The Migration Studies & Göç Çalışmaları by Prof. Dr. Ali Tilbe
Edebiyattan Sinemaya Yoksulluk, 2023
Bookmarks Related papers MentionsView impact
Göç Dergisi
Göç Dergisi’nin üçüncü yılında beşinci sayısını, okurlarımızla buluşturmaktan kıvanç duyuyoruz. G... more Göç Dergisi’nin üçüncü yılında beşinci sayısını, okurlarımızla buluşturmaktan kıvanç duyuyoruz. Göç olgusunun her geçen gün hem Türkiye hem de dünya gündeminin ilk sırasında yer alan konulardan biri olması, dergimizin varlığını çok daha önemli kılmaktadır. Bunu Göç Dergisi’ne artan ilgiden de görebiliyoruz. Bu bağlamda, dergimize yazar, hakem ve bilim ve danışma kurulu üyesi olarak destek veren herkese içten teşekkürlerimizi sunuyoruz. Dergimizin bu sayısında, her zaman olduğu gibi birbirinden ilginç makaleler yer almaktadır.
Bookmarks Related papers MentionsView impact
SÖYLEM Filoloji Dergisi, 2020
Bookmarks Related papers MentionsView impact
Fransa’daki Afrikalı Göçmenlerde Sosyal Dışlanma ve Göçmen Hareketi: Athena Filmi Bağlamında Bir İnceleme, 2023
Fransa’da eşit yurttaşlık haklarından yoksun olduğunu düşünen göçmenler ile güvenlik güçleri aras... more Fransa’da eşit yurttaşlık haklarından yoksun olduğunu düşünen göçmenler ile güvenlik güçleri arasındaki çatışma hem olgusal gerçeklikte hem de sinemaya yansımasıyla kurguda çokça yer almaktadır. Athena (2022) filmi de Paris’in bir kurmaca yörekentinde (banliyö) Cezayir kökenli Fransız 13 yaşında bir çocuğun polis kurşunu ile öldürülmesi iddiası üzerine başlayan başkaldırı ve isyan sürecinin öyküsünü seyirciyle buluşturmaktadır. Bu çalışma, “sinemanın toplumun bir sunumu” olduğu ve göçmenlerin de göç edilen ülkelerde dezavantajlı topluluklardan birisi olarak geniş toplum tarafından dışlandığı ve toplumsal uyum ve bütünleşme sorunsalının karşılıklı çatışmaya yol açtığı varsayımıyla Athena filmini sosyal dışlanma bağlamında tematik analiz yöntemiyle incelemeyi amaçlamaktadır. Fransız toplumundaki kırılma ve ayrışmanın nedenleri konusunda gerçekliği ıskalayan zayıflığına karşın film, göçmenler tarafından farklı alanlarda
deneyimlenen sosyal dışlanma ve ayrımcılığın denetlenemeyen öfkeye yol açtığını ve karşılıklı oluşan şiddet sarmalının ölümcül çatışma ve sonuçlar doğurabileceğini tüm açıklığıyla göstermektedir.
Bookmarks Related papers MentionsView impact
Göç ve Sanat Okumaları-I, 2021
Türkiye’de ve yurtdışındaki üniversiteler ile göçle ilgili kurum ve kuruluşlar aracılığıyla son y... more Türkiye’de ve yurtdışındaki üniversiteler ile göçle ilgili kurum ve kuruluşlar aracılığıyla son yıllarda, göç olgusuna ilişkin araştırma ve inceleme yazıları ile ulusal ve uluslararası bilimsel toplantıların sayısında belirgin bir artış görülmektedir. Bu bilimsel etkinliklerde, göç olgusu artırımsal, toplumsal, ekinsel ve yazınsal boyutlarıyla incelenmekte ve göçer/göçmenlere ilişkin sayısal ve niteliksel veriler toplumsal-kamusal kullanıma sunulmaktadır.
Buna karşın, sanat alanındaki göç araştırma ve incelemelerinin, öteki alanlara göre daha kısıtlı olduğu da bir gerçekliktir. Genel ölçekte sanat, özelde de yazın ile göç ilişkisi konulu kimi ulusal ve uluslararası göç toplantıları düzenlenmiş olsa da yurtiçi göç/göçer yazını ile özellikle Almanya başta olmak üzere göç yazınının gelişimi göz önünde bulundurulduğunda, yapılan çalışmaların yeterli düzeyde olmadığı açıktır. Öte yandan göç üzerine yapılan çalışmalar alanda duyumsanan yöntemsel inceleme eksikliklerinden ötürü betimsel ve izleksel içerikten öteye gitmemektedir. Bu çalışma, roman, öykü, sinema gibi göç anlatılarına eleştirel bir bakış geliştirmeyi amaçlar.
