Protestan Reformu (1517-1648), 16. yüzyıl Avrupa'sında, Ortaçağ Kilisesi'nin hakimiyetini kıran, Hıristiyan mesajının şahsi yorumlarının geliştirilmesine izin veren ve modern ulus-devletlerin gelişmesine yol açan yaygın dini, kültürel ve sosyal kargaşayı ifade eder. Batı tarihinin en önemli hadiselerinden biri olarak kabul edilir.
Reform tarihleri üzerinde evrensel olarak mutabakata varılmamıştır. Bazı akademisyenler hadiseyi 1400-1750 (Jan Hus'un muhalefetinden sanayi öncesi toplumun sonuna değin) tarihlendirirken, diğerleri 1517-1685 (Martin Luther'in muhalefetinden Nantes Fermanı'nın iptaline kadar) ve tarihlendirme hususunda eşit değere sahip birçok başka iddia var. Bununla beraber, 1517-1648 tarihleri, Martin Luther'in muhalefetinde Reform'un başlangıcını ve Katolikler ve Protestanlar arasında bir anlaşmazlık olarak başlayan Otuz Yıl Savaşları'nı sona erdiren Westphalia Antlaşması'nda ise Reform'un sonunu belirleyen en yaygın kabul görmüş tarihlerdir.
Reform daha evvel yekpare bir hadise olarak anlaşılmış olsa da, mevcut bilim onu daha çok Protestan Reformları olarak yorumluyor, Ortaçağ Kilisesi'nin yolsuzluğuna karşı bir seri protesto, reform arayışında görüyordu ve başlangıçta, bu protestoların liderlerinin Kilise'den ayrılma niyeti yoktu. Bunun en iyi örneği Bohemya Reformu'dur (1380-1436), bu Protestan Reformunun habercisidir ve başlangıçta sadece Kilise'nin İncil'e mugayir pratiklerine çare bulmaya çalışır.
15. yüzyıla gelindiğinde, Kilise'de yolsuzluk yaygındı ve dindar inananlar bunu ıslah etmeye çalıştı. Kilise'nin bu tenkitleri ele almayı reddetmesi, nihayetinde Lutheranizm, Kalvinizm, Anglikanizm ve diğerleri gibi mezheplere dönüşen Protestan Hıristiyan mezheplerini tesis edecek olan bölünmelere yol açtı.
Protestan Reformu, Avrupa'nın kültürel, dini, sosyal ve politik manzarasını tamamen değiştirdi ve 15.-16. asır Rönesansı ile çakıştığı ve bu Rönesans tarafından teşvik edildiği için umumiyetle modern çağın doğuşu olarak anılır. Kilise'nin yozlaşmasına tepki olarak daha evvel hareketler olmasına rağmen, matbaa şeklindeki modern teknoloji, protestan edebiyatının yayılmasına ve İncil'in mahalli dilde neşredilmesine izin verdi, bu da Protestan davası için yaygın bir destekle ve Kilise'nin yekpare dini, kültürel ve siyasi otoritesinin sonuyla neticelendi.
Ortaçağ Kilisesi
Kilise, Ortaçağ Avrupa'sına (c. 476-1500) manevi hususlarda tek otorite halinde hakim oldu ve daha kuvvetli hale geldikçe siyaset ve kültür sahalarına tesir etti. Zaman içinde, papa mühim bir siyasi varlık haline geldi ve genel olarak konuşursak, dünyevi meselelere dini meselelerden daha fazla zaman ve çaba harcadı. Kilise hiyerarşisi – papa, kardinaller, piskoposlar/başpiskoposlar, rahipler ve manastır tarikatlarındakiler – otoritelerini insanların ruhi refahından çok kendi şahsi kazançları ve rahatlıkları için kullanmaya başladı.
