Dair Fetvâları Bâlîzâde Mustafa Efendi muâmelât konusunda akitler, rehin, icâre, hibe, şuf‘a, kefâlet, mudârebe ve vakıf hukukuna dair fetvâları vardır. Fetvâları tek bir konusu içermemektedir. 265 Molla Hüsrev, Düreru’l-Hukkâm fî Şerhi Gureri’l- Ahkâm, çev. Arif Erkan (İstanbul: Eser Neşriyat, 1979), 1/40. 266 Bkz. 4A-35. fetvâ. 267 Bkz. 6B-73. fetvâ. 268 Bkz. 13A- 136. fetvâ. Okunamayan yer ekler bölümünde verilmiştir. 269 Bkz. 11B-126. 99 Bâlîzâde’nin alışveriş hukukuna dair fetvâlarından biri sirke yapmak üzere şarap satın alınmasının caiz olmayacağı yönündedir.270 Şeyhülislam’a sorulan sorulardan bir diğeri ise kamuya ait otlaklardaki otların satılıp satılmayacağı konusudur. Bâlîzâde kişinin kendine ait olan meradaki otlarını satmasının caiz olduğunu ifade etmektedir. Ancak kendiliğinden biten ve kimseye ait olmayan arazideki otun satılmasının caiz olmayacağını belirtmektedir. 271 Kamunun yararlanılması için tahsis edilmiş taşınır, taşınmaz bazı mallarda özel hak talebi söz konusu olamaz. Cami, yol, deniz ve nehir gibi toplumdan her kişinin faydalanacağı bu mallar ortak mallar başlığı altında açıklanmaktadır. Günümüzde kamuya ait alanlar dışında Hz. Peygamber tarafından Müslümanların su, ot ve ateş̧ kullanımında ortak oldukları bildirilmiştir.272 Buna göre Müslümanlar bu üç maldan ihtiyaçları kadar bedelsiz yararlanma hakkına sahiptirler. Bir kuyuda veya yeraltında bulunan sudan kamunun faydalanma hakkı eşittir. Bununla beraber suya ihtiyaç olduğu bir durumda, yakınlarda başka bir kuyunun ya da su kanalının bulunmaması durumunda, suyun bir mülk içerisinde bulunması herkes tarafından faydalanılmasına engel değildir. Ancak bir kimsenin depoda gibi saklama alanlarında biriktirdiği sular kendi mülkü haline gelmekte ve başkasının tasarruf hakkı bulunmamaktadır. Hadisin bir diğer nitelediği mal ottur. Mülkiyet içerisinde olsun ya da olmasın kendiliğinden bitmiş ottan herkesin yararlanma hakkı vardır. Bununla beraber ot sahipli bir arazi içerisindeyse ve arazi sahibinin ota ihtiyacı varsa öncelik ona aittir. Mülkiyet sahibinin ektiği otlar ihtilafsız şahsi mülk sayılmakta ve başkalarının izinsiz tasarrufuna açık olmamaktadır. Son olarak hadisi şerif kamunun ateşi kullanımda ortak hakka sahip olduğunu ifade eder. Sahipsiz bir arazi içerisinde yakılan ateşten diğer insanların da faydalanma hakkı vardır. Ateşi yakacak yakıt bir kişi tarafından temin edilse bile diğer insanların faydalanmasına engel olamaz.273 270 Bkz. 1B-4. fetvâ. 271 Bkz. 3B-34. fetvâ. 272 Ebû Dâvud, Süleyman b. el-Eş’as es-Sicistânî, Sünenu Ebî Dâvud, (İstanbul: 1992),26. 273 Kahraman, Abdullah vd., İslam Hukuku II (Kocaeli, 2021), 90. 100 Akitlere dair sorulan fetvâların birinde, iki kişi arasında akdin sıhhat ve butlanına dair bir ihtilaf söz konusu olduğunda, akdin batıl olduğunu iddia eden kişinin sözüne itibar edileceğine dair hüküm vermiştir. Gerekçe olarak da “zira aslı akdin münkirdir” ifadesini kullanmıştır.274 Gaib bir kişinin malının, kardeşi tarafından satılması yönündeki soruya, ortada zararın oluşmadığı bir durumda malın satılmayacağı ancak gerektiği durumda satılacağı yönünde fetvâ vermiştir.275 Baliğ olmamış bir çocuğun vasisinin ve büyük varislerden miras mallarından satım yapıp yapamayacaklarına dair soruya, çocuk hakkında söz sahibi olan biri var ise satım yapılabileceğine dair fetvâ vermiştir.276 Fasit bir alışveriş yöntemiyle satın alınıp teslim alınan bir malın, satıcıya iade edilmek istenmesi durumunda bu iade işleminin kabul edilmemesi neticesinde ilgili ürünün müşterinin yanında zayi olmasıyla herhangi bir tazminin gerekmediğine dair fetvâ vermiştir. 277 Nakliye ile ilgili bir fetvâsı ise sözleşme hükümlerine riayet edilmesi yönündedir.278 Bâlîzâde’nin verdiği fetvâlardan biri de ayıp muhayyerliği hakkındadır. Bâlîzâde’ye göre satılan bir malda, daha önce meydana gelmiş (ayb-ı kadim) tespit edilmesine rağmen, müşterinin bu kusurla birlikte satın aldığı eşyayı bir başkasına satması veya malında ortak etmesi halinde, maldaki ayıptan ötürü rücu etme hakkı yoktur. Bâlîzâde rücu sebebini beyan etmemiş olmakla birlikte, kanaatimizce, mebiin 274 Bkz. 5B-59. fetvâ. 275 Bkz. 7B-80. fetvâ. 276 Bkz. 7A-76. fetvâ. 277 Bkz. 5B-57. fetvâ. 278 Bkz. 8B- 90. fetvâ. 101 başkasına satımı veya ortak edilmesi, rızaya delalet ettiğinden ötürü, rücu edilemeyeceğini söylemiştir.279 Rehin konusuna dair fetvâlarından bazılarından örnek verecek olursak, iki kişinin ortak olduğu malı ortaklardan birinin rehin vermesi üzerine diğerinin bu rehin durumunu feshetme yetkisi olduğuna dair fetvâ vermekte ve fasit bir alışveriş olduğunu ifade etmektedir. 280 Rehin konusundaki bir diğer fetvâsı ise, taraflardan birinin pazarlığı bozması için rehin verilen kişinin rızasının olması gerektiği şeklindedir.281 İcâre konusuna dair, bir kişinin ücret belirlemeden başka bir kişinin koyunlarına çobanlık etmesi ve sonrasında ücret olarak ecr-i misil talep etmesi durumunda iyi yönlü fetvâ vermiştir. Eğer icâre akdi gerçekleşirse ecr-i misilin gerekmeyeceği, icâre akdi yapılıp ücret belirlenmez ise ecr-i misil gerekeceği yönünde fetvâ vermiştir.282 Bir diğer fetvâsı ise, kişinin kölesini bir başkasına kiraladığı durumda kölenin azat olduğu iddia eser ve bunu ispat ederse ecrin köleye ait olduğu yani azat olacağına ve aynı durumda kölenin icâreyi feshettiğini beyan edip delillendirmesiyle, hakim kiralayan kişiye hüküm verdiğinde ve kölenin delil getirmesi durumunda ecrin köle ve sahibine ait olmayacağı yönündedir.283 Hibe konusunda, rehin olan bir evin hibe edilmesinin İmam Muhammed’in görüşüne göre caiz olmadığını ancak el-Asıl eserinde caiz olduğu görüşünü ifade eder.284 Hibeye dair bir diğer fetvâsı ise, bir kişinin ölümcül bir hastalığa yakalandığı zaman bir eşyayı hibe etmesi ve teslim etmeden ölmesi durumunda malın mülkiyetinin 279 Bkz. 10B-111. fetvâ. Konuyla ilgili bilgi için bkz. İbn Nüceym, el-Bahru’r-Râik şehu Kenzi’d-dekâik (Beyrut: Dâru’l-Marife, ts.) 6-38-45; Mevsılî, el-İhtiyâr, 2/169. 280 Bkz. 9B-100. fetvâ. 281 Bkz. 10B-116. fetvâ. 282 Bkz. 3A-25. fetvâ. 283 Bkz. 10B-114-115. fetvâ 284 Bkz. 1B-6. fetvâ. 102 karşı tarafa geçmesi ile ilgilidir. Bâlîzâde burada vasiyet ettiği taktirde mülkiyetin karşı tarafa geçeceği yönündedir.285 Hanefîlere göre hibede bulunan kişi, hibesinden dönebilir. Ancak Hanefîler, kan hısımlığı, sıhriyet, hibe edilen malın helak olması veya tüketilmesi, hibe edilen malda ayrılmaz bir ziyadenin olması, karşılıklı hibe, hibe edilen malın bağışlanan kişinin elinden çıkması, taraflardan birinin ölümü, hibenin hayır ve sevap amacıyla yapılması ve hibenin borcun ibrası şeklinde yapılması durumlarını hibeden dönmeye engel olarak görürler.286 Bâlîzâde'nin verdiği fetvâ ise hibe eden kişinin, bir müddet sonra hibesini geri istemesi ancak henüz kabzetmeden ölmesiyle alakalıdır.287Sorulan soru bu hibenin varislere geçip geçmeyeceği yönündedir. Bâlîzâde bu soruya, varislerin bu hibeyi alabileceğini zira hibe akdinin esas itibariyle fesh olduğunu söylemektedir. Ona göre rücu etmek yeterli olup kabz şart değildir. Bâlîzâde’nin fetvâ verdiği bir diğer mesele rehin meselesidir. Buna göre rehin veren kişinin, rehin verdiği şeyi mürtehinin icazeti ile satması halinde, semeni almaya kadir olur mu, şeklindeki bir soruya, rehin verilen şey yerine artık semen merhun konumuna geçer şeklinde cevap vermiştir.288 Şuf’a meselesina dair, bir kişinin Yahudilerin bayram/tatil günleri olması sebebiyle cumartesi günü şufa bulunmaktan imtina etmesi halinde, şuf’a hakkının kendisinden sakıt olup olmayacağı durumunda, bu hakkın sakıt olacağı şeklinde cevap vermiştir. Şuf‘a yani önalım hakkı “taşınmaz malikinin taşınmazını bir üçüncü kişiye satması halinde önalım hakkı sahibine tek taraflı beyanı ile taşınmazın alıcısı olabilme yetkisini veren yenilik doğuran bir hak” olarak tanımlanmıştır.289 285 Bkz. 4A-41. fetvâ. 