Bookmarks Related papers MentionsView impact
Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2020
Senaryosunu Ayşe Öztürk’ün, yönetmenliğini ise Mustafa Kara’nın yaptığı ve 2006 yılında gösterime... more Senaryosunu Ayşe Öztürk’ün, yönetmenliğini ise Mustafa Kara’nın yaptığı ve 2006 yılında gösterime giren Umut Adası filmi, Türkiye'de yaşadıkları bir takım tehditlere bağlı göreli güvensizlik algısı nedeniyle çözümü ulusötesi göçte arayan ve yolları Londra'da kesişen Asil (Halef Tiken), Yusuf (Gürkan Tavukçuoğlu), Vildan (Arzu Yanardağ) ve Tuğra
(Alican Yücesoy)’nın öykülerini, yaşanmış deneyimlerden devinimle seyirciyle buluşturmuştur. Eğretilemeli ve simgesel bir anlam taşıyan film, bir ada devleti olan Britanya’yı ve oradaki güvenlikli ve esenlikli yaşam arayışlarını imlemektedir. Kimileri dilöğrenmeyi ya da iş bularak ekonomik refaha ulaşmayı hedeflerken, kimileri de Türkiye’de işlediği suçlardan kurtulmayı ya da çocuklarına güzel bir gelecek kurmayı düşlemektedir. Filmin odağında, alanyazında düzensiz göç olarak tanımlanan ve yasadışı yollarla yurtdışına göç eden insanların acıklı ve hüzünlü öyküleri yer almaktadır. Bu çalışmada, Umut Adası filminde işlenen öyküleri kurmaca ve gerçeklik bağlamında emek, sosyo-ekonomik çatışmalar ve uyum olguları çerçevesinde izleksel bir yaklaşımla göç öncesi, göç sırası ve göç sonrası olmak üzere üç aşamada incelemeyi amaçlıyoruz
Bookmarks Related papers MentionsView impact
Göç, Kültür ve Yazın, 2019
Çok eski dönemlere uzanan göç ile yazın ilişkisi, günümüzde sayıları giderek artan göç/göçer roma... more Çok eski dönemlere uzanan göç ile yazın ilişkisi, günümüzde sayıları giderek artan göç/göçer romanlarının gündemde yer tutmasıyla, daha da önem kazanarak geleceğe doğru evrilmektedir. Göç olgusu, günümüzde eskiden olduğundan daha çok toplumsal, budunbilimsel, siyasal, artırımsal, tinsel ve ekinsel yönleriyle konuşulmakta ve tartışılmaktadır. Bu tartışma alanlarının en önemlilerinden birinin de toplumun bir anlatımı olan yazın alanı olduğu açıktır. Bu bağlamda, öteden beri göç romanlarının incelenmesinde bir yaklaşım ve yöntembilim sorunu var olmasından ötürü, bu romanların hem türsel olarak sınıflandırılması hem de yeni yöntem ve yaklaşımlar geliştirilerek çoğul bakış açılarıyla incelenmesi, çok karmaşık, çok yönlü ve devingen bir yapı sunan göç olgusunu romanlar aracılığıyla anlamaya ve açıklamaya olanak vereceği düşünülmektedir. Bu bakış açısıyla 2014 yılından beri yürüttüğümüz göç çalışmalarında yöntem arayışları bizi çoğul okumanın göç romanları için kaçınılmaz olduğu düşüncesine götürmüştür.
Bookmarks Related papers MentionsView impact
Göç, Kültür ve Yazın, 2019
Göç, çok eski çağlardan beri insanlığın yaşadığı bir olgu olarak ortaya çıkan tarihsel bir gerçek... more Göç, çok eski çağlardan beri insanlığın yaşadığı bir olgu olarak ortaya çıkan tarihsel bir gerçekliktir. Birçok ulusun yazgısında olduğu gibi kökleri Türkistan’a uzanan Türkler de tarih boyunca sürekli göç ederek Balkanlardan, Büyük Okyanus’a, Kuzey Buz Denizi’nden, Tibet’e kadar uzanan topraklarda yeni yurtlar kurmuş, bu yazgıyı yirminci yüzyılda da deneyimlemiş göçer bir ulustur. Bu göçleri de Uygur Türklerinin ünlü Göç Destanı örneğindeki gibi, çeşitli dönemlerde yarattıkları değişik söylencelerde öykülemişlerdir. Yakın dönem Türk tarihine bakıldığında 1960’lı yıllarda, başta Almanya olmak üzere, başka Avrupa ve Avustralya anakarasındaki dünya devletleri ile yapılan işgücü değişim anlaşmalarına kadar, genelde göçler uzak topraklardan Anadolu’ya doğru gerçekleşmiştir.
Bookmarks Related papers MentionsView impact
Göç, Kültür ve Yazın, 2019
Bu ortak yapıtta, 26-28 Haziran 2018 tarihleri arasında Portekiz’in en önemli üniversitelerinden ... more Bu ortak yapıtta, 26-28 Haziran 2018 tarihleri arasında Portekiz’in en önemli üniversitelerinden birisi olan Universidade de Lisboa’da çok geniş ve alanda disiplinlerarası bir katılımla gerçekleşen TMC2018 Lizbon (The Migration Conference-Göç Konferansı) sunulan birbirinden özgün çalışmalar, izleksel olarak bir araya getirilmiş ve hakem kurulu tarafından yeniden gözden geçirilerek, yapıt yayıma hazırlanmıştır. Yapıtta roman, öykü, sinema ve kültür incelemelerinden oluşan ve geniş bir yazınsal evreni kapsayan bir editör yazısı ile birbirinden ilginç on tane bölüm yer almaktadır.
Bookmarks Related papers MentionsView impact
Culture, Literature and Migration, 2019
People move and settle from one country or city to another in response to a multitude of reasons ... more People move and settle from one country or city to another in response to a multitude of reasons including economic, social, educational and political aspects. Human mobility often aims at settling in a new location and movers, in other words, people who migrate, face many challenges settling in these new destinations. Widely used official definitions restrict migration to any move for settlement purposes for 12 months or 6 months plus one day irrespective of the move being voluntary or forced. In the process of integration following the move, language and communication are two key challenging areas involving issues such as bilingualism, belonging, cultural and social isolation, loneliness, assimilation, and alienation. Transnational movers often fall between two or more cultures across geographies. This comes as a cure but also with challenges. They may tend to reestablish and maintain a unique culture transcending the “nationals” they come from and move into or they may retreat to their own cultures and values and become introverted with a feeling of resentment and rejection.
