Books / Kitaplar by Levent Şentürk
Mahalle, oda, komşu, misafir?, 2005
2005, İstanbul.
Bookmarks Related papers MentionsView impact
Bayan Trude Masalı, 2003
Bookmarks Related papers MentionsView impact
Bookmarks Related papers MentionsView impact
199+ / Pomi'den Sonra Mimarlık / Architecture After Pomi, 2020
Yort Yayın, Eskişehir, 2020.
Önsöz: Güven Arif Sargın.
Önsöz: Armağan Ekici.
Çev. (İng.): Osman Ş... more Yort Yayın, Eskişehir, 2020.
Önsöz: Güven Arif Sargın.
Önsöz: Armağan Ekici.
Çev. (İng.): Osman Şişman.
ISBN: 978-605-69797-6-7.
Bookmarks Related papers MentionsView impact
Önsöz: Enis Batur.
Kült Yayın, Eylül 2016, İstanbul.
ISBN: 978-605-9894-15-9.
Kült’ten ‘Me... more Önsöz: Enis Batur.
Kült Yayın, Eylül 2016, İstanbul.
ISBN: 978-605-9894-15-9.
Kült’ten ‘Mekânsiklopedi’
Levent Şentürk’ün Yeni Kitabı Yengeç Baladı Raflarda
Yengeç Baladı, Levent Şentürk’ün mimarlık ve mekân yazılarının ansiklopedik ölçekteki son halkası. Yazar bu kitapla bir Mekânsiklopedi’ye (Archilopedia) başladığını ilan ediyor. Aslında Yengeç Baladı, yazarın Doxa Yazıları (YKY, 2003) ve Dozerin Rüyaları (6.45, 2010) gibi kitaplarının bir benzeri ama daha kapsamlısı; kabaca 2010’dan sonra çeşitli yerlerde yayınlanmış mimarlık yazılarını bir araya getiren bir toplam. Kitapta elliden fazla makale ve metin, 400’ün üzerinde fotoğraf yer alıyor. Kitap 542 sayfalık hacmiyle ‘ansiklopedi’ altbaşlığını hak ediyor. Kitap, yazarın Kült yayınlarındaki yeni kitabı (Eylül 2016). Kitabın grafik tasarımını, yazarın kendisi özgür bir biçimde gerçekleştirmiş; Türkiye’deki yayıncılık ortamında bu, bir yazara pek tanınmayan bir özgürlük.
Yengeç Baladı çeşitli bölümlere ayrılmış. Her bölümde yazılar alfabetik sıralanıyor. Böylece son derece öznel bir dizge içinde, ansiklopedi fikrinin kişiselleştiği gözleniyor.
“Dönmedolap” başlıklı ilk bölüm, görsel bakımdan oldukça zengin. Berlin’den Dinslaken’e, Mesta’dan Malmö’ye irili ufaklı kentleri ziyaret ediyor.
Daha kuramsal kent yazıları “Graphopolis” başlığı altında toplanmış.
“Literotopya”, mimarlık, mekân ve kitap eksenindeki yazıları bir araya getiriyor.
“Errata” adlı bölümde, yazarın önceki izlekler arasında yer alan feminizm, biyopolitika, queer temalarının metinleri var.
“Praksis”, yaratıcı mimarlık atölyesi deneyimlerinden kesitler veriyor.
Son bölüm “Orta Dünya” ise güncel ve karanlık bir atmosfere bakıyor; soğuk akademizmi ya da bir yapının yıkımını sorunlaştırıyor.
Kitaptaki yazılar, çocuk merkezleri, Christo’nun sanatı, bisiklet, Azize Markella’nın dramatik kıyısı, Meteora tapınakları, Prag, Berlin, endüstriyel miras gibi başlıklar kadar, Antakya’da bir otel ya da Wittgenstein’ın evi gibi konulara yayılmakla kalmıyor, kentte isyan, Yalıkavak’ın kişisel tarihi, intihar ve taşınma gibi kavşaklara doğru da kişiselleşiyor. Kitaplar hakkındaki yazılarda, Baudrillard-Nouvel söyleşisi, Borges’in Babil Kütüphanesi, Gottfried Semper, Georges Perec veya Peter Zumthor üzerine kapsamlı ele alışlar söz konusu. Biyopolitika, Heteronormativite gibi eleştirel eksenlerde aynı kapsamlı ele alış kendini göstermekte. Atölye bölümü, manifestolara, bir yayın panayırını yahut dijital “Silinmiş Evrenler” işine doğru uzanıyor. Yengeç Baladı’nda bütünlükten çok, gittikçe artan bir saçılmadan bahsetmek daha doğru görünüyor.
Yengeç Baladı’nın önsözünü kaleme alan Enis Batur, şöyle diyor:
“Levent Şentürk, tam anlamıyla bir polyglotte: 20 yılı aşkın bir süredir uzaktan ama yakından izlediğim üretimini bir kalıbın, dörtköşe bir kadrajın içine sığdırmak olanaksız: Yazı sanatı, yapı sanatı, bana kalırsa düpedüz Sanat Escher’in garip üçgenini çağrıştıran bir içiçe düzene zamanla oturdu ‘iş’inde: Yengeç Baladı, sürecin temel köşetaşlarından biri olarak ete kemiğe bürünmüş bir toplam.
Bir örneğini bizde daha önce Faruk Ulay’da gördüğümüz tasarımcı-yazar kimliğinin ikinci bir örneği mi, hayır: Ulay meslekten tasarımcı, Şentürk değil: O, kitaplarını tasarlamakla yetinmeyen, bu tasarımı kendi eliyle uygulayan yazarlardan; tıpkı Roubaud gibi. Yengeç Baladı’nın ilk göze çarpan özelliği.
Bir bütünlük kurma yolunda yanyana getirilişleri masum bir dizme işlemi sayılamaz: ‘Travelling"i ahlâki bir eylem sayan Godard’ın izinden giderek sıralamanın, bir sıra seçimi oluşturumunun tavır alma olduğu anımsatılmalı.
Üçüncü canalıcı etmen, kitabın ikonografik düzeninin gerçekleştirilmesinde kendini gösteriyor.”
Ömer Faruk ise, “Sokakta düşünerek dolaşanlar için davetkâr ve ufuk açıcı bir kitap” olarak nitelendirdiği Yengeç Baladı’nı şöyle değerlendiriyor:
“Düşüncenin bir kuvvete dönüşmesi taşa verdiği biçimde ortaya çıkar. Deneyle çarpışmamış öngörü olarak filizlenen düşünce söyledikleri ve yazdıklarını taşa verdiği biçimde inanılır kılar. Biçimlendirilmemiş taşı etkileyen her düşünce kuvveti bir hayat tarzına işaret eder.
Mimarlar bu hayat tarzının günümüzdeki taşıyıcı aktörleridir.
Rodin, “Taşın fazlasını atıyorum, geriye heykel kalıyor,” diyerek yaratıcı tasarımın zamana hükmeden kuvvetini, bir doruk noktasını göstermişti.
Altını çizelim: Her mimari tercih özgürleştirici ya da köleleştirici bir toplumsallığa işaret eder. Her mimar bu iki düşünce kuvvetinden birinin etkisi altındadır.
Çocuklar için tasarlanan her mekân ( = oyun evleri, çocuk parkları, uçurtma alanları, bisiklet yolları, çocuk kütüphaneleri, derslikler…) yetişkinlik tercihini; yetişkinlerin yaşadığı, birbirleriyle karşılaştığı her mekân ise ( = karnaval meydanları, disipline edilmemiş büyük bahçeler, spor alanları, bisiklet yolları, bostanlar, serbest kürsü parkları, gecenin kullanımı…) yurttaşlık özelliklerini belirler.
Mimar tercihleriyle ya hayatımızı kısıtlar ya da yaşama alanı açar.
Düşüncenin taşıdığı kuvvetin fazlasıyla farkında olan Levent Şentürk aynı kuvveti kullanarak pencerelere, merdivenlere, balkonlara, saksı çiçeklerine, kapılara ve anahtarlara bakıyor: Her gün düşünmeden kullandığımız bizi etkileyen nesnelere… Daha ötesi kaya ( = taş değil), patika ve yol üzerinde düşünüyor: “Sanki yeryüzüne değil de, kendi içinde, benliğinin, varlığının, sonluluğunun kıvrımlarının, oylumun içinde yürümektedir.” Ve düşündüklerini bir tasarım ürünü olarak elinizdeki kitapla görünür kılıyor.”
Yengeç Baladı’nı “kaybolmakla, kaybolmanın hazzını uzama eriyerek, bu eriyişin bilgisini kurmakla ilgili bir kitap” olarak okuyan Zafer Aracagök’ün mekânsiklopedi hakkındaki sözleri şöyle:
“Bir seyyah ansiklopedi yazmaya çalışırsa ne olur? Herodot veya Evliya Çelebi'nin tarihsel bilgi kategorisinin dışında bırakılıp vaka-i nüvis olarak nitelendirilmesinin anlamı budur belki. Kimi yazarlar nesnel bilginin salt rasyonel bir taksonomiye göre kategorize edilerek oluşturulabileceğini düşünürler. Kimine göreyse, önemli olan bilgiyle birlikte deneyimi de aktarabilmektir ve bu ancak bir yazarın anlatının içine nüfuz etmesiyle hayat bulur. Bir zamanlar Walter Benjamin'in Pasajlar'da yapmaya çalıştığı şeyi, bilinçaltının bilinmez geçitlerini kentin pasajlarında okuyabilme çabasını, Levent Şentürk kentlerin bellek izlerinin mimari yüzeylerinde çıkılmış bir gezintiye dönüştürüyor ve gezinirken izlediği her çizgiyi yeniden-yersizyurtsuzlaştırarak bu yüzeylerin içkinlik alanını kurmaya çalışıyor. Caillois'yı hatırlatacak şekilde okuyucuya şöyle sesleniyor: “Kişi burada, içinde yürüdüğü yolun kendisine dönüştüğünü, ya da o uzamın, kişinin bedeninin içine girdiğini duyumsar. Sanki yeryüzünde değil de, kendi içinde, benliğinin, varlığının, sonluluğunun kıvrımlarının, oylumunun içinde yürümektedir.”
Kitaba adını veren “Yengeç Baladı” adlı fabl, 2012’de New City Reader adlı duvar gazetesinin “Horoskop” özel sayısı için kaleme alınmış.
Bookmarks Related papers MentionsView impact
Kült Yayın, Eylül 2015, ISBN: 978-605-9894-06-7.
Bookmarks Related papers MentionsView impact
2015, Kült Yayın, İstanbul. ISBN: 978-605-85860-7-9.
Bookmarks Related papers MentionsView impact
Nisan 2014, Kült yayın, Sous Rature. ISBN: 978-605-85860-5-5.
Bookmarks Related papers MentionsView impact
Mart 2013, 6.45 Yayın.