Kitab-ı Mukaddes sadece Latince olarak mevcuttu – ki bunu sıradan insanlar okuyamıyordu – ve Hıristiyan Ayini de halka öğretilen dualar (Babamız ve Mukaddes Meryem gibi) gibi Latince okunuyordu. Kilise, Hz. İsa Mesih'in mesajına dair vizyonuna bağlı kalmayı mecbur kılsa da, bu, Hıristiyanlığın pagan halk inancıyla bir tür karışımını tatbik eden pek çok sıradan insan arasında aksetmedi. Kilise doktrinlerinin erişilmezliği, din adamlarının bariz lüks ve rahatlık teşhiriyle birleştiğinde, 7. yüzyılda ve bazı yorumlara göre daha da erken bir tarihte reform hareketlerine yol açtı.
Erken Sapkınlıklar ve Reformcular
Bu hareketler Kilise tarafından sapkınlık olarak kınandı ve din adamları otoritelerini ve kuvvetlerini muhafaza etmeye çalıştıkları için rutin olarak, umumiyetle merhametsizce ezildi. İlk hareketlerden biri, erken Hıristiyanlığın sadeliğine ve Aziz Paul'ün hayatına (MS 5-MS 67) dönüşü müdafaa eden ve Kilise'nin ayinlerini reddeden Paulisyanlar (7-9. yüzyıllar) idi. Paulisyanlar sonunda taşlanarak öldürüldü, kazıkta yakıldı yahut da sürgüne gönderildi.
Bununla birlikte, 11. yüzyılda Bogomiller ve 11.-13. yüzyıllarda Katharlar gibi başka hareketler takip etti ve bunları daha başkaları izledi. İngiliz din adamı, filozof ve teolog John Wycliffe (1330-1384), herkesin Kitab-ı Mukaddes'e erişimi olması ve eserin artık rehin tutulmaması gerektiğini müdafaa edip, eserin genellikle sadece hiyerarşiyi güçlendiren şekillerde imtiyazlı bir azınlığın çoğunluk için yorumlanmasına, din adamlarının otoritesine, gösterişli hayat tarzlarına ve kibirlerine meydan okudu. İncil'i Latince'den Orta İngilizce'ye (sözde Wycliffe İncil'i) tercüme etti veya daha büyük ihtimalle arkadaşlarını ve ortaklarını tercümede yönlendirdi.
Wycliffe, mukaddes yazıların tek otorite olduğunu ve papa da dahil olmak üzere kilise hiyerarşisinin İncil'e aykırı olduğunu müdafaa etti. Görüşlerini meslekten olmayan vaizler ve ksilografi (tahta blok baskı) kullanılarak basılan broşürler vasıtasıyla yaydı ve müesses nizama meydan okuyarak istemeden de olsa kanlı 1381 Köylü İsyanı'nın ateşlenmesine yardımcı oldu. 1384'te felç geçirerek öldü; daha sonra bir sapkın olarak mahkum edildi ve kalıntıları mezardan çıkarılıp yakıldı.
Wycliffe, Prag'daki Charles Üniversitesi'nin filozof, teolog ve rektörü Jan Hus'a (1369-1415) ilham verdi; Wycliffe'in yazılarını korudu ve reformu savundu. Tıpkı Wycliffe'in yaptığı gibi, bilhassa endüljansların (Kilise tarafından görünüşte arafta geçirilen süreyi kısaltmak için satılan fermanların) satışını tenkit ediyordu. Daha önceki savunuculuklarına müsamahayla bakıldı, ancak endüljansların geçerliliğine ve papanın otoritesine meydan okuduğunda tevkif edildi ve 1415'te kazığa bağlanarak yakıldı. Hus'un takipçileri reform için savaşmaya ve ardından kendilerini Kilise'den ayırmaya devam etti. Gayretleri Bohemya Reformu'nu sürdürdü ve nihayetinde Hussit reformcuları ile çatışmayı kazanan kilise müdavimleri arasında Hussit Savaşları'na (1419-1434) yol açtı.