Bookmarks Related papers MentionsView impact
Kökleri çok eskilere uzanan göç ya da sürgün olgusu, özellikle içinde bulunduğumuz çağın, evrense... more Kökleri çok eskilere uzanan göç ya da sürgün olgusu, özellikle içinde bulunduğumuz çağın, evrensel sorunsal konularından birisi olarak değerlendirilebilir. Cumhuriyetimizin kuruluşunu izleyen yıllarda, özellikle ellili yıllardan sonra yurtiçinde Doğu’dan Batı’ya, kırsaldan kente göçlerle birlikte, ülkemizdeki kenter sayısı her geçen gün artmakta ve bu göç dalgası günümüzde de sürmektedir. Altmışlı yıllardan sonra, Almanya ve Fransa gibi Avrupa ülkeleri başta olmak üzere, Türkiye’den dünyanın birçok ülkesine göçler yaşanmış, sayısı birkaç milyonu bulan ulusötesi Türk göçer nüfusu ile Türkiye dışgöç olgusunu deneyimlemiştir. Görüldüğü üzere, göç olgusu, göçebe geleneğinden gelen Anadolu insanı için günümüzde de en temel sorunsallardan birisi olarak belirmektedir.
Bookmarks Related papers MentionsView impact
Göç, göçmenleri ve bu süreçleri araştırmanın gerektirdiği çaba, kaynaklar ve güçlükler, bir anlam... more Göç, göçmenleri ve bu süreçleri araştırmanın gerektirdiği çaba, kaynaklar ve güçlükler, bir anlamda yazın alanında göç ve göçmen olgusunun daha ciddi değerlendirilmesi için bir gerekçe oluşturabilir. Türkçe yazında da, bu anlamda zengin bir birikim söz konusudur.
Bookmarks Related papers MentionsView impact
Göç Üzerine Yazın ve Kültür İncelemeleri , 2016
Bookmarks Related papers MentionsView impact
Göç Dergisi, 2018
Öz Göç olgusu genel bir bakışla; insanların ekonomik, toplumsal, siyasal ya da ekinsel çok değişi... more Öz Göç olgusu genel bir bakışla; insanların ekonomik, toplumsal, siyasal ya da ekinsel çok değişik nedenlerle yerleşik uzamlarından başka bir uzama yerleşmek için yaptıkları devinimler olarak tanımlanabilir. Bu tanıma en uygun devinimlerden birisi de altmışlı yıllarda başlayan ve günümüzde de karşılıklı olarak süreğen ekinsel bir nitelik kazanan Türklerin Almanya'ya ulusötesi göçüdür. Bu makalede İbrahim Sirkeci ve Jeffrey H. Cohen'in Çatışma ve Göç Kültürü Modeli temelli geliştirdiğimiz göç yazını inceleme yöntembilimi yaklaşımıyla çağdaş Türk-Alman yazarlardan Yüksel Pazarkaya'nın Savrulanlar adlı romanını incelemeyi erek ediniyoruz. Roman, iki ülke arasında arafta kalan insanların ekinsel ve toplumsal uyum ve yeni bir kimlik edinmek için vermiş oldukları savaşımı, yıllar sonra gurbette bir trende karşılaşan iki askerlik arkadaşının yeniden kurulan dostluklarını ve aile öykülerini çarpıcı bir biçimde betimlemektedir. Anahtar Sözcükler: Yüksel Pazarkaya; göç; göçmen; göçer yazını; yazın toplumbilimi; göç ve edebiyat; çatışma modeli; göç kültürü; kültür(süz)leşme. ABSTRACT IN ENGLISH Analysis of Yüksel Pazarkaya's Novel Titled Savrulanlar in the Context of Conflict Model of Migration and Cultures of Human Mobility In general terms, the migration phenomenon can be described as human mobility which occurs for the purpose to settle at a different location from the permanent one due to economic, social, political or cultural reasons. Transnational migration of Turks through Germany, which has started in sixties and has been perpetuated mutually and obtained a cultural characteristic, is one of the most appropriate types of mobility that fits this description. In this presentation, we aim to examine Savrulanlar, which is written by Yüksel Pazarkaya, a contemporary Turk-German author, by employing the approach of migration literature examination methodology that we have developed on the basis
Bookmarks Related papers MentionsView impact
Bookmarks Related papers MentionsView impact
Göç Üzerine Yazın ve Kültür Incelemeleri, 2016
Bookmarks Related papers MentionsView impact
Göç bireyin veya topluluğun kendi kararıyla gerçekleştirildiği için, bir bakıma, gönüllü göç olar... more Göç bireyin veya topluluğun kendi kararıyla gerçekleştirildiği için, bir bakıma, gönüllü göç olarak nitelenebilir. Ancak bazı durumlarda, birey veya topluluğun bulunduğu yeri terk edip başka bir yerde yaşamını sürdürmesi zorunlululuğu bir siyasal yaptırım olarak dayatılabilir. Zorunlu göç olarak adlandırılan bu durumlardan ilki, " sürgün " (İng. exile) olarak betimlenen, " ceza olarak belli bir yerin dışında veya belli bir yerde oturtulan kimsedir ". Bu denli insanla özdeşleşmiş, insan yaşamının her boyutunu ilgilendiren bu önemli olgunun, kültürel ve özellikle de yazınsal açıdan incelenmesi, göç olgusunu daha iyi anlamamız açısından büyük önem taşımaktadır. Bu derlemede göç olgusu ekseninde bir dizi yazın inceleme çalışmasını okurlarla buluşturuyoruz.
