Martin Luther (1483-1546), Protestan Reformu olarak bilinen dini ve kültürel hareketin merkezi bir şahsiyeti olup Alman bir rahip, keşiş ve ilahayatçıydı. Her ne kadar daha önceki reformcular Luther’in savunduğu görüşleri dile getirmiş olsalar da, onun karizmatik kişiliği ve matbaayı etkin olarak kullanması, Hıristiyanlık vizyonunun geniş çapta kabul görmesine neden olmuştur.
Luther, avukat olmasını isteyen alt sınıftan bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş, ancak tartışılmaz gerçekleri tanımlama konusunda ısrarı, bir fırtına sırasında yaptığı ilahi yardım çağrısıyla birleştiğinde, onu bir Augustune keşişi olmaya yönelmiştir. Kilisenin uyguladığı politikaya ve özellikle Endüljans satışına (günahların afedildiğini gösteren belge) duyduğu öfke ve Kilise otoritesini sorgulamaya açtığı zamana kadar Almanya’nın Wittenberg Roma Katolik Kilisesinin, bazen bir az sorunlu da olsa, dindar bir rahibiydi.
Martin Luther, başlangıçta hiçbir zaman, Kilise hiyerarşisine veya Papalık kurumuna meydan okuma gibi bir düşüncesi yoktu. Ancak, 1517 yılında yayınlanan Martin Luther’in 95 maddelik Tezi; İncil hükümlerine aykırı bulduğu ve sorunlu olduğunu düşündüğü Kilise politika ve uygulamalarını tartışmaya açmaya bir davet olmuştur. Çünkü Latince yazılmış orijinal Metinler, dini bilgilere sahip az sayıda Kilise cematinden meydana gelen okuyucu kitlesine hitap ediyordu. Ancak 1440 yılına gelindiğinde matbaanın kullanımı konusunda kaydedilen gelişmeler sayesinde dostları ve taraftarları Luther’in Tezlerini Almanca’ya çevirmişlerdir. Luther’in Doksan Beş Maddelik Tezi Almanya’nın her bir yerine ve aynı zamanda diğer Avrupa ülkelerine de yayılarak Protestan Reformu hareketini ateşleyen kıvılcım olmuştur.
Çocukluk Dönemi ve Yemin
Martin Luther, 1483 yılında, o zamanlar Kutsal Roma İmparatorluğunun bir parçası olan Eisleben şehrinde, günümüz Almanyasında doğmuştur. Babası bir çiftçi olarak toprağa bağlı olmadığı, bir dizi bakır madenine sahip olduğu için ailesi köylülük üst sosyal tabakasındandı. Akademisyen Roland H.Bainton’un bu konuda yorumu şöyledir:
Babası Hans Luther ve annesi Margaretta, sağlam yapılı, tıknaz ve esmer tenli Alman köylüleriydi. Aile, aslında, toprağı işlemekle meşgul değildi, çünkü baba Hans, miras kalmayan bir evlat olarak, toprağın derinliklerinde iş gören maddencilerin koruyucusu Saint Anne’nin yardımıyla yarım düzine dökümhaneya sahip olacak kadar zengin olmuştu; ama yine de, çok zengin olduğu söylenemezdi, çünkü karısının hala da ormana gidip eve odun getirmesi gerekiyordu. Ailenin içinde bulunduğu atmosfer, köylülük atmosferiydi: Engebeli, sert tabiat şartları, zaman zaman kaba saba davranışlar, ailenin ise saf ve dindar yapıda olduğu bir atmosfer. Yaşlı baba Hans oğluyla birlikte Tanrıya yakarıyordu ve anne Margaretta da onların dualarına katılıyordu (10-11).
Luther, ailenin en büyük çocuğuydu ve babası onun iyi bir eğitim almasını sağlamıştı, böylece avukat olabilir ve sosyal hiyerarşide daha iyi bir konuma yükselebilirdi. Luther, ilk olarak, Magdeburg ve Eisenach kentlerinde eğitim görmüş ve 1501 yılında, 17 yaşındayken, Erfurt Üniversitesine girmiştir. Daha sonra yazdığı yazılarından anlaşıldığına göre Luther Hukuk eğitimini görmekte zorluk çekmiş ve sonuçta anlamsız olduğuna inanarak okulunu bırakmıştır.