Martin Luther ve Endüljanslar
Günümüzde bu reformcular Reform'un öncüleri olarak kabul edilseler dahi, başlangıçta, aynı zamanda endüljansların satışına karşı çıkan bir Alman keşiş olan merkezi reformist Martin Luther (1483-1546) üzerinde herhangi bir tesire sahip olduklarına dair hiçbir delil yoktur. Protestan Reformu tarihini nasıl seçerse seçsin, Martin Luther merkezde durmakta ve eserleri, karizması ve zekası asla niyetlenmediği ve şüphesiz tahayyül bile edemeyeceği bir hareketi ateşledi.
Ortaçağ'da Kilise'nin otoritesine en büyük darbe, herhangi bir fert veya hareketten değil, Kilise'nin 1347-1352 Kara Veba salgınının ıstırabına ve sebeplerine karşı koyamamasından gelmişti. Veba Avrupa'yı kasıp kavurdu ve Kilise'nin hiçbir gayretinin ıstırabı hafifletmede veyahut salgına mani olmada herhangi bir tesiri olmadı. İnsanlar, Meryem Ana'ya yahut azizlere dua ederken aynı zamanda halk ilaçlarına, ruhlara ve atalara dualara güvenmeye başladı. Aynı zamanda, Mukaddes Roma Katolik Kilisesi haricinde bir manevi otorite yoktu. Cennet, araf ve cehennem mutlak hakikatler olarak anlaşıldı ve cehennemden kaçınmak ve arafta daha az vakit harcamak için kişinin sahip olduğu şüpheleri bastırması ve Kilise'nin doktrinlerine bağlı kalması gerekiyordu.
Bunların arasında, kişinin arafta geçireceği vakti (veya sevilen birinin kalışını) kısaltmak ve ruhu cennete doğru hızlandırmak için satın alınan endüljansların tesiri vardı. Martin Luther, 1516'da Dominik keşişi Johann Tetzel Roma'daki Aziz Petrus Bazilikası'nın yeniden inşasını finanse etmeye yardımcı olmak için endüljans satmak için bölgeye geldiği zaman, Wittenberg Üniversitesi'nde rahip, teoloji doktoru ve profesördü. Tetzel müessir bir satıcıydı ve (kendisininki veya sadece ona atfedilen) "Sandıktaki altın çaldığında, kurtarılan ruh cennete fışkırır" sözüyle ünlendi, yani kişi bir endüljans satın alır almaz sevdikleri biri araf yangınlarından kurtulurdu. Luther bu tatbikata genelde itiraz etti, lakin Tetzel'in kendi bölgesinde endüljans satmasına tahammül edemedi.
31 Ekim 1517'de Luther, daha sonra meşhur olarak Doksan Beş Tez olarak bilinen Endüljansların Kuvveti ve Tesiri Üzerine Münakaşa başlıklı bir dizi argüman neşretti. Geleneğe göre, Luther bunları Wittenberg kilisesinin kapısına çiviledi, lakin modern bilim bu iddiaya meydan okumuştur. Onları kiliseye yahut piskoposuna göndermiş veya her ikisine de yollamış olsun, bunlar Luther'in arkadaşları ve destekçileri tarafından kopyalandı ve matbaanın 1440 civarında icadı sayesinde, 1518'de Almanya'ya hızla yayıldı, 1519'da İngiltere ve Fransa dahil diğer ülkelere ulaştı.
