Bugün Türkiye’nin dört bir yanından yükselen sesleri dinleyin; her birinin ardında Cumhuriyet’in 101 yıllık hikayesi var. Anadolu’dan Ege’ye, Karadeniz’den Akdeniz’e, herkes aynı şeyi kutluyor. Cumhuriyet’i yaşarken anlıyoruz; onun özgürlüğünü, onun adaletini, onun hepimizi bir araya getiren gücünü.
Cumhuriyet deyince; siyah önlükleriyle okula giden köy çocukları geliyor aklıma. Köy Enstitüleri’ni; bu ülkenin en ücra köşelerinden bile aydın insanlar yetiştiren, Anadolu’nun her karış toprağına umut tohumları eken kurumlar geliyor. Cumhuriyet, herkese eşit bir eğitim sunabilmek, her çocuğa aynı fırsatları verebilmek demek. O günkü çocuklar bugünün yetişkinlerinin hatıralarında özgürlük dolu, kendilerine güvenen çocukluk yılları var.
Cumhuriyet deyince, kadınlar geliyor akla. İlk kadın mühendis, ilk kadın doktor, ilk kadın öğretmen... Tek tek bu yola çıkan cesur kadınlar, Türkiye’de kadınların sadece evde değil; okulda, işte, hayatta da yer alabileceğini gösterdi. 1934’te kadınlara seçme ve seçilme hakkının verildiğini hatırlayın. O dönemde dünya kadın hakları için çalkalanırken, Türk kadını Cumhuriyet’in ışığında sesini bulmuştu. Bugün, Cumhuriyet’in her bir köşede izlerini taşıyan kadınlar, bu hakkı büyük bir gururla taşıyor.
Cumhuriyet deyince akla İzmir geliyor mesela. 29 Ekim akşamında İzmir’in Körfez kıyısında toplanan kalabalık, ellerinde bayraklarla yürüyen yüzlerce insan. Yaşlısı, genci, çocuğu, herkes aynı hedefe bakıyor; özgürlüğe ve bağımsızlığa. Cumhuriyet’in İzmir’i, hepimizin İzmir’i oluyor. O gece deniz kenarındaki fenerler, bayraklarla birlikte yanıyor; şehrin her köşesinden aynı coşku yükseliyor.
Cumhuriyet deyince; İstanbul Boğazı’nın iki yakasında ışıklarla kutlanan Cumhuriyet günleri geliyor aklımıza. Boğaz Köprüsü’ne asılan kocaman Türk bayrağı, her geçene “İşte Cumhuriyet’in simgesi burası” diye sesleniyor sanki. Havai fişekler gökyüzünde patlarken o simgelerin ardındaki anlamı düşünüyoruz. Cumhuriyet, her şeye rağmen bir arada durmanın, birlikte gülmenin ve ağlamanın sembolü.
Cumhuriyet deyince, Atatürk’ün emanet ettiği gençlik geliyor göz önüne. Liselerde, üniversitelerde kendini geliştiren, dünyayı anlamaya çalışan gençler. Onlar, bu mirasın bekçisi. Cumhuriyet onları sadece bilgiyle değil, aynı zamanda sorumlulukla da donatıyor. Bugünün gençleri, Cumhuriyet’in sadece bir bayram değil; düşünce özgürlüğü, sanat, bilim, ve yenilik demek olduğunu biliyor.
Hugo Boss Vakfı’ndan sağlanan kaynak ve Ahbap Derneği işbirliğiyle Antakya’da yeniden inşa edilen Ali Sayar Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi de işte o desteklerden sadece biriydi.
Hatay depremden en fazla zarar gören kentlerimizin başında geliyordu.
Açılış bittikten sonra Hugo Boss Genel Müdürü Arif Kaya’yla şehri dolaştık.
Yıllar içinde bölgeye çok defa gittim. Deprem öncesinin Hatay’ın o dar sokaklarını iyi bilenlerdenim. O canlılık, insanların yüzlerinde gördüğüm o neşeden şimdi sadece izler kalmış. O sarsıcı, yıkıcı deprem Hatay’ı adeta yutmuş, yerle bir etmiş.
Gezindiğimiz, yemek yediğimiz, kaldığımız o eski Hatay’dan hiçbir şey kalmamış. Kendine özgü o mimarisi, enerjisi olan şehir gitmiş; yerine büyük bir şantiye alanı gelmiş.
Devlet belli ki bütün gücüyle imkanlarını seferber etmiş. Şehrin üstünde dev vinçler her yerden görülüyor.
Toz bulutu nereye giderseniz gidin sizi takip ediyor.
KENDİMİ şanslı sayanlardanım.
Çünkü sevdiğim bir işi yapıyorum.
Gazeteci olmaya çok erken yaşlarda karar verdim.
Zaten başka bir şey yapmayı da düşünmedim.
Fikren, ruhen de bana en iyi gelen meslek gazetecilikti.
80’lerin sonunda gazeteciliğe başladım.
O günden bugüne birçok şey değişti.