Bookmarks Related papers MentionsView impact
Göç ve Edebiyat konusuna ayırmış olduğumuz bu sayımıza katkıda bulunan tüm yazar ve hakemlerimize... more Göç ve Edebiyat konusuna ayırmış olduğumuz bu sayımıza katkıda bulunan tüm yazar ve hakemlerimize özellikle teşekkür ederek başlamalıyız. Hem Türkiye’de hem de Avrupa’da göç giderek önemi artan bir mesele olarak karşımıza çıkmaktadır. Türkiye gibi en azından yakın tarihi kitlesel ve yoğun göç deneyimleriyle örülü bir ülkedeki ve onu yurtdışına uzanan nüfusundan çıkan yazınsal yapıtların de göç olgusuna yabancı kalmalarını tahayyül etmek güçtür. Bu özel sayı ile özellikle bu alana yeni bir soluk ve açılım getirmeyi amaçladık. Bu bağlamda, 25-27 Haziran 2015 tarihleri arasında Prag’da üçüncüsünü düzenlediğimiz uluslararası Türk Göç Konferansı’nda da göç ve edebiyat konusuna öncelikli bir yer ayırdık. Görece geride kalmış bu alandaki araştırmaların ve kuramsal çalışmaların gelişmesi açısından iki girişimin de önemli fırsatlar sunduğunu ve özendirici bir nitelik taşıdığını düşünüyoruz.
Bookmarks Related papers MentionsView impact
Bookmarks Related papers MentionsView impact
Göç, genel anlamıyla; ‘insanların toplumsal, ekonomik, siyasal ve doğal nedenlerden dolayı yerleş... more Göç, genel anlamıyla; ‘insanların toplumsal, ekonomik, siyasal ve doğal nedenlerden dolayı yerleşmek amacıyla bir yerden başka bir yere gitmeleri' olarak tanımlanabilir (Tilbe & Bosnalı, 2016. s. v). İnsanlar; eğitim, sağlık, güvenlik, hızlı nüfus artışı gibi toplumsal nedenlerden ötürü göç ederler. Aşınım, aşırı kuraklık, toprak kayması, çölleşme, sel, deprem, volkan patlaması gibi doğal nedenler de insanların göç etmesine
yol açar. Sınır değişiklikleri, nüfus değişimi ve bunlardan en önemlisi savaş ise, göç olgusunun siyasal nedenleri arasında yer almaktadır. İş olanakları, doğal kaynakların varlığı, gelir dağılımındaki eşitsizlik, geçim sıkıntısı, tarım topraklarının bölünmesi veya tarım yapılacak alanların kalmaması insanları tarım alanlarında makineleşme ve insan gücüne daha az gereksinim duyulması gibi ekonomik nedenler de göç etmeyi
zorunlu kılmaktadır (Ekici & Tuncel, 2015; Koçak & Terzi, 2012; Sağlam, 2006). Bu nedenler, göç etmeyi tercih olmaktan çıkarmakta, bir zorunluluk haline dönüştürmektedir. Bütün bu nedenlerin temelinde ise, İbrahim Sirkeci’nin ileri sürdüğü gibi tehdit olgusuna bağlı olarak gelişen güvensizlik durumu yatmaktadır. Bulunduğu yerleşim alanında siyasal, toplumsal, ekonomik ya da ekinsel bağlamda kendini güvende duyumsamayan ve geleceğine ilişkin tehdit algısına kapılanlar, bir yerden
ötekine devinimi gerçekleştirirler.
Bookmarks Related papers MentionsView impact
Uploads
The Migration Studies & Göç Çalışmaları by Prof. Dr. Ali Tilbe
deneyimlenen sosyal dışlanma ve ayrımcılığın denetlenemeyen öfkeye yol açtığını ve karşılıklı oluşan şiddet sarmalının ölümcül çatışma ve sonuçlar doğurabileceğini tüm açıklığıyla göstermektedir.
Buna karşın, sanat alanındaki göç araştırma ve incelemelerinin, öteki alanlara göre daha kısıtlı olduğu da bir gerçekliktir. Genel ölçekte sanat, özelde de yazın ile göç ilişkisi konulu kimi ulusal ve uluslararası göç toplantıları düzenlenmiş olsa da yurtiçi göç/göçer yazını ile özellikle Almanya başta olmak üzere göç yazınının gelişimi göz önünde bulundurulduğunda, yapılan çalışmaların yeterli düzeyde olmadığı açıktır. Öte yandan göç üzerine yapılan çalışmalar alanda duyumsanan yöntemsel inceleme eksikliklerinden ötürü betimsel ve izleksel içerikten öteye gitmemektedir. Bu çalışma, roman, öykü, sinema gibi göç anlatılarına eleştirel bir bakış geliştirmeyi amaçlar.