Bookmarks Related papers MentionsView impact
Pomi 2002-2012, 2012
Bookmarks Related papers MentionsView impact
Kış Dönencesi, 2012
Bookmarks Related papers MentionsView impact
Ocak 2011, 6,45 Yayın, İstanbul. ISBN: 605-5532-16-6.
Bookmarks Related papers MentionsView impact
Eylül 2010, 6.45 Yayın, İstanbul. ISBN: 605-5532-10-7.
Bookmarks Related papers MentionsView impact
Doxa Yazıları (2003, YKY), yayınlanan ikinci kitabım. 1998'deki İşaretname ve İntermezzo'dan sonr... more Doxa Yazıları (2003, YKY), yayınlanan ikinci kitabım. 1998'deki İşaretname ve İntermezzo'dan sonra, Doxa Yazıları, daha çok eleştiriye, sanata, mimarlığa odaklı bir toplam.
"Cogitorium" başlığı altında, 2000'lerin başlarından itibaren Cogito, Arredamento Mimarlık, Kitap-lık, Sanat Dünyamız gibi dergilerde çıkmış çeşitli makale ve denemeler yer alıyor.
"Projeler", ikinci başlık. Burada da mimarlık öğrenciliğimin sonlarında yaptığım ve çoğu yayınlanmış işlere yer verdim.
Üçüncü bölümde "Görsel Metinler" var. Burada da İstanbul, Sanat Dünyamız ve Doxa dergielrindeki yazılarımdan birkaçı var.
Son Bölüm "Humania", 2000 yılında Esogü Mimarlık bölümünde çıkarmaya başladığım Doxa adlı derginin sonlarında yer alan bölümle aynı adı taşıyan birkaç görsel parçadan oluşuyor.
Doxa Yazıları, 2000'lerin başlarından itibaren dergilerde yazılarımın görünmeye başladığı ve aynı zamanda ilk defa dergi çıkarma girişiminde bulunduğum dönemin metinlerini içeriyor. 2003'te çıktı ve bir daha yeni baskısı olmadı; burada bu nedenle paylaştım. Keyifli okumalar...
Bookmarks Related papers MentionsView impact
İşaretname ve İntermezzo (YKY, 1998), yayınlanmış ilk kitabım ve çoktandır baskısı yok.
Kitabı 1... more İşaretname ve İntermezzo (YKY, 1998), yayınlanmış ilk kitabım ve çoktandır baskısı yok.
Kitabı 1996'da yazıp YKY'ye teslim edip bir buçuk yıl da beklemiştim, mimarlık bölümünde öğrenciydim.
Kitabın ilk bölümü, Perec'in "Yaşam Kullanma Kılavuzu"ndan hız alan bir apartman projesiydi, bir tür mini romandı.
Devamında, Kimlik Dizisi başlıklı üç deneysel metin bulunuyor: Su Üzerine Çeşitlemeler, Yüz(üş)ler, İmza Kılavuzu.
Sonraki bölüm, Görsel Metinler başlığını taşıyor. Burada da Parantezler Kütüphanesi, Fal, On Ses, Örümcek Günlüğü ve Parmak İzi başlıklı metinler var.
Son bölüm, İntermezzo, 2000'e 5 kala başlıklı bir metin.
Bu kitabı oluşturan metinler, ilk bölüm sayılmazsa, bir daha yayınlanmadı, kitap da artık bulunmadığından, pdf halini sunuyorum. Keyifli okumalar.
Bookmarks Related papers MentionsView impact
Esogü Mimarlık bölümü yayını Codex'in 2011-14 arası 4 cilt kitabı bir arada.
Bookmarks Related papers MentionsView impact
Bookmarks Related papers MentionsView impact
architecture papers / mimarlık yazıları by Levent Şentürk
Environmental & Architectural Phenomenology, Vol. 32, No. 1, 2021.
Şentürk is a Professor of Architecture at Eskişehir Osmangazi University in Eskişehir, Turkey. Fo... more Şentürk is a Professor of Architecture at Eskişehir Osmangazi University in Eskişehir, Turkey. For a seminar in architectural theory, he produced this series of drawings—what he calls an “explicator”—to summarize urban designer Kevin Lynch’s key argument. He also produced explicators for other key figures studied in the seminar, including Theodor Adorno, Le Corbusier, Henri Lefebvre, Lewis Mumford, and Georg Simmel. [email protected]. To see these explicators, go to: https.//orgu.academia.edu/LevantŞentürk. Drawings and text © 2021 Levent Şentürk.
Bookmarks Related papers MentionsView impact
Bookmarks Related papers MentionsView impact
Towards a (non-) theory of the architectural palimpsests, 2018
Abstract
Palimpsest is extensively explored metaphorically but not eroded much theoretically. Gér... more Abstract
Palimpsest is extensively explored metaphorically but not eroded much theoretically. Gérard Genette, in his outstanding Palimpsests (1982) has unintentionally broadened the architectural vocab. What kind of a diagram could be drawn if the revolutionary communications technologies would be expressed vertically? I tried to work out another playful scheme of history as a stratified model, beginning from Non-Interactive Hierarchical Layering Model to Non-Layering/Hypertrophic Now. Huyssen’s Present Pasts examines palimpsestousness; in Pseudo-Science of Layers I followed that pathin a ludic way. Coming back to Genette, hypertext implies the original text. However, each hypogram is in fact a hypergraph, a re-write. In architecture, then, every “real name” is nothing but a pseudonym. (Mimotect instead of Architect.) The word pastiche finds a position with respect to its parallels with modernity. Then follows a palimpsestous literary project; the Lost in Translation experiment: A story is put in a perpetual translation process; all steps become more and more apocryphal. What is lost in translation is found in the parody. Then I foresaw the collapse of my Pseudo-Theory of Palimpsests in various steps, beginning from Techno-palimpsests to Anti-palimpsests. Calvino's If on a Winter Night a Traveler is a palimpsestous hypertext, a novel that includes only beginnings. I just mentioned some characters like the Native American, The type called Irnerio and finally the most provoking Ermes Manara. I did not refer to concrete examples of Istanbul (or Berlin or another metropolis), I wanted to expand textual tracks, thus indicating other creative channels in architecture.
Keywords: Gérard Genette, architectural palimpsest, palimpsestous, pastiche, oulipo.
Bookmarks Related papers MentionsView impact
Uploads
Books / Kitaplar by Levent Şentürk
Önsöz: Güven Arif Sargın.
Önsöz: Armağan Ekici.
Çev. (İng.): Osman Şişman.
ISBN: 978-605-69797-6-7.
Kült Yayın, Eylül 2016, İstanbul.
ISBN: 978-605-9894-15-9.
Kült’ten ‘Mekânsiklopedi’
Levent Şentürk’ün Yeni Kitabı Yengeç Baladı Raflarda
Yengeç Baladı, Levent Şentürk’ün mimarlık ve mekân yazılarının ansiklopedik ölçekteki son halkası. Yazar bu kitapla bir Mekânsiklopedi’ye (Archilopedia) başladığını ilan ediyor. Aslında Yengeç Baladı, yazarın Doxa Yazıları (YKY, 2003) ve Dozerin Rüyaları (6.45, 2010) gibi kitaplarının bir benzeri ama daha kapsamlısı; kabaca 2010’dan sonra çeşitli yerlerde yayınlanmış mimarlık yazılarını bir araya getiren bir toplam. Kitapta elliden fazla makale ve metin, 400’ün üzerinde fotoğraf yer alıyor. Kitap 542 sayfalık hacmiyle ‘ansiklopedi’ altbaşlığını hak ediyor. Kitap, yazarın Kült yayınlarındaki yeni kitabı (Eylül 2016). Kitabın grafik tasarımını, yazarın kendisi özgür bir biçimde gerçekleştirmiş; Türkiye’deki yayıncılık ortamında bu, bir yazara pek tanınmayan bir özgürlük.
Yengeç Baladı çeşitli bölümlere ayrılmış. Her bölümde yazılar alfabetik sıralanıyor. Böylece son derece öznel bir dizge içinde, ansiklopedi fikrinin kişiselleştiği gözleniyor.
“Dönmedolap” başlıklı ilk bölüm, görsel bakımdan oldukça zengin. Berlin’den Dinslaken’e, Mesta’dan Malmö’ye irili ufaklı kentleri ziyaret ediyor.
Daha kuramsal kent yazıları “Graphopolis” başlığı altında toplanmış.
“Literotopya”, mimarlık, mekân ve kitap eksenindeki yazıları bir araya getiriyor.
“Errata” adlı bölümde, yazarın önceki izlekler arasında yer alan feminizm, biyopolitika, queer temalarının metinleri var.
“Praksis”, yaratıcı mimarlık atölyesi deneyimlerinden kesitler veriyor.
Son bölüm “Orta Dünya” ise güncel ve karanlık bir atmosfere bakıyor; soğuk akademizmi ya da bir yapının yıkımını sorunlaştırıyor.
Kitaptaki yazılar, çocuk merkezleri, Christo’nun sanatı, bisiklet, Azize Markella’nın dramatik kıyısı, Meteora tapınakları, Prag, Berlin, endüstriyel miras gibi başlıklar kadar, Antakya’da bir otel ya da Wittgenstein’ın evi gibi konulara yayılmakla kalmıyor, kentte isyan, Yalıkavak’ın kişisel tarihi, intihar ve taşınma gibi kavşaklara doğru da kişiselleşiyor. Kitaplar hakkındaki yazılarda, Baudrillard-Nouvel söyleşisi, Borges’in Babil Kütüphanesi, Gottfried Semper, Georges Perec veya Peter Zumthor üzerine kapsamlı ele alışlar söz konusu. Biyopolitika, Heteronormativite gibi eleştirel eksenlerde aynı kapsamlı ele alış kendini göstermekte. Atölye bölümü, manifestolara, bir yayın panayırını yahut dijital “Silinmiş Evrenler” işine doğru uzanıyor. Yengeç Baladı’nda bütünlükten çok, gittikçe artan bir saçılmadan bahsetmek daha doğru görünüyor.
Yengeç Baladı’nın önsözünü kaleme alan Enis Batur, şöyle diyor:
“Levent Şentürk, tam anlamıyla bir polyglotte: 20 yılı aşkın bir süredir uzaktan ama yakından izlediğim üretimini bir kalıbın, dörtköşe bir kadrajın içine sığdırmak olanaksız: Yazı sanatı, yapı sanatı, bana kalırsa düpedüz Sanat Escher’in garip üçgenini çağrıştıran bir içiçe düzene zamanla oturdu ‘iş’inde: Yengeç Baladı, sürecin temel köşetaşlarından biri olarak ete kemiğe bürünmüş bir toplam.
Bir örneğini bizde daha önce Faruk Ulay’da gördüğümüz tasarımcı-yazar kimliğinin ikinci bir örneği mi, hayır: Ulay meslekten tasarımcı, Şentürk değil: O, kitaplarını tasarlamakla yetinmeyen, bu tasarımı kendi eliyle uygulayan yazarlardan; tıpkı Roubaud gibi. Yengeç Baladı’nın ilk göze çarpan özelliği.