Martin Luther, hayattında anlam arayışındaydı; somut ve değişmez olabilecek bir şeyi keşfetme arzusu onu felsefe öğrenmeye sürüklemiştir; ancak insan aklına ve değişen koşulların her zaman güvenilemeyeceği yorumuna dayandığı için felsefeyi de aynı derecede tatmin edici bulmamıştır. Çünkü entelektüel akıl yürütme, insanoğlunun varlığından beri kusurlu olduğunu hissetmiş ve zorunlu olarak deneyimlerin öznel yorumu insafına kalmıştır. Martin Luther, Tanrı’nın nihai gerçek varlık olduğuna inanıyordu, ancak kişinin anlamlı veya kalıcı birlikteliği nasıl sürdürmesi gerektiği hakkında hiçbir fikri yoktu. Mutlak ve affetmez bir yargıç olarak Tanrı korkusuyla yetiştirilmiş olduğundan dolayı Tanrısal olanın başka bir imgesinin de olabileceğini tasavvur edemiyordu.
Martin Luther, 1505 yılı Temmuz ayında üniversityeye geri dönerken, yolda yürüdüğü zaman bir fırtına kopmuş ve yakında bulunan bir ağaca yıldırım düşmüştür. Korkmuş bir halde şöyle bağırmıştır; “Azize Anne, yardım et bana! Bir keşiş olacağım” (Bainton,5). Haykırışını ciddi bir yemin olarak değerlendirmiş, üniveristeye döndüğünde kitaplarını satmış ve okulunu bırakmıştır. Aynı yılda, 17 Temmuz 1505 tarihinde, Saint Augustine Manastırına girmiş ama bu kararı babasının hoşuna gitmemiştir.
Manevi Kriz ve Vahiy
Martin Luther, Azize Anne’e olan yeminini çok ciddiye almıştır; çünkü ölümden korkuyor ve fırtına çıktığı gün Azize Anne’ın onun hayatını kurtardığına inanıyordu. Luther’in ölüm korkusu, Tanrı’nın doğrudan insan kalbini gören ve başarısızlıklarından dolayı insanı cezalandıran, herşeye gücü yeten ve herşeyi bilen mutlak ilahi bir varlık olarak anlayışından kaynaklanıyordu. Kindisinin de son derec kusurlu bir varlık olduğunu düşünen Luther, o dönemde, Tanrı’nın bağışlayıcı olduğunu, ölümden sonra Cenette yaşamaya giden yolu göremüyordu; sadece sonsuza kadar sürecek Cehenem azabını hayal ediyordu.
Luther, kendisini katı bir şekilde dua etmeye, oruç tutmaya, neredeyse sürekli günah itirafında bulunmaya ve kutsal yazıları inceleme displinine adamıştı. Ama yine de bağışlayıcılık sunan sevgi dolu bir Tanrı’yı düşünemiyordu. Daha sonraki dönemde Tanrı hakkındaki görüşünü şöyle yazmıştır:
Tanrı’nın, sırf kendi isteğine göre, insanları terk etmesi, acımasız hale getirmesi, lanetlemesi, diğer yandan da, sanki çok merhametli ve iyi niyetli olduğunu söyleyen zavallıların günahlarından ve insanın sonsuza kadar acı çekmesinden hoşlanıyormuş gibi olması, bir bütün olarak, doğal akla aykırı değil midir? sorusunu gödeme getirmiştir. Bu durumda, her dönemde pek çok insanın günah işlemeye sürklendiği, Tanrı’nın ise aslında adaletsiz, zalim ve dayanılmaz olduğu görülüyor. Peki, kim sürüklenmezdi ki? Ben de, defalarca umutsuzluk uçurumun kenarına sürüklendim, öyle ki, hiç yaratılmamış olmayı bile diledim. Tanrı’yı sev?.. Ama ondan nefret ediyordum! (Bainton, 44).