286 Bkz. Nuri Kahveci- Fatih Kuş, Hanefîlere Göre Hibeden Dönmenin Şartları, "Hikmet Yurdu" 14/27 Ocak – Haziran, 2021/1, ss. 79- 93. 287 Bkz. 3B-32. fetvâ. 288 Bkz. 11A-118. fetvâ. 289 Oğuzman, Kemal- Seliçi, Özer- Oktay Özdemir, Saibe, Eşya Hukuku (İstanbul: Filiz Kitabevi, 2016), 251. 103 Şuf‘a konusu Mecelle’nin (md. 1008-1044) maddeleri arasında incelenmiştir. Mecelle’de ifade edildiği üzere şuf‘a hakkını doğuran sebepler üç tanedir: Mebî‘in (satım akdine konu olan malın) bizzat kendisine ortaklık, irtifak muhtevalı bir ortaklık ve mebie bitişik komşu olma.290 İslam hukukuna göre zaman dilimleri içinde erkekler için alışverişin yasak olduğu bilinen tek vakit Cuma ezanının okunmasından, Cuma namazının kılınma vaktine kadar olan zamandır. Kaldı ki, bu da Hanefî fukahası tarafından fasit akit kategorisinde mütalaa edilmiştir. Bu sebeple Yahudilerin günü olması sebebiyle şufa talisinde bulunmama, hakkın devam etmesi için meşru bir mazeret olarak görülmemiştir.291 Şuf’a konusunda, kişinin resm-i tapu ile bir araziyi aldığı durumda, yan arazi sahibinin şuf’a davası açmasının câiz olmayacağına, şuf’a davasının mülkte olacağına resmi tapu ile alınmış arazinin mülk olmadığına dair hüküm vermiştir. 292 Şuf’a hakkının kullanılması için gerekli şartlardan biri arazinin satılmasında şefii bu satışa rıza göstermesi halinde şuf’a hakkını kaybetmesidir.293 Bâlîzâde’nin ele aldığı konulardan biri de kefaletle ilgilidir.294 Vermiş olduğu fetvâda evine rehin koydurarak yirmi bin akçe borç alan bir kişinin, ayrıca bu borcuna bir başkasını da kefil göstermesinden sonra bir başka kişinin çıkıp ev hakkında istihkak iddiasında bulunması295 ve bu davasında haklı olması ve evi alması halinde kefilin borcu ödemesi gerektiğini ifade etmiştir. Bâlîzâde’nin fetvâda kullandığı kavramlardan biri de “derk-i menzil” dir. Derk veya derek, satılan bir malda üçüncü bir şahsın hak iddia etmesi durumunda, alıcının ödediği bedeli geri alabilmesinin garanti edilmesi anlamında kullanılmaktadır. Bâlîzâde rehin bırakılan mal için de aynı 290 Bkz. Mecelle md. 1008-1010. 291 Meydanî, Abdülganî b. Tâlib el-Guneymî ed-Dımaşkî, el-Lübâb fî şerhi’l-Kitâb, thk. Mahmud Emin en-Nevvâvî, Beyrut: Dâru’l-Kitâbu’l-Arabî, ts. 1/147. 292 Bkz. 7A-75. fetvâ. 293 Prof. Dr. Orhan Çeker, Fıkıh Dersleri (Konya: Ensar, 2011), 143. 294 Bkz. 55. fetvâ. 295 Bkz. Ali Haydar Efendi, Dürerü’l-hükkâm şerhu Mecelleti’l-ahkâm, thk. Fehmî Hüseynî, Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, ts. 1/664. 104 kavramı kullanmıştır. İslâm hukukunda derek “damânü’d-derek” veya “el-kefâle bi’dderek” şeklinde kullanılmış olup satılan malın satıcıya ait olmaması ve satıştan sonra mal üzerinde başkasının hak iddia etmesi durumunda satın alanın alacağını (semen) garanti etmek üzere üçüncü bir şahsın kefil olmasını ifade eder.296 Bâlîzâde’nin cevap verdiği fetvâlardan biri de şahsa ve mala kefaletle ilgilidir.297 Şahsa kefalet, bir kimsenin şahsını mahkemeye veya belirlenmiş başka bir yere teslim etmeye kefil olmaktır. 298 Şahsa kefalet, kişinin mali ödeme borcundan kaynaklanabileceği gibi ceza hukukunda, sanığın yargılanmasını temin etmek üzere bizzat bedenine karşı da olabilir.299 Bâlîzâde, bir kişinin bir başkasının şahsına ardından malına da kefil olması durumunda, kefil olduğu kişinin ölmesi halinde, tazmin yükümlülüğünün bulunup bulunmadığı sorusuna, tazmin sorumluluğunun bulunmadığını zira ölüm ile kaçma eylemlerinin aynı şeyler olmadığını ve bu sebeple kefil olduğu kişinin ölmesi halinde tazmin sorumluluğunun olmayacağını söylemiştir. Bir diğer fetvâ meselesi mudarebe akdidir. Mudarebe, taraflardan birinin sermaye ve diğerinin ise emek katarak oluşturduğu ortaklık türüdür. Sermaye sahibine “rabbü`l-mâl”, işletmeciye ise “mudarib” denir. Bâlîzâde’ye sorulan soruda, mudarib olan kişinin, mudarebe malı ile bir gemiyi mudarebe için almasının caiz olup olmayacağı sorulmuş, o da bu işle iştigal etmediğinden ya da tüccarların işinin genelde gemi alıp satmak olmadığından bunun caiz olmayacağını söylemiştir. 300 İslâm hukukçuları mudârabanın sahih olarak gerçekleşmesi için birtakım şartlar belirlemişlerdir. Mudârebe akdi başlangıçta ödünç, sermayenin işletilmesi süresince vekâlet, kâr meydana geldiğinde ise ortaklık akdinden ibarettir ,Sermayedâr müvekkil 296 Hamza Aktan, “Derek”, TDV İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 1994), 9/170-171. 297 Bkz. 5A-49. fetvâ. 298 Mergînânî, Ebü’l-Hasen Burhânüddîn Alî b. Ebî Bekr b. Abdilcelîl el-Fergânî, el-Hidâye şerhu Bidâyeti’l-Mübtedî, Beyrut: Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, ts. 3/87. 299 Mecelle 613 ve 614. Maddeler. 300 Bkz. 13B-137. fetvâ 105 işletmeci vekil, sermaye ise işletmecinin elinde emânet niteliğindedir. Mudarebe akdinde Müslümanın gayr-i müslimle, gayr-i müslimin müslümanla mudârebe ortaklığı yapmasında bir sakınca görülmemiştir.301 Muhtemelen Bâlîzâde’nin fetvâda cevaz verdiği husus, mudarebe akdinin sınırlı bir ticaret alanıyla kayıt altına alınmış olmasıyla alakalıdır. Zira sermaye sahibi ile mudarib arasında kurulan akdi, belli bir zaman, mekan, ticaret çeşidi veya alıveriş yapılacak kişi ile sınırlandırılmışsa, taraflar buna riayet etmek zorundadır.302 Bâlîzâde’nin vakıf hukukuna dair beş fetvâsını tespit etmekteyiz. Bunlardan bazıları, kişinin ölüm döşeğinde evini vasiyet yoluyla kızına ve kızının çocuklarına vakfettiği durumda, kızına sahih olmadığını, ancak vakıf yoluyla tasarruf sahibi yani vakıf lehdarı olacağına, vefatı durumunda ise çocuklarına vakıf malı olarak kalıp, tasarruf edebileceklerine dair fetvâ vermiştir.303 Kişinin evini çocuklarına vakfedip vefat etmesi durumunda çocukları terk ettiği zaman evin kirasının fukaraya verilmesi yönünde fetvâ vermiştir. 304 Kişi kullanılmayan harap bir değirmeni, çocuklarına vakfettiğinde harap olduğuna dair delil olsa, evlatları arasından birinin binanın mevcut olduğuna dair delil sunduğunda onun beyyinesi ile amel olunacağına dair fetvâ vermiştir.305 Kişinin eşine evini vakfetmesinden sonra mescit yararı olması amacıyla bıraktığını söylemesi üzerine kadın boşanıp başkasıyla evlenip, ilk kocasının ölmesi durumunda kadına bu ev vakfedilmiş olur mu sorusuna evin vakfedildiğini, kocasının ölmesiyle evin kadına kaldığını ancak ismini zikretmemesi gerektiğini ifade eder.306 301 Hamdi Döndüren, Delilleriyle Ticaret ve İktisast İlmihâli, (İstanbul: Erkam Yayınları, 2016), 426427. 302 Benzer bir kanaat için bkz.: Serahsî, el-Mebsût, 22/75. 303 Bkz. 4B-43. fetvâ. 304 Bkz. 4B- 45. fetvâ. 305 Bkz. 4B-46. fetvâ. 306 Bkz. 1B-5. fetvâ. 