Bir bütünlük kurma yolunda yanyana getirilişleri masum bir dizme işlemi sayılamaz: ‘Travelling"i ahlâki bir eylem sayan Godard’ın izinden giderek sıralamanın, bir sıra seçimi oluşturumunun tavır alma olduğu anımsatılmalı.
Üçüncü canalıcı etmen, kitabın ikonografik düzeninin gerçekleştirilmesinde kendini gösteriyor.”
Ömer Faruk ise, “Sokakta düşünerek dolaşanlar için davetkâr ve ufuk açıcı bir kitap” olarak nitelendirdiği Yengeç Baladı’nı şöyle değerlendiriyor:
“Düşüncenin bir kuvvete dönüşmesi taşa verdiği biçimde ortaya çıkar. Deneyle çarpışmamış öngörü olarak filizlenen düşünce söyledikleri ve yazdıklarını taşa verdiği biçimde inanılır kılar. Biçimlendirilmemiş taşı etkileyen her düşünce kuvveti bir hayat tarzına işaret eder.
Mimarlar bu hayat tarzının günümüzdeki taşıyıcı aktörleridir.
Rodin, “Taşın fazlasını atıyorum, geriye heykel kalıyor,” diyerek yaratıcı tasarımın zamana hükmeden kuvvetini, bir doruk noktasını göstermişti.
Altını çizelim: Her mimari tercih özgürleştirici ya da köleleştirici bir toplumsallığa işaret eder. Her mimar bu iki düşünce kuvvetinden birinin etkisi altındadır.
Çocuklar için tasarlanan her mekân ( = oyun evleri, çocuk parkları, uçurtma alanları, bisiklet yolları, çocuk kütüphaneleri, derslikler…) yetişkinlik tercihini; yetişkinlerin yaşadığı, birbirleriyle karşılaştığı her mekân ise ( = karnaval meydanları, disipline edilmemiş büyük bahçeler, spor alanları, bisiklet yolları, bostanlar, serbest kürsü parkları, gecenin kullanımı…) yurttaşlık özelliklerini belirler.
Mimar tercihleriyle ya hayatımızı kısıtlar ya da yaşama alanı açar.
Düşüncenin taşıdığı kuvvetin fazlasıyla farkında olan Levent Şentürk aynı kuvveti kullanarak pencerelere, merdivenlere, balkonlara, saksı çiçeklerine, kapılara ve anahtarlara bakıyor: Her gün düşünmeden kullandığımız bizi etkileyen nesnelere… Daha ötesi kaya ( = taş değil), patika ve yol üzerinde düşünüyor: “Sanki yeryüzüne değil de, kendi içinde, benliğinin, varlığının, sonluluğunun kıvrımlarının, oylumun içinde yürümektedir.” Ve düşündüklerini bir tasarım ürünü olarak elinizdeki kitapla görünür kılıyor.”
Yengeç Baladı’nı “kaybolmakla, kaybolmanın hazzını uzama eriyerek, bu eriyişin bilgisini kurmakla ilgili bir kitap” olarak okuyan Zafer Aracagök’ün mekânsiklopedi hakkındaki sözleri şöyle:
“Bir seyyah ansiklopedi yazmaya çalışırsa ne olur? Herodot veya Evliya Çelebi'nin tarihsel bilgi kategorisinin dışında bırakılıp vaka-i nüvis olarak nitelendirilmesinin anlamı budur belki. Kimi yazarlar nesnel bilginin salt rasyonel bir taksonomiye göre kategorize edilerek oluşturulabileceğini düşünürler. Kimine göreyse, önemli olan bilgiyle birlikte deneyimi de aktarabilmektir ve bu ancak bir yazarın anlatının içine nüfuz etmesiyle hayat bulur. Bir zamanlar Walter Benjamin'in Pasajlar'da yapmaya çalıştığı şeyi, bilinçaltının bilinmez geçitlerini kentin pasajlarında okuyabilme çabasını, Levent Şentürk kentlerin bellek izlerinin mimari yüzeylerinde çıkılmış bir gezintiye dönüştürüyor ve gezinirken izlediği her çizgiyi yeniden-yersizyurtsuzlaştırarak bu yüzeylerin içkinlik alanını kurmaya çalışıyor. Caillois'yı hatırlatacak şekilde okuyucuya şöyle sesleniyor: “Kişi burada, içinde yürüdüğü yolun kendisine dönüştüğünü, ya da o uzamın, kişinin bedeninin içine girdiğini duyumsar. Sanki yeryüzünde değil de, kendi içinde, benliğinin, varlığının, sonluluğunun kıvrımlarının, oylumunun içinde yürümektedir.”
Kitaba adını veren “Yengeç Baladı” adlı fabl, 2012’de New City Reader adlı duvar gazetesinin “Horoskop” özel sayısı için kaleme alınmış.
"Cogitorium" başlığı altında, 2000'lerin başlarından itibaren Cogito, Arredamento Mimarlık, Kitap-lık, Sanat Dünyamız gibi dergilerde çıkmış çeşitli makale ve denemeler yer alıyor.
"Projeler", ikinci başlık. Burada da mimarlık öğrenciliğimin sonlarında yaptığım ve çoğu yayınlanmış işlere yer verdim.
Üçüncü bölümde "Görsel Metinler" var. Burada da İstanbul, Sanat Dünyamız ve Doxa dergielrindeki yazılarımdan birkaçı var.
Son Bölüm "Humania", 2000 yılında Esogü Mimarlık bölümünde çıkarmaya başladığım Doxa adlı derginin sonlarında yer alan bölümle aynı adı taşıyan birkaç görsel parçadan oluşuyor.
Doxa Yazıları, 2000'lerin başlarından itibaren dergilerde yazılarımın görünmeye başladığı ve aynı zamanda ilk defa dergi çıkarma girişiminde bulunduğum dönemin metinlerini içeriyor. 2003'te çıktı ve bir daha yeni baskısı olmadı; burada bu nedenle paylaştım. Keyifli okumalar...
Kitabı 1996'da yazıp YKY'ye teslim edip bir buçuk yıl da beklemiştim, mimarlık bölümünde öğrenciydim.
Kitabın ilk bölümü, Perec'in "Yaşam Kullanma Kılavuzu"ndan hız alan bir apartman projesiydi, bir tür mini romandı.
Devamında, Kimlik Dizisi başlıklı üç deneysel metin bulunuyor: Su Üzerine Çeşitlemeler, Yüz(üş)ler, İmza Kılavuzu.
Sonraki bölüm, Görsel Metinler başlığını taşıyor. Burada da Parantezler Kütüphanesi, Fal, On Ses, Örümcek Günlüğü ve Parmak İzi başlıklı metinler var.
Son bölüm, İntermezzo, 2000'e 5 kala başlıklı bir metin.
Bu kitabı oluşturan metinler, ilk bölüm sayılmazsa, bir daha yayınlanmadı, kitap da artık bulunmadığından, pdf halini sunuyorum. Keyifli okumalar.
architecture papers / mimarlık yazıları by Levent Şentürk
Palimpsest is extensively explored metaphorically but not eroded much theoretically. Gérard Genette, in his outstanding Palimpsests (1982) has unintentionally broadened the architectural vocab. What kind of a diagram could be drawn if the revolutionary communications technologies would be expressed vertically? I tried to work out another playful scheme of history as a stratified model, beginning from Non-Interactive Hierarchical Layering Model to Non-Layering/Hypertrophic Now. Huyssen’s Present Pasts examines palimpsestousness; in Pseudo-Science of Layers I followed that pathin a ludic way. Coming back to Genette, hypertext implies the original text. However, each hypogram is in fact a hypergraph, a re-write. In architecture, then, every “real name” is nothing but a pseudonym. (Mimotect instead of Architect.) The word pastiche finds a position with respect to its parallels with modernity. Then follows a palimpsestous literary project; the Lost in Translation experiment: A story is put in a perpetual translation process; all steps become more and more apocryphal. What is lost in translation is found in the parody. Then I foresaw the collapse of my Pseudo-Theory of Palimpsests in various steps, beginning from Techno-palimpsests to Anti-palimpsests. Calvino's If on a Winter Night a Traveler is a palimpsestous hypertext, a novel that includes only beginnings. I just mentioned some characters like the Native American, The type called Irnerio and finally the most provoking Ermes Manara. I did not refer to concrete examples of Istanbul (or Berlin or another metropolis), I wanted to expand textual tracks, thus indicating other creative channels in architecture.
Keywords: Gérard Genette, architectural palimpsest, palimpsestous, pastiche, oulipo.
Önsöz: Güven Arif Sargın.
Önsöz: Armağan Ekici.
Çev. (İng.): Osman Şişman.
ISBN: 978-605-69797-6-7.
Kült Yayın, Eylül 2016, İstanbul.
ISBN: 978-605-9894-15-9.
Kült’ten ‘Mekânsiklopedi’
Levent Şentürk’ün Yeni Kitabı Yengeç Baladı Raflarda
Yengeç Baladı, Levent Şentürk’ün mimarlık ve mekân yazılarının ansiklopedik ölçekteki son halkası. Yazar bu kitapla bir Mekânsiklopedi’ye (Archilopedia) başladığını ilan ediyor. Aslında Yengeç Baladı, yazarın Doxa Yazıları (YKY, 2003) ve Dozerin Rüyaları (6.45, 2010) gibi kitaplarının bir benzeri ama daha kapsamlısı; kabaca 2010’dan sonra çeşitli yerlerde yayınlanmış mimarlık yazılarını bir araya getiren bir toplam. Kitapta elliden fazla makale ve metin, 400’ün üzerinde fotoğraf yer alıyor. Kitap 542 sayfalık hacmiyle ‘ansiklopedi’ altbaşlığını hak ediyor. Kitap, yazarın Kült yayınlarındaki yeni kitabı (Eylül 2016). Kitabın grafik tasarımını, yazarın kendisi özgür bir biçimde gerçekleştirmiş; Türkiye’deki yayıncılık ortamında bu, bir yazara pek tanınmayan bir özgürlük.
Yengeç Baladı çeşitli bölümlere ayrılmış. Her bölümde yazılar alfabetik sıralanıyor. Böylece son derece öznel bir dizge içinde, ansiklopedi fikrinin kişiselleştiği gözleniyor.
“Dönmedolap” başlıklı ilk bölüm, görsel bakımdan oldukça zengin. Berlin’den Dinslaken’e, Mesta’dan Malmö’ye irili ufaklı kentleri ziyaret ediyor.
Daha kuramsal kent yazıları “Graphopolis” başlığı altında toplanmış.
“Literotopya”, mimarlık, mekân ve kitap eksenindeki yazıları bir araya getiriyor.
“Errata” adlı bölümde, yazarın önceki izlekler arasında yer alan feminizm, biyopolitika, queer temalarının metinleri var.
“Praksis”, yaratıcı mimarlık atölyesi deneyimlerinden kesitler veriyor.
Son bölüm “Orta Dünya” ise güncel ve karanlık bir atmosfere bakıyor; soğuk akademizmi ya da bir yapının yıkımını sorunlaştırıyor.