İçinde bulunduğu dini topluluktan çıkmayı umarak, yaşamakta olduğu zorlukları akıl hocası Johann von Staupitze’e paylaşarak serzenişte bulunmuş, ancak, hocası Staupitz, tam aksine, ona doktora derecesini almasını ve Wittenberg Üniversitesinde, Staupitz’in görev yapmakta olduğu İncil Kürsüsünü devralmasını söylemiştir. Martin Luther, böylesi bir davranışın aslında kendisinin ölümü olacağını öne sürerek bu öneriyi kabul etmemişti. Ancak, hocası Staupiz, eğer kabul ederse, Cenette geçireceği zamanda uğraşmak isteyeceği çok şey bulacağına dair onu ikna etmiştir.
Martin Luther, 1512 yılında doktorasını almış, hocası Staupitz’in kürsü görevini devralmış ve üniversitede öğretim görevlisi olmuştur. 1513 yılı dolayında Aziz Pavlus’un Romalılara Mektubunu okuduğu sırada Tanrının doğasına ilişkin bir Vahiy almıştır. Romalılara Mektup 1:17’de, “Adil (Salih) kişi imanla yaşayacaktır” yazılı pasajı onu derinden etkilemiştir. Daha sonra o anı şöyle yazacaktır:
Tanrı’nın inayeti” ile “Adil olan inancına göre yaşam sürer” ifadeleri arasındaki anlam bağlantısını anlayana kadar gece gündüz hep düşündüm. Daha sonra, Tanrı adaletinin; Tanrı’nın bize lütuf ve katıksız merhamet ile iman aracılığıyla aklamasını sağlayan doğruluk olduğunu anladım. Bunun üzerine yeniden doğduğumu ve açık bırakılan kapılardan cenette girdiğimi hissetim. Kutsal Metinlerin tamamı bende yeni bir anlam kazandı ve daha önce “Tanrı’nın adaleti” kavramı benden nefret uyandırırken, şimdi ise bu kavram, daha büyük bir sevgiyle benim için tarif edilemeyecek kadar anlamlı hale gelmiştir. Pavlus’un bu paragrafı benim için Cenette açılan bir kapı oldu (Bainton, 51).
Bu deneyimi aynı zamanda Martin Luther üzerinde, Kutsal Metinlerin Kilise öğretileri üzerindeki önceliğini de etkilemiştir. Çünkü Kilise ona manevi mücadelesinde karşılaştığı sorunlarla başa çıkma konusunda anlamlı bir yol sunamamışken, okuduğu İncil pasajı ise, o andan itibaren, ilahi olanla bir birlik olma yolunu açmıştır.
95 Maddelik Tezi
Martin Luther, Kutsal yazılarda anlatılan Tanrı doğasını anladıktan sonra, Ortaçağ Kilisesinin ileri sürdüğü Tanrı vizyonunu ciddi bir şekilde sorgulamaya açmıştır. Şöyle ki; Şayet kişi yalnızca iman yoluyla kurtuluşa eriyorsa, Kilisenin inananlara dayattığı bütün politikaların, kuralların ve alınan ondalık vergilerin amacı ne olduğu sorusunu sorarak düşünmeye başlamıştı. Kutsal Kitapta, günahkârların günahları temizlenip Cenette girinceye kadar atteşte işkence gördüğü, Cennet ile Cehennem arasındaki ara bölge olan Araf hakkındaki Kilise öğretisine Kutsal Kitabın neresinde destek vardır? Hatta Papa’nın İncil’e dayandırdığı gerekçesi nereden kaynaklanıyor? sorularını sormuştur.
Mainz Başpiskoposu Albercht von Brandenburg, 1516 yılında, Papa X. Leo’dan bölgesinde Endüljans satışına (kişinin Artaf’ta geçirdiği zamanı kısalttığını dair iddia edilen Belge) izin vermesi, Luther’in sorduğu sorularla daha acil hal alan bir konu olmuştur. Başpiskopos Albrecht, o sıralarda derin bir borç içindeydi ve Roma’daki Aziz Petrus Bazilikası’nın yeniden inşaası için mali fona ihtiyaç duyan Leo X’un hoşgörüsünden paylaşımı kabul etmişti. Leo X, 1516 yılında, Dominikli Rahip Johann Tetzel’i bölgeye göndermişti, Başpiskopos ile Papa arasındaki anlaşma hakkında hiçbir bilgisi olmayan Martin Luther, daha sonra 95 Maddelik Tezi olarak bilinen Endüljansın Gücü ve Etkinliğine Dair tartışma metnini yazarak ittiraz etmiştir.
