Nasıl olur da doğal yaşamı ve türü tehlikede olan hayvanları koruma misyonunu benimseyen hayvanat... more Nasıl olur da doğal yaşamı ve türü tehlikede olan hayvanları koruma misyonunu benimseyen hayvanat bahçeleri herhangi bir sebeple hayvanları öldürebilir? Bu kitap, bu soruyu sormaktan ziyade bu soruya verilen cevapları, üretilen söylemleri, meşrulaştırma gayretlerini ve tüm bunların toplumsal anlamını sorgulamayı amaçlıyor. Kitapta; hayvanat bahçesi ve zooloji müzesi kurumlarının işlevleri ve bu kurumlarda yerleşik hâle gelen uygulamaların meşrulaştırıldığı argümanlar, hayvanların yaşam ve ölümlerinin sorunsallaştığı vakalar üzerinden ele alınmaktadır.
“Rumeysa Çavuş'un derslerimden yola çıkarak çalıştığı ve yazdığı kitabın konusu, insan toplumlarının sosyolojisini yapmaktansa hayvanların nasıl kafese konulduğunu, onların serbest hayatlarının nasıl bir gösteri toplumu nesnesine dönüştürüldüğünü konu etmektedir. Bir bakıma, aslında sömürgecilik ile başlayan ve işgal topraklarından gelen zenginliklerin yanında Batı dünyasının hayvanları saray ve etrafı için teşhir etme pratiklerinin modern toplumlarda sirk dünyası da buna dâhil edilerek nasıl sunulduğunu bizim için sorunsallaştırmaktadır”.
Ali Akay
In this article, in an attempt to analyze the crisis caused by the images of imported plastic was... more In this article, in an attempt to analyze the crisis caused by the images of imported plastic waste, we consider the relationship between waste and its meaning in the case of geographical dislocation and de- and re-contextualization processes. Our analysis is guided by two recent concepts: The Wasteocene and semiocide. While the Wasteocene clarifies the signifying mechanisms of this period, semiocide allows us to understand which signs, under what conditions, are rendered invisible or disregardable. In coining the concept of semiocide, Ivar Puura emphasized two key features of the phenomenon. Following this distinction, which is based on (un)intentionality, semiocide refers either to a fully conscious, perhaps even hostile, attempt to destroy a semiotic configuration, or to a completely nonconscious, unaware process in which the unawareness itself is the source of the destruction. Although a more cultural approach dominates in Puura’s assertion of the concept, the concept is applicable to human classification, interpretation and transformation of nature (Maran, 2013; Tønnessen et al., 2015). Focusing on the case of Adana as a recent example of a global waste crisis, our aim is to provide a (bio)semiotic framework for assessing how and under what conditions plastic materials become arbiters of environmental and political crises. With heaps of plastic garbage with foreign names on them, the discourse of recycling, restricted media coverage, public indignation, the struggles of environmentalist organizations, and the encounter of different spatio-temporalities, our study aims to convey an impoverished narrative of a city in the south of Türkiye.
In this article, in an attempt to analyze the crisis caused by the images of imported plastic was... more In this article, in an attempt to analyze the crisis caused by the images of imported plastic waste, we consider the relationship between waste and its meaning in the case of geographical dislocation and de- and re-contextualization processes. Our analysis is guided by two recent concepts: The Wasteocene and semiocide. While the Wasteocene clarifies the signifying mechanisms of this period, semiocide allows us to understand which signs, under what conditions, are rendered invisible or disregardable. In coining the concept of semiocide, Ivar Puura emphasized two key features of the phenomenon. Following this distinction, which is based on (un)intentionality, semiocide refers either to a fully conscious, perhaps even hostile, attempt to destroy a semiotic configuration, or to a completely nonconscious, unaware process in which the unawareness itself is the source of the destruction. Although a more cultural approach dominates in Puura’s assertion of the concept, the concept is applicable to human classification, interpretation and transformation of nature (Maran, 2013; Tønnessen et al., 2015). Focusing on the case of Adana as a recent example of a global waste crisis, our aim is to provide a (bio)semiotic framework for assessing how and under what conditions plastic materials become arbiters of environmental and political crises. With heaps of plastic garbage with foreign names on them, the discourse of recycling, restricted media coverage, public indignation, the struggles of environmentalist organizations, and the encounter of different spatio-temporalities, our study aims to convey an impoverished narrative of a city in the south of Türkiye.
Siyah yelesi ile Hwange Ulusal Parkı'nın simgesi haline gelen Aslan Cecil, 2015 yılında “dünyanın... more Siyah yelesi ile Hwange Ulusal Parkı'nın simgesi haline gelen Aslan Cecil, 2015 yılında “dünyanın her yerine ava giden” Amerikalı diş hekimi Dr. Walter Palmer tarafından Zimbabve’deki Hwange Ulusal Parkı’nda öldürüldü. Aslan Cecil’in altı yaşındaki oğlu Xanda da Hwange Ulusal Parkı'nın birkaç kilometre “dışında” vurularak öldürüldü. Bu makalede Aslan Cecil ve Dr. Walter Palmer vakası iki ana eksende incelenecektir. Bunlardan ilki mekânsal anlamda ulusal park sınırlarını tartışmaya açarak, hayvanların “öldürülebilir” oluşunu yasadışı kılan durumları ele alacaktır. Bir taraftan doğrudan hayvan öldürme vakasının ulusal park için belirlenen “sınırın dışında” gerçekleşmesi ile belirlenen yasanın nasıl etkisiz hale geldiği gösterilecektir. Diğer taraftan da Cecil’in ölümünden sorumlu olan “lisanslı” avcı Dr. Walter Palmer’ın vaka sonrası yazdığı itiraf mektubunda kullandığı ifadeler incelenecektir. Ardından Cecil vakası sonrasında avlanan hayvanların parçalarının nakliyesi ile ilgili havayolu firmalarının aldığı kararlar incelenecektir. Vaka sonrası Yaban Hayatı Koruma Araştırma Birimi (WildCRU) parkın dışındaki aslanları öldürmek “yasa dışı” olduğundan parkın çevresinde beş kilometrelik bir “av yasağı” talebinde bulunmuştur. Vakanın yaban hayata ilişkin sonuçları arasında ise Cecil’in ölümü sonrasında aslan hiyerarşisinde Cecil’in ardından gelen Jericho’nın kendi kanından aslanların yaşaması için Cecil’e ait olan yavruları öldürmesi bulunmaktadır. Bu noktada makale ulusal parkla ilgili sınır ve yasa kavramlarını tartışmaya açacak, lisanslı bir avcının itiraf mektubunu ele alacak ve yaban hayatında hayvan ölümlerinin sonuçlarını değerlendirecektir. Dolayısıyla mekân, insan ve hayvan ilişkileri bağlamında yaşamın ve ölümün sorunsallaşmasını inceleyecektir.