Kitaptaki yazılar, çocuk merkezleri, Christo’nun sanatı, bisiklet, Azize Markella’nın dramatik kıyısı, Meteora tapınakları, Prag, Berlin, endüstriyel miras gibi başlıklar kadar, Antakya’da bir otel ya da Wittgenstein’ın evi gibi konulara yayılmakla kalmıyor, kentte isyan, Yalıkavak’ın kişisel tarihi, intihar ve taşınma gibi kavşaklara doğru da kişiselleşiyor. Kitaplar hakkındaki yazılarda, Baudrillard-Nouvel söyleşisi, Borges’in Babil Kütüphanesi, Gottfried Semper, Georges Perec veya Peter Zumthor üzerine kapsamlı ele alışlar söz konusu. Biyopolitika, Heteronormativite gibi eleştirel eksenlerde aynı kapsamlı ele alış kendini göstermekte. Atölye bölümü, manifestolara, bir yayın panayırını yahut dijital “Silinmiş Evrenler” işine doğru uzanıyor. Yengeç Baladı’nda bütünlükten çok, gittikçe artan bir saçılmadan bahsetmek daha doğru görünüyor.
Yengeç Baladı’nın önsözünü kaleme alan Enis Batur, şöyle diyor:
“Levent Şentürk, tam anlamıyla bir polyglotte: 20 yılı aşkın bir süredir uzaktan ama yakından izlediğim üretimini bir kalıbın, dörtköşe bir kadrajın içine sığdırmak olanaksız: Yazı sanatı, yapı sanatı, bana kalırsa düpedüz Sanat Escher’in garip üçgenini çağrıştıran bir içiçe düzene zamanla oturdu ‘iş’inde: Yengeç Baladı, sürecin temel köşetaşlarından biri olarak ete kemiğe bürünmüş bir toplam.
Bir örneğini bizde daha önce Faruk Ulay’da gördüğümüz tasarımcı-yazar kimliğinin ikinci bir örneği mi, hayır: Ulay meslekten tasarımcı, Şentürk değil: O, kitaplarını tasarlamakla yetinmeyen, bu tasarımı kendi eliyle uygulayan yazarlardan; tıpkı Roubaud gibi. Yengeç Baladı’nın ilk göze çarpan özelliği.
Bir bütünlük kurma yolunda yanyana getirilişleri masum bir dizme işlemi sayılamaz: ‘Travelling"i ahlâki bir eylem sayan Godard’ın izinden giderek sıralamanın, bir sıra seçimi oluşturumunun tavır alma olduğu anımsatılmalı.
Üçüncü canalıcı etmen, kitabın ikonografik düzeninin gerçekleştirilmesinde kendini gösteriyor.”
Ömer Faruk ise, “Sokakta düşünerek dolaşanlar için davetkâr ve ufuk açıcı bir kitap” olarak nitelendirdiği Yengeç Baladı’nı şöyle değerlendiriyor:
“Düşüncenin bir kuvvete dönüşmesi taşa verdiği biçimde ortaya çıkar. Deneyle çarpışmamış öngörü olarak filizlenen düşünce söyledikleri ve yazdıklarını taşa verdiği biçimde inanılır kılar. Biçimlendirilmemiş taşı etkileyen her düşünce kuvveti bir hayat tarzına işaret eder.
Mimarlar bu hayat tarzının günümüzdeki taşıyıcı aktörleridir.
Rodin, “Taşın fazlasını atıyorum, geriye heykel kalıyor,” diyerek yaratıcı tasarımın zamana hükmeden kuvvetini, bir doruk noktasını göstermişti.
Altını çizelim: Her mimari tercih özgürleştirici ya da köleleştirici bir toplumsallığa işaret eder. Her mimar bu iki düşünce kuvvetinden birinin etkisi altındadır.
Çocuklar için tasarlanan her mekân ( = oyun evleri, çocuk parkları, uçurtma alanları, bisiklet yolları, çocuk kütüphaneleri, derslikler…) yetişkinlik tercihini; yetişkinlerin yaşadığı, birbirleriyle karşılaştığı her mekân ise ( = karnaval meydanları, disipline edilmemiş büyük bahçeler, spor alanları, bisiklet yolları, bostanlar, serbest kürsü parkları, gecenin kullanımı…) yurttaşlık özelliklerini belirler.
Mimar tercihleriyle ya hayatımızı kısıtlar ya da yaşama alanı açar.
Düşüncenin taşıdığı kuvvetin fazlasıyla farkında olan Levent Şentürk aynı kuvveti kullanarak pencerelere, merdivenlere, balkonlara, saksı çiçeklerine, kapılara ve anahtarlara bakıyor: Her gün düşünmeden kullandığımız bizi etkileyen nesnelere… Daha ötesi kaya ( = taş değil), patika ve yol üzerinde düşünüyor: “Sanki yeryüzüne değil de, kendi içinde, benliğinin, varlığının, sonluluğunun kıvrımlarının, oylumun içinde yürümektedir.” Ve düşündüklerini bir tasarım ürünü olarak elinizdeki kitapla görünür kılıyor.”
Yengeç Baladı’nı “kaybolmakla, kaybolmanın hazzını uzama eriyerek, bu eriyişin bilgisini kurmakla ilgili bir kitap” olarak okuyan Zafer Aracagök’ün mekânsiklopedi hakkındaki sözleri şöyle:
“Bir seyyah ansiklopedi yazmaya çalışırsa ne olur? Herodot veya Evliya Çelebi'nin tarihsel bilgi kategorisinin dışında bırakılıp vaka-i nüvis olarak nitelendirilmesinin anlamı budur belki. Kimi yazarlar nesnel bilginin salt rasyonel bir taksonomiye göre kategorize edilerek oluşturulabileceğini düşünürler. Kimine göreyse, önemli olan bilgiyle birlikte deneyimi de aktarabilmektir ve bu ancak bir yazarın anlatının içine nüfuz etmesiyle hayat bulur. Bir zamanlar Walter Benjamin'in Pasajlar'da yapmaya çalıştığı şeyi, bilinçaltının bilinmez geçitlerini kentin pasajlarında okuyabilme çabasını, Levent Şentürk kentlerin bellek izlerinin mimari yüzeylerinde çıkılmış bir gezintiye dönüştürüyor ve gezinirken izlediği her çizgiyi yeniden-yersizyurtsuzlaştırarak bu yüzeylerin içkinlik alanını kurmaya çalışıyor. Caillois'yı hatırlatacak şekilde okuyucuya şöyle sesleniyor: “Kişi burada, içinde yürüdüğü yolun kendisine dönüştüğünü, ya da o uzamın, kişinin bedeninin içine girdiğini duyumsar. Sanki yeryüzünde değil de, kendi içinde, benliğinin, varlığının, sonluluğunun kıvrımlarının, oylumunun içinde yürümektedir.”
Kitaba adını veren “Yengeç Baladı” adlı fabl, 2012’de New City Reader adlı duvar gazetesinin “Horoskop” özel sayısı için kaleme alınmış.
"Cogitorium" başlığı altında, 2000'lerin başlarından itibaren Cogito, Arredamento Mimarlık, Kitap-lık, Sanat Dünyamız gibi dergilerde çıkmış çeşitli makale ve denemeler yer alıyor.
"Projeler", ikinci başlık. Burada da mimarlık öğrenciliğimin sonlarında yaptığım ve çoğu yayınlanmış işlere yer verdim.
Üçüncü bölümde "Görsel Metinler" var. Burada da İstanbul, Sanat Dünyamız ve Doxa dergielrindeki yazılarımdan birkaçı var.
Son Bölüm "Humania", 2000 yılında Esogü Mimarlık bölümünde çıkarmaya başladığım Doxa adlı derginin sonlarında yer alan bölümle aynı adı taşıyan birkaç görsel parçadan oluşuyor.
Doxa Yazıları, 2000'lerin başlarından itibaren dergilerde yazılarımın görünmeye başladığı ve aynı zamanda ilk defa dergi çıkarma girişiminde bulunduğum dönemin metinlerini içeriyor. 2003'te çıktı ve bir daha yeni baskısı olmadı; burada bu nedenle paylaştım. Keyifli okumalar...
Kitabı 1996'da yazıp YKY'ye teslim edip bir buçuk yıl da beklemiştim, mimarlık bölümünde öğrenciydim.
Kitabın ilk bölümü, Perec'in "Yaşam Kullanma Kılavuzu"ndan hız alan bir apartman projesiydi, bir tür mini romandı.
Devamında, Kimlik Dizisi başlıklı üç deneysel metin bulunuyor: Su Üzerine Çeşitlemeler, Yüz(üş)ler, İmza Kılavuzu.
Sonraki bölüm, Görsel Metinler başlığını taşıyor. Burada da Parantezler Kütüphanesi, Fal, On Ses, Örümcek Günlüğü ve Parmak İzi başlıklı metinler var.
Son bölüm, İntermezzo, 2000'e 5 kala başlıklı bir metin.
Bu kitabı oluşturan metinler, ilk bölüm sayılmazsa, bir daha yayınlanmadı, kitap da artık bulunmadığından, pdf halini sunuyorum. Keyifli okumalar.
Palimpsest is extensively explored metaphorically but not eroded much theoretically. Gérard Genette, in his outstanding Palimpsests (1982) has unintentionally broadened the architectural vocab. What kind of a diagram could be drawn if the revolutionary communications technologies would be expressed vertically? I tried to work out another playful scheme of history as a stratified model, beginning from Non-Interactive Hierarchical Layering Model to Non-Layering/Hypertrophic Now. Huyssen’s Present Pasts examines palimpsestousness; in Pseudo-Science of Layers I followed that pathin a ludic way. Coming back to Genette, hypertext implies the original text. However, each hypogram is in fact a hypergraph, a re-write. In architecture, then, every “real name” is nothing but a pseudonym. (Mimotect instead of Architect.) The word pastiche finds a position with respect to its parallels with modernity. Then follows a palimpsestous literary project; the Lost in Translation experiment: A story is put in a perpetual translation process; all steps become more and more apocryphal. What is lost in translation is found in the parody. Then I foresaw the collapse of my Pseudo-Theory of Palimpsests in various steps, beginning from Techno-palimpsests to Anti-palimpsests. Calvino's If on a Winter Night a Traveler is a palimpsestous hypertext, a novel that includes only beginnings. I just mentioned some characters like the Native American, The type called Irnerio and finally the most provoking Ermes Manara. I did not refer to concrete examples of Istanbul (or Berlin or another metropolis), I wanted to expand textual tracks, thus indicating other creative channels in architecture.
Keywords: Gérard Genette, architectural palimpsest, palimpsestous, pastiche, oulipo.