(Alican Yücesoy)’nın öykülerini, yaşanmış deneyimlerden devinimle seyirciyle buluşturmuştur. Eğretilemeli ve simgesel bir anlam taşıyan film, bir ada devleti olan Britanya’yı ve oradaki güvenlikli ve esenlikli yaşam arayışlarını imlemektedir. Kimileri dilöğrenmeyi ya da iş bularak ekonomik refaha ulaşmayı hedeflerken, kimileri de Türkiye’de işlediği suçlardan kurtulmayı ya da çocuklarına güzel bir gelecek kurmayı düşlemektedir. Filmin odağında, alanyazında düzensiz göç olarak tanımlanan ve yasadışı yollarla yurtdışına göç eden insanların acıklı ve hüzünlü öyküleri yer almaktadır. Bu çalışmada, Umut Adası filminde işlenen öyküleri kurmaca ve gerçeklik bağlamında emek, sosyo-ekonomik çatışmalar ve uyum olguları çerçevesinde izleksel bir yaklaşımla göç öncesi, göç sırası ve göç sonrası olmak üzere üç aşamada incelemeyi amaçlıyoruz
yol açar. Sınır değişiklikleri, nüfus değişimi ve bunlardan en önemlisi savaş ise, göç olgusunun siyasal nedenleri arasında yer almaktadır. İş olanakları, doğal kaynakların varlığı, gelir dağılımındaki eşitsizlik, geçim sıkıntısı, tarım topraklarının bölünmesi veya tarım yapılacak alanların kalmaması insanları tarım alanlarında makineleşme ve insan gücüne daha az gereksinim duyulması gibi ekonomik nedenler de göç etmeyi
zorunlu kılmaktadır (Ekici & Tuncel, 2015; Koçak & Terzi, 2012; Sağlam, 2006). Bu nedenler, göç etmeyi tercih olmaktan çıkarmakta, bir zorunluluk haline dönüştürmektedir. Bütün bu nedenlerin temelinde ise, İbrahim Sirkeci’nin ileri sürdüğü gibi tehdit olgusuna bağlı olarak gelişen güvensizlik durumu yatmaktadır. Bulunduğu yerleşim alanında siyasal, toplumsal, ekonomik ya da ekinsel bağlamda kendini güvende duyumsamayan ve geleceğine ilişkin tehdit algısına kapılanlar, bir yerden
ötekine devinimi gerçekleştirirler.
deneyimlenen sosyal dışlanma ve ayrımcılığın denetlenemeyen öfkeye yol açtığını ve karşılıklı oluşan şiddet sarmalının ölümcül çatışma ve sonuçlar doğurabileceğini tüm açıklığıyla göstermektedir.
Buna karşın, sanat alanındaki göç araştırma ve incelemelerinin, öteki alanlara göre daha kısıtlı olduğu da bir gerçekliktir. Genel ölçekte sanat, özelde de yazın ile göç ilişkisi konulu kimi ulusal ve uluslararası göç toplantıları düzenlenmiş olsa da yurtiçi göç/göçer yazını ile özellikle Almanya başta olmak üzere göç yazınının gelişimi göz önünde bulundurulduğunda, yapılan çalışmaların yeterli düzeyde olmadığı açıktır. Öte yandan göç üzerine yapılan çalışmalar alanda duyumsanan yöntemsel inceleme eksikliklerinden ötürü betimsel ve izleksel içerikten öteye gitmemektedir. Bu çalışma, roman, öykü, sinema gibi göç anlatılarına eleştirel bir bakış geliştirmeyi amaçlar.
(Alican Yücesoy)’nın öykülerini, yaşanmış deneyimlerden devinimle seyirciyle buluşturmuştur. Eğretilemeli ve simgesel bir anlam taşıyan film, bir ada devleti olan Britanya’yı ve oradaki güvenlikli ve esenlikli yaşam arayışlarını imlemektedir. Kimileri dilöğrenmeyi ya da iş bularak ekonomik refaha ulaşmayı hedeflerken, kimileri de Türkiye’de işlediği suçlardan kurtulmayı ya da çocuklarına güzel bir gelecek kurmayı düşlemektedir. Filmin odağında, alanyazında düzensiz göç olarak tanımlanan ve yasadışı yollarla yurtdışına göç eden insanların acıklı ve hüzünlü öyküleri yer almaktadır. Bu çalışmada, Umut Adası filminde işlenen öyküleri kurmaca ve gerçeklik bağlamında emek, sosyo-ekonomik çatışmalar ve uyum olguları çerçevesinde izleksel bir yaklaşımla göç öncesi, göç sırası ve göç sonrası olmak üzere üç aşamada incelemeyi amaçlıyoruz
yol açar. Sınır değişiklikleri, nüfus değişimi ve bunlardan en önemlisi savaş ise, göç olgusunun siyasal nedenleri arasında yer almaktadır. İş olanakları, doğal kaynakların varlığı, gelir dağılımındaki eşitsizlik, geçim sıkıntısı, tarım topraklarının bölünmesi veya tarım yapılacak alanların kalmaması insanları tarım alanlarında makineleşme ve insan gücüne daha az gereksinim duyulması gibi ekonomik nedenler de göç etmeyi
zorunlu kılmaktadır (Ekici & Tuncel, 2015; Koçak & Terzi, 2012; Sağlam, 2006). Bu nedenler, göç etmeyi tercih olmaktan çıkarmakta, bir zorunluluk haline dönüştürmektedir. Bütün bu nedenlerin temelinde ise, İbrahim Sirkeci’nin ileri sürdüğü gibi tehdit olgusuna bağlı olarak gelişen güvensizlik durumu yatmaktadır. Bulunduğu yerleşim alanında siyasal, toplumsal, ekonomik ya da ekinsel bağlamda kendini güvende duyumsamayan ve geleceğine ilişkin tehdit algısına kapılanlar, bir yerden
ötekine devinimi gerçekleştirirler.
explicit and implicit learning and teaching approaches in the
learning process of a second foreign language would be useful.