Luther, eğer Tanrı Araf'ı emretmişse, papanın birisinin orada kalış süresini kısaltma salahiyeti olmadığını ve eğer papanın böyle bir salahiyeti varsa, orada acı çeken ruhları herhangi bir bedel ödemeksizin serbest bırakarak hafifletmesi gerektiğini iddia etti:
Papa'nın araf üstünde bir salahiyeti olmadığını iddia ediyorum… Papa'nın herhangi birini araftan kurtarma salahiyeti varsa, neden aşk namına herkesi dışarı salarak Araf'ı ortadan kaldırmıyor? Sefil para uğruna sayısız canları serbest bıraktıysa, neden en mukaddes aşk uğruna bu yeri boşaltmasın? Ruhların araftan kurtulduğunu söylemek cüretkarlıktır. Sandıklardaki madeni paralar çıkar çıkmaz ruhların serbest bırakıldıklarını söylemek hırsı kışkırtmak olur. Papa her şeyi karşılıksız verse daha iyi olurdu. Papa'nın araf üzerinde sahip olduğu tek kuvvet, ruhlar namına şefaat etme kuvvetidir ve bu salahiyet, cemaatindeki herhangi bir rahip yahut papaz tarafından kullanılır. (Bainton, 68'den iktibas edilmiştir)
Luther, endüljans satışına meydan okurken, papanın otoritesine ve dolayısıyla Kilisenin bütün hiyerarşisine meydan okudu. Romalılar 1:17'den iktibas ederek (kısmen, "adaletle yaşayacaktır" şeklinde okunur) Luther, inanan fert ile Tanrı arasında bir vasıta olmaması lüzumunu ve Hristiyan yürüyüşünü Kilise'nin prensiplerinin değil, sadece mukaddes yazının dikte etmesi gerektiğini iddia etti.
Aforoz ve Reform'un Başlangıcı
1520'de, Luther'i ikna etmek için elçiler göndermekten bıkan Papa X. Leo, sözünü geri almadığı takdirde onu aforoz etmekle tehdit etti. Luther, Wittenberg'de fermanı (papalık fermanı olarak bilinir) alenen yaktı ve 1521'de aforoz edildi, bu da kilise doktrinine göre artık Tanrı'nın lütfu halinde olmadığı ve inananlarca dışlanması gerektiği anlamına geliyordu. Luther, Worms şehrindeki (Worms Diyeti olarak bilinen bir konferans) seküler otoritelerin toplantısına çağrıldı ve burada sözünü geri alması söylendi, ancak reddetti.
Luther'in görüşlerine sempati duyan Saksonyalı bir asil ve elektör olan III. Frederick (Bilge, 1463-1525) tarafından Luther'e geçiş izni sözü verilmişti. Worms Diyeti'nden sonra Luther kanun kaçağı ilan edildi ve hukuken öldürülebilirdi, lakin III. Frederick sahte bir adam kaçırma hadisesiyle Luther'i İncil'in Almanca'ya tercümesi de dahil olmak üzere en iyi bilinen eserlerinden bazılarını yazacağı Wartburg Kalesi'nde saklamıştı.
Yine matbaa sayesinde Luther'in Almanca İncili insanlara ucuza sunuldu ve en çok satanlar arasına girdi. Dini otoriteye meydan okuması, diğerlerini de aynı şeyi yapmaya teşvik etti ve hiçbir zaman niyet etmemesine ve desteklememesine rağmen, patronu Bilge Frederick dahil aristokrasiyi tehdit eden şiddeti kınadığında kısmen başarısız olan Alman Köylü Savaşı'nı (1524-1525) başlattı. Lakin Luther'in fiilleri, Almanya'dan diğer ülkelere yayılan bir alevi ateşledi.
Zwingli, Calvin ve VIII. Henry
Luther'in radikal mefhumları, aynı zamanda Martin Luther'in 95 Tezi'nin Wittenberg Kilisesi'nin kapısına dramatik bir şekilde çivilenmesinin hikayesinden de mesul olan arkadaşı ve işbirlikçisi Philip Melanchthon (1497-1560) tarafından Avrupa entelijansiyası için daha kabul edilebilir hale getirildi, kodlandı ve akıcı hale getirildi. Melanchthon, onu Yunanca profesörü olarak Wittenberg'e getiren Luther'in ilk savunucularından biriydi ve ikisi, doktrinel meseleler üzerinde bazı ihtilaf zamanlarıyla beaber, diğerlerinin gelişimine de tesir edecek bir inanç sistemi olacak olan Lutheranizm için birlikte çalıştı.