Bilge Karasu (1930-1995), one of the leading authors in contemporary Turkish fiction, completed his
unparalleled experimental piece titled Fear with Variations (Çeşitlemeli Korku) in 1974. Although he
seems to be inspired by madrigal form of Renaissance music and mainly “composed” his text for five
human voices, Fear with Variations can hardly be narrowed into any formal category. Moreover,
Karasu wrote his prose Fear with Variations in a poem-like structure in four columns akin to avantgarde
writing, which reminds of Stephan Mallarme’s Un Coup de des Jamais N'Abolira le Hazard of
1897, the precursor of modern graphic poetry. Although Fear with Variations is Karasu’s only
“direct” experimental and musical work, some texts in his book Kısmet Büfesi [The Buffet of Fortune]
seem to be, to a certain extent, musically constructed.1
According to Aldous Huxley, a madrigal is neither a song –because it does not repeat from one stanza
to the other a melody– nor an aria –because this form is written for a soloist accompanied by other
instruments–. In the madrigal, all of the five (or six, even more) sounds are equally important unlike
the aria in which one or two melodic themes modulate and return to the beginning. In other words,
says Huxley, there are no systematic returns and repetitions in a madrigal; it is rather choral tonal
poetry written in counterpoint.2
What is unique in Fear with Variations is as follows: These separate blocks of words/durations are
structured in such choreography that, the text resembles a madrigal, but formally it has nothing further
in common with a madrigal.
Mehmet Nemutlu wrote in his essay “Simultaneity, Texture, Form: On Probable Musical Imagery in
Karasu’s Writing” [“Eşzamanlılık, Doku, Biçim: Karasu Yazısında Olası Müzik İmgeleri Üzerine”]
that the text was tramnsferred to a type of note sheet to be performed with sound. Each sound/partition
emphasizes, repeats, derives, augments, variates, embellishes, echoes, spatializes certain part of the
text in a simultaneous flux to create a playing space / a space for play. According to Nemutlu, the
polyphony of the text is achieved by three main techniques: Replication, extension and distribution.3
What made me put this experimental work on the architectural studio agenda in Spring 2018 semester
was the dramatic findings of Ege Berensel, a video artist and a film theoretician, of the tapes of
Karasu’s recordings in dump, which also included his 7 page type-written copy of Fear with
Variations.
Italo Calvino (1923-1985) is well known to architects as well as architecture students with his book La Citta Invisibili [Invisible Cities, 1972] which is in fact part of a trilogy, together with If on a Winter’s Night a Traveler (1979) and The Castle of Crossed Destinies [1973]. For more than forty years Invisible Cities has been a core text for imagination worldwide: It has been, and still is, one of the extensively consumed fictions in architecture schools as a course material, not to mention in studios. The present writer, as a fan of Calvino, made a detour to his oeuvre after 25 years –this time not as a student but as a professor at the school of architecture. In Studio for Potential Architecture (POMI), which is an architectural design course that I have been conducting since 2002, I decided to go deeper, and avoid shallow interpretations – which are not uncommon for this book. As architects conventionally define themselves as draughtsmen rather than readers, there exist not a single attempt to reinterpret this text in an archi-fictional way, by taking the cities into account in their entirety, not as singular objects to be visualized or remodeled. In How I Wrote One of My Books [1983], one of his lesser known masterpieces devoted to Oulipo (the French surrealist literature group of the 60s), Calvino “explained” how he wrote his Traveler [1979]. In this minor masterpiece, Calvino maps out his novel by using A. J. Greimas’ semiological/grammatological model, known as the semiological square. To the reader’s surprise, this model is not only appropriate for the Traveler, but also for the two other volumes of the trilogy.
This paper deals with the process of unravelling of Invisible Cities – word by word, image by image, in my studio. This resulted in the production of more than a thousand unique word/image cards of the book that would lead to a “Calvino Chess”. The aim was to create an architecture-game - a game that could create the ambiguity of the book endlessly, each time it was played. The outcome of the studio is a box game with a set of rules that give shape to each city and section in the book without repetition. This paper tells the story of the complicated and joyful design process through this terra incognita, explicates the steps of the creation of the game in detail, and calls for a more creative reading of playful literature like Calvino’s.
Keywords: Italo Calvino, Invisible Cities, oulipo, architectural design studio, architecture and literature.
The trilogy Our Ancestors by the famous novelist, story writer, master of fiction, and Oulipo member Italo Calvino (1923-1985) is very well-known. However, he wrote another trilogy as famous as the former, and much more of interest to architecture, with regards to its structure. This trilogy consists of Invisible Cities [1972], The Castle of Crossed Destinies [1973], and If on a Winter’s Night a Traveler [1979], in chronological order. This trilogy is one of the most significant literary works of twentieth century in terms of its structure; and for many years it has been in the scope of POMİ (Studio for Potential Architecture), the studio course I have been conducting in the faculty of architecture. This is why I am writing this paper.
Before explaining what POMI is, and how my students and I deal with Calvino’s Invisible Cities, I would like to frame the context I consider Invisible Cities belongs to. I have to accept in advance that the context I will attempt to define will be far from being complete and definitive. There exist many similar cases; and as all have been doing since Jenkins claimed it, I have to accept that each and every contextualization is a distorted historicization. All I can do is to present an incomplete picture. I also accept that each historicization involves a personal variant, depends on recognized cases, and probably reburies the texts which were never allowed to reveal. Thus, I desperately warn the reader to be aware of such risks.
After these follow the section in which I examine the search for a model, and the preliminary findings in that process. Then comes another process where the research tends towards a detailed phase that lacks any models.
Bu sömestr, aynı sınıftan başka bir grup öğrenci ile Eskişehir Osmangazi Üniversitesi'nde, Proje 202'de bir araya gelmeye başladık, ilk haftamızı geride bıraktık bile... Bu grubun da benzer şekilde üst düzeyde yaratıcı ve cesur bir ekip olduğuna kuşkum yok...
Bu sömestr, beton evrenler temasını seçerken, aklımdan geçen temel şey, daha doğrusu geçen dönemden bu döneme devreden kaygı şu olmuştu: Zoom üzerinde online bir araya gelmekle kalmıyor, bir de iki boyutlu görüntüler paylaşarak mimarlık eğitimini sürdürüyoruz. Mimarlık stüdyosu açısından bu gerçek bir kriz esasında.
Bu dönem, doğrudan üçüncü boyutta üretime dayanan bir süreç yürütmek istiyorum, istedim, bu nedenle: Ekrandan ekrana yassı bir zeminde ürettiğimiz zihinsellik, ne kadar gelişkin de olsa, eğitimi deneyimi açısından, derinliği gereksiniyor.
Beton evrenler, 1/50 ölçekli, kalıplara sıvı halde dökülerek elde edilecek mimari birimlerle kurulacak, betondan mimari elemanların oluşturacağı, aynı ölçekli insan figürleriyle bir arada düşünülecek, asal mekânsallık fikri inşa etmekle ilgili. Kişisel olarak geliştirilip üretilecek, konfigüre edilecek, başkalaşacak, gelişecek bir beton birimler seti üreterek, bunları üçüncü boyutta ve dokunarak deneyimlemeye dayalı, bir ölçüde temel tasarımın devamı niteliğinde bir proje süreci fikri bu...
Mimarlık stüdyosunun ikinci yılında, online eğitimin sürdüğü bir dönemde, belki de sonuna yaklaştığımız pandemi döneminde, mimari objeleri gerçek malzemesiyle imal etmek ve onların mekânsallığının peşine takılmak, zihinsel bakımdan da sağaltıcı olabilir, diye düşünüyorum. Ekran görüntülerindense, sahici objelerle, onların plastiğiyle ve mekânsallığıyla ilişki kurmak, stüdyonun deneyselliğiyle de, geçtiğimiz dönem ele aldığımız "arketipler" mimarisiyle de bağımızı sorgulamak bakımından işlevsel hale gelecektir, umudundayım.
Dönem ilerlerken, her öğrencinin kendi özgül mekânsal puzzle setlerini kuracağını, böylece 1/50 ölçekte benzersiz bir evrenin ortaya çıkmaya başlayacağını öngörüyorum. Dijital çizim ve prototip olanaklarıyla manüel olanakları bir araya getirmek, Pomi'nin deneysel çalışma yöntemi olageldi; sanal ve materyal dünya arasındaki gelgitleri ne kadar yoğun, derinlikli tutabilirsek, ürünlerin lezzetini de o denli arttırabiliyoruz. Umarım bu dönem de böyle olur.
Güzel bir bahar dileğiyle...
Pomi'nin ana izleğine pek de uymayan bir dizi okuma ve tartışma üzerinden yürüyecek dönem boyunca, fenomenoloji ekseninde okumalar ve deneyler gerçekleştirmeyi umut ediyoruz.
Bir yandan David Seamon'un 2018'de yayınlanan "Life Takes Place" kitabında ileri sürdüğü son derece ilginç ve zevkli, "yer üçlüleri" ile düşünme egzersizleri yapacak, bir yandan da fenomenolojinin kimi asal uğrakları hakkında okumalar yapmayı deneyeceğiz.
Pandemi, en sıradan gündelik edimlerimizin bile "çantada keklik" olmadığını gösterdi. Sosyalleşmemizin, üzerinde durmadığımız, neredeyse sıradan dahi saymayıp, hakkında konuşmadan yaşadığımız şeylerin, önemli birer mekânsal deneyim olduklarını gösterdi.
Nedir o halde bizim yerle olan ilişkilerimizde işleyen mekanizmalar? Fenomenoloji ve Deleuzecü düşünce çatışmasının ortasında kalmak pahasına, mekânsallığın temellerine inmenin tam zamanıdır, gibi görünüyor.
Pomi'nin son bir yıllık deneyimi, 'Patafizik gibi son derece ayrıksı bir alanı keşfetmeye ve bunun kentteki tezahürlerini düşünmeye ayrılmıştı. Bu kez, fenomenolojinin alanına giriyoruz.
Burada David Seamon'un Life Takes Place (2018, Routledge) kitabından hareketle, gündelik yaşam deneyimlerimizden başlayıp daha mimari problemlere doğru evrilen bir süreklilik içinde, mekânda işleyen dinamikleri tanımlamayı, üzerinde sistemli şekilde düşünmeyi ve Seamon'un icadı sayılabilecek "yer üçlüleri"ni anlamayı ve kullanmayı deneyeceğiz.
Seamon, Bennett ve Bortoft'un düşüncelerinden yararlanıyor ve geliştirdikleri, doğrudan fenomenolojik olmayan ancak fenomenoloji düşünceye uç veren modellerden yola çıkıyor. Seamon, Bennett'in "sistematik" adını verdiği, aslında bir tür matematiksel modelleme olan yaklaşımını yere uyarlıyor. Bu uyarlamayı yaparken, her iki düşünürün özcü denebilecek yaklaşımlarını törpülediği söylenebilir. Bununla beraber, Seamon'un, Deleuzecü düşünceyle arasına mesafe koymaktan geri durmadığını da hatırlatmakta fayda var. Zaten bu da Seamon'u daha "yakından" tanıma isteğimin nedenlerinden biri. Ancak atölye kapsamında bu uyuşmazlık bizi pek de ilgilendirmeyecek, daha çok "triadik düşünce"yi deneyimleyeceğiz.