Thus, in this research, we have tried to find which of these
approaches would be more successful and effective, the explicit or
implicit otherwise both would be successful and effective. To be
able to find a better way of learning and teaching a second foreign
language and to check over these approaches, we tested the use of
double pronouns of French to students learning French as a second
foreign language in the Department of English Language and
Literature. These students continuing their education in third grade
were divided into two different groups and one of them was
comprehensively taught double pronouns of French in explicit
method and the other one with implicit. Thereafter we have put
these students through their paces about using the double
pronouns of French through different question types formed from
six-part. Afterward, every part separately has been studied and the
productions of these students in every part have been carefully
analyzed in detail. It was understood that each group had difficulty
in acquiring and using the double pronouns of French.
In this context, this research, evaluated in the field of applied
linguistics, consists of six titles. In the first title, we have discussed
the differences between language acquisition and learning, and in
the second one, we have mentioned the process of learning a
second foreign language. Afterward, we have treated implicit and
explicit learning in the third title and then, we explained the double
pronoun of French in the fourth one. In the fifth title, we have
included the findings obtained and their analysis and evaluation.
After having evaluated and analyzed the collected data, we have
discussed and interpreted this data in conclusion with the aim of
determining the validity of our hypothesis.
Bu akım Türk edebiyatına geçerken bir tanım karmaşasını da beraberinde getirmiştir: “Büyülü gerçekçilik”, “büyüleyici gerçekçilik”, “olağanüstü gerçekçilik” diye tanımlanan “magic realism”, “magical realism” ve “marvellous realism” tanımlarını sıklıkla birbirinin yerine kullanılmaktadır. Bu durum, terimlerin yalnızca karmaşık geçmişlerinden değil, birçok ortak noktalarının olmasından da kaynaklanmaktadır. Tanımlarının doğru bir şekilde yapılabilmesi için, bu terimlerin nelerle ilişkili olduğunu ortaya koymak gerekir. Birçok yerde büyülü (büyüleyici) gerçekçilik (magic(al) realism) olarak kullanılan terim aslında hem “magic” hem de “magical” terimlerini içermektedir. Büyülü gerçekçilikte (magic realism) “magic” terimi yaşamın gizemlerini ifade ederken, büyüleyici (magical) ve olağanüstü (marvellous) gerçekçilik sıra dışı olayları, özellikle ruhsal ve mantık ötesi olayları anlatır. Büyülü (büyüleyici) gerçekçi yapıtlar büyülü olaylar ya da nesneler, hayaletler, birden ortadan kaybolmalar, mucizeler, sıra dışı masallar ve ilginç atmosferler içermektedir. Bunlar, herhangi bir sihirbazlık gösterisindeki olaylardan farklıdır. Bu tür sihirlerde yanılsama doğaüstü bir şey olmuş gibi gösterilir, oysa büyülü gerçekçilikte sıra dışı bir şey gerçekleşir (Bowers, 2004, s. 22).
Birinci eğilimde yazar, kendisini metinden bütünüyle dışlar ve metin kendi öyküsünü anlatmaya bırakılır. Yansılama (parodie), öykünme (pastiche), yapıştırma (collage) gibi uygulayımlarla yazma sürecinin anlatıldığı üstkurmaca anlatı önem kazanır. Metinlerarasılık (intertextualité) bağlamında yergisel bir biçemle gelişen bu eğilimde okur, yazardan daha çok şey bilir ve yazma sürecine ortak olur.
İkinci eğilim, özyaşamöyküsel metinlerle kendisini gösterir. Birinci eğilimin tersine, yazar anlatının odağında yer alır. Yeni romancılarda olduğu gibi, bir takım yeniötesici yazar da, kendi yaşamını konu olarak okura sunmaktan geri kalmaz. Özöyküsel bir ben anlatıcının yaşadıklarını öykülediği bu anlatılarda, gerçeklikle kurmacanın birbirine karışması söz konusudur. Bu yeni gerçeklik anlayışı, çağa uygun düşen bir olgu olarak belirir.
Yeniötesi (postmoderne) özyaşamöyküsel anlatıda, imgelem ve anı içiçe girer. Bundan böyle yalnızca dural anılardan söz edilmez, bu bir çeşit benin dışa vurumudur. Yasaklardan korkularak anlatılamayan şeyler, burada gün yüzüne çıkar. Çağdaş yazar, yaratılmakta olan yapıttan, öyle ki serüvenin dilinden değil, dilin serüveninden söz etmeye başlar. Beni öne çıkaran yeniötesici yazar, değişik kişi adıllarının kullanımına başvurur. İçe dönük benli anlatılar (récit de je, de soi) (özyaşamöyküsü, anı, günce, yolculuk anlatıları, soruşturma yapıtları, eleştirel yaşamöyküleri), 1960’lardan beri gelişen toplumsal bölünmenin tartışmasız bir gösterisidir ve günümüzde de yazınsal uzamı doldurmayı sürdürür. Bu yalnızca yazınsal bir olgu değil, aynı zamanda kişinin konuşma hakkını kullanma, sesini anlatıda duyurma ve varlığını yeniden ayrımsama isteğidir.
Üçüncü eğilim ise, türler düzleminde ortaya çıkar: Bilimlerarasılık ile karma türler. Günümüz yazarı anlatısını, öteki sanat dallarına gönderge yaparak kurgular: Müzik, dans, fotoğrafçılık, sinema gibi bilim dalları metinlerde birlikte varlık kazanır.