106 Bir kişinin vakıf binasını bozmasının, değişiklik yapılmasının caiz olmadığına, kadının bir mütevelli atamasının gerektiği ve bu binanın kira ücreti ile ancak tamir yapılabileceğine dair fetvâsı mevcuttur. Buradaki temel gerekçe vakfın hali hazırda bir mütevellisinin olmaması ve vakfın ebediliği esası gereği dışarıdan gelebilecek zararlara karşı korunmasıdır.307 Şeyhülislam Bâlîzâde Mustafa Efendi’nin fetvâlarında çokça geçen bir diğer konu ise kölelik ile ilgili hükümlerdir. Tespitlerimize göre kendisinin yirmi dokuz fetvâsı köleliğe dairdir. Bunlar arasında, emanet olan cariyenin malikine satılması durumunda yeniden kabzetmeye muhtaç olacağına, cariyenin vefat etmesi durumunda ise helakin satıcıya ait olduğuna dair fetvâ vermiştir.308 Bir diğer fetvâsı hürriyetini elde etmek için efendisi ile anlaşma yapan kölenin bir malı helak etmesi durumunda tazminin kölenin hürriyetine kavuşturulmasından önce, anlaşma bedelince tazmin edilmesi yönündedir.309 Kişinin kölesini kendi ölümüne bağlı olarak azat etmesi anlamına gelen müdebber konusuna dair fetvâları ise şu şekildedir: Kişinin kölesini başka bir kişiye vermesi durumunda kişinin vefatı ile kölenin azat olacağı, sahibi olduğu taktirde müdebber olacağı şartına bağlaması ve sahibi olması ile müdebberlik durumunun oluşacağı yönündedir. Bir diğer fetvâsı ise kişinin bir başkasının mülkünde iken ölümü halinde hür olduğunu şart koşması ancak sahibin vefatı ile azat olmayacağı yönündedir. Son olarak kişinin cariyeye sahip olması durumunda ölümüyle hür olacağı şartı koysa ancak sonrasında bir başka kişiyle ortak olarak sahip olsalar bu tedbirin sayılmayacağı yönünde fetvâları vardır. Kişinin azat etmek şartıyla bir köleyi satın almasına dair sorulan soruya, İmam-ı Azama göre caiz olmayacağı ancak azat ettiği taktirde semenin gerektiğine dair görüşünü ve İmameyn’in akdin fasit olması için kıymetinin lazım olduğu görüşünü bildirmiştir. Bu iki görüş arasında da bir tercih yapmamıştır.310 307 Bkz. 3A-27. fetvâ. 308 Bkz. 1B-1. fetvâ. 309 Bkz. 1B-3. fetvâ. 310 Bkz. 2A-11. fetvâ. 107 Kişi, “Ne kadar kölem var ise ölsün” dediğinde, kulunun kulu azad olur mu sorusuna, kulunun azad olacağına, İmam Azam görüşüne göre eğer kulunun kuluna niyet ederse sahibinin de azad olacağına, İmam Muhammed’in görüşüne göre borcu olsun olmasın azat olacağına, İmam Yusuf’un görüşüne göre ise borcu olsun olmasın azad olmayacağı yönünde görüşleri bildirmiştir.311 Bâlîzâde’nin malın satıştan önceki kusurlarıyla ilgili verdiği fetvâlardan ikisi de sonradan ortaya çıkan kusurun vaktiyle ilgilidir. Şöyleki bir fetvâsında satın alınan bir kölenin kusurunun önceden var olduğunun ortaya çıkması durumunda kişinin almaktan vazgeçemeyeceği yönündedir. Bir diğeri, kişinin köle satın almasından sonra verem olması üzerine satıcının hastalığın savaştan olduğunu söylemesi ancak ayb-ı kadim olduğu ortaya çıkması durumunda alıcının köleyi almaktan vazgeçemeyeceği yönündeki fetvâsıdır.312 Aynı konu üzerindeki diğer fetvâsı, kişinin bir köle satın alması ve bir başkasına satması durumunda, sattığı kişiden tekrar satın alıp ilk satıcı yanında ayb-ı kadimini gösterdiğinde satıcı ve ikinci kez satın alan kişide vazgeçme hakkının bulunmadığına dair fetvâ verir.313 Bâlîzâde’nin eski olan ayıplar konusunda biraz daha müsamahakar olduğunu, eski ayıpların akdi fesih etme gerekçesi oluşturacak kadar bir kusur sayılmayacağı yönündeki kanaatlerinin baskın olduğunu görmekteyiz. İslam hukukundaki genel kanaate göre teslimden önce görülen ayıp, kadim ayıp olarak bilinir. Teslimden sonra oluşana hâdis ayıp denir. Hâdis ayıp alıcıya muhayyerlik hakkı getirmemekle beraber alıcının tazmin sorumluluğundadır. Mal iade edilmez. Ayıbın malda ortaya çıktığı vakitten ziyade ayıbın oluşma vaktine bakılır. Maldaki ayıp ya satış anında ya da müşteriye tesliminden önce oluşması gerekmektedir. Teslimden önce ortaya çıkan ayıp, alıcının malı geri verebilmesine 311 Bkz. 4A-39. fetvâ. 312 Bkz. 5B-62. fetvâ. 313 Bkz. 5B-56. fetvâ. 108 olanak sağlar. Malın teslim zamanına kadar oluşan problemlerde satıcı tazminini sağar. Burada ayıbın satıştan önce ya da sonra ortaya çıkmasına bakılmaz.314 Köleliğe dair fetvâları akitler, zıhar, kölenin hürlüğü gibi konuları da içermektedir. Bâlîzâde, kişinin fasit bir akit ile satın aldığı cariye ile cinsel ilişkinin helal olmayacağına dair fetvâ vermiştir.315 Haklı bir sebebe dayanmadan efendisinden kaçan köleye (ibâk/âbâk) dair iki fetvâsı bulunmaktadır. Bunlardan biri, hür kişiyle başka birinin köleleri kavga edip kaçması durumunda, hür kişi, kölelerin kaçmalarına dair bir emir veya kaçmalarıyla ilgili bir durumun oluşmadığına dair yemin ederse tazminde bulunmayacağına dair fetvâ vermiştir. Bir diğer fetvâsı ise kişinin cariyesinin başka bir şehre kaçmasıyla bu durum sahibine bildirilse, sahip cariyeyi gidip almaya hakkının olmadığını, İmam Ebû Yusuf’un bir rivayetinde cevaz vermediğine dair görüşünü bildirmiştir.316 Kişi kölesini bir başkasına bir seneliğine kiralık olarak verse ve köle azad edildiğine dair beyanda bulunup ispat etse bu durumda kölenin azatlığına hüküm verileceğine dair fetvâ vermiştir.317 Kişinin satın aldığı bir cariyeyi, ikâle ederek geri vermesi halinde satıcının tekrar geri almasının gerektiğine dair fetvâ vermiştir.318 Bâlîzâde’nin kölenin azadıyla ilgili verdiği bir fetvâsı dikkat çekmektedir. Zira Bâlîzâde zıhar ile köle azadına dair fetvâ vermiştir. Kişinin kölesine “anam gibidir” demesi üzerine kölenin azat olacağı yönünde fetvâ vermiştir.319 Zıhar nikâhlı olduğu, hür kadınlara yapılır ancak burada cariye olduğu için bir nikâh akdinin olmadığı durumu ortadadır. Muhtemelen birlikte olduğu câriye ile ilgilidir. Buradaki dikkat çeken durum zıharın ıtka delalet etmesidir. Bâlîzâde delalet edeceğine dair hüküm vermiştir ancak kölenin azat edilme yöntemlerini incelediğimiz zaman karşımıza 314 Mustafa Kisbet, İslam Hukukunda Tüketicinin Korunması, ed. Hüseyin Okur (İstanbul: Nizamiye Akademi, 2015), s.83. Ayhan Hira, Klasik Fıkıh Kaynaklarında Hibeden Dönme Meselesine Temel Yaklaşımlar, The Journel of Academic Social Science Studies 58 (2017), 237-250. 315 Bkz. 5B-58. fetvâ. 316 Bkz. 9A-97. fetvâ. 317 Bkz. 10B-114. fetvâ. 318 Bkz. 11A-117. fetvâ. 319 Bkz. 8B-89. fetvâ. 109 böyle bir yol çıkmamaktadır. Hürler için tefrik sebebi sayılacak bir hükmü köleler için azat sebebi saydığı görülmektedir. Kölenin hürlüğünü kazanmasına dair İslam hukukunda kabul edilen yedi yöntem vardır. Bunlardan ilki gönüllü olarak efendinin kölesini azat etmesi. Osmanlı Devleti’nde kölenin efendisine yedi yıl hizmetinden sonra azat edilmelerinin yaygın bir gelenek olduğu ifade edilmektedir. İkinci yöntem kefaret borcu ödemek için köle azat etmek. Üçüncü yöntem mükâtebe yoluyla kölenin azat olması. Bir bedel karşılığında özgürlüğüne dair anlaşma yapılması durumunda kölenin sahibi tek taraflı olarak anlaşmayı feshedemez, değişiklik yapamaz. Kölenin izni olması gerekmektedir. Bu dönemde köle efendisine hizmet etmek zorunda değildir. Kendisi için çalışabilir. Cariyeyi istifraş edemez. Dördüncü yöntem mecburi veya kanuni azattır. Köle ile efendi arasında bir anlaşma olmaksızın, kölenin mecburen hürriyetini kavuşmasıdır. Kişi kendisine haram olacak kadar yakın akrabalığı bulunan bir kölenin mülkiyetini satın alma veya miras, bağış, vasiyet gibi yollardan biriyle elde ederse köle hürriyetine kavuşur. Şâfiîlere göre akrabalık ilişkisinden ziyade