Bununla beraber, bu müddet zarfında bazı reformcular, Luther'in inkılabından bağımsız olarak neticelere vardı ve bunların arasında, İsviçre'de zaten 1519'da Kilise reformunu vaaz etmekte olan rahip ve filozof Huldrych Zwingli (1484-1531) vardı. Zwingli doğrudan Kilise'yi içeriden reforme etmeye çalışan Hollandalı filozof, rahip, bilgin ve teolog Desiderius Erasmus (1466-1536)'un tesiri altında kaldı.
Zwingli ve Luther, endüljanslara itiraz, azizlere saygı, oruç günleri ve kilise ikonları dahil olmak üzere görüşlerinde pek çok müşterek noktaya sahipti, ancak Efkaristiya'nın yorumlanması hususunda anlaşamadı, çünkü Zwingli putperestlikle sınırlanan Son Akşam Yemeği'nin yeniden yaratılmasına çok fazla vurgu olduğunu hissedirken Luther onu Hıristiyan yürüyüşü için elzem olarak anladı.
Teolog John Calvin (1509-1564) ise doğrudan Luther'in tesiri altında kalmıştır. Fransa'da Jehan Cauvin'de doğan Calvin, arkadaşı Nicholas Cop'un reformu müdafaa eden ve Paris'te College Royal'deki vazifesinden ayrılmaya ve düşman Katolik sadıklar tarafından tehdit edildiğinde Basel, İsviçre'ye kaçmak zorunda kalan bir avukattı. Calvin'in Cop ile olan münasebeti, kendi teolojisini ve reform hareketi anlayışını kuran ünlü Hıristiyan Dininin Müesseseleri'ni 1536'da neşrettiği Basel'e kendi sürgününe yol açtı.
Hıristiyan Dininin Müesseseleri, bir aracıya ihtiyaç olmadığını ve Katolik Kilisesi'nin İncil'e aykırı olduğunu savunarak, ferdin Tanrı ile alakalı olarak önceliğini vurguladı. Calvin'in görüşüne göre, Tanrı'nın kendisi ferde ilahi olanla iletişim kurma vasıtalarını sunmuştu ve sadelik Hıristiyan mesajının merkezinde yer alıyordu. Calvin'in muhafazakar görüşleri ve mukaddes kitabın önceliği hususundaki ısrarı ve aynı zamanda sapkın veya çapkın olarak kabul edilenlere zulmetmesi, statüsünü isyancı-reformcudan, bu zamana kadar Hıristiyanlığın Katolik Kilisesi sınırlarının dışında tanımlandığı gibi bir inanç müdafiine yükseltti.
Bu reformcular - ve Marie Dentiere (1495-1561) ve Argula von Grumbach (1490-y. 1564) gibi kadınlar da dahil olmak üzere pek çok diğerleri - manevi kaygılara ve Kilise'nin suistimallerine cevap veriyorlardı, lakin Reform hareketinin tamamen pratik değerini kabul eden başkaları da vard. İngiltere Kralı VIII. Henry (1485-1509) bunların en ünlüsüdür ve Kilise'nin kuvvetini bir kenara bırakarak, bu kuvveti - ve ona bağlı serveti - kendisi için üstlenebileceğini anlamıştır. VIII. Henry'ye sık sık papadan boşanma talebinde bulunan, reddedilen ve bu sebeple İngiltere Kilisesi'ni kuran kral olarak atıfta bulunulur. Henry'nin izdivaç meseleleri İngiltere'de Reform'un başlangıcının yalnızca bir yönüydü, lakin Kilise vergilendirilmemiş önemli toprak parçalarına sahip olduğundan ve ondan ayrılarak, kral önemli bir gelir elde edebilirken aynı zamanda papa ve din adamlarının siyasi gücünü de ortadan kaldırabilirdi.