Seamon'un yaklaşımını ilginç kılan sayısız nokta var ve bu sömestr, benim için büyük oranda yeni olan bütün bu kavram ve yaklaşımlara dair hararetli deneyler yapmayı arzu ediyorum.
Seamon, Bennett-Bortoft düşünce çizgisiyle aramızdaki eleştirel mesafeyi yitirmeden, yerin fenomenolojisi, yer üçlüleri, vb. kavramlarla haşır neşir olmayı umuyoruz.
Bir başka parantez, Seamon'un yakınında durduğu, Christopher Alexander, Jane Jacobs gibi düşünür ve yazarların yapıtları; özellikle de bu ikisinin, mimarlığın ikinci yılının ilk dönemindeki öğrenciler için önemli bir mimari ve düşünsel temel oluşturabileceklerini umuyorum.
Thiis-Evensen'in ülkemizde pek de fazla bilinmeyen, son derece dikkatli ve titiz biçimde, incelikle örülmüş yapıtı, Archetypes in Architecture kitabı için de atölyede bir yer açmayı umuyorum. Pomi'nin bu öncül çalışmalardan çıkaracağı birçok sonuç olacağını ve kendi yöntemlerini geliştirirken bunlardan eleştirel biçimde yararlanacağını umuyorum.
Son olarak, Husserl'in kurduğu fenomenolojinin ana metinleri etrafında da bir keşif yapmanın gerekeceğini düşündüm. Bunun için, "Beş Ders" ile "Kesin Bir Bilim Olarak Felsefe", uğraklarımız arasında. Özellikle Ahmet İnam'ın Husserl okumalarına dair videoları önemli göründü gözüme.
Bunun yanında, Yem Yayınları tarafından geçtiğimiz yıllarda yayınlanmış olan, Pallasmaa'nın "Tenin Gözleri" de okumalarımız arasında.
Jacobs'un "Büyük Amerikan Şehirlerinin Ölümü ve Yaşamı" kitabındaki uğraklar, ziyaret edilecek şeyler arasında.
Bunların arasında Perec'in ne işi var? Georges Perec'in "Yaşam Kullanma Kılavuzu", güz döneminden sonra, Bahar döneminde, uzun bir aradan sonra, 25 yıl sonra dönüş yapmak istediğim atölye başlığı. Dönem bitmeden, Perec'e ve yöntemlerine dair kimi tartışmalar yoluyla, fenomenolojiyle pek de bağdaşmayan Perecgil yazım şeklinin izini sürmeye başlayacağımızı umuyorum.
Bir yıl bitirme projesi öğrencileriyle verimli bir zaman geçirdikten sonra, umuyorum ki, yeniden, her zamanki gibi, ikinci sınıf öğrencilerimizle yepyeni işler yapacağız...
Sağlıkla kalın...
Lele
Son on yıl içinde görülmedik bir verimle bu kitabın ortaya çıkmasını sağlayan herkese minnettarım. Şimdi kitabın yayın hazırlıkları ve ingilizceye çeviri süreci devam ediyor. Aralık sonunda düzenlenecek Oulipo'nun dünyadaki izdüşümleri başlıklı, Sydney'deki sempozyuma yetişmesini umuyoruz kitabın.
Bu gelişmenin verdiği ilhamla, bu kez gözümüzü Eskişehir kent merkezine dikerek, belli bir bölgedeki bütün yapılı şeylere (sadece binalara değil, kentsel anlamdaki tüm yapıntılara) pimi prosedürlerini uygulamak gibi bir ön düşüncem var.
OMM (Odunpazarı Modern Müze) gibi bir kurumun Eskişehir ölçeğindeki bir kentte ortaya çıkışını, belki son çeyrek yüzyıl içinde, Eskişehir'deki en önemli mimari ve kentsel/sanatsal gelişme saymak eldedir diye düşünüyorum. Sadece mekân kaliteleri bakımından değil, sanata getirdiği hiza bakımından da Odunpazarı'ndan başlayarak Eskişehir'i kökten dönüştürmeye aday bir kurum olduğu izlenimini veriyor, daha ilk sergisinden başlayarak. Dolayısıyla OMM ile işbirliği yapmak öncelikli hedeflerimizden olacak.
Daha önce birlikte çalışmaktan büyük zevk duyduğum arkadaşlarımla yeniden bir araya gelecek olmanın heyecanı içinde, güzel bir sömestr ve güzel bir 2020 dilerim...
Kolaylıklar...
Castells summarizes his 9 points on the formation of the Network society; most provocative of them all maybe the last two - "timeless time" and "the spaces of flows". My apologies to all, now that I only can upload a reduced size pdf on academia; image quality is a bit better in my original notebook. Hope you enjoy...
This was the 6th part of our urban theoretical readings; we will go on next week with another one...
Dating back to 1920's, "The City of Tomorrow and Its Planning" is one of Le Corbusier's earlier texts on the design of a "Three Million City", taking Paris as an example for its population but deviating from the idea of metropolis by proposing a clear cut, homogenized and harmonized city. For our course on urban histories and theories, we picked as the third reading a Le Corbusier, who was one of 20th century's most provocative authors as well as a leading designer. I tried to make my own explications in a short time by making minor diagrams for the quotes...
Our first visit was to Simmel's renowned "Metropolis and Mental Life" - which had been published in our language some time ago, by Metis publications. We decided to give some excerpts from various thinkers and authors, beginning from Simmel for the semester, each week a different thinker and different discussions revolving around urban conceptions, ideas, etc.
I was already looking for ways to get out of the boredom of the powerpoint presentations for some time; I tried to produce some drafts for my own history of architecture lessons last year. This semester, I will try to make more efforts as long as I can, for our lectures.
The pages in pdf format, as you will see, can better be called "excerpts for an excerpt"; so to say, the handwritten pages are devoted to a more joyful understanding of the theoretical burden that we all have been dealing with. I hope I will make progress and hope I will make better pages next time.
The diagrams, quotations and drawings comprise only a limited part from the book - sorry for that. It was in a hurry drawing and reading session for me, a day and night long maraton of making pages, so this can be seen more as an improvisation of a non-talented person. I hope you will enjoy it...
Su mimarlığı meselesine bu yedi yıl içinde çeşitli dönüşler yapmışım, farkında olarak ya da olmadan.
Sözgelimi, İletişim Yayınları'ndan çıkan "Sayfiye, Hafiflik Hayali" adlı Tanıl Bora derlemesinde, Yalıkavak üzerine kapsamlı bir kişisel tarih yazısı yazarken. Metnin son bölümünü, çok severek okuduğum ve bu nedenle geniş yer ayırmaya çalıştığım, "Designing the Seaside" adlı eşsiz kitaptan aktarımlara ayırmıştım; bundaki haklı gerekçemin şu olduğuna bel bağlıyorum; konu üzerine neredeyse hiç yayın yoktu.
Yakın bir tarihte, harika bir Türkçe sayfiye kataloğu yayınladı İstanbul'daki önemli kurumlardan biri. Ama Türkçe'de Sayfiye kitabına değin, konu üzerine ulaşabildiğim, ele almak istediğim bakışa açısını tatmin edecek bir kitaba rastlayamamıştım.
Su konusuna, Zumthor'un anıtsal "Therme Vals" yapısını ele aldığım iki farklı yazıyla daha yakın zamanda bir dönüş yapmıştım; ilkini XXI'de yayınladım; İhsan Bİlgin'in Metis'ten çıkan "Mimarın Soluğu" başlıklı Zumthor yazıları kitabı vesilesiyle. Zumthor ve ekibinin yapıyı müthiş bir kitapla ele alıp anlattıkları kitabı da didiklemiştim bu vesileyle. Yine aynı vesileyle, Zumthor'un yayınlanmış bütün "kitap"larını okudum. Zaten birçoğu da konferans metinleri imiş.
Daha sonra, bu yazıdan kısa süre sonra, hızımı alamadım ve "Çevrimdışı İstanbul" dergisinin Queer sayısı davetini "Therme Vals" üzerine bir parantezle yanıtladım; yapıdaki queer tasarımsal uğraklara değinen küçük bir yazı çıktı ortaya. Bahsettiğim bu üç metni de, "Yengeç Balad"ı adlı kitabımda bir araya getirdim, bolca görsel eşliğinde; Zumthor yazılarında, o yapıları ziyaret etmediğimden görsellere yer veremedim ne yazık ki.
Kısacası, dipsiz, su ve mimarlık meselesi üzerine birkaç, kırık-dökük girişimim olmuş.
Aradan zaman geçti yine; geçtiğimiz haftalarda (Eylül 2018), Bilgi Üniversitesi İç Mimarlık Bölümü'nden davet aldım Şafak Uysal, İpek Kay ve Ezgi Tezcan'dan; 3. ve 4. sınıfların dikey stüdyosunda Yalova'daki Sedat Hakkı Eldem yapısı olan Termal Otel ele alınacak; bu konuda bir dizi seminer planlanıyor Santralİstanbul'daki atölye kapsamında; benden de başlangıç için çerçeveyi çizebilecek bir seminer hazırlamam istendi.
Fırsatı ganimet bilerek, yedi yıl önceki metnimi, iç mimarlık öğrencilerinin ilgisine sunmak için yeniden ele aldım. Orada "Aquatechture" veya "New Waterscapes" gibi kaynakları da işin içine katarak alanın genişliğine dikkat çekmeyi hedeflemiştim.
Metinleri diyagramlaştırarak, çizimleştirerek yeniden varetme düşüncesi son iki yıldır bana iyiden iyiye cazip gelmeye başladı, temel bir nedenle: Akademisyen milleti olarak derslere giriyor, projeksiyonu ziyadesiyle kullanıyoruz.
Powerpoint sunularının monotonluğundan herkes kadar ben de ikrah getirdim. Bu nedenle, defterlerime el yazısıyla, kimi zaman da hızımı alamayarak çizimler yaparak hazırlamaya başladım derslerimi; bunlardan yapılan sunumların daha dolaysız, samimi ve daha kişisel olabileceklerine, böylelikle daha sahici bir zihinsel bağ kurabileceğimize bel bağlıyorum.