usul-füru ilişkisi varsa mecburi azatlık oluşur. Mâlikîlere göre ise kardeş olması durumunda da mecburi azatlık oluşur. Bir diğer mecburi azatlık ise, İslam ülkesine sığınan bir kölenin daha önce Müslümanlığı kabul etmesi durumunda hürriyetine kavuşmasıdır. Son olarak birden fazla sahibi bulunan kölenin bir sahibi tarafından azat edilmesi veya tek sahipli kölenin kısmen azat edilmesi durumunda hürriyetine savuşmasıdır. Bir görüşe göre kısmen azat edilen köle azat edilmeyen payın bedelini efendisine ödemelidir. Bu köleye borcu ödemesi için devlet bütçesi tarafından yardım yapılır. Beşinci azat yöntemi ölüme bağlı olarak kölenin azat edilmesidir. Bir köle efendisinin ölümüyle hürriyetine kavuşabilir. Bu muamele tedbir olarak isimlendirilir, bu köleye müdebber denir. Kölenin değeri terekenin üçte birini aştığı durumda mirasçıların da iznine ihtiyaç vardır. Mirasçılar razı olmaz ise köle hürriyetine kavuşur ancak üçte biri aşan kısmı ödeme zorunluluğu vardır. Hanefîlere göre müdebber köle bir başkasına devredilmez, geri dönüş kabul edilmez. Müdebber kölenin mükateb köleden farklı olarak efendisine hizmet etme zorunluluğu devam eder. Cariyeyi istifraş 110 edebilir yani yatağına alabilir. Ya da bir başkasıyla evlendirebilir, doğan çocuklar müdebber statüsünde sayılır. Bir diğer yöntem ise, kölenin ümmü’l-veled olması durumudur. Cariyenin efendisinden bir çocuk doğurması durumunda hürriyetini elde eder, doğa çocuk hür hükmünde olur. Çocuk ve baba arasında nesep bağı kurulur, evliliklerinden doğan çocuklarla aynı haklara sahiptir. Son olarak devlet tarafından azat edilmesi kölenin hürriyetine kavuşmasında bir yöntemdir. Devlet gelirlerinin bir kısmının köle azadına tahsis edilmesi Kur’an tarafından sabit olan bir hükümdür. Tevbe 90. Ayeti Kerime’ye göre zekatın verilecek yerlerinden biri kölelerin hürriyetidir.320 Bâlîzâde, bir kişinin fasit bir bey' akdi ile mahrem olan bir akrabasını alması durumunda, o kişinin hürriyetine kavuşup kavuşmayacağı sorusuna, özgürlüğüne kavuşur şeklinde cevap vermiştir. 321 Sorunun kökü, fasit akdin sonuç doğurup doğurmayacağıdır. Zira Hanefîlere göre köle olan yakın akraba satın alındığında, yakın akraba hürriyetine kavuşmuş olur. Bu, kişinin akrabalarına iyilikte bulunması gerektiği hükmünün bir sonucudur. Bu sebeple Hanefîlere göre başta anne-baba ve çocuklar olmak üzere yakın akrabanın satın alınması durumunda, bu kişiler özgürlüğüne kavuşmuş olur. Satın alma işlemi azat etme anlamına gelir. Bunun için fazladan bir azat cümlesi kurmaya gerek yoktur. Akdin fasit olmasına gelince, fasit evlilik akdinde her ne kadar akit fasit olsa ve taraflar birbirinden ayrılsalar da nafaka haricinde sahih bir nikâh akdinin sonuçları meydana geliyorsa, kişinin akrabasını satın alması durumunda da azat işlemi meydana gelir. Her iki durumda maslahat prensibine dayanmaktadır.322 Bâlîzâde emek bahçe ortaklığına dair verdiği fevklardan birinde şöyle demektedir: Bir çekirdek ya da tohumun rüzgar yoluyla bir başkasının bahçesine 320 Bkz. Mehmet Akif Aydın, Muhammed Hamidullah, “Köle”, TDV İslam Ansiklopedisi (Ankara: TDV Yayınları, 2002), 237-246. 321 Bkz. 2A-10. fetvâ. 322 Serahsî, el-Mebsût, 7/70-71. 111 düşmesi durumunda yeni çıkan ürünün bahçenin sahibine ait olur.323 Farklı bir cins ottan ya da ağaçtan bir kök başka birinin bahçesinde bittiği zaman bahçe sahibinin kökü ayırabileceğine dair fetvâ vermiştir.324 Bâlîzâde Mustafa Efendi’nin fetvâları içerisinde tespit ettiğimiz nikâhla ilgili yedi, süt hısımlığına dair bir ve talak konusunu içeren on fetvâsı bulunmaktadır. Bu fetvâlar arasında mihrin sakıt olma durumu, zina eden iki kişinin sıhriyet haramlığının dört şahit ile ispat edilmesiyle ya da tarafların ikrarı sonucunda oluşacağına, bu sebeple kadının adamın babasıyla evlenmesinin helal olmayacağı yönünde fetvâ vermiştir.325 Diğer fetvâları, bir Müslümanla evli Hristiyan bir kadının boşama sonucunda zimmî biriyle evlenebileceği, bu boşamanın üç talakla olması durumunda ikinci eşin muhallil olması, 326 süt anneliğinin dâru’l-harp dâru’l-İslam fark etmeksizin câri olacağına dair bir fetvâsı vardır. Diğer fetvâlarından farklı olarak süt hısımlığı fetvâsında câri ifadesini kullanmıştır.327 Câri yürürlükte olan anlamına gelmektedir. Burada şeyhülislamlık zamanında verdiği fetvâlar olduğu için kanuni bir durumdan bahsetmesi muhtemeldir. Boşama hukukuna dair verdiği fetvâlar arasında, üç talakla boşanmış bir kadının hulle nikâhı sonrasında cinsel birlikteliğe dair ikinci eş ile kadın arasında kadının beyanının esas alınacağı, zıhar konusuna dair bir fetvâsında da kişinin karısına zahr ve batnın anamın zahrı gibidir dediğinde muzahir sayılamayacağı, zahr ve batnın bütün 323 Bkz. 4A-36. fetvâ. 324 Bkz. 5A-54. fetvâ. 325 Bkz. 3B-28. fetvâ. 326 Bkz. 5A-50,51. fetvâ. 327 Bkz. 3B-31. fetvâ. 112 bedenden sayılmayacağı yönündedir. 328 İki fetvâsı talakın şarta bağlanması durumlarını içerir.329 Talak lafızlarına dair fetvâları arasında, kişinin karısına “sen bana kadın değilsin” dediği taktirde İmam A‘zam’a göre talak niyeti ile söylerse boşamanın gerçekleşeceği, İmameyn’e göre ise niyet etse bile boşamanın gerçekleşmeyeceği yönünde fetvâ vermiş ve görüşler arasında bir tercihte bulunmamıştır. Bununla beraber kişinin “senin ile benim aramda nikâh yoktur” gibi lafızlar kullandığı taktirde niyet etmiş olsa boşamanın gerçekleşeceği, niyet etmezse boşamanın gerçekleşmeyeceği yönünde fetvâları mevcuttur. Bir diğer dikkat çekicisi fetvâsı kişinin hanımına seninle benim aramda nikâh olmadı demesi durumunda talakın vaki olmayacağı yönündedir.330 Tefvîz-i talak bahsine dair bir fetvâsında, vekilin üç talak ile boşaması durumunda kişi vekil tayin etmeden önce üç talaka kendisi de niyet ederse boşamanın olacağı yönündeki görüşünü belirtmiştir. 331 Müdebber bir kölenin eşini boşaması durumunda mihri müeccelin ödenmesi için çalışması gerektiğine dair fetvâ vermiştir.332 Baliğ olmayan kızların nikâhına dair fetvâları çoğunluktadır. Bu sebeple o dönemde küçük yaşta nikahların yaygın olduğu görülmektedir. Örneğin; bir kızın babasının huzurunda bütün malını vererek muhâlea talep etmesi durumunda mal adama geçer mi sorusuna malın adama ait olmayacağı ve talakın ricî olacağı yönünde fetvâ vermiştir. Muhâlea sonucunda boşama bâin olurken burada ricî hüküm 328 Bkz. 9B-101. fetvâ. 329 Bkz. 11B-125, 12A-127 fetvâ. 330 Bkz. 3A-22,23,24. fetvâ. 331 Bkz. 4B-47. fetvâ 332 Bkz. 5A-53. fetvâ. 113 verilmesinin sebebi baliğ olmayan kızın boşama talebinde bulunmasıdır. 333 Baliğ olmayan kızın evliliğine dair bir diğer fetvâsı ise anne babası mürted olup kızları ile dâr’ul-harbe gitmeleri durumda nikâhın bâin talak ile sona ereceği yönündedir. 