Modern düşünce sistemi ile yükselen ulus devletler önceleri bünyelerindeki çeşitli farklılıkları ... more Modern düşünce sistemi ile yükselen ulus devletler önceleri bünyelerindeki çeşitli farklılıkları tasfiye etmeyi amaçlamışlardır. Fakat sonraları bu farklılıklara çeşitlilik olarak yaklaşmışlardır. Ulus devlet tarafından altı çizilen farklılıklar arasındaki çatışmaya ise uyuşmazlık denmiştir. Ulus devletlerin yıllardır kendi eliyle beslediği, kurguladığı uyuşmazlığın açmazlarından yine ulus devletler çokkültürcülük ile çıkmayı hedeflemektedir. Farklılıkların tasfiye edilmesi ve uyuşmazlık olarak belirlenmesi sonrasında ise farklılıkların zenginliğine vurgu yapılmasını ekonomik süreçlerden bağımsız düşünemeyiz. Bu yüzden bu makale bu zamana dek yazılmış çoğunluğun bildiği ve kabul ettiği tarihsel verilerden çok, -ekonomik faktörler ve çokkültürcülüğü de konu alan- minör bir göç tarihi denemesidir. Göçü farklı dalgalarda bire bir pratik etmiş olan Rukiye Hacıyeva ve Fatma Pehlivan’ın anlatıları esas alınarak oluşturulmuştur. Ayrıca makale göç ile ilgili genel geçer bir tespit yapma idealini taşımamaktadır. Anahtar Kelimeler: Çokkültürcülük, Uyuşmazlık, Göç, Ulus Devlet, Çeşitlilik, Muhacir Immigration: The Most Ancient of Fates Abstract Nation-states that emerged within modern thinking at first aimed at eliminating the differences. In time, diversity became a new name for those differences. The discrepancies that were underlined by nation-states were named as conflicts. The impasse as the result of such conflicts which have been organized by the nation-states themselves is tried to be overcome through multiculturalism. Elimination of the differences, the invention of diversity, and the restoration of honour through multiculturalism cannot be considered without economic processes. Hence, this paper is an attempt to write a minor migration history within and through economic factors and multiculturalism, rather than widely-known historical data. This study is constructed with the narratives of Rukiye Hacıyeva and Fatma Pehlivan, who experienced the migration at different times. Key words: Multiculturalism, Conflict, Migration, Nation-state, Diversity, Immigrant
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Sayı 12 Güz 2015 ISSN 1309-4815
III. Türkiye Lisansüstü Çalışmalar Kongresi Kongre Kitabı
Bu makale; İstanbul özelinde kent içi ulaşım imkânlarına dair yürütülen projeler ve bu projeler i... more Bu makale; İstanbul özelinde kent içi ulaşım imkânlarına dair yürütülen projeler ve bu projeler ile eşanlı olarak devam eden, kentsel dönüşüm ve çeperde oluşan ‘ucuz’ yeni konutların, cazibe mekânı oluş serüvenini konu edinmektedir. Makaleyi benzerlerinden ayrı kılan; kentin çeperine doğru oluşan ilksel “ucuz” konutlara göç hareketini oluşturan kitle ya da çalışan nüfusun, -bu konutların ulaşım ağlarıyla merkeze yakınlığı söylemi sebebiyle değerinin artması sonucunda- “çeperin de çeperine” göçünü incelemektir. Ayrıca bu makalede “çeperin de çeperine göç” hareketinin kavramsallaştırılması örnekler yardımıyla yapılacaktır. “Çeperin de çeperine” başlayan kent içi yeni göç dalgası hem kavram hem de kentin yeni ama planlanmış bir gerçekliği olarak kendisini konu almayı mecburi kılmaktadır. Makalenin inceleme alanı olarak İstanbul’un çeperinde bulunan konut alanlarını popüler kılan ulaşım ağlarına odaklanılacaktır. Bu odaklanma; çalışan nüfusun merkezden tahliyesi üzerinden, konut alanlarının inşası ile kentin ayrışmasına dikkat çekecektir. Çalışmanın tahliye araçları olarak belirlediği, özellikle raylı ulaşım araçları olacaktır. Kentin çeperinden merkeze doğru ya da merkezden çepere doğru oluşan hareket; çalışan nüfus, konut alanları ve kentsel ayrışma bağlamında tartışılacaktır. Ayrıca bu çalışma kentte ev sahibi olma söylemi ve kentsel politikalar ile bunun mümkünlüğünü içermektedir. Yine bu çalışma; çalışan nüfusun benzer söylemler ile ulaşım kolaylığı vaatleriyle nasıl da kentin çeperine yığıldığını göstermektedir. Bu bağlamdan hareketle yer alan tartışmalar, farklı teorik bakışların yanı sıra görsel materyaller ve birebir mülakatlar ile desteklenecektir.
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyal Bilimler 7/2013 Yayını ISSN 1309-4815
Modern siyaset biçiminin ayırt edici tarafının tahakkümcü olmayıp, özellikle beden üzerinden işle... more Modern siyaset biçiminin ayırt edici tarafının tahakkümcü olmayıp, özellikle beden üzerinden işleyen bir düzenlemeler toplamına dayalı “iktidar ilişkileri” olduğu Michel Foucault’dan beri aşina olduğumuz bir bakış açısıdır. Siyasi erkin kent düzenlemesinde, ekseriyetle parklar ve bahçeleri düzenlerken, insan bedeni ve dolayısıyla yaşamını düzenlediğini ifade edebiliriz. İktidar ilişkileri dediğimizde tahakkümü bilhassa kastetmiyoruzdur ki bu da ilişkinin öbür tarafını, yani halk kitlesini de okumayı gerektirir. İşte tam da bu noktada Michel de Certeau’nun ‘strateji’ ve ‘taktik’ kavramları işe dahil oluyor. Bu toplamdan hareketle, bu makale, siyasi erkin bedeni kent içindeki düzenleme ‘strateji’sine, insanlar tarafından tek tek ‘taktik’ler geliştirildiğini iddia etmektedir. İddia, Başakşehir Sular Vadisi örneğinde insanların düzenlenmiş ‘doğa’da kendi açılarından bir karşı-düzenleme gayreti içinde oldukları göz önüne alınarak, bu örnek durum içerisinde açımlanacaktır.
Kent, yalnızca mimarinin ya da planlama yaklaşımlarının konusu olan bir gerçeklik değildir. Kent... more Kent, yalnızca mimarinin ya da planlama yaklaşımlarının konusu olan bir gerçeklik değildir. Kentlere dönük her üretimi ya da mimar/plancı müdahalesini çeşitli toplumsal nedenler çerçevesinde anlamak ve toplumsal etki ve maliyetleri çerçevesinde değerlendirmek de gerekir. Bu açıdan bakıldığında, değerlerin analize katılması ayrı bir önem taşımaktadır.
Kitaptaki yazıların ana fikri, kentsel yaşamın kalitesinin yükseltilmesi, toplumsal adalet, eşitlik ve katılımın artırılması, yoksulluğun azaltılması gibi pek çok konunun aynı zamanda insanca yaşamanın asgari gerekleri olduğu ve kentsel sorunlara dair analizlerin eylemsel sonuçları bulunması gerektiği kabulüne yaslanmaktadır. Bu açıdan bakıldığında, kitapta yer alan makaleler hem toplumsal politika yapıcıların hem de kentin sakinleri olarak bizlerin bu konularda ne yapmamız gerektiğine dair ipuçlarını da içinde barındırmaktadır.
Katkıda Bulunanlar Alev Erkilet, Ahmet Yusuf Yüksek, Ömür Nihal Karaarslan, Faruk Karaarslan, Gökçen Kılınç Ürkmez, Yunus Çolak, Meryem Küçük, Rumeysa Çavuş, Elif Merve Gürer, Özlemnur Ataol-Akpınar
Kent, hayvanların dışarıda bırakıldığı düzenlenmiş mekanlardan oluşmaktadır. Dolayısıyla kentte i... more Kent, hayvanların dışarıda bırakıldığı düzenlenmiş mekanlardan oluşmaktadır. Dolayısıyla kentte insan ve hayvan karşılaşmaları, hayvanların ait olduğu doğal ortamın “canlandırıldığı” mekanlarda gerçekleştirilmektedir. Kent mekânlarındaki hayvanat bahçeleri ve akvaryumlar bu türden karşılaşma örnekleridir. Hayvan bedeninin bir düzenleme aracı olarak mekân tasarımına dahil edilmesi ile söz konusu mekânlar karşımıza “boş zaman aktivitesi”, “eğlenerek öğrenme” ve “tüketim” başlıkları altında çıkmaktadır. Bu çalışma kentte tüketim mekânlarının düzenlenmesinde hayvan imgesinin kullanılmasını İstanbul Akvaryum (Florya) özelinde ele alacaktır. Dünyanın en büyük tematik akvaryumu unvanını taşıyan İstanbul Akvaryum, deniz hayvanlarının kendilerine ayrılan içi su dolu camekânlarda canlı olarak sergilendiği bir mekândır. Mekân kentte ikamet eden nüfusa eğlence, boş zaman aktivitesi ve alışveriş “imkânları” vaat etmektedir. Kent mekânında yer alan ve küratörler tarafından düzenlenen bu mekân, hayvanların sergilenmesini hem yetişkinlere hem de çocuklara bir cazibe unsuru olarak sunmaktadır. Çizgi film karakterlerinin köpek balığı ile buluşmasından, mini konserlere ve sihirbazlık gösterilerine kadar mekân içerisinde yer alan her şey hayvan görüntüleri ile düzenlenmektedir. Bu çalışma kent içerisinde hayvanlar üzerinden düzenlenmiş, alternatif bir tüketim mekânı olarak İstanbul Akvaryum’u ve deniz hayvanlarının sergilenmesini, bu sergileme etrafında örgütlenen eğitim, eğlence ve tüketim başlıklarıyla ilişkisini inceleyecektir. Vakanın incelenmesinde mekâna yapılacak olan ziyaretlerde elde edilen görsel materyallerden faydalanılacaktır.