Geleneğe göre Martin Luther tezlerini içeren Belgesini, 31 Ekim 1517, tarihinde kutlanan All Saints Eve gününde (Azizler Günü), Wittenberg Saray Kilisesi kapısına asmıştır. Ancak, modern dönem bazı bilim insanları bu iddiaya karşı çıkıyorlar. Ancak, Luther ve Kilise Kapısı anlatısı daha sonra, o sırada Wittenberg kentinde bile olmayan bir arkadaşı ve meslektaşı Philip Melanchton (1497-1560) tarafından yayılmıştır. Bazı Akademisyenler, Luther’in argümanlarını Kilise kapısına çivileme hikâyesi, onun tanınmasına yaradığı türden daramatik bir jest olduğunu kabul ediyorlar. Martin Luther’in 95 Maddelik Tezi arkadaşları ve meslektaşları tarafından Almanca’ya çevirisi yapılmış, basılmış ve dağıtılmıştır. Bu hareketleri dönemin Almanya dini otoritesine karşı yaygın bir meydan okumaya yol açmış, İngiltere, Fransa ve diğer Avrupa ülkelerinde de çevirisi yapılıp daha da yaygın hale getirilmiştir.
Oysa 95 Maddelik Tezi, Kilise’ye karşı doğrudan bir meydan okuma olarak tasarlanmamış ve aynı zamanda yeni bir şey de değildi. Luther’in, 95 Maddelik Tezi, yalnızca bir ay önce, yani Eylül ayında, onun skolastik Teolojiye olan itirazlarını ortaya koymasıdır. Luther, Latince olarak kaleme alınmış 95 Maddelik Tezi ile tartışmaya açmak üzere yalnızca 95 “konuşma noktası” önerisinde bulunuyordu. Ancak, bu Tezler tercüme edilip dağıtıldığında reformun katalizörü olmuşlardır; çünkü halka göre Kilise otoritesine meydan okuyan tezlerdir.
Wittenberg Kilisesi kapısına asılmış olsa da, 95 Maddelik Tezini Martin Luther’in kendisi Albercht von Brandenburg’a göndermiştir. Arkadaşı da sapkınlık açısında gözden geçirip Roma’ya göndermiştir. Papa Leo X, daha sonra Luther’in hatalı olduğuna, özellikle de Papa’nın yoksullardan para talebinde bulunmak yerine Aziz Petrus Bazilikasının inşaasını finanse etmesi gerektiği iddiasıyla ilgili olarak ikna etmek üzere bir dizi heyet göndermiştir. En ünlü delegeler arasında 1518 yılında Augsburg şehrinde Luther’i Ortodoksluğa geri döndürmeye çalışan ama bu çabasında başarısız olan Kardinal Thomas Cajetan (1468-1534) vardı.
Diğer ünlü delegeler arasında, Martin Luther’in eski bir arkadaşı İlahayatçı Johann Eck (1486-1543), Luther’in 1519 yılında Leipzig’de arkadaşı ve reformcu Andreas Karlstadt (1486-1541) vardı. Luther, bu arkadaşı ile yaptığı tartışma sırasında görüşlerini savunmuştur: Kutsal metinleri yorumlayan merkezi bir otorite olmaması halinde, metinleri okuyan herkesin kendisi yorum yapacağını ve bu durumun da kaosa yol açacağını, çünkü tüm insanların Kutsal Kitabı doğru bir şekilde anlayamayacağını söylemiştir. Johann Eck, Kilise İncil yorumunu yaparken bilimsel bir geleneğe dayandığını iddia etmiştir (Lutherin 1517 yılı, Eylül ayında şikâyet ettiği); bu durumda Johann Eck anlayışının doğru olduğu ve Luther’in inançla aklanma konusundaki iddialarının yanlış olduğu anlamına geliyordu. Luther geri adım atmayı reddetmiştir. Papalık, 1520 yılında, Exsurge Domine başlığıyla aforzla tehdit eden bir Bildiri yayınlanmış ve Martin Luther de bu Bildiriyi Wittenberg’de, Aralık ayında herkesin önüne yakmıştır.