334 Burada İslam Hukuku’na göre çocukluk döneminden bahsetmek gerekmektedir. Zira talak bâin olarak sonuçlanması çocuğa da mürted olarak hüküm verildiğini gösterir. İslam hukukunda doğum ile başlayan ve ergenlik çağına kadar olan dönem çocukluk olarak isimlendirilir. Doğumdan temyiz çağına kadar ve temyizden ergenlik dönemine kadar iki sürece ayrılır. Temyiz çağına gelmemiş çocuklar gayri mümeyyiz, temyiz çağını geçmiş çocuklara ise mümeyyiz denmektedir. Bu iki döneme ait dini ve hukuki hükümler birbirinden farklıdır. Gayri mümeyyiz bir çocuk, zimmete ve vücûp ehliyetine sahip olur böylelikle hak ve borca ehil hale gelir. Cezâi ehliyeti olmadığı için had ve kısas cezalarıyla cezalandırılmazlar ancak kişinin hakkının ihlali durumunda mali sorumlulukları söz konusudur. Örneğin kısas gerektiren bir suç işledikleri taktirde bu suç diyete döner ve âkılesi tarafından ödenir. Tazir gerektiren suçlarda da cezai sorumlulukları yoktur.335 Mümeyyiz çocuk, temyiz çağına ulaşmış iyi ile kötüyü, kar ile zararı birbirinden ayırdığı bir dönem olmakla beraber yedi yaş başlangıç olarak kabul edilir. Temyiz çağı ile çocuğun tabi olduğu dini ve hukuki hükümler farklılık kazanır. Ebû Hanîfe ve İmam Muhammed’e göre Müslüman olması, dinden çıkması gibi imani durumlar geçerlidir. Ebû Yusuf’a göre ise Müslüman olması muteber olmakla beraber mürted olması geçerli olmamaktadır. Şafiî mezhebi ve diğer mezheplerin hakim görüşüne göre dini emirlere mükellef olmayan mümeyyiz çocuğun Müslüman olmasına ya da mürted olmasına itibar edilmez. Çocuk buluğ çağına kadar ebeveyninin dinine tabidir. Bunlardan birinin Müslüman olması durumunda çocuk Müslüman sayılır.336 Çocuğun imanı mevzusunda, Maturidiyye ve Mu’tezile kelamcılarına ve bazı Şii alimlerine göre ebeveynleri kafir olsa da temyiz 333 Bkz. 6A-65. fetvâ. 334 Bkz. 9A-96. fetvâ. 335 Yusuf Şevki Yavuz, “Çocuk", TDV İslam Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları,1993), 8/361. 336 Mehmet Akif Aydın “Çocuk" TDV İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları,1993) 8/362. 114 çağına gelen çocuklar imanla yükümlüdür. Mümeyyiz bir çocuk akıl yürütme yoluyla yaratıcıyı bulabilir. Bu durum da onun imanla mükellef olmasına yeterlidir. Eş’ariye ve Haricilere göre ise ergenlik çağına girmemiş çocuklar iman etmek dahil olmak üzere dini bir mükellefiyete sahip değildir.337 Neseb konusuna dair iki fetvâsı bulunmaktadır. Bunlardan biri, kölesi ile hürriyeti karşılığında bir bedel üstüne anlaşma yapan efendi, teserrînin yasak olduğu durumda bir cariye satın alır ve vat’i eylemesi durumunda nesebi üzerine sorulan fetvâya, nesebinin sabit olacağı ancak müşterek sayılan câriye gibi vat‘i’nin helal olmayacağı yönünde fetvâ vermiştir.338 Bâlîzâde’nin fetvâlarında vasiyetle ilgili fetvâlar mevcuttur. Vasiyet, hem vâsi tayin etmeyi hem de bir şeyi vasiyet etme anlamını taşır. Örneğin filanca kişiye vasiyet ettiğini söyleyen kişi, zikrettiği kimseyi kendisine vâsi tayin ettiğini söylemiş olmaktadır. Bu konu fıkıh kitaplarında vesayet babında incelenmiştir. Bâlîzâde’nin ele aldığı konulardan biri, vasi tayiniyle ilgilidir. Hanefî mezhebine göre şahıs üzerinde velayet, asabe olan akrabaların en yakınlarından başlar. Buna göre velayetteki tertip 1- Oğul 2- Baba 3-Dede 4- Erkek Kardeş 5- Amca, şeklinde olur. Ancak asabe statüsünde kimse bulunmazsa şahsa velayet anneye, sonra da diğer zevi'l-erhama geçer. 339 Bâlîzâde'ye göre vasi tarafından satın alınan köle ve cariyelerin satın alınmasından sonra ölmeleri halinde, varislerin yeni bir vasi atamaları söz konusu değildir. Fetvâdan anlaşıldığı kadarıyla onun bu konudaki tartışma vasinin hakkını kötüye kullanıp kullanmadığı noktasındadır. Ancak ölüm hadisesinin sebebi belirtilmediğinden burada mutlak manada yani herhangi bir sebebe dayanmadan gerçekleşen ölüm anlaşılmaktadır. Bu da vasi tarafından hakkın kötüye kullanılmadığı, dolayısıyla yeni bir vasi tayininin söz konusu olamayacağına işarettir. Fetvâ da bu yönde irad edilmiştir. 337 Yavuz, “Çocuk" 8/359. 338 Bkz. 12A-130. fetvâ. 339 Mergînânî, el-Hidâye şerhu Bidâyeti’l-mübtedî, 3/33. 115 Vasi ile ilgili diğer fetvâlarında Bâlîzâde, mefkud olan vasi hakkında, onun bulunmayışı esnasında vasiyetinde bulunulan küçükler hakkında yapılan tasarrufların tazmini gerektirip gerektirmediği hakkındaki bir soruya, vasinin veya küçüklerin babasının, küçüklerin malından bir eksilme meydana getiren (borç vb.) bir akdin bulunması durumunda herhangi bir tazmin gerekmeyeceğini fakat vasinin borç tasarrufu veya vasinin oğlunun tasarrufu ile gerçekleşmesi halinde ise tazmin gerekeceğini ifade etmiştir. Yine mefkud kişiye dair, karısının mefkud kişinin malını bir başkasına verebileceğine dair fetvâ vermiştir.340 Bu konuda Bâlîzâde'nin incelediği bir başka mesele de mûsîsini öldüren mûsa leh hakkındadır. Bâlîzâde'nin "Bize göre vasiyet batıl olur" diye beyan ettiği fetvâya göre, mûsîsini öldüren mûsa leh vasiyetten mahrum bırakılır. 341 Bu kuralın esasını Hz. Peygamber’in, “(Mûrisini öldüren) kâtil mirasçı olamaz” hadisi oluşturur.342 Bu hadise göre, öldüğünde kendisine mirasından pay düşecek kimseyi öldüren vâris, bu cinayeti sebebiyle miras hakkından mahrum bırakılır. Bu hükmün illeti, kâtilin haram bir fiili işleyerek kendisine menfaat sağlayacak bir hukukî neticeye vakti gelmeden ulaşmak istemesidir ki, Mecelle’de bu hususa, “Kim ki bir şeyi vaktinden ‫َﻣْﻦ اْﺳﺘ َْﻌَﺠَﻞ اﻟ ﱠ‬ evvel isti’câl eyler ise mahrumiyetle muâteb olur.” “ ‫ﺐ‬ ُ ‫ﺸْﻲَء ﻗَْﺒَﻞ أ ََواﻧِِﮫ‬ َ ‫ﻋﻮِﻗ‬ ‫ ”ِﺑِﺤْﺮَﻣﺎِﻧِﮫ‬maddesiyle atıfta bulunulmuştur. Yukarıdaki hadise kıyasla, aradaki ortak illet sebebiyle fakihler, kendisine vasiyette bulunan kimseyi yani mûsî’sini öldürenin mûsâleh’in de onun bırakacağı vasiyet payından mahrum kalacağı sonucuna ve hükmüne ulaşmışlardır.343 340 Bkz. 6A-63. 341 Mevsılî, Abdullāh b. Mahmûd b. Mevdûd, el-İhtiyâr li talîli’l-Muhtâr, thk. Abdüllatif Muhammed, (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 2005), 5/71. 342 Ebû Dâvud, “Diyât” 18.; Tirmizî, Ebû Îsâ Muhammed b. Îsâ b. Sevre.”Ferâiz”, el-Câmiu’s-sahîh. thk. Ahmed Muhammed Şâkir, (Beyrut ty.) 17; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, (İstanbul: Çağrı Yayınları, 1992), 1/49. 343 Alâeddin es-Semerkandî, Muhammed b. Ahmed, Tuhfetü’l-Fukahâ, (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’lİlmiyye, 1994), 3/208. 116 3.3.3. Ukubat Konularına Dair Fetvâları Ceza hukukuna dair yedi fetvâsı bulunmakla beraber bunlardan biri, kısas gereken bir cinayette katilin velisinin vefat etmesi durumunda kısasın varislere geçip geçmeyeceği durumda varislere yahut varisin varisine geçeceği yönündedir. 344 Bir diğer fetvâsı bir kişinin zina ya da hırsızlık gibi büyük günahlardan birini işlediği taktirde tevbenin yeterli olmayacağı, had cezasının uygulanması gerektiğidir. 345 Kölenin malikinin malını çalmasından kaynaklı had cezasının uygulanmayacağı346, kişinin katli itiraf edip öldürdüğü aleti zikretmediği durumda da kısasın gerekeceğine, müste’men olan kafirin, 347 Müslüman bir kişiyi dârı İslam’da amden öldürmesi sonucunda kısas olacağına dair fetvâlar vermiştir.348 Tespit ettiğimiz kadarıyla Bâlîzâde’nin katîl konusunda üç fetvâsı, diyet konusunda üç fetvâsı, mürtedlik konusunda bir fetvâsı, hırsızlık konusunda üç fetvâsı bulunmaktadır. Diyet konusuna dair fetvâları ıskât-ı haml durumuyla ilgilidir. Bebeğin düşmesine dair sorulan sorulara, düşen bebek canlı kümünde ise diyet ve gurre gerektiğine ancak kendi kendine korkudan düştüyse bir şey gerekmediğine dair fetvâ vermiştir.349 Bir diğer ise kişinin zina ile hamile kalması durumunda bebeğin ıskatının caiz olmayacağına, hamileliğin kendisinin muhterem olduğuna dair hüküm vermiştir. 350 Kişinin birini öldürmesi durumunda kasten yapmadığını itiraf etmesi sonucunda da diyet gerektiğine dair fetvâ vermiştir.351 Mürtedlik ile ilgili, kişinin ölüm döşeğinde vefatının yaklaşması durumunda kafir olduğunu ikrar etmesi ve bunda ısrarcı olması durumunda halinin ne olacağı 344 Bkz. 2A-8. fetvâ. 