Netice
Diğer birçok prens ve asil de aynı sebeple Reform'u destekledi. Kuvvetli bir siyasi varlık olarak Kilise yüzyıllardır toprak haklarına, verasetlere, hatta savaşlara tesir ediyordu ve kendilerini Protestan davasıyla aynı hizaya getirerek, bu asiller daha fazla muhtariyet ve kuvvet kazandı. Bununla beraber, Kilise'den ayrılma barışçı veya dostane bir ayrılık değildi ve manastırlar, kiliseler ve dini sanat eserleri tahrip edilirken birçok insan öldürüldü. İskoçya'da reformcu John Knox (1514-1572 civarı) manastırların, rahibe manastırlarının ve kiliselerin yıkılmasını o kadar teşvik etti ki, birçoğu harabeye döndü.
Çatışmalar, en azından resmi olarak, hükümdarların bölgeleri için Roma Katolikliğini veya Lutheranizmi seçebileceklerini ve bu halkın resmi inanç itirafı olacağını mecburi kılan 1555 Augsburg Barışı ile sona erdi. Bununla beraber, Kilise'nin Protestan hareketine cevabı olan Karşı Reform (1545-1563), suistimalleri giderirken (endüljans politikasında reform yapmak dahil) ve başka mühim değişiklikler yaparken, bölgeleri yeniden dönüştürmeye çalışarak çatışmayı uzattı.
Protestanlar ve Katolikler arasındaki gerilimler sonunda, yaklaşık 8 milyon insanı katleden ve Kutsal Roma İmparatorluğu sahasını harap eden Otuz Yıl Savaşları (1618-1648) ile neticelendi. Bu savaşlar, 1555'teki Augsburg Barışı ile aynı prensipleri tanıyan ve kişinin dini ülkesinin veya prensliğinin resmi dininden farklıysa, kişinin imanını şahsi olarak yaşaması için dini hürriyeti genişleten Westphalia Barışı ile neticelendi. Bu barış, yaygın olarak Reform'un sonu olarak kabul edilir.
Protestan Reformunun tesirleri her seviyede derindi. Protestanların Kitab-ı Mukaddes'i kendileri için okuması teşvik edildikçe ve eğitim daha yüksek bir öncelik haline geldikçe, okuryazarlık oranları önemli ölçüde arttı. Propaganda mefhumu, hususi veya grup ajandaları ilerletmek için kurulmuş ve kullanılmıştır. Matbaa ve seri üretilen kitaplar cemiyet için daha merkezi hale geldi. Milliyetçilik yaygınlaştıkça, demokratik idealler daha kabul edilebilir hale geldi ve ulus-devletler ülkelere dönüştü.
Keşif Çağı, Avrupa Katolik ülkelerinin inançları için sözde 'Yeni Dünya'yı müstemleke yapmaya çalışması ve daha sonra Protestan grupların da aynısını yapması yüzünden Reform tarafından da bilgilendirildi. Aslında Reform'un neticeleri o kadar çok çeşitliydi ki, bunları sıralamak neredeyse imkansızdı, ancak başlangıçta, ana oyuncuların hiçbirinin aklında böyle bir şey yoktu.
Kilise'nin Luther'in argümanlarına ilk reaksiyonu, eğer herkes İncil'i münasip gördüğü şekilde yorumlayabiliyorsa ve kabul edilmiş bir merkezi otorite yoksa, o zaman herkes kendi yorumunu Tanrı'nın gözünde doğru olarak kabul edebilir şeklindeydi. İnananların Tanrı'nın iradesini ararken başvurabilecekleri tek bir idare organı olması gerekiyordu, yoksa her grup kendi yorumlarını Tanrı tarafından verilen hakikat olarak iddia edecekti. Aslında olan tam manasıyla buydu ve pek çok Protestan mezhebinin kurulmasına yol açtı. Protestan Reformunun tarihlendirilmesinde, aslında, bazı bilim insanları, farklı mezhepler kendi hakikatlerini Tanrı'nın kendi hakikati olarak iddia etmeye devam ettiği için Reform'un hala ilerlemekte olduğunu iddia ediyor.