Worms Şehri ve Wartburg
Papalık, Martin Luther’i cezalandırmak üzere 1521 yılında aforoz etmişti; Yargılama/Aforoz davası, onu Worms şehrinde yapılacak Worms Kuruluna katılmaya çağıran laik yetkililere devredilmişti. Yargılama davası Kutsal Roma İmparatoru V. Charles huzurunda/ başkanlığında görülmüştür. Üniverite Rektörü Johann Eck (yukrıda adı geçen kişi değil) Luther’e geri adım atması için bir kez daha baskı yaparak Kilise’ye teslim etmiştir. Luther’in görüşlerine sempati duyan Saksonya seçmeni (İmparator seçminde oy hakkı olan soylulardan biri) Dük Frederick III (Bilge, 1463-1525) Luther’e duruşmanın güvenli geçeceği sözü vermiştir.
Martin Luther, 18 Nisan 1521 tarihinde, sözünden geri adım atmayı reddetmiş ve aşağıya çıkarılan ünlü Savunmasını yapmıştır:
Kutsal Metinlerin tanıklığıyla veya akıl yoluyla açık bir gerekçe sunularak ikna olmadığım sürece (ne Papa’ya ne de konseylere güvenmiyorum, çünkü onların da sık sık hata yaptıkları ve kendileriyle çeliştikleri çok iyi biliniyor). Kutsal Metinlerden alıntı yaptım ve vicdanım Tanrı sözünün esiridir. Bundan dolayı hiç bir görüşümden dönmüyorum ve hiçbir sözümü geri almayacağım da, çünkü kişinin vicdanına rağmen yazdıklarını inkâr etmesi ne güvenilir ne de doğru olur. Aksini yapamam, İşte Buradayım, Allah yardımcım olsun. Âmin. (Roper, 172).
Savunması bittiği zaman, bir maçı kazandıktan sonra geleneksel olarak selam veren bir şövalye edasıyla kolunu kaldırdığı söyleniyor. 95 Maddelik Tezinde olduğu gibi, modern dönem akademisyenler, Luther’in Worms Kurulunda Savunmasına, duruşmanın daha sonraki transkriplerinde görülen ünlü ibare “İşte Buradayım” (Here I Stand) dizesinin dâhil edilmesine karşı çıkmışlar, ancak bu satır genel olarak otantik kabul edilmiştir.
Martin Luther, 25 Mayıs 1521 tarihinde kanun kaçağı olarak kınanmıştır; bu durumda, ona yardım edebilecek herkesin suçlanacağı ve hiçbir sonuç alınmadan öldürülebileceği anlamına geliyordu. Worms şehrinden Wittenberg kentine döndüğü sırada Dük III. Frederick askerleri tarafından kaçırılmış, şüpheleri dağıtmak üzere haydut kıyafeti giydirilmiş ve Dük Frederick’in ikamet ettiği Wartburg Kalesine götürülmüştür. Luther, Wartburg Kalesinde kaldığı zamanda, neredeyse sürekli yazmış ve Yeni Ahit/Kutsal Kitap İncil’i Latince’den Almancaya çevirmiştir. Kutsal Kitabın Almanca çevirisi, matbaanın hızla gelişmesi ve yayındaki verimliliği sayesinde kısa sürede en çok satan kitaplar arasında yer almıştır.