Bütün bu eğilimler içinde en fazla öne çıkan, kuşkusuz öznenin metne geri dönüşünü savalayan ikinci eğilimdir. Bu eğilim, benli anlatıların yeni bir özne ile nesne eytişimi içinde yazarın, anlatısında kişiliği parçalanmış bir özne olarak varlık kazanması olgusudur. Ancak bu çeşit anlatıların türsel olarak yazınsal uzamda yer alabilmesi zamana bağlı bir durumdur.
Yazınsal bir türü tanımlamak için kuşkusuz yalnızca onun izleksel, biçimsel ve yapısal niteliklerini belirlemek yetmez. Bu türe ilişkin örnekler verilmedikçe her zaman kuramsal çerçevede kalınır ve uygulamadan yoksun bir kuramın da sürekliliğinden söz etmek zorlaşır. Bu nedenle bir kuramın ne zaman, niçin ve nasıl başladığını belirlemek için onu tarihsel bir çerçeveye yerleştirmek ve özgünlüğünü doğrulamak çok önemlidir.
Bu çalışmada, özkurmacanın açınımını anlayabilmek için, öncelikle Philippe Lejeune’ün yaklaşımıyla özyaşamöyküsü türünün tarihsel gelişimi ve niteliklerini belirlemeye çalışacağız. Çünkü özyaşamöyküsü, kuramsal olarak ilk benimsenen yazınsal benli anlatı türüdür. İkinci aşamada çalışmanın bütünlük kazanmasını sağlamak için, özkurmaca kavramının gelişim sürecinde ortaya çıkan değişik tanımlarını, Serge Doubrovsky, Vincent Colonna, Philippe Gasparini ve ilgili öteki kuramcı ve yazarların görüşlerine ve yapıtlarına başvurarak açımlamayı ve onu yeniötesicilik bağlamına yerleştirerek, öteki yakın türlerle yapısal, biçimsel, izleksel ilişkilerini ortaya koymayı deneyeceğiz.
Bu bağlamda, kuşkusuz bir yaşamöyküsel anlatının yapısal ve biçimsel çözümlemesinde ayrıcalıklı bir yeri olan başta Gérard Genette olmak üzere, öyküsel söylem çözümlemesi yöntemini Philippe Lejeune, Emile Benveniste, Tzvatan Todorov, Tahsin Yücel, Mehmet Rifat ve öteki ilgili araştırmacıların kuramsal yapıtlarına başvurarak, ayrı bir bölümde temel göndergeleriyle açıklamaya çalışacağız.
Özkurmaca kavramı, açık bir biçimde Yeniötesi dönemin bir ürünüdür. Bu nedenle, yeni (moderne) ve yeniötesici (postmoderniste) kurama özel bir bölüm açarak, yazınsal düzlemde yenilikçilikle (modernimse) yeniötesicilik arasındaki benzerlikleri ve ayrıklıkları göstermeye çalışacağız. Daha sonra, özkurmaca kavramını yeniötesici ulamına yerleştirmeye ve günümüzde de süren son tartışmaları açımlamaya çaba göstereceğiz.
Bu çalışmada, çok sayıda benli anlatı yazarının yapıtlarından örnekler verilirken, son bölümde son dönemin en önemli benli anlatı yazarlarından birisi olan Annie Ernaux’nun Passion simple ile L’Occupation adlı romanlarına özkurmaca bir okuma yapmak için özel bir bölüm açılacaktır.
Çalışma boyunca en çok karşılaşılan zorluklardan biri, yabancı sözcüklere Türkçe karşılık bulmak için ortaya konan duyarlılıktan kaynaklanır. Kuşkusuz daha önce kullanılmış ya da bu çalışmada ilk kez önerilen sözcükler tartışma konusu yapılmaya açıktır.
Öte yandan Türkiye’de çok irdelenmemiş, ancak Fransa’da hala yoğun olarak tartışılmakta olan ve bütün bir yazın uzamını büyük ölçüde dolduran özkurmaca kavramının ve onu romanlarında büyük bir çeşitlilikle uygulayan kimi çağdaş Fransız yazarların, Türk okur ve araştırmacılarına tanıtılması ve Türk yazını ve öteki yazın araştırmacılarının çalışmalarına parçalı olarak da olsa bir esin kaynağı olması en büyük beklentimizdir.
Açar Sözcükler: Tahsin Yücel, Türk Yazını, Roman, Öykü, Yapısalcılık, Anlatıbilim, Göstergebilim
Abstract: Crime novel takes places on the top among the most widely read novel types of our day with its development period extending nearly two hundred years of time. Drawing heavy attention of readers, crime novel has proven its typical competence in today's literary world. Main constitutive elements of crime novel , which is fictionalized on the platform of crime, investigation and jurisdiction are the people such as murderer, victim and
Abstract: King of Abyssinia, published in 1997 and being the first historical novel of Jean-Christophe Rufin, wins the Prix Goncourt and Méditerranée. Thanks to these two big awards, the novel was translated into nineteen languages and its writer gained recognition worldwide. In King of Abyssinia, Rufin places historical events that developed around Egypt-Abyssinia-France in the seventeenth century into the novel's fiction. Since the novel gets its theme from historical reality, it carries main characteristics of historical novel type. It becomes successful in drawing interest of readers with its solid and coherent fictional texture. Narrative starts in Egypt which was subjected to the Ottoman Empire. Louis XIV of France wants to send a diplomatic envoy to the king of Abyssinia in order to help him cure his
Anahtar Kelimeler: Siyasal Roman, Yazın, Anamalcılık, Türk Siyasal Yazını
Abstract Novel as a genre has emerged as the most appropriate narrative to depict bourgeois life style in the 19th century. In the 20th century, Marxist realistic social novels have not only mirrored the age of the time but they have also been used as reflexive vehicles in order to change the societies. Politically oriented writers as Orhan Kemal, Fakir Baykurt, Mihail Şolohov, Maksim Gorki, writes in order to change the world lived especially. Novel has become the most significant fiction universe that witnessed the political events of the last century. In this article, it is aimed to problematize the historical development of political novel, within the scope of political novel theory and to discuss important contexts.