345 Bkz. 9B-92. fetvâ. 346 Bkz. 3A-26.fetvâ. 347 Bkz. 10A-108. fetvâ. 348 Bkz. 10A-110. fetvâ. 349 Bkz. 2B-14. fetvâ. 350 Bkz. 9B-102. fetvâ. 351 Bkz. 10A-109. fetvâ. 117 sorusuna, ikrarı sonrasındaki halinin müşahede edilip hastalık halinden olduğu anlaşılırsa itibar olunmayacağı, müşahede edilmeden önce iman ile vefat ettiğinde mümin olacağı yönündedir.352 Kasti olmayan öldürme ve yaralama suçlarında, suçlu adına diyeti ödeyen kişiler olarak İslam Ceza Hukukunun konusu olan âkıleye dair ise bir fetvâsı bulunmaktadır.353 Kişinin şahit olma durumlarına dair verdiği fetvâlar, üzerine haccın farz olduğu ancak bu farziyeti yerine getirmeyen kişinin şahitliğinin İmam Muhammed’e göre kabul edilmeyeceği 354 , bir kişinin başkasından duyduğu bir şey üzerine şahitlik etmesinin kendi zamanında meydana gelen toplumdaki bozulmalar sebebiyle resmi evraklarda kullanılmasının caiz olmayacağı yönündedir.355 Kişinin yalan söyleyerek yemin etmesi durumunda helake karar verileceğine, aynı kısas hükmünde olduğuna dair fetvâ vermiştir. 356 Kişi kölesinin bir başkasına satmayacağına dair yemin edip sattığı durumda alıcı kişinin kabul etmediği durumda hânis olacağına dair iki farklı olay üzerinde fetvâ vermiştir.357 Dava bahsine dair bazı fetvâları ise şu şekildedir; Kişinin davasını üç sene terk etmesi durumunda davanın tekrar dinlenmeyeceği yönünde yazılı olan kuralla amel olunur mu fetvâsına amel olunmayacağı yönünde fetvâ vermiştir. Bâlîzâde’ye göre bu rivayet terk edilmiş (mehcur) bir fetvâdır. 358 352 Bkz. 4A-40. fetvâ. 353 Bkz. 10A-107. fetvâ. 354 Bkz. 2B-16. fetvâ. 355 Bkz. 9B-98. fetvâ 356 Bkz. 2B-20. fetvâ. 357 Bkz. 2A-13, 12B-134. fetvâ. 358 Bkz. 8A-84. fetvâ. 118 İslam hukukunda zaman aşımı süresi konulara göre farklılık göstermektedir. Literatürde mürûr-ı zaman olarak kabul edilen hukuk terimi, bir hakkın kazanılmasını ya da dava edilmesini önceleyen belirli bir sürenin geçmesidir. Şahsi ve ayni bir hakkı etkilemeyeceği gibi belli durumlardan bir hakkın ileri sürülmesine, alacaklı bir durumda dava açılmasına engel olarak dava hakkını düşürür. Eşya hukukunda bir hakkın kazanılmasına, borçlar ve ceza hukukunda hakkın kaybedilmesine yol açmaktadır. Buna göre ceza hukukuna konu olan suçlardan biri olan içki, İmam Yusuf ve Ebû Hanîfe’ye göre ağız kokusunun kaybolmasına kadar, İmam Muhammed’e göre ise bir aylık sürenin geçmesi ile zaman aşımı oluşur. Zina suçunda Ebû Hanîfe’nin görüşü bir yıl ile altı ay şeklinde iki farklı görüşü mevcuttur. Ceza hukukuna konu olan diğer suçlarda da bir aylık süre kabul edilmektedir. Muâmelât konularında Şafiî ve Hanbelî hukukçular şahsi ve ayni hakların davalarında zaman aşımını kabul etmezken, Hanefî ve Hanbelî hukukçular kabul etmektedir. Ebû Hanîfe ve İmam Mâlik bu hususta bir süre öngörmemekle beraber sonrasında Malikîler, taşınmaz davalarda on yıl, taşınır davalarda iki ile üç yılda zaman aşımı oluştuğunu ifade etmişlerdir. Hanefîler ise konusuna göre bir ile otuz altı yıla kadar zaman aşımını kabul etmişlerdir. Şuf’a davaları bir ay sonucunda zaman aşımına uğramaktadır. Osmanlı Devleti’nin davalarda zaman aşımı uygulamaları, göçmenlere verilen miri arazilerde iki yıl; alacak, emanet, ödünç, taşınmaz, irtifak hakkı, miras davaları ve eşin dışındaki akrabalara verilen nafaka davalarının, vakıf taşınmazlarının asıllarıyla ilgili davalarda zaman aşımını on beş yıl olarak uygulamıştır. Kadının nafakası ve mehri ile ilgili davalarda zaman aşımı uygulanmamış, vakfın aslı ve vakfın taşınmazlarıyla ilgili irtifak hakları davalarında otuz altı yıllık süre benimsenmiştir. Bâlîzâde’ye sorulan fetvâda davanın konusu yer almamakla beraber üç yıllık bir süre geçmesiyle beraber davanın tekrar dinlenebileceğini ifade etmiştir. Hanefî mezhebinin genel kabulüne göre muâmelât konularında bir dava olduğu anlaşılmaktadır. 359 359 Osman Kaşıkçı, “Zaman Aşımı", TDV İslam Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 2013), 114116. 119 Kişi varislerden birinin rızası ile mirası taksim ettikten sonra, miras bırakan kişinin kendisine borcu olduğunu iddia edip dava açması durumunda davanın kabul edilmeyeceğine dair hüküm vermiştir. 360 Aynı zamanda böyle bir durumda taksim eden kişilerden başkasının borç için dava açabileceğine dair fetvâ vermiştir.361 360 Bkz. 11B-121. fetvâ. 361 Bkz. 11B-122. fetvâ. 120 SONUÇ Osmanlı Devleti 17. yüzyılda siyasi ve mali hadiseleri yoğun yaşamakla beraber hukuki açıdan zengin çalışmaların yapıldığı, birçok şeyhülislam tarafından eserlerin yazıldığı, medreselerin çoğaldığı bir dönem geçirmiştir. Zengin çalışmalarda bulunan zatlar arasında zikredeceğimiz Bâlîzâde Mustafa Efendi’dir. Bâlîzâde Mustafa Efendi Osmanlı Devleti’nde müderrislik, kadılık, Rumeli ve Anadolu Kazaskerliği görevlerinde bulunmuş ardından meşihat makamına getirilmiştir. Şeyhülislamlık görevini altı ay ifa etmiş ardından dönemin sadrazamı olan Köprülü Mehmed Paşa’nın icraatlerine ayak uyduramadığı gerekçesiyle azledilmiştir. Görevde bulunduğu zaman içerisinde devlet görevlileri, saray ve halk arasında hadiseler sıklık göstermiş ancak kendisinin herhangi bir olaya karıştığı ya da hizipleştiğine dair bir bilgiye rastlanmamıştır. Bir fakih olarak tanımlayabileceğimiz Bâlîzâde Mustafa Efendi fıkıh, hadis usulü, belagat, tefsir alanlarında eserler kaleme almış, ömrünü ilme vermiş bir zattır. Eserlerinin bir çoğunluğu fıkıh alanına ve bilhassa Hanefî fıkhına aittir. Kaleme aldığı eserlerin bazılarında yer yer tenkitlerde bulunması ve reddiye mahiyetinde olması ilmi birikiminin kuvvetli olduğu kanaatini vermektedir. Aynı zaman eserlerinde Hanefî ve Şafiî mezhebi arasında görüşleri karşılaştırdığı, lafzi tahlillerde bulunduğu görülmektedir. Bâlîzâde Mustafa Efendi’nin döneminde yaşamış şeyhülislamlar arasında en fazla eser telif eden şeyhülislam olduğunu ifade edebiliriz. Cürcâni’nin el-Misbâh adlı şerhine, Hâşiye ‘alâ şerhi’l-miftâh hâşiyesini yazmış, el-Misbâh’a ve hâşiye yazmış alimleri eleştirmiştir. Bir diğer önemli eseri el-Ferâid isimli Kenz üzerine şerh yazdığı şerhtir. Bu eserini Kenz’in ulema tarafından okutulan bir eser olması hasebiyle daha iyi anlaşılması gerekçesiyle fikriyle şerh etmiş ve fıkıhta az bilinen kaidelere yer vermiştir. Aynı zamanda eserinde bazı Hanefî alimleri tenkit etmiştir. Bâlîzâde mezhebinin meşhur eserlerine yazılan şerh ve haşiyelere yer yer tenkitte bulunduğunu, anlaşılması zor olan eserlerin toplum tarafından daha iyi anlaşılması için kaleme aldığını ifade etmektedir. Eserlerindeki tasnif ve usul birbirinden farklı olmasıyla beraber bazı eserlerinde Hanefî füru‘ kitaplarının usulüne göre yazmıştır. Bunlardan biri nevâzil türündeki es-Seyfü’l-meslûl isimli eseridir. Eserlerinde dönemin siyasi olaylarına dair herhangi bir malumat vermemekle beraber es- Seyfü'l- meslûl eserinin girişinde dönemin bazı devlet adamlarına serzenişte bulunmuştur. Bir diğer nevazil türündeki eseri ise Hanefî mezhebinin müfta bih görüşlerini topladığı el-Ahkâmu’s-Samediyye’dir. Sahîh, esah, râcih, ekvâ, muhtar ve mâ bihi’l-fetvâ görüşlerini bir araya getirerek tercihte bulunmuştur. Reddiye olarak yazdığı eserler, Sadî Çelebi’nin el-İnâye eserine yazdığı haşiyenin