Ekteki belge bu konuda küçük bir girişim, devamını getirmeyi umuyorum. Keyifli okumalar - LŞ
Bu yazıdaki amacım perspektifteki kaçış noktasını ’patafizik yollarla sorunlaştırmak ve orijinizm adını verdiğim
yöntemin potansiyellerini göstermek. Orijinizm –uygulaması karmaşık olsa da– saptanan bir veya birkaç kaçış
noktasına, bir planın veya plan parçasının tüm çizgilerinin yöneltilmesinden ibarettir. Planda kaçış noktaları
varsaymak paradoksal olmakla beraber ilham verici olabilir. Bu işlem mimari işlev ve anlam ilkeleri gözetilmeden
uygulanır. Ancak algoritma mekanik bir işlemden ibaret değildir: “Klinamen” ya da “tasarımcının yorumu”
aşamasında, sonuçlar değerlendirilip gerekli görülen değişiklikler yapılabilir. Bir temsil aracı olarak mimari
perspektif faydacı bir araçtır ve mimarlık tarihinde önemli bir yeri vardır. Bu arka plana bakabilmek için önce
Erwin Panofsky’nin perspektif anlayışıyla Pavel Florenski’nin “tersten perspektif” kavramını karşı karşıya getirerek
felsefi bir tartışma yapmayı denedim. Bu karşıtlıkta Panofsky kaçış noktasının tekilleşmesinin bilimsel önemine
parmak basarken Florenski kurallı perspektife karşı çıkar. Bu tartışmadan sonra, Lucretiusçu klinamen kavramını
kerteriz alarak sapmanın kurucu potansiyeline dikkat çekmeye çalıştım. Klinamen (sapma), ’patafiziğe (hayali
çözümler bilimine), oulipo’ya (potansiyel edebiyat atölyesine), Pomi’ye (potansiyel mimarlık atölyesine) aynı
anda açılan bir kapıdır; ki bu makale bu üç pratiği birbirine bağlama iddiasındadır. Orijinizm, Pomi’nin icatlarından
biridir. Pomi, 2002 yılında Oulipo’dan esinlenerek başlattığım bir mimarlık atölyesidir. Orijinizmle, ’patafiziğin
temelini oluşturan istisnailiğe erişilir: Plandaki sistematik çarpıtma işlemi beklenmedik düzeyde istisnai bir durum
yaratır; öyle ki planın yeni hali üzerinde birçok mekânsal gözlemde bulunulabilir. Tarihsel olarak Oulipo’nun
yöntemleri mimarlığa da ilham vermiştir. 1960 yılında bir grup matematikçi, yazar, şair, bilim insanı ve sanatçının
bir araya gelerek “kısıt altında yazı”nın olanaklarını araştırmaya başlamasından neredeyse altmış yıl sonra, “kısıt
altında mimarlık” yapmanın Pomi’de benzer bir potansiyele işaret ettiği söylenebilir. Kısıt kullanmak, belli bir
olanağı kasten askıya alarak matematiksel yollarla beklenmedik sonuçlara ulaşmayı içerir ve birçok farklı
uygulamadan oluşur. Pomi’den önce mimarlık alanında kısıt konusunda ciddi deneylerin pek yapılmamış olması
şaşırtıcıdır. Böylece Pomi mimarlık eğitiminde son birkaç yıl içinde yepyeni bir alan oluşturmuştur; kendi
işlemlerini icat ederek ilk uygulamalarını yapmaya ve çarpıcı sonuçlar almaya başlamıştır. Mimari perspektifte
gözden çıkarak çizime yönelen ışık, çizimden çıkarak göze yönelse ne olurdu? Bu soruyla beraber Alfred Jarry’nin
ilk kez yirminci yüzyılın başlarında ortaya attığı ’patafiziğin, yani hayali çözümler biliminin mimarlık alanındaki
izdüşümlerini, perspektif kavramını çarpıtarak temellendirmeyi denedim. Orijinizm yöntemi, plan düzlemine
yerleştirilen hayali kaçış noktalarıyla planın yeniden şekillenmesini temel alan matematiksel bir prosedürdür ve
bir dizi ölçümsel işleme bağlı bir algoritmadır. Pomi’de önce mimari planda, sonra da kent ölçeğinde yapılan
birkaç tasarım deneyi, orijinizm’in mimarlık alanında hem mizahi hem oyuncul hem de potansiyel bir tasarım aracı
olabileceğine işaret etmektedir.
Anahtar Sözcükler: Potansiyel Mimarlık İşliği (Pomi), Oulipo, ’Patafizik, perspektif, kısıt altında mimarlık.
The discovery of playful, joyous yet mathematical constraints in architecture is one of Pomi’s (Studio for Potential Architecture, founded in 2002) fundamental concerns. Bold planning, a procedure invented among others in the studio can even be contemplated as a counterattack against the cult of thinness of our age. We live in an age where architectural sections hardly ever thicken. Is the progressive thickening of the cross section or of the plan in bold planning then, an equivalent to vulgarisation in language? A stylistic vulgarity (slang) in language does not correlate a building with a thick section. In this article I initially seek to touch on the background of carving out architectural procedures and link this tendency with Oulipo. I
survey the prospective equivalents of bold planning in fields like comics, literature and ’pataphysics. I outline a framework for Pomi by introducing “perversive” procedures; I then discuss some cases in
architectural and urban scale in which the procedure is tested, accompanied by drawings. Basic design must be for architecture what the figures in rhetoric are to the Oulipo. Oulipians invented constraints releasing language and breaking the yoke of conventional writing; an Oulipo procedure hardly prioritizes meaning or grammar. Likewise, this is inventing a playful procedure in architectural design not necessarily conforming to functionality and Pomi procedures perform systematic, mathematical operations that do not correspond
to the consistent codes in architecture. In bold planning, every constituent in the plan is gradually and
evenly thickened: Any plan can turn into a mass without a void, though such a mechanics leads nowhere just as a literary technique implemented blindly will not suffice for a piece of literature to come into being. The plan is then carved, to end up with thinner walls. The final step is “translating” the shell into an
architectural layout, remaining as faithful as possible to the former plan’s programmatic distribution. Pomi
procedures can be grouped into ten categories: Algorithms, uncertainties, translations, aggrandizements, inventories, exclusions, metamorphosis, measural constraints, perversions and finally, inversions. Bold
planning is grouped under the last one. Oulipo constraints can be used only when they are not necessary. This applies to Pomi procedures as well. Pomi procedures are criticism in action, which open up a fertile and intimate experimental space stemming from Queneau, Jarry, Durand, Genette, Perec, Calvino, Bök, Madden and the like. Pomi’s desire is to respond to the canonical with a humor inspired by Oulipo
and ’pataphysics; to put forth poetic consequences with a sarcastic gesture, as opposed to the deadly positivism of the royal sciences.
Keywords: Studio for potential architecture (Pomi), Oulipo, ’Pataphysics, procedural architecture,
architectural education.
20216-17 Güz dönemi çalışma konuları ilanı.
İki tema ön plana çıkıyor:
Zümrüdüanka Projesi ve Calvino projesi...
(Mimarlık 2. sınıf 1. dönem öğrencileri için, Esogü Mimarlık Bölümü)
Otuza yakın sefer, Dönme Dolabı yeniden kurdum nesnelerle.
Bu belge, bu toplamın ilk sayfalarını barındırıyor.
Yapım süreci, ortaya çıkışı, sayılarının fotografik dökümü ve kimi eskizler eşliğinde...
Dönme Dolap kitabı, çok az sayıda çoğaltılmıştır.
What is it to be experimental in architecture?
There are many possibilities of experimentality in many fields.
Experiments can be repeated, however, the experimental cannot be repeated.
We want bread, is TOKİ. We eant roses too, is the architecture.
Architecture has its audience, its followers, and its public.
Architecture is done for someone's sake.
The compilation here includes some examples out of 300 posters. MAin themes are interiors, state, genetics, dwellings, society, sports, monuments, public spaces and Eskişehir.
The workshop theme was planned as an attempt against the conventional codes and power apparatuses of architecture.
Runaway wall is a 9 episode long film, each shooted in a different venue within a remote campus.
Brick is suitable to experiment with; stop-motion episodes show the playful building and collapsing of the runaway wall.
A massive amount of materials were brought to the faculty, students helped under heavy rain to dissemble the truck-full material.
Tens of thousands of wooden cubes in the Göbektaşı, more than a thousand mdf sticks forming the Cloud, at the entrance, and many more...
The mobile studio is supposed to be a future-unit for an imagined architecture-school; a horde of them will transform the whole faculty.
The mobile studio has been built in 10 weeks, almost all the wooden material has been gathered from existing resources, that is, recycled wood.
Haydarpaşa’dan kalkan trenlerin tümü onların önünden geçiyor. Tren, İzmit’e yaklaşırken, akaryakıt silolarıyla piston fabrikası arasında uzanan yarım kilometreden biraz uzun aralıkta sıralanmış onlarca barakadan oluşan koloninin önünden hızla geçiyor ve onlar da belirip yitiyor birkaç saniye içinde.
Alanla ilgili kolektif çalışma, Esogü Mimarlık Bölümü Öğrencileriyle (Pomi) 2004 güzünde başladı.
İzmit, güncel kazılar için en zengin kent.
The collective work about the area started with the POMİ students in 2004 fall. İzmit is the richest city for contemporary excavations.
Haydarpaşa’dan kalkan trenlerin tümü onların önünden geçiyor. Tren, İzmit’e yaklaşırken, akaryakıt silolarıyla piston fabrikası arasında uzanan yarım kilometreden biraz uzun aralıkta sıralanmış onlarca barakadan oluşan koloninin önünden hızla geçiyor ve onlar da belirip yitiyor birkaç saniye içinde.
Alanla ilgili kolektif çalışma, Esogü Mimarlık Bölümü Öğrencileriyle (Pomi) 2004 güzünde başladı.
İzmit, güncel kazılar için en zengin kent.
Atölye'nin birikiminin enstalasyonlarla ortaya konduğu ve önceki işlerin kitaplarla geniş bir masada izlenebildiği bir öğrenci sergisi...
Göğü Delen Adam.
Şimdi bak, bu kısım, şu anda yaşadığımız yer villa yeri olacak. Neden benim yerim villa yeri oluyor ve ben artık orada yaşayamıyorum? Yanlış anlama, zengin insanlara karşı değilim, ama burada büyük bir adaletsizlik var. Sen [Toki] benim dört yüz metrekarelik yerimi alıp üç yüz metrekareye sayıyorsun, sonra benim yerime villalar yapıp tanesini dört yüz bin liraya satıyorsun. Bu hak mı şimdi? Adalet mi bu?
Karapınar Kentsel Dönüşüm alanı sakinlerinden Mustafa.