Anahtar Sözcükler: Mahmut Yesari, Yazın Toplumbilimi, Edebiyat Sosyolojisi, Oluşumsal Yapısalcılık, Lucien Goldmann.
etkisini gösteren büyük değişim ve dönüşümlere neden olur. Bu dönüşümlerin en çarpıcı görünümlerinden birisine kuşkusuz yeniötesi (fr. postmodern) dönem tanıklık etmektedir. Bu dönemde özgürlüğün en iyi biçimde dışa vurulduğu sanat dallarından biri olan yazında, geleneksel
anlatı göndergeleri, yapıbozuma (fr. déconstruction) uğramış olarak yer almaya başlar. Anlatılarını yeni ufuklara taşımak isteyen yeniötesici yazarlar, yirminci yüzyılın başında geçiş dönemi ile başlayan ve yeni romanı izleyen süreçte, kökleşik yazının sınırlarını ortadan kaldırarak dış gerçekliği ya da dış dünyayı birebir yansıtmak yerine düşsel bir ortamdaokura sunmaya yönelirler. Alışageldik kurmacalara benzemeyen bu anlatılar, yeniötesi olarak tanımlanan uygulayımlarla örüntülenir. ‘Yeni yeni roman’ ya da yeniötesi sanatın, yenilikçiliğe karşı geliştirdiği eğilimlerden biri olarak değerlendirilen ve yazın alanına mimariden / güzel sanatlardan geçen küçürekçilik (fr. minimalisme), çağdaş Fransız yazınındaki yeni yönelimlerden biridir. Bu çalışmamızda, yeniötesi uygulayımları kullanarak, az yazıp çok şey anlatma ereği güden yazarların biri olan Jean Echenoz’un kendisine Goncourt ödülünü kazandıran Ben Gidiyorum adlı romanında yeniötesi kuramın yazınsal eleştiri yöntemine
başvurarak küçürekçi bir okuma yapmayı amaçlıyoruz. Jean Echenoz’un yeniötesi dönemde ortaya çıkan yeni toplumsal yapıyı ve bu yapıya egemen olan baskın düşüngüyü yeni yazınsal araçlarla nasıl algıladığını sorunsallaştırarak, yeniötesici dönem ile yazınsal uzam arasındaki karşılıklı ilişki ve etkileşimi belirlemeye çalışmaktayız.
Anahtar Sözcükler: Jean Echenoz, Ben Gidiyorum (Je m’en vais), Yeniötesicilik (postmodernizm), Küçürek Yazın (minimalizm).
ENGLISH ABSTRACT
Writing is act making you lonely. Head spinning loneliness is a scary thought comes to Mallarme in front of a blank page and a lamp. Mallarme had overcome this only by moving the lamp away: "you cannot write bright on a dark space". Kafka, who is simply literature, tells Fellice about his unqiue design: taking all you need to write and settling down in a quite dungeon with a lamp. He says that "you cannot be adequately alone when writing; night is not night enough".
literature, which was honoured with the Nobel Prize for literary in 2014 with his unique
writing style. From the second half of the twentieth century to the present, the author
continues to produce literary production. It is noteworthy that he emphasizes Jewish
Genocide the family, identity problem, the concern of belonging to a community or not, the
yearning for the past, the image of the family and the father, the images of the Holocaust, the
effects of Nazi occupation on the French people in his writing. When looking at Patrick
Modiano’s works, it is understood that most of them are a product of his own life. It is
possible to see his youth, his complex feelings towards his father, and traces going up to
Paris during the war with the concepts of autobiography and autofiction in his works.. Our
study consists of five parts. In the first part of the study, the concept of the narrative and the
theory autofiction are mentioned. In the second and third chapter, the works of Patrick
Modino, the author of the narrative, are evaluated in the context of the general lines of the
autofiction. The fourth part of the novel, La Place de l'étoile, devoted to the reading of the
novel, after examining the narrative of the novels in the last chapter, the quest for identity,
war, forgotten and memory monitoring is resolved
Keywords: Autobiography, Autofiction, Faction, Non-fiction novel, Patrick
Modiano.
l'autobiographie classique du modèle rousseauiste et de la théorie stricte de l'autobiographie de Philippe Lejeune, étant donné qu’elle est considérée comme désuète et canonique, suite à l’invention de l’inconscient par Freud. A ce point-là, c’est l’aspect de fonctionnalité et l’hybridité de l’écriture de soi illusoire qui excite l’intérêt chez les autofictionnistes comme Alain Robbe-Grillet, Raymond Federman, Philippe Forest, Vincent Colonna et Serge Doubrovsky. Aujourd’hui, on
témoigne, dans l’espace littéraire, de la légitimité et de la dominance de l’écriture d’autofiction qui sert de porte-parole de la
sociétécontemporaine postmoderne. Dans ce travail, après avoir discuté brièvement le lien entre l’autobiographie et l’autofiction, nous envisagerons d’étudier, dans Fils, les procédés narratifs, surtout
l’identité du narrateur, les anachronies et les techniques romanesques qui constituent l’espace autofictionnel.