Köylü İsyanı
Aslında matbaa, Luther’in sadece görüşlerinin hızla yayılmasına değil, aynı zamanda, onu kahraman bir şahsiyet ve eşitsizlik politikaları sürdüren otorite makamlarına meydan okuyan “halk adamı” olarak tasvir eden resimlere olanak sağlayan “gizli silahı” olmuştur. İngiltere’den John Wycliffe (1330-1384) ve Bohremya’dan Jan Hus (1369-1415) gibi daha önceki “proto-reformcular”, matbaa henüz icat edilmediğinden dolayı bu tür teknolojiye erişme imkânına sahip değillerdi. Daha uzun süren ve daha düşük kalitede metinler üretilen tahta baskıya güvenmek zorunda kalmışlardı. Martin Luther, zamanın basın gücünü kullanabiliyor, broşürler, posterler, kitaplar ve diğer her şeyi hızlı bir şekilde üretebiliyor ve üretilen sözkonusu bütün malzemeleri daha sonra halkın erişimine sunabiliyordu.
Nüfusun çoğunluğu okuma bilmese de, bu metinleri okuyabilen birileri bulunuyordu ve Luther, yerel liderlerin teşvikiyle Wittenberg kentinde isyan hareketinin öncüsü, Alman Köylü Savaşını (1524-1525) başlatan bir halk kahraman olmuştur. Bu gelişme kısmen, Luther’in eski bir hayranı, sonradan anti-Luterci yazılarıyla muhalifi olan ve Hıristiyanlığın mistik bir yorumunu vaaz eden İlahiyatçı Thomas Muntzer (1489-1524) tarafından teşvik edilmişti. Köylüler Luther’in davasını desteklemek üzere meydana çıkmasını beklediler, ancak, Luther bunun yerine, dünyevi otoriteye itaat etme konusunda kutsal metinlere atıfta bulunarak şidetti kınamış ve Wittenberg’de verdiği sekiz vaaz da böylece sona ermiştir.
Daha sonra fikrini değiştirip adaletsiz otoriteye karşı direnişi teşvik edecektir; ancak, o zamanlar şiddeti kınayarak ve statükoyu koruyarak vicdanına ve kutsal metinlere uyduğuna inanıyordu. Oysa bazı eleştirmenler, toprakları ve zenginliği ve dolayısıyla Martin Luther’e koruma sağlayan, isyan hareketiyle tehdit edilen Frederick III ile olan ilişkisinin onu motive etmiş olabileceğine dikkat çekmişlerdi. Bu suçlama, 1521-1524 yılları arasında Luther’e yazılı saldırılarda bulunan İlahıyatçı Muntzer tarafından ileri sürülmüş ve ayrıca III. Frederick’in isteği üzerine Reformasyon hareketinin Wittenberg’deki ilerleyişini durdurmakla Luther’i suçlayan Karlstadt tarafından da ileri sürülmüştür.
Evlilik ve Lutheryanizm
Martin Luther, 1525 yılı Haziran ayında Katharina von Bora (1499-1552) ile evlenmiştir. Eski bir rahibe olan Bora, 1523 yılında Luther’e kendisini ve bazı arkadaşlarını manastırdan kurtarmak üzere yardım isteyen bir mektup yazmıştı. Luther de onları ringa balığı fıçılarıyla dolu bir vagonla kaçırılmaalrını organize etmiş ve onunla evlenmek isteyen Katharina dışında tüm kadınlara barınacak uygun evler bulmuştu. Luther, zaten din adamlarının bekâr olmasının İncil’e dayalı bir temeli olmadığı sonucuna varmış ve başlangıçta bazı şüpheleri olmasına rağmen evliliği devam etmiştir.
Martin Luther ve Katharina çok yakın bir çift olmuşlardı ve evlilikleri, diğer din adamlarının onları örnek alması için bir ilham kaynağı olmuştur. Katharina aile toprakları bakımı ve yönetim faaliyetleriyle ilgileniyordu, altı çocuk doğurmuş ve sonraları Luterciliğe dönüşecek kavramı formüle etme işinde Luther’e yardımcı olmuştur. 1526 yılı ile Luther’in ölüm yılı olan 1546 yılı arası dönemde Luther, Katharina, Philip Melanchton ve diğer dostları yeni kilisenin organizasyonu ve yönetimiyle meşgul olmuşlardı, Kutsal Yazıları getirdikleri yeni anlayışa göre yorumlayabilmek üzere insanları eğitmeye odaklanmışlardı.