Selçuk Yaşar biz gazetecileri çağırdı ve Karşıyaka Spor Kulübü’yle ilgili düşüncelerini anlattı.
Selçuk Bey tanıdığım en girişimci insanlardan biriydi. Geleceği iyi görür, yeni fikirleri hep destekler ve liderlik yapardı.
Karşıyaka Selçuk Bey’in en büyük tutkularından biriydi. 60 yıldan fazla kulübe destek olan bir başka isim, aile dünyada da olduğunu zannetmiyorum.
O gün Karşıyaka’nın geleceği için şirketleşmeye gitmesi gerektiğini söyledi.
Dünyadaki modelleri incelemiş, kalıcı başarıların olabilmesi için şirketleşmenin en iyi yöntem olacağına ikna olmuştu.
Detaylarıyla yapılacakları anlattı, adım atacaklarını ve Türkiye’ye örnek olacaklarını söyledi.
Nitekim yaptı, şirket kuruldu, hedefler, stratejiler belirlendi.
Ve dedi ki:
“Türkiye'nin yeni bir çözüm sürecine değil, ortak aklı çalıştırmaya, dürüst ve samimi adımlara, dış dayatmalara kapalı durmaya, bin yıllık kardeşliği daha da kuvvetlendirmeye ihtiyacı vardır ve olmalıdır. Türkiye'nin sorunu Kürtler değil, bölücü terör örgütüdür.”
Ama sonra çok konuşulacak bir çağrıda bulundu:
“Terörist başının tecridi kaldırılırsa gelsin TBMM’de DEM Parti Grup Toplantısı'nda konuşsun. Terörün tamamen bittiğini ve örgütün lağvedildiğini haykırsın.”
Siyasetin son 30 yılına damga vurmuş biridir Devlet Bey…
Ve yine o çıkışlarından birini yapıyor.
Bu sefer daha net, açık mesaj veriyor.
Hepimizin kanını donduran bu sefer bir başka olayla sarsıldık.
İkbal Uzuner ve Ayşenur Halil’i vahşice öldürdükten sonra intihar eden Semih Çelik’i konuştuk günlerce...
Şimdi de ancak filmlerde olabilecek yeni doğan çetesiyle ilgili haberler…
Yeni detaylar geldikçe, savcılık soruşturmayı derinleştirdikçe, polis yeni bilgilere ulaştıkça olayın boyutları da derinleşiyor.
Telefon kayıtları paylaşılınca nasıl bir vicdansızlığın, nasıl bir ahlaksızlığın içinde olduğumuzu daha iyi anlıyoruz.
Kaç bebeğin öldüğü bu ihmallerden dolayı belli değil, kaç ailenin evlat acısını yaşadığı bilinmiyor.
Etrafımdaki insanlar sürekli bu konuları örnek vererek konuşuyor, anlatıyor.
Ardından bölgede gerçekten de takdir toplayan hizmetler yapan Ahbap Derneği ve Genel Başkanı sanatçı Haluk Levent ile bağlantı kuruluyor. Levent’in İzmir’de olduğu bir günde planlar yapılıyor ve Hatay’ın merkezindeki Ali Sayar Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi’nin inşasına karar veriliyor.
İşte aylar süren çalışmalardan sonra okul tamamlandı ve Arif Kaya, Haluk Levent ile birlikte açılışa gittik.
Hatay İl Milli Eğitim Müdürü Harun Tüysüz ve okul yöneticileri, öğretmenleri bizleri karşıladı, onlarla sohbet ettik.
Böylesine büyük bir felaketten sonra bile Antakyalıların şehirlerine sahip çıkmaları beni çok etkiledi. Öğretmenler “Tayin istemedik, hele okulun yeniden yapılacağını öğrenince sevinç çığlıkları attık” deyince; hepimizin gözleri doldu.
Evet; terk etmemişler, gitmemişler ve bu güzel ülkenin geleceği için gençleri yetiştirmeye yemin etmişler.
Okul çok güzel olmuş; öğrencilerin heyecanını kelimelerle anlatmam mümkün değil.
Haluk Levent’in, Arif Kaya’nın, benimle birlikte gelen gazeteci arkadaşım Yaşar Kuş’un etrafını sardılar, dakikalarca sohbet ettiler.
Bu konuşmalar İzmir’de geçtiği için de ayrı bir hassasiyetimiz var.
Bayraklı Meclis Üyesi Latif Aydemir diyor ki:
“Hanımlarımızı kadınlarımızı tenzih ediyorum ama bir kısmı bayanlar olmak üzere erkeklerin de çoğunda öldüren kadar ölenler de suçludur. Bunu iyi irdelemek lazım. Bakın hanımlarımızın birçoğunu tenzih ederek dedim...”
Arkadaş kimi tenzih ediyorsun; neyi irdelemek istiyorsun?
Bir anlat da anlayalım tam olarak...
Artan şiddet olaylarını; küçük bir olaydan büyük bir fırtına çıkaranları, sağa sola tehdit savuranları, öfke kusup hayatı felç edenleri görmüyor musun?
Masum çocukları, genç kızları, anneleri katledenleri görmüyor musun?