Yakın bir tarihte düzenlenen 15. İstanbul Bienali komşu ve komşuluk fikrini farklı performanslar ... more Yakın bir tarihte düzenlenen 15. İstanbul Bienali komşu ve komşuluk fikrini farklı performanslar ve mekânlarla ziyaretçilere sundu. İstanbul Bienali kapsamında işlenen komşu fikri, çalışmamda sınır, güvenlik ve ev ekseninde yeniden tartışmaya açılacaktır. Bu çalışma, komşuluk fikrindeki değişimin bir ülkenin iç siyasetindeki değişmeyle yakından ilişkisine mekân özelinde odaklanacaktır. Çalışmanın ilgi çeken kısmı bu etkileşimin, evlerimizden ülke sınırlarına uzanışında komşu kavramının güvenlik fikri ile gündeme gelmesidir. Sınır, güvenlik ve ev başlıkları ile sınırlandırdığım ve sınıflandırdığım eserler ile sınır ve ev mekânlarının iç siyaset tartışmaları ile ilişkisini mekânı düzenlemedeki etkisi bakımından sunmaya çalışacağım. Bu açıdan sınır başlığı altında Heba Y. Amin’e ait olan “As Birds Flying”, Kasia Fudakowski’nin “Continuouslessness” ve Erkan Özgen’nin “Wonderland” eserlerini ele alacağım. Güvenlik ve dışlama başlığı altında Klara Liden “Untitled” ve Olaf Metzel’in “Sammestelle” adlı çalışmalarını inceleyeceğim. Chachkhiani “Life Track”, Pedro Gomez “Egona”, Mirak Jamal, isimsiz katmanları, Lee Miller “Hitlerin Evi” ve Andra Ursuta’nın “Kiler” ve “Yatak Odası” eserlerini de ev başlığı altında ele alacağım. Çalışmada eserlerin görsellerinden faydalanılacaktır. Farklı kimliklerin ortak paylaşımları olarak sınır ve ev ile güvenlik “ihtiyacı” tartışmaya açılacaktır. Gerek ev, gerek ülke ekseninde gözetleme faaliyetinin devreye girmesi ile mekânlardaki ayırıcı unsurların ön plana çıkması refleksi konu edinilecektir. Mekânları birbirinden ayırma fikri üzerine tartışılacaktır. Bu ayırma fikri ile ayrılmış mekânlarda aslında ortak his ve pratiklerin var olduğu vurgusu yapılacaktır. Bu ortaklık, ortak yaşam ve ortak pratikler sınır, güvenlik gibi kavramların farklılık dolayısıyla değil siyasi etkileşimler dolayısıyla keskinleştiğinden eserler örnekliğinde bahsedilecektir.
Yerin ve suyun üstü, yüzeyi ve altı mahlûkatın yaşadığı ve yaşamalarının sürekli birbiriyle karşı... more Yerin ve suyun üstü, yüzeyi ve altı mahlûkatın yaşadığı ve yaşamalarının sürekli birbiriyle karşılaştığı ve kesiştiği mekânlardır. Bir an için kendilerine verilen isimlerden bağımsız düşünürsek, bu mekânları sürekli kat edenlere “yaşayanlar” diyebiliriz. Ne var ki düşünce tarihi içinde insanın akıl, mantık ve dil gibi nitelikleri kendine has kılarak, sınıflandırıcı bir jestle yaşayanların geri kalanına yönelmesi, en genel anlamıyla yaşayanların “insan, hayvan ve bitki” olarak üç parça halinde düşünülmesine yol açmıştır. Bitki ve hayvanların “insanlar” tarafından sınıflandırılması ve bilinme biçimleri farklılık göstermiştir. Genel anlamda bu türden bir sınıflandırma üzerine muhtemelen yakın tarihli en önemli felsefi çalışmalardan biri Michel Foucault’nun Kelimeler ve Şeyler’idir. Henüz daha Önsöz’de, Foucault kitabın doğum yerini Jorge Luis Borges’in “John Wilkins’in Analitik Dili” adlı metnine atıfla bir gülüşe dikkat çeker. Bu gülüş Borges’in zikrettiği bir Çin Ansiklopedisi’nin hayvanları sınıflandırma biçiminedir. Bu kitapta hayvanlar, imparatora ait olanlar, içi saman doldurulmuş olanlar, evciller, süt domuzları, denizkızları, masalsılar, başıboş köpekler… testiyi kırmış olanlar, uzaktan sineğe benzeyenler gibi kategorilere ayrılır. Foucault bu sınıflandırmada birbirine uygun olmayan şeylerin yan yana getirilmesinden “daha beter bir düzensizlik” olduğunu düşünmektedir: “Şeyler burada öylesine farklı yerlere ‘yatırılmış’, ‘konulmuş’, ‘yerleştirilmiş’lerdir ki, onları kabul edecek bir mekân bulmak, onların her birinin altında ortak bir yer tanımlamak olanaksız hale gelmiştir.” Bu çalışma Borges’in kendine has sınıflandırmasından biri olan “imparatora ait” olan hayvanlardan yola çıkacaktır. Dolayısıyla siyasetin bir parçası olarak hayvanları düşünmenin tarihine odaklanılacaktır. Çalışma iki ayrı düzlemde işleyecektir. Bunlardan ilki kimi dönemlerde diplomatik ilişkilerde bir armağan olarak hayvan, ikincisi yöneticinin gücünün temsili açısından kendine ait olan hayvanları sergilediği bahçeler olacaktır. Hayvanın siyasi ilişkiler bağlamında bedeni, sergilendiği alanlar olarak ise bahçeler ele alınacağından makale, disiplinler arası bir literatür içermekle beraber siyaset, dil, mekan ve hayvan çalışmalarının kesişme noktasında konumlanmaktadır. Mekansal anlamda örneklem alanı olarak İstanbul’da bulunan Yıldız Parkı ele alınacaktır. Yıldız Parkı, Sultan Abdülhamit döneminde çeşitli hayvanlara ev sahipliği yapmıştır. Döneme ait görseller üzerinden hayvan ve siyasetin kesişme noktaları ele alınacaktır. Çalışmanın somutlaşması açısından; mekansal olarak görsel materyallerden, dil ve söylem açısından ise siyasi olarak seçilen hayvan temsilleri ve imparator ile bütünleşen hayvan fikrinden yola çıkılacaktır. Anahtar kelimeler: siyaset, hayvan, dil, bahçe, sınıflandırma, hayvanat bahçesi, yönetici, sergileme
Pak Bahadur: An Elephant who is “One of Us”
Rumeysa Çavuş
Mimar Sinan University of Fine Arts, T... more Pak Bahadur: An Elephant who is “One of Us” Rumeysa Çavuş Mimar Sinan University of Fine Arts, Turkey
Ömer Faruk Peksöz Boğaziçi University, Turkey
Key Words: zoo, animal, exhibition, Pak Bahadur, heterotopia
In its long history, “humanity” has always encountered animals. In these encounters, sometimes human beings approached animals as mystical creatures, and sometimes domesticated and employed them within the processes of production. Since 1700s, a new way of engaging with the animals has proliferated: exhibitioning animals and thereby employing them as visual and educational elements. In doing so, we are naming them in their enclosed spaces, and we are rendering them into “national” elements. In this study zoos, in a Foucauldian vocabulary, are to be examined as heterotopic spaces. It is almost normal for us today to regard the animal life in zoos as if it is the natural life, although many of the animals in the zoos do not coexist in their natural environments. We are proposing to explicate the zoo as a heterotopic space with an exemplary animal from İzmir Doğal Yaşam Parkı (Natural Life Park of İzmir). We will detail our reading of zoos through an “elephant” which was given to this zoo as a gift. The name of the elephant is “Pak Bahadur”. “Pak Bahadur” became the symbol of İzmir after its arrival in the zoo and long life therein. Public interest regards Pak Bahadur as “one of us”. In its late years in Turkey, it became a “nationalized” animal as Turkey’s national pride. Pak Bahadur was buried in a traditional funeral ceremony upon his death. In this presentation, we are planning to demonstrate the life of an elephant in a Turkish zoo. In this demonstration, the zoo is to be regarded as a heterotopic space and a minor sociological of this study will reveal a singular example of animal exhibitions in which an elephant in a zoo becomes a national symbol
Nasıl olur da doğal yaşamı ve türü tehlikede olan hayvanları koruma misyonunu benimseyen hayvanat... more Nasıl olur da doğal yaşamı ve türü tehlikede olan hayvanları koruma misyonunu benimseyen hayvanat bahçeleri herhangi bir sebeple hayvanları öldürebilir? Bu kitap, bu soruyu sormaktan ziyade bu soruya verilen cevapları, üretilen söylemleri, meşrulaştırma gayretlerini ve tüm bunların toplumsal anlamını sorgulamayı amaçlıyor. Kitapta; hayvanat bahçesi ve zooloji müzesi kurumlarının işlevleri ve bu kurumlarda yerleşik hâle gelen uygulamaların meşrulaştırıldığı argümanlar, hayvanların yaşam ve ölümlerinin sorunsallaştığı vakalar üzerinden ele alınmaktadır.
“Rumeysa Çavuş'un derslerimden yola çıkarak çalıştığı ve yazdığı kitabın konusu, insan toplumlarının sosyolojisini yapmaktansa hayvanların nasıl kafese konulduğunu, onların serbest hayatlarının nasıl bir gösteri toplumu nesnesine dönüştürüldüğünü konu etmektedir. Bir bakıma, aslında sömürgecilik ile başlayan ve işgal topraklarından gelen zenginliklerin yanında Batı dünyasının hayvanları saray ve etrafı için teşhir etme pratiklerinin modern toplumlarda sirk dünyası da buna dâhil edilerek nasıl sunulduğunu bizim için sorunsallaştırmaktadır”.