Martin Luther, Büyük İlmihali rahipleri eğitmek üzere ve Küçük İlmihali de din adamı olmayan normal insanlar için 1529 yılında yazmış ve Kutsal Kitap İncil’in tamamını 1534 yılında Almanca olarak yayınlamıştır. Ayrıca, günümüzde hala popüler olan bir dizi ilahi de yazmış (özellikle Güçlü bir Kale Bizim Tanrımızdır), teolojik çalışmalar yapmış ve Avrupa’daki farklı Protestan hareketlerini birleştirme girişimi olan Marburg Konferansına katılmıştır. Konferansta Luther ve İsviçreli reformcu Huldrych Zwingli (1484-1531) Efkaristiya yorumu konusunda yollarını ayırmışlardır; Protestan partiler arasındaki diğer farklılıkların da aynı derecede aşılmaz olduğu ortaya çıkmış ve çeşitli mezhepleri kendi vizyonlarını geliştirmeye bırakmışlardır.
Sonuç
Martin Luther, 18 Şubat 1546 tarihinde Eisleben kentinde, 62 yaşında felç geçirme sonucunda ölmüştür. Yıllar önce kapısına 95 Maddelik Tezini astığı Kilise olan Witterberg, Kale Kilisesi mimberinin önüne gömülmüştür. Martin Luther, öldüğünde, Protestan Mezhebi için uluslararası bir kahraman, Kilise birliği bozan Şeytanın bir ajanı olarak gören Katolikler için ise iflah olmaz bir şeytandı.
Martin Luther, hayranları arasında bile, yapmış olduğu iki eşli evliliği konusunda yalan söylemesini tavsiye ettiği Hesse Asilzadesi I.Philip’in dâhil olduğu bir skandalı ele alması ve Marburg’daki diğer Protestan liderlerle uzlaşmayı reddetmesi iddiasıyla kınandığı eleştirilere maruz kalmıştır. Ayrıca Yahudileri “öteki” olarak kınayan bir dizi eser yayınlayarak ve Yahudilerin “Hz. İsa’nın Katilleri” ve Tanrı lütfunu reddeden düşkün bir halk imajını sürdürdükleri gerekçesiyle şiddetli bir Yahudi karşıtı olmuştur.
Her ne kadar modern billim insanları, karakterinin bu yönü için çeşitli özürler sunmuş olsalar da, Luther’in basitçe “devrin bir adamı” olduğunu açıklamak imkânsızdır, çünkü kendisi de pek çok açıdan oldukça açık bir şekilde sıra dışıdır. Yine de güçlü retoriği ve bir yazar olarak becerisi, ölümünden sonra antisemitizmi ve nefret suçlarını teçvik etmeye devam etme yönünde olmuştur. Luther’in çalışmaları, 1930’lar ve 1940’ların başında, Almanya Nazi Partisince büyük beğeni toplamış ve soykırımın gerekçesi olarak kullanılmıştır.
Arkadaşı Melanchton, Maartin Luther’in bu inatçı çizgisini vurgulamış ve şöyle bir açıklama yapmıştır: Yahudiliğe karşı olan tutumu, inatçılığın belirtisi gibi görünüyor, çünkü herhangi bir şeye karar verdikten sonra bu kararının aksine hareket etmesi pek mümkün değildi (aynı zamanda Kopernik’in güneş merkezli evren teorisini reddetmesinde de görülüyor). Yahudi herhangi bir kişiyle ile anlamlı bir derecede etkileşime girdiğine dair hiçbir kanıt bulunmuyor ve büyük bir ihtimalle antisemitiz duygusunu, bugün bile birçok kişinin yaptığı gibi, hiç tanışmadığı insanlar hakkında duyduklarını hiç sorgulamadan geliştirmiş olabilir.
Martin Luther, kişiliğinin bu yönüyle, Cennetin ve Cehennemin anahtarlarını elinde tuttuğunu iddia eden Kilise kurallarını sorgulamaktan korkmayan bir adam tutumuyla çelişiyordu. Ancak tarih bize, başarılarına rağmen, az ya da çok kusurlu olan birçok büyük şaysiyetin; kadın ve erkek olsun, hikâyesini sunuyor ve Martin Luther de bir istisna değildir.