Yeni Dergi (Haziran 2011) İnsan edebiyat, sanat ya da müzikle ilgileniyorsa, sevdiği alanın üreticilerine ister istemez yakınlık ve ilgi duyar. Elinizdeki dergide Çin'in edebiyat, sanat ve müzik dünyasıyla ilgili yazıları kaleme alan...
moreYeni Dergi (Haziran 2011) İnsan edebiyat, sanat ya da müzikle ilgileniyorsa, sevdiği alanın üreticilerine ister istemez yakınlık ve ilgi duyar. Elinizdeki dergide Çin'in edebiyat, sanat ve müzik dünyasıyla ilgili yazıları kaleme alan herkes bir dönem Çin'de yaşadı ya da hala yaşıyor. Yani, yazdıkları alanın ürünlerini bizzat deneyimleme, birçok durumda da üreticilerini tanıma fırsatı buldular. Sanat galerilerindeki açılışlarda, sanat festivallerindeki etkinliklerde ressam ve heykeltraşlarla, kitap festivalleri ve okuma seanslarında okudukları kitapların yazarlarıyla, müzik konserleri ve festivallerinde müzisyenlerle, hatta bütün bu etkinliklerde birbirlerinin etkinliklerine gitmiş diğer sanatçı ve yazarlarla karşılaşarak hepimizde olan takip ettiği yazarı ve sanatçıyı yakından görme, tanıma hevesini tatmin ettiler, ettik. Ama Çin'de yazarlara, sanatçılara karşı duyulan sempati sadece beğendiğimiz eserin yaratıcısına karşı duyulan kişisel bir hayranlık ya da merak değil. Çinli bir aydınla tanıştığında, insan düşünmeden edemiyor, bulunduğu posizyonda olmak, yaptıklarını yapabiliyor olmak için nelerden geçmiştir, geçmektedir diye? Acaba eski kuşak kamusal aydın midir, yenilerin parıltılı medyatik dünyasının yıldızı mıdır, reform öncesi dönemi görmüş müdür, görmüşse nasıl deneyimlemiştir? Ürünlerini nasıl yayabiliyor, kimlerle ilişki içindedir, ya da ilişki içinde olması gerekmektedir? Kısacası Çinli yazar ve sanatçılara, aydınlara dair düşünmek ister istemez Çin devleti ve toplumu hakkında düşünmeyi de beraberinde getiriyor beraberinde. Çin'de aydınlar düşünsel ve sanatsal üretim sürecinin kendi sancıları dışında, bir de kendilerini devlet ve toplum karşısında nasıl konumlandıracaklarının kaygısını ve yükünü taşıyorlar. Çin'de aydınların tarihine bakmak, Çin tarihine bakmak anlamına geliyor böylece. Çin'de aydınlar her zaman tarihin önemli aktörlerinden biri oldular. Geleneksel olarak (Yeni) Konfuçyen anlayışın eğitimi önemsemesi okuryazarlığın modern öncesi devletler tarafından da makbul görülmesini sağladı. Çin'in modern öncesi devletlerinin yönetici kadroları özellikle beşeri bilimler dalında eğitim almış, teknokrattan ziyade, bilgin diyebileceğimiz bürokratlardan oluşurdu. Bu sözü edilen 'bilgin-bürokrat' seçkin sınıfının varlığı, aydınların varlık nedenlerini devletin değilse bile ülkenin bekaasıyla özdeşleştiren bir kavramsal çerçeve yarattı. Aydınlar bilgi üretiminin kendi değerinin yanısıra, üretilen bilgiyi devleti, ülke/halk için doğru olan yola döndürmek adına kullanılacak bir araç olarak gördüler. İster devletin içinde yönetici olarak çalışarak olsun, ister 'dışardan' eleştirmek suretiyle olsun, aydınlar kendilerini devletle ilişkili tanımladılar. Bu anlayış, Mao döneminde feodal güç ilişkilerini güçlendiriyor diye yokedilmeye edilmeye çalışılsa bile, günümüze kadar geldi. Son birkaç yıldır değişik vesilelerle gündeme gelen "kamusal aydın" tartışmaları da, kamusal olanın tanımı, Çin'deki varlığı, özgünlüğü olduğu kadar aydının sorumluluğunun öncelikli olarak devlete mi, topluma mı, kendisine mi olduğu sorularını da gündeme getirdi. Değişen dünya ve değişen Çin'de aydınların mesleklerine, toplumdaki konumlarına bakışları değiştiği ve çeşitlendiği için bu tartışma bugün de geçmişte olduğu gibi ilginçliğini koruyor ve Çin toplumunu yansıtmaya devam ediyor.