Ali Akay
In this article, in an attempt to analyze the crisis caused by the images of imported plastic was... more In this article, in an attempt to analyze the crisis caused by the images of imported plastic waste, we consider the relationship between waste and its meaning in the case of geographical dislocation and de- and re-contextualization processes. Our analysis is guided by two recent concepts: The Wasteocene and semiocide. While the Wasteocene clarifies the signifying mechanisms of this period, semiocide allows us to understand which signs, under what conditions, are rendered invisible or disregardable. In coining the concept of semiocide, Ivar Puura emphasized two key features of the phenomenon. Following this distinction, which is based on (un)intentionality, semiocide refers either to a fully conscious, perhaps even hostile, attempt to destroy a semiotic configuration, or to a completely nonconscious, unaware process in which the unawareness itself is the source of the destruction. Although a more cultural approach dominates in Puura’s assertion of the concept, the concept is applicable to human classification, interpretation and transformation of nature (Maran, 2013; Tønnessen et al., 2015). Focusing on the case of Adana as a recent example of a global waste crisis, our aim is to provide a (bio)semiotic framework for assessing how and under what conditions plastic materials become arbiters of environmental and political crises. With heaps of plastic garbage with foreign names on them, the discourse of recycling, restricted media coverage, public indignation, the struggles of environmentalist organizations, and the encounter of different spatio-temporalities, our study aims to convey an impoverished narrative of a city in the south of Türkiye.
In this article, in an attempt to analyze the crisis caused by the images of imported plastic was... more In this article, in an attempt to analyze the crisis caused by the images of imported plastic waste, we consider the relationship between waste and its meaning in the case of geographical dislocation and de- and re-contextualization processes. Our analysis is guided by two recent concepts: The Wasteocene and semiocide. While the Wasteocene clarifies the signifying mechanisms of this period, semiocide allows us to understand which signs, under what conditions, are rendered invisible or disregardable. In coining the concept of semiocide, Ivar Puura emphasized two key features of the phenomenon. Following this distinction, which is based on (un)intentionality, semiocide refers either to a fully conscious, perhaps even hostile, attempt to destroy a semiotic configuration, or to a completely nonconscious, unaware process in which the unawareness itself is the source of the destruction. Although a more cultural approach dominates in Puura’s assertion of the concept, the concept is applicable to human classification, interpretation and transformation of nature (Maran, 2013; Tønnessen et al., 2015). Focusing on the case of Adana as a recent example of a global waste crisis, our aim is to provide a (bio)semiotic framework for assessing how and under what conditions plastic materials become arbiters of environmental and political crises. With heaps of plastic garbage with foreign names on them, the discourse of recycling, restricted media coverage, public indignation, the struggles of environmentalist organizations, and the encounter of different spatio-temporalities, our study aims to convey an impoverished narrative of a city in the south of Türkiye.
Siyah yelesi ile Hwange Ulusal Parkı'nın simgesi haline gelen Aslan Cecil, 2015 yılında “dünyanın... more Siyah yelesi ile Hwange Ulusal Parkı'nın simgesi haline gelen Aslan Cecil, 2015 yılında “dünyanın her yerine ava giden” Amerikalı diş hekimi Dr. Walter Palmer tarafından Zimbabve’deki Hwange Ulusal Parkı’nda öldürüldü. Aslan Cecil’in altı yaşındaki oğlu Xanda da Hwange Ulusal Parkı'nın birkaç kilometre “dışında” vurularak öldürüldü. Bu makalede Aslan Cecil ve Dr. Walter Palmer vakası iki ana eksende incelenecektir. Bunlardan ilki mekânsal anlamda ulusal park sınırlarını tartışmaya açarak, hayvanların “öldürülebilir” oluşunu yasadışı kılan durumları ele alacaktır. Bir taraftan doğrudan hayvan öldürme vakasının ulusal park için belirlenen “sınırın dışında” gerçekleşmesi ile belirlenen yasanın nasıl etkisiz hale geldiği gösterilecektir. Diğer taraftan da Cecil’in ölümünden sorumlu olan “lisanslı” avcı Dr. Walter Palmer’ın vaka sonrası yazdığı itiraf mektubunda kullandığı ifadeler incelenecektir. Ardından Cecil vakası sonrasında avlanan hayvanların parçalarının nakliyesi ile ilgili havayolu firmalarının aldığı kararlar incelenecektir. Vaka sonrası Yaban Hayatı Koruma Araştırma Birimi (WildCRU) parkın dışındaki aslanları öldürmek “yasa dışı” olduğundan parkın çevresinde beş kilometrelik bir “av yasağı” talebinde bulunmuştur. Vakanın yaban hayata ilişkin sonuçları arasında ise Cecil’in ölümü sonrasında aslan hiyerarşisinde Cecil’in ardından gelen Jericho’nın kendi kanından aslanların yaşaması için Cecil’e ait olan yavruları öldürmesi bulunmaktadır. Bu noktada makale ulusal parkla ilgili sınır ve yasa kavramlarını tartışmaya açacak, lisanslı bir avcının itiraf mektubunu ele alacak ve yaban hayatında hayvan ölümlerinin sonuçlarını değerlendirecektir. Dolayısıyla mekân, insan ve hayvan ilişkileri bağlamında yaşamın ve ölümün sorunsallaşmasını inceleyecektir.
Modern düşünce sistemi ile yükselen ulus devletler önceleri bünyelerindeki çeşitli farklılıkları ... more Modern düşünce sistemi ile yükselen ulus devletler önceleri bünyelerindeki çeşitli farklılıkları tasfiye etmeyi amaçlamışlardır. Fakat sonraları bu farklılıklara çeşitlilik olarak yaklaşmışlardır. Ulus devlet tarafından altı çizilen farklılıklar arasındaki çatışmaya ise uyuşmazlık denmiştir. Ulus devletlerin yıllardır kendi eliyle beslediği, kurguladığı uyuşmazlığın açmazlarından yine ulus devletler çokkültürcülük ile çıkmayı hedeflemektedir. Farklılıkların tasfiye edilmesi ve uyuşmazlık olarak belirlenmesi sonrasında ise farklılıkların zenginliğine vurgu yapılmasını ekonomik süreçlerden bağımsız düşünemeyiz. Bu yüzden bu makale bu zamana dek yazılmış çoğunluğun bildiği ve kabul ettiği tarihsel verilerden çok, -ekonomik faktörler ve çokkültürcülüğü de konu alan- minör bir göç tarihi denemesidir. Göçü farklı dalgalarda bire bir pratik etmiş olan Rukiye Hacıyeva ve Fatma Pehlivan’ın anlatıları esas alınarak oluşturulmuştur. Ayrıca makale göç ile ilgili genel geçer bir tespit yapma idealini taşımamaktadır. Anahtar Kelimeler: Çokkültürcülük, Uyuşmazlık, Göç, Ulus Devlet, Çeşitlilik, Muhacir Immigration: The Most Ancient of Fates Abstract Nation-states that emerged within modern thinking at first aimed at eliminating the differences. In time, diversity became a new name for those differences. The discrepancies that were underlined by nation-states were named as conflicts. The impasse as the result of such conflicts which have been organized by the nation-states themselves is tried to be overcome through multiculturalism. Elimination of the differences, the invention of diversity, and the restoration of honour through multiculturalism cannot be considered without economic processes. Hence, this paper is an attempt to write a minor migration history within and through economic factors and multiculturalism, rather than widely-known historical data. This study is constructed with the narratives of Rukiye Hacıyeva and Fatma Pehlivan, who experienced the migration at different times. Key words: Multiculturalism, Conflict, Migration, Nation-state, Diversity, Immigrant
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Sayı 12 Güz 2015 ISSN 1309-4815
III. Türkiye Lisansüstü Çalışmalar Kongresi Kongre Kitabı
Bu makale; İstanbul özelinde kent içi ulaşım imkânlarına dair yürütülen projeler ve bu projeler i... more Bu makale; İstanbul özelinde kent içi ulaşım imkânlarına dair yürütülen projeler ve bu projeler ile eşanlı olarak devam eden, kentsel dönüşüm ve çeperde oluşan ‘ucuz’ yeni konutların, cazibe mekânı oluş serüvenini konu edinmektedir. Makaleyi benzerlerinden ayrı kılan; kentin çeperine doğru oluşan ilksel “ucuz” konutlara göç hareketini oluşturan kitle ya da çalışan nüfusun, -bu konutların ulaşım ağlarıyla merkeze yakınlığı söylemi sebebiyle değerinin artması sonucunda- “çeperin de çeperine” göçünü incelemektir. Ayrıca bu makalede “çeperin de çeperine göç” hareketinin kavramsallaştırılması örnekler yardımıyla yapılacaktır. “Çeperin de çeperine” başlayan kent içi yeni göç dalgası hem kavram hem de kentin yeni ama planlanmış bir gerçekliği olarak kendisini konu almayı mecburi kılmaktadır. Makalenin inceleme alanı olarak İstanbul’un çeperinde bulunan konut alanlarını popüler kılan ulaşım ağlarına odaklanılacaktır. Bu odaklanma; çalışan nüfusun merkezden tahliyesi üzerinden, konut alanlarının inşası ile kentin ayrışmasına dikkat çekecektir. Çalışmanın tahliye araçları olarak belirlediği, özellikle raylı ulaşım araçları olacaktır. Kentin çeperinden merkeze doğru ya da merkezden çepere doğru oluşan hareket; çalışan nüfus, konut alanları ve kentsel ayrışma bağlamında tartışılacaktır. Ayrıca bu çalışma kentte ev sahibi olma söylemi ve kentsel politikalar ile bunun mümkünlüğünü içermektedir. Yine bu çalışma; çalışan nüfusun benzer söylemler ile ulaşım kolaylığı vaatleriyle nasıl da kentin çeperine yığıldığını göstermektedir. Bu bağlamdan hareketle yer alan tartışmalar, farklı teorik bakışların yanı sıra görsel materyaller ve birebir mülakatlar ile desteklenecektir.
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyal Bilimler 7/2013 Yayını ISSN 1309-4815
Modern siyaset biçiminin ayırt edici tarafının tahakkümcü olmayıp, özellikle beden üzerinden işle... more Modern siyaset biçiminin ayırt edici tarafının tahakkümcü olmayıp, özellikle beden üzerinden işleyen bir düzenlemeler toplamına dayalı “iktidar ilişkileri” olduğu Michel Foucault’dan beri aşina olduğumuz bir bakış açısıdır. Siyasi erkin kent düzenlemesinde, ekseriyetle parklar ve bahçeleri düzenlerken, insan bedeni ve dolayısıyla yaşamını düzenlediğini ifade edebiliriz. İktidar ilişkileri dediğimizde tahakkümü bilhassa kastetmiyoruzdur ki bu da ilişkinin öbür tarafını, yani halk kitlesini de okumayı gerektirir. İşte tam da bu noktada Michel de Certeau’nun ‘strateji’ ve ‘taktik’ kavramları işe dahil oluyor. Bu toplamdan hareketle, bu makale, siyasi erkin bedeni kent içindeki düzenleme ‘strateji’sine, insanlar tarafından tek tek ‘taktik’ler geliştirildiğini iddia etmektedir. İddia, Başakşehir Sular Vadisi örneğinde insanların düzenlenmiş ‘doğa’da kendi açılarından bir karşı-düzenleme gayreti içinde oldukları göz önüne alınarak, bu örnek durum içerisinde açımlanacaktır.
Kent, yalnızca mimarinin ya da planlama yaklaşımlarının konusu olan bir gerçeklik değildir. Kent... more Kent, yalnızca mimarinin ya da planlama yaklaşımlarının konusu olan bir gerçeklik değildir. Kentlere dönük her üretimi ya da mimar/plancı müdahalesini çeşitli toplumsal nedenler çerçevesinde anlamak ve toplumsal etki ve maliyetleri çerçevesinde değerlendirmek de gerekir. Bu açıdan bakıldığında, değerlerin analize katılması ayrı bir önem taşımaktadır.
Kitaptaki yazıların ana fikri, kentsel yaşamın kalitesinin yükseltilmesi, toplumsal adalet, eşitlik ve katılımın artırılması, yoksulluğun azaltılması gibi pek çok konunun aynı zamanda insanca yaşamanın asgari gerekleri olduğu ve kentsel sorunlara dair analizlerin eylemsel sonuçları bulunması gerektiği kabulüne yaslanmaktadır. Bu açıdan bakıldığında, kitapta yer alan makaleler hem toplumsal politika yapıcıların hem de kentin sakinleri olarak bizlerin bu konularda ne yapmamız gerektiğine dair ipuçlarını da içinde barındırmaktadır.
Katkıda Bulunanlar Alev Erkilet, Ahmet Yusuf Yüksek, Ömür Nihal Karaarslan, Faruk Karaarslan, Gökçen Kılınç Ürkmez, Yunus Çolak, Meryem Küçük, Rumeysa Çavuş, Elif Merve Gürer, Özlemnur Ataol-Akpınar
Kent, hayvanların dışarıda bırakıldığı düzenlenmiş mekanlardan oluşmaktadır. Dolayısıyla kentte i... more Kent, hayvanların dışarıda bırakıldığı düzenlenmiş mekanlardan oluşmaktadır. Dolayısıyla kentte insan ve hayvan karşılaşmaları, hayvanların ait olduğu doğal ortamın “canlandırıldığı” mekanlarda gerçekleştirilmektedir. Kent mekânlarındaki hayvanat bahçeleri ve akvaryumlar bu türden karşılaşma örnekleridir. Hayvan bedeninin bir düzenleme aracı olarak mekân tasarımına dahil edilmesi ile söz konusu mekânlar karşımıza “boş zaman aktivitesi”, “eğlenerek öğrenme” ve “tüketim” başlıkları altında çıkmaktadır. Bu çalışma kentte tüketim mekânlarının düzenlenmesinde hayvan imgesinin kullanılmasını İstanbul Akvaryum (Florya) özelinde ele alacaktır. Dünyanın en büyük tematik akvaryumu unvanını taşıyan İstanbul Akvaryum, deniz hayvanlarının kendilerine ayrılan içi su dolu camekânlarda canlı olarak sergilendiği bir mekândır. Mekân kentte ikamet eden nüfusa eğlence, boş zaman aktivitesi ve alışveriş “imkânları” vaat etmektedir. Kent mekânında yer alan ve küratörler tarafından düzenlenen bu mekân, hayvanların sergilenmesini hem yetişkinlere hem de çocuklara bir cazibe unsuru olarak sunmaktadır. Çizgi film karakterlerinin köpek balığı ile buluşmasından, mini konserlere ve sihirbazlık gösterilerine kadar mekân içerisinde yer alan her şey hayvan görüntüleri ile düzenlenmektedir. Bu çalışma kent içerisinde hayvanlar üzerinden düzenlenmiş, alternatif bir tüketim mekânı olarak İstanbul Akvaryum’u ve deniz hayvanlarının sergilenmesini, bu sergileme etrafında örgütlenen eğitim, eğlence ve tüketim başlıklarıyla ilişkisini inceleyecektir. Vakanın incelenmesinde mekâna yapılacak olan ziyaretlerde elde edilen görsel materyallerden faydalanılacaktır.
Yakın bir tarihte düzenlenen 15. İstanbul Bienali komşu ve komşuluk fikrini farklı performanslar ... more Yakın bir tarihte düzenlenen 15. İstanbul Bienali komşu ve komşuluk fikrini farklı performanslar ve mekânlarla ziyaretçilere sundu. İstanbul Bienali kapsamında işlenen komşu fikri, çalışmamda sınır, güvenlik ve ev ekseninde yeniden tartışmaya açılacaktır. Bu çalışma, komşuluk fikrindeki değişimin bir ülkenin iç siyasetindeki değişmeyle yakından ilişkisine mekân özelinde odaklanacaktır. Çalışmanın ilgi çeken kısmı bu etkileşimin, evlerimizden ülke sınırlarına uzanışında komşu kavramının güvenlik fikri ile gündeme gelmesidir. Sınır, güvenlik ve ev başlıkları ile sınırlandırdığım ve sınıflandırdığım eserler ile sınır ve ev mekânlarının iç siyaset tartışmaları ile ilişkisini mekânı düzenlemedeki etkisi bakımından sunmaya çalışacağım. Bu açıdan sınır başlığı altında Heba Y. Amin’e ait olan “As Birds Flying”, Kasia Fudakowski’nin “Continuouslessness” ve Erkan Özgen’nin “Wonderland” eserlerini ele alacağım. Güvenlik ve dışlama başlığı altında Klara Liden “Untitled” ve Olaf Metzel’in “Sammestelle” adlı çalışmalarını inceleyeceğim. Chachkhiani “Life Track”, Pedro Gomez “Egona”, Mirak Jamal, isimsiz katmanları, Lee Miller “Hitlerin Evi” ve Andra Ursuta’nın “Kiler” ve “Yatak Odası” eserlerini de ev başlığı altında ele alacağım. Çalışmada eserlerin görsellerinden faydalanılacaktır. Farklı kimliklerin ortak paylaşımları olarak sınır ve ev ile güvenlik “ihtiyacı” tartışmaya açılacaktır. Gerek ev, gerek ülke ekseninde gözetleme faaliyetinin devreye girmesi ile mekânlardaki ayırıcı unsurların ön plana çıkması refleksi konu edinilecektir. Mekânları birbirinden ayırma fikri üzerine tartışılacaktır. Bu ayırma fikri ile ayrılmış mekânlarda aslında ortak his ve pratiklerin var olduğu vurgusu yapılacaktır. Bu ortaklık, ortak yaşam ve ortak pratikler sınır, güvenlik gibi kavramların farklılık dolayısıyla değil siyasi etkileşimler dolayısıyla keskinleştiğinden eserler örnekliğinde bahsedilecektir.
Yerin ve suyun üstü, yüzeyi ve altı mahlûkatın yaşadığı ve yaşamalarının sürekli birbiriyle karşı... more Yerin ve suyun üstü, yüzeyi ve altı mahlûkatın yaşadığı ve yaşamalarının sürekli birbiriyle karşılaştığı ve kesiştiği mekânlardır. Bir an için kendilerine verilen isimlerden bağımsız düşünürsek, bu mekânları sürekli kat edenlere “yaşayanlar” diyebiliriz. Ne var ki düşünce tarihi içinde insanın akıl, mantık ve dil gibi nitelikleri kendine has kılarak, sınıflandırıcı bir jestle yaşayanların geri kalanına yönelmesi, en genel anlamıyla yaşayanların “insan, hayvan ve bitki” olarak üç parça halinde düşünülmesine yol açmıştır. Bitki ve hayvanların “insanlar” tarafından sınıflandırılması ve bilinme biçimleri farklılık göstermiştir. Genel anlamda bu türden bir sınıflandırma üzerine muhtemelen yakın tarihli en önemli felsefi çalışmalardan biri Michel Foucault’nun Kelimeler ve Şeyler’idir. Henüz daha Önsöz’de, Foucault kitabın doğum yerini Jorge Luis Borges’in “John Wilkins’in Analitik Dili” adlı metnine atıfla bir gülüşe dikkat çeker. Bu gülüş Borges’in zikrettiği bir Çin Ansiklopedisi’nin hayvanları sınıflandırma biçiminedir. Bu kitapta hayvanlar, imparatora ait olanlar, içi saman doldurulmuş olanlar, evciller, süt domuzları, denizkızları, masalsılar, başıboş köpekler… testiyi kırmış olanlar, uzaktan sineğe benzeyenler gibi kategorilere ayrılır. Foucault bu sınıflandırmada birbirine uygun olmayan şeylerin yan yana getirilmesinden “daha beter bir düzensizlik” olduğunu düşünmektedir: “Şeyler burada öylesine farklı yerlere ‘yatırılmış’, ‘konulmuş’, ‘yerleştirilmiş’lerdir ki, onları kabul edecek bir mekân bulmak, onların her birinin altında ortak bir yer tanımlamak olanaksız hale gelmiştir.” Bu çalışma Borges’in kendine has sınıflandırmasından biri olan “imparatora ait” olan hayvanlardan yola çıkacaktır. Dolayısıyla siyasetin bir parçası olarak hayvanları düşünmenin tarihine odaklanılacaktır. Çalışma iki ayrı düzlemde işleyecektir. Bunlardan ilki kimi dönemlerde diplomatik ilişkilerde bir armağan olarak hayvan, ikincisi yöneticinin gücünün temsili açısından kendine ait olan hayvanları sergilediği bahçeler olacaktır. Hayvanın siyasi ilişkiler bağlamında bedeni, sergilendiği alanlar olarak ise bahçeler ele alınacağından makale, disiplinler arası bir literatür içermekle beraber siyaset, dil, mekan ve hayvan çalışmalarının kesişme noktasında konumlanmaktadır. Mekansal anlamda örneklem alanı olarak İstanbul’da bulunan Yıldız Parkı ele alınacaktır. Yıldız Parkı, Sultan Abdülhamit döneminde çeşitli hayvanlara ev sahipliği yapmıştır. Döneme ait görseller üzerinden hayvan ve siyasetin kesişme noktaları ele alınacaktır. Çalışmanın somutlaşması açısından; mekansal olarak görsel materyallerden, dil ve söylem açısından ise siyasi olarak seçilen hayvan temsilleri ve imparator ile bütünleşen hayvan fikrinden yola çıkılacaktır. Anahtar kelimeler: siyaset, hayvan, dil, bahçe, sınıflandırma, hayvanat bahçesi, yönetici, sergileme
Pak Bahadur: An Elephant who is “One of Us”
Rumeysa Çavuş
Mimar Sinan University of Fine Arts, T... more Pak Bahadur: An Elephant who is “One of Us” Rumeysa Çavuş Mimar Sinan University of Fine Arts, Turkey
Ömer Faruk Peksöz Boğaziçi University, Turkey
Key Words: zoo, animal, exhibition, Pak Bahadur, heterotopia
In its long history, “humanity” has always encountered animals. In these encounters, sometimes human beings approached animals as mystical creatures, and sometimes domesticated and employed them within the processes of production. Since 1700s, a new way of engaging with the animals has proliferated: exhibitioning animals and thereby employing them as visual and educational elements. In doing so, we are naming them in their enclosed spaces, and we are rendering them into “national” elements. In this study zoos, in a Foucauldian vocabulary, are to be examined as heterotopic spaces. It is almost normal for us today to regard the animal life in zoos as if it is the natural life, although many of the animals in the zoos do not coexist in their natural environments. We are proposing to explicate the zoo as a heterotopic space with an exemplary animal from İzmir Doğal Yaşam Parkı (Natural Life Park of İzmir). We will detail our reading of zoos through an “elephant” which was given to this zoo as a gift. The name of the elephant is “Pak Bahadur”. “Pak Bahadur” became the symbol of İzmir after its arrival in the zoo and long life therein. Public interest regards Pak Bahadur as “one of us”. In its late years in Turkey, it became a “nationalized” animal as Turkey’s national pride. Pak Bahadur was buried in a traditional funeral ceremony upon his death. In this presentation, we are planning to demonstrate the life of an elephant in a Turkish zoo. In this demonstration, the zoo is to be regarded as a heterotopic space and a minor sociological of this study will reveal a singular example of animal exhibitions in which an elephant in a zoo becomes a national symbol
The aim of this thesis is to analyse the ways the regulation of spaces entail the regulation of ... more The aim of this thesis is to analyse the ways the regulation of spaces entail the regulation of bodies and life within the case of İstanbul Başakşehir Sular Vadisi Parkı and through a reading of Michel Foucault’s concepts of biopower, disciplinary power, and technologies of security. The departing point of this research is the question of explicating the manner in which biopower regulates the individuals and multitudes via the example of landscape design. Besides, the parallels between the attitudes towards the governing of landscape design and of people are to be analysed. Landscape design is to be read as the exemplar of the fragmentary and micro-size mechanisms of power. That the plant materials separately or as a multitude or population are addressed by the existing power relations is to be analysed with Foucault’s concepts of disciplinary power which cares for people as individuals and technologies of security which regulate the population as a whole. The way power relations engage with plant materials separately or as a multiplicity has parallels with the way individuals and populations are governed in the modern era. The manifest difference between governing nature and people blurs within urban landscape design which is inseparable from the modern urban spaces. To be clear and concise, I will exemplify my thesis through a participant observation study of Sular Vadisi Parkı.
Özet Bu tezin amacı Michel Foucault’nun biyoiktidar, disipliner iktidar ve güvenlik teknolojileri kavramlarından hareket ile İstanbul Başakşehir Sular Vadisi Parkı’nın peyzajı örneğinde mekânın düzenlenmesinin yaşamı ve bedenleri nasıl düzenlediğini incelemektir. Bu araştırmanın çıkış noktası peyzaj düzenlemeleri üzerinden iktidarın biyoiktidar olarak bireyi ve çoklukları nasıl düzenlediği meselesidir. Aynı zamanda peyzaj düzenlemesine dair yaklaşımların insana dair yaklaşımlarla paralellik göstermesi de ele alınacaktır. Peyzaj düzenlemeleri iktidarın mikro ve parçalı işleyişine örnek olarak okunacaktır. Parklardaki bitki materyallerinin tek tek ve bir çokluk ya da nüfus olarak toplu halde iktidar ilişkilerinin muhatabı olmasını, Foucault’nun biyoiktidar kavramı altında geliştirdiği bireylerle tek tek ilgilenen disipliner iktidar ve nüfusu bir bütün halinde düzenleyen güvenlik teknolojileri kavramlarıyla birlikte inceleyeceğim. İktidar ilişkilerinin parklardaki bitki materyalleriyle tek tek ve bir bütün olarak ilişkilenme biçimleri, modern dönemde bireylerin ve nüfusların yönetilme biçimiyle paralellikler gösterir. İki farklı alan olarak görünen doğa ve insanların yönetimleri arasındaki ayrım, kent mekânının artık ayrılmaz bir parçası olan parklarda belirsizleşmeye ve kapanmaya başlar. Foucault düşüncesi ve peyzaj düzenlemeleri arasındaki ilişkiyi açıkça sunabilmek için tezimi Sular Vadisi Parkı üzerinden örneklendireceğim.
Türkiye Dil ve Edebiyat Derneği Olağan Hikaye (9. Sayı), 2022
Fragmanlar halinde yazacağım bu yazıda söylemek istediklerimin büyük bir çoğunluğu sosyolojiye ai... more Fragmanlar halinde yazacağım bu yazıda söylemek istediklerimin büyük bir çoğunluğu sosyolojiye aitmiş gibi dursa da aslında sosyoloji, felsefe, psikoloji, psikiyatri, antropoloji ve edebiyat gibi pek çok disiplinin içinde yer alıyor. Bu bir biyografi. Yani başka birinden bahsediyor. Dolayısıyla sosyoloji için bir vaka. Bu bakımdan Michel Foucault'nun çalışma
Uploads
Books
“Rumeysa Çavuş'un derslerimden yola çıkarak çalıştığı ve yazdığı kitabın konusu, insan toplumlarının sosyolojisini yapmaktansa hayvanların nasıl kafese konulduğunu, onların serbest hayatlarının nasıl bir gösteri toplumu nesnesine dönüştürüldüğünü konu etmektedir. Bir bakıma, aslında sömürgecilik ile başlayan ve işgal topraklarından gelen zenginliklerin yanında Batı dünyasının hayvanları saray ve etrafı için teşhir etme pratiklerinin modern toplumlarda sirk dünyası da buna dâhil edilerek nasıl sunulduğunu bizim için sorunsallaştırmaktadır”.
Ali Akay
Papers
Anahtar Kelimeler: Çokkültürcülük, Uyuşmazlık, Göç, Ulus Devlet, Çeşitlilik, Muhacir
Immigration: The Most Ancient of Fates
Abstract
Nation-states that emerged within modern thinking at first aimed at eliminating the differences. In time, diversity became a new name for those differences. The discrepancies that were underlined by nation-states were named as conflicts. The impasse as the result of such conflicts which have been organized by the nation-states themselves is tried to be overcome through multiculturalism. Elimination of the differences, the invention of diversity, and the restoration of honour through multiculturalism cannot be considered without economic processes. Hence, this paper is an attempt to write a minor migration history within and through economic factors and multiculturalism, rather than widely-known historical data. This study is constructed with the narratives of Rukiye Hacıyeva and Fatma Pehlivan, who experienced the migration at different times.
Key words: Multiculturalism, Conflict, Migration, Nation-state, Diversity, Immigrant
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Sayı 12 Güz 2015 ISSN 1309-4815
Book Chapter
Kitaptaki yazıların ana fikri, kentsel yaşamın kalitesinin yükseltilmesi, toplumsal adalet, eşitlik ve katılımın artırılması, yoksulluğun azaltılması gibi pek çok konunun aynı zamanda insanca yaşamanın asgari gerekleri olduğu ve kentsel sorunlara dair analizlerin eylemsel sonuçları bulunması gerektiği kabulüne yaslanmaktadır. Bu açıdan bakıldığında, kitapta yer alan makaleler hem toplumsal politika yapıcıların hem de kentin sakinleri olarak bizlerin bu konularda ne yapmamız gerektiğine dair ipuçlarını da içinde barındırmaktadır.
Katkıda Bulunanlar
Alev Erkilet, Ahmet Yusuf Yüksek, Ömür Nihal Karaarslan, Faruk Karaarslan, Gökçen Kılınç Ürkmez, Yunus Çolak, Meryem Küçük, Rumeysa Çavuş, Elif Merve Gürer, Özlemnur Ataol-Akpınar
Conference Presentations
Genel anlamda bu türden bir sınıflandırma üzerine muhtemelen yakın tarihli en önemli felsefi çalışmalardan biri Michel Foucault’nun Kelimeler ve Şeyler’idir. Henüz daha Önsöz’de, Foucault kitabın doğum yerini Jorge Luis Borges’in “John Wilkins’in Analitik Dili” adlı metnine atıfla bir gülüşe dikkat çeker. Bu gülüş Borges’in zikrettiği bir Çin Ansiklopedisi’nin hayvanları sınıflandırma biçiminedir. Bu kitapta hayvanlar, imparatora ait olanlar, içi saman doldurulmuş olanlar, evciller, süt domuzları, denizkızları, masalsılar, başıboş köpekler… testiyi kırmış olanlar, uzaktan sineğe benzeyenler gibi kategorilere ayrılır. Foucault bu sınıflandırmada birbirine uygun olmayan şeylerin yan yana getirilmesinden “daha beter bir düzensizlik” olduğunu düşünmektedir: “Şeyler burada öylesine farklı yerlere ‘yatırılmış’, ‘konulmuş’, ‘yerleştirilmiş’lerdir ki, onları kabul edecek bir mekân bulmak, onların her birinin altında ortak bir yer tanımlamak olanaksız hale gelmiştir.”
Bu çalışma Borges’in kendine has sınıflandırmasından biri olan “imparatora ait” olan hayvanlardan yola çıkacaktır. Dolayısıyla siyasetin bir parçası olarak hayvanları düşünmenin tarihine odaklanılacaktır. Çalışma iki ayrı düzlemde işleyecektir. Bunlardan ilki kimi dönemlerde diplomatik ilişkilerde bir armağan olarak hayvan, ikincisi yöneticinin gücünün temsili açısından kendine ait olan hayvanları sergilediği bahçeler olacaktır. Hayvanın siyasi ilişkiler bağlamında bedeni, sergilendiği alanlar olarak ise bahçeler ele alınacağından makale, disiplinler arası bir literatür içermekle beraber siyaset, dil, mekan ve hayvan çalışmalarının kesişme noktasında konumlanmaktadır. Mekansal anlamda örneklem alanı olarak İstanbul’da bulunan Yıldız Parkı ele alınacaktır. Yıldız Parkı, Sultan Abdülhamit döneminde çeşitli hayvanlara ev sahipliği yapmıştır. Döneme ait görseller üzerinden hayvan ve siyasetin kesişme noktaları ele alınacaktır. Çalışmanın somutlaşması açısından; mekansal olarak görsel materyallerden, dil ve söylem açısından ise siyasi olarak seçilen hayvan temsilleri ve imparator ile bütünleşen hayvan fikrinden yola çıkılacaktır.
Anahtar kelimeler: siyaset, hayvan, dil, bahçe, sınıflandırma, hayvanat bahçesi, yönetici, sergileme
Rumeysa Çavuş
Mimar Sinan University of Fine Arts, Turkey
Ömer Faruk Peksöz
Boğaziçi University, Turkey
Key Words:
zoo, animal, exhibition, Pak Bahadur, heterotopia
In its long history, “humanity” has always encountered animals. In these encounters, sometimes human beings approached animals as mystical creatures, and sometimes domesticated and employed them within the processes of production. Since 1700s, a new way of engaging with the animals has proliferated: exhibitioning animals and thereby employing them as visual and educational elements. In doing so, we are naming them in their enclosed spaces, and we are rendering them into “national” elements. In this study zoos, in a Foucauldian vocabulary, are to be examined as heterotopic spaces. It is almost normal for us today to regard the animal life in zoos as if it is the natural life, although many of the animals in the zoos do not coexist in their natural environments. We are proposing to explicate the zoo as a heterotopic space with an exemplary animal from İzmir Doğal Yaşam Parkı (Natural Life Park of İzmir). We will detail our reading of zoos through an “elephant” which was given to this zoo as a gift. The name of the elephant is “Pak Bahadur”. “Pak Bahadur” became the symbol of İzmir after its arrival in the zoo and long life therein. Public interest regards Pak Bahadur as “one of us”. In its late years in Turkey, it became a “nationalized” animal as Turkey’s national pride. Pak Bahadur was buried in a traditional funeral ceremony upon his death. In this presentation, we are planning to demonstrate the life of an elephant in a Turkish zoo. In this demonstration, the zoo is to be regarded as a heterotopic space and a minor sociological of this study will reveal a singular example of animal exhibitions in which an elephant in a zoo becomes a national symbol
“Rumeysa Çavuş'un derslerimden yola çıkarak çalıştığı ve yazdığı kitabın konusu, insan toplumlarının sosyolojisini yapmaktansa hayvanların nasıl kafese konulduğunu, onların serbest hayatlarının nasıl bir gösteri toplumu nesnesine dönüştürüldüğünü konu etmektedir. Bir bakıma, aslında sömürgecilik ile başlayan ve işgal topraklarından gelen zenginliklerin yanında Batı dünyasının hayvanları saray ve etrafı için teşhir etme pratiklerinin modern toplumlarda sirk dünyası da buna dâhil edilerek nasıl sunulduğunu bizim için sorunsallaştırmaktadır”.