reddiyesi ve Hâşiye ale’l-Hidâye ve şeyhülislam Sadî Çelebi’nin görüşlerini tenkit ettiği Hâşiye ‘alâ hâşiyeti’s-Sâdî ‘ale’l-Beyzâvî eseridir. Fıkıh alanında bir diğer eseri ise Mîzân’ulfetâvâ, vâkıat ve fetvâ türünün mecz edildiği ahiretinde şefaat olmasını murad ettiği eseridir. Hadis alanında, Ebû Eyyüb el-Ensâri’nden nakledilen hadisleri Risâle fi mâ revâhu Ebû Eyyûb el-Ensârî eserinde toplamıştır. Çalışmanın asıl konusu olan fetvâların başında şeyhülislam “Şeyhülislam Bâlîzâde Efendi’nin elden verdiği fetvâlardır” ifadesi bize bu fetvâların Bâlîzâde Mustafa Efendi’ye ait olduğunu göstermektedir. Bununla beraber bu kaydın kendisi veya bir başkası tarafından risaleye eklendiği tarih bilinmemektedir. Aynı zamanda fetvâların şeyhülislamlık makamındayken yazdığına dair bir tarih kaydı da bulunmamaktadır. Yüz otuz dokuz fetvânın sonunda risalenin bittiğine dair bir kayıt görülmemektedir. Fetvâların sayısının çok olmaması, şeyhülislamlık görevinde kısa sürede bulunması sebebiyle az fetvâ vereceği fikrini kuvvetlendirmektedir. Aynı zamanda fetvâların bulunduğu cildin içerisindeki varak renkleri, dokuları aynı görüldüğü için farklı kağıtların bir araya getirilmediği tek bir cilde fetvâların yazıldığı anlaşılmaktadır. Bâlîzâde’nin fetvâlarına dair, ibâdet konularında verdiği fetvâların azınlıkta, muâmelat konularındaki fetvâların bilhassa ticaret, köle hukuku, nikah bahislerindeki fetvâların çoğunlukta olduğu görülmektedir. Fetvâ verirken kaynak kitaplara 122 referansta bulunmamakta, görüşlerini delillendirmemektedir. Özellikle Hanefî imamların görüşlerine yer verdiği fetvâlarda bir tercihte bulunmaması kişinin kendi tercine bırakması, mutedil bir yaklaşımda bulunduğunu göstermektedir. Yaptığımız çalışmalar sonucunda, hakkında bahsedilen menfi yorumların şeyhülislamlık sırasındaki tayin ve aziller doğrultusunda ortaya çıktığı ve şahsiyetini yanlış tanıttığı fikrine ulaşılmıştır. Zira göreve getirilmesinde siyasi herhangi bir etken olmadığı, kendisinin ilmi kimliği sebebiyle şeyhülislam olduğu kanaatindeyiz. Çalışmamızın neticesinde Bâlîzâde Mustafa Efendi’nin kendisine atfedilen menfi fikirler ile anılmasını değil, ilmi şahsiyeti, çalışkanlığı ve azmi ile anılmasını temenni eder, Allah’tan rahmet dileriz. 123 KAYNAKÇA 1. Kitaplar Akgündüz, Murat. “Osmanlı Devleti’nde Şeyhülislamlık”. Ağa Kapısından Şeyhülislamlığa: İstanbul Müftülüğü. 15-25. Ankara: TDV Yayınları, 1. Baskı, 2019. Alâeddin es-Semerkandî, Muhammed b. Ahmed, Tuhfetü’l-Fukahâ. Beyrut: Dâru’lKütübi’l-İlmiyye, 1994. Ali Haydar Efendi, Dürerü’l-hükkâm şerhu Mecelleti’l-ahkâm, thk. Fehmî Hüseynî, Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye. Atar Fahrettin. İslam Yargılama Hukukunun Esasları. İstanbul: İFAV, 1. Baskı, 2013. Atçıl, Abdurrahman. Erken Modern Osmanlı İmparatorluğu’nda Alimler ve Sultanlar. İstanbul: Klasik, 1. Basım, 2019. Aydın, Mehmet Akif. Türk Hukuk Tarihi. İstanbul: Beta, 15. Baskı, 2018. Bâlîzâde Mustafa Efendi, el-Fetâvâ. İstanbul: Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi, Şehid Ali Paşa, nr.000944. Bâlîzâde Mustafa Efendi, Haşiye ala Muhtasari’l-Meani li’s-Seyyid. İstanbul: Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi, Carullah, 471. Bâlîzâde Mustafa Efendi, Mizanü’l-Fetava, (İstanbul: Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi, Yeni Cami, 675), 1b. Bâlîzâde, Mustafa Efendi Haşiye ala şerhi’l-miftah. İstanbul: Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi, Bağdatlı Vehbi, 1776. Bâlîzâde, Mustafa Efendi. el-Feraid fi Halli’l-Mesaili ve’l-Fevaid ve’l-Kavaid. İstanbul: Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi, Hasan Hüsnü Paşa, 515. Bâlîzâde, Mustafa Efendi. es-Seyfü’l-Meslûl fi Şer‘ir-Resûl, İstanbul: Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi, M. Hilmi F. Fehmi, 00080. Bâlîzâde, Mustafa Efendi. Haşiye ala Şerhi’l-Miftah li’s-Seyyid Şerif. İstanbul: Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi, Şehid Ali Paşa, 002218. Bâlîzâde, Mustafa Efendi. Haşiye ala Şerhi’l-Miftah. İstanbul: Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi, Şehid Ali Paşa, 002218. 100b. Bâlîzâde, Mustafa Efendi. Haşiye ale’l-Hidaye. İstanbul: Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi, İstanbul: Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi, Murad Molla, 816. Bâlîzâde, Mustafa Efendi. Haşiyetu Bâlîzâde ala Haşiyeti’s-Sadî ala Envari’t-Tenzil. İstanbul: Beyazıt Devlet Kütüphanesi, Veliyüddin Efendi, 302. Bâlîzâde, Mustafa. Şerhu Kasideti'l-Münferice. İstanbul: Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Efendi, 3772. Bâlîzâde, Mustafa. Şerhu Kasideti'l-Münferice. İstanbul: Süleymaniye Kütüphanesi, Yazma Bağışlar, nr. 002749/3. Çeker, Orhan. Fıkıh Dersleri. Konya: Ensar, 5, 2011. Darling, Linda T. Revenue-Raising and Legitimacy. Tax Collection and Finance Administration in the Ottoman Empire 1560-1660. Leiden: Brill, 1996. 124 Döndüren, Hamdi. Delilleriyle Ticaret ve İktisast İlmihâli. İstanbul: Erkam Yayınları, 2016, 426-427. Ebû Dâvud, Süleyman b. el-Eş’as es-Sicistânî. Sünenu Ebî Dâvud. İstanbul: 1992. Erdoğan, Mehmet. Fıkıh ve Hukuk Terimleri Sözlüğü. ed. Hüseyin Kahraman. İstanbul: Ensar, 7. Baskı, 2019. Faroqhı (ed.), Suraıya. Türkiye Tarihi. çev. Fethi Aytuna. 4 Cilt. İstanbul: Kitap Yayınevi, 1. Basım, 2011. Hamevî, Ebu’l-Abbâs Şehâbeddin Ahmed b. Muhammed, Gamzu ‘uyûni’l-besâir şerhu kitabi’l-Eşbâh ve’n-nezâir. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1985. Hammer, Joseph von. Büyük Osmanlı Tarihi, ts. İbn Hanbel, Ahmed Muhammed. el-Müsned. İstanbul: Çağrı Yayınları, 1992. İbn Nüceym, el-Bahru’r-Râik şerhu Kenzi’d-dekâik, Beyrut: Dâru’l-Marife. İnalcık, Halil. Devlet-i’Aliyye. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 9. Basım, 2020. İnalcık, Halil. Osmanlı Tarihinde İslâmiyet ve Devlet. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 5. Basım, 2019. Kanar, Mehmet. Kanar Osmanlı Türkçesi Sözlüğü. İstanbul: Say Yayınları, 2.Baskı, 2011. Kâsânî, Alâüddîn Ebû Bekr b. Mes‘ûd b. Ahmed, Bedâʾiʿu’s-sanâʾiʿ fî tertîbi’ş-şerâʾiʿ, Beyrut: Dâru'l-Kitâbu'l-Arabî, 1982. Kehhâle, Ömer Rıza. Mu’cemü’l-Mü’ellifîn. Beyrut: Mektebet’ül-Müsenna, ts. Kisbet, Mustafa. İslam Hukukunda Tüketicinin Korunması. ed. Hüseyin Okur. İstanbul: Nizamiye Akademi, 1. Baskı, 2015. Mergînânî, Ebü’l-Hasen Burhânüddîn Alî b. Ebî Bekr b. Abdilcelîl el-Fergânî, el-Hidâye şerhu Bidâyeti’l-Mübtedî, Beyrut: Dâru İhyâi’t-türâsi’l-Arabî, ts. 3/87. Mergînânî, Ebü’l-Hasen Burhânüddîn Alî b. Ebî Bekr. el-Hidâye şerhu Bidâyeti’l-mübtedî. Karaçi: İdaretü’l-Kur’an ve’l-Ulumü’l-İslâmiyye, 1417. Mevsılî, Abdullāh b. Mahmûd b. Mevdûd, el-İhtiyâr li talîli’l-Muhtâr. thk. Abdüllatif Muhammed. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 2005. Meydanî, Abdülganî b. Tâlib el-Guneymî ed-Dımaşkî, el-Lübâb fî şerhi’l-Kitâb, thk. Mahmud Emin en-Nevvâvî, Beyrut: Dâru’l-Kitâbu’l-Arabî. Naîma, Mustafa Efendi. Târ’ih-i Na’îmâ. ed. Mehmet İpşirli. Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2007. Nişancı, Mehmed Paşa. Hâdisât (Nişancı M. Paşa Tarihi ve Osmanlı Tarihi Zeyli). İstanbul: Kamer Neşriyat ve Dağıtım, 1983. Oğuzman, Kemal- Seliçi, Özer- Oktay Özdemir, Saibe, Eşya Hukuku, İstanbul: Filiz Kitabevi, 2016, 251. Özel, Ahmet. Hanefî Fıkıh Alimleri ve Diğer Mezheplerin Meşhurları. Ankara: TDV, TDV Yayın Matbaacılık, 2017. Pamuk, Bilgehan vd. Osmanlı Tarihi. ed. Tufan Gündüz. Ankara: Grafiker Yayınları, 5. Baskı, 2016. 