Porsuk Nehri, Kuzeybatı Vektörü, Yeni Sınırlar
Eskişehir, Batıdan Doğuya birleşen nehriyle anılır; bu nehir, kent merkezinin parçaları üzerinde bir çatlak oluşturur –bir kenti kat eden her nehrin yaptığı gibi. Eskişehir küçük Asya ölçeğinde, orta Anadolu'ya açılan bir geçide benzer. Kent, 2000'li yıllarda da, uydu fotoğraflarında görülebilen bir Kuzeybatı vektörünün etkisi altında büyümesini sürdürmekte. Kuzeybatı vektörünün belirleyicisi, yirminci yüzyılda endüstriydi. Ancak bunun gelecek on yıl(lar)da kural olmaktan çıkması mümkün çünkü neoliberal dinamikler, önüne çıkan tüm engelleri,-coğrafi olanları da dahil-un ufak edecek güçte. Eskişehir'in kentleşmesi, Porsuk nehrinin ortadan kaldırılışının tarihi olarak da okunabilir. Yirmi birinci yüzyılın başında işler tersine döner ve nehir 'hatırlanır'. Sonra temizlik, ıslah, inşa, estetizasyon ve nihayet tüm kentin nezihleşmesi süreci başlar; bu dönüşümde neoliberal dinamikler rol oynamıştır. Porsuk yirminci yüzyıl boyunca, sanki yeni yerleşimler açıldıkça kolları bir bir körletilen, sellere sebep olduğu için baş edilemeyen, sanayi atıklarının ve foseptiğin boca edildiği o kirli su değildir de bir hayat membaıdır bu yeni diskurda. Porsuğun temizlenişi, simgesel düzlemde kentin de nezihleşme eşiğidir; su arınırken kent mekânı da arınır. Su, gentrifiye edilen (özgürleşmeyip güvenli hale getirilen) ilk madde olmuştur; bunu kentin trafiği, eski ve yeni konut yapılaşması; yeşil alanları ve sanayisi izleyecektir. Trafik bakımından: Tramvay sistemiyle dolmuş ve otobüs sayısı azaltılır. Tramvay hatlarıyla kesişen araç yolları yayalaşır ve trafik yükü azalır. Eski ve yeni konut yapılaşması bakımından: Gecekondu mahalleleri yıkılır, kentsel dönüşüme uğrarken lüks yapılarla dolmaya başlar. Kentin tarihsel mahalleleri kısmen yıkılır ve ideolojik bir estetizasyona tabi tutularak yeniden yapılır, nezihleştirilir. Dış çeperleri, üst orta sınıfa hitap edecek biçimde 'nezih' ['gentrified'] banliyölerle, sitelerle çevrelenmeye başlar. Üniversitelere yakın mahallelerdeki tek katlı bahçeli konutlar yıkılıp öğrenci mahalleleri inşa edilir. Yeşil alanları bakımından: Kentin iki ucunda, büyük parklar inşa edilir ve etrafları duvarlarla çevrilip güvenlikli hale getirilir. Eskiden basılması yasak olan çimenlerde artık yürünebilmektedir ama bisiklet, mangal, flört, içki, duvarların arkasında, 'kirli' kent sokaklarında kalmak şartıyla. Ve sanayi bakımından: Yüksek rantlı neoliberal inşaat rejiminin manzarasını ve sermaye akışını bozan eski sanayi alanları (fabrikalar bölgesi, Baksan mobilyacılar sitesi, oto sanayi bölgesi) için kentsel projeler yürürlüğe konmaya hazırdır. Kentin belleğinde derin izleri olan ilk sanayiler (un fabrikaları, tuğla fabrikaları) ortadan kaldırılır ve yerlerinde plazalar, alışveriş merkezleri, oteller yükselir. Bunlar, gittikçe güçlenen muhafazakâr tek parti iktidarı sırasında, merkez sol tarafından yönetilen orta büyüklükteki sıradan bir kentte, sadece on yıllık bir sürede gerçekleşir. Porsuk nehri, Türkiye'de bugünlerde kentlerde dönüşüme uğrayan her şey ve her yer gibi, özgürlüğü ve kent hakkını temel alan bir söylemden çok, güvenlik söylemleri tarafından biçimlendiriliyor.
Bir yandan görsel çağın ya da görmeye odaklı kültürün geride bırakıldığı her yerde dile getiriliyor; kendi payıma zaman zaman vurgulamaktan zevk aldığım bir dönüşüm bu. Diğer taraftan, kişisel görsel kayıtların patlama yaptığı bir öznelcilik çağının ortasında yaşamaya devam ediyoruz. Günlüklerle, dijital kütüklerle, kişisel fotoğraf ve video arşivlerimizle büyük bir unutma ve geride bırakma kuyusu hazırlıyoruz kendimize. Yakın zamanda önce selfie çubuğu, ardından drone, kaçış noktasını öznenin göz oyuğunun perspektif sonluluğundan dışarıya doğru kaydırmanın araçlarına dönüştü; kuşku yok ki bunu başka pek çoğu izleyecek. (Skymap türü telefon uygulamaları, görülenin ötesine, hatta gezegenin ötesine konumlanabilmenin kapısını araladı bile: Gök haritasının küreselliği, bugüne dek göğe bakıp evreni görmeye odaklı astroloji algımızın tersine, yere doğru bakınca, yerkürenin " gerisindeki " evreni de " görmeyi " vaat ediyor.) Sosyal medyalar ile (twitter'la söz ve mesaj akışı, instagram'la görüntü ve video akışı, vb.) dünyayı, akarken yakalanan şey-ler olarak tanımlayan bir küresel görsel kültür oluştu. Akışa fırlatılmış, yakalanmış görüntüler de bu mübadelenin diğer cephesinde, yakalanmayı arzulayan öznelerin üretimleri haline geldi. Fotoğrafı öteden beri yazmanın başka bir biçimi (foto-grafi) gibi kullanmanın yollarını arıyorum; mimarlıkla olduğu kadar insanî müdahalenin dışında kalan mekânlarla ve yerlerle iştigal ettikçe, fotoğraf da yeni kavramlar aramakta/bulmakta son derece yararlı hale geldi. Mekânsiklopedi'nin ilk cildi olan Yengeç Baladı'nda (Kült Yayınları, 2016) fotoğrafların zaman zaman böyle bir görev üstlenmelerini istedim; sözgelimi Agia Markella'nın barok yolunun söze dökülemeyen mekânsal yoğunluğuna tercüman olabilecek elimdeki tek şey, orada çektiğim fotoğraflardı. Çoğu kere fotoğraflar tanıklığa eşlik eden nesneler olmaktan çıkarak deneyimin yerini alır. Bir yerlerin resimlerini çekerken ne çektiğimizi çok sonradan biliriz; bildiğimizi a posteriori, anlarız. Burada, Arşiv'den Yığın'a on üç başlık altında mekân ve queer kavramı etrafında dolanmayı deneyeceğim. Kimi imgeler var ki, onları, hakkında yazarak ve düşünerek tüketemeyiz, tam tersine her seferinde capcanlıdırlar. Bu belgeledikleri mekânların mı yoksa bizzat fotoğrafın gücünden mi kaynaklanıyor? Zamanın ileriye doğru yaşanıp geriye doğru kavrandığı doğruysa şayet, fotoğrafların zaman içinde derinleşen birçok kavrayışın nesnesi haline gelişi sürpriz değildir.
Après-Rasage
1998’in Aralık ayının ikisinde, Kitap-lık dergisinde yayınlanması
için bir “şiir” önerisi hazırlayıp, zarfı dergiye
göndermeden öylece saklamışım. Geçtiğimiz günlerde,
Ocak 2021’in sonlarında zarfı tesadüfen bulunca, üzerinde
değişiklik yapmadan, çeyrek asra yakın zaman sonra
projeyi realize etmeye karar verdim.
Henüz mimarlık öğrencisiyken, asetata fotokopiyle
hazırladığım yirmi dizelik şiiri, iki farklı biçimde katmanlarına
ayrıştırarak bunların permütasyonlarını almıştım.
Basılı hale getirmekteki teknik zorlukların üstesinden
gelmekte zorlanmışım.
Birinci versiyonda şiir dizeler halinde bölünüyor, büyük
oranda simetrik bir dağılmaya uğruyor. Beş katman
sonradan birbiriyle eşleştiğinde olası şiirlerin dökümü
çıkıyor ortaya.
İkinci versiyon daha bağımsız sözcük öbeklerinden oluşan
katmanlara bölünüyor ve aynı permütasyon işlemine
tabi tutuluyor.
Şiir beş katmana ayrılmış her iki versiyonda da. Raymond
Queneau’nun 1014 Şiir’iyle (1961) tanışıklığın verdiği
ilham muhtemelen devredeymiş.
Ama öykünmeyle değil; çünkü şeffaf katmanlar öngörüyor
olmam, sadece yatayda değil, Mallame’gil bir itkiyle
yüzeyde bir kurguyu gösteriyor. İkinci versiyonun dizeyi
parçalaması, Queneau’nun klasik biçime dokunmayan
yaklaşımına nazaran kendine özgü bir mantığı ele vermekte.
Şiire o zamanlar Polipoetik Strüktür adını vermiştim;
1998’de hâlâ mimarlık öğrencisiydim, sebebi bu olsa
gerek. Bugün tek yaptığım değişiklik, bu adı Polipoesis
diye sadeleştirmek oldu.
30 01 2021, Eskişehir.
Yayın yönetmeni: Cem Akaş.
Kitap editörü: Selim Bektaş.
Yamyam bir yerli olmak ya da olmamak, bütün mesele bu...
Baskı Adeti: 500
Özellikler:
13X19.5 cm.
Klasik bir VI. John ifadesi gibi "evlat, kimi maceracılar kendi taçlarını sana giydirmeden, sen kendi tacını giy !".
Hanedanlık defedildi. Şimdi Bragantine'lerin hortlağını ve onların arkalarında bıraktıkları enkazı başımızdan savıyoruz...
getirse de olumlu sonuçlara da yol açtı.
Yeni koşullar içinde okları sebebiyle bir araya gelemeyen kirpiler, salgına yol
açan “homo economicus” değil; aslında “homo sociologicus / sosyal varlıklar” olduğumuzu hissettirdi. Bu hissiyat, süregelen akademik paylaşımı da etkiledi ve keskin sınırlarla tanımlanmış olan bilmenin disiplinlere bölünmüş halleri, salgın koşullarında değişmeye başladı.
Acéphale, Bataille önderliğinde kurulan bir dergi ve sonrası imkansızlık üzerine inşa edilmiş müphem bir cemaat. Bu kitap, cemaatın üzerine yazılmış bir incelemenin yanında Georges Bataille'ın Acéphale üzerine yazdığı iki teorik metni ve Reich, Leiris, Griaulle gibi yazarların Acéphale dergisi içinde yayınlanmış fragmanlarından bir seçkiyi içermektedir.
Faşizm; toplumu, örgütlenmeye en yakın formun mevcut kodları üzerine yeniden inşa eder, başka bir deyişle, bu inşa ilahi olana en yakın duran insan varlığının formudur.
Sosyal devrim ise (ancak Stalinizm hariç) tersine ayrışarak, kendi uç noktasına ulaşır.
Varoluş sürekli olarak kendini iki eşit hayali olasılık karşısında konumlandırır: ilahileşmeyi sağlayan sonsuz bütünleşme ve ilahi olanı kendi içinde yok eden sonsuz ayrışma.Yok edilmiş sosyal sistem kendini, baştaki ayrışmanın yavaşça gelişen hoşnutsuzluğu üzerine yeniden inşa eder.
Yeniden inşa edilmiş sosyal yapı, ister faşizmin isterse de inkar edilmiş bir devrimin sonucu olsun- varoluşun devinimini felç eder - sürekli olarak durağan bir ayrışmayı talep eder
Kaydın tamamına şuradam erişilebilir:
https://www.youtube.com/watch?v=amZ6QNWKIS4
https://www.youtube.com/watch?v=ATDj0nHtBMM&t=2s
bağlantısı ile dinleyebilirsiniz. Oulipo, Pomi ve sürrealizm, prosedürler, Queneau ve daha fazlasını merak edenler için...
Keyifli dinlemeler...