Ali Akay
Anahtar Kelimeler: Çokkültürcülük, Uyuşmazlık, Göç, Ulus Devlet, Çeşitlilik, Muhacir
Immigration: The Most Ancient of Fates
Abstract
Nation-states that emerged within modern thinking at first aimed at eliminating the differences. In time, diversity became a new name for those differences. The discrepancies that were underlined by nation-states were named as conflicts. The impasse as the result of such conflicts which have been organized by the nation-states themselves is tried to be overcome through multiculturalism. Elimination of the differences, the invention of diversity, and the restoration of honour through multiculturalism cannot be considered without economic processes. Hence, this paper is an attempt to write a minor migration history within and through economic factors and multiculturalism, rather than widely-known historical data. This study is constructed with the narratives of Rukiye Hacıyeva and Fatma Pehlivan, who experienced the migration at different times.
Key words: Multiculturalism, Conflict, Migration, Nation-state, Diversity, Immigrant
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Sayı 12 Güz 2015 ISSN 1309-4815
Kitaptaki yazıların ana fikri, kentsel yaşamın kalitesinin yükseltilmesi, toplumsal adalet, eşitlik ve katılımın artırılması, yoksulluğun azaltılması gibi pek çok konunun aynı zamanda insanca yaşamanın asgari gerekleri olduğu ve kentsel sorunlara dair analizlerin eylemsel sonuçları bulunması gerektiği kabulüne yaslanmaktadır. Bu açıdan bakıldığında, kitapta yer alan makaleler hem toplumsal politika yapıcıların hem de kentin sakinleri olarak bizlerin bu konularda ne yapmamız gerektiğine dair ipuçlarını da içinde barındırmaktadır.
Katkıda Bulunanlar
Alev Erkilet, Ahmet Yusuf Yüksek, Ömür Nihal Karaarslan, Faruk Karaarslan, Gökçen Kılınç Ürkmez, Yunus Çolak, Meryem Küçük, Rumeysa Çavuş, Elif Merve Gürer, Özlemnur Ataol-Akpınar
Genel anlamda bu türden bir sınıflandırma üzerine muhtemelen yakın tarihli en önemli felsefi çalışmalardan biri Michel Foucault’nun Kelimeler ve Şeyler’idir. Henüz daha Önsöz’de, Foucault kitabın doğum yerini Jorge Luis Borges’in “John Wilkins’in Analitik Dili” adlı metnine atıfla bir gülüşe dikkat çeker. Bu gülüş Borges’in zikrettiği bir Çin Ansiklopedisi’nin hayvanları sınıflandırma biçiminedir. Bu kitapta hayvanlar, imparatora ait olanlar, içi saman doldurulmuş olanlar, evciller, süt domuzları, denizkızları, masalsılar, başıboş köpekler… testiyi kırmış olanlar, uzaktan sineğe benzeyenler gibi kategorilere ayrılır. Foucault bu sınıflandırmada birbirine uygun olmayan şeylerin yan yana getirilmesinden “daha beter bir düzensizlik” olduğunu düşünmektedir: “Şeyler burada öylesine farklı yerlere ‘yatırılmış’, ‘konulmuş’, ‘yerleştirilmiş’lerdir ki, onları kabul edecek bir mekân bulmak, onların her birinin altında ortak bir yer tanımlamak olanaksız hale gelmiştir.”
Bu çalışma Borges’in kendine has sınıflandırmasından biri olan “imparatora ait” olan hayvanlardan yola çıkacaktır. Dolayısıyla siyasetin bir parçası olarak hayvanları düşünmenin tarihine odaklanılacaktır. Çalışma iki ayrı düzlemde işleyecektir. Bunlardan ilki kimi dönemlerde diplomatik ilişkilerde bir armağan olarak hayvan, ikincisi yöneticinin gücünün temsili açısından kendine ait olan hayvanları sergilediği bahçeler olacaktır. Hayvanın siyasi ilişkiler bağlamında bedeni, sergilendiği alanlar olarak ise bahçeler ele alınacağından makale, disiplinler arası bir literatür içermekle beraber siyaset, dil, mekan ve hayvan çalışmalarının kesişme noktasında konumlanmaktadır. Mekansal anlamda örneklem alanı olarak İstanbul’da bulunan Yıldız Parkı ele alınacaktır. Yıldız Parkı, Sultan Abdülhamit döneminde çeşitli hayvanlara ev sahipliği yapmıştır. Döneme ait görseller üzerinden hayvan ve siyasetin kesişme noktaları ele alınacaktır. Çalışmanın somutlaşması açısından; mekansal olarak görsel materyallerden, dil ve söylem açısından ise siyasi olarak seçilen hayvan temsilleri ve imparator ile bütünleşen hayvan fikrinden yola çıkılacaktır.
Anahtar kelimeler: siyaset, hayvan, dil, bahçe, sınıflandırma, hayvanat bahçesi, yönetici, sergileme
Rumeysa Çavuş
Mimar Sinan University of Fine Arts, Turkey
Ömer Faruk Peksöz
Boğaziçi University, Turkey
Key Words:
zoo, animal, exhibition, Pak Bahadur, heterotopia
In its long history, “humanity” has always encountered animals. In these encounters, sometimes human beings approached animals as mystical creatures, and sometimes domesticated and employed them within the processes of production. Since 1700s, a new way of engaging with the animals has proliferated: exhibitioning animals and thereby employing them as visual and educational elements. In doing so, we are naming them in their enclosed spaces, and we are rendering them into “national” elements. In this study zoos, in a Foucauldian vocabulary, are to be examined as heterotopic spaces. It is almost normal for us today to regard the animal life in zoos as if it is the natural life, although many of the animals in the zoos do not coexist in their natural environments. We are proposing to explicate the zoo as a heterotopic space with an exemplary animal from İzmir Doğal Yaşam Parkı (Natural Life Park of İzmir). We will detail our reading of zoos through an “elephant” which was given to this zoo as a gift. The name of the elephant is “Pak Bahadur”. “Pak Bahadur” became the symbol of İzmir after its arrival in the zoo and long life therein. Public interest regards Pak Bahadur as “one of us”. In its late years in Turkey, it became a “nationalized” animal as Turkey’s national pride. Pak Bahadur was buried in a traditional funeral ceremony upon his death. In this presentation, we are planning to demonstrate the life of an elephant in a Turkish zoo. In this demonstration, the zoo is to be regarded as a heterotopic space and a minor sociological of this study will reveal a singular example of animal exhibitions in which an elephant in a zoo becomes a national symbol
That the plant materials separately or as a multitude or population are addressed by the existing power relations is to be analysed with Foucault’s concepts of disciplinary power which cares for people as individuals and technologies of security which regulate the population as a whole. The way power relations engage with plant materials separately or as a multiplicity has parallels with the way individuals and populations are governed in the modern era. The manifest difference between governing nature and people blurs within urban landscape design which is inseparable from the modern urban spaces. To be clear and concise, I will exemplify my thesis through a participant observation study of Sular Vadisi Parkı.
Keywords: Landscape, Landscape Architecture, Biopower, Disciplinary Power, Technologies of Security, Sular Vadisi
Özet
Bu tezin amacı Michel Foucault’nun biyoiktidar, disipliner iktidar ve güvenlik teknolojileri kavramlarından hareket ile İstanbul Başakşehir Sular Vadisi Parkı’nın peyzajı örneğinde mekânın düzenlenmesinin yaşamı ve bedenleri nasıl düzenlediğini incelemektir. Bu araştırmanın çıkış noktası peyzaj düzenlemeleri üzerinden iktidarın biyoiktidar olarak bireyi ve çoklukları nasıl düzenlediği meselesidir. Aynı zamanda peyzaj düzenlemesine dair yaklaşımların insana dair yaklaşımlarla paralellik göstermesi de ele alınacaktır. Peyzaj düzenlemeleri iktidarın mikro ve parçalı işleyişine örnek olarak okunacaktır.
Parklardaki bitki materyallerinin tek tek ve bir çokluk ya da nüfus olarak toplu halde iktidar ilişkilerinin muhatabı olmasını, Foucault’nun biyoiktidar kavramı altında geliştirdiği bireylerle tek tek ilgilenen disipliner iktidar ve nüfusu bir bütün halinde düzenleyen güvenlik teknolojileri kavramlarıyla birlikte inceleyeceğim. İktidar ilişkilerinin parklardaki bitki materyalleriyle tek tek ve bir bütün olarak ilişkilenme biçimleri, modern dönemde bireylerin ve nüfusların yönetilme biçimiyle paralellikler gösterir. İki farklı alan olarak görünen doğa ve insanların yönetimleri arasındaki ayrım, kent mekânının artık ayrılmaz bir parçası olan parklarda belirsizleşmeye ve kapanmaya başlar. Foucault düşüncesi ve peyzaj düzenlemeleri arasındaki ilişkiyi açıkça sunabilmek için tezimi Sular Vadisi Parkı üzerinden örneklendireceğim.
Anahtar Kelimeler: Peyzaj Düzenleme, Peyzaj Mimarlığı, Biyoiktidar, Disipliner İktidar, Güvenlik Mekanizmaları, Sular Vadisi