125 Schach, Joseph. İslam Hukukuna Giriş. çev. Mehmet Dağ, Abdulkadir Şener. Ankara: Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, 2. Basım, 1986. Serahsî, Şemseddin Ebu Bekir Muhammed b. Ebî Sehl, el-Mebsût, thk. Halil Muhyiddin elMeys.Beyrut: Dâru’l-Fikr, 2000. Şeyhi, Mehmed Efendi. Vekâyi’u’l-fuzalâ Şeyhi’nin Şakâ’ik Zeyli. İstanbul: Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı Yayınları, 2018. Tirmizî, Ebû Îsâ Muhammed b. Îsâ b. Sevre. el-Câmiu’s-sahîh. thk. Ahmed Muhammed Şâkir. Beyrut ty. Ursinus, Michael. “Osmanlı Mali Rejiminin Dönüşümü 1600-1850”. Osmanlı Dünyası. İstanbul: ALFA, 1. Baskı, 2018. Uzunçarşılı, İsmail Hakkı. Osmanlı Devleti’nin İlmiyye Teşkilatı. Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1988. Uzunçarşılı, İsmail Hakkı. Osmanlı Tarihi. Türk Tarih Kurumu Yayınları, 6., ts. Yakut, Esra. Şeyhülislamlık Yenileşme Döneminde Devlet ve Din. İstanbul: Kitap Yayınevi, 4. Baskı, 2014. Yaman, Ahmet. Fetvâ Usûlü ve Âdâbı. İstanbul: İFAV, 3. Baskı, 2019 Zilfi, Madeline C. Osmanlı İmparatorluğu’nda Kölelik ve Kadınlar. çev. Ebru Kılıç. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1. Baskı, 2018. 2. Makaleler, Bildiriler, Diğer Basılı Yayınlar Aktan, Hamza. “Derek”, TDV İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 1994), 9/170171. Arslan, Emine. Nukûllü Fetvâ Mecmûaları ve Mehmed Fıkhî’nin el-Ecvibetü’l-Kâni’a Adlı Eserinin Bunlar Arasındaki Yeri. İstanbul: Marmara Üniversitesi, Doktora Tezi, 2010. Aydın, Mehmet Akif, Muhammed Hamidullah. “Köle”. TDV İslam Ansiklopedisi. 26/237246. Ankara: TDV İslam Ansiklopedisi, 2002. Aydın, Mehmet Akif. “Çocuk". TDV İslâm Ansiklopedisi. 8/361-363. İstanbul: TDV Yayınları, 1993. Aytekin, Arif. “Bâbertî”. TDV İslam Ansiklopedisi. 4./377-378. İstanbul, Ansiklopedisi, 1991. TDV İslam Benli, Mehmet Sami. “Miftâhu’l-Ulûm”. TDV İslam Ansiklopedisi. 30/20-21. İstanbul: TDV Yayınları, 2005. Cengiz Gündoğdu. “XVIII. Yüzyilda Tekke-Medrese Münâsebetleri Açısından SivâsilerKadızâdeliler Mücâdelesİ”. İLAM Araştırma Dergisi III/1 (Haziran 1998), 36. Ceyhan, Abdullah. “Gedizli Mehmed Efendi”. TDV İslam Ansiklopedisi. 13/550-551. İstanbul: TDV, 1996. Çelik, Yüksel. es-Seyyid eş-Şerîf el-Cürcânî’nin “el- Misbâh Fi Şerh el-Miftâh” Adlı Eserinin Tahkik ve Tahlili (Edisyon Kritik). İstanbul: Marmara Üniversitesi, Doktora Tezi, 2009. 126 Demir, Ahmet. Fâtih Devrinde Yerli Bir Osmanlı Âlimi: Şeyhülislâm Molla Hüsrev (14001480). Ankara: Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, 2004. Derin, Fahri Çetin. Abdurrahman Abdi Paşa Vekâyi’nâme’si. İstanbul: İstanbul Üniversitesi, Doktora Tezi, 1993. Durmuş, İsmail- Hüseyin ELMALI. “İbnü’n-Nahvî”. TDV İslam Ansiklopedisi. 21/163-164. İstanbul: TDV Yayınları, 2000. Emecen, Feridun. “II. Osman”. TDV İslam Ansiklopedisi. 33/453-456. İstanbul: TDV Yayınları, 2007. İlgürel, Mücteba. “I. Ahmed”. TDV İslam Ansiklopedisi. 2/30-33. İstanbul: TDV Yayınları, 1989. İlgürel, Mücteba. “Köprülü Mehmed Paşa”. TDV İslam Ansiklopedisi. Ankara: TDV Yayınları, 2002. İlgürel, Mücteba. “Kösem Sultan”. TDV İslam Ansiklopedisi. 26/273-275. Ankarada: TDV Yayınları, 2002. İlhami Yurdakul, Bilgin Aydın. “Şeyhülislamlık Kurumunun Tarihçesi, Kaynaklar ve İlgili Literatür”. Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi 12/23 (ts.), 379-417. İpşirli, Mehmet- Kaya, Eyyüp Said. “Bâlîzâde Mustafa Efendi”. TDV İslam Ansiklopedisi. 31/294-295. İstanbul: TDV Yayınları, 2006. İpşirli, Mehmet. “Bolevi Mustafa Efendi”. TDV İslam Ansiklopedisi. 31/295-296. İstanbul: TDV Yayınları, 2006. İpşirli, Mehmet. “Ebû Said Mehmed Efendi”. TDV İslam Ansiklopedisi. 10/281. İstanbul: TDV Yayınları, 1994. İpşirli, Mehmet. “Hocazâde Mehmed Efendi”. TDV İslam Ansiklopedisi. 28/452-453. Ankara: TDV Yayınları, 2003. İpşirli, Mehmet -Demir, Ziya. “Sâdî Çelebi”. TDV İslam Ansiklopedisi. 35/404-405. İstanbul: TDV Yayınları, 2008. İpşirli, Mehmet. “Şeyhülislam”. TDV İslam Ansiklopedisi. 39/91-96. İstanbul: TDV Yayınları, 2010. Kahraman, Abdulah, vd., İslam Hukuku II (Ders Notları), Kocaeli: Kocaeli İlahiyat Fakütesi, 2021. Kahveci, Nuri- Fatih Kuş, Hanefîlere Göre Hibeden Dönmenin Şartlari, "Hikmet Yurdu" 14/27 Ocak – Haziran, 2021. Kallek, Cengiz. “el-Hidâye”. TDV İslam Ansiklopedisi. 17/471-473. Ankara: TDV Yayınları, 1998. Karadöl, Bünyamin. Şeyhülislam Minkarizâde Yahya Efendi’nin Nikah Akdi/Evlilik İle İlgili Fetvâları. Adana: Çukurova Üniversitesi, Yüksek Lisans, 2006. Kaya, Süleyman. “Fıkıh Tarihi Bağlamında Osmanlı Tecrübesini Doğru Anlamak”. Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi XVIII/33 (Haziran 2016), 15. Kılavuz Eser, Esra. 17. Yüzyıl Şeyhülislamlarından Çatalcalı Ali Efendi’nin (1631-1692) Fetâvâ’sı Işığında Fıkıh Düşüncesi. İstanbul: Marmara Üniversitesi, Doktora Tezi, 2020. 127 Koç, Mehmet. Şeyhu’l-İslam Minkârizâde Yahya Efendi’nin Talakla İlgili Fetvâları ve Tahlili. Adana: Çukurova Üniversitesi, Yüksek Lisans, 2008. Nugay, Kübra. Şeyhülislam Mehmed Emin Ankaravî’nin Fetâvâ-yı Ankaravî Adlı Eserindeki Metodu (Aile Hukuku Örneğinde). Sivas: Cumhuriyet Üniversitesi, Yüksek Lisans, 2012. Okumuş, Mustafa. Osmanlı şeyhülislamlarından Çatalcalı Ali Efendi’nin Fetvâlarında Nikah (Evlenme Akdi). İstanbul: Marmara Üniversitesi, Yüksek Lisans, 2003. Özcan, Abdülkadir. “Mehmed IV”. TDV İslam Ansiklopedisi. 28/414-418. Ankara: TDV Yayınları, 2003. Özen, Şükrü. “Kâdı’l-Kudât”. TDV İslam Ansiklopedisi. 24/77-82. İstanbul: TDV Yayınları, 2001. Özen, Şükrü. “Osmanlı Döneminde Fetvâ Literatürü”. Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi 3/5 (2005), 249-378. Özgül, İbrahim. Kara Çelebi-Zâde Abdülaziz Efendi’nin Ravzatü’l-Ebrâr Adlı Eseri (12991648) Tahlil Ve Metni. Erzurum: Atatürk Üniversitesi, Doktora Tezi, 2010. Sarıçiçek, Ramazan. “Mustafa Bin Bâlî ve İlmi Firâset’i”. Turkish Studies 7/4 2012 27252754. Yaran, Rahmi. “Siğnâki”. TDV İslam Ansiklopedisi. 37./164-166. İstanbul: TDV Yayınları, 2009. Yılmazer, Ziya. “IV. Murad”. TDV İslam Ansiklopedisi. 31/177-183. Ankara: TDV Yayınları, 2020. Yiğit, İsmail. “Emevîler”. TDV İslam Ansiklopedisi. 11/87-104. İstanbul: TDV İslam Ansiklopedisi, 1995. 128 EKLER Hâşiye ala Şerhi’l-Miftâh, Bağdatlı Vehbi, nr. 1776. 129 Hâşiye ala Şerh'il-Miftah, Şehid Ali Paşa Koleksiyonu, nr. 2218. 130 el- Ahkamu's-Samediyye fi'ş-Şeriati'l-Muhammediyye, Murad Molla 131 es- Seyfü'l- meslûl fi Şer‘ir-Resûl, Süleymaniye KTP., M. Hilmi F. Fehmi, nr.00080, 466 vr. 132 Hâşiye ale’l-Hidaye, Süleymaniye Ktp. Murad Molla, nr. 816 133 Hâşiye ‘alâ Hâşiyeti's-Sâdî ‘ale’l-Beyzâvî, Beyazıt Devlet Ktp., Veliyüddin Efendi, nr. 302. 134 Şerhu Kasideti'l-Münferice, Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 3772 135 Yazma Bağışlar, nr. 002749/3 136 Hâşiye ‘alâ Şerhi’l-Vikâye li-Sadri’ş-Şeria el-Mahbûbi, Süleymaniye ktp. Nuruosmaniye, nr. 01471 137 Mizânu’l-Fetâvâ, Süleymaniye Ktp., Yenicami, nr. 675. 138 el-Fetâvâ, Süleymaniye Ktp., 139 Şehid Ali Paşa, nr.000944 FETVÂLARIN OKUNMAYAN KISIMLARI 3A-21. fetvâ 6B-79. fetvâ 7A-81. fetvâ 8A-91. fetvâ 11B-118. fetvâ 140 12B-130. fetvâ 13A-131. fetvâ 13A-134. fetvâ